Köy bile böyle yönetilemez
Ekrem Dumanlı 01 Ocak 1970
Çok basit bir soru: Şu an Türkiye neye göre yönetiliyor? Anayasa? Yasalar? Maalesef hiçbiri! Keyfîlik üzerine kurulmuş, kof kabadayılık jargonuna teslim edilmiş bir yönetim biçimi var karşımızda. Demokratik kriterler? Çoktan rafa kalkmış. Hukukî ölçüler? Buzluktan çıkarılmıyor. Peki, neye göre idare ediliyor bu güzelim ülke? Beyzadelerin keyiflerine, öfkelerine, ihtiraslarına vs. göre!
İşte birkaç hatırlatma: Bu ülkenin en zirve makamını işgal eden bir kişi, tâ Afrika’ya gidip Türk okullarının kapatılmasını talep ediyor. Güya bir de söz veriyor: “Biz yenisini açarız.” Hangi hakla yapabiliyor bunu? O tepede oturmanın hukuki bir sorumluluğu yok mudur? Anayasa’da ya da yasalarda nasıl bir yetki var ki buradan kalkıp dünyanın bir ucuna gidiyorsun ve özel teşebbüsün binbir emekle açtığı o mekteplerin kapatılmasını talep edebiliyorsun?
YASAKLANAN ‘KÂĞIT PARÇASI’
Aynı mantığın Başbakan ya da bakanlar tarafından da işletilmesi ne hazin bir durum! Hangi kanun bir devlet görevlisine vatandaşının emeğini zayi etme yetkisi veriyor? Hangi kriter, hangi insaf, hangi izan, hangi vicdan? Darbe dönemlerinde bile kanuna, nizama -belli bir oranda- dikkat edilirdi; en azından yasal sınırlar dışına çıkmaktan çekinilirdi. “Ben alışılmış cumhurbaşkanı değilim.” demek sorunu çözmez. Muhataplarınız da “Ben de alışılmış vatandaş değilim.” deyiverir ve en temel demokratik hakkını kullanır. Susmaz! Türkiye’de ayrımcı bir sindirme operasyonu var zaten. “Cemaat’e yakın olmakla suçlanan okulların duvarları yıkılıyor, levhaları sökülüyor, o kurumlara müfettiş baskınları yapılıyor. Ölçü ne? Muhterislerin içini kasıp kavuran bir kıskançlık, yakıp bitirecek bir öfke, anlamsız bir ötekileştirme, vicdanları titreten bir yeltenme. Madalyonun bir de başka yüzü var: Mesela Bilal Erdoğan keşif yaptıktan sonra arazisine el konulan bir vatandaş feryat ediyor. 17 yıllık tesisi bir sabah mahkeme kararıyla Bilal Bey’e devrediyorlar. Acaba kaç arsa, kaç tesis çocuklara, damatlara, onların arkadaşlarına (vakıflar ve dernekler üzerinden) devredildi? Bilen varsa hangi ölçü ile yapıldığını da söylesin lütfen.
Ve polis tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail’in annesi feryat etti kameralar karşısında: “Oğlumun canı bu kadar ucuz olmamalıydı, bu mu adaletiniz?” Aradan bunca zaman geçmiş o anne dövülme görüntüsüne hiç bakamamış. Gözlerim doldu. Hangi anne bakabilir ki? Ve o meş’um cinayetin bedeli 10 sene. Bir tweet attı diye gazeteci Sedef Kabaş için 5 yıl isteniyor. Bir tweet 5 sene, 1 cinayet 10 sene. Kabaş ilginç bir cümle kurmuş: “Biz nasıl gidip ifade veriyoruz, Bilal Erdoğan da ifade versin.” Mesele bazı kişilerin veliaht ilan ettiği Bilal değil; hatta babası bile değil; insanları üzen şu: Kanunların bazı nüfuzlu kişilere ayrı, fakir-fukara, garib-gurabaya ayrı uygulanması!
MİT TIR’ları ile ilgili resmî tutanaklar ortaya çıkar çıkmaz mahkeme gece yarısı yasak getirdi. “Gizli belgeler”i yayınlayanların vay haline! Bülent Arınç çıktı “kâğıt parçası” dedi o belgelere. Madem kâğıt parçası, niye mahkeme kararı ile yasak getirildi? Genelkurmay başkanı iken İlker Başbuğ da bir belgeye “kâğıt parçası” demişti. Ortada hiçbir “kâğıt parçası” olmaksızın hapiste yatan, gözaltına alınan kişiler var. Mevzunun ucu “devletlû” eşhasa dokununca en değerli belgeler bile “kâğıt parçası” haline geliyor demek ki. Devlet eski devlet, zihniyet eski zihniyet. Hani “üstünlerin hukuku değil; hukukun üstünlüğü” hâkim olacaktı?
