« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

23 Şub

2015

Hayır, nefret değil…

Ali Yurttagül 01 Ocak 1970

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın Türkiye’de siyasi havayı oldukça isabetli toparlayan cümlesi şöyle: “… Biz yüzde 50 oy alıyoruz. Fakat geriye kalan yüzde 50’de bir nefret söylemine dönüşüyor. Biz eskiden sokağa çıkardık taraftarımız bizi çok severdi.

Karşıdaki muhalifler de saygı duyardı. Şimdi bir nefretle bakış seziyorum. Kemikleşme, kamplaşma var. Bu bizim yüzde 50 oyumuza engel olmaz. Ama Türkiye yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkabilir.”

Yakından olmasa da, AKP içerisinde tanıdığım, saydığım, hatta sempati duyduğum birkaç politikacıdan biridir Sayın Arınç. Yanılıyor. Sözünü ettiği “nefret söylemi” ile tanımladığı yüzde 50’de nefret en etkin duyu değil. Kaygı ve korku etkin. Türkiye’nin giderek “yönetilebilir bir ülke olmaktan” çıktığı, kamplaştığı, gerildiği, yolsuzluk ve hukuksuzluğun derinleştiği izlenimi hâkim. Ben de kaygı duyuyor ve korkuyorum. Nefret etmiyorum. Sadece nefret söylemine karşı olduğum, nefret duygusunun yıkıcı olduğunu bildiğim için değil. Avrupa’da Türklerin de hedef olduğu nefretin Türkiye’de etkin his olmasını istemediğim için.

Sayın Arınç’ın bir tespiti çok doğru, AKP’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a artık zerre kadar saygı duymuyorum. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Merkez Bankası gibi bağımsız olmaları hayati öneme sahip en önemli kurumları aşağılayan, bu kurumlara saygı duymadığını söyleyen bir Cumhurbaşkanı, saygıyı hak etmiyor. Türkiye’de devlet-toplum ilişkisi Cumhuriyet’in kurulduğundan bu yana, askerî darbe dönemlerinde bile bu kadar derin yara almamış, devlet en baskıcı dönemlerde bile toplumun önemli bir bölümünü bu kadar rencide edici bir tavır takınmamıştı. Türkiye darbe yıllarında tüm acılara rağmen darbecileri, Cumhurbaşkanı Evren’i ciddiye almamıştı. “Netekim” adlı kitabı soldan sağa toplumun tüm katmanları zevkle okunmuştu. Toplum demokrasi ve gelecek vaat eden siyasetçiler arayışındaydı.

Bu siyasî rüzgârı yelkenlerine taşıyan Özal, Türkiye’nin önünü açtı. Ama ne yazık ki çok erken aramızdan ayrıldı. Özal’ın bıraktığı boşlukta büyüdü AKP. Ve AKP Türkiye’yi on yıl boyunca kucakladı, ülke kalkındı, demokratikleşti, AB yolunda ilerledi, itibar kazandı. “Yetmez ama evet” diyerek reformlara da bu yüzden destek verdik. “Sivil anayasa” beklentimiz yıllarca ertelendiği için üzgün olsak da, AB üyesi, demokratik bir Türkiye rüyamızdan vazgeçmedik. Mazlum Müslüman kitlelerin sesi muhafazakâr AKP’nin demokrasi devrimi yapacağını umduk, inandık.

Ve nihayet anladık ki, AKP “takiyye yapıyor”, “gizli gündemi var”, “sizi kullanıyor”, “bunlar demokrat değil” diyen ve bizi saf olduğumuz için eleştiren dostlarımız haklıymış. AKP, 10 yıl boyunca özel sektöre havale ettiği eğitim politikasında 4+4+4 sistemi ile imam hatip okullarını temel eğitim kurumu yapma projesini bir haftada Meclis’ten geçirdiği gün uyandık. “Sivil anayasa” projesini geri çekip, “başkanlık” projesini masaya koyduğunda AKP’nin Putin benzeri bir korku rejimine doğru gittiğini gördük. MİT dokunulmazlık zırhına büründüğü gün emin olduk. Karşımızda artık AB yolunda, Arap Baharı’nın ilk günlerinde “model” mi, “ilham kaynağı” mı tartışması yapılan bir ülke değil, Batı karşıtlığını ve ABD düşmanlığını kullanan bir siyasî parti bulduk. Yolsuzlukları soruşturan polis, savcı ve hâkimlerin “darbeci” suçlaması ile görevden alındığını, soruşturmaların engellendiğini gördüğümüzde dehşete kapıldık. Ülkede hukuk devletinin değil, keyfîliğin etkin olduğunu gördük. “Başbakanlık Hizmet Binası” maskesi altında israfın sembolü olan ucube bir Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile karşı karşıya kaldığımızda şaşırdık. Ve nihayet Abbas’a Ak Saray merdivenlerinde çerçeve olan 16 kıyafeti gördüğümüzde inanamadık; netekim gülümsedik.

Evet, Bülent Bey, ülkemiz ne yazık ki denetimden hoşlanmayan, bağımsız yargıdan rahatsız, özerk devlet kurumlarına şüphe ile bakan, meşrutiyetin seçimlerden ibaret olduğunu düşünen, şeffaflıktan hoşlanmayan, Türkiye’yi basın özgürlüğünde dünyada 149’uncu sıraya iten AKP hükümeti tarafından yönetiliyor. Kaygılıyız, bu gidişle Türkiye “yönetilebilir bir ülke olmaktan” çıkar diye korkuyoruz.

Ziyaret -> Toplam : 125,21 M - Bugn : 90317

ulkucudunya@ulkucudunya.com