« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

15 Şub

2021

EVLATLARININ AĞZINDAN; `BAŞBUĞ TÜRKEŞ`

15 Şubat 2021

İlk tanıtımımız, kitap analizimiz M. Metin Kaplan'ın son kitabı olan "Başbuğ Türkeş" kitabı üzerine olacak. Bukan Yayınlarından çıkmış bu kitabı yayınlandığı 2019 yılında alıp okudum ama değerlendirme ve analiz yapmamız bu güne kısmetmiş. M. Metin Kaplan'dan daha önce Teşkilat ve İdare, Ülkücü Dünya Görüşü, Ülkücü Dünya Görüşü 2, Matruşka/Kurşun Adres Sormaz, Corps/Sarı-Kırmızı-Yeşil, Desise/Abdi İpekçi Suikastı, Fent/Orgeneral Eşref Bitlis Suikastı adlı kitapları da okumuştuk. "Başbuğ Türkeş" Kitabı 1980 öncesi Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmış Genel Başkanlar ile yapılan röportaj çözümlemelerinden oluşuyor. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu kitabın yayınlandığı Kasım/2019 yılından 10 yıl önce elim bir kaza sonucu rahmetlik olduğu için görüşlerini koyamamış, ancak hatırası yaşasın diye ayrı bir sayfa adı ile açılıp hakkında kısa bir bilgi verilmiş.

M. Metin Kaplan daha ön Söz kısmında "Ülkücü Hareket, 12 Eylül öncesinde, komünizme karşı destansı bir mücadele vermiş ve çok büyük bir başarı kazanmıştır; Türkiye'nin komünistleştirilmesine engel olmuştur!" (S:9) dedikten sonra altı maddede komünistleştirilmesine engel olmasaydı ne olur'duyu sayıp altıncı madde olarak da "Ve tabi Sovyetler Birliği dağılmazdı!" (S:10) der. Sovyetler Birliği dağılmasaydı bu gün bağımsız Türk Cumhuriyetleri diye sevinerek bahsettiğimiz Türk yurtları bağımsızlığını kazanamazdı. Ülkücü Hareketin yukarıda ifadeye çalıştığımız başarısı bu gün Rusya da Ülkücü Hareket ve Ülkücü teşkilata mensubiyet duyan kişilerin faaliyetlerinin yasaklanması şeklinde kendisini göstermektedir. Ayrıca M. Metin Kaplan'ın tespitiyle Sovyetler Birliğinin dağılışını araştıran Rusların ulaştığı netice "Sovyetler Birliği; Polonya'da Lech Walesa ve Dayanışma Sendikası'nı, Afganistan'da Mücahitleri, Türkiye'de Alparslan Türkeş ve Ülkücü Hareket'i yenemediği için dağıldı."(S:10) Tabi hafızam beni yanıltmıyorsa Türkiye'nin komünistleştirilmesi çalışmaları daha önceki yıllara dayanıyor. İlk Komünizm ile Mücadele Derneklerinin kurulduğu yıllara. Belki de Alparslan Türkeş'inde içinde olduğu 1944 Milliyetçilik olaylarına dayanıyordur, ne dersiniz?

Ha şunu da burada belirtiyim M. Metin Kaplan ağabeyle öyle aynı düşünüyoruz ki bana yazma fırsatı vermiyor. Bir sayfa önce yazdıklarını yorumlayayım derken bir sayfa sonra bakıyorum benim yaptığım yorumu yazmış. Mecburen başa dönüp yeniden düzeltiyorum yazdıklarımı. Çünkü bana çağrıştırdığı düşünceyi zaten önceden düşünüp yazmış olduğunu görüyorum. Hadi diyelim ki aldırış etmedik düzeltme ihtiyacı duymadık yazdık, yıllarca M. Metin Kaplan'ın haberi olmadan kalacak tarafımıza mal edilecek bir durumda da değiliz, yarın yazı yayınlanınca ortaya çıkacak bütün kurnazlıklarımız. Böyle de bir açmaz içindeyim. Varın siz anlayın M. Metin Kaplan ağabeyi yazmanın zorluğunu.

M. Metin Kaplan Ön Söz de Ülkücü hareketin Kadrosunu üç nesilden meydana geldiğini ve bunların "Alparslan Türkeş'in CKMP'ye Genel Başkan Seçildiği 1 Ağustos 1965 ile 12 Eylül 1980 arasında Ülkücü olan birinci Ülkücü kuşak. Alparslan Türkeş'in cezaevinden tahliye edildiği 9 Nisan 1985 ile vefat ettiği 4 Nisan 1997 arasında Ülkücü olan ikinci Ülkücü kuşak. Ve 4 Nisan 1997'den sonra Ülkücü olan üçüncü Ülkücü kuşak... Birinci Ülkücü neslin bir kısmı, ikinci ülkücü neslin büyük çoğunluğu ve üçüncü Ülkücü neslin bazı istisnalar hariç hemen hemen tamamı, Ülkücü Hareketin 12 Eylül öncesinde komünizme karşı verdiği mücadeleyi, kazandığı başarıyı, en önemlisi de varlık sebebi ile tarihi, misyonunu yeterince idrak edememiştir." (S:14) der ve peşinden bunu sebebinin "nesiller arası çatışma" olduğunu bu çatışmanın da "eğitim eksikliği" ya da "yanlış eğitim" ile "iletişim ve temas eksikliği"nden kaynakladığını söyler.

