« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

19 Nis

2021

“78 KUŞAĞI“NIN ROMANI “KOYU GRİ SENELER”

19 Nisan 2021

Ülkemizde sol kesimdekiler kendilerini genellikle 68 kuşağı olarak isimlendirirler. Dursun Kuveloğlu bu isimlendirmeden etkilendi mi bilmem. Yazmış olduğu romana “Koyu Gri Seneler - “78 Kuşağı” Romanı” adını vermiş. Her halde o zamanların (-)sanki net iki safa ayrılmış gibi görünen(-) perde arkasında birilerinin her iki tarafa da müdahale ettiğini ve bir merkezden her iki taraftan da insanların öldürülmesi dolayısıyla flulaşan günlük hayatın belirsizliğini anlatmaya çalışmış.
Elimizdeki Kitap Akçağ yayınlarından birinci baskı olarak Ankara’da 2014 yılında basılmış olup, üç yüz yetmiş beş sayfada anlatılan 30 bölümden oluşmaktadır.

Vatan, Millet, Din, Bayrak söz konusuyken tarafsız olanlar Karşı taraftır.

Yazar daha romanın başında ilk sayfada “Siyah ile beyaz arasında, beyazdan çok siyaha yakın yılların yüreğimde bir tortu gibi bıraktığı hatıralardan ne çıkarmalı sorusu, giderek daha fazla beynimi kemirmeye devam ediyor. Herkes kavgasının kutsallığını kanıtlama ve akan kanın kendisine ait olmayan bölümünü görmezden gelme derdindeyken, ben, beynimi kemiren sorulara cevap arıyorum” (S:7) diyerek romana neden “Koyu Gri Seneler” adını verdiğini ve aklıselim ile düşününce bu senelerde kaybolan canların hepsinin bizim canlarımız olduğunu taraf olanların bu sonucu göremeyip kendi açısından mevzua yaklaştığını vurguluyor. “Kendini tertemiz düşüncelere kaptıranlar haricinde, herkesin türlü türlü hesabı vardı. Kavga eden bizdik ama kavga edenlerin asla kazanamayacağı tuhaf bir savaştaydık.” (S:8) Vatan ve millet açısından konuya yaklaşacak olursak eğer devletin vatan ve millet için birlik ve dirlik uğrunda bütün tedbirleri alması ayrılıkçı ve yıkıcı düşüncelere, faaliyetlere kati surette fırsat vermemesi gerektiğini söyleyebiliriz. Bütün bu tedbirlere rağmen vatanın ve milletin varlığı tehlikeye girerse bu demek değildir ki kullanılmamak için sakın bir şey yapma, eğer devlet bütün müdahalelere rağmen vatanın ve milletin birliğini ve dirliğini sağlayamıyorsa vatandaş olarak da üzerine düşeni yapmak gerekir. Yoksa atalarımızın yapmış olduğu kurtuluş savaşının bu anlamda bir izahı mümkün olmaz. Çünkü o gün de hükümet vardı ve kendi çapında gerekli tedbirleri alıyordu.
Babası inşaatlarda sıvacı olarak çalışan, evini geçindirmek için devamlı çalışmak zorunda olan bir baba biri ilkokulu bitirdikten sonra okula kaydolmamış, biri ilkokulda okuyan ve ikisi henüz çok küçük dört çocuğa sahip altı nüfuslu bir aile, gurbetçiliğin sıkıntılarından kurtulmak ister ve Karadeniz’in sakin yeşil illerinden biri olan Giresun’dan Ankara’ya göçer. Aile akrabaların bulunduğu bir apartmana yerleşir, baba inşaatlarda çalışmaya devam eder, evin büyük oğlu bir buçuk ay gecikme ile anneannesinin de baskısıyla ortaokula kaydolur ama intibak edemez ve bütünlemeye kalır. Yazın inşaatlarda çalışırken fırsat buldukça bütünlemeye kaldığı derslere de çalışır ve ikinci sınıfa geçer.
