“Bir iyi insan vefat edince onun arkasından üzülmeyin, onu kaybeden topluma üzülün” Farabi
Bir Abide Şahsiyet;
Bir insanın kendinden beklenenleri yapacak, beklenmeyenleri ise, hiçbir zaman yapmayacak şekilde organize olmuş ruh ve beden yapısı sahipliğine şahsiyet (kişilik) diyoruz. Şahsiyet, oluşumunu tamamlamış bir benlik ve kimlik toplamıdır.
Şahsiyet, kazandığı değer ve davranışlarla yapılandırdığı duygularıyla, düşünceler arasında anlamlı ve sürekli bir diyalog kurabilen, kendinden beklenenleri elinden geldiği ölçüde yapan, kendinden beklenmeyenleri hiçbir şart altında yapmayan, kendi içinde bütünlüğe kavuşmuş insandır.
Hem tek tek kişilerin hem de topluluk ve toplumların benliğini, kişiliğini kuran veya geliştiren unsurlardan en önemlisi şahsiyetlerdir.
Toplumlar şahsiyetlerin üzerinde taşınan birer özel dünyadır. Toplumların tarih içinde aldıkları yer ve tesirleri, yetiştirdikleri etkili şahsiyetlerin nüfuzu ile doğru orantılıdır.
Şahsiyetler tarihin ruhundan aldıkları ilhamla yönetim, askerlik, edebiyat, fikir-sanat, ticaret ve bilim alanlarında öncülük yapan kişilerdir.
Şahsiyetler insanlara, duygusu, düşüncesi ve davranışıyla öncülük ve önderlik ederken, gerekiyorsa canını ortaya koyarken, geniş kitlelerden farklı olduğunu bilir. Tarihin ruhuna karşı sorumluluk duygusuyla, sağlığını, huzurunu, maddi hayatını yeterince düşünmeyen hatta hiçe sayan şahsiyetler, kalabalıklar ortasında bile derin bir yalnızlık içerisinde yaşarlar.
Şahsiyetlerin yalnızlığına ve her şeyden vazgeçmesine sebep olan onlardaki bütünlüktür. Şahsiyetler, iç bütünlükleri tamamlanmış kimselerdir.
Büyük şahsiyetler tarihin ruhuna, toprağın altındaki uğultuya kulak kabartabilen, Milletin öz benliğine sahip çıkarak milli kıyama hazırlanması için önderlik eden insanlardır.
Yine insanlar vardır ki, ulu çınarlar misali, ona yaklaşmaya başladığınızda ne kadar heybetli olduğunu görürsünüz. Bu heybeti sadece boyundan posundan değil duruşundan, vakarından, ilmi ile amil yaşayışından, her şart altında hakk ve hakikatin savunucusu oluşundan, müstesna ahlâk ve karakterinden kaynaklanmaktadır.
Şahsiyet sahibi olmak, ahlâk ile kazanılan bir mücadeledir. Ahlâklı olmak ise her şeyden önce “cesaret” ve “dirayet” de gerektiren, oldukça muhataralı bir inşa sürecidir. Çünkü bir ahlak içinde bir şahsiyet inşa etmek ve icapları hususunda kararlı olmak dünyanın her yerinde, tarihin her devrinde “mütehakkim statüko” mensupları tarafından bir “tehdit” olarak algılanmıştır.
Orhan Türkdoğan Hocamız da bu ahlak, inanç, ideal ve ülkü içinde yoğrulmuş; vatana, millete sahip çıkmak için hiçbir şeyden çekinmeden hayatını bu yolda amade kılmış bu “abide şahsiyet”lerdendi.
O, Türk-İslam fikrinin cihanşümul bir dava olduğunu yazan, anlatan ve aydınlatan, tarihi bir bilgeydi. Duruşu, tavrı ve edasıyla insana güven veren müstesna bir kişiliğe sahipti.
Genç nesillerin Orhan Türkdoğan Hoca ve benzerleri gibi, milli şahsiyetlerin elinde yoğrulma imkanını bulmasını tarih ve talihin bu nesillere bahşetmesi olarak görmek lazımdır. Bu insanlar yeni nesiller üzerinde daha tanışmadan bile büyük tesirler icra ediyorlar, onların insan, millet, dünya, kâinat, din, yaratılan, yaratan hakkındaki düşüncelerinin sağlıklı bir istikamet kazanmasında önemli roller oynuyorlardı.
Orhan Türkdoğan Hoca ve benzeri Türk milliyetçisi alimler bizzat yüksek Türk kültürünün bütün değerlerini üzerinde taşıyan abide şahsiyetlerdi. Bir ayakları tarihte ve bir ayakları gelecekte, geçmişin ve çağın kıymet hükümlerini kavramış, yaşamış, yeni nesillere örnek olmuş, her insana değer veren ve onları yüce Allah’ın bir emaneti olarak gören abide şahsiyetlerdi.
Bizler Orhan Türkdoğan Hoca ve benzerlerinden öğrendik ki bilgi eğer vatan sevgisiyle yoğrulmazsa kısır kalır ve aynı derecede vatan sevgisi bilim ve bilgiyle silahlanırsa bizi, biz kurtarabiliriz. Bizler gördük ve öğrendik ki büyüklerimiz bizim geleceğe doğru yürüdüğümüz yolda beyin ve kalbimizin gücüdürler.
Anladık ki çoğu insan akademik yüksek tahsil alabilir, çoğu insan büyük iddialarda bulunabilir ama her insan nesilleri aynı davada birleştirebilecek kadar vatan sevgisini bunca mütevazı ve muhteşem yaşayabilemez. Çünkü Türkdoğan Hoca ve benzerleri kendi alanlarında üstad oldukları kadar vatan sevgisinin de üstadıdırlar…
Orhan Türkdoğan Hoca öğrenciliğinin ilk yıllarında tanıdığı Remzi Oğuz Arık’ın mücadele üslubundan çok etkilenmişti. Nurettin Topçu “Millet Mistikleri” isimli kitabında Arık’ı anlatırken onun eşine imzaladığı bir fotoğrafının üzerine yazdığı “Bütün bir ömrü bir cephedeymiş gibi geçireceğiz aziz eşim” ifadesini nakleder.
O büyük mücadele adamından etkilenen Türkdoğan Hoca da ilim aleminde bütün bir ömrünü bir cephedeymiş gibi geçirmiştir. Onun en büyük hasımları cehalet, ideolojik bağnazlık ve Türk düşmanlığı idi. Orhan Hoca’nın bu büyük mücadeledeki cephanesi ise sağlam karakteri, yüksek ahlakı, ilim aşkı ile kalemiyle kelamı idi... Kendisine düşman olanlara bile bu silahlarla cevap verirdi.
Türkdoğan Hoca ve benzerleri, kimliksiz bireylerle, fikri sefalete düşmüş bir düşünceyle, toplumsal cinnete mahkûm edilmiş bir yapıyla mücadele ederken ömürleri boyunca hep dik durmuş, sadece alemlerin Rabbine kulluk şuuruyla hareket etmiştir. Hiçbir dünyalık için, mevki-makam için, hiçbir faninin önünde eğilmemiştir.
Türkdoğan Hoca ve benzerleri, sağ partilerin iktidarlarında devlet imkanlarından yararlanıp, durumunu sağlamlaştırıp makam-mansıp sahibi olmak yerine Türk milletinin meseleleriyle dertlenip, milletimizin geleceğini emanet edeceği talebelerin milli tarih şuuru doğrultusunda ve çağdaş bilgilerle donanmış olarak yetişmelerine ağırlık vermişlerdir.
Devam edeceğiz…
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.