EBÜZZİYÂ MEHMED TEVFİK (ö. 1849-1913)
Ziyad Ebüzziya 01 Ocak 1970
Gazeteci, matbaacı, mütercim ve yeni edebiyatın yayılıp tutunmasında hizmetleri geçen yayımcı.
İstanbul Sultanahmet’te dünyaya geldi. XIII. yüzyılda Horasan’dan gelip Konya’nın Koçhisar (bugün Ankara’ya bağlı) kasabasına yerleşen ve kasabaya Şereflikoçhisar adını veren Şereflü aşiretinden Atçeken (Esbkeşân) Hacı Hasanoğlu ailesindendir. Babası Maliye Sergi Kalemi memurlarından Hasan Kâmil Efendi’dir. İlk tahsiline Sultanahmet’te Cevrî Kalfa Sıbyan Mektebi’nde başladı. 1857’de babasının ölümü üzerine “peder-mânde” denilen usule göre onun yerine aynı daireye memur olarak alındı. On yedi yaşına kadar Maliye’nin çeşitli kalemlerinde çalıştı, buradan Şûrâ-yı Devlet ikinci sınıf mülkiye mülâzımlığına getirildi (Haziran 1868). Maliye’de iken aynı kalemde memurluk yapan Abdülhak Hâmid ile beraber Hacı Edhem Paşazâde Kadri Bey’den Arapça, Farsça ve edebiyat dersleri aldı. Bu arada Cem‘iyyet-i İlmiyye-i Osmâniyye tarafından verilen halka açık derslere devam etti. 1864’te Rûznâme-i Cerîde-i Havâdis’te çalışmaya başlayan Ebüzziyâ, gazetedeki bir yazı dolayısıyla önce Nâmık Kemal, onun vasıtasıyla da Şinâsi ile tanıştı ve Tasvîr-i Efkâr gazetesine geçti; daha sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne girdi (1866). Yeni Osmanlılar Tarihi’nde kendisinin cemiyete ne zaman girdiğini, kimlerle münasebette bulunduğunu uzun uzadıya anlattığı halde Fevziye Abdullah Tansel, Mayıs 1867’de hükümetin cemiyetin varlığından haberdar olmasıyla birlikte cemiyet mensuplarından bir kısmının Avrupa’ya kaçmaları veya sürgüne gönderilmeleri sırasında Ebüzziyâ’nın İstanbul’da kalabilmesinin, onun gerçekten cemiyete dahil olup olmadığı hususunda şüphe uyandırdığını kaydetmektedir (İA, IV, 100). Ancak Yeni Osmanlılar Tarihi’ni açıklama ve notlarla yayımlayan Ziyad Ebüzziya, Tansel’in bu düşüncesini, hareketin içinde bulunan ve eserin tefrika edildiği yıllarda hayatta olan Yeni Osmanlılar’ın adlarını sayarak yazılanlara itiraz etmemelerini delil gösterip reddetmektedir (III, 343-344). M. Kaya Bilgegil de fikir hayatımızda çeşitli yönlerden hususi bir yeri olan Ebüzziyâ Tevfik’in, bir zaman kendisini Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin önemli üyelerinden biri gibi gösterirken başka bir zaman Avrupa’daki Genç Türkler’i ağır bir dille itham etmekten çekinmediğini ileri sürmektedir (Yakın Çağ Türk Kültür ve Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar II, s. 163).
Yirmi yaşlarında Terakkî gazetesinin yazı işleri müdürü olan Ebüzziyâ böylece gazetecilik hayatına başladı. Gazetenin ilâveleri olarak Terakkî Muhadderât adlı ilk kadın dergisiyle Terakkî Eğlencesi ve Letâif-i Âsâr adıyla iki mizah dergisi yayımladı. Daha sonra Hakaiku’l-vekayi‘ gazetesinde, Diyojen, Çıngıraklı Tatar ve Hayal dergilerinde çalıştı. Ebüzziyâ’nın bu sırada kendi adıyla neşrettiği bir kısım yazıları hükümette rahatsızlık uyandırdığından Şûrâ-yı Devlet’teki görevine son verildi (Şubat 1872).