Önce okul dışından adamlar okuldaki taraftarlarını korumak veya karşıtlarını korkutarak vazgeçirmek için kavga ediyor, sonra okul öğrencilerinden taraf olanlar bu kavgalara taraf olduklarının yanlarında atkılıyor, sonra okul içinde de kavgalar olmaya başlıyor. Tarafsız kalmak adeta imkânsız, tarafsız olanlar yollarda sıkıştırılıp kendi taraflarına geçme yönünde bazen karşı tarafı kötüleyerek bu kötülere karşı neden bizim yanımızda değilsin gibi telkin ile bazen de doğrudan şahıs tehdit edilerek ikaz ediliyorlar, yandaş toplamaya ya da karşı tarafın yandaşlarını vazgeçirmeye çalışılıyordu. Taraflardan Birisi “Allahsız komünistin teki”yken diğer birisi “Faşist köpek” olarak itham ediliyor kimsenin kendisini ifade ettiği gibi kabul görmesi beklenmiyordu. Komünistler devrimci faşistler de ülkücüydü. Tarafsız olma, olaylara dâhil olmama hakkınız da yoktu. Bu noktada merhum Ebulfeyz Elçibey’in “Sen Türk olduğunu unutsan da düşmanın asla unutmaz !” sözü akla gelir. BöylelikleTürk olduğunu daima hatırlatırlar.
Sınıf arkadaşları Baki ve Turgut’un Devrimci ve Ülkücü olarak yaptıkları kavgadan habersiz Hasan, Baki’nin Turgut’un kitabına sövmesi üzerine müdahale eder “Kitaba sövme”. Ama Baki sövmeye devam edince Hasan “Kitap hepimizin” diyerek savunmaya çalışır. Ancak Baki, Hasan’a diklenmeye başlar ve aralarında kavga çıkar. Baki kavga bittikten sonra yüzünü yıkamak için tuvalete giderken matematik hocası Erol durumu sorar. Hasan ile kavga ettiğini öğrenince sırf Devrimci duygularla Hasan’a tokat atar ve “Ben bu okulda olduğum müddetçe bu okulu bitiremeyeceksin diyerek Hasanı tehdit eder. Bir öğretmen olarak öğrencilerinin arasını bulup onları barıştırması gereken Matematik öğretmeni Erol işin içine siyaseti sokmuş ve Devrimcilerin tarafında davranmıştır. İlk Matematik imtihanında da bunu göstermiş ve bütün soruları yapan Hasan’a kopya muamelesi etmiş, itirazlarda sonucu değiştirmemiştir. Belki de devrimci öğretmenlerin ve öğrencilerin milli manevi değerlere saldırısı Anadolu’daki birçok gencin bu değerlere daha ateşli sahip çıkma ihtiyacı hissederek ülkücü olmaya sevk etmişti.
Yazar Ülkücü öğrencilerin sayıca azınlıkta olduklarını Turgut’un okuldaki pozisyonunu açıklarken şöyle dile getirir. “Okulda sayıları iki elin parmakları geçmeyen ülkücü grubun lideriydi. Devrimciler sayı olarak onlardan biraz daha kalabalık olsalar da her an bir arada olmaları, karşı tarafı caydırıyordu. Birbirlerine tutkun ve inanmış bir gurup gibi görünüyorlardı.” (S:46) Ülkücüler zaten hiçbir zaman sayıca çok üstün durumda değillerdi. Devrimcilere, daha çok samimiyetleri, cesaretleri ve destek aldıkları bilgileri ile karşı çıkıyorlardı.
