« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 Mar

2015

PKK, Silah mı Bırakıyor?

Sedat Laçiner 01 Ocak 1970

Öcalan’dan haber getiren HDP Heyeti ile Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan veİçişleri Bakanı Efkan Ala’nın Başbakanlık Çalışma Ofisi’nden birlikte yaptıkları açıklama tüm Türkiye’de büyük bir umut doğurdu…
Açıklamayı pek çok haber sitesi, “PKK silah bırakıyor” başlığıyla verdi… Benden yorum isteyen medya kuruluşlarının soruları da aynı yöndeydi, “hocam PKK silah bırakıyor, buna yorumunuz nedir?” diye sordular…
Diğer taraftan, muhalefetin tepkisi de sanki PKK ile anlaşmaya varılmış, her şey olmuş bitmiş gibiydi… MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural örneğin, hükümet ile HDP heyetinin birlikte yaptığı ortak açıklamaya tepki göstererek, “bu vatana ihanet belgesidir” dedi…
***
Öncelikle şunu söyleyeyim, ben Öcalan’ın yaptığı çağrıyı okudum ve o belgede PKK’nın silahsızlanacağına dair bir tek kelime dahi görmedim... Keşke Örgüt gerçekten silah bıraksaydı...

Bir kere ortada çağrı var, o da silahsızlanma çağrısı değil. Öcalan’ın aktarılan çağrısı, “Silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK’yı bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum” şeklinde. Hatırlayacaksınız,Öcalan bundan çok daha net bir çağrıyı Çözüm Süreci’nin başlarında zaten yapmıştı ve PKK da bunu asla ‘silahsızlanma’ olarak algılamamıştı.
Şimdi ise Öcalan, ‘silahlı mücadeleyi bırakın’ demiyor, “bunu görüşün bir bakalım” diyor… Üstelik bunun için dahi pek çok şart sayıyor…
Yapılmak istenen açık, Öcalan süreç ölmesin diye topluma umut veriyor, sopa politikasını havuç politikası ile destekliyor. Çünkü Türk toplumu Güneydoğu’dan gelen sözde vergi toplama, KCK mahkemeleri, yol kesme ve benzeri haberlerden bıkmış durumda. Türk toplumunun en büyük beklentisi çatışmaların yeniden başlamaması ve Örgütün silahsızlandırılması. İşte Öcalan bu hamlesiyle sürecin ucundaki ödülü, yani silahsızlanmayı gösteriyor ve kendince daha azına toplumu ikna etmeye çalışıyor.
***
Zaten Çözüm Süreci büyük oranda algı ve duygu yönetimi olarak gerçekleşti. Anlaşılan bundan sonra da aynı şekilde yol alınmaya çalışılıyor. Çünkü Kandil, Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı verdiği mücadele sayesinde kendini daha güçlü hissediyor. Süreç başladığı noktanın çok dışında bir yerlere geldi. PKK ile Batı arasındaki ilişkiler güçleniyor ve PKK/PYD, Batı nezdinde, terör örgütlüğünden meşru halk temsilciliğine ve Batı’nın/İsrail’in en iyi dostlarından biri unvanını almaya hazırlanıyor. Bu şartlar altında Örgüt’ün Çözüm Süreci’nde geri adım atması zor görünüyor. Buna rağmen PKK Türkiye’de silahlı mücadeleye gerek kalmadan da istediklerini alabilmenin hayallerini kuruyor.
PKK’nın istekleri ise silahlı olarak meşru bir yapıya dönmek, Kürdistan diye özerk bir bölgeyi yönetmek, Kürdistan dediği bölgeye ayrı bir parlamento ve yasa yapma gücü kazandırmak. Örgütün tüm bu istekleri ise yeni bir anayasayı, yeni kanunları, siyaset ve vatandaşlık kavramlarının yeniden tanımlanmasını gerektiriyor. PKK’nın istediği aslına bakarsanız Türkiye Cumhuriyeti devletinin yeniden kurulması gibi bir şey…
Bu açıdan bakıldığında Öcalan, PKK ve HDP arasında görüş farkı yok. Hepsi kendince rollerini oynuyor, yeri geliyor paslaşıyorlar, yeri geliyor farklı düşünüyor gibi duruyorlar. Usül ve yöntemde bazı görüş farkları olsa da bunlar farktan ziyade nüanslar.