Şinâsi’nin ölümü üzerine Tasvîr-i Efkâr Matbaası satılığa çıkarılmış, aynı günlerde ülkede meşrutiyet fikirlerini yaymak için bir gazete yayımlatmayı düşünen Mustafa Fâzıl Paşa bu matbaayı alarak Yeni Osmanlılar Cemiyeti kurucularına hediye etmişti. Nâmık Kemal ile Menâpirzâde Nûri ve Kayazâde Reşad beylerin haklarından feragat etmeleri üzerine Ebüzziyâ matbaanın sahibi oldu; kısa bir süre sonra Nâmık Kemal’in başmuharrirlik yaptığı İbret gazetesi de burada yayımlanmaya başlandı (Haziran 1872). Okuyucu kesiminden büyük ilgi gören İbret’in tirajının kısa zamanda süratle yükselmesi Mahmud Nedim Paşa hükümetini ürküttü ve gazete henüz 19. sayısında iken dört ay süreyle kapatıldı (Temmuz 1872). Hemen arkasından İbret’in sahiplerinden Nûri Bey Ankara mektupçuluğuna, Reşad Bey Bilecik kaymakamlığına gönderildi. Ebüzziyâ da İzmir’de yeni kurulan Muhâkeme-i Kebîre-i Merkeziyye başkâtipliğine tayin edilerek İstanbul’dan uzaklaştırılmak istendi. Ancak Ebüzziyâ harcırahını almak bahanesiyle hareketini geciktirirken sadâret değişikliği oldu; Mahmud Nedim Paşa’nın yerine getirilen Midhat Paşa’nın sadâreti sırasında İzmir mahkemesi lağvedildiğinden Ebüzziyâ sürgünden kurtuldu. Midhat Paşa İbret’in geri kalan cezasını affederken, öte yandan gazetenin temel direği olan Nâmık Kemal’i Gelibolu’ya mutasarrıf tayin etmekle İbret’i meflûç bırakmış oldu. Bunun üzerine Ebüzziyâ Sirâc adı altında tek başına bir gazete çıkarmak için müracaatta bulunduysa da bunun Midhat Paşa tarafından reddedilmesi karşısında Hadîka adlı bir ziraat gazetesinin imtiyazını aldı. Midhat Paşa’nın sadâretten azli üzerine bunu siyasî bir gazete halinde yayımlamaya başladı (Kasım 1872). Aynı zamanda Tasvîr-i Efkâr Matbaası’nda da kitaplar neşretmeye devam ediyordu.
Hükümet, Nâmık Kemal’in de birçok önemli yazısının yayımlandığı Hadîka’da neşredilen yazıları aşırı bulup gazeteyi 56. sayısından itibaren iki ay süreyle kapatınca, Ebüzziyâ’nın yayıma devam edebilmek için Cüzdan adıyla çıkardığı dergi daha ilk sayısında hem toplatılıp imha edildi hem de kapatıldı (Şubat 1873). Bu arada Gelibolu mutasarrıflığından azledilen Nâmık Kemal ile Ankara mektupçuluğundan azledilen Nûri Bey İstanbul’a dönmüş ve tekrar İbret’te yazmaya başlamışlardı. Cüzdan’ın kapatıldığının ertesi günü İbret de 110. sayısında bir ay süreyle tekrar tatil edildi. Yeni hükümet daha önce Sirâc için istenen yayın iznini verince Ebüzziyâ bu defa Sirâc’ı yayımlamaya başladı (Mart 1873). 1 Nisan 1873’ten itibaren Nâmık Kemal’in Vatan yahut Silistre adlı piyesi Güllü Agop Tiyatrosu’nda sahneye konmuş, seyirciden gördüğü büyük ilgi üzerine temsiller tekrar edilmeye başlanmıştı. Yine aynı günlerde Nâmık Kemal ve piyesi hakkında İbret’te sitayişkâr yazılar yayımlanması ve Ebüzziyâ’nın Sirâc’da, maaşlarını alamadıkları için yürüyüş yapan tersane işçilerini haklı bulan makaleler yazması üzerine, “Yeni Osmanlılar canlanıyor” endişesiyle Sirâc ve İbret hükümet tarafından tekrar kapatıldı (5 Nisan 1873). Ardından da “muzır neşriyat”ta bulundukları gerekçesiyle Ebüzziyâ ile Ahmed Midhat Efendi Rodos’a, Nâmık Kemal Magosa’ya, Menâpirzâde Nûri ve Bereketzâde İsmâil Hakkı Bey de Akkâ’ya sürgüne gönderildi (10 Nisan 1873).
