“Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Portre Denemeleri” Ahmet Güner Sayar Hocanın bütün kitapları gibi severek okuduğum kitaplarından birsi oldu. Kitapbın ilk baskısı 2000 tarihinde Ötüken Neşriyat tarafından yapılmış. Şu an okuduğumuz 4. Baskınsı da Ötüken Neşriyat 2020 yılında İstanbul’da yapmış. Otuz üç ayrı başlık altında bazıları aynı kişiler hakkında olmak yazılmış portrelerden oluşmuş ve nihayetinde İsim Dizini ile biten 295 sayfadan meydana gelmiştir.
Ahmet Güner Sayar Hoca’nın “Şu kadar ki Anadolu topraklarının düşman tarafından işgal edildiği bir dönemde Konya’yı Ankara’nın yanına çekerek Türk Kurtuluş Savaşı’na maddi ve manevi desteğin sağlanmasında Abdulhalim Çelebi’nin üstelendiği görev, karşılaştığı meselelerin aşılmasında gösterdiği cehd ve gayreti dile getirmeden, herhalde, onun hakiki kimliği içersinde tespit edemeyeceğimiz bir gerçektir. Şu kadar ki o ‘milli savaş ve harekâtın zuhurunda bütün varlığıyla bu harekâtı desteklemiştir. Kısaca Abdulhalim Çelebi Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde Ankara’da kenetleşen milli iradeye destek veren, topyekûn kurtuluşta katkısı olan mübarek insanlardan biridir.” (S:38) dediği Abdulhalim Çelebi Osmanlı hükümdarları tarafından 2 kere azledildikten sonra tekrar atanarak, 3.seferde ise Amil Çelebinin vefatı üzerine Konya’daki Mevlevihane’nin şeyhlik makamı olan makama Konya Çelebisi olarak atanmış ve tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar bu görevde kalmıştır. Abdulhalim Çelebiye TBMM tarafından Yeşil Şeritli İstiklal Madalyası verilmiştir.
Atatürk, Kurtuluş savaşının başarılı olacağına inanmayanlar hakkın da Falih Rıfkı Ataya “Oğlum [Milli Mücadeleye] inanmayanları ayıplamayın sakın… Sahiden inanan kaç kişi vardı ki? Gün oldu, ben bile içimden sarsıldım.” (S:39) diyerek hem milli mücadelenin çetinliğini hem de o günlerde kaşı olanları hoş gördüğünü ortaya koymuştur. Hatta Ahmet Güner Sayar Hoca’nın Yusuf Ziya Ortaç’tan aktardığına göre, bir gün Atatürk Yusuf Ziya Ortaç’a “Kuva-yı Milliye’ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler” demiştir. Yalnız bu cümle herhalde dizgi hatasıyla Kuva-yı Milliye’ye inananlar da inanmayanlar kadar haklı idiler” şeklinde çıkmıştır.
Tosyavîzade Dr. Rıfat Osman Bey daha tıbbiyenin son sınıfında iken başarı göstermiştir. “1897 Türk-Yunan Harbi’nde yaralanan askerlerin vücutlarındaki kurşun ve mermi parçalarının yerini röntgen ışınlarıyla tespit etmeyi başardı.” (S:64) ilk Modern Tıp fakültesi sayılan Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane; 14 Mart 1827 yılında Sultan II. Mahmut tarafından açılmıştır. Modern Tıp alanında eğitimin başlamasından 70 yıl gibi kısa bir süre sonra hem de tıbbiyeli son sınıf bir öğrenci için çok büyük bir başarıdır. 1889 da Tıbbiye öğrenciyken dolabındaki V. Murat resminden dolayı 2000 adet el yazması kitabı, hat eserleri ve soy kütüğü yakılarak imha edilmiş, daha sonra Edirne’de 1915 Balkan Savaşında ve 1920’de de Yunanlıların Edirne’yi işgalinde kitapları yağmalandı. 3 kere kitaplarını ve kıymetli evraklarını kaybetmiştir.