***
Hükümet cephesine baktığımızda ise talepleri karşılamak çok zor. Hatta AK Parti’de ciddi bir kesim bunların konuşulmasından dahi rahatsız. Ancak seçim öncesinde sokakların yeniden karışması çok tehlikeli olabilir. Çünkü Hükümet, kendisini katı bir muhalefetle kuşatılmış hissediyor. Hükümet’in arkasında % 50’ye yakın bir oy var belki, ancak Gezi’den bu yana sokakta siyaset moda olmaya başladı ve 6-7 Ekim Olayları benzeri olayları yaşamayı kimse istemiyor. Hatırlayacaksınız o olaylarda onlarca insan hayatını kaybetmişti. En kötüsü ise Gez, 17 Aralık ve 6 Ekim Olaylarının birleşerek Hükümet’i zor duruma düşürebilecek olması.
İşte bu nedenlerle Hükümet’in zaman ihtiyacı var. En azından seçimlere kadar zaman gerek… Bu çerçevede Nevruz ilk sınav olacaktı. PKK, Nevruz’da sokakları hareketlendirmek istiyordu. Öcalan’ın çağrısı bu riski azaltmış oldu. Yani zaman kazanıldı. Öcalan’ın çağrısı seçimlere kadar sokakları sakinleştirmeye yetecek mi derseniz, bence yetmez. PKK’nın seçimlere kadar raht duracağını sanmıyorum…
Zaten Kandil’in bu çağrıya ne yanıt vereceği de henüz netleşmedi. Öte yandan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Yalçın Akdoğan’ın “Barışa çok yakınız” yönündeki sözleriyle ilgili olarak “inşallah” dedi ama topu yine Hükümet tarafına attı. Şöyle dedi:
“Bu hükümetin pratiğine bağlı. Hükümet yürüttüğü politikayla barış konusunda zerre kadar umut vermiyor. Attığı adımlarla zerre kadar barışa yaklaşmıyor. Güvenlik paketiyle sokaktaki uygulamalarla, tek kişiliğe doğru kurduğu sistemle barışa yaklaşılmaz. Bütün bunlardan değişim, dönüşüm konusunda bir güven veren adıma doğru ilerleyecek mi hükümet, onu görüp ancak barışa ne kadar yakınız söyleyebiliriz.”
***
Bu sözlere bakıp da PKK’nın silah bırakmak üzere olduğunu düşünmek mümkün müdür? Bence değildir…
Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da benimle aynı görüşte görünüyor.Erdoğan, “iki maymun oynanıyor” derken Öcalan ile Demirtaş arasındaki taban tabana zıt açıklamalara değiniyor:
“Tabii çağrılar güzeldir, ama asıl olan daha önce de söylediğim gibi uygulamadır. Acaba bu uygulama, şu seçim öncesinde veya seçimlerde araziye ne kadar yansıyacak? Bundan önce Mart seçimlerinde maalesef yansımadı, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yansımadı, biliyorsunuz yine aynı şekilde devam etti. Teminim odur ki, bu yapılan açıklamaların arkasında durulur ve bununla ilgili adımlar da atılır. Fakat burada bir şeyi daha söylemem lazım, yani burada silahı bırakması gereken bölücü terör örgütünün mensuplarıdır… Şimdi burada adeta bir ikili görüntü söz konusu. Bugün Yalçın Bey’le birlikte açıklama yapanların yaptığı açıklamalar var, Eşbaşkan'ın yaptığı açıklama farklı, İmralı’ya gidenlerin yaptığı açıklama farklı. Burada iki maymun oynanıyor, böyle şey olmaz… Her şey eninde sonunda uygulamaya dayalıdır.”
***
Özetleyecek olur isek, ben okuduklarımdan ve dinlediklerimden PKK’nın silahsızlanma diye bir gündeminin olmadığını anlıyorum. Öcalan ve HDP, şiddeti manivela gibi kullansalar da tehdit boyutundan uygulamaya fazlaca indirmek istemiyorlar. PKK ve onun alt kollarıysa şiddetin dozunu zaman zaman arttırarak silahsız mücadele yoluyla silahı meşrulaştırmanın hesabını yapıyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirttiği gibi ortada ikili bir oyun var. Ancak bu oyunda çelişkili bir durum yok, tam aksine herkesin kendi rolünü oynadığı görülüyor.
Bu çıkmazdan nasıl çıkılır derseniz, süreç artık sadece iç dinamiklere bağlı değil… Hatta birileri Türkiye’nin Kürt sorununu uluslararasılaştırarak iç sorun olmaktan çıkarmaya çalışıyor. Buna siz Irak ve Suriye’yi Türkiye’nin içine sokmak da diyebilirsiniz…