Ahmed Midhat Efendi ile beraber Rodos’ta kale hapsinde tutulan Ebüzziyâ, bir süre sonra adanın mutasarrıfı Mâşuk Paşa’nın yardımıyla kütüphaneye gitme izni aldı. Geçimini sağlayabilmek için de hapishanede hazırladığı yazıları İstanbul’da daha önce matbaasını teslim ettiği Şemseddin Sâmi’ye göndererek kendi matbaasında Muharrir adıyla bir dergi yayımlatmaya başladı (Kasım 1875). Bu tarihe kadar yazılarında Mehmed Tevfik imzasını kullanırken, bir mahpus ve sürgünün kendi adıyla yazı yazması yasak olduğundan, bundan sonra büyük oğlu Ziyâ’ya nisbetle Ebüzziyâ takma adını kullanmaya başladı. 31 Mayıs 1876’da ilân edilen genel afla İstanbul’a döndükten sonra gazetelere verdiği ilânlarda (30 Haziran 1876) bundan böyle bu takma adı isim olarak kullanacağını açıkladı. Bu isim daha sonra ailesine soyadı oldu.
Rodos’ta iken, Türk nesrinin geçirdiği gelişmeyi göstermek üzere Batılı tarzda ilk edebiyat antolojisi olan Numûne-i Edebiyyât-ı Osmâniyye’yi hazırladı. Bu arada Ahmed Midhat Efendi ile beraber, ülkemizde Batı tarzında eğitime başlayan ilk okul niteliğindeki Medrese-i Süleymâniyye’yi kurdu (1876). İstanbul’a döndükten sonra II. Abdülhamid’in hazırlattığı Kanûn-ı Esâsî çalışmalarına katıldı; aynı zamanda sarayda kurulması tasarlanan Cem‘iyyet-i Mütercimîn’e de dahil edildi. Meşrutiyet’in ilânı, Meclis-i Meb‘ûsan’ın açılması, 93 Harbi, bunun ardından meclisin tekrar kapatılması ve Kanûn-ı Esâsî’nin yürürlükten kaldırılmasıyla meşrutiyete bel bağlayan devrin aydınlarının muhalefeti, II. Abdülhamid idaresini bunları çeşitli memuriyetlerle İstanbul’dan uzaklaştırmaya yöneltti. Devrin diğer bir kısım yönetim muhalifleri gibi Ebüzziyâ da Bosna mektupçusu olarak İstanbul dışına çıkarıldı. Bosna’da vilâyet gazetesinin idaresini ve yayımını üzerine aldı; bu arada Bosna Vilâyeti Salnâmesi’nin 13. sayısını çıkardı (1295/1878). Ebüzziyâ’nın buradaki görevi, Bosna-Hersek’in Avusturya tarafından geçici olarak işgaline kadar sürdü. İstanbul’a dönünce yeni bir matbaa kurmaya çalışırken bir yandan da Salnâme-i Ebüzziyâ adıyla bir almanak hazırladı (Mart 1879); ancak eser daha matbaada iken gelen bir emirle imha edildi (bugün elde sadece üç nüshası mevcuttur).
Ertesi yıl, 1900’de Konya’ya sürgüne gönderilinceye kadar düzenli olarak yayımladığı salnâmelerin neşrine başladı. Aynı günlerde, Tanzimat devri edebiyatçılarının önemli bir neşir vasıtası olan Mecmûa-i Ebüzziyâ’yı yayım hayatına koydu (Mayıs 1880). Almanya’dan getirttiği yeni makinelerle kurduğu matbaasında kitap yayımlamaya da devam eden Ebüzziyâ, halka okuma alışkanlığı kazandırmak amacıyla Universal Bibliothek neşriyatını örnek alarak Kitâbhâne-i Meşâhîr ve Kitâbhâne-i Ebüzziyâ isimleri altında, içinde kendi eserleriyle Şinâsi ve Nâmık Kemal’in eserlerinin de bulunduğu telif ve tercüme 100’den fazla cep kitabı yayımladı. Bu arada fasiküller halinde Lugat-ı Ebüzziyâ’yı neşre başladı (1888).