Nihayet yazar baştan beri tafrasız kalmaya çalışan Hasan’ı anlatarak beni çılgına çevirdiğinin farkına varmış olmalı ki baklayı ağzından çıkarıyor. Kahramanına tarafsızlığı uygun görüyor. Roman kahramanı Hasan’a tarafsız olmayı kendini yetiştirmeyi kitapçı Mustafa Hocanın ağzından tavsiye ederek ülkücülükten uzak kalması gerektiğini örtülü bir şekilde anlatıyor. “Sana tavsiyem, bu ateşten uzak durmandır. Sen çok akıllı ve meraklı bir delikanlısın. Ne güzel, okuyor ve araştırıyorsun. Böyle devam et. Memleketin için, milletin için bir şeyler yapmak istiyorsan okumalı ve kendini yetiştirmelisin. Geçmişini bilmeyen bu gününü anlayamaz. Bu günü anlamayanın da memleketin yarınına hayrı dokunmaz.”(S:62) Anlıyoruz ki Hasan sokak kavgalarına taraf olmaya karşı çıkıyor, ama memlekete faydası olacak işlere asla karşı değildir. Kaldı ki gerçekte bu kavgalara katılanların da çoğu istemeden kendini kavganın içinde bulmuştu. Sokak kavgalarında bir menfaat temin etmek düşüncesinden ziyade mahalleyi, şehrini, ülkesini koruma duygusuyla sürüklenmişlerdi bu hengâmeye, kendileri çıkmak istedikçe de karşı taraf zorluyordu da onlara hele durun bunları niye kavgaya zorluyorsunuz diyecek kişi ve merciler de seyirci kalıyordular.
Kahramanımız Hasan’ın Matematik Hocası Erol ve Almanca hocası Tanju ile yaşadığı her imtihandan sıfır veya bir almasını ancak benim gibi bu olayı yaşamış biri anlar. Ben de okuduğun İmam Hatip Lisesinde 4 sene 9-10 getirdiğim Arapça dersinden üç sene dörtten yukarı not alamamış, bütünlemeye kalmış, okula yazın tayin edilen ve beni tanımayan okul müdürünün başkanlığındaki altı kişilik Meslek dersleri hocasından oluşan komisyon tarafından sözlü imtihan edilmiş ve her soruyu bilmem üzerine “sen bu kadar biliyorsun da niçin kaldın sınıfta yoksa yaramaz bir öğrenci misin?” Sorusuna maruz kalmış, bütünlemeden yedi alarak sınıfımı geçmiştim ancak, yeni okul müdürü yine de seninle görüşeceğiz diyerek bir tehdit savurmuştu. Okullar açılıp bizim Ülkücü ve çalışkan bir öğrenci olduğumuzu öğrenince “bu okuldan sana diploma vermeyeceğim” demişti. Hasan komünist hocalardan ben ise siyasal İslamcı hocalardan hak etmediğimiz muamelelere maruz kalmıştık.
Roman Kahramanı Hasan’a babası tarafından yöneltilen “Senle uğraşıyorlarsa, bir kabahatin vardır.” (S:73) suçlaması Anadolu’nun hakkını savunma nedir bilmeyen gariban insanlarının genel halini gösterir. Aile fertlerini baskılayarak aileyi koruduğunu zannederler. Çünkü yol yordam bilmezler devlet kapısında hak aramak amacıyla hiçbir zaman dava açmak için avukata verecek kadar para bulamazlar, onlar için en kolay yapılabilecek aile fertlerinin hakkından fedakârlık ederek beladan uzak durmaktır.
Roman sanki komünistlerin eylem tarihi gibi memlekette nelere kimlere savaş açtıklarını tarafsız sıradan bir gencin yaşadıkları üzerinden kurgulayarak gayet güzel net bir şekilde anlatıyor.