Muallim Mehmet Cevdet Bey İlk ve Orta tahsilini Bolu’da Lise tahsilini Kastamonu’da tamamladıktan sonra 1901 yılında yüksek tahsil için İstanbul’a gelip Hukuk Fakültesine kaydoldu. Ancak Hukuk Fakültesi üçüncü sınıftan ayrılıp imtihanı kazanıp Darulmuallimin’in edebiyat bölümüne geçti.1903’te muallimliğe başladı.1907 de Azerbaycan’a gidip Bakü’de kurulmasına ön ayak olduğu “Füzûyat” adlı öğretmen okulunda müdürlük yaptı. Ağağoğlu Ahmet Bey’in çıkardığı gazetede yazılar yazıp konferanslar verdi. “Azerbaycan Türkleri’nin uyanışında, din ve fırka çekişmelerinin ortadan kaldırılmasında büyük hizmetleri görüldü.” (S:70) Belki de bu gün Azerbaycan Türkiye arasından “İki Devlet Tek Millet” anlayışını yerleşmesini temellerini attı. Yine Muallim Mehmet Cevdet Bey ya da meşhur olduğu ismiyle Muallim Cevdet Bey 1931 yılında Bulgaristan’a satılan eski arşiv belgelerinin satışını telgraf çekerek engellemiştir. (S:71) İlmi Türkçülüğü savunan Osman Nuri Ergin, Ahmed Süheyl Ünver, kitapçı ya da meşhur olduğu vasfı ve mesleğiyle sahaf Raif Yelkenci ile birlikte Ziya Gökalp, Fuat Köprülü çizgisinden ayrı olarak Türk Kültürüne azınsınmayacak hizmetleri olmuş Türkçü idi.
Ahmet Güner Sayar Hocanın Ahmet Süheyl Ünver Hoca hakkında yazdığı “Ahmet Süheyl Ünver Hayatı Şahsiyeti ve Esreleri” kitabı ile “Ahmet Süheyl Ünver’le Sohbetler” kitabını okurken Ahmet Süheyl Ünver’in tasavvuf ehli, şair, Bilimler Felsefesi araştırıcısı, bir uzman olmasının yanında ve sonucunda Türk Tıp Tarihi Enstitüsünün kurucusu ve arşivinin oluşturucusu olduğunu görmüştük. Hat, Tezhip ve Minyatür sanat öğreticisi, Kâtı sanatı uzmanı olduğunu yaptığı çalışmaları Ahmet Güner Sayar Hoca’dan aktararak yazmaya çalışmıştık. Ancak bu kitapta görülen o ki asıl şöhret bulduğu yine Ahmet Güner Sayar hocanın ifadesinden aktarım ile o tıp adamı olmanın ötesinde uğraştığı sanat dallarındaki başarısıyla daha çok bir “Türk Kültür Tarihçisi”(S:91) dir. Ahmet Güner Sayar Hoca, A. Süheyl Ünver’in kıymetini tayin edebilmek ve ona dikkat çekebilmek için olsa gerek “Bugün Türkiye’de bir Süheyl Ünver’in yetişmesi zordur. Zira Süheyl Ünver’i inşa eden büyük ustaları, artık Türkiye üretemez.” (S:92) diyerek ortaya koymak istemiştir.
Ahmet Güner Sayar Hoca Süheyl Ünver’in Milli Mücadele konusundaki fikirlerinin metafizik-realizme dayandığını ifade ettikten sonra Süheyl Ünver’in “Ben Milli Mücadelenin ilahi olduğuna inanırım. Kader güzel. Bunu Allah Mustafa Kemal’e nasip etti” (S:121) sözleriyle desteklemektedir. Biz de bu konuda daha önce yazdığımız “Son Kut Alan Türk: Atatürk” başlıklı iki yazıda Atatürk’ün kurtuluş savaşındaki liderliğinin Kut almasıyla lakalı olduğunu yazmıştık. Yine Süheyl Ünver Atatürk hakkında “Türkiye ortadan kalkmak bahasına istilaya uğradığında….. Türk milletine dayanarak etrafına topladığı değerli arkadaşları ile Atatürk Hakkın yardımıyla kurtardı.” (S:121) diyerek kurtuluşu ilahi destekle olduğunun altını çizmektedir. Ahmet Güner Sayar Süheyl Ünver’in Atatürk’e olan saygı ve bağlılığını onun “Ankara’ya her ilmi toplantı veya kongreye gelirsek bizi mutlaka Atatürk’ümüze ziyarete götürürler. Gitmediğim vaki değil… Herkes bu Tanrı’nın tecelli ettiği büyük adama tazim duruşuna başlar. Ben içimden bir Fatiha okurun…
Sözde müslüman geçinen kendini bilmezler nankör olduğundan aleyhinde bulunurlar. Bu suretle Hakkın tecellisine hakaret ederler. Bunları işittikçe Tanrı’ya bu bühtandan utanırım, Tanrı onları ıslah etsin derim.” (S:125) sözleriyle aktarmaktadır.