Israrlı talepleri üzerine II. Abdülhamid tarafından Mekteb-i Sanâyi müdürlüğüne getirilen (Kasım 1891) Ebüzziyâ, aynı zamanda devrinin önde gelen bir kûfî hattatı ve arabesk süsleme sanatçısıdır. Yıldız Sarayı’nın salon tezyinatıyla Yıldız Camii’nin tezyinatı ve levhaları da Ebüzziyâ’ya yaptırılmıştı. Ayrıca padişahın kendi eliyle imal ettiği muhtelif ahşap eserlere işlediği “Abdülhamid” amblemleri de onun istifidir. Ancak mektepte yenilikçi birtakım faaliyetleri ve ders vermek için Avrupa’dan bazı sanatkâr ustalar getirtmesi üzerine aleyhinde bir jurnal verildi ve okul müdürlüğünden alınarak Şûrâ-yı Devlet üyeliğine getirildi (Aralık 1892). Burada mümkün olduğu kadar politikadan uzak durmaya çalıştı; Servet, Ma‘lûmat, Hazîne-i Fünûn, İrtika, Musavver Fen ve Edeb gibi dergi ve gazetelerde değişik konularda yazılar yazdı. Buna rağmen 1893-1900 yılları arasında on defa tutuklandı; nihayet verilen jurnaller üzerine oğlu Talha ile beraber Konya’ya sürgüne gönderildi (Nisan 1900). Sekiz yıldan fazla süren bu sürgün hayatı boyunca matbaası mühürlenip kapatıldığından Almanya’dan getirttiği makinelerle deposundaki kitaplar büyük ölçüde zarar gördü. Sürgün yıllarında Konya vilâyet gazetesine imzasız yazılar yazdı, aynı zamanda kurduğu bazı özel tezgâhlarda halı dokumacılığıyla meşgul oldu.
II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine çıkarılan genel afla İstanbul’a döndü (Temmuz 1908). Bu dönemde fiilen politikaya atılarak İttihat ve Terakkî Fırkası’na girdi; seçimlerde Konya vilâyetinden aday oldu ve Antalya sancağından mebus seçildi. Bu arada matbaasını yeniden faaliyete geçirdi, Mecmûa-i Ebüzziyâ’yı tekrar yayımlamaya başladı. Kendisi Konya’da iken ölen, Yeni Osmanlılar’ın yakın dostu Fransız gazeteci G. Giampiétri’nin Le Courrier d’Orient adlı gazetesini Fransızca olarak neşretmeyi sürdürdü (Nisan 1909). Bu arada Şinâsi’nin vârislerinden Tasvîr-i Efkâr gazetesinin imtiyazını satın alarak bunu Yeni Tasvîr-i Efkâr adıyla çıkarmaya başladı (Mayıs 1909). 31 Mart Vak‘ası’nı takip eden günlerde Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişi, Sultan Abdülhamid’in hal‘i, İttihat ve Terakkî ile Hürriyet ve İtilâf fırkalarının kıyasıya mücadeleleri sırasında ilân edilen örfî idare günlerinde çıkarmakta olduğu gazete defalarca kapatıldı. Ebüzziyâ her defasında isim değiştirerek gazetesini yayımlamaya devam etti. Zaman zaman tutuklandı, matbaası mühürlendi ve hapse atıldı. Bâbıâli Baskını ile iktidara geçen yeni hükümetçe serbest bırakıldığının ertesi günü evine dönerken Kadıköy vapurunda öldü ve Bakırköy Mezarlığı’ndaki aile kabristanına defnedildi (27 Ocak 1913).