“Herkes giderek birbirine yabancılaşıyor, kendi kabuğuna çekiliyordu. Düne kadar misket oynayan, top koşturan ve mahallenin neşeli çığlıklarını oluşturan çocuklar büyümüş, birbirlerini can düşmanı belirlemişlerdi. Önce okullar, ardından da mahalleler bölündü. Herkes durumdan şikâyetçiydi, ama kendi çocuklarına hâkim olamıyorlardı. Devlet ise anlaşılmaz bir tutum içindeydi. Vatandaşları arasındaki kavganın kendiliğinden yatışmasını bekleyip, daha sonra hasar tespiti yapacak gibi görünüyordu.”(S:95) yazar ifade etmese de Devlet hasar tespiti yapmadı, her iki tarafa hasar vermeye devam etti. Sağdan soldan yaşı tutmayanları astı. 12 Eylül ihtilalını yapanlar kendi ağızlarından kendilerinin yapacağı ihtilalın halk nezdinde kabul görmesi için sokak kavgalarına müdahil olmadıklarını hatta geliş sebeplerinin olgunlaşması için kavgaların daha da azgınlaşmasını, olgunlaşmasını beklediklerini haklılıklarını ispat etmek istediklerini itiraf ettiler.
Her ne kadar sokak kavgalarıyla herkes hapishaneye dönen mahallelerine sığınsa da aşklarımızı mensup olduğumuz ideolojiler yasak koyup sınırlasa da komşuluk ilişkileri hala canlıydı. Mahallenin Gençleri topluca bir duvar üzerinde oturup geleni gideni seyreder, pazardan gelen bir yaşlı görse hemen elindeki yükünü alır evine kadar taşır, odun kömür alan yaşlı ve kimsesizlerin odun ve kömürleri yine mahallenin gençleri tarafından odunluğa ya da kömürlüğe taşınırdı, karşılığında bir Allah razı olsun duası alabilmek için.
“Mahallemizden ülkücü diye bilinen kişileri ve aileleri kaçırtan sol gruplar, bu defa da kendi aralarında fraksiyon çatışmasına girmişti. Ortak düşman mahalleden çıkarılmıştı çıkarılmasına da, bu defa mahallenin kimin hâkimiyetinde olacağı tartışma yaratıyordu.” (S:127-128) Çatışacak bir şey bulamasalar neredeyse kendi gölgeleriyle çatışacak olan sol grupların hâkimiyet ve üstünlük anlayışları korkutarak boşaltmak ve boşalan yerlere hâkim olmaktı. Zaman zaman da kavga etmek için kavga ediyorlar, huzur ve güvenin yok olmasından medet umuyorlardı. Fikren sempati besleyen ve şiddet yanlısı olmayan gençleri de olayların içine çekmek için ya kendilerini tanımayan sol görüşlüleri ülkücü görüş mensubuymuş gibi davranarak dövdürüyorlar ve bu gençlerin ülkücülerden dayak yemenin hıncıyla kendi saflarında olaylara karışmasını sağlıyorlar, ya da oldubittiye getirip bir olayın içine sokarak artık onları mecbur bırakıyorlardı. Ufak tefek sebeplerden dolayı karakola giderek serbest kalacağını bildiklerinden yanlarında olaylara götürüp hiçbir şeye karışmadan orada bulunmaktan gözaltına alınmasını sağlıyor, suçsuz olduğu için ifadesi alınıp salınan kişiyi kahraman yaparak olaylara daha da cesaretlendirdiklerini de duyuyor, propaganda ve seminer notlarında eylemlere sokma taktiklerinden yapılması gerekenler olarak yayınlıyorlardı.
Ülkede ki terörü engellemenin en kolay yolu bir tarafı yok etmekti. Herkes devlet ve millet için zararlı dış kaynaklı fikirlerle mücadele edip, gençleri bu zararlı fikirleri edinmekten korumak yerine milletin kendi olan varlığını teminatı olan fikirlerin yok olmasını çözüm olarak görüyordu. ”Şu Türkeşçiler olmasa, bekli de bu kadar olmayacak.” (S:129) Mesele bu kadar basitti. Belki de kendileri için olayları bitirmek amacıyla yok olmak pahasına fedakârlık edecek kişiler olarak yine sadece Türkeşçileri görüyorlar, onlara güveniyorlardı.
