Bu yazı altı yıl önce Yusuf Yılmaz Araç’ın “Elma Bahçesi” kitabının pdf’sini okuyunca yazıldı. Ufak değişiklikler yaparak sizinle de paylaşmak istedim.
Göndermiş olduğu “Elma Bahçesi” adlı kitabının baskıya hazır, matbaada dediği nüshasını 26.10.2015 tarihinde okudum. Her şeyden önce yıllardı ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ adlı internet sitesinde yazdığını ve öğrencilik yıllarında ev arkadaşı olmamız dolayısıyla dolu bir kişi ve tefekkür sahibi bir kişi olduğunu bildiğimden dolayı bu kitabın geç kaldığını o zaman bizzat kendisine bildirmiştim. O gün “Allah bundan sonrakileri geciktirmesin” temennisiyle daha başka eserler beklediğimizi ifade etmiştik.
Elma Bahçesinin doğduğu dostluk bahçesi
Genelde insanlar yaşadıklarını sıradan bir vakıa olarak görürler ve edebi bir yönün olacağını hiç düşünmezler. Ya da edebiyat materyali bakımından derya içindedirler de deryanın kıymetini bilmezler.
Yusuf Yılmaz Araç “Elma Bahçesi”nde lise ve üniversitede okuduğu yatılı okul hayatı ile daha sonra ki iş hayatı yıllarında başlayan arkadaşlıkları, yaşanılan acı tatlı günleri ve ailenin büyüklerinin artık tarihe mal oluş kendisine intikal eden hatıralarını kaybolmaktan kurtarıp ayrıca günlük sıradan hikâyeler olmaktan çıkarıp milli kültürle mezcedip edebiyatımıza ve milletimizin hafızasına kazandırmıştır.
Yani bu yazdıkları artık onun, ailesinin ve bir grup arkadaşının hatırası olmaktan çıkmış, bütün milletin ve özellikle okuyucunun ortak hatırası olmuş, edebi bir eser hüviyeti kanmıştır. Artık, tarafından yazı ile kayıt altına alınmış bu hatıralar tarihe mal oldu, geleceğe miras bırakıldı.
Çocukluğumda kasabadan köyüme gidince gördüğüm köylülerin “Yunak” dediği ve çamaşırhane ve köy hamamı vazifesi gören Yunak gümüz de kullanılmaması dolayısıyla unutulacağı endişesiyle kaleme aldığım sözde unutulan bir değeri gelecek nesiller için yazıya aktardığım halen bende saklı duran bu yazıyı hatırlattı sizin“Elma Bahçesi” kitabınızda anlattığınız “Berber” hikâyeniz. Hikâyede anlatılanlara çocukluğumuzda yaşadığımız ilçede bende şahit olmuştum. Kasabadaki berberimizin zeminine döşenmiş tahtalara yanık yağ sürülmüş, yılların eskittiği ve artık iyice kahverengine dönüşmüş birkaç tahta sandalye ve Yusuf Yılmaz Araç’ın anlattığınız hikâyedeki gibi bir berber salonuydu. Büyük toplumsal değişimle sadece insanlar değil artık berber dükkânları da Kuaför veya Güzellik salonuna dönüştüler. Hiçbir şeyin dayanıp direnemediği zaman denen değirmen modern hayat cazibesiyle insanlar samimiyet ve safiyetini kaybederken dükkânlar nasıl değişmeyecekti ki
Seninle daha önce karşılıklı oturup muhabbet etme fırsatını yakalamış olanlar bilir, kısa öz konuşur mutlaka karşındakini tesir altına alırsın. İnsanı tesir altına alan bir ses tonuyla kendinden emin bir anlatım. Bu eserinin daha ilk paragrafı “Akşamüstü santral memuresi kadın, muavine telefon bağladı. Arayan prodüktör arkadaşı. Akşam buluşma teklif ediyor. Teftiş heyetinin en kıdemsizi olduğundan uzun konuşamadı. Kısık sesle, işler belli olmuyor, kesin söz veremiyorum, diyecekken üstadı geçe kalmayız manasında işaret etti. Anlaştılar, tarifi not aldı.” Okurken bu tesiri hissetim, sanki karşımdasın, bütün inanmışlığınla anlatacağını yaşayarak bana kısa ve öz bir şekilde anlatıyorsun. Beni sohbete yani kitabı okumaya bağlıyor, oturduğum sandalyeye mıhlıyorsun.