İlk "Başbuğ Türkeş" Haykırışı

Salih Dilek 1967 yılında CKMP'nin genel kurulunda " ... Ankara Kızılay'daki Zafer Anıtı'na çelenk koyarken CKMP teşkilatı olarak ilk defa "Başbuğ Türkeş haykırışı orada patladı. Hatta hiç unutmuyorum, Alparslan Türkeş, "başbuğ" kelimesine önce tepkiliydi, yanlış anlamlar uyandırıyor diyerek. Fakat sonra kendisi de alıştı, "Başbuğ Türkeş" öylelikle kaldı." (S:21) Başbuğ Türkeş neden karşı çıkıyordu ki buna derseniz o ilk eşinin vefatından sonra ikinci evliliğini yapıp yapmamasını parti meclisinde oylatacak kadar demokrat bir adamdı. Sonra tarihte "Führer" gibi unvanlardan dünya "Milli şef" gibi kavramdan Türkiye yeni kurtulmuş ve tek adam uygulamalarından dolayı acı tecrübelere sahipti.

Genç Ülkücüler Teşkilatı kuruluyor: "Ama bu teşkilatı kurmamızı bize temin ettiren Türkeş Bey'den evvel Dündar Taşer'di. Dündar Taşer, Türkeş Bey'in mutfak aşçıbaşısıydı, hazırlayıcısıydı. O bize geldi ve Ülkücü" ismini tavsiye etti. (...) Ama "Ülkücü" isminin daha güzel olduğunu, Türkeş Bey'in de "Ülkücü" ismini sevdiğini söyledi." (S:24)
"Rahmetli Türkeş mücadele adamıydı ve liderdi. 60'larda yarattığı karizmasını bu günlere taşıdı. Yaşına bakmaksızın koşardı. (...) Hatta kızarken bile bize sevecen gelirdi." (S:24) Koşardı ve sinirlenmezdi. Bizzat şahit olduk. 1986 ya da 1987 Başbuğ Alparslan Türkeş cezaevinden çıktıktan sonra ilk Bursa ziyaretini yapıyordu. Biz de "Bizim Ocak" dergi temsilciliği adı altında Ülkü Ocakları gibi faaliyet gösteren ve "Yurtoğlu" apartmanında ikamet eden gençler olarak ocak lokali olarak düzenlemek için bir kaç gün önceden tuttuğumuz bir binayı Başbuğ gelmişken ona açtıralım mantığıyla hareket ederek o gece tefriş etmiş ve ertesi gün açılışını yapacaktık. Rüstem Boztunç, Yusuf Yılamaz Araç, Gündoğar Manga, Halim Kaya, İbrahim Balaban, Ahmet Vakıf Şahin, Mustafa Demir, İsmail Emanet, Sabri Demir, Mustafa Kemal Günay ve isimleri (mazur görsünler) şuan aklıma gelemeyen arkadaşlar. Rüstem Boztunç, Yusuf Yılamaz Araç, Mustafa Kemal Günay gibi arkadaşlar Çeklik Palas otelinde kalan Başbuğu almaya gittiler. Bana da orada olan diğer arkadaşlarla birlikte son rötuşları yapıp insanları sokağa aşağıya binanın önüne çıkarmamı söylediler. Ayrıca otelden çıkarken biz seni ararız dediler. Ancak çıkışta telefon etme imkânı bulamayan arkadaşlar yavaş gelerek bana zaman kazandırmaya çalışmışlar ancak başbuğ arabayı durdurarak öndeki arabada olanları çağırıp "Benim saat 10'da açılışım var beni oyalamayın" diye azarladıktan sonra Ocak Binasının bulunduğu sokağın başına gelmişlerdi. Ben de aşağıda ocak binasının önüne çektikleri kamyondan aynı sokaktaki bir dükkâna mobilya boşaltan bir kamyona burayı boşaltın derken Başbuğ'u yukarıda sokak başında gördüm. Ve hemen ikinci kata çıkarak milleti aşağıya davet ettim. Ancak geri döndüğümde daha Ocak lokalinin dış kapısından merdivene çıkmak üzereyken Başbuğ çoktan ikinci kata çıkmıştı. Sokağın başından ikinci kata 21 yaşında bir delikanlının seriliğiyle gelmişti. Ve o günlerde yaşı 70'lere dayanmıştı. Mecburen iki gence bir kurdeleyi kapının arkasından tutturarak elime de tepsi ve makası alarak tuttum. Başbuğ kapıya tutuğumuz kurdelenin önünde durdu. O arada önceden çağırdığımız emekli imama dua etmesini söyledik ancak heyecandan imam dua edemedi. Başbuğ kendisi dua edip kurdeleyi kesip içeri girdikten sonra bizi tatlı sert “Siz Müslüman değil misiniz? Sabah namazına kalkmadınız mı? Eğer sabah namazına kalksaydınız bu saate kadar bütün eksikleri tamamlardınız" azarladı. O zamanın MHP il başkanı Başbuğ’a durumu izah edince yumuşadı ve sohbet etmeye başladı. Genç Ülkücüler Teşkilatını kuran Genel Başkan Salih Dilek de Başbuğu ziyaretinden "Devlet olmak için kadro gerekir. Herkesin mesleğinde üstün insan olması gerekir. Kendinizi yetiştirin Kendinizi ileriye, geleceğe hazırlayın, siyasi menfaatler uğruna memleketimize zarar vermeyin."(S:24) diyerek nasihat eder. Onun bütün derdi Atatürk gibi milletini, milletinin insanlarını yetiştirmek ve kendi kendini yönetecek donanıma sahip kılmaktı.
Alparslan Türkeş, salonlarda evlerde bir iki kişinin dost sohbetlerinde konuşulan Türk Milliyetçiliğini salon milliyetçiliğinden kurtardı diyor Salih Dilek ve ekliyor "Türkeş Bey konuyu, Türk Milliyetçiliğini siyasi hale getirerek, dışarıya, sokağa, meydanlara taşıdı ve kitleleştirdi." (S:25) Türkeş bilgili kültürlü kişilerin dar mekânlarda ev ortamlarında bir özlem olarak konuşulan kültür milliyetçiliğini siyasal milliyetçiliği dönüştürerek bir seferberlik ile topluca millete mal etmiş ve özel anlarda anılan, hatırlanan bir duygu olmaktan çıkarıp hayatın içinde her an her gün yaşanılan, düşünülen ve bu düşüncelere göre yaşantıya yön verilen bir hale getirmiştir. Elit entelektüellerin tekelinden alıp halka mal etmiştir. Sanki Atatürk'ün 22 Haziran 1919 da imzalanan Amasya Genelgesi'nde duyurulan "Milletin İstiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." düsturunu hayat geçirmiştir.