“Sadece memleket kamplara ayrılmıyor, mahallemiz de sessizce ve derinden bölünüyordu. Türkiye’nin değişik bölgelerinde devletin giremediği ve var olmadığı ‘Kurtarılmış Bölgeler’ de devlete rağmen yönetim modelleri uygulamaya geçerken, devletin bunca yaşananlara seyirci kalışı, güçsüzlüğüne yoruluyordu. Halk Mahkemeleri, Devrim Mahkemeleri gibi illegal yapıların daha acımasız, ama daha hızlı karar verdiği konuşuluyordu.” (S:137) Adaletten nasibini almamış, hukuk bilgisi olmayan olaylara ideolojik bakan kişilerin Halk Mahkemelerinde verdiği kararları hukuki karalar olarak düşünmek, teröristleri meşrulaştırmaktır. Devletin yargılama erki hiçbir grubun ideolojik ve hak anlayışından uzak inisiyatifine terk edilemez.
Kavga iki taraf arasında değildi, isim olarak karşı taraf her ne kadar Ülkücü olarak anılsa da Komünistler, Devrimciler millet ile kendilerinden olmayan herkesle her şey ile kavga ediyorlardı. Ülkücü bulamazlarsa milletle, milletten muhalif bulamazlarsa kendi yandaşlarıyla fraksiyonlarla, hiçbir şey bulamazlarsa asker, jandarma, bina, eşya ne varsa onlarla savaşıyor, bombalıyor, yakıyor yıkıyorlardı. “Memleketi kuşatan yangın karşısında sessiz ve tarafsız kalma hakkımızı dahi yoktu. Yaşamaya, okumaya ve özgürce dolaşmaya hak tanımayan kör öfke, tarafsız kalmamıza da müsaade etmiyordu. Hiçbir şeye hakkımızın kalmadığı memlekette tek kalan hakkımız, ölmek ve öldürmekti.” (S:138)
Ülkücü olduğunu kendine bile itiraf edememiş roman kahramanımız Hasan, mahallenin tescilli tek “gâvur” lakaplısı Ali’nin kızına dünürlüğe gelecek olan delikanlının Ülkücü olduğun öğrenmiş. Gavur Ali, Hasan’dan damat olacak çocuğun “hırlı mı hırsız mı namazlı abdestli mi kumarcı mı” (S:207) olduğunu öğrenmesini isterken kendisine “Benim Kız var ya, Gülten. Onu sizinkilerden birisi istiyor…”(S:207) demesi üzerine Hasan “Bizimkilerden mi?” (S:207) diye tepki verir. Kızın Babası Gâvur Ali “Yahu senin Türkeşçilerden birisi işte! Anlasana…”(S:207) diye cevaplandırır. Hasan “Bana ‘ülkücü, milliyetçi’ demek yerine, “Türkeşçi” denilmesinden hiç hazzetmiyordum, hatta kızıyordum ama şimdi bunun davasını görecek halde değilim.” (S:207) diye zihninden geçirerek ilk kez Ülkücü, milliyetçi olduğunu kendisine itiraf ediyordu. Ama teşkilatla bağı olmayan hiç Ülkü Ocağına gitmemiş bir ülkücülüktü kabul ettiği. Bütün Ülkücüler kendilerine Türkeşçi denmesinden de aksine hoşlanır ve kendilerine Türkeşçi denilmesini göğsünü gererek kabullenirler.
Ülkedeki kargaşa ve anarşiyi önlemek için ilan edilen sıkıyönetim de ülkedeki sükûneti temin edememişti, olaylar artmaya devam ediyor her gün onlarca insan ölüyor, yüzlerce çatışma oluyor, okullar, işyerleri, pazar yerleri bombalanıyor, şehirler tahrip ediliyor ama sıkıyönetim anarşi problemini çözemiyordu. Suçsuz insanlar toplanıyor, işini iyi yaptığını zanneden yetkililerin uydurduğu suçlarla suçlanıyorlar, yine işini bilen yetkililerin yazdığı ifadelerle masum insanlara suçlar isnat ediliyordu. Kısaca suçlular bulunmuyor, suça göre insan bulunuyordu. Sıkıyönetim de çare olamamıştı ülke insanlarının derdine. İnsanlar aç susuz, uykusuz günlerce uygun olmayan ortamlarda nezarette tutuluyor, bezginlik sonucu ne olacaksa olsun durumuna gelenler de isnat edilen suçu kabul ederek, isnat ediciler tarafından yazılmış ifadeleri imzalayarak kurtulacakları düşüncesine kapılıyor, imzaladıkları suç isnat ifadeleriyle kendilerine daha büyük dertler açılmasına sebep oluyorlardı.
