Türklük ve Türk Dünyası denince, hemen aklımıza gelmesi gereken fikir adamlarından birisi de Hüseyin Nihal ATSIZ’dır. Türk Dünyasında onun gibi Türklüğe his ve heyecan veren fikir ve dava adamları çok az yetişmiştir.
Atsız’a göre; Bir milletin yürütücü kuvvetine “ülkü” denir. Toplumlardaki kişileri birbirine bağlayan nesne, sadece kök birliği, çıkar ve ihtiyaç değil, bunlarla birlikte ve aynı zamanda ülküdür. Ülküsüz topluluk yerinde sayan, ülkülü topluluk yürüyen bir yığındır. Sözlük anlamı “and” ve “uzak hedef” demek olan “ülkü”, topluluğu aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler. Ülkü, ilkönce, insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, şuuraltında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamle sırasında da ülkülü millet, kahramanlar ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür; önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.
Türk destanlarından çıkan anlama göre, Türklerin ülküsü, fetihler sonunda büyük ve üstün bir devlet kurarak bu devletin içinde bolluğa ve mutluluğa kavuşmaktır. Aşağı yukarı, her millet, aynı şekildeki milli gayelerin ardındadır. Milletlerin çapına, kabiliyetine göre milli ülkülerin ayrıntılarında farklar olmakla beraber, ana çizgiler bakımından hepsi birbirine benzer: Büyümek ve rahatlığa kavuşmak!
Türkler, kendi ülkülerine niçin “Kızılelma” demiştir, bunun sebebini bilmiyoruz. Yalnız bu addaki saflık ve tabiilik, Türk ülküsünün çok eski olduğunu göstermek bakımından manalıdır. Kızılelma adı, ülkünün aydınlardan önce halk arasında doğduğunu gösterse gerektir.
Kızılelma, Türk milletinin manevi besinidir. Açlar yiyecek bulamadıkları zaman nasıl faydasız, zararlı, hatta zehirli nesneleri yerlerse; Türk milleti de “Kızılelma” kendisine yasak edildiği için Marksizm ve kozmopolitizm gibi zararlı ve zehirli fikirlere el uzatıyor. Fakat artık bu devir kapanmıştır. Gittikçe uyanan milli şuur karşısında gafiller ve hainler, Türk milletini daha çok aldatamayacaklardır. Kızılelma’nın yolunu kapatamayacaklardır (Atsız, 1997, s. 11-15).
Atsız, ülkü ve Kızılelma kavramlarını açıkladıktan sonra şöyle devam eder:
Ziya Gökalp’ın mısraları düsturumuz olacaktır: Demez taş, kaya, Yürürüz yaya… Türküz, gideriz Kızılelmaya. (Atsız, 1997, s. 11-15).
Bazı iddiaların aksine Atsız, samimi bir Müslüman’dır. Atsız, Türk düşmanlarına karşı mücadele ettiği gibi İslâm düşmanları ile de mücadele etmiştir.
Nihal Atsız’a göre: ”Milleti yapan unsurlardan birisi de din olduğuna göre Türklerin dini üzerinde de durmaya mecburuz. Hiç şüphe yok ki Türklerin dini Müslümanlıktır. Eski dinimiz olan Şamanlık’tan da bazı unsurlar alarak bir Türk Müslümanlığı haline gelen bu din, on asırdan beri bizim millî dinimiz olmuştur (Atsız,1997, s.101; Orkun, 18 Ocak 1952, s.68).