Dündar Taşer'in verdiği lakabıyla Rüzgarın oğlu Muhittin Çolak, Salih Dilek'ten Genç Ülkücüler Teşkilat başkanlığını alır. Başbuğdan aldığı ilk talimat "Çok hızlı şekilde, Türkiye'nin her noktasında her evine girecek ve Türk milliyetçilerini, Türkçüleri bulacaksın. Onları bu çatının altında teşkilatlandıracaksın" (S:30) ve Muhittin Çolak Türkiye genelinde 424 şube açar. Artık Ülkücüler Türkiye'nin dört bir yanındadır ve üniversitelere Ülkücü öğrenciler akın akın gelmeye başlar, böylece üniversitelerin komünist hegemonyasındaki görüntüsü değişmeye başlar. "Ülkücü Hareket demek, Türk Milletini sevmek demektir, devletini sevmek demektir. İnsanını sevmek demektir, Türkiye içerisinde olan her şeyi sevmek demektir. Toprağını, taşını sevmek demektir. Tarihini dilini sevmek demektir. (...) Bize bunları Ülkücü Hareket kazandırdı. Yaşamımızın bir anlamı oldu, manası oldu. Yani Ülkücü Hareket bize bunları verdi, kimlik verdi." (S:31) Burada başımdan geçen bir olayı anlatayım ki Muhittin Çolak bey'in düşündüklerini Anadolu'nun ücra bir köşesinde yaşayan ben de nasıl düşünmüşüm anlaşılsın. 2001 yılında kamuda idari bir göreve getirildik ama bizi Ülkücü ve Sendika Başkanı olmamızdan dolayı pek istemiyorlar. Bir gün yaşça bizden epey büyük kurt bir komünist idareci ile otururken memleket yönetiminden, hukuktan, insan haklarından vs. konuşuyoruz. Adam bir yerde bana "senin bu güzel fikirlerle komünist olman lazım." dedi. Bende kendisine "beni ben yapan Ülkücü olmamdır. Eğer ülkücü olmasaydım kim bilir nerede devlete, millet, çevreye, insanlara faydası dokunmayan belki zarar veren biri olurdum. Ülkücü olmam beni sizin iyi dediğiniz kişi yaptı." dedim. Adam sustu ve baktı. Peşinden de işlerim var diyerek odadan çıktı. Evet Ülkücülük Anadolu gençlerine çok şey kattı. Onları Anadolu'da rençperlikle kırk kanaat geçinip ömrünü tamam eyledikten sonra sessizce bu dünyadan göçen isimsiz yurttaşlar olmaktan çıkarıp kendi kaderine söz geçiren bir kadro yaptı. En önemlisi birlik olurlarsa her şeyi değiştirebileceklerini öğretti. Koskoca SSCB'yi değiştirdikleri gibi. Muhittin Çolak "Türkeş Bey bir davanın lideriydi. (...) Türkeş Bey partinin değil bir davanın lideri olara bize bakıyordu. Bir teşkilattık biz. Bir teşkilat anlayışına sahiptik."(S:33) diyerek Başbuğ Türkeş'in gençlere Parti genel başkanı gibi davranmadığını daha çok dava adamı gibi davrandığını söylüyor. Dava adamı inandığını, söylediğini yaşayan ve kuran lider demekti Muhittin Çolak için. Dava adamı ile parti genel başkanı arasında ne gibi bir fark var derseniz yazı maksadından sapar. Varın siz düşünün aradaki farkı...

