Bay Abdullah’ın Huber’i…
Emin Çölaşan 01 Ocak 1970
Sevgili okuyucularım, geçtiğimiz ağustos ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminiyüzde 51 oyla Tayyip kazanmıştı. Bay Abdullah Gül Çankaya’da veda resepsiyonu veriyordu.
Karısı Hayrünisanım orada herkesin içinde, özellikle gazetecilere hitaben bir konuşma yaptı:
“Bizi çok üzdüler. Bizim hiçbir şeyin farkında olmadığımızı zannediyorlar ama farkındayız. Bizi en çok üzen de bizim dindar-Müslüman camiadan yapılan saldırılar ve saygısızlıklar oldu. Bizim çizgimizde bir değişiklik oldu mu? Hayır. Bir de etrafımızdakilerin geçirdiği değişime bakın. Neler yazılıyor söyleniyor, insan inanamıyor. Ama ben her şeyi biliyorum. Abdullah Bey kibarlığından söyleyemiyor. Kendisine çok yanlışlar, çok saygısızlıklar yapıldı. İnsan kendisine zor hakim oluyor…”
Ancak Hayrünisanım‘ın sözleri bu kadarla da kalmadı. En çarpıcı sözlerini sona saklamıştı:
“Ben şimdi susuyorum ama daha fazla susmayacağım. Asıl intifadayı (ayaklanma, isyan, başkaldırı) ben başlatacağım.”
Onların kültüründe kocasından izin almadan, onun onayı olmadan, bir kadın tarafından böyle sözler söylenmesi asla mümkün değildir.
Yoksa o kadını çiğ çiğ yerler.
O halde gerçek şudur:
Bay Abdullah, kendi yakınmalarını ve söylemesi gereken ağır tehdit sözlerini karısına söyletmiştir.
Buraya şimdilik bir nokta koyup işin devamını yazının sonunda getirelim.
* * *
Abdullah Gül ve ailesi Çankaya’dan ayrıldıktan sonra İstanbul Tarabya’da devletinHuber Köşkü’ne yerleştiler.
İçini görmek bizim gibi sıradan vatandaşlar için söz konusu değildir ama görenler anlatıyor.
Köşk Cumhurbaşkanlığı’na ait görkemli bir yapı.
Boğaz’ı kartal yuvası gibi görüyor. Manzarası muhteşem. Çok güzel, bakımlı bir bahçesi var.
Cumhurbaşkanlığı korumaları tarafından korunuyor.
Görevli sekreterler, aşçılar, garsonlar, hizmetkarlar, danışmanlar, son model Mercedes makam araçları ve makam şoförleri var.
Salonları, yatak odaları, banyoları, kenefleri falan dört dörtlük, süperlüks. Bal dök yala!
* * *
Bay Abdullah cumhurbaşkanlığından ayrıldığı gün oraya geçti ve yerleşti.
Bu yerleşim olayını ilk olarak gazeteci arkadaşım Mustafa Mutlu dile getirdi ve aylardır her gün getirmeyi sürdürüyor.
Ben dört kez yazdım, bu beşinci!
Diyoruz ki “Bay Abdullah, orada senin ne işin var? Bir açıklama yap da anlayalım.”
Soru bu kadar basit ama Abdullah’tan bugüne kadar tık yok!
Sadece bundan birkaç hafta önce yandaş bir gazetede kısa bir haber çıkardılar:
“Abdullah Gül’ün villa inşaatı devam ediyor. Bitince villasına çıkacağı bildiriliyor!”
Kardeşim ne bitmez inşaatmış bu, yani 50 katlı gökdelen mi yaptırıyorsun?
* * *
Bay Abdullah Gül her cuma günü Huber’den lüks makam araçlarına binip korumalar eşliğinde camiye namaza gidiyor.
Allah kabul etsin, amin.
Cami çıkışında gazetecilere siyasi demeçler veriyor. Hatta bazen söyleyeceği bir şey olduğunda şöyle diyor:
“Bana şunu sormanızı beklerdim ama sormadınız. O halde ben söyleyeyim!”
İş komediye dönüştü ama hiçbir muhabir kendisine şu soruyu sormuyor:
“Huber’i kullanmayı hangi gerekçeyle sürdürüyorsunuz, ne zaman çıkacaksınız?”
* * *
Şimdi bazı okuyucularımın aklına şöyle bir soru gelebilir:
“Acaba orada beleş mi kalıyor?”
Elbette öyle… Ancak tam pansiyon mu, yarım pansiyon mu kaldığını doğrusunu isterseniz bilemiyorum!
Şimdi ben Abdullah’ın yerinde olsam ve bu durumlara düşsem, Tayyip’e rica ederim:
“Bizi AK Saray’a kabul et, orada kalalım! Zor durumdayım.”
Ya da Necdet Bey’den istekte bulunurum:
“Bana İstanbul’daki orduevlerinde lüks, deniz manzaralı süit bir daire veriniz, ailece yatıp kalkalım. Ne de olsa cumhurbaşkanlığı yapmış biriyim.”
* * *
Sevgili okuyucularım, işin gırgır yönünü bırakıp ciddi boyutuna bakalım.
Bir eski cumhurbaşkanı kendisini bu durumlara düşürür mü!
Olması gereken saygınlığını böyle sıfırlar mı!
Kendisinden önceki hangi cumhurbaşkanı bunu yaptı! Evren, Sezer, Demirel, hangisi görevi sona erince devlet köşklerinde yaşamayı sürdürdü?
Efendim İstanbul’da kendisinin villa inşaatı varmış da, o bitince taşınacakmış da, o güne kadar devletin Huber Köşkü’nden yararlanacakmış da!..
Oh ne ala memleket be…
* * *
Şimdi yine dönelim yazımın en başına… Hayrünisanım’a o sözleri söyletip“Birilerine” mesaj gönderen, intifada (ayaklanma, isyan, başkaldırı) sözcüğünü kullandıran, herhalde Bay Abdullah Gül’ün ta kendisiydi.
Bu durumda akla bazı sorular geliyor:
-Acaba karısının bu tehdit dolu sözleri nedeniyle mi Abdullah’a Huber Köşkü’ne yerleşme izni verildi?
-Karısı veya kendisi daha fazla konuşmasınlar, eteklerindeki taşları dökmesinler diye mi kendilerine böyle göz yumuluyor ve devlet parasıyla rahat etmeleri sağlanıyor?
-Aradan aylar geçti ama gerek Abdullah ve gerekse Hayrünisa’dan intifada ile ilgili bir şey duymadık. Sessizce oturuyorlar! Acaba diyorum, Huber’e yerleşme karşılığında intifadayı unutup sessiz kalma sözü mü verdiler?
Bu sorulara da hiçbir zaman yanıt vermeyeceklerini biliyorum ama sormadan edemiyorum.
Huber’deki bu beleşçilik hem Abdullah, hem de kendisini oraya yerleştiren Tayyip açısından ayıptır, günahtır.
* * *
Eğer yanlış biliyorsam, ayıp ve günah değilse, o halde şimdi kendi açımdan bir istirhamım olacak!
Abdullah günün birinde eğer köşkü tahliye ederse, sekreter, garson, aşçı, makam aracı falan da istemeden, bu naçiz kulunuz da sıradan vatandaş kimliğimle Huber’de birkaç gün kalıp ense yapmak isterim!
Gerekli işlemin yapılmasını saygılarımla arz ve rica ederim.