Atsız, sayıları az da olsa Müslüman olmayan Türkleri Türk saymamak fikrinin yanlış olduğuna ve onları Türklükten çıkarmak gibi bir hakkımız olmadığına ve onlarında zaman içerisinde severek ve isteyerek İslamlaşacağına dikkat çeker ve şöyle der:
“ Bununla beraber Türk olmak için, mutlaka Müslüman olmaya lüzum yoktur. Çünkü bu günkü Türkler arasında birkaç yüz bin şaman, birkaç yüz bin Hıristiyan ve hatta birkaç yüz bin Mûsevî Türk (Karayımlar) de vardır. Din ayrılığı yüzünden bunları Türklükten çıkarmaya hakkımız yoktur. Zaten, Hıristiyan Türkler olan Gagavuzların Türkiye’de yerleşenleri, çoğunlukla Müslüman olmuşlardır. Onlar bunu, Türklüğün vazgeçilmez bir şartı saydıkları için yapmışlardır. Öyle görülüyor ki bir Türk birliği gerçekleştiği takdirde bütün bu Şamanî ve Hıristiyan Türkler Müslüman olacaklardır” (Atsız,1997, s.101; Orkun, 18 Ocak 1952, s.68).
Atsız’a göre; “Müslümanlık, temeli atılmış, büyük bilginlerini yetiştirmiş, tedvin olunmuş bir dindir” (Atsız, Ötüken, 7 Mart 1964, s.109).
“Müslümanlık başka din erbabına zulmü terviç etmezse de ‘Hak din İslamiyet’tir’ düsturu ile bu meseleyi kesin şekilde çözüp atar” (Atsız, Ötüken, 1969, s.64).
“Türkler, 11. yüzyılın ortasından Kurtuluş Savaşının sonuna kadar da tek başlarına İslam dünyasının önderi ve savunucusu olmuşlardır” (Atsız. Ötüken, 17 Nisan 1964, s.4).
”Tanrı inancı ve dolayısıyla din, fert olarak da millet olarak da vazgeçilmez manevî ve ahlakî büyük bir dayanaktır. Bu sebeple, bugünkü Türk dünyasının dayandığı iki esaslı temelden birisini teşkil eden İslam dininin, millî varlığımızın ayrılmaz bir parçası olduğuna inanıyoruz” (Atsız, Orkun, Şubat 1962, s.1).
Atsız, İslam düşmanlarının Müslümanları gerici olarak yaftalamasına da şiddetle tepki koyar ve şöyle der: ”Gelenek, mazi, din lüzumludur mu dedin? Gericiliği yapıştıracaktır” (Atsız, Ötüken, 14 Kasım 1964, s.11).
Atsız’ın İslam düşmanlarına karşı tepkisi de çok sert olmuştur:
Mesela Eflatun Cem Güney adlı bir İslam düşmanının Müslüman Türk çocuklarının Allah inancını yok etmek için yazdığı, Allah kavramıyla alay eden “Nar Tanesi” adlı kitabını sert biçimde eleştirir ve şöyle der:
“Ey bu topraklar için Allah Allah! Diye bağırarak can verenlerin soyundan gelenler! Ey dokuz asırdır Allah uğrunda gaza edenlerin nesilleri! Körpe beyinleri yeni yeni uyanan yavrularımıza, bu kızıl düzenler ve dolanlarla, Tanrı’nın ne yolda tahayyül (hayal) ettirildiğini görüyorsunuz. Aldanmayın. Maksat Türk cemiyetinin temel dayanaklarından biri olan Allah fikrini yıkmaktır. Allah düşüncesi, yurt ve millet sevgi, ahlak duygusu ve aile bağları yıkıldıktan sonra geriye ne kalır? Her yabancı istilayı kabule hazır, hayvanlaşmış bir yığın” (Atsız, Altın Işık, 15 Mart 1947, s.3).
Merhum Nihal Atsız, kendi döneminde Türk’ün millî ve dinî değerleriyle alay edenlere de şiddetli bir tepki koyar ve şöyle der:
”Bayrakla alay edemezsin. Millî tarihle eğlenemezsin. Kur’an’ı mizah konusu yapamazsın. Aile namusunu hiçe sayamazsın. Bunlar millî mukaddesattandır (kutsallarımızdandır). Millî mukaddesatı olmayan millet, millet değil hayvan sürüsüdür” (Atsız, Ötüken, Nisan 1968, s.52).