1968 Türkeş Bey Merhum Aytekin Yıldırım'ın organizasyonuyla Siyasal Bilgiler'de konferans verir. 1969 yılında sadece ODTÜ kalmıştır konferans vermediği yer. Ve karar verilir Kasım ayında konferansın yapılmasına. "Erdal İnönü dekan. İzin alındı. Ülkü Ocakları Birliği orada da kuruldu. Çok enteresan isimler, Ülkü Ocağı Başkanı ODTÜ'de İlhan Kesici. (...) Gittik oraya, beş yüz kişi, bin kişi Ankara'dan. ODTÜ'de konferans vereceğiz. Oturduk salona. Türkeş Bey çıktı kürsüye. (...) Tam konferans başladı, daha on, on beş dakika oldu, bir baktık ışık kesildi. Türkeş Bey, 'Aytekin kimse kıpırdamasın hareket etmeyin diye uyardı beni!" (S:46) Ancak ilk konferans Dekan Erdal İnönü tarafından ışıklar kesilmek suretiyle sabote edilmişti. Buna rağmen Erdal İnönü ikna edilerek ışıklar açtırılmış ve konferans devam etmiştir, çıkışta da otobüsler Dev-Genç tarafından tehdit edilerek gönderilmiş olduğunda millet on kilo metre yürümek zorunda kalır.

Alparslan Türkeş, Ülkü Ocakları Birliği Genel Başkanı Aytekin Yıldırım'ı telefonla çağırır makamına ve "Anlaşma yapacaksınız. İsterse Atilla Sarp, ben onunla görüşmeye hazırım oğlum. Sana açık söyleyeyim. Ben istiyorum kimseye bir şey olmasın. Yazık bizim evlatlarımız kırılmasın. Olaylara girmesinler. Üzülüyorum. Bak, silahlı olaylar başlayacak."(S:54) der. Atilla Sarp o zaman Dev-Genç genel başkanıdır. Ramiz Ongun ve Mao Mehmet Atilla Sarp ile olan görüşmeyi hazırlar. Önce Aytekin Yıldırım ve Atilla Sarp ablasının evinde barış için görüşürler. Dil-Tarih’teki seçimde birlikte slogan atmaya karar verirler; Atilla Sarp ve Aytekin Yıldırım ilk sloganı da tespit ederler. "Kahrolsun Amerika, Kahrolsun Rusya, Kahrolsun Çin" Atilla Sarp Çin ilavesine biraz karşı kor ama kabul etmek zorunda kalır. 1971 muhtırası girer araya ve yürümez bu barış girişimi, yürütülmesine izin vermez gizli mahfiller.

Aytekin Yıldırım’a göre Türkeş'in Türk milletine kazandırdığı en önemli şey " ... Milletimize şahsiyet kazandırması, milliyetçiliği benimsetmesi ve uluslararası dünyada Türkiye’nin de kendi şahsıyla hareket edebilecek bir ülke haline gelmesine bizleri yönlendirmesi ve milletimize bu yönde cesaret vermesidir." (S:69) uluslar arsı ilişkilerde şahsiyet ve cesarettir.

