« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 Mar

2015

Yalnızlık AKP’nin mi yoksa Türkiye’nin mi kaderi?

DOÇ. DR. SAVAŞ GENÇ 01 Ocak 1970

TSK’nın sınır ötesi operasyonla Suriye topraklarına girerek Süleyman Şah türbesini bekleyen askerî personeli Türkiye’ye getirip, eşzamanlı olarak türbeyi PYD kontrolündeki bir bölgeye taşıması farklı tartışmaları da beraberinde getirdi.

Uzun yıllardır Suriye’de varlığını devam ettiren askerî birliği güvenlik gerekçesi ile geri çeken Ankara, onların hayatını tehlikeye atmamak için doğru bir tercih yapmıştır. Lakin Suriye politikasının kaçınılmaz sonucu olan bu hamle müstakil olarak doğru bir tercih olsa da, karar AKP’nin Suriye politikasının iflas deklarasyonu mahiyetindedir. 15 Mart 2011’de başlayan Suriye sorununun bilançosu AKP dış politika sorumlularının tahminlerinin de ötesinde, çok ağır ve nerede nasıl biteceği öngörülemez bir noktaya ulaşmıştır. Siyasiler, bir ay içinde Şam’da Emevi Camii’nde cuma namazı kılmayı planlarken , uçağımız düşürülmüş, Türkiye 1,8 milyon misafiri ağırlamak zorunda kalmış, Reyhanlı ilçesi ve sınır kapıları bombalandıktan sonra IŞİD ve PKK yapılanması olan PYD ile komşu olmuştur.

Ne değişti?

İktidara geldiği senelerde dış politikayı Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve dış ticaretin artması için güçlü bir enstrüman olarak gören AKP’nin bu istikametten ayrılması tüm hesapları alt üst etti. Arap Baharı öncesinde bir yandan ülke içinde demokratik reformları ifa edip AB yolunda mesafe kat eden, diğer yandan da Ortadoğu’da etkinliğini artırmaya çalışan Ankara, kendi tercihleri ile bu istikametten ayrıldı. 12 Eylül 2010 referandumu akabinde askerî vesayet ve AYM’nin kapatma davası korkularından sıyrılan AKP, Türkiye’ye yeni, sivil ve demokratik bir anayasa yapıp ülkeyi demokrasi yarışında bir üst lige çıkartmak yerine parti devletini inşa etmeyi tercih etti. Tek adamın, kimin kaç çocuk sahibi olacağından hangi alfabenin zorunlu olarak ne kadar öğrenileceğine, hangi bankanın batırılıp hangisinin yaşatılacağına ve Taksim’de inşa edilecek AVM’nin bile ayrıntılarına kadar her şeye karar verebilen “milli irade“ kültü üretildi. Demokrasilerin olmazsa olmazları olan denge, denetim mekanizmaları ısrarla ‘yeni Türkiye’nin inşasında bir ayak bağı olarak lanse edildi. “Milli irade’nin” adeta ilahlaştırılan, hiçbir kurum tarafından fiilen denetlenemeyen, sorgulanamayan, eleştirilemeyen ve günah işleme özgürlüğü bile olan karanlık gölgesi tüm ülkeyi kapladı.

AKP’nin “oligarşik dar kadrosu” şimdi bir adım öteye geçerek başkanlık sistemi kılıfı ile mevcut otoriter yapıya anayasal meşruiyet kazandırmak istiyor. Erdoğan’ın yakın ve güvenilir kurmaylarının talep ettiği sistemi siyaset bilimi literatüründe demokratik bir başkanlık sistemi olarak anlayıp kavramsallaştırmamız imkânsız. AKP’nin teklifine illa bir sistem adı koymamız gerekirse, Aksaray muktedirine layık görülen bu teklife ‘başkan’ sistemi diyebiliriz. Ankara’nın son yasama performansını sert bir şekilde eleştiren AB, uluslararası tarafsız, bağımsız kurum ve kuruluşlar şüphesiz denge denetim, senato gibi yapılardan arındırılmış, tek adam yönetimini önceleyen “başkan sistemi“ talebine de büyük şüphe ve endişe ile bakmaktadır. Önde gelen Ortadoğu uzmanlarından Dr. Steven A. Cook, geçen ay verdiği bir mülakatta “Türkiye artık bir demokrasi değil.” ifadesini bile kullandı. Dolayısı ile içeride demokratik ve evrensel değerlerden uzaklaşan Ankara’nın küresel meşruiyeti olan güçlü bir dış politika inşa etmesi artık mümkün görünmemektedir. Çok partili sisteme geçmeden NATO’ya bile kabul edilmeyen Türkiye’nin halihazırdaki AKP tercihleri ile üst düzey ve önemli bir partner olarak muhatap kabul edilmesi mümkün değildir. Nitekim Almanya’nın “Evet, Ankara’yı dinlerdik.” itirafını yaparken Türkiye’yi İngiltere ve Fransa gibi demokrasilerle eşdeğer bir partner görmediklerini ifade etmeleri, küresel siyasette AKP karar alıcılarına hangi zaviyeden bakıldığını gösteren önemli bir veridir.