Komünistler güzel kızları kullanarak taraftar devşirir, komünist kız ülkücü gence âşık olur, hani derler ya Komünist kızlar gezmek, flört etmek için başkalarını evlenmek için ülkücüleri seçerler, çünkü ülkücü gençlerden iyi aile reisi olur kesinlikle eşlerini aldatmazlar, demek kızlar bunun farkına varmışlar. Mahallenin berberi ayaklı gazete gibidir, günde dükkâna üç gazete alır, üçünü de hatmeder gelen müşteriler dinlemek istemeseler de berber havadis sorar gibi söze başlar cevabını da kendisi verir, roman kahramanımız Hasan mahallenin berberi Recep’e “Canlı gazete”, “sesli gazete” gibi isim takmıştı, çünkü dükkâna her gün aldığı “Tercüman, Günaydın, Milli gazeteyi” ezberler bir solukta her müşteriye aktarırdı.
Hasan’ı komünist ve Devrimci yapmak için çabalayan Nihal artık Hasan’a âşık olmuştur, ancak kendini önce iyice tanıması gerektiğini düşünür ve Hasan’ı alır Gençlik parkına gider, bir çay bahçesinin sakin bir köşesinde anlatır, ailesinin komünist ve Devrimci olmasından önce Alevi olduğunu, Aleviliklerinin dinsizlik ve Ateistlik olmadığını, nasıl komünist olduklarını, Aleviliklerinin mezhepsiz, tarikatsız, cemaatsiz, fırkalara bölünmüş bir Müslümanlık olmadığını öz bir Müslümanlık olduğunu, kendilerinin Türkmen olduğunu “Bizler Allah’a, Kur’an’a, Hz. Peygambere ve imam Ali’ye bağlıyız Ehl-i Beyt sevdalısıyız. (…) Ana kaynağa bağlı Türk Müslümanlarıyız.” (S:299) diyerek anlatır. Hasan da Nihal’e iltifat etmeye başlamış onu kendisine yakın bir fikre mensup olarak tarif etmeyi tercih etmişti. “Sen belki ülkücü değilsin, onlara uzaksın ama adamakıllı Türk Milliyetçisisin.” (S:302) Hasan’ın bu ifadesi onun için aynı zamanda Nihal’i bir kabulleniş, iyi güzel tarafını arama, bir yakınlaşmaydı. Belki de gelecekte birlikte yaşayacakları duygulara farkında olmadan zemin hazırlıyordu.
Hasan’ın babasının dostu olan kadını sokak ortasında dövmesi, kadının Hasan’ı devrimcilere faşist diye ispiyon etmesi, sonra sol görüşlülerin bu kadının isteği doğrultusunda Hasan’ın evini gözetlemesi, ablukaya alması, balkondaki Hasan’ı sana göstereceğiz diye tehdit etmeleri, Hasan’ın babasının silahını alıp dışarı çıkarak evin önündeki Devrimcilere silah çekip tehdit etmesi ne devrimcilerin derneklerinin fikri mücadele kavgası, ne de milliyetçilerin ve ülkücülerin kavgasıdır. Bunlar daha çok kendi sıradan adi hukuki vakalarını adliye teşkilatı vasıtasıyla çözemeyen bıçkınların karşı tarafa hem güçlü olduğu izlenimi vermek hem de işlemiş oldukları vukuatın üzerlerine kalmasını önlemek isteyip olayı siyasi görünüme sokarak halletmesidir. Böylelikle çoğu kişisel adi vaka siyasal bir görüntü ile devrimci ve ülkücüler ile alakası yokken onlara mal edilmiş, kayıtlara siyasi eylem olarak girmiştir.

