« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

23 Şub

2015

Ekonomik gerçekler ‘diktatörlüğe’ geçit vermiyor

Yusuf Keleş 01 Ocak 1970

Geçtiğimiz aylarda bu köşede Ekrem Dumanlı gözaltında bir şafak vaktinde sağlık kontrolüne götürülürken ‘Demokrasiden geriye dönüş yok’ sözünü haykırmasından mülhem bu başlıkla bir yazı yazmıştım.

Türkiye’de hür, tarafsız basının olmaması, kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti ilkelerinin de rafa kaldırılması, adil ve şeffaf bir seçim sisteminin olmaması nedeniyle de demokrasinin öldüğü sonucuna varmıştım.

Her ne kadar ‘tek adam’, krallık ve ‘seçilmiş diktatörlük’ tipi yönetimlerin çok yaygın olduğu Ortadoğu’ya yakın bir ülkede yaşıyorsak da, ben ülkemizde diktatörlük tarzı yönetimlerin çok ciddi zararlar verse bile tutmayacağını, bu tip ara rejim dönemlerinin geçici olacağını düşünüyorum. Çünkü bütün kurum ve kuruluşlara bugünkü ‘seçilmiş diktatörlük’ düzeninden daha fazla sahip olan askerler bile her darbeden sonra ülkeyi sivillere terk etmek zorunda kalmışlardır. İsteyerek bıraktıklarını sanmıyorum. Onları gasp ettikleri yetkileri sivillere devretmeye mecbur bırakan gerçekler, sebepler bugünkü ‘seçilmiş diktatörlük’ sistemin geçiciliğinin, yıkılacağının ve her şeyin en kısa zamanda normale döneceğinin de sebebi, gerekçesi ve garantisidir. Bu gerçeklerin, sebeplerin bir kısmı şunlardır:

1- Öncelikle böyle bir rejimi besleyecek ve devamlılığını sağlayacak petrol, doğalgaz veya diğer tabii kaynaklardan sağlanacak gelir imkânımız yok. Suudi Arabistan, Katar, Dubai, İran ve Rusya gibi bu yönetim şeklinin revaçta olduğu ülkelerde bütçelerin neredeyse tamamı doğal kaynaklardan petrol ve doğalgaz gelirlerinden sağlanıyor. Türkiye’de ise devlet bütçesi halkın gelirinden (Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi) tüketiminden (KDV, ÖTV) ve servetinden (Emlak Vergisi, Veraset ve İntikal Vergisi, MTV) alınan vergilerle finanse ediliyor. Ekonominin hacmi ve büyümesine göre yıldan yıla değişen yıllık toplam vergi 2011 yılında 253 milyar TL, 2012 yılında 278 milyar TL, 2013 yılında ise 326 milyar TL’dir.

2- Halkımız devleti vergiyle finanse ediyor, bu yüzden yönetim gerçek demokrasiye dönmek zorunda. Demokrasi, kralın ve aristokratın değil burjuvazi ve orta sınıfın yani halkın yönetimi olduğuna göre bu değişim ve dönüşüm hep vergi üzerinde olmuştur. Siyasi tarihte görüldüğü üzere krallar ne zaman vergi artırmaya kalkmışlarsa bir şekilde topladıkları vergilerin karşılığında bir kısım yetkilerini ve otoritelerini vergi ödeyenlere devretmişlerdir. Vergi ve demokrasi ilişkisi üzerine Birleşmiş Milletler’e üye ülkeleri kapsayan ampirik çalışmalar yapılmış. Bu çalışmalarda eğer bir ülkede toplanan vergilerin o ülkenin ekonomisi içindeki payı veya oranı yüzde 1-12 arasında ise diktatörlük, yüzde 12-25 arasında ise yarı diktatörlük, yüzde 25’ten fazla ise demokrasi ile yönetildiği sonucuna varılmış. Türkiye’de bu oran (Vergi artı SGK primleri) yüzde 40 civarında olduğu için mecburen ‘seçilmiş diktatörlük’ sürdürülemeyecek ve bu ara rejim son bulacak.