İbrahim Doğan ".. üniversitede bir hareketin başlatılması çok kolay bir hadise değil. Çünkü karşınızda öyle bir ekip var ki, Türkiye'deki bütün üniversitelere hâkim olmuş. O zamanlar sol işgaller ve isyanlar dönemi... İsyanlarla işgaller çok farklı şeyler. İşgal ettikleri her yeri tarumar ediyorlar, dağıtıyorlar. Okullar kapanıyor. Giremiyorsunuz, öğrenemiyorsunuz." (S:74) diyerek zor bir hareketin Alparslan Türkeş ve ona inanan bir avuç genç tarafından başlatıldığını söylüyor. Tıp Fakültesinde kuracağı Ülkü Ocakları için gerekli resmi yedi kişiyi bulamıyor ve şahsiyetine doğruluğuna güvendiği ülkücü olmayan kişilerle kurucuları tamamlayıp Ülkü Ocaklarını faaliyete geçirir. Bize, Samsun'da MHP'yi ilk kurarken kurucular kurulunda yer alacak kimseyi bulamayıp ölüm döşeğinde ağır hasta olarak yatan hanımını yazan Mustafa Bağışlayıcı’yı hatırlatır. Kuruluş gerçekleştikten bir kaç gün sonra Mustafa Bağışlayıcı hocanın hanımı Rahmeti Rahmana kavuşur. Her yerde inanan ve yetişmiş insan sıkıntısı vardır. "Alparslan Türkeş'in belirlediği dokuz ışık doktrini ilkelerini ortaya koyduktan sonra gençlik arasında bir yönelme başladı." (S:75) "İnsan bir bildiği şeyi iyi savunur, bir de inandığı şeyi. Eğer hem biliyor hem de inanıyorsanız çok iyi savunursunuz." (S:75) bu düşünceyle kendimizi ve arkadaşlarımız yetiştirmeye çalıştık diyor İbrahim Doğan. "Herkes Ülkü Ocakları seçimlerini cebren yapıldığını sanıyordu... Ben Ülkü Ocakları Başkanı seçildikten sonra Türkeş'in haberi oldu." (S:76) Ülkücü Hareketin başarısının esası da alt yukarıya doğru istişari bir seçim ve yönetimdir. Söylediği sözün muhatap bulması gençleri Ülkücü olmaya sevk eden nedenlerden birsidir. Türkeş'in Ülkü Ocakları Genel Başkanı seçilmiş İbrahim Doğan'dan ilk isteği "Sizden üç ay üniversitelerde hiçbir olay istemiyorum." (S:76) ama kalpleri ve kulakları mühürlenmiş olanlara bunu anlatamazsın, anlamazlar, anlamak istemezler, peşin hüküm ile hareket ederler hep ona karşı. "Türkeş bize çok büyük bir ruh verdi. Büyüklük ruhu verdi. Ülkü ruhu verdi. Ülke ruhu verdi. Geleceğe güvenmek, inanmak ve başarma ruhu verdi." (S:78) Türkeş Türk insanının Türk gençliğinin hamurunu yoğurdu ve yekpare bir kıvama getirdi. Gevşemiş olan Türk Milletine mensubiyet şuurunu yoğunlaştırdı. Hatasız kul olmaz erdem hatadan vazgeçebilmektedir. "Kendi yetiştirdiği elemanlardan, öğrencilerden, gençlerinden özür dilediği zamanlar olmuştur. hiç aklınıza gelebilir mi Türkeş'in kendi yetiştirdiği gençlerden özür dileyebileceği. Diledi. Özür diledi." (S:83) Alparslan Türkeş de bu erdemi göstermiştir. Muhsin Yazıcıoğlu ile Başbuğ Alparslan Türkeş'i barıştırmak için uğraşır İbrahim Doğan, Türkeş gelir ve buluşma süresi geçtiği halde bekler ancak Muhsin Yazıcıoğlu her ne sebeple gelemediyse gelmez o buluşmaya. Ve bu barıştırma girişimi de akamete uğrar. Bundan sonrada dağılım artarak devam eder.

Ramiz Ongun "Daha evvelki milliyetçiler çok haysiyetli, çok namuslu adamlardı. Çok karakter sahibi adamlardı, çünkü teker tekerdiler. Ama buna rağmen tek parti yönetimine kafa tutmuşlar ve onunla mücadele etmişlerdi." (S:92) diyerek seleflerinin tarifini yapıyor ama en önemlisi "teker terker" olduklarını da tespit olarak ortaya koyuyor. Daha sonra "Fakat onlar toplanmışlar, ağlamışlar, kucaklaşmışlar, şiirler okumuşlar, hatıralarını anlatmışlar, ertesi gün dağılmışlar gitmişler. Biz dağılmadık. Bizim onlardan farkımız, bir siyasi organizasyona kavuşmamız, bir program etrafından bütünleşmemiz bir de birde Türkiye'yi yönetmeye talip olmamızdı." (S:92)diyerek başıbozuk insanların hiç bir mesafe kaydedemediğini, teşkilatlı insanların ancak bir şeyler yapabildiğini, yaptığını -1980 den sonra zaman zaman bu sözlerini tutmayıp Başbuğun yanından ayrılsa da- bir şeyler yapa bilmenin süreklilik gerektirdiğini ve insanların ömrünün teşkilatlar kadar uzun ömürlü olmaması, tek kişini mücadelesinin devamlı ve etkin olmayacağını çok güzel açıklamıştır. "İşte tek tek insanlar direnemiyor. Bize bu kimliği, cesareti, ufku verdiren, veren kişi Türkeş'tir.Bu Hareket dolayısıyla Ülkücülük!tür." (S:93)

Alparslan Türkeş, Muharrem Şemsek'ten önceki Ülkü Ocakları Genel Başkanlarına verdiği ilk emri Muharrem Şemsek'e de verir; "Aman arkadaşlarımız olay çıkarmasın, aman bir mağduriyete kendimizde uğramayalım yönünde olmuştur. Meşru faaliyet gösterelim, kanun dışı olaylara arkadaşlarımızı bulaştırmayalım, koruyalım."(S:102) olmuş, Muharrem Şemsek Alparslan Türkeş'in yetiştirdiği kadronun ve bu kadro çevresinde oluşan Ülkücü kültürü devlete millete karşı yapılacak en büyük hizmet olarak görüyor. Çünkü diyor bu kadro birey ve grup olarak vatana millete hizmet etti, Türkiye'nin Afganistan olmasını önledi, diyor.

