Tunuslu HAYREDDİN PAŞA (ö. 1890)
Atilla Çetin 01 Ocak 1970
Islahatçı ve reformcu görüşleriyle tanınan Osmanlı sadrazamı ve mütefekkir.
Hayatının ilk yıllarına ait bilgiler yetersizdir. Kafkasya’da bir Rus taarruzu esnasında ailesini kaybettiği, küçük yaşta köle olarak İstanbul’a getirildiği, Nakîbüleşraf ve Anadolu Kazaskeri Kıbrıslı Tahsin Bey tarafından satın alındığı bilinmektedir. Tahsin Bey’in Kanlıca’daki yalısında yetişti. 1830’da Tunus Valisi Ahmed Paşa’nın bir adamı tarafından Tunus’a götürüldü. Bazı kaynaklarda bu sırada on üç yaşında olduğu belirtilmektedir. Ahmed Paşa’nın sarayında memlük olarak Arapça ve İslâmî ilimler alanında özel eğitim gören Hayreddin, kısa sürede Ahmed Paşa’nın ve “reîs-i müdîrân” (Tunus kaynaklarında vezîr-i ekber) Hazinedar Mustafa Paşa’nın güvenini kazandı, onlardan ilgi ve teşvik gördü. Askerlik mesleğine intisap ederek kabiliyet ve çalışkanlığı sayesinde süratle yükseldi. 1840 yılında, Ahmed Paşa tarafından modern bir ordu kurmak için teşkil edilen Bardo Harbiye Mektebi’nde görevli Fransız subaylar ve müşavirlerle tanıştı. Yeni sistemleri ve Fransızca’yı öğrenmeye gayret etti. İlk yenilikçi fikirleri Mahmud Kabadu ve İbrâhim er-Riyâhî’den aldı. 1846’da miralay, 1850’de mirlivâ ve süvari askerleri kumandanı oldu.
Avrupa ile doğrudan teması, 1846’da Ahmed Paşa’nın yaver sıfatıyla Paris’i ziyaret etmesiyle başladı. 1853-1857 yıllarında Tunuslu Mahmûd b. Ayyâd Paşa davasında Tunus’un temsilcisi olarak Paris’te kaldı ve davayı Tunus’un menfaatlerine uygun şekilde halletti. Bu sırada Avrupa medeniyetini yakından tanıma fırsatını bulduğu gibi Fransızca’sını da ilerletti. 1855’te kendisine feriklik rütbesi verildi; Paris’teki başarısından dola-yı 21 Ocak 1857’de Bahriye müdürü tayin edildi ve Tunus’a dönerek 8 Mayıs 1857 tarihinde görevine başladı. 23 Kasım 1862’ye kadar süren bu görevi sırasında bahriyeyi ve donanmayı ıslaha ve modernleştirmeye çalıştı.
10 Eylül 1857’de ilân edilen “ahdü’l-emân” ile başlayan, Tunus’un siyasî ve içtimaî sistemini modernleştirme hareketinin en inanmış ve aktif üyelerinden biri Hayreddin Paşa oldu. Tanzimat ve Islahat fermanlarındaki esasları ihtiva eden ahdü’l-emân bütün halka can ve mal güvenliği, vergi adaleti, din ve dil hürriyeti vaad ediyordu. 1860’ta Tunus anayasasını hazırlayan komisyona üye seçilen HayreddinPaşa, bir yıl sonra da istişârî mahiyetteki Meclis-i Ekber’in önce üyesi, sonra başkanı oldu. Ayrıca beylik Meclis-i Hass’ının da üyesi idi. Hukukî reformlarda etkin bir rol oynadı. Konsolosluk mahkemeleri komisyonunda faydalı çalışmalar yaptı. Askerlik kanununu hazırlayan komisyona başkanlık etti. 23 Kasım 1862’de Bahriye müdürlüğü ve Meclis-i Ekber başkanlığı görevlerinden istifa etti. İstifasında dış borçlanma teşebbüsü ve Hazinedar Mustafa Paşa’nın siyasetini tasvip etmemesinin etkisi olmalıdır.