Onca bilgi, belge, yasal evraka rağmen yolsuzluk dosyaları talimatla rafa kaldırıldı. Yüce Divan yolu da baskılarla kapatıldı. Bir otel kâğıdına (peçetesine mi deseydim) “delil” muamelesi yapıp kara para ve rüşvet soruşturmasını örtbas etmeye çalışanlar, yolsuzluğun üzerine gidenler söz konusu olunca neden somut delil bulmadan ahkâm kesiyor acaba?
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na tahsisli bir tesis için mahkeme karar vermiş ve keyfî uygulamayı durdurmuş. Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilisi olduğunu iddia eden bazı adamlar mahkeme kararını uygulatmıyor. Üstelik kaba kuvvetle. Ve adamlar höykürüyor: “Mahkeme kararını tanımıyoruz.” Pardon? Sen kimsin ki mahkeme kararını tanımıyorsun diyecek bir devlet ciddiyeti kaldı mı memlekette? Buralara nasıl geldiğimiz malum.
HSYK seçimleri için iktidar “İstediğimiz gibi çıkmazsa gayrimeşru sayarız.” denmedi mi? Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan zat, Twitter yasağının kalkması üzerine “Anayasa Mahkemesi kararına saygı duymuyorum.” demedi mi? Müsteşarlık yaptığı dönemde bir bakan “Mahkeme kararına gerek yok, kapısını kırın alın o adamı… Gerekirse yasa yapar, yaptığınızı suç olmaktan çıkarırız, savcıdan korkmayın siz.” demedi mi?..
ANAYASA ASKIDA
Diyarbakır’da yaşanan son olay bari ders olsun akıl sahiplerine: DEDAŞ, belediyenin elektriklerini kesiyor. Belediye de madem öyle işte böyle deyip DEDAŞ’ın iki kapısına hendek kazıyor, “kaçak sularını mühürletme” kararı alıyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak “Eşkıyalık yaptılar.” diyor DEDAŞ için. Diyarbakır yapar da Mardin boş durur mu; onlar da içme suyu sağlayan pompaların elektriğini kesen DEPSAŞ’ın işyeri açma ve ruhsatının olmadığını gerekçe göstererek binaların kaçak olduğunu beyan etti ve o da hendek kazdı. Ortada mahkeme kararları var; ama kimin umurunda.
Yüzlerce misal getirmek mümkün. Görülüyor ki bu ülkede hukuka güven yerle bir oldu. Geçenlerde Taha Akyol, HSYK’ya çok manidar bir eleştiri yöneltti. Yargı mensuplarının sık sık tayin edilmesi konusunda dedi ki: “HSYK kendi yönetmeliğini çiğnemiştir.“ Çok haklı. Akyol, sadece Türkiye’nin yetiştirdiği çok değerli bir yazar değil; aynı zamanda objektifliğini hiç kaybetmemiş sağlam bir hukukçudur. Feryadı hukuk adınadır, isyanı adalet içindir. Hukukçular bile hukuka riayet etmezse bu ülkenin akıbeti hakkında iyimser olmak mümkün mü?..
Maalesef hukuk tanımazlık bir alışkanlık haline getirildi, külhanbeylik, yönetim zihniyetine dönüştü. Anayasa askıda. Yasalar ayaklar altında. Yönetenler yasaları sürekli çiğner ve keyfîlik her alana sirayet ederse kafalar karışmaz mı, vicdanlar sızlamaz mı? Köy bile yönetseniz bir hukuka tabi olmak zorundasınız. ‘Paşa gönlüm ne diyorsa insanları öyle idare edeceğim’ derseniz muhtarlığınız sürekli sorgulanacaktır. Devletleri ayakta tutan, bütün fertleri eşit saymakla yükümlü adalet sistemidir. Bundan gayrısı zulümdür; zulm ile âbâd olunamaz…
Türkiye’yi rezil etmek
Başbakan Davutoğlu ve bazı AKP yöneticilerinin yaşadığı bunalım gerçekten yürek dağlayacak boyutlarda. Saray’a şirin görünmek için haksız ve ölçüsüz bir şekilde “paralel” vurgusu yapılırken, bu güzelim ülkeyi dünyaya rezil edecek uygulamalar art arda sergileniyor. Mesela basın özgürlüğü konusunda Sayın Davutoğlu’nun yaptığı her açıklama bir skandal. Gerçeklikle alakası yok çünkü. O yüzden dünyayı da ikna edemiyor. Medya, hiçbir dönemde olmadığı kadar, ayrımcılığa, ötekileştirmeye, susturulmaya çalışılıyor. Bütün medya gruplarının korkunç bir baskıyla karşı karşıya olduğu bir dönemde hayalî birtakım mutluluk cümleleri kurarak basın özgürlüğünden bahsetmek kimi ikna edebilir ki! Vaziyet ortada! En basitinden keyfî akreditasyonun Avrupa’da izahı yapılabilir mi? Kim yutar bu ucuz numarayı? Askerler akreditasyon yaparken demediğinizi bırakmıyordunuz; şimdi ondan bin beterini yapıyorsunuz. Üstelik bir hiç uğruna!..