3- Türkiye’de tasarruf açığı olduğu için modern dünyadan kopup ‘seçilmiş diktatörlük’ yönetimiyle 80 milyon nüfuslu bir ülkeyi besleyemezsiniz, kalkındıramazsınız ve idare edemezsiniz. Ekonomik anlamda büyüyerek refah seviyesini artırmak için sermayeye ek kaynaklara ihtiyaç var. Dünya tasarruf ortalaması yüzde 33 iken bu oran Türkiye’de yüzde 12 civarında. Daha kötüsü hanehalkı borçluluk oranı gün gittikçe artıyor. 2003’te yüzde 3 olan bu oran şimdilerde yüzde 20 civarında seyrediyor. Tasarruf alışkanlığının zayıf düşük olduğu için Türkiye’deki sermaye birikimi daha yalın ifadeyle bankalarda mevduat olarak tutulan ve yastık altındaki paralar yetersiz. Bu yüzden bankalar ve büyük firmalar yurtdışından sürekli borçlanmak zorunda kalıyor. Bankalar ve şirketlerin yani özel sektörün yurtdışı borçları 2002 yılında 29 milyar dolarken 2014 sonu bu rakam 6 kat artarak 168 milyar dolara ulaştı.

4- Ekonominin temel yapısal sorunlarından biri olan ve 12 yıllık AKP hükümetlerinin de çözemediği ‘cari açık’ sorunu da sürekli sıcak parayı yani yurtdışından borçlanmayı gerektirmekte. Yabancı ülkelerden borç alabilmek için yabancılar her türlü garantiyi isterler. Başta faiz ve ondan önemlisi paranın geri ödeneceğinden emin olacakları hukuk düzeni ve hukuk devleti isterler. Borç verecekleri ülkeleri belirlerken iğneden ipliğe her şeyi değerlendiren derecelendirme kuruluşlarının raporlarını dikkate alırlar. Diktatörlükle yönetilen ülkelere borç vermeleri halinde ise tutarı düşük tutar, buna mukabil alacakları faizi en yüksek seviyede belirleyerek o ülkeyi soyarlar. 12 yılda 600 milyon dolardan 63 milyar dolara çıkarak 105 kat artan ‘cari açık’ problemi yabancı sermayeyle ve gelişmiş demokrasilerle işbirliğini gerektirmekte.

5- Sermayenin hareket kabiliyetinin olağanüstü artmış olması da ‘seçilmiş diktatörlük’ rejimlerinin ömrünü kısaltmakta ve yıkılacağını garantilemektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca yabancı sermayenin ülkemize gelmesi için sürekli teşvik kanunları çıkarıldı. Bunun için uluslararası mahkemelerin hakem olarak kabul edilmesi, vergisel avantajlar, arazi tahsisleri vb. birçok teşvik unsuru kullanıldı. Ülkemizdeki yabancı sermayeli şirket sayısı 2005 yılında 12 bin iken bu sayı 2013 yılında 37 bine yükseldi. Borsa’daki yabancı payı yüzde 65 oranlarında seyretmekte. Ancak başta Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi gibi yüksek mahkemeler olmak üzere HSYK aracılığıyla mahkemeler üzerinde kurulan hegemonyacı tutum yabancı şirketlerin ülkemize bakış açısını değiştiriyor. Hukuk devletinden uzaklaşılan her adım yabancı sermayenin ülkemizden kaçışını hızlandırıyor. Daha dün basına yerli sermayenin yabancı ülkelere kaçışta rekor kırdığı yansıdı. 2014’te yabancıların Türkiye’ye doğrudan yatırımları yüzde 13 düşüşle 8,4 milyar dolara geriledi, dışarıya yerli sermaye göçü ise ikiye katlandı. Doğrudan yatırım için dışarı giden Türk sermayesi yüzde 89 artarak 6,7 milyar dolar oldu. 12 yıllık AKP döneminde Türk sermaye göçü 27,5 milyar dolara ulaştı. Sermayedeki bu kan kaybını işsizlik rakamları da doğruluyor. En son açıklanan işsizlik rakamları son dört yılın en yüksek işsizlik seviyesinin yaşandığını gösterdi.