Hayreddin Paşa 1862’den 1869’a kadar önemli bir resmî görev almadı. Ancak İstanbul’a ve bazı Avrupa başşehirlerine “te’kîd-i muvâlât” ve Tunus nişanını dağıtma gibi geçici vazifelerle gönderildi. Bu arada reformlar dönemine son veren ve ağır vergilere bir tepki olarak doğan 1864 isyanı vuku buldu. Düzeni sağlamak için Osmanlı hükümeti Büyük Ali Haydar Efendi’yi fevkalâde komiser sıfatıyla Tunus’a yolladı. Hayreddin Paşa, ikinci defa İstanbul’a gönderilerek Tunus-Osmanlı münasebetlerini düzenleyen “emr-i sâmî”yi getirdi. Bu emirle, Osmanlı hükümdarının Tunus üzerindeki haklarıyla Hüseynî ailesinin hukuku ve ülkenin yönetim şekli tesbit ediliyordu.
1863 ve 1865 dış borçlanmalarının Tunus maliyesini iflâsa sürüklemesi üzerine Hayreddin Paşa, 1869’da borçları düzenlemek ve birleştirmek için kurulan Milletlerarası Maliye Komisyonu başkanlığına tayin edildi. Komisyonda Fransız, İngiliz ve İtalyan üyeler vardı. Böylece Hayreddin Paşa’nın 1877 yılına kadar sürecek olan aktif siyasî hayatı başladı. 18 Ocak 1870’te kendisine “vezîr-i mübâşir” unvanı verildi. 1871’de Tunus eyaletinin irsen valisi Muhammed Sâdık Paşa’ya valilik tevcih fermanını almak üzere İstanbul’a gitti. Bu münasebetle Osmanlı yöneticileriyle görüşmeler yaptı. Eski kayınpederi Hazinedar Mustafa Paşa ile siyasî çatışmaları arttı. Üç vali devrinde otuz altı yıldan beri aralıksız reîs-i müdîrân olan Hazinedar MustafaPaşa’nın azli üzerine bu göreve 21 Ekim 1873’te Hayreddin Paşa tayin edildi. Vezîr-i mübâşir unvanı kaldırıldı, Maliye Komisyonu başkanlığı bırakıldı ve Hariciye müdürlüğü görevi ilâve olarak verildi. Hayreddin Paşa, 21 Temmuz 1877’de istifasına kadar Tunus’un bu en yüksek makamında birçok yenilik ve reform gerçekleştirdi; reformcu grubun en önemli temsilcisi oldu. Tunus idaresinin ıslahı, merkezî yönetimin düzenlenmesi, yıllık gelirlerin yarısına yaklaşan dış borçların ödenmesi, sağlam bir maliye politikası güdülmesi, tarım reformu, hammâs müessesesinin tanzimi,Tunuslular ve yabancılar arasındaki davalara bakan mahkeme teşkili, dinî mahkemelerin yeniden teşkilâtlandırılması, mahallî idarelerin tanzimi, iktisadî ve malî tedbirler önemli reformları arasındaydı. Ayrıca ihracatı arttırıcı tedbirler aldı, demiryolu yapımını hızlandırdı. Hayreddin Paşa eğitime de büyük önem vererek bu alanda Zeytûne Medresesi’nde reform yapılması, devlet basımevinin ıslahı, yeni genel kütüphane kurulması gibi işleri başardı. Hazinedar Mustafa Paşa’nın müsâdere edilen mallarını kullanarak lise seviyesinde modern anlamda öğretim yapan, zamanla Tunus’un seçkin aydınlarının yetiştiği el-Medresetü’s-Sâdıkıyye’nin açılmasını sağladı (1875). Reformların gereğine inanmış olan yakın mesai arkadaşı Muhammed Bayram Hâmis’i Cem‘iyyâtü’l-evkaf başkanlığına tayin eden Hayreddin Paşa vakıfları tekrar düzenledi, gelirleri arttırdı.