Atsız, Komünist bir tarih öğretmenini şöyle eleştirir: ”Sinsi sinsi dinle de alay ederek manevi bağlardan birini daha baltalamaya çalışır” (Atsız, Ötüken dergisi, 12 Ekim 1965, s.22).
“Ayasofya'ya İmam Olmak İsterdim” Diyen Adam
Altan Deliorman “Tanıdığım Atsız” kitabında belirttiğine göre Atsız’a, “Dünyaya tekrar gelecek olsaydınız, ne olmak isterdiniz?” sorusunu yöneltir. Atsız bu soruya “Dünyaya bir daha gelsem Ayasofya imamı olmak isterdim” diye cevap verir (http://59haber.com/kose-yazilari/ayasofya-6651.html)
NİHAL ATSIZ HİÇ BİR ZAMAN IRKÇI VE KAFATASÇI OLMAMIŞTIR
Atsız’ı ırkçı olarak lanse edenlerin aksine, Atsız, Türkçülüğün ırkçılık ve kafatasçılık olmadığına dikkat çeker ve şöyle der:
“Kafatasçılığın ise, Türkçülükle, uzak yakın hiçbir ilgisi ve ilişiği yoktur. Bir müddetten beri fikir piyasasında kullanılmakta olan kafatasçılık, antropoloji denilen bilim dalının, yerli kızıllar tarafından Türkçeye çevrilmiş adıdır. Türkiye’de antropolojik (yani kafatasçı!) hareketler ve çalışmalar Atatürk zamanında olmuştur. Bugün dahi var olan Antropoloji Enstitüsü’nü kurduran da Atatürk’tür. Yapılan kazılarla yer altından çıkarılan kafataslarının ölçülüp bundan neticeler çıkarılmaya çalışması da Atatürk devrinin hareketlerindendir. Yine okullarda çocukların kafalarının, çeşitli şekillerde ölçüye vurulması da o devrin antropolojik çalışmaları arasındadır. Buna göre Türkçülükte Nazizm, diktatörlük ve kafatasçılık aramak bu gerçeklerden haberi olmamanın ve kızıllarla diğer Türklük düşmanları tarafından uydurulan yalanlara inanmanın neticesidir (Atsız, H.N. 1997,132).
Atsız da Türkeş gibi, milliyetçiliği reddeden bir “dincilik” anlayışına ve İslamiyet’e düşman bir milliyetçilik/Türkçülük anlayışı karşıdır (Atsız, 1997, s. 56). Şu gerçeği hiçbir zaman unutmayalım ki İslâm dini milletleri imhâ etmek için değil, ihyâ etmek için gönderilmiştir.
Ziya Gökalp, Türkçülüğü, “Türk milletini yükseltmektir” (Gökalp, 1996,s.21) şeklinde tarif ederken; Bu tanımı daha da genişleten Nihâl Atsız “Türkçülük, büyük Türkeli’nde Türk uruğunun kayıtsız şartsız hâkimiyeti ve istiklâli ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür” (Atsız,1997, s.29) şeklinde tarif etmiştir.
Büyük dava adamı Atsız, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy ve Gök Sultan dediği Ulu Hakan Abdül Hamid Han hakkında da şöyle der:
“Mehmet Akif’in İslamcı olmasını kusur diye öne sürüyorlar. İslamcılık dünün en kuvvetli seciyesi ve en yüksek ülküsü idi. Bugünkü Türkçülük ne ise dünkü İslamcılık da o idi. Esasen İslamcılık Osmanlı Türklerinin milli mefkuresiydi. On dördüncü asırdan beri Türklerden başka hiçbir Müslüman millet, ne Araplar, ne Acemler, ne de Hintliler İslamcılık mefkuresi gütmüş değillerdir. Bir Osmanlı şairi olan Akif’te milli mefkure kemaline ermiş, fakat yeni bir milli mefkurenin doğuş zamanına rastladığı için geri ve aykırı görünmüştür.
