AK Parti neyi kaybetti?
Abdülhamit Bilici 01 Ocak 1970
Haber Türk’teki Karşıt Görüş programında iktidarı temsil eden üç ismin Kabataş yalanını savunamayarak kaçmak zorunda kalması, 1990’larda uykusuz kalarak izlediğimiz tartışma programlarını hatırlattı.
Eskiden farklı siyasi çizgilerin fikirleri, gazete ve dergilerden takip edilir ama bunlar dar bir çevrede kalır, kitlelere ulaşması pek kolay olmazdı. Çünkü o zamanlar internet yoktu, radyo-televizyon da devlet tekelindeydi.
Rahmetli Özal’ın öncülük ettiği en önemli reformlardan biri olan yayıncılıkta devlet tekelinin bitirilmesiyle özel televizyon ve radyolar hayatımıza girdi. Anayasaya rağmen atılan bu adım sayesinde halk ilk kez farklı fikirlerden kolayca haberdar olmaya başladı. Dinamit, Kırmızı Koltuk, Siyaset Meydanı gibi tartışma programları, tabu sayılan pek çok konunun heyecanla tartışıldığı platformlardı.
Muhafazakâr çevreyi bugünkü merkezî konuma taşıyan süreçte, statükocu ve laik elitlerle ilk kez eşit şartlarda yapılan fikir düellolarının önemli payı vardır. Her tartışma programında muhafazakar, demokrat veya İslamcı isimler karşısında çağdaşlığı ve rejimi temsil eden elitlerin pulları biraz daha dökülüyordu. Şüphesiz eskiden dünyada geçerli fikirleri, üstün değerleri onlar biliyor, “makbul” değerleri onlar belirliyordu. Ama uzun zamandır iktidarda olmanın rehavetiyle kendilerini yenileyememiş, dünyadan kopmuşlardı. Aksine dünün zencileri ise dünyaya açılmış, yeni dünyada geçerli değerlerden, demokrasiden, insan haklarından bahsediyorlardı. Öncekilerin modası geçmiş, buyurgan fikirleri karşısında hemen her tartışmadan galip çıkıyorlardı.
Önce Özal’lı ANAP’ın temsil ettiği, sonra AKP’nin üstlendiği dinî değerlerle barışık ama dünyaya açık demokrat çizgi, entelektüel ve evrensel değerlerle örtüştüğü için öne çıkmıştı. “Devlet” karşısında zayıf olsa da gücünü, evrensel bağlamda haklı bir pozisyonu temsil etmekten alıyordu. Bu çizgisini devam ettirdikçe de önü açıktı. Üstelik bu çizgi, ülkenin demokratikleşip zenginleşmesine ve dünyayla bütünleşmesine yarıyordu.
AKP’nin 3 temsilcisinin bir tartışma programından kaçmak zorunda kalması, bu entelektüel ve ahlakî meşruiyeti kaybetmiş olmanın doğal sonucu. Son dönemde benzer tartışma programlarında, iktidar pozisyonunu savunmanın ne kadar güçleştiğini herkes görüyor. Lider düzeyindekiler, eşitleri ile gerçek gazetecilerin katıldığı böyle programlarına epey zamandır çıkmıyor. Tenezzül edip katılan iktidar temsilcilerinin çoğu ise iktidar kibriyle rakiplerini ezme gibi sevimsiz durumlara düşmekte. Ya da demokratik dünyadan referans vermek yerine, eski elitlerin yaptığı gibi “dünya bize düşman” tarzı komplo teorilerine sarılmaktalar.
İktidarın bozucu ve rehavete sürükleyici etkisiyle ahlakî ve entelektüel üstünlüğünü yitiren bir duruşu savunmak çok güç. Halbuki aynı iktidar, 2010’a kadar “eski” devlet karşısında çok güçsüzdü. Darbe teşebbüsü ve parti kapatma gibi baskılara maruzdu. Ama demokratik çizgisi nedeniyle ahlakî ve ideolojik açıdan içte ve dışta güçlü bir meşruiyet ve desteğe sahipti. Şimdi ise tüm devlet elinde olmasına rağmen o demokratik meşruiyeti temsil etmediği, evrensel değerlerden uzaklaştığı için zayıf ve kırılgan.
Kabataş yalanını köpürten bir ismin avukatı bile iddianın “düzmece” olduğunu söylemesine ve yalana aracı olan birçok gazetecinin kamuoyundan özür dilemesine rağmen o yalanı savunmaya kalkmak; tüm muhalefetin, Prof. Adem Sözüer gibi iktidara yakın olanlar dahil tüm saygın hukukçuların yanlış dediği, demokratik dünyada örneği olmayan ve ülkeyi polis devletine dönüştürecek Güvenlik Paketi’ni savunmak; ağzını açan gazeteciyi susturmaya çalışmak, doğruyu söyleyen herkese hain demek, Doğu’da ve Batı’da ülkenin itibarı hızla erirken demokratik dünyanın tepkilerini kıskançlığa bağlayıp umursamadığını söylemek, yolsuzlukların üzerine gitmek yerine darbe diyerek üstünü örtmek gibi birçok tuhaflık, ahlakî ve entelektüel meşruiyetin kaybedildiğinin açık göstergeleri.
Uyduruk Sümeyye suikastı iddiası, bitmeyen yalan, iftira ve hakaretler, din ve tarihî değerlerin sömürülmesi, farklı düşünen herkesi hedef alan polisiye tedbirler, aslında bu meşruiyet kaybının yol açtığı açığı gidermeye dönük nafile bir çabadan ibaret. Asıl sorunu görmedikçe bu yol, sorumluların suç/günah galerisini artırmak ve ülkeye daha çok zarar vermekten başka işe yaramaz. Kanser keşke yara bandıyla tedavi edilebilseydi!