Terör örgütü ve darbe suçlaması
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Selâm Tevhid dosyasında şüphelileri takip eden 21 polisten 17’si tutuklandı. Başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan olmak üzere birçok bakan ve bürokratı, 3 yıl boyunca yasa dışı dinledikleri ve seslerini kayda aldıkları ileri sürülüyor.
Selâm Tevhid dosyasıyla ilgilenen polislere karşı ilk operasyon 22 Temmuz 2014’te gerçekleşmişti. O tarihte polislere, “resmi belgede sahtecilik, siyasi casusluk ve yasa dışı dinleme” suçları isnat ediliyordu. Son 17 polis tutuklanırken gerekçe değişti. Şüphelilere “terör örgütü kurmak ve yönetmek, terör örgütüne üye olmak, bu örgütün faaliyeti kapsamında siyasal ve askeri casusluk, Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” iddiaları yöneltildi; suç vasfı değiştirildi.
Günlük lisanla ifade etmek gerekirse, polislerin -Erdoğan’ı, Davutoğlu’nu, Fidan’ı ve birçok bürokratı yasa dışı dinlemek suretiyle- hükümeti devirmeyi amaçladıkları ileri sürülüyor.
Oysa dosyanın savcıları ve polisler defalarca izah etti: “Selâm Tevhid dosyasında bu isimler hedef şahıs olarak dinlenmediler. Zaten, şüpheli sıfatıyla da dosyada yer almıyorlardı.” Öyleyse, dosyanın şüphelisi olmayan dönemin Başbakanı, Dışişleri Bakanı ve MİT Müsteşarı, nasıl oluyor da bir darbenin hedefi haline gelecekti? Tutuklama kararı veren 5. Sulh Ceza Hâkimliği bu soruyu cevaplandırmalı.
***
Adli dinlemenin nasıl yapıldığını bir kere hatırlatmak isterim: Dinleme kararını, her polisin İD numarası üzerinden savcı ve hâkim veriyor. Karar, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB), “Şu telefon numaralarını, şu İD numaralı polislere yönlendir” talimatıyla gönderiliyor. Adli kolluk görevi yapan polis, dinleme sırasında TİB’deki kaydı indiremiyor. Bu teknik olarak mümkün değil. Sadece, not tutabiliyor ya da önemli gördüğü bazı konuşmaları tape haline getirebiliyor; her hafta savcıya bilgi veriyor.
Soruşturmanın sona ermesi kararı, gene savcı tarafından veriliyor. Bu talimat, TİB’e gönderiliyor. TİB, sisteme işliyor ve 10 günlük imha süreci başlıyor. “Dinleme sonlansın” talimatını savcı verdikten sonra, Emniyet’teki ses indirme modülü aktif hale geliyor. 10 günlük imha süreci içinde, polis, sesleri -hacmine göre- CD’ye ya da hard diske kaydediyor. Burada şu inceliğe işaret etmek isterim. Ses kayıtları TİB’de tutuluyor. Ancak soruşturma sonlandırıldıktan sonra 10 günlük süreç içinde polis kayda alabiliyor. 10 gün sonra da bütün ses kayıtları imha ediliyor. Kaydı ihtiva eden hard disk, polis tarafından, fezleke yazıldıktan sonra savcılığa teslim ediliyor. Polisin ses kayıtlarında bir ayıklama yapma yetkisi yok. Bütün dinlemeleri olduğu gibi savcıya sunmak mecburiyetinde.
Savcı, iddianameyi yazabilmek için bu ses kayıtlarını inceliyor; tapeleri okuyor. Suçu ilgilendirmeyen konuşmalar mevcutsa, bunların hepsini imha ediyor. Bırakınız iddianame yazmayı, Selâm Tevhid dosyasında operasyon aşamasına bile gelinmemişti.
Selâm Tevhid davasında, dosyanın savcısı Adem Özcan, henüz değerlendirme safhasına geçemeden ve iddianameyi yazmasına fırsat kalmadan görevinden alındı. Bu yüzden, dolaylı dinlemelere takılan birçok kişinin hard diskteki ses kayıtları kaldı. Şimdi onlardan yola çıkarak,“darbe teşebbüsü” iddiası dile getiriliyor. O kişiler dosyanın şüphelisi değil ki, polis onları alaşağı etmek üzere böyle bir tertibe girişmiş olsun.
Son bir husus daha var: Fethullah Gülen’in bu polislerle ve savcıyla ilişkisi nasıl kuruluyor? O ilişkiyi gösteren somut bir belge mevcut mu?
Kanal İstanbul
Erdoğan, Küba, Kolombiya ve Meksika’ya yaptığı ziyaret sonrası, dönüş uçağında gazetecilere, büyük projelerin takipçisi olduğunu göstermek için şunları söyledi: “Kanal İstanbul’u yapacak firma yetkilileriyle geçen hafta bir araya geldik. Bir an önce projeye başlamanız lâzım dedik.”