Sami Bal, katıldığı Türk Ocağı konferansında ilk defa Alparslan Türkeş görür "Bir 'Bozkurtlarım!' deyişi vardı ki rahmetlinin, unutamam! Ürpertiyordu insanı."(S:107) Türkeş'in bu sözlerinden ilk mayayı alır ve artık "Bozkurt" olmuştur. Sami Bal, Başbuğ unvanını Türkeş'in rızası dışında, arzusu hilafına aldığını, Ülkücü Hareketi, fert fert gösterilen refleks tepkileri bir araya getirip teşkilatlandırarak kuran organizmanın başı olduğunu ve "Türkeş'in o dönemdeki hizmeti Türk milliyetçiliğini, milliyetçilerini hem ideolojik ve doktriner anlamda hem de teşkilat anlamında bir araya getirmiş bir organizma haline dönüştürmüştür. Aynı ses, aynı his, aynı duygu, aynı ideoloji, aynı doktrin etrafında bütünleştirmiş ve hedefe kilitlemiştir bizleri."(S:117) diyerek de hakkını teslim etmektedir.

Selahattin Sarı Ülkü Ocakları Genel başkanı seçilip, yönetim kurulunda görev dağılımı yapıp Alparslan Türkeş'e yaptığı ilk ziyaretinde "Ülkücüler üniversitelerinde çok çalışkan olmalı. Ülkücüler okullarını hep dereceli bitirmeli Ülkücüler kendilerini çok iyi yetiştirmelidir. (...) Hiç bir şekilde, hiç bir ülkücü kolay mezun olmak gibi bir düşünce yapısında olmaması gerekir ve böylelerinin görevde de olmaması gerekir. Her ülkücü önce başarılı olmak zorundadır. Başarılı olanlardan göreve gelenler olsun. (...) Elini kolunu sallayan ülkücülük yapmasın. Ülkücü bir değer olsun, kendini ona göre yetiştirsin." (S:126) nasihatini tembihini ya da emrini alır. Selahattin Sarı'nın genel başkanlığı sırasında Ülkü Ocaklarını şube sayısı 1111 olmuştu, bu zevk ü sefa döneminde ulaşılmış bir sayı değildir, Ülkücü olmanın ateşten gömlek giyme olduğu bir dönemde hem de teşkilat olmak gibi bir sorumluluğu üstlenen ülkücülerin oluşturduğu yönetim kurullarıdır. "Ağzından çıkan her sözün arkasında durabilen, söylemiş olduğu şeyleri normal ikili sohbetlerinde bile tartarak söyleyen, adeta kayda geçmesini ister tarzda sohbet eden bir yapısı vardı Türkeş'in. Rahmetli özellikle demeç verirken veya bizim demeç vereceğimiz süreçlerde mutlak surette demeçlerin kayıtlı olmasını isterdi. Devletle ilgili işlerde de mutlak suretle devlete bilgi verilmesini isterdi. Bu durum işte rahmetlin,in devlet adamlığı vasfını ortaya çıkarıyor. Hiç bir zaman kayıt dışı, devletin bilmediği bir hususu gündeme getirmesi söz konusu değildi."(S:131) Selahattin Sarı'nın bu anlattıklarını defalarca ispat ettiği gibi son ispat edişi de "Ermeni Soykırım İddiaları" konusunu çözmek için çabaladığı zamanlarda hiç Devletin bilgisi dışında iş yapmamış ve içişleri ve dış işleri bakanlıklarına haber vermiş, yanlış hatırlamıyorsam devlet yetkililerinin görüşmeleri tutanakla tespitini sağlamıştı. "Alparslan Türkeş bir lider olarak geriye dönüp baktığımız zaman, aslında Atatürk'ün başlangıçta verdiği direktifleri bize yansıtan bir liderdir." (S:135) Selahattin Sarı'nın bu ifadesini görünce sevindim çünkü daha yukarılarda burada karşılaşacağımdan habersiz Atatürk ve Türkeş konusunda aynı çizgide oldukları konusunda bazı ifadeler yazmıştım. Bir genel başkanın beni destekleyecek açıklamaları mutlu etti. Selahattin Sarı devamla "... bana göre Alparslan Türkeş'in bize verdiği en büyük değer, en büyük katkı vatanını, milletini sevmektir. İlelebet sevmek, karşılıksız sevmek. Hiçbir çıkara dayanmaksızın sevmek. Hiçbir makama, mevkiiye itibar etmeden sevmek ve gerektiğinde elini taşın altına sokmak fikrini yerleştirmesidir." (S:136) ifadeleri Başbuğ Türkeş'in Ülkücülere kazandırdıklarını anlatır.

