Hidayet Karaca
Mustafa Ünal 01 Ocak 1970
Soğuk bir İstanbul sabahında Silivri'ye doğru yola çıkarken bir başka cezaevi ziyaretini hatırladım. Pınarhisar, Silivri'den biraz daha uzaktaydı. Recep Tayyip Erdoğan sadece başarılı belediye başkanı değil siyasi gelecek vaat eden pırıltılı bir isimdi. Okuduğu şiir bahaneydi, amaç önünü kesmekti. Sonrası malum.
Dünün mazlumuydu Erdoğan. Bugün ise... Zindan'dan Saray'a. Zindan da iki hece Saray da. Ama 'lafta'. Kimine zindan saray, kimine saray zindan.
15 yıl sonra Erdoğan rejiminin mağdur ettiği Hidayet Karaca'yı görmek için yollardayım. Çok geçmeden Silivri göründü. Hava garip, kar ve güneş bir arada. Ama soğuk. İzin kolay olmadı. Adalet Bakanı Bozdağ 'Hayır' dedi. En keskin şekilde taraf olduğunu biliyorum elbette. Yine de insanî sebeplerden dolayı 'evet' demesini beklerdim.
Camın arkasından konuşacağız Hidayet Karaca'yla. Telefonla veya yüksek sesle... Karmaşık duygular içindeyim. Tek bir cezaevi yok Silivri'de. Büyük bir kompleks. 'Külliye mi?' demeliydim. Etrafı duvarlarla çevrili. AKP iktidarının en büyük eserlerinden burası. Kuşkusuz daha işlevi olacak. Çok dolup boşalacak.
Yıllarca birlikte çalıştık Karaca ile... Sakin biri. Derviş meşrep kişiliği var. Biraz da o yüzden mahpushane ile Karaca ismini yan yana düşünemiyorum. Yaşanan doğal bir yargı süreci değil zaten. Baştan sona kumpas... Bir dizi senaryosundan örgüt yöneticisi çıkarmak 'şiire hapisten' daha abes, daha saçma. Tarih yazacak bunu. Tek suçu yayıncılık. Gerisi hikaye.
Karaca'nın yargı serencamı dünya hukuk tarihine geçecek. Legal telefon dinlemelerinin tartışıldığı bir ortamda savcı 'illegal telefon kaydını' belge diye sunabildi. Çok daha ilginci hakim suç yokken, delil yokken 'tutuklu yargılama' kararı verebildi. Bunun tek açıklaması olabilir.. Güç böyle istedi. Yeni Türkiye'nin yargısı.
Karar yüzüne okunduktan sonraki dik duruşu ve kısa nutkuyla tarihe geçti Karaca. Hakime 'Zaten buradan adalet çıkacağını beklemiyordum.' dedi. Parmağını kaldırarak 'Bir tek delil göster. Nerede örgüt nerede silahlar?..' diye sordu. Cevap yok tabii. Silah dizide. O da oyuncak. Ne dizi gerçek, ne silahlar. Hepsi senaryo. 'Bir gün bu kararı verenler benim oturduğum yere oturacaklar. Tarih buna şahit...' haykırışı hâlâ mahkemenin duvarlarında çınlamakta. Bu sözler hiç unutulmayacak, dünya döndükçe hatırlanacak.
Ziyaret süresi kısa ve biraz da meşakkatli... Yarım saatten biraz fazla. Doğrusu bu kadarını beklemiyordum. Bir aydır dünyadan kopuk. Dışarısıyla tek irtibatı mektuplar... 'Morali' çok şaşırttı beni. Camın arkasından gelen gür sesi ve hafif sakallı görüntüsü öylesine pozitif ki 'cezaevi yaramış' diyesim geldi.
Yüzünden hiç tebessüm eksik değil. Çehresinde mahpusluğun garipliğinden, hüznünden eser yok. Sanki zindanda değil. Ne korku, ne endişe. Tam tevekkül ve tam iman. Kaderin bir durağı... Lisan-ı halle 'Ben iyiyim, siz kendinize bakın' der gibi. Bir gününün nasıl geçtiğini anlattı. 'Vakit çok, bol bol kitap okuyorum' dedi. Kitap sınırlaması varmış, itiraz üzerine kaldırılmış. Bir mahpusun dilediği kadar kitap okuması mümkün hale gelmiş.
'Sadece okumuyorum, yazıyorum da...' dedi. Yazdıkları daha önemli. Şu ana kadar epey sayfa doldurmuş. Her gün not alıyormuş. Yazdıkça açılmış. Buradan çok kıymetli bir kitap çıkacağı kesin. Belki de kitaplar... Kâğıt ve kalem bir de zaman olduktan sonra gerisi kolay. Hayatının en uzun bir ayını yaşadı. Sadece kitap değil, dünya çapında belgesel tadında bir film de olur.
Sayılı dakikalar çabuk geçti. Teselli babından birkaç cümle söylemeyi düşünürken tersi oldu. Pınarhisar'ı bile hatırlatamadım, kısa görüşmeden 'moral bularak' ayrıldık.
Ziyaret zor ama mektup kolay...