Laikliğin tarifi yapılmalı mı?
Hayrettin KARAMAN 26 Aralık 2006
“Laikliğin tarifi yapılmalı mı?” sorusunun cevabında anlaşma sağlanamadı. İlk bakışta tartışılması bile abes olan bir konu, hatta “Allah Allah, tarifi yapılmamış mı, nasıl olur, tarifi olmayan muğlak bir kavrama nasıl hüküm bina edilebilir?” diyerek derhal tarifinin yapılması ve ilgili kanunlara, resmi belgelere geçmesi konusunda ittifak beklenir. Ama nerede beklenir, normal ülkelerde, toplumlarda beklenir. Biz normal değil miyiz? Elbette değiliz. Bizde demokrasi yarımdır, hürriyetler ve haklar -olması gerekenden daha fazla- kısıtlanmıştır, devletin erkleri birbirine karışmıştır, atanmışlar siyaset yapar, siyasiler atanmışlardan çekinirler, silahın ucunu görünce emaneti terk edip çekilirler, egemenlik bölünmüş, halkın ve Meclis'in elinden alınmış, sorumluluk taşımayan bazı şahıs ve kurumlara verilmiştir, bu şahıs ve kurumlar ve bunlarla Meclis ve iktidar arasında gerilim ve çatışma yaşanmaktadır… Bu duruma, demokratik yönetim açısından bakarak normal diyen kimse de normal değildir.
Laikliğin tarifi niçin istenmiyor?
Bunun bazı sebepleri şöyle açıklanabilir: 1. Tarif isteği islami kesimden de geliyor; şu halde -farklı kesimler olarak- buna karşı çıkmak ve bundan şüphe etmek gerekir. 2. Laiklik tarif edilir, sınırları belli hale gelirse onu “din özgürlüğünü daraltmak” için kullananların önemli bir argümanı ellerinden alınmış olur. Tarif edilirse önlerine gelen her dini talep, davranış ve uygulamayı, “bu laikliğe aykırıdır” diye damgalayıp yasaklayamaz, veto edemez, aleyhte hükme bağlayamazlar.
Bu ve benzeri sebeplerle laikliğin tarifine karşı çıkanlar yanında buna taraftar olanlar ve hatta “tarif teklifleri” sunanlar da var.
Önce “tarif edilmelidir” diyenlere biri yargı biri de entelektüel kesimden iki örnek vereyim:
2006-2007 Adli Yılı başında yapılan törende konuşan Yargıtay Başkanı Osman Arslan, laiklik ilkesinin yeniden tanımlanması gerektiğini savunarak şunları söyledi: “Laiklik, dinin devlet işlerine, devletin ise din işlerine karışmaması demektir… Anayasa laikliğe özel önem ve değer vermiş, bu bağlamda 'Başlangıç' bölümü ile 2,4,6,10,14,15 ve 24. maddelerinde, laiklikle ilgili hükümlere yer verilmiş ise de laikliğin açıkça tanımı yapılmamıştır. Bu nedenle, ülkemizin taraf olduğu milletlerarası bildiri ve sözleşmeler ile Anayasa hükümleri birlikte değerlendirilerek, laiklik ilkesi ile din ve vicdan özgürlüğünün açıklanması zorunlu görülmektedir.”
H.Bülent Kahraman da “Laikos'suz laiklik olur mu?” başlıklı yazısında (Radikal, 7-6-2004) şöyle diyordu: “…Oysa, bugün, demokrasi alanında evrensel düzeyde kendisini gösteren gelişmeler artık onsuz bir modernleşme olamayacağını kanıtlıyor. Dolayısıyla, demokrasi temelinde, böyle bir genişleme söz konusu. Bu da demokrasi-laiklik ilişkisinin daha önceki modellerini değiştirmeyi gerektiriyor. Yani, sadece antilaik oluşumlara referansla bir modernleşme tanımı mümkün değil. Bugünkü modernleşme mantığı ancak demokrasiye referansla kurulabilir. Öyleyse, ister istemez mevcut yapının değişmesi gerekecektir.”
H.B. Kahraman yapının değişmesi gerektiğini söylediğine göre, yeni yapıya uygun bir tanımı da kaçınılmaz bir gereklilik olarak ileri sürüyor demektir.
Gelelim tarif tekliflerine, ama gelecek yazıda.