2015 yılında “Neyse ki saat beş olduğu, artık daireden çıkmam gerektiği için ve evde de oğlanlar iki laptopu alıp okullarına gittikleri günden beri bilgisayar olmadığından pazartesi günü geri kalanı okumak üzere zorla başından ayrıldım.” Gönderdiği pdf’yi okuduğumu ifade etmiştim.
O gün “26.10.2015 Pazartesi Sabah saat 06.45 hemen kaldığım yerden okumaya başladım. Tam lisede okuduğu arkadaşlarını anlattığın yerlerde kıskandım. Fakat okuma sırası “Teşkilat” gelip de “Yurtoğlu Apartmanı”ndan ve âcizane ismimizden de bahsettiğini görünce, ben, sizin üniversiteyi bitirip birlikte ikamet ettiğimiz Yurtoğlundan ayrılacağınız zaman “abi sizin benim yapacağıma kanaat getirdiğiniz herhangi bir müşkülünüz olursa kanunsuz olsa da senin için yaparım” boşuna dememişim, dedim kendi kendime. Yine kimseyi es geçmemiştin vefa doluydun.” kendisine de ifade ettiğim şekliyle buydu hislerim. Bu gün de kendisine olan saygım devam ediyor.
Ama 80 sonrası ilk ocağın açılışında bende hatırladığımı daha doğrusu basılmamış bir hikâye olarak yazdığım ve bana ait anlatımıyla size aktarmak isterim.
Bendeki kayıt şöyle:
Ülkücü Üniversite öğrencileri olarak Ülkü Ocakları binası yapmak için bir daire kiraladık. Binanın sahibi emekli bir astsubaydı. İlk eşi ölmüş genç bir bayanla ikinci evliliğini yapmıştı. Emekli astsubayla anlaştılar evin anahtarını o gün teslim aldılar.
Emekli Astsubay akşam gidip hanımına, “evi Ülkücü Öğrencilere Büro olarak” kullanılmak üzere kiraya verdiğini söyleyince, Emekli astsubayın hanımı kocasına kızmış; “yarın erkenden gidip anahtarı geri alalım” öğrencilerden “bir kuruş kira alamayız” diye tepki göstermiş.
Ben, Yusuf, Rüstem, Gündoğar, Mustafa Kemal, İbrahim, Ahmet Vakıf, Günay, Sabri ve diğer arkadaşları gelişmelerden habersiz büyük bir heyecanla, sabah erkenden, yeni tuttukları evi temizlemeye başladık. Ben, elimde bir bez ve vim marka toz deterjan ile alafranga tuvaletin klozetini ovarak temizliyordum ki; ev sahibi astsubay ve genç eşi içeriye bir hışımla girdiler. Kadın, evin bütün odalarını bir çırpıda gezdikten sonra Benim başımda dikeldi. Ben, yine her şeyden habersiz, dar tuvalette temizliğe devam ediyordum.
Kadın;
-Çocuklar! Bu evden bir aile çıktı. Siz, onların temizliğini beğenmemiş, tuvaleti ellerinizle temizliyorsunuz. Ben, anahtarı geri almaya gelmiştim.
Fakat yirmi yaşlarında bir delikanlının, tuvaleti elleriyle temizlediğini görünce vazgeçtim. İstediğiniz gibi kullanın…
Kadın ve kocası tekrar odaları dolaşıp binadan ayrıldı.
Bu dairenin kiralanmasından, iki gün sonra, Başbuğ Alparslan Türkeş, teşkilatları ziyaret için Bursa’ya geldi. On iki eylül ihtilalında tutuklanan Alparslan Türkeş’in tutuklu kaldığı cezaevinden tahliye olduktan sonra Bursa’ya yapmış olduğu ilk ziyaretti bu.
