Erdoğan hiç ara vermiyor
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Kısa bir seyahat vesilesiyle yazılarıma 3-4 gün ara verdim. Dönünce baktım ki, Tayyip Erdoğan hiç ara vermeden salvolarını sürdürmüş. Herkese çatıyor. Mesela TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer’e… Onun, “Paralel yapı görmüyorum” demesini içine sindiremedi. İstiyor ki herkes, yolsuzluk iddialarından kurtulmak için oluşturulan hayali senaryoya inansın. Oysa Haluk Dinçer doğru konuştu. “Ben paralel devlet değil, bazı usulsüz dinlemeler görüyorum” dedi.
Üstelik bu dinlemelerin, gerçekten usulsüz olup olmadığı da belli değil. Hele hele, belirli bir örgütlü yapılanmanın ürünü olduğu safsatadan ibaret. Ama milli iradeyi temsil ediyoruz ya… Herkes bizimle hizaya girmeli.
Erdoğan, Haluk Dinçer için neler neler söyledi: “Bal gibi paralel yapıyı görüyor ama bunu söylemek işine gelmiyor. Kim bilir belki onunla ilgili de montaj vardır… Bu yapının MOSSAD’la iş tuttuğunu göremiyorlarsa yazıklar olsun. Her şey açık net ortada. Yüksek faizi de görmediler. Neden? Çünkü oradan besleniyorlar. Önce pompaya su dolduruyor, sonra basıp istediği suyu oradan çekiyor.”
Erdoğan, MOSSAD deyince, Twitter üzerinden bir bilgi akışı başladı.
Malum, yazılı basında ağızlar kilitlendi; sosyal medya ise çok aktif. Mesela Twitter’da, “Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2002’de 1 milyar 400 milyon dolar olan İsrail ile ticaret hacminin, 2012’de 4 milyar dolara çıktığına” dair bilgiler yüzlerce defa yayınlandı.
Siyaset başka ticaret başka derseniz haklısınız… Sözgelimi, Burak Erdoğan da iddiaya göre 95 metrelik yük gemisi Safran 1 ile defalarca İsrail’in Aşdod limanına kargo taşımış. Bu bilgiyi, İsrail’in Yedioth Ahoronot gazetesi verdi. Gene Twitter üzerinden herkes birbirine gönderdi.
Birgün Gazetesi de İsrail Askeri Endüstrisi’yle Türkiye Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu arasında 15 Haziran 2014 tarihinde gerçekleşen, askeri malzemelerin nakliyesine dair bir belgeyi yayınladı. Sözleşmede aynen şu ifadeler yer alıyor: “Kurumumuzun ihtiyacı olan 10 adet konteyner içinde taşınacak 8 kalemde 46 bin 359 adet, 120 mm tank mühimmatı parçası, 15.06.2014’te, İsrail deniz limanından İstanbul limanına ihale dokümanına uygun olarak taşınacak.”
Bütün bunları bir suç teşkil ettiği için yazmıyorum. Ama bir yandan İsrail’e karşı düşmanlığı tahrik eder öte yandan ticari ilişkileri geliştirirseniz, tavrınızda en hafif deyimiyle bir samimiyetsizlik olduğu izlenimi doğar.
Muhatabına “CIA ya da MOSSAD ajanı” damgası yapıştırmak siyasal İslam’ın doğasında var. Kendi aralarında da bu suçlamaları birbirilerine yöneltiyorlar. Mesela bugünlerde, pek makbul görüldüğü için TRT Haber’in başına getirilen Nasuhi Güngör, 2001 yılında yazdığı “Yenilikçi Hareket”isimli kitabında, Erdoğan’ı aynı şekilde suçlamıştı: “Erdoğan 18 Temmuz 2011’de İsrail Büyükelçisi David Sultan’la görüştü. Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği garantisini verdi. David Sultan, uzun yıllar İsrail ordusunda görev yaptıktan sonra Dışişleri kadrosuna alınan azılı bir İslâm düşmanıydı.” (Yenilikçi Hareket/Nasuhi Güngör/Sayfa 97.)
***
Hizaya girmedin mi ya MOSSAD ve CIA ajanısın ya kasetin var… Erdoğan,“Paralel” manşeti atmayan Hürriyet ve Haber Türk’e kızarak, Doğan ve Ciner Grubu’na yüklenmişti: “Utanmadan, sıkılmadan bize karşı yapılan bu haksızlıkları hâlâ savunuyorlar. Çünkü Pensilvanya’nın onlarla ilgili kasetleri var. Şantaj var, şantaj… Yeri geldiğinde açıklarız diyorlar.” (23 Mart 2014/Yenikapı mitingi.) Aynı iddiaları, 45 yıllık arkadaşı, eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin için tekrarladı: “Şantaj kasetleri açıklanacak diye korktu, partiden gitti.” (24 Mart 2014/Ordu mitingi.) Ardından sıra Abdullah Gül’e geldi. “Cumhurbaşkanını da dinliyorlar. Şu anda verileri depolamışlar. Vakti, saati gelirse onu da açıklayacaklar” dedi. (Mart 2014/Hatay mitingi.) Anayasa Mahkemesi, Twitter ve YouTube yasağını engelleyince, Haşim Kılıç’ın da kaseti olabileceğini Tayyip Erdoğan’dan öğrendik. (26 Nisan 2014 / Konya mitingi.)
Bu kadar emin konuştuğuna göre, “Acaba söz konusu kasetlerin bir numunesini Ak Saray’da mı muhafaza ediyor” sorusu da ister istemez zihnimizi kurcalıyor. Yoksa nasıl bu kadar kesin konuşuyor?