Ülkeye yabancı müdahalesini önlemek için dış borçların ödenmesine büyük önem veren Hayreddin Paşa Tunus’taki İngiliz, Fransız ve İtalyan menfaatlerini dengede tutan bir siyaset takip etti. Tunus’un güç ekonomik durumu onun arzuladığı geniş çaplı reformları engelledi. Aşırı vergilerden bıkan halk sükûna ve âdil bir idareye muhtaçtı. Anayasayı tekrar yürürlüğe koyma ve bir meclis açma düşüncesi Tunus beyi nezdinde rağbet görmedi. Hayreddin Paşa, Avrupa devletlerinin baskılarına karşı Osmanlı Devleti ile sıkı iş birliği ve bağlılık siyasetine taraftardı. Zira ancak Osmanlı Devleti var olduğu sürece Tunus Emâreti muhtariyetini, özel statüsünü koruyabilirdi. Avrupa’nın yayılma politikası karşısında Osmanlı Devleti ile yakınlaşmanın hayatî önem taşıdığına inanan paşa 93 Harbi esnasında Osmanlı Devleti’ne önemli yardımlarda bulundu.
Hayreddin Paşa, iç ve dış baskılar sonucu 21 Temmuz 1877’de reîs-i müdîrânlıktan istifa etti. İstifa sebepleri arasında, Bahriye müdürü Mustafa b. İsmâil’in (Genç Mustafa Paşa) Tunus beyi nezdindeki olumsuz propagandası, son iki yılda iyi ürün alınamaması, hazinenin boşalması, borçların ödenmesinde karşılaşılan güçlükler, Bâbıâli’ye yardımının konsoloslar tarafından iyi karşılanmaması, konsolosların entrikaları, Jenduba-Tunus demiryolu hattı imtiyazını Fransa’ya vermemesi yüzünden bu ülkenin desteğini kaybetmesi gibi hususlar mevcuttu. Görevden ayrıldıktan sonra gözden düşen Hayreddin Paşa emlâkinin müsâdere edileceğinden endişe duydu. Bir süre Fransa’da kaldı. Şahsiyetini, İslâmî reformcu özelliğini ve Akvemü’l-mesâlik adlı kitabını II. Abdülhamid’e anlatan Medeniyye tarikatı şeyhi Muhammed Zâfir Efendi vasıtasıyla padişah tarafından Ağustos 1878’de İstanbul’a davet edildi. İstanbul’a gelince kendisine vezâret rütbesi verildi. Meclis-i A‘yân üyeliğine, daha sonra yeni kurulan Maliye Komisyonu başkanlığına tayin edildi. İki ay sonra 9 Zilhicce 1295’te (4 Aralık 1878) sadrazamlığa getirildi. II. Abdülhamid onu bu makama tayin ederken Tanzimat sisteminde ehliyetli bir devlet adamı bulmayı ve Yeni Osmanlılar’dan kurtulmayı umuyordu. Hayreddin Paşa’nın İslâm’a bağlılığı ve ıslahatçı karakteri devletin sıkışık durumunda yeni bir umut olarak görüldü. Ancak paşa Türkçe’yi az biliyordu ve yazı diline de hâkim değildi. 9 Şâban 1296 (29 Temmuz 1879) tarihine kadar sekiz ay süren sadâreti sırasında Osmanlı-Rus Savaşı ve Berlin Antlaşması’nın çözümlenmemiş bazı meselelerini halletti. Mısır Hidivi İsmâil Paşa’nın azli, devletlerin nüfuz mücadeleleri ve maliye meseleleriyle karşılaştı. Devlet idaresinin yeniden düzene sokulması için çalışmalar yaptı. Sadâretin saray karşısında sorumluluk ve yetkilerini kuvvetlendirmek istedi. Memurların belli bir sisteme tâbi olmasını önerdi. Mahkemelerin yeniden tanzimi, taşra yönetiminin organizasyonu ve gelirlerin arttırılmasıyla ilgili düşüncelerini ortaya koydu. Ayrıca anayasanın değiştirilmesini ve Meclis-i Meb‘ûsan’ın tekrar toplantıya çağırılmasını teklif etti. Parlamento ve nâzırların karşılıklı sorumluluğuna dayanan bir sistemi savundu. Mâbeyn-i Hümâyun’da ve devlet adamları arasında muhalifleri süratle arttı. Sultan II. Abdülhamid de meclisi ikinci defa toplamayı benimsemeyince Hayreddin Paşa’nın teklif ettiği Meclis-i Vükelâ yetki ve görevleri kanun tasarısı kesinleşmedi. Dönemin şeyhülislâmı Esad Efendi ve sarayla ihtilâfa düşen Hayreddin Paşa dokuz gün Bâbıâli’ye gelmedi, ardından da istifa etti. Böylece Bâbıâli’nin durumunu güçlendirme ve nâzırlara müteselsil sorumluluk getirme teşebbüsü sonuçsuz kaldı. Bununla birlikte İstanbul’dan ayrılmadı ve II. Abdülhamid kendisinden faydalandı; ona lâyihalar hazırlattı, özel komisyonlarda görev verdi. Bir ara Paris’e büyükelçi veya Trablusgarp’a vali tayin edileceği söylentileri çıktı. Fransa’nın 1881’de Tunus’u işgalinden sonra devletin Tunus siyasetinde etkili olan Hayreddin Paşa 1882’de yapılan sadrazamlık teklifini kabul etmedi.
