Terörizmi lanetlemek yetmez
Şahin Alpay 01 Ocak 1970
Radikal İslamcılar Paris’te Charlie Hebdo adlı mizah dergisine saldırdı, 12 kişiyi öldürüp, 5’i ağır 10 kişiyi de yaraladı.
Saldırının, derginin Hazreti Muhammed’in ve Müslümanların kutsal saydıkları şeylerin aşağılanmasını cezalandırmaya yönelik olduğu açık. Bu Avrupa’da son yılların en ağır terör saldırılarından biri. Siyasi anlamı da büyük. Umarım, kimilerinin dediği gibi, 7 Ocak “Fransa’nın 11 Eylül’ü” olmaz. Zira 11 Eylül, Afganistan’da ve Irak’ta çok kanın akmasına yol açtı; şiddet sarmalını tetikledi. Buna Irak ve Suriye’de yaşanan IŞİD barbarlığı da dahil. Katliamın siyasi anlamı büyük, çünkü Avrupa’da giderek büyümekte olan İslam düşmanlığını körüklemek için kullanılacağının işaretleri hemen görüldü. Camiler kundaklandı.
Öncelikle şunları söylemek isterim: Müslüman demek İslamcı demek değildir; Müslümanların pek azı İslamcılığa itibar eder. İslamcı demek, şiddet yanlısı demek değildir; İslamcıların pek azı şiddete itibar eder. İslamcı şiddet başlı başına bir sorundur, Müslümanların ezici çoğunluğunu muazzep eder. Adına cinayet işlemek, katliam yapmak İslam’a yapılacak en büyük hakarettir. Onun için Müslümanların ezici çoğunluğu 11 Eylül’ü telin ettikleri gibi, 7 Ocak’ı da telin ediyor.
Dini ya da laik, milliyetçi ya da ırkçı fanatizm mahkum edilmelidir. Terörizm suçların en büyüğüdür. Terörizm lanetlenmeli, onunla anladığı dilde mücadele edilmelidir. Bu mücadele taktik planda vazgeçilmezdir, ancak yetmez. Terörizme karşı stratejik, kalıcı başarı ancak buna yol açan nedenlerin iyi anlaşılması ve giderilmesiyle mümkün olabilir. Bu bağlamda İspanyol aktör Willy Toledo’nun Charlie Hebdo katliamı üzerine söyledikleri yersiz değil. Saldırıyı şiddetle kınadığını hatırlatan Toledo, Pentagon ve NATO’nun bombalamalarının ülkeleri yok edecek düzeye geldiğine dikkat çektikten sonra şöyle diyor: “Siz hiç gürültü çıkarmadan milyonlarca kişiyi öldürüyorsunuz, onların bu olaylar karşısında sessiz kalacağını mı düşündünüz?..”
Muhakkak ki, İslamcılığın ve İslamcı terörün arka planında, Müslümanların çektikleri sıkıntılar var. Bu sıkıntıların bir bölümü, özellikle Arap halklarının, onları otoriter rejimlerin boyunduruğu altında bırakan “petrol laneti”ne uğramış olmalarıyla ilgili. Yerden fışkıran petrol ve doğalgaz, dini köktenci ya da laik milliyetçi diktatörlükleri ayakta tuttuğu gibi, Batı’nın emperyalist müdahalelerine neden olmakta. Sıkıntıların başka bir bölümü, Batı’nın kayıtsız şartsız destek verdiği İsrail’in uyguladığı devlet terörizmiyle ilgili. Yine başka bir bölümü, yoksulluk ve savaş nedeniyle göç ettikleri Batı ülkelerinde aşağılanmaları, ekonomik koşullar kötüye gidince bunun baş sorumlusu olarak görülmeleri.
İhmal edilmemesi gereken öteki hususlar da şunlar: Özgürlük fikrinin beşiği Batı’dır. Batı düşüncesi bize sınırsız özgürlük ve sınırsız hoşgörünün tersine döneceğini de göstermiştir (Karl R. Popper). Yine Batı’da gelişen insan hakları hukukuna göre, ifade özgürlüğü dini inançların eleştirilmesini, tartışılmasını içerir; ama bunlara dönük hakaret, aşağılama, alaya almayı kapsamaz. Unutmayın ki AİHM, 1994 tarihli Otto Preminger kararında Hz. İsa’ya hakaret içeren bir filmin yasaklanmasını “yurttaşların dini duygularının rencide edilmesine karşı korunmaları” gerekçesiyle sözleşmeye uygun buldu.
Evet, Batı özgürlük fikrinin beşiğidir, ama zengin bir hoşgörüsüzlük ve ırkçılık tarihine de sahiptir. Ne yazık ki geçmişte Yahudilere yönelik ırkçılığın, şimdi Müslümanlara yöneldiği bir gerçek. Norveç’te Anders Breivik adlı caninin Müslümanların ülkeye gelmelerine izin verdikleri için Sosyal Demokratları kitle katliamına uğratması hafızalarda tazeliğini koruyor. Özgürlüğün kötüye kullanılmasıyla, hoşgörüsüzlükle ve ırkçılıkla mücadele Batı’nın da gündeminde.