Lütfü Şehsuvaroğlu yukarılarda Muhsin Yazıcıoğlu'nun başkanlığında genel merkeze gelenlerin hemen Genel Başkanla görüşmesini engelledik, üç aşamada genel başkana ulaşabiliyorlardı. Önce yönetim kurulu ile görüşüp, problemleri bunlar tarafında çözülemezse Muhsin başkanla görüşüyorlardı diyerek, teşkilatı kurumsallaştırdıklarını, görev dağılımı yaptıklarını söylüyor. Türkeş'in kendisi için ifade ettiği manayı da "O dönemde Türkeş Bey bir yanıyla bizim Başbuğumuz ama bir yanıyla da Milliyetçiler derneğinden yetişmiş bizim gibi, hem mücadele adamı hem fikir adamı ." (S:157), "Türkeş de bizim için gerçekten bir yanı asker, bir yanı sivil olarak, sivilleşmeyi bilmiş bir asker olarak çok önemlidir."(S:159) iki cümle ile özetliyor. "Ülkücü olmak demek özgür olmak demektir." (S:161) "...ülkücüler bir araya gelsinler, Türkiye'nin siyasetine yön verirler. Türkiye'nin siyasetine yön verdikleri gibi Ortadoğu'nun, Balkanlar'ın, Kafkaslar'ın, bütün Türkistan'ın bütün mazlum milletlerin siyasetine de yön verebilirler." (S:162)

Hasan Çağlayan nasıl genel başkan olduğu sorusuna en mütevazı cevabı "Hasan Çağlayanın büyük meziyetlere sahip bir insan olduğu kanaatinde değilim. Fakat bazen nasip meselesi, bazen şartların getirdiği hadiseler... Belki de Ankara'da bulunmanın avantajları."(S:169) diyerek vermiş. Buna benzer cevabı yıllar önce Mahmut Metin Kaplan da vermişti. "Abi diyerek kimseye teslim olmayın. Sizler de Ankara'dakiler kadar meziyetli adamlarsınız. Onların şansı Ankara'da ikamet etmelerinden dolayıdır." Ne haldeysek o gün. Hasan Çağlayan okula gidemedikleri için sol görüşlü öğrenciler okula sokmadığı için okulda eylem yapmak ister ancak Başbuğ onu eylem yapmaması konusunda ikna eder, eylem yapmaktan vazgeçerler. "Türkeş Bey küllenen bir tarihi yeniden ateşledi, yeniden alevlendirdi. Bir külü üfleyip de koru ortaya çıkartmak, öyle kolay bir hadise değil. Rahmetli Türkeş Bey bunu yaptı. Bu koru ortaya çıkarttı. Yeniden heyecan verdi, yeniden insanlar artık mensup olduğu millete, devlete hizmetle ilgili yüreklerinde bir şeyler hissetmeye başladılar."(S:173) diyerek Türkeş'in Orhun Yazıtlarından beri var olan, ancak yıllardır küllenmiş olarak duran Türklük ruhunu yeniden kazandırdığını ifade etmektedir. Alparslan Türkeş'in Ülkücü gençlere bakışını da "Bak partililer benim arkadaşlarım. Ama ben bunları parti kurmak için topladım. Ama sizler bana inanmış, benim düşüncemi ve benim beynimi, kalbimi temsil eden insanlarsınız. Yani sizler bensiniz. Benim oğlumsunuz." (S:174) ifadelerini naklederek ortaya koyar.

12 Eylülden önce başkanlık yapmış kişilerle yapılan bu çalışma Rahmetli Başbuğu gelecek nesillere aktaracak bir çalışma olmuş, Mahmut Metin Kaplan geçmişe şahitlik edecek tarihi bir belge üretmiş, ancak Ocak başkanlığı yapmış ama burada yer almamış bazı isimler aklıma geliyor; Şefkat Çetin, Ali Batman, Yaşar Yıldırım, Saffet Beştepe vs ile neden görüşülmediği de Muhsin Yazıcıoğlu’nda olduğu gibi konulabilirdi. Belki de o eski genel başkanlar bu gün Ülkücü olmadıklarını söyleyebilirler olsun, onlar bir dönem ülkücü hareketin tarihinde artısıyla eksisiyle yer aldılar.

İbrahim Doğan'ın bakan olmuş birine söylediği "Sen filan köyden çıkacaksın, Ankara'ya geleceksin, okuyacaksın fakülteyi bitireceksin. Hoca olacaksın. Profesör olacaksın, dekan olacaksın. Ondan sonra milletvekili olacaksın, ardından da bakan olacaksın. Sonra da diyeceksin ki ben bunların hepsini kendim başardım."(S81) bu sözler bütün gariban Anadolu çocuğu Ülkücüler için geçerlidir. Aksini düşünenlere sormak lazım sizin ananız babanız sizin başardığınızı neden başaramadı. Keramet sizde mi? Yoksa ebeveyninizde sizde olan akıl ve yetenek yok muydu? Siz bu genetik mirası onlardan almadınız mı? Burada, Ülkücü Hareketin, ülkücülerin başarılı olmasındaki tek fark Alparslan Türkeş’in kurduğu Ülkücü hareketin sağladığı sinercik faydadır.