AB normları yerine AKP normları

Türkiye’nin AKP yönetimindeki dış politikasını cazip, sempatik ve meşru kılan faktörler nelerdi? İçeride sürekli yeni açılım ve reformlarla demokratikleşen ve iktisadî olarak güçlenen Ankara, dış politikada da komşularının iç işlerine karışmadan, karşılıklı olarak vizeleri kaldırıp ikili ilişkilerin ivmesini sürekli artırıp, buna paralel olarak da AB yolunda emin adımlarla ilerliyordu. “Bizi AB’ye almasalar bile Kopenhag Kriterleri’ni, Ankara kriteri yapar yolumuza devam ederiz.” sözünden dönen AKP, Batılı elitlerin en büyük endişesini haklı çıkarmakta gecikmemiş oldu. Erdoğan’ın AB normlarına inanmadığını ve sadece askerî vesayeti yıkmak için reformları kullanıp işi bittiğinde ise kapıları Brüksel’e kapatacağını iddia edenler haklı çıktı. “Demokrasi bir araçtır, gideceğim yere vardıktan sonra inerim” felsefesi haricinde AKP’nin dış politikada yalnızlaşma ivmesini artıran ikinci büyük hatayı Arap Baharı denilen süreci yanlış okuyarak yaptı. Erdoğan ve kurmayları bu önemli fırsatı Ortadoğu’nun demokratikleşmesi yerine, İhvan-ı Müslimin hareketi vasıtası ile AKP gözetiminde yeniden yapılandırılması olarak algılamıştır. AB normlarını bölgeye Müslüman nüfusu ile demokratikleşen “model” olarak taşıma ihtimali olan Türkiye, içeride ikame etmeye çalıştığı “parti devleti” yapısını Müslüman Kardeşler vasıtası ile Mısır, Tunus ve Suriye’ye ihraç etmeye çalıştı. Geliyorum, diyen Mısır darbesini, Esed’in devrilmeyeceğini, iki milyona yakın sığınmacıyı kabul etmek zorunda kalacağını, Libya’da bir devlet bile kalmayacağını, bölgede IŞİD’in devlet olma yolunda ilerleyeceğini, PKK’nın PYD eli ile artık toprak yani devletçik sahibi olacağını ve diğer kötü senaryoları tüm ikaz ve uyarılara rağmen AKP’nin oligarşik dar kadrosu görmek istemedi. AKP elitleri kendilerini öylesine büyük bir aşk ve emperyal ruhla Arap Baharı sürecine kaptırdılar ki, Ortadoğu’da izinleri olmadan yaprak bile kımıldamayacağına kendilerini inandırdılar. Partiye çok yakın ve her şeyi herkesten “iyi bilen“ uzmanlarının makale ve ifadeleri gelecek kuşaklara ibret vererek hizmet etmesi açısından en kısa süre içinde yüksek lisans tezi olarak çalışılmalıdır. Deve kuşu gibi başını kuma gömen Türkiye o kadar yalnızlaştı ve o kadar çaresiz kaldı ki, artık her açıdan görünür olan bu kıpkırmızı tabloyu “değerli yalnızlık” sinyali akabinde “yalnızız lakin umursamıyoruz” çıkışı ile itiraf etmek zorunda kalındı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Yalnızız ama bunu umursamıyoruz. Dünya liderleri bizi kıskanıyor.” ifadeleri dış politikanın yolun sonuna geldiğinin itirafıdır. AKP’nin yalnızlık itirafı yanlışlarını kabul eden bir geri adımdan ziyade günü kurtarmaya yönelik ön alıcı hamlelerden müteşekkil olduğu anlaşılıyor.