Basın yayın, gazete ve matbaa tekniği gibi birçok alanda ülkeye çeşitli yenilikler getiren Ebüzziyâ Tevfik, bir edebî şahsiyet olmaktan ziyade Tanzimat devrinin önemli isimlerini sonraki nesillere tanıtan ansiklopedik bilgiye sahip bir yayımcıdır. Ebüzziyâ zihniyet bakımından, bir milletin ancak gelenek ve göreneklerine, millî ve dinî inançlarına bağlı kalarak ve faydalı her türlü yeniliği benimseyerek gelişebileceğine inanan muhafazakâr bir Osmanlı aydınıdır. Asla yılmayan bir karaktere sahip olan Ebüzziyâ, hayatı boyunca cehaletle ve ülkeye zarar getirebilecek şeylerle mücadele etmiştir. Rodos ve Konya’daki sürgün hayatı, faaliyetlerinden şüphelenen devrin yöneticileri tarafından defalarca göz altına alınması, zaman zaman tutuklanması, matbaasının kapatılması ve hakkında verilen jurnaller onu yıldırmamış, hayatı boyunca doğru bildiklerini söylemekten çekinmemiştir. Yaşadığı dönemde, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını önlemek için devrin diğer aydınları gibi Ebüzziyâ da milliyetçilik ve Türkçülük ideolojileri yerine Osmanlılık bağına önem vermiş ve devletin hıristiyan dünyası karşısına müslüman unsurların çoğunluğu ile çıkabilmesi için sürekli olarak din birliğine ve Müslümanlık kavramına sarılmıştır. Ancak vatanın bütünlüğü ve selâmetinin esas itibariyle Türk unsurunun gelişip kuvvetlenmesiyle mümkün olabileceğini belirtmekten de geri kalmamıştır.
Cevrî Kalfa Sıbyan Mektebi’nden başka herhangi bir okula gitmediği halde kuvvetli azmi ve iradesi sayesinde kendi kendine iyi seviyede Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca ve Rumca öğrenmiş, edindiği geniş bilgi ve kültür sonucunda çıkardığı gazete ve dergilerle diğer yayın faaliyetleri devrinde tek başına bir mektep olmuştur.
Şiirleri yok denecek kadar az olan Ebüzziyâ’nın asıl faaliyet sahası nesirdir. Kuvvetli bir mantığa dayalı basit ve sade cümlelerle kurulu yazıları bugün de zevkle okunabilmektedir. Daha çok gazeteci hüviyeti ağır basan Ebüzziyâ’nın tiyatro yazarlığı, Nâmık Kemal ve arkadaşları gibi halk kitlelerini hürriyet fikrine ve yenilik düşüncelerine yöneltmek için bir vasıtadır. Hâtıra türündeki eser ve makaleleri ise Osmanlı Devleti’nin her bakımdan en karışık dönemiyle ilgili çeşitli sosyal, edebî ve siyasî olaylara ışık tutabilecek niteliktedir.
Ebüzziyâ Tevfik daha ilk yazılarında, asırlardan beri Türkçe’ye girmiş birtakım Arapça, Farsça kelime ve terkiplerle mücadele etmiş, devrin diğer yazarlarının müdafaa ettiği sade Türkçe ile güzel makale örnekleri vermiştir. 1869’da ilk defa Arap harflerini değiştirme fikrini ileri süren Leh mühtedisi gazeteci Hayreddin ile tartışmaya girmiş, maarifin ilerlemesinin bir sistem ve metot meselesi olduğunu, harfleri değiştirmekle eğitimde gelişme sağlanamayacağını söylemiştir. Böyle bir değişikliğin, yeni nesillerin asırlara dayanan kültür temelleriyle bağlarını koparacağını öne sürerek ileride Türk kültürü için büyük boşluklar doğuracağını savunmuştur (Terakkî, nr. 193-195, İstanbul 2-4 Ağustos 1869).
Gerek muhteva gerekse baskı tekniği bakımından türünün önde gelen örneği durumundaki takvimli, Batı’da “almanak” adı verilen ansiklopedik yıllıkları ilk defa Ebüzziyâ yayımlamış ve bu türün ülkede tanınmasında öncülük etmiştir.
On yedi yaşında gazeteciliğe başlayan Ebüzziyâ, Şinâsi ve Nâmık Kemal’le tanıştıktan sonra bilhassa onların etkisiyle ve basın yoluyla giriştiği fikir mücadelesini hayatının sonuna kadar sürdürmüştür. II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine yayın hayatına koyduğu Yeni Tasvîr-i Efkâr kısa zamanda Türkiye’nin en ciddi fikir gazetelerinden biri olmuş, gazete ölümünden sonra da çocukları Talha ve Velid Ebüzziya’nın elinde uzun yıllar bu durumunu muhafaza etmiştir.