6- Döviz kurlarında artış, işsizlik oranında yükseliş, belediye bütçeleri ve merkezi hükümet bütçesindeki açıklar, arsa fiyatlarındaki balonun neden olduğu inşaat sektöründeki yavaşlama devam ediyor. Baharda terörün yeniden artacağı endişesi gittikçe yayılıyor. AKP hükümetinin intihara sürüklediği “Müslüman Kardeşler”in ülkesi Mısır ile ilişkiler kesilmiş durumda. Mısır’dan sebep Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’la siyasi ve ekonomik ilişkiler de bitme noktasında. Irak ve Suriye pazarlarını AKP hükümeti kendi elleriyle ihracat yapılamaz şekilde harap etti. İhracattaki düşüş ocak ayında yüzde 9,8. Rusya’nın Ukrayna macerası bize Akdeniz’de tatil rezervasyonlarının iptali ve dolayısıyla döviz cinsinden turizm gelirlerinde ciddi kayıplar şeklinde yansımakta. ABD ve AB ile yaşanan sıkıntılar ve güven kayıpları da bu fotoğrafa eklenince 2015 ve devamı yıllar kriz yılları olarak anılacak gibi görünüyor. Ekonominin krizde olduğu dönemlerde siyaseti finanse eden devlet ve kentsel rantlar buharlaşacağı için ‘seçilmiş diktatörlük’ rejimi taraftarlarını ve kadrolarını besleyemeyecek. Bunun akabinde ortaya çıkacak paylaşım kavgası bu havuz düzenini, ‘kleptokrasiyi’ sonlandıracak.

7- Dünyaya açık ve ona entegre olmuş özel sektöre ve orta sınıfa sahip Türkiye’de ‘seçilmiş diktatörlük’ kalıcı olmaz, olamaz. Rahmetli Turgut Özal zamanında, kapalı tutulan sınır kapıları açılarak, belli zenginlere tekelci pazar imkânı sunan rekabetten uzak kapalı ekonomi dünyaya açılmış oldu. Bunu yaparken de ‘Anadolu Aslanları’ denen ve her türlü hayırlı işleri destekleyen orta sınıf müteşebbisleri ülkemiz ekonomisine kazandırdı. Eğitimden sağlığa, iletişimden savunmaya birçok alanda yenilikler yaptı. Günümüz kıdemli gazetecilerin bir kısmı dış dünyayı onun sayesinde görme imkânı buldu. Bir sürü işadamı bizzat onun yönlendirmesi ve teşviki ile ihracatı öğrendi. İletişimdeki devlet tekelleri onun zamanında kırıldı ve renklendi. Toplam ihracat 1980 yılında 2,9 milyar dolarken 2013 yılında bu rakam 151,8 milyar dolarlara çıktı. Akdeniz’i turizme açarak Türkiye’nin büyümesini finanse edecek döviz gelirlerinin sağlanması imkânını ekonomiye kazandırdı. Bu değişimler rahmetlinin bilinçli ve iradi tercihiydi ve bu tercih onu reformist bir lider yaptı. Bu değişim ve dönüşüm üzerine Türkiye, yılda yaklaşık 40 milyon turist çeken bunun yanında da yurtdışını yılda 10 milyon turist gönderen bir ülke oldu.

Ülkemizde belli ölçüde var olan ve daha da pekiştirilmeye çalışılan ‘seçilmiş diktatörlük’ maliyetli bir hayaldir. Yukarıda bir kısmını saydığım iç ve dış faktörlerden dolayı Türkiye’de geçicidir ve kesinlikle sürdürülebilir değildir.

Ziyaret -> Toplam : 125,20 M - Bugn : 87913

ulkucudunya@ulkucudunya.com