Mazide yaşayanların fikir ve mefkureleri bize aykırı gelse bile onları zaman ve mekan şartları içinde mütalaa ettiğimiz zaman haklarını teslim etmemek küçüklüğüne düşmemeliyiz.” ATSIZ, Kızılelma, 1947, Sayı: 9)
“Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişahı katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.
Sultan Hamid, kızıl değil, “Gök Sultan”dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır. (Atsız, 1956, Ocak, 11. Sayı)
Atsız, Turancılığı sadece kültürel bir birlik olarak görülmesine de karşı çıkmış ve siyasi birlik olmadan kültürel birlik olmaz demiştir.
Turancılığın kültürel bir birlik mi siyasi bir birlik mi olması gerektiği 1918 tarihli Türk Ocağı genel kurulunda tartışılmış (Önen: 2003) Burada Halide Edip’ın de yer aldığı bir gurup Türkiye’nin mevcut gücünün dış Türklerin siyasi birliği ile birebir ilgilenmeye yetmeyeceği gibi bir tespitle bu topluluklarla ancak “hars (kültür) birliği” kurulması düşüncesini savunuyordu.
Bu düşünce sonraları özellikle Sovyet gücü karşısında haklılık kazanmış gibi gözükse de Atsız “siyasi birlik” olmadan “kültürel birliğin de olamayacağı düşüncesini savunmuştur. “Büyümek düşüncesi asil bir düşüncedir” diyerek de Turan’ın Türkler için son durak olmadığına işaret ediyor olsa gerektir. “Bizim için en kutlu hedef Turancılıktır. ‘Eskiden nasıl bir idiysek yine birleşeceğiz’ diye kendisini bir ülküye adamaktan daha kutlu ne olabilir? Bütün Türkleri birleştirmek hakkımız ve görevimizdir. Bizden zorla koparılanı zorla geri almak adaleti yerine getirmektir. Turancılık bir büyüklük düşüncesidir. Büyüklük düşüncesi asil bir düşüncedir” (Atsız, 2010, s. 51)” Atsız’an göre; Türkçüler için İzmir’i kurtarmak üzere yapılan savaşla Kıbrıs’ı, Kerkük veya Azerbaycan’ı, Türkistan’ı kurtarmak için yapılacak savaşlar arasında hiçbir fark yoktur. (Atsız, 1997, s. 131)
Atsız’ın Turancılığı, siyasi bir birlik olarak görme düşüncesinin doğruluğu, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra önce Türk Keneşi’nin, ardından Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurulması ile ortaya çıkmıştır.
KAYNAKLAR:
Atsız, H. N. (2010), Türk Tarihinde Meseleler, 5. Baskı, Ötüken yayını.
Atsız, H.N. (1956) Ocak Dergisi, 11. Sayı, 11 Mayıs 1956
Atsız, H.N. (1947), Kızılelma, 1. Sayı 31 Ekim 1947.
Atsız, H.N. 1997, Türk Ülküsü. İrfan Yayımcılık
Atsız, H.N. (1952) Orkun dergisi, 18 Ocak 1952.
Atsız, H.N. (1964) Ötüken dergisi, 7 Mart 1964.
Atsız. H.N. Ötüken dergisi, 17 Nisan 1964,
Atsız, H. N. Orkun dergisi, Şubat 1962,
Atsız, H. N. Ötüken dergisi, 14 Kasım 1964,
Atsız, H. N. Altın Işık, 15 Mart 1947,
Atsız, H. N. Orkun dergisi, 1951,
Atsız, Ötüken dergisi, Nisan 1968,
Atsız, Ötüken dergisi, 12 Ekim 1965,
http://59haber.com/kose-yazilari/ayasofya-6651.html.
Gökalp, Türkçülüğün Esasları, 1996
Önen, N. (2003). Turancı Hareketler: Macaristan Ve Türkiye (1910-1944).Doktora Tezi. Ankara- https://dspace.ankara.edu.tr
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.