Halkın uyanmasına ve kültür sahibi olmasına vesile teşkil edecek eserler basmak maksadıyla yayımcılığa başlayan Ebüzziyâ, özellikle Şinâsi ve Nâmık Kemal’in eserlerini basarak bunların düşüncelerinin geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. Türkiye’de Batı tekniğiyle güzel ve temiz baskı yapma işini matbaasında yine o başlatmıştır. Yayımladığı eserlerle, Almanya’da 1889’dan beri düzenlenen milletlerarası sanat baskıları (édition de lux) yarışmalarına katılarak her yıl birkaç eseri dereceye girmiş ve bunlar Internationale Graphische MusterAustausch adlı yıllığa alınmıştır. Bu başarısından dolayı kendisine Fransa Devleti tarafından kültür hizmeti liyakat madalyası verilmiştir.
Devrinde kûfî hatta üstat sayılan Ebüzziyâ Tevfik bu yazı ile kendine has bir üslûp geliştirmiştir. O dönemdeki resmî ve özel kuruluşlara ait büyük binaların ekserisinde bulunan yazılarının çoğu harf devriminden sonra kazınmıştır. Bugün Arkeoloji Müzesi’nin giriş kapısı üstünde görülen “Müze-i Hümâyun” yazısı, Yıldız Camii’nin içinde kubbealtı çemberini çeviren kûfî hatla sûre-i Mülk, madalyonlar içindeki aşere-i mübeşşere isimleriyle mihrap üstündeki besmele ona aittir. Türk tarzı arabesk süslemede de zamanının başarılı bir sanatkârı olan Ebüzziyâ, Yıldız Sarayı’nın Muayede Salonu ile Yıldız Camii’nin içinde ve hünkâr mahfilindeki bir kısım arabesk süslemelere imzasını atmıştır. Ayrıca çini mürekkebiyle yaptığı “eau forte” denilen desenler ve sulu boya çalışmaları özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.
Eserleri. A) Salnâme ve Takvimleri. 1. Salnâme-i Hadîka (İstanbul 1290). Türkiye’de çıkarılan ilk almanaktır. 2. Bosna Vilâyeti Salnâmesi (Saraybosna 1295). Tipografi ile basılan ilk il salnâmesidir. 3. Salnâme-i Ebüzziyâ (İstanbul 1296). Dağıtılmadan önce el konulup imha edilmiştir. İmha edilmesinin sebebi, muhtevasında yer alan olayların kronolojik listesinde II. Abdülhamid’in sürgüne gönderdiği Süleyman Paşa’nın sürgün tarihinin yer almış olmasıdır. 4. Salnâme-i Kamerî (İstanbul 1297). 5. Rebî-i Ma’rifet-Salnâme-i Ebüzziyâ (İstanbul 1297). 2. seneden itibaren Rebî-i Ma’rifet-Takvîm-i Ebüzziyâ (II-VIII, İstanbul 1299-1305), 9. seneden itibaren Nevsâl-i Ma’rifet-Takvîm-i Ebüzziyâ (IX-XI, İstanbul 1306, 1308, 1310), 12. seneden itibaren Takvîm-i Ebüzziyâ (XII-XIV, İstanbul 1311, 1315, 1316) adıyla yayımlanmıştır. VI. cildi (İstanbul 1303), Türkiye’de çinkografi usulüyle resimlendirilmiş ilk eserdir. Çeşitli aralıklarla on dört yıl yayımlanan bu takvim, Ebüzziyâ’nın Nisan 1900’de Konya’ya sürgüne gönderilmesiyle durmuş, sürgünden döndükten sonra ise bu yayını devam ettirmemiştir. Resimli, her biri ortalama 180-200 sayfa hacmindeki bu takvim-yıllıklarda, bir takvimde bulunması gereken bilgilerden başka bir yıl içinde meydana gelen önemli olaylarla o yıl içinde vefat eden siyaset, sanat ve kültür dünyasının tanınmış şahsiyetleri hakkında haberlere, Avrupa ve Amerika’daki sanat, kültür ve yayın faaliyetlerini tanıtıcı yazılara da yer verilmiştir. Ayrıca tanınmış bir kısım yerli ve yabancı şair ve yazarlardan örnek parçalar, “Ma‘lûmât-ı Mütenevvia” başlığı altında değişik konularda bilgiler ve son kısımda da Matbaa-i Ebüzziyâ tarafından neşredilen kitaplar hakkında tanıtıcı kısa bilgiler yer almaktadır. Ebüzziyâ Takvimi, 1943 yılında duvar takvimi şeklinde Velid Ebüzziya tarafından çıkarılmaya başlanmış ve üç yıl devam etmiştir. Onun 1945’te vefatından sonra yeğeni Ziyad Ebüzziya aynı takvimi yirmi altı yıl (1945-1970) çıkarmıştır. 6. Takvîm-i Rebî‘-Zamîme-i Rebî-i Ma’rifet (İstanbul 1302). 7. Rusya Müslümanları’na Mahsus Takvîm-i Ebüzziyâ (İstanbul 1303). 8. İmsâkiyye-i Nevîn (İstanbul 1309). 9. Takvîm-i Nisâ (İstanbul 1317). Türkiye’de kadınlar için çıkarılan ilk takvimdir.