Kanal İstanbul’un henüz ihalesi yapılmadığına göre 2 ihtimal var:
1) Ya Erdoğan icraatın içinde olduğunu belli etmek amacıyla hakikat dışı beyanlarda bulunuyor.
2) Ya da söyledikleri doğru… “İhaleye fesat karıştırma” şeklinde yorumlanabilecek bir ifşaatta bulunuyor.
Che tepkisi
Lübnan asıllı Brezilyalı karikatürist Latuff, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Küba ziyaretini çizdi. Latuff’un karikatüründe Erdoğan, Havana’daki Devrim Meydanı’nda İçişleri Bakanlığı binasındaki Che Guevara silüetinin önünden geçiyor. Karikatürde Che’nin silüeti, yüzünde tiksinti ifadesiyle burnunu kapatıyor.
Sakın Che Guevera, Kanal İstanbul meselesini duymuş olmasın!
Nagehan, Erdoğan’a kızdı
Nagehan Alçı, Tayyip Erdoğan’a kızdı. Ülkede bunca hukuksuzluk oluyor, yolsuzlukların üzeri örtülüyor, polisler haksız yere tutuklanıyor, Hidayet Karaca terör örgütü üyesi ilân ediliyor, sevgili Nagehan hiç kızmıyor… Ama Tayyip Erdoğan’ın gidip, Fidel Castro’nun kardeşi Raul Castro’nun elini sıkmasına öfkelenmiş. Şöyle yazıyor: “Esad’ın zulmüne, Sisi’ye karşı duran, adaletin sesi Erdoğan’ı hep gururla savundum. Şimdi aynı refleksle, Raul Castro’yla el sıkıştığı fotoğraf karesine isyan ediyorum. Zulüm nereden gelirse gelsin, bu uğurda dünyaya meydan okuyan bir liderseniz, o eli sıkmayacaksınız.”
Esad’a ve Sisi’ye karşı çıkan Erdoğan, Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından hakkında soykırımdan tutuklama kararı olan Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir’in elini sıkmıştı. Bırakınız el sıkmayı, El Beşir, Türkiye’ye yaptığı resmi ziyarette Erdoğan’dan büyük hüsnü kabul görmüştü. Ayırımcılık olmasın diye belki Nagehan, adaletine çok güvendiği Tayyip Erdoğan’ı Ömer El Beşir hakkında uyaran bir iki satır daha yazıverir.
Tecavüz
Özgecan Aslan’dan bahsetmeye elim varmıyor. Böyle bir ahlâksızlık ve vahşet!!! Türkiye’de ne biçim insanlar yaşıyor? Mamafih, bu elim olayı dahi kendilerine göre açıklamaya, bir anlamda hoş göstermeye çalışanlar var. Bu da işin bir başka vahim yönü.
Yeni Şafak yazarı Cemile Bayraktar, bakın şöyle bir tweet atmış:
“Müslüman ülke, tecavüz… fırsatçılığa soyunmayın. Amerika’da her iki dakikada bir kadın tecavüze uğruyor. Şimdi çenenizi kapatın.”
Çenemizi kapatıp, “Madem Amerika’da da oluyor, doğal karşılanmalı”mı demeliyiz?
Nihat Doğan’dan da ses geldi. Ama kabahati neredeyse mağdura yükleyen bir ses: “Mini eteği giyip, soyunup, laik sistemin ahlâksızlaştırdığı sapıklar tarafından tacize uğrayınca bas bas bağırmayacaksın.”
Nihat Doğan, Akit Gazetesi’nin zihniyetini yansıtıyor bu tweet’inde. Zira Akit de tecavüzü “açılıp, saçılmaya” bağladı. Ve Batılı hayat tarzını savunan Uğur Dündar ile Soner Yalçın’ı hedef gösterdi: “İnadına mini etek, inadına dekolte ve inadına kızlı erkekli oturun diyen Soner Yalçın ile Uğur Dündar’ın istediği Batılı yaşam tarzı, Sivas’ta ölüm getirirken, Antalya’da tecavüzle sonuçlandı.”
Sonunda, erkekler tahrik olmasın diye, galiba herkesin tesettüre girmesini savunacaklar.
İngiliz yargıç
İngiliz yargıç, gece yarısı parktan geçen kızı korkutan adama 7 yıl 7 gün hapis cezası verince şaşıran gazeteciler sormuş: “Adam kıza elini bile sürmedi… Kaçan kızın çığlıklarına yetişenler de adamı yakaladılar. Bu 7 yıl 7 gün çok değil mi?”
Yargıcın cevabı hukuk tarihine geçecek düzeyde olmuş: “Kızı korkutmanın karşılığı 7 gündür. 7 yıl, İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır.”
Adana'da 6 yaşındaki Gizem Akdeniz’in kaçırılıp bıçaklandıktan sonra, diri diri yakılmak suretiyle öldürülmesi üzerinden 1 sene geçti. Demek ki tecavüzün gerekçesi mini etek değil.