Evdeki bütün arkadaşlar akşam partiye gidelim, Başbuğ’u dinleyelim diye kararlaştırdık. Bursa Ülkü Ocakları Başkan Yardımcısı Yozgatlı Rüstem ile Malatyalı Mustafa evden herkesten önce çıkmışlar, Türkeş’i dinlemeye gitmişlerdi. Orada, MÇP il başkanına, Ülkü Ocakları binasının açılışını, Başbuğun yapmasını, teklif etmişlerdi. İl başkanı da meseleyi Başbuğ’a iletmiş, Başbuğ’da ertesi gün saat on da açılışı yapmak üzere kabul etmişti.
Ben Başbuğu dinlemek üzere gittiğim il binasına girer girmez Ülkü Ocağı Başkan yardımcısı Rüstem ve Malatyalı Mustafa;
-Hemen git, tuttuğumuz binayı tefriş et. Yarın saat on da Başbuğ açılış yapacak, dediler.
Ben bomboş bir binayı, gecenin bu vakti nasıl tefriş edeceğini bile düşünmeden, il binasından çıkıyordum ki, Başkan Yardımcısı Rüstem aceleyle yanıma yaklaşarak;
-Daha önce Emlak bürosu açmış, işleri iyi gitmediği için bürosunu kapatmış, emekli bir polis var, hala büro malzemeleri duruyormuş, bir kamyonet tut, malzemeleri Ocağa getir, dedi.
Ben, emekli polisin adresini alarak, il binasından çıtım. Tabii ben Başbuğu dinleyemedim. Yanımda İbrahim Balaban ya da Ahmet Vakıf Şahin vardı. Hemen bir kamyonet kiraladık ve emekli polisin evine gittik. Evin ziline basarak, kapıya çıkan emekli polise durumu anlattık. Bütün büro malzemelerini kamyonete yükledik. Daha önceden kiraladıkları binaya getirdik ve yerleştirdik. Ancak Salon bomboş kalmıştı, onu da Arkadaşlara telefon edip,
-Başbuğun konuşmasından sonra parti binasından gelirken herkes eline ikişer üçer sandalye alsın öyle gelsin, diyerek aşmışlardı. Denilen yapılmış sohbetten sonra partiden çıkıp Ocak binasını düzeltmeye gelen arkadaşlar 25-30 sandalye getirmişti. Tabi bu sandalyeler İl Başkanlığının açılış hediyesi olarak Ülkü Ocağında kaldı.
Bir avuç samimi genç o gece sabaha kadar binayı düzenlemeye çalıştılar. Bir noksanları kalmıştı, o da, Ülkücü Dünya görüşünü yansıtacak duvar süsleriydi. Bu problemi Ülkücü Diş doktoru Tanju PALA beyin muayenehanesinin duvarlarında asılı olan süsleri alarak hallettim.
Artık sıra gidip Çelikpalas otelinde kalan Başbuğu almaya gelmişti. Rüstem, Araçlı Yusuf, Gördesli İbrahim, Uzunköprülü Gündoğar ve Malatyalı Mustafa otele Başbuğu almaya gittiler. Rüstem, giderken Bana;
-Biz, otelden çıkarken, sana telefon ederiz, herkesi dışarıya çıkarırısın, dedi.
Arkadaşlar gidince biz son hazırlıkları yapıyordu ki bir öğrenci ;
-Ağabey kapının önüne bir kamyon çekmişler, dedi.
Ben hemen aşağıya inerek kamyoncuya;
-Kardeşim, kamyonu hemen buradan kaldır, saat on da, burada açılışımız var” dedim.
Geriye dönerken, sokağın başından yukarıdan yürüyerek, Başbuğun geldiğini gördüm. Koşarak yukarı ikinci kata çıktım.
-Herkes dışarı çıksın çabuk! Çabuk! Başbuğ geliyor, dedim
Ama kimse dışarıya çıkmaya fırsat bulamadı. Ben, kapıdan çıkıp tekrar aşağıya yöneldiğimde, Başbuğ ikinci katın merdivenlerinin yarısını çıkmıştı bile…
Tekrar geriye dönerek içerideki iki öğrenicinin ellerine kurdelenin birer ucunu uzattım.