Hayreddin Paşa, azlinden sonra II. Abdülhamid’e sunduğu ıslahat lâyiha ve arîzalarında ortaya koyduğu görüşlerini bir program haline getirdi. Bu programdaki düşünceleri açık, kesin ve samimi, fikirlerinde ısrarlı idi. Paşa Osmanlı idare sisteminde köklü bir değişikliğe taraftardı. En çok önem verdiği husus devlet, millet ve fert hayatı için temel unsur saydığı adalet ve hukukun üstünlüğü idi. Kanun hükümlerinin istisnasız herkese eşit uygulanmasını savunan Hayreddin Paşa’ya göre adalet bütün ıslahatların temelidir. Anayasanın uygulanmaya konulmasını ıslahatların birinci şartı sayıyordu. Mebuslar ve âyan meclislerinin toplanmasını, fikir birliği olan, yetkisi ve sorumluluğu belirlenmiş bir nâzırlar heyetinin kurulmasını, tam yetkili nâzırların görevlerinde sadrazama karşı sorumlu olmalarını istiyordu. Devlet yönetiminde icra vasıtası olan memurların iyi seçilmesini, kabiliyet ve liyakatlerine göre tayin edilmelerini, azil endişesi taşımadan güvenlik içinde görev yapmalarının sağlanmasını, ceza ve mükâfat sisteminin geliştirilmesini gerekli görüyordu. Osmanlı tebaası gayri müslimlerin eğitim ve servet bakımından ileri olduklarını, imparatorluktan ayrılıp istiklâllerini kazanmak istediklerini belirterek onlara mutlak hürriyet yerine sınırlı bir hürriyet verilmesinin uygun olacağını, aksi takdirde devletin parçalanmasının kaçınılmaz olduğunu söylüyordu. Avrupa’yı iyi tanıyan HayreddinPaşa, bütün güçlü devletlerin kuvvetli bir bürokratik sisteme dayandıklarını bildiğinden bürokratik reformlarda ısrarlı idi. Adalet sistemi, mahkemeler, meşihat mahkemeleri için yeni bir idarî yapılanmanın ve meşihatte ilmî bir meclis teşkil edilmesinin lüzumlu olduğunu savunuyordu. Taşra idaresinin yeni düzenlemelerle ıslahı, vilâyet meclislerinin kurulması ve bunların millet meclisi için temel olması dapaşanın programında geniş yer tutuyordu. Ona göre genel emniyetin sağlanması için zabıta ve jandarma kuvvetlerinin ıslahı kaçınılmazdı. Yabancı müdahale ve baskılarına karşı Berlin Antlaşması’nın çözülmemiş meselelerinin halledilmesi, dış borçların düzenli şekilde ödenmesi, Avrupa devletlerinin tebaalarının hukuklarının korunması, memurların kontrol edilmesi, yabancı elçiliklerle menfaatleri icabı münasebetlerinin önlenmesi gerekiyordu. Prensip olarak yabancı bir devletle ittifak edilmesini faydalı bulan Hayreddin Paşa, Araplar’ın devlet hizmetinde daha fazla çalıştırılmasını da önerdi. Islahat lâyihalarını önce Arapça kaleme almış, sonra da Türkçe’ye tercüme ettirmiştir.