MAHİR KAYNAK’IN ARDINDAN
Türkiye, geçenlerde çok kıymetli bir analiz ustasını kaybetti. Mahir Kaynak’ı. Kaynak, istihbarat geçmişi ile akademisyenliği birleştirmiş, Türkiye için önemli bir değerdi…
Ne yazık ki ülkemizde istihbarat alanında çalışmış olmak kirli bir iş sayılıyor. Bu algıda haklılık payı da var. Çünkü bizde istihbarat daha çok bizi bize düşürmek için yapılıyor. Bu nedenle temiz bir alan değil. Oysa CIA’in ülke içinde istihbarat yapması yasaktır.
Güvenlik alanı kirlenince bu konuda uzmanlar yetiştirmek de zor oluyor. İstihbarat giren kirleniyor, en önemlisi ciddi bir analiz yeteneği kazanamadan dar alanda paslaşmalarla ömrünü tüketiyor. Oysaki ABD’de istihbarat örgütlerinde çalışıp da aynı zamanda stratejik analizlerini toplumla paylaşana pek çok isim var. Çünkü istihbarat özü itibariyle sıradan bir casusluk işi değildir. İstihbarat’ın bir diğer anlamı ‘stratejik akıl’dır. Dolayısıyla her ülkenin bu akla ihtiyacı vardır. İşte, rahmetli Mahir Kaynak, Türkiye’de istihbaratın anlamını genişleten isimlerden biri oldu. İstihbaratı bizi birbirimize düşürme sanatı olmaktan çıkarıp, Türkiye’nin ortak ulusal çıkarlarını anlama ve anlatma sanatı haline dönüştürmeye gayret etti. İstihbaratı toplumun anlayabileceği hale getirmesi de bir diğer başarısıydı.
Mahir Kaynak’ı gençlik yıllarımdan beri dikkatle izledim. İlerleyen yaşlarımda onunla bazı programlara katılma şansını da yakaladım. Hatta bir ara aynı gazetede yazma onuruna eriştim. Pek çok yazısından yararlanmış olsam da bazı yazdıklarına katılamadım. Ancak yaşına rağmen yazma ve analiz etme aşkına her zaman hayran kaldım. Onu gördüğümde her zaman “keşke şu istihbarat ve güvenlik birimlerimizden daha fazla yorumcu ve analizci çıksa, keşke onlar da bildiklerini toplumla paylaşsalar” dedim.
İşte, Türkiye böylesine kıymetli bir ismi kaybetti. Mahir Kaynak’ı saygı ile anıyorum. Allah rahmet eylesin.

Ziyaret -> Toplam : 125,20 M - Bugn : 87869

ulkucudunya@ulkucudunya.com