B) Değişik Konulardaki Telif Eserleri. 1. Millet-i İsrâîliyye (İstanbul 1305). 2. Makame-i Tevkîfiyye (İstanbul 1311). On iki nüsha basılan bu eser bir hâtırattır. 3. Ne Edât-ı Nefyi Hakkında Tetebbuât (İstanbul 1324). 4. Yeni Osmanlılar Târihi. İlk defa 1909-1910’da Yeni Tasvîr-i Efkâr’da tefrika şeklinde neşredilen eser, yıllar sonra notlar ve açıklamalarla birlikte Latin harfleriyle üç cilt halinde Ziyad Ebüzziya tarafından yeniden yayımlanmıştır (İstanbul 1973-1974). 5. Lugat-ı Ebüzziyâ (İstanbul 1306). İki cilt halindeki eser “öd” (???) kelimesinde kalmıştır. Ebüzziyâ Konya’ya sürgüne gönderildikten sonra matbaası talan edildiğinden forma halinde satışa çıkarılan lugatın matbaada bulunan formaları da diğer eserlerle beraber yok edilmiştir.
C) Piyesleri. 1. Ecel-i Kazâ (İstanbul 1288). Altı perdelik bir dram olan eser, 29 Kasım 1872’de Gedikpaşa’daki Osmanlı Tiyatrosu’nda saray dışında Türk seyircisine oynanan ilk telif piyestir. Hâsılatı tiyatro sanatçılarına verilen ilk oyun da budur. Türk edebiyatında tenkit edilen ilk telif piyes de yine Ecel-i Kazâ’dır (Diyojen, nr. 167, İstanbul 5 Kânunuevvel 1872). 2. Habîbe yahut Semahât-ı Aşk (İstanbul 1291). Dört perdelik bir dram olup Victor Hugo’nun Anjélo ou le tyran de Padou adlı eserinden adaptedir. Ebüzziyâ bu eseri Rodos’ta sürgünde iken yazmıştır. Hugo’nun eserinin genel çerçevesi korunmakla beraber piyes tamamen siyasî maksatla kaleme alınmış ve istibdatla itham edilen Abdülaziz’e öldürülmesini gerektirecek kadar büyük hücumlarda bulunulmuştur. Önce önsözü çıkarılarak yayımlanmasına izin verilen eser Abdülaziz’in hal‘inden sonra önsözüyle birlikte basılmıştır.
D) Biyografileri. Gütenberg ve İhtirâ-ı Fenn-i Tab‘ (İstanbul 1299); İbn Sînâ (İstanbul 1299); Galile (İstanbul 1299); Napolyon (İstanbul 1299); Diyojen (İstanbul 1299); Benjamen Franklin (İstanbul 1299); Büfon (İstanbul 1299); Hasan b. Sabbâh (İstanbul 1300); Ezop (İstanbul 1300); Yahyâ b. Hâlid Bermek (İstanbul 1300); Hârûn er-Reşîd (İstanbul 1300); Jan Jak Russo (İstanbul 1303); Nâmık Kemal (İstanbul 1304); Nikola Şamfor (İstanbul 1305); Sürûrî-i Müverrih (İstanbul 1305); İmparator Vilhelm (İstanbul 1305); Nef‘î (İstanbul 1305); Kemal (İstanbul 1306); Kemal Bey’in Tercüme-i Hâli (İstanbul 1326).
E) Tercüme Eserleri. Tarîk-i Refâh, Franklen’in Servet Hakkındaki Nesâyihi (Saraybosna 1295); Üç Yüzlü Bir Karı (İstanbul 1294, Charles Paul de Kock’tan Ahmed Midhat’la beraber).