Tekrar sadârete gelmeyi ıslahat programının tanınması ve uygulanması şartına bağlayan Hayreddin Paşa, 30 Kasım 1882’de yeni sadâret teklifini aynı mülâhaza ile reddetmiştir. Padişahın programın muhtevasını tedrîcen icra edeceği vaadine karşılık, “Vaadin icrasını görebilmek için Nûh ömrü ve Eyyûb sabrı lâzımdır. Bende ise her ikisi de yoktur” diyerek kabul etmemiştir. Nitekim ancak bazı reform düşünceleri halefleri zamanında uygulanabilmiştir. 29 Ocak 1890’da vefat eden Hayreddin Paşa, Eyüp Bostan İskelesi’nde Şah Sultan İmareti bahçesine defnedildi. 1968’de kemikleri Tunus’a götürüldü.
Hayreddin Paşa, XIX. yüzyıl İslâm dünyasının çöküş sebeplerini ve buna karşı alınacak tedbirleri araştıran, fikir ve çözümler üreten bir devlet adamıydı. İslâm dünyasının içinde bulunduğu durumu anlatan, modernleşme ve siyasetle ilgili düşüncelerini ihtiva eden Akvemü’l-mesâlik fî ma?rifeti ahvâli’l memâlik adlı Arapça eseri 1284’te (1868) Tunus’ta basılmıştır. Müellif, özellikle önemli olan mukaddime kısmını aynı yıl Paris’te Fransızca olarak Réformes nécessaire aux états musulmans adıyla yayımlamış, 1875’te de ikinci baskısı yapılmıştır. 1868’de Arapça olarak ayrıca Tunus’ta neşredilen bu mukaddime 1293’te (1876) İstanbul’da, 1881-1882’de İskenderiye’de, 1974’te Tunus’ta (giriş ve notlarla) ve 1985’te Beyrut’ta basılmıştır. Türkçe tercümesi Abdurrahman Süreyyâ Efendi tarafından yapılmış ve İstanbul’da 1296’da (1879) bastırılmıştır. İngilizce’si ise önce Atina’da 1874’te, daha sonra da Cambridge’te yayımlanmıştır (bk. Leon Carl Brown, The Surest Path. The Political Treatise of a Nineteenth-Century Muslim Statesmen, Cambridge 1977, s. 65-178).
Akvemü’l-mesâlik’te Avrupa devletlerinin siyasî, iktisadî, askerî vb. özelliklerinin ve üstünlüğünün anlatımı büyük yer tutar. Müellif, eserin daha ilgi çekici ve önemli bölümü olan mukaddimede siyasî fikirlerini açıkladığı gibi Avrupa uygarlığı ile İslâm dünyasını karşılaştırarak müslümanların eski üstünlüklerini tekrar kazanabilmelerinin çarelerini araştırır. Yeni dünya şartları içinde pratik teklifler ileri sürer. Halka itimat telkin eden sağlam bir idare tarzı ile amaca ulaşmak ister. Avrupa’nın iklimi, dini veya toprağı sayesinde üstün duruma gelmediğini belirten müellif, Avrupa’yı yükselten şeyleri öğrenmek gerektiğini söyleyerek maddî kudretin eğitime, eğitimin de siyasî müesseselere dayandığını, Avrupa’nın güç ve refahının esasını adalet ve hürriyete dayalı siyasî kurumların oluşturduğunu, bu kurumların en önemlilerinin de parlamento, parlamentoya karşı sorumlu hükümet ve hür basın olduğunu kaydeder; bunlar olmadan maddî refahın mümkün olamayacağını savunur. Parlamento ile basın kuruluşlarını İslâm’ın meşveret sistemiyle uzlaştıran Hayreddin Paşa, parlamentonun İslâm’da “ehlü’l-hal ve’l-akd” denilen ulemâ ve âyanın yerini tuttuğunu söyler. Bu şekilde klasik İslâmî siyaset düşüncesi içinde kalarak Avrupa’dan politik, idarî, sosyal ve ekonomik kurumların alınmasının mümkün ve gerekli