Bilmediğini bilmeyenden kaçın
Bir de faiz kavgamız var. Tayyip Erdoğan faizlerin düşmesini istiyor. Bu yüzden, sürekli Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’yı hedef alıyor. O yetmedi, Erdem Başçı’ya sahip çıktı diye Merkez Bankası eski Başkanı Durmuş Yılmaz da Cumhurbaşkanı’nın sert sözlerinden nasiplendi.
Durmuş Yılmaz, “Kısa vadeli faiz silahıyla, ülkenin uzun vadeli ulusal sorunları çözülemez… Kurumlara olan güvenin zayıflatılmaması lazım”dedi.
Tayyip Erdoğan buna kızdı: “Durmuş Bey kendi işine baksın. Onu muhatap alacak değilim. ABD’ye bir baksın, faiz oranı nedir, enflasyon oranı nedir, bunu bir öğrensin. Batı’ya bir baksın, Japonya’ya bir baksın” diye konuştu.
Güler misiniz, ağlar mısınız? Durmuş Yılmaz, en başarılı Merkez Bankası Başkanı seçilmişti. Erdoğan’ın ekonomi tahsili ise 3 yıllık yüksekokul eğitiminden ibaret. Erdoğan, “Faizi düşürün” dedikçe dolar yukarılara fırlıyor. Bir de bugünkü konjonktürde gerçekten Erdem Başçı onu dinlese, acaba nasıl bir tabloyla karşılaşırız?
Konfüçyüs’ün sözlerini hatırladım:
“Bildiğini bilenin arkasından gidin
Bildiğini bilmeyeni uyarın
Bilmediğini bilene öğretin
Bilmediğini bilmeyenden kaçın.”
Ama maalesef, bizim kaçacak bir yerimiz yok. Tahribatı önleyemiyoruz.
Bank Asya operasyonu
Doların fırlamasının bir sebebi, Tayyip Erdoğan’ın “Faizleri düşürün”talimatı ise, diğer sebebi de Bank Asya operasyonu. Bir yıldır Erdoğan, bu bankayı batırmanın peşine düştü. Hatta “Bankayı batırmak mı istiyorsunuz” diye soranlara, “Banka batmış bile” cevabını verebildi.
Oysa bütün gayretlere rağmen banka batmadı. Batmadığı son operasyonda da ortaya çıktı. Zira TMSF bankaya el koyamadı. Sadece, ortaklar hakkında gerekli bilgiler zamanında kendisine ulaşmadığı gerekçesiyle,imtiyazlı ortakların yönetim hakkını devraldı. Sanki genel kurul yapılmış gibi, bütün yönetim kurulu üyelerini değiştirdi. Hükümete yakın isimleri atadı.
Bankanın Genel Müdürü Ahmet Beyaz ile konuştum. 3 soru sordum:
1) 2010 yılında bankanın imtiyazlı ortakları 310 kişiyken 185’e düşmüş. Niçin?
- Her anonim şirketin ortaklarında değişiklik olabilir. Banka söz konusu olduğunda, BDDK’nın onayı alındıktan sonra hisseler alınıp satılır. Bütün bu işlemler şeffaf olarak gerçekleşmiştir; gizlisi, saklısı yok.
2) 185 imtiyazlı ortağın 122’sinin bilgisini gizlediniz mi?
- Bilgi gizlemek söz konusu değil. Aralık başında, ortakların mali durumunu gösteren tapu kayıtları, hisse senetleri, adli sicil kaydı, banka hesapları, mal varlıkları, son 5 yıllık vergi durumu, SGK borcu gibi bilgiler, yeminli müşavir onaylı olarak bizden talep edildi. 26 Ocak’a kadar süre verildi. 3 Şubat’ta imtiyazlı ortakların yönetim hakkına el konulduğunda, 185 ortağımızın 158’i bilgileri göndermişti. Yıl sonuna denk geldiği için yeminli müşavirler yoğun, tapular yoğun. Muhasebecilerin bazıları izin kullanıyor, seyahatte.
Hazırlamakta sorunlar çıktı. Kaldı ki sadece 185 ortağın bilgileri istenmiyor. Diyelim ki o ortak bir başka şirkette %10 hisseye sahip. Aynı şirkete ortak olan diğer tüzel ve gerçek kişiler hakkında da bilgi ve belge talep ediliyor. Ya da bir başka örnek vereyim: Sözgelimi Sürat Basım Dağıtım, Bank Asya’nın ortağı. Sürat Basım Dağıtım’ın sahibi Kaynak Holding. Kaynak Holding’in 9 ortağı var. Bütün bunların bilgileri de BDDK’ya intikal ettirilmeli. Binlerce gerçek ve tüzel kişiyi ilgilendiren evrakların toplanması söz konusu. Ayrıca kanunda sınırlayıcı bir süre yok. Bilgi gecikmesi ortaya çıkmışsa, para cezasına çarptırırsınız. Ortakların yönetim haklarına el koyup, genel kurul yapılmışçasına yönetim kurulu üyelerini değiştiremezsiniz.
3) İmtiyazlı ortaklar arasında Gülen soyadını taşıyan 5 kişi mevcut. Bunlar Fethullah Gülen’in akrabası mı?
-Hiç ilgisi yok. Ankaralı 5 kardeş.
***
28 Şubat sürecinde Yeni Şafak’a polis girmiş ve zorla kasayı açtırmıştı. Biz o tarihte bunu eşkıyalık olarak nitelendirmiştik. Yukarıdan aldıkları talimatla Bank Asya yönetimini ele geçirme çabaları için acaba nasıl bir sıfat kullanabiliriz?