Biliyorsunuz ki altın alıp-satan kuyumcuya sarraf derler. Sarraflar altını alacak kişinin kalitesine bakmaz, altının kalitesine ayarına bakarak altının değerini veren her kim olursa satarlar. Yeter ki altının değerini versin zengin fakir ya da şahsiyeti kişiliği sarrafı ilgilendirmez, ya da sarraf bununla ilgilenmez. Onun için önemli olan altın 14 ayar mı, 18 ayar mı, 22 ayar mı, 24 ayar mı, saf altın mı olduğudur. Bu ayarlara göre de fiyat tayin eder. Ama Ahmet Güner Sayar Hocanın da dediği gibi sahaflar kitabın kalitesiyle kitabın konusuyla alakadar olan okuyucuyu bulur buluşturur, alıcının ekonomik durumunu da göz önüne alarak sadece ona satar, bazen ilgili kişi gelene kadar o kitabı bekletir, icabında kitabı alamayacak durumda olana icare verme (Kitabı kiralayarak) yoluyla, olmadı ariyet (Kitabı Emanet Vererek) yoluyla hiç olmazsa dükkanda tetkik etmesine müsaade eder, istifade ettirip onu yararlandırdığı gibi ilmin neşvünema bulmasına katkı sağlar. Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi1. Ciltte Nizamettin Aktuç için yazdıklarından aktaran Nezih Uzel’in ifadesine göre: “Eski yıllarda [Sahaflar] çarşı(sın)da Nizamettin Aktuç vardı. Bir gün dükkânına girdim. İçeride benden başka bir kişi daha dolaşıyordu. Bir kitabı gözüme kestirip, fiyatını sordum. Nizamettin Ağabey; ‘On lira…’ dedi. Onun sesini duyan dükkândaki üçüncü kişi hışımla döndü: ‘Az önce aynı kitabı sormuştum. Bana yüz lira dedin ya!...’ dedi. Nizamettin Ağabey hiç istifini bozmadı. ‘Sana yüz, o çocuğa on lira…’dedi.” (S:131) 1960 yılından önceki sahaflar ve sahaf dükkânları için din, tasavvuf, tarih, edebiyat gibi çeşitli konularda bir sohbet merkezi idiler der Ahmet Güner Sayar.
Ahmet Güner Sayar, 8 Ekim 1974 tarihinde ki vefatına kadar Cumhuriyet döneminde eser veren herkesin kendisiyle görüştüğü, kitap temin ettiği, sohbetlerine iştirak ettiği Sahaf Raif Yelkenci hakkındaki Nuri Arlasez’in el yazması bir Kur’an-ı Kerim’in satışı sırasında aralarında vuku anılarını aktarır. “Meğerse bu nefis yazma Kur’an-ı Kerim’i edinmek isteyen bir Arap Emiri varmış, ne istenirse ödemeye hazırmış. Fakat Raif Bey merhum, ‘müşarünileyhin parası bol, evet lakin bizim anladığımız manada aşkı yok. Sizin de paranız yok, ama aşkınız var. Dolayısıyla bu Kelam-ı Kadim size teveccüh ediyor.’ dedi. Peki, nasıl ödeyecektim? ‘Bu meseleyi lütfen i’zam etmeyin. Siz bu mübarek kitabı alıp bir an önce ortadan kaybolun. Bilahare meseleyi aramızda hallederiz.’dedi. Takriben bir ay kadar sonra tekrar uğrayıp meseleyi açtığımda ‘elinize fazla para geçtikçe, zaman zaman verebileceğiniz miktarı veririsiniz. Ne vereceğinizi bilmenize de hacet yok’dediydi.” (S:152) şu kısacık metinde ne kadar büyük değerlerden bahsedilmiş, ne kadar büyük değerlerimizi kaybettiğimizin de işaretleri verilmiş. Koca bir ahlak kitabı, koca bir ticaret kitabının yazılabileceği neler anlatıyor.Satış ahlakı, milli değerler sahip çıkma, para karşılığı bu kıymetleri yabancılara satmama, imkanı olmayan işin ehline mühlet tanıyarak daha ucuza satış, kitaba sevgisi olan ile süs için alanı ayırt etme benim aklıma gelen veya hemen sıralaya bileceğim sonuçlar.