AKP’nin karar alıcılarının hatalarından en büyük kazancı, içeride PKK dışarıda ise İran sağladı. Tahran ve PKK tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar meşru, güçlü ve küresel güçler için partner olabilecek kadar sempatik bir konuma terfi etti. IŞİD tehdidine karşı her iki yapı da küresel güçlerin çözüm ortağı olabileceklerini açıkça ifade etmeleri, Ortadoğu’da rüzgârların bu iki aktörün yelkenine doğru yönlendirilmesine vesile oldu. Ankara’nın yalnızlığı kadar bölgede rekabet ve çatışma içinde olduğu iki aktörün yıldızının parlaması, dış politikamızın gelecek perspektifini çok daha dramatik bir boyuta taşıyor.

Türkiye’nin ‘kıskanılan’ yalnızlığı

Mevcut jeopolitik konumu ile Türkiye, tüm dünya aktörlerinin mutlaka irtibat halinde kalmak isteyeceği bir aktör olduğunu hemen herkes kabul etmektedir. Jeopolitik öneminin üstüne çıkıp küresel projelerde önemli bir karar alıcı olarak kabul edilmemiz için Türkiye’nin içeride demokratikleşme adına büyük adımlar atıp değerler ve ilkeler üstünden dünyanın önde gelen aktörleri ile aynı ligde olduğunu göstermesi gerekiyor. Yolsuzluklara bulaşmış, yargı sistemini evrensel değerlerden uzaklaştırmış, şeffaf olmayan, denetlenemeyen bir yapı ile Ankara’nın dış politikada bir adım daha öteye gidebilmesi mümkün değildir. Dolayısı ile içeride “parti devleti” kurup her şeyi denetleyen ve kontrol eden bunun üstüne de kimseye hesap vermeyen yapısı ile AKP karar alıcılarının Türkiye’yi dış politikada daha iyi bir yere taşıma ihtimali bulunmamaktadır. Türkiye’nin yaşadığı yalnızlık, ülkeden ziyade AKP’nin kaderidir ve bu çizgiden uzaklaşmak için önce AKP ya da iktidarın değişmesi gerekmektedir.

İçeride her geçen gün demokrasiden uzaklaşarak merkezinde MİT’in olduğu güvenlik devleti inşası ile evrensel değerler ve dünyadan uzaklaşan AKP elitlerinin girdikleri bu yanlış yoldan dönmeden içine düştükleri dramatik yalnızlıktan kurtulmaları mümkün görünmüyor. Türkiye’yi çıkmaz bir sokağa mahkûm eden aktörlerin imajı tahminimizin çok daha ötesinde olumsuz bir zaviyede seyrediyor. Önemli başkentlerden edindiğim izlenim, gelişmiş demokrasi liderlerinin karar alıcılarımızla aynı karede görünmemek için gayret sarf edecekleri bir noktaya geldiklerini düşünüyorum. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi jeopolitik kumaşından diktiği deli gömleği ile kendisini içeriye hapseden Türkiye’nin bu garip kıyafeti ile üst düzey bir baloda dans etmeye çalışması trajikomik bir sahnedir. ‘Yalnızız ama umursamıyoruz’ itirafı, öncelikle “İçeride otoriterleşmeye devam edeceğiz, dış politikada kaybettiklerimiz, ülkenin imajı ve küresel çıkarlarımız umurumuzda bile değil.” anlamına geliyor. Israrla otoriterleşen ve maalesef girdiği bu yanlış yoldan geri dönme şansı bile bulunmayan Ankara, ülkeyi her geçen gün derin bir uçurumun eşiğine doğru sürüklüyor. Türkiye’nin gerek iç gerekse dış politikada içinde bulunduğu durumu kıskanan aklı başında tek bir gelişmiş demokrasi liderinin olduğunu düşünebiliyor musunuz? İddia edildiği gibi dünya liderleri gerçekten bizi kıskanıyorsa gezegenimizin yakın geleceğinden endişe etmeliyiz.

Ziyaret -> Toplam : 125,24 M - Bugn : 129717

ulkucudunya@ulkucudunya.com