Sultanahmet Saldırısı: Yeni Bir Terör Dalgası mı?
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Dolmabahçe’de polise saldırı tuhaf bir saldırıydı. Saldırganın yanında getirdiği bombalar patlamadı… Tabancası ve tüfeği de sorunlu çıktı… Tabancası çok eskiydi, bazı gazeteler saldırganın ‘müzelik silahlar’ ile saldırıya geldiğini yazdılar…
Oysa ki intihar saldırılarında saldırının ön çalışmaları titizlikle yapılır, patlayıcı ve silahlar özenle seçilir…
Bu nedenlerle kimi yorumcular Dolmabahçe saldırısında azmettiricilerin, eylemcinin vurulmasını veya yakalanmasını arzu ettiklerini tahmin ettiler…
Nitekim saldırgan yakalandı…
***
Dün gerçekleşen ve bir polisin şehit olduğu, iki polisin yaralandığı Sultanahmet’teki intihar saldırısı aynı serinin devamı gibi duruyor...
Örgüt her iki saldırıyı da üstlendi ve yeni saldırıların geleceğini söyledi…
Görünüşe göre perdeyi bu örgüt açıyor…
Ancak insan merak etmeden geçemiyor, acaba Suriye sınırında IŞİD tarafından kaçırıldığı belirtilen astsubay ile bu saldırıların bir bağlantısı var mı? Saldırılar gündemdeki başka bir olayla mı ilgili?
Almanya-Türkiye ilişkileri bu işlerin neresinde? Ya Yunanistan? Ya ABD?
Yoksa hedef, geleceğe dönük bir gündem yaratma çabası ile mi ilgili?
Bu saldırıların gerçek hedefi nedir?
***
Terör örgütleri matruşkalar gibidir…
Özellikle DHKP-C gibi örgütlerde ipin ucunun nereye varacağını kestirmeniz zordur.
Onun ucu buna, bunun ucu şuna, şunun ucu da ummadığınız bir yere çıkar… Bir bakarsınız ki mağdur görünen aslında saldırgandır…
Nitekim 1970’li yılların terör dalgasında, 1980 ve 1990’lı yılların faili meçhuller dizisinde bu tür örgütler bilerek/bilmeyerek büyük rol oynamışlardır…
Dolmabahçe ve Sultanahmet saldırıları bazı hücrelerin uyandırıldığını ve harekete geçirildiğini gösteriyor…
Örgütün de ifade ettiği gibi saldırıların devamını beklemek gerekir…
Ortam her anlamda bu tür saldırılara uygun: Siyasi ve toplumsal gerilim, güvenlik açıkları ve diğer unsurlar yeni terör dalgaları için uygun bir zemin sunuyor…
Gerek örgütün açıklamalarından, gerekse genel gidişattan anladığımız önümüzdeki günlerde sansasyonel suikast ve saldırı eylemlerinin olacağıdır...
Burada hedef olabilecek kişiler herkesin gerileceği, herkesin ortak tepki vereceği kilit isimler olabilir… Aynı şekilde iktidar partisi mensupları ve çevrelerinin de hedefte olduğu anlaşılıyor…
Hedef, içeride ciddi bir gerilim oluşturmak ve bunu kaosa çevirmek… İhale bazı taşeronlara çıkarılıyor, onlar da bilerek veya bilmeyerek kendi hedefleriyle en üst matruşkanın beklentilerini örtüştürüyor…
Göreceksiniz, manzarayı tamamlayacak yeni aktörler ve eylemler de sahneye gelmeye başlayacaklar. Yönetmen sahnede özellikle PKK’yı görmek istiyor, onunla gerilim ortamını tamamlamayı arzu ediyor.
***
Diğer taraftan, güvenlik güçlerindeki yeniden yapılanma süreci henüz tamamlanamadı. Bir ekip tasfiye oldu, yenisi gelemedi.
Daha doğrusu Terör ve İstihbarat’ta eskinin yerini dolduranlar hem tecrübesiz hem de işin doğasını anlamaları bayağı bir vakit alacak…
Oysa Türkiye’nin kaybedecek vakti yok… Gerek örgütler, gerekse siyasi rakipler güvenlik açıklarının ziyadesiyle farkında…
Sınırlar şu anda delik deşik… Suriye ve Irak kaynaklı insan ve silah/patlayıcı trafiği inanılmaz boyutlarda…
Siyasi-toplumsal kırılmalar güvenlik güçlerinin işini daha da zorlaştırıyor…
Özetle, maalesef Sultanahmet Saldırısı son saldırı değildi…
Ayrıca saldırı dar çerçevede değerlendirilemeyecek kadar önemli bir dizinin küçük bir parçası gibi duruyor…
***
Ne yapmalı? Nasıl önlem almalı? derseniz, elbette güvenlik alanında alınacak bazı önlemler var...
Ancak asıl alınması gereken önlem siyasi ve toplumsal alanda.
Gerilimlerin yatıştırılması ve genel olarak toplumsal barışın tesisi, her türlü asayiş önleminden daha acil ve daha etkili görünüyor...
Bu ise biraz daha kucaklayıcı ve kapsayıcı bir siyaseti gerektiriyor.