Laikliğin tarifi (2)
Cumhuriyet'in 15'inci yılı dolayısıyla, Atatürk'ün direktifiyle, CHP tarafından hazırlanmış olup 611 sayfalık bir durum raporu mahiyetindeki Onbeşinci Yıl Kitabı'nda laiklik şöyle tarif edilmiş: “Türkiye Cumhuriyeti dinlerden ve dinlerin koyduğu naslardan değil, hayatın kendinden ve onun müspet icap ve ihtiyaçlarından mülhem olarak işleyen bir devlet mekanizmasıdır. Devlet ve dünya işlerinde dinin hiç bir tesiri yoktur. İşte bu prensipe laiklik derler.”
Atatürk'ün öldüğü yıl hazırlanmış olan bu kitaptaki laiklik tarifinde, katı/radikal laiklik taraflarının anlayışını yansıtan önemli bir kayıt (ek) var, o da “… ve dünya işlerinde” şeklinde ifade edilmiş. Bu tarif, klasikleşmiş bazı tariflerdeki gibi yalnızca “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” ile yetinmiyor, “dünya işlerinde de dinin hiçbir tesiri yoktur” diyor. Bu tarifin uygulanması, CHP'nin tek parti iktidarı günlerinde ortaya konduğu gibi, dinin toplum hayatından çıkarılması sonucunu verecektir; çünkü “dünya işleri” yalnızca siyaset ve devlet işleri değildir, cemiyet içinde yaşayan insanın bütün sosyal, kültürel, ekonomik, ahlaki, estetik…” işlerini kapsar. Bu tarifin hedefi bütün bu alanlarda dinin tesirini sıfırlamaktır.
CHP'nin bu tarif ve anlayışına akademik bir destek/dayanak Taha Parala'nın yazısında var. “Bonarpartizme ve devlet dinciliğine karşı demokrasi ve laiklik” başlıklı yazısında (Radikal 2, 15-10-2006) Parla, şöyle diyor: “Laikliğin bir üçüncü tanımı veya boyutu, dinin devletten, siyasetten, kamusal alandan (hukuk, eğitim, teamül, ahlak -sosyal ve bireysel-, psikoloji, epistemoloji vs.) gerçekten çıkarılmasıdır. Türkiye toplumunun bu boyutla henüz uzaktan yakından alakası olmadığına göre, bunu hızlı geçiyorum. (Oysa, önümüzdeki çeyrek yüzyılda asıl üzerinde duracağımız şey, tam da budur.) Şu kadarını not edeyim ki, bu tanımın/yaklaşımın bir gereği de -yine hiç itibar etmediğimiz- devletin tüm dinlere/mezheplere/ din temelli olmayan, örneğin hümanist, vicdani inançlara eşit mesafede duran, hiçbirine ayrıcalık tanımayan bir hakemlik ve trafik memurluğu yapmasıdır. Eşit mesafede durmak, dini resmen de fiilen de siyasetten/kamudan ihraç etmektir. Bu doz sekülerlik ve sekülerlik ötesi için bir ara istasyondur. (Ama daha çok yolumuz var.)”
Türkiye'nin geleceğinde bir hedef olarak beklenen bu laiklik anlayışı bir hususa açıklık getirmesi bakımından da önemli. “Devletin … eşit mesafede durması”nı içeren tarifler, en azından dindar kesimde “dinin sosyal hayat içinde, devletin güdümü, baskısı ve desteği olmaksızın -inananların hür iradeleriyle ortaya koyacakları faaliyetler ve kurumlar ile- yaşayacağı, böyle bir toplum dindarlığına (aynı zamanda dinsizliğine) zemin hazırlayacağı şeklinde anlaşılıyordu. Parla ise bu laiklik anlayışı uygulandığı takdirde sonucun “(hukuk, eğitim, teamül, ahlak -sosyal ve bireysel-, psikoloji, epistemoloji vs.)dinin gerçekten çıkarılması” şeklinde olacağını ifade ediyor.
Bu laiklik anlayışı ve tarifinin belki hiçbir dinle ama kesin olarak İslam ile bağdaşmadığında şüphe yoktur. Ilımlı İslam yorumcularına göre bile dini, siyaset ve devletten ayırmak düşünülebilir ama toplum hayatından dışlamak düşünülemez.