İşte son kriz: Yeni bir torba yasa geliyor Meclis’e. Vakıa Davutoğlu’nun “Artık torba yasa olmayacak.” dediğini biliyoruz. Arınç, “Torba gibi bir lafı yasama literatürüne sokma gayreti içerisinde değiliz. Bunu literatürümüzden çıkaracağız. Bundan sonra bu kadar maddeli bir tasarıyı umarım ki görmeyeceksiniz. Sayın Başbakan’ımızın talimatı budur.” demişti zira. Bu ülkeyi kimin nasıl yönettiği bilinmiyor ki! Torbadan son dakika çıkarılan tavşan malum: Ulusal güvenlik gerekçesiyle internette yapılan engellemenin sınırları genişletiliyor. Artık iktidar çok daha rahat bir şekilde “sitenin tümünü kapatmaya” yetkili. Üstelik mahkeme kararı olmaksızın yasak kararı verebilecek. 4 saat içinde bakan ve başbakan kapatma kararı verecekmiş; 24 saat içinde de hâkimin onayına sunacakmış. “Dünyanın en özgür medyası”na da bu yakışır herhalde.
Ah Ahmet Hocam ah! Kaç kere bizzat dinledim sizin şu daktilo-internet kıyasınızı. Hani ne diyordunuz: “Ben daktiloda tezimi yazarken Hüsnü Mübarek Mısır Cumhurbaşkanı’ydı. Facebook devreye girdiğinde de Mübarek halen Mısır Cumhurbaşkanı’ydı, Twitter’a dayanamadı ama.” Şimdi o Twitter’ı yasaklarken geçmiş beyanlarınızı hüzünle yâd ediyor musunuz acaba?
Türkiye’yi yönetenler iradelerini her geçen gün özgürlükten yana değil, güvenlikten yana kullanıyor; daha çok devletçi; daha çok statükocu hale geliyor. İnsanlar bir dönem açık fikirliliği, özgürlükçü duruşu, sorgulayıcı mantığıyla fikir adamı portresi çizen kişileri özlüyor. Üzülmemek elde mi; sadece onlar değil, Türkiye rezil oluyor Türkiye!..
PANORAMA
HESAP KABARIYOR. Evet, aynen öyle: Hesap her geçen gün kabarıyor. Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in son röportajındaki her satır, ağır suçlamalar içeriyor. Tayyip Erdoğan’ın en eski dava arkadaşlarından biri olan ve “Parti içinde oligarşik bir yapı var.” diyerek ayrılan Şahin, MİT, PKK, KCK gibi konularda bazı olayları deşifre ediyor. 34 vatandaşımızın öldürüldüğü Uludere hadisesi ile ilgili çok hayatî bilgiler paylaşıyor. Bu tür iddialar buharlaşmaz, orada bir yerde durur ve o kabarık dosyalar iner bir gün raflardan. Demokratik hukuk devleti bu tür iddialara kulaklarını uzun süre kapayamaz çünkü…
YA BAŞKASI YAPSAYDI?!. Son yıllarda AKP saflarından yükselen bazı laflar gerçekten üzücü, yaralayıcı. Üstelik dinî açıdan fevkalade mahzurlu. Bir milletvekilinin Erdoğan’a “Allah’ın tüm vasıflarını üzerinde toplayan bir lider.” demesinden “Ben Hazreti İbrahim en küçük kardeşim de Hazreti Muhammed.” demeye kadar onlarca haddini aşan adam çıktı AKP’de. Yüce Peygamberimiz’e “Gurura kapıldı.” diyeni mi ararsın, ayetlerle alay edeni mi? Dindar kitleler, her nedense, sessizliği tercih ediyor. Peki bu sözler CHP, MHP, HDP gibi bir partiden yükselseydi aynı mı olacaktı reaksiyon? CHP’li Önder Sav hakkında üst perdeden söylenen sözler AKP söz konusu olunca neden buharlaşıveriyor acaba?..