Aslında beni rahatsız eden bir husus da Başbuğ Türkeş'le yaptıkları çalışmalar icabı uzun süre bir arada bulunan insanların Başbuğun vasıflarını sayarken ona itiraz ettiklerini ve onun da bu durumu anlayışla karşıladığını söylemeleridir. İnsanın istişare etmesi, çevresiyle danışması, istişareden çıkan sonuca ya da zaman zaman arkadaşlarının söylediklerine uyması onun üstün vasfıdır. Eğer uymazsa arkadaşlarının hiç doğruları yok demektir. O zaman da ülkücü gençlik yeterli eğitimden geçirilmemiş olur.

Eğer biz teşkilatçılık özellikleri çok yüksek olan eski MHP il Başkanları ile Ülkü Ocakları il ve Genel Başkanlarını teşkilatların içinde aktif tutabilseydik, günlük yönetim kararlarına karışmayan ama davayı planlayan, fikir ve strateji üreten bir pozisyon verebilseydik bugün geldiğimiz noktadan daha iyi ve farklı bir noktada olabilirdik. Bu pozisyon il'lerde MHP ve Ülkü Ocakları il başkanlarından oluşan komisyona danışmanlık ve davayı planlayan, strateji üreten bir pozisyon Ankara'da MHP GiK üyeleri ve Ülkü Ocakları Genel Başkanlarından oluşan komisyona istişare heyeti, davayı planlayan, strateji üreten bir pozisyon verebilseydik hem ayrılmaları bölünmeleri hem de bu yetişmiş zeki insanların atıl kalmalarını pasifize olmalarını önlemiş olurduk. Ayrıca boş kalan insanların gruplaşmasını ekipleşmesini de.

Selahattin Sarı en güzel ifade ile "itiraz" etmiyorduk, biz eğer Başbuğun söylediği söze ekleyeceğimiz veya düzelteceğimiz bir durum olursa "fikrimizi beyan ediyorduk" diyor. "Üslubu beyan ayniyle insan" demektir. İnsanlar bazen maksadını abartılı anlatarak kendisini önemli kıldığını sanmaktadır.
Teşkilatçı olmanın şuurunda olanlar, inandıklarını hayatlarına uygulamakta başarılı olamamışlar, sabredip Başbakan, milletvekili olma fırsatlarını kaçırmışlardır. Başbuğun Cumhurbaşkanlığını da engellemişlerdir.

Alparslan Türkeş bir şuurlu Türk olarak, bir insan olarak bu dünyadan göçtü, o da bazı ilkleri yaşadı, dostlukları sağlamdı, zaman zaman eleştirildi, hatta yetiştirip adam ettiği insanların ihanetine de uğradı, yalnız kaldı. Bazen kendi yetiştirmeleri onu yönettiklerini düşündü ama o lider olarak kalmayı bildi ve başardı. 1980 den sonra belki sıfır noktasından yeniden başladı. Yılmadı, ömrünü vatana hizmet, millet hizmet yolunda harcadı. Çeşitli devlet birimlerinin kurulmasını sağladığı gibi kendisine inanan şuurlu bir kadro bir teşkilat bıraktı millete hizmet yolunda. Allah Rahmet eylesin.

ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ
M.Metin Kaplan bir iftira sonucu girdiği yaklaşık 11 yıl süren Medrese-i yusufiye eğitimini bitirdiği 1986 yılında Bursa'ya döndüğünden beri tanışıp biliştiğimiz bir ağabeyimdir. Aynı zamanda Bafra gibi her ikimizin de Bafralı olması gibi ortak bir noktamız var. Ve M. Metin Kaplan'ın cezaevinden beri üzerinde çalıştığı "Ülkücü Dünya Görüşü"nün müsveddelerini okumamızı ve eleştirmemizi istediği günden beri de takibimizdeydi. Seyit Ahmet Arvasi tutkunuydu, ben de üslubunda Seyit Ahmet Arvasi tesiri olduğunu "Seyit Ahmet Arvasi gibi yazıyorsun" ağabey dediğimde mütevazilik göstermişti. Bu günden geriye baktığımızda "Ülkücü Dünya Görüşü" de aynı Seyit Ahmet Arvasi'nin "Türk İslam Ülküsü" gibi kamuoyuna mal olmuş bir kavram.
Bir vesile ile aradığımda yazdığımız bir yazı üzerine sohbet ederken "Ülkücü Dünya Görüşü" sitesine de yazmamı söyledi . Ben makale yazmayı beceremem, sadece okuduğum kitaplar üzerine tanıtım yazısı gibi yazılar yazabilirim deyince, okuduğu bir yazım üstünden aynı üslup ve sitilde yaz dedi. "Kitap Analizleri"n çok güzel deyip yaptığımız işin adını da "kitap analizleri" olarak önemli kıldı. Eleştiri; övgü ve yergi ya da artı ve eksi yönlere kendi düşündüklerimizi de ekleyerek ortaya çıkacak yazı. Üzerimizde emeği de olduğu için artık verdiği görevden kaçamadım. Periyodik aralıklarla olmasa da inşallah bundan sonra burada yayınlanmaya değer yazılar yazabildiğim zamanlar sizinle olacağım. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlarım.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,43 M - Bugn : 28594

ulkucudunya@ulkucudunya.com