F) Derlemeleri. Reşid Paşa Merhumun Bazı Âsâr-ı Siyâsiyyesi (İstanbul 1289); Numûne-i Edebiyyât-ı Osmâniyye (İstanbul 1296); Cümel-i Müntehabe-i Kemâl (İstanbul 1299); Muharrerât-ı Husûsiyye-i Âkif Paşa (İstanbul 1301); Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye (Şinâsi’nin eserine 1764 atasözü ilâvesiyle, İstanbul 1302); Müntehabât-ı Tasvîr-i Efkâr, Siyâsiyat-Şinâsi, Kemal (İstanbul 1303); Müntehabât-ı Tasvîr-i Efkâr, Edebiyat-Şinâsi (İstanbul 1303); Müntehabât-ı Tasvîr-i Efkâr, Edebiyat-Kemal (İstanbul 1304); Tazarruât-ı Sinân Paşa (İstanbul 1309); Müntehabât-ı Tasvîr-i Efkâr, Makalât-Kemal (İstanbul 1311); Müntehabât-ı Tasvîr-i Efkâr, Makalât-Şinâsi (İstanbul 1311).
Sahibi Olarak Çıkardığı Gazeteler. 1. İbret (Nâmık Kemal, Kayazâde Reşad, Menâpirzâde Nûri ile ortak, 7 Rebîülâhir 1289-3 Cemâziyelâhir 1289). Gazete kapatılıp ortakları çeşitli memuriyetlerle İstanbul dışına gönderildiğinden ancak on dokuz sayı çıkarılabilmiştir. 2. Hadîka (8 Ramazan 1289-8 Safer 1290). Elli dokuz sayı yayımlanmıştır. 3. Sirâc (16 Muharrem 1290-11 Safer 1290). Ebüzziyâ’nın Rodos’a sürülmesine kadar on yedi sayı çıkarılmıştır. 4. Le Courrier d’Orient (Nisan 1909, Giampiétri’nin veresesiyle ortak). Fransızca olarak yayımlanan gazetenin bugün elde hiçbir nüshası yoktur. 5. Yeni Tasvîr-i Efkâr (31 Mayıs 1909-10 Mayıs 1910). 349 sayı yayımlanmıştır. Gazete örfî idare tarafından kapatıldıkça kısa sürelerle Tasvîr-i Efkâr, Hak, yine Tasvîr-i Efkâr, İntihâb-ı Efkâr, yine Tasvîr-i Efkâr, yine İntihâb-ı Efkâr, Tefsîr-i Efkâr, tekrar Tasvîr-i Efkâr adlarıyla yayımına devam etmiş, Ebüzziyâ bu gazeteleri oğulları Talha ve Velid ile beraber Mayıs 1910-27 Ocak 1913 tarihleri arasında 649 sayı çıkarabilmiştir.
Sahibi Olarak Çıkardığı Dergiler. Cüzdan (İstanbul 7 Zilhicce 1289, Türk basın hayatında toplatılan ilk dergidir); Muharrir (İstanbul Muharrem 1293-Safer 1295, sekiz sayı); Mecmûa-i Ebüzziyâ (İstanbul 1 Ramazan 1297-2 Ramazan 1330, 159 sayı, on beş cilt).
Müdür Olarak Çalıştığı Gazeteler. Terakkî (1287 h.-1870; bu gazetenin ilâveleri olarak çıkan Terakkî Eğlencesi ve Letâif-i Âsâr adlı iki mizah dergisi ile Terakkî Muhadderât adlı kadın dergisi aynı zamanda Türkiye’de yayımlanan ilk mizah ve kadın dergileridir); Bosna (vilâyet gazetesi, 1295 h.-1878).
Ebüzziyâ ayrıca Rûznâme-i Cerîde-i Havâdis, Tasvîr-i Efkâr (Şinâsi’nin çıkardığı), Hakaiku’l-vekayi‘, Diyojen, Çıngıraklı Tatar ve Hayal gazetelerinde çalışmış; Cerîde-i Askeriyye, İrtika, Ma‘lûmat, Musavver Fen ve Edeb, Konya (vilâyet gazetesi) ve Asker gibi gazetelerde de makaleler yayımlamıştır.