olduğunu, İslâm’ın buna cevaz verdiğini belirtir; ayrıca İslâm ümmetinin tarihinde benzer siyasî uygulamaların görüldüğünü vurgular. Fikirlerinin bir ülke için değil bütün İslâm ümmeti için geçerli olduğunu belirtir. Devrin tek güçlü müslüman devleti olan Osmanlı Devleti’ne ve Tanzimat reformlarına büyük önem verir. Şeriatın tam uygulanmasının sağlayacağı faydaların gösterildiği eserde Avrupa’nın teknik ve ekonomik gelişmeleri, buluşları, kurumları uzun uzun anlatılır. Müellifin Tanzimat yenilikleri hakkındaki görüşleri umumiyetle olumludur. Osmanlı parlamentosunu savunmakla beraber devletin sosyal yapısını ve ayrılıkçı güçleri de dikkate alarak bütün tebaaya siyasî haklar ve hürriyetler verilmesinin sakıncalarını sıralar. Avrupa’nın iktisadî gelişmesi ve İslâm ülkelerinin iktisadî gelişme için neler yapmaları gerektiği, iktisadî kuruluşlar, devlet müdahalesi, şirketler, yerli sanayinin korunması gibi konulara ilişkin bilgi ve görüşlerin de yer aldığı eserde sıhhatli bir reform için ulemâ ve devlet adamları arasında sıkı bir iş birliği ve dayanışma bulunmasının gerekliliğini ortaya koyanpaşanın ulemâya büyük önem vermesi, İslâm ülkelerinde ulemânın siyasî ve idarî kadroların çoğunu teşkil etmesinden ileri geliyordu. Müellif Avrupa’nın siyasî, ekonomik, kültürel ilerlemesine ve İslâm ülkelerini tehdit etmesine karşı daima kuşkulu ve endişeli bir tavır takınmakla birlikte onların bu konulardaki sistem ve modellerinden faydalanarak İslâm ümmetini reformlarla çağının seviyesine ulaştırmanın ve bu suretle Batı’ya karşı durmanın mümkün olacağını, esasen şeriatın değişen şartlar ve içtimaî zaruretlere uygun olarak kesin biçimde yasak edilmeyen her şeye cevaz vermesinin de çağdaşlaşmaya imkân tanıdığını ileri sürüyordu. HayreddinPaşa’nın, kitabında 1857-1864 arasında Tunus’un reformlar dönemindeki tecrübelerini de aksettirdiği anlaşılmaktadır.
Hayreddin Paşa’nın asıl amacı, XIX. yüzyılın diğer bazı reformcuları gibi “müslüman kalarak modernleşmek”ti ve Mısırlı Rifâa et-Tahtâvî, Lübnanlı Butrus el-Bustânî gibi ilk reformcu ve modernleşme taraftarları arasında yer alıyordu. Devlet adamı ve nazariyatçı karakterini şahsında birleştiren paşanın fikirleri Cemâleddîn-i Efganî, Muhammed Abduh ve İstanbul’da Sebîlürreşâd grubu tarafından ilgi gördü. Akvemü’l-mesâlik’te ortaya koyduğu fikirlerine icra adamı olarak da daima sadık kalan paşa, Tunus’taki reformları ve ıslahatları ile Tunus rönesansının ve modern Tunus’un öncülerinden biri oldu. Tunus’un ve Türkiye’nin modernleşme ve çağdaşlaşma tarihinde seçkin bir yer kazandı. Hayreddin Paşa dürüst, haysiyetli ve ideallerine sadık kişiliğiyle XIX. yüzyıl İslâm dünyasının önemli devlet adamlarındandır.
Hayreddin Paşa’nın hâtıraları Muhammed Salâh Mzali ve Jean Pignon tarafından neşredilmiştir (“Documents sur Khereddine...”, RT, XVIII-LXII, Tunus 1934-1940). Bu hâtıralar ayrıca Khreddine, homme d’état, mémoires adıyla 1971’de yine Tunus’ta yayımlanmış ve Türkçe’ye de çevrilmiştir (bk. bibl.).