Peki Cumhuriyet tarihi boyunca devlet-din ilişkisi nasıl olmuş ve bu ilişki anayasalarda nasıl ifade edilmiştir? Buradan yola çıkarak bir laiklik tarifine ulaşırsak bu tarif nasıl olur?
Cevabı gelecek yazıda.
Laikliğin Tarifi (3)
Önceki yazımız şöyle bitiyordu: “Peki cumhuriyet tarihi boyunca devlet-din ilişkisi nasıl olmuş ve bu ilişki anayasalarda nasıl ifade edilmiştir? Buradan yola çıkarak bir laiklik tarifine ulaşırsak bu tarif nasıl olur?”
1924 Anayasası'nda laiklik maddesi bulunmadığı gibi “devletin dininin İslam olduğu” açıkça yer almış ve bu madde 1928 yılına kadar yürürlükte kalmış, bu tarihte “devletin dini” maddesi kaldırılmış, ama laiklik yine konmamış, 10-Kânunu evvel-1937 tarihinde (Atatürk'ün ölümünden bir yıl kadar önce) yapılan değişiklikle laiklik ilkesi de Anayasa'ya girmiş, ama tarifi yapılmamıştır. Bu maddeler, tadilleriyle beraber şöyledir:
MADDE 1.- Türkiye Devleti bir Cumhûriyettir.
MADDE 2.- Türkiye Devletinin dîni, Dîn-i İslâm'dır; resmî dili Türkçe'dir, makarrı Ankara şehridir.
11 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı Kanunla aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:
MADDE 2.- Türkiye Devleti'nin resmî dili Türkçe'dir; makarrı Ankara şehridir.
10 Kânûn-u-evvel 1937 tarih ve 3115 sayılı Kanunla aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:
MADDE 2.- Türkiye Devleti, Cumhûriyetçi, Milliyetçi, Hâlkçı, Devletçi, Laik ve İnkılâpçı'dır. Resmî dili Türkçe'dir. Makarrı Ankara şehridir.
Bundan önceki yazıda CHP'nin hazırladığı 15. yıl kitabında bir laiklik tarifinin de yapıldığını ve burada geçen “dünya işleri” ifadesi ile dinin bu işlerden, dolayısıyla insan hayatından atılmak/uzaklaştırılmak istendiğini kaydetmiştim.
Bugün yürürlükte olan Anayasa'nın başlangıç kısmının tadili ile 24. maddede yer alan “din hürriyeti” konusu birlikte ele alınırsa laikliğin, CHP'nin tanımından daha yumuşak ve din hürriyetinin sınırları bakımından daha geniş olduğu görülür. Maddelerin tarifle ilgili kısımları şöyle:
“…lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;
…Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”
24. madde, bu sınırlamaları düzenlemeden önce “inanç, ibadet, dini tören ve ayin hakkı ile zorunlu din kültürü ve ahlak dersine ve isteğe bağlı olarak din eğitim ve öğretimi hakkına, bunların yanında bazı sınırlamalara” yer veriyor.
Buradan hareketle bir laiklik tarifi yapılacak olsa tarifin içinde şu unsurlar bulunur: “İnanma, ibadet, dini tören, ayin, isteğe bağlı din eğitim ve öğretimi hakları, devletin temel düzenini din kurallarına dayandırma ve dini istismar etme, politikaya karıştırma yasağı”.
Bu unsurlar içinde, CHP'nin tarifinde yer alan “dinin dünya işlerine hiçbir tesirinin olmayacağı” hususu yoktur. Çünkü böyle bir şeyin olması mümkün değildir, fert ve toplum olarak insanın yapısına aykırıdır.
Son haliyle Anayasa maddelerinin engellediği husus, bütün vatandaşları mecbur eden, bağlayan devlet düzeninin (mevzuat ve talimatın) dine dayandırılmasıdır. Açıkta kalan, yasaklanmamakla beraber açıkça serbest olduğu da ifade edilmemiş bulunan husus ise “başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar vermemek, başkalarını mecbur etmemek şartıyla herkesin, inancına uygun bir hayat tarzında ve dünya işlerinde serbest olduğu”dur. Bu da anayasaya veya laikliğin tarifine girdiği zaman “insan hakkı olan din özgürlüğünü gereksiz ve aşırı kısıtlamayan” laiklik anlayışından, demokrasiye yakışan bir laiklik tarifine ulaşılmış olacaktır.
Yeni Şafak Gazetesi’ndeki yazıları