-Duvarın arkasından, görünmeden kurdeleyi tutun, dedim
Başbuğ, tam kapının önüne geldi. Ben tepsi ile makası istedim. Fakat tepsideki makası tutacak, daha uygun ve düzgün takım elbiseli ve kravat takmış kimseyi bulamadım.
Kravatsız bir şekilde, yönünü biraz çapraza ters yöne dönerek, kravatsız olduğumu Başbuğ’a göstermemeye çalışarak tepsideki makası tuttum.
Daha önceden ayarladığımız, İmamlıktan emekli hocaya açılış duasını yapmasını söyledik. Ancak Hocanın Alparslan Türkeş’i karşısında görünce sanki dili tutuldu. Hiçbir dua okuyamadı. Başbuğ Alparslan Türkeş kendisi bildiği ve dili döndüğü kadarıyla dua edip;
-Vatana ve millete hayırlı olsun, diyerek kurdeleyi kesti.
İçeri girip yerine oturduktan sonra MÇP il başkanına;
-Buranın sorumluları kim?” diye sordu.
Rüstem ve Yusuf masanın önüne Başbuğun karşısına dizildiler. Başbuğ;
-Oğlum! Siz Müslüman değil misiniz? Müslümanlık temizlik demektir. Düzen, intizam demektir. Ne bu başıbozukluk? Sabah namazına kalkmadınız mı? Sabah namazına kalksaydınız, bu saate kadar, bütün işleri bitirirdiniz, dedi
Rüstem ve Yusuf aldıkları Ocak terbiyesinden Başbuğun bu çıkışmasını sessiz bir şekilde saygıyla dinliyorlardı. Mazeretlerini dile getiremiyorlardı. Başbuğ Alparslan Türkeş’e MÇP il başkanı gerekli açıklamayı yaptı.
-Başbuğum! Arkadaşlar, burayı kendi öğrenci cep harçlıklarıyla tuttular. Daha sonra ki günlerde açılışını yapacaklardı. Sizin, Bursa’ya gelmenizi fırsat bilerek, açılışı size yaptırabilmek için açılışı öne çektiler. Bina içinde hiçbir eşya yoktu. Bu gece uyumayıp, açılışa yetiştirmeye çalıştılar. Burayı bu gece donattılar, tefriş ettiler.
Başbuğ il başkanının açıklamalarından sonra biraz sakinleşti. Babacan bir tavır ile Türk Milletinin tarihte karşılaştığı zorlukları anlatan bir konuşma yaptı. Daha sonra kendisini toplayan emekli imam Kur’an-ı Kerimden aşırlar okudu, hep birlikte dualar edildi. İkramlardan sonra Başbuğ açılıştan ayrıldı.
Başbuğ Alparslan Türkeş, ertesi gün de Bursa’daki ziyaretlerine devam etti. Her Bursa ziyaretinde mutat olduğu gibi, o gün de öğle namazını Emir Sultan camiinde kıldı.
Ben, daha önceden Ocak Başkan yardımcısı Rüstem Boztunç’dan Başbuğun bu camiye öğle namazına geleceğini öğrenmiştim, gidip birinci safa imamın arkasına oturdum. Namaza başlamadan Alparslan Türkeş camiye girdi. Ben kalkıp imamın arkasındaki yerimi, kalkıp Başbuğ’a verdim. Namazdan sonra, cami cemaatinden biri, caminin bahçesinde Alparslan Türkeş’in önünü kesti. Alparslan Türkeş’e askeriyeden emekli olmadan önce, kendisinin er olarak Alparslan Türkeş’in birliğinde askerliğini yaptığını söyledi. Alparslan Türkeş, aradan çok uzun yıllar geçmesine rağmen ismiyle bu vatandaşa hitap edince, cami cemaatinden olan bu vatandaş Alparslan Türkeş’in boynuna sarılarak ağlamaya başladı.
Başarılarının devam etmesini ve daha nice eserler vermeni dilerim. Allah yar ve yardımcın olsun Yusuf ağabey.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.