İl’ine, Milletine, Türkçene sahip ol

Hasan Kitapçıda dost sohbetinde kendisine sorulan “Hacı Bektaş-ı Veli’nin en önemli öğüdü nedir?” (S:342) sorusuna “Eline, beline, diline sahip olacaksın” diye cevap verir. Manasını da “Eline sahip olacaksın demek hırsızlık yapmayacaksın demektir. Beline sahip çıkmak, zina yapmayacaksın demektir. Diline sahip çıkmak da kötü söz söylemeyeceksin. Yalan söylemeyeceksin demektir.” (S:342) olarak verir. Ancak Göksel öğretmen buna karşı çıkarak, Hacı Bektaş-ı Veli’nin evliya olması dolayısıyla bu mananın akla geldiğini ve herkesin böyle yorumladığını, kitaplarda da bu yorumun yazıldığını söyleyip doğru yorumu şu şekilde yapar: “Bir kere o sözdeki eline lafı yanlış. Onun aslı ilinedir. Yani vatanına, memleketine, devletine sahip çıkacaksın. Beline sahip çıkacaksın demek, uçkuruna sahip çıkacaksın demek değildir. Buradaki beline lafı, ailene, soyuna, ocağına sahip çıkacaksın demektir. Diline sahip çıkma meselesine gelince… Burada da diline, kültürüne, Türkçene sahip çıkacaksın öğüdü vardır. Yani vatanına, soyuna ve kültürüne sahip çıkacaksın. Hünkârın öğüdü bu minvaldedir.” (S:343) Ayrıca “Horasan Erenlerinin İslam’ı anlatırken elbette eline, diline, beline sahip olun doğrultusunda öğütlerde vermiştir.” diyerek sohbetine devam etmiştir.
12 Eylül ihtilalı olmuş “ABD Büyük elçisinin ‘bizim Çocuklar” dediği” (HK) asker yönetime el koymuş roman kahramanı Hasan’ın tarafsızlık söylemlerinin nihayetinde ne olduğu hususundaki zihin kargaşası bitmiş ve yerini Ülkücülüğünü kabulleniş almıştır. Sanki Askeri ihtilalla can güvenliği tehlikesi kalkan sır sahibi birinin sırrını açığa vurması, itirafı gibi ihtilaldan sonra sır olan Ülkücülüğünü kabullenmiştir. Yazarın Ülkücü veya tarafsız kahraman kararsızlığı son bulmuş Ülkücü kahramanlıkta karar kılmıştır.“Ne büyük hayallerimiz vardı. Büyük Türkiye’yi, Büyük Turan’ı kuracaktık. Turan gerçekleşecek, esir kardeşlerimiz hürriyetlerine kavuşacaktı. Turan gerçekleştikten sonra dünyaya nizam ve adalet gelecekti.” (S:360) Bundan sonra aidiyet ifade eden cümlelere devam eder. “Ay-yıldızlı bayrağın altında toplayacaktı.”, “Dünyaya nizam getirecektik.”, “aynı şarkılarla oynayacaktı.”, “Al bayrağa sarılmış Türk kızları, yollarımıza çiçekler serpecekti. Biz duvarı yıkacaktık, Turan kurulacaktı! Bunun neresi suçtu?” , “Türklerin esaretten kurtulması için savaşan fedailerdik.” (S:360) yoğun bir şekilde kurulmuş cümleler devam eder.
Kurguda bir yanlışlık olsa gerek ABD büyük elçisinin ülkesine geçtiği bir mesaj olan ancak romanda polis telsizinden Hasan’ın duyduğunu söylediği “Bizim çocuklar başardı. Her şey yolunda!” (S.362) ifadesinin bir gazete veya televizyon haberinde duyulmuş olması gerçeğe daha uygun olurdu.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,43 M - Bugn : 28225

ulkucudunya@ulkucudunya.com