Abdulbaki Gölpınarlı, Mehmet Karahan, A.Süheyl Ünver, Mahir İz gibi nice eser sahibi yararlandıkları kişi olarak Sahaf Raif Yelkenci’yi gösterdikler gibi kendisi de Ahmet Güner Sayar’ın ifadesiyle “Mesleğini ciddiyetle ve kalp huzuruyla yapması, Raif Yelkenci’yi yüceltmiş, onu bir devrin reisü’l-sahhafeyn’i yapmıştır. Şeyhü’s-sahhafeyn Raif Efendi eski kitaplara dair bir bibliyografya hazırlayacak kadar zengin bir bilgi ve malumat sahibiydi. Ancak tevazuu, kendini adam yerine koymayan içe dönüklüğü, mahfiyetkârlığı ve sürekli araştırıcılara ve dostlarına uzanan yardım eli, tıpkı İsmail Saib [Sencer] Efendi gibi, bu vadide eser vermesine mani olmuştur.” (S:153) Raif Yelkenci o kadar el yazması kitaplarla haşir-neşir olmuştur ki yazarı belli olmayan el yazması kitapları inceler ve kimin yazdığını hemen söylerdi. Ahmet Güner sayar bu konuda Faik Kırımlı’dan “Bir gün Şeyh Hamdullah’ın küçük bir deri cilt kapaklı kitabını almıştım. Kitabın en arkasında üç yerde Şeyh Hamdullah’tır diye tasdik mühürleri vardı, billhassa Şeyh’in imzası yoktu. Bu kitabı Raif Efendi’ye getirerek mahiyetini öğrenmek istedim. Uzun uzun inceledikten sonra sakin bir ifade ile Şeyh’in olduğunu söyledi.” (S:155) aktarır.
Ahmet Güner Sayar “Kitapçılık mesleğinde, alım satımın ötesine geçerek her yazma eseri ait olması gereken insana ulaştırırken, geçimlik seviyede maddeten kazanan, buna mukabil her yazma eserden devşirdiği bilgileri uzman araştırıcılara sunarken deruni bir haz duyan Mehmed Raif Yelkenci, sıra dışı bir sahaf-bilgindir.” (S:162) diyerek Raif Yelkenci’nin mesleğini severek yaptığını ancak sadece geçimini temin edecek bir miktar kazanç yapmayı tercih ettiğini ortaya koymaktadır. Kaldı ki Mehmed Raif Yelkenci eline geçen bu nadide belki de başka nüshası olmayan el yazması eserler antikacılarda müzayedeler yoluyla satılsa milyonlar kazanacak olmasına rağmen erbabına daha az bir kazanç ile ulaştırmayı tercih etmiştir.
Ahmet Güner Sayar Hocanın bu “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Portre Denemeleri” kitabında Ahmet Süheyl Ünver, Sahaf Raif Yelkenci, Sabri Fehmi Ülgener hakkında yazılan gayet hacimli yazıların daha sonra bu şahıslar hakkında çıkan Biyografik kitapların temelini oluşturduğu anlaşılıyor. Bilim ya da ilim tefekkür etmek araştırmak ve neticeleri sabırla biriktirmek, üst üste koymak ile oluşuyor.
Ahmet Güner Sayar Hoca’nın kendi hocası Sabri F. Ülgener için dediklerini hiç yorumlamadan olduğu gibi aktarıyoruz. “Çok mahviyetkâr, içe dönük, yaptığı işleri abartmayan bir insandı. Müthiş bir ortaçağ ahlakçısı, mükemmel bir insandı. Bir Türkiye sevdalısıydı. (…) Sabri Hocanın aile ağacı bana çok ilginç geldi. Bir tarafta askerler, bir tarafta ulema.” (S:213) “Hoca Osmanlıyı maddi dünya karşısında âtıl hale getiren şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştı. Ona göre Osmanlıya ‘bu dünya tasaya değmez’ dedirten iktisadi zihniyetin arkasındaki şey İslam değil, o dönem Müslüman’ıdır. Bu İslam’ın değil, Müslüman’ın tasarrufudur. İslam saf bir pınardır. Cenab-ı Hakk’ın akıttığı su, Hazreti Peygamber kanalıyla, merkezden çevreye, bedevilikten medeniyete doğru yayılırken, öteki unsurların örfünü alıyor. Buna putperestlik de dâhil. Dolayısıyla İslam’da olmayan bazı şeyler Müslüman tarafından temsil ediliyor hale geliyor. Mesela dükkânını geç açıyor, erken kapıyor; bir satış yaptığı zaman kâfi diyor. (...) İşte ayet: Bir kere azmettin mi tevekkül et. Yani azim olmadan tevekkül olmaz. Biz azmetmeden tevekkül etmişiz. Hoca bunu gördü. ” (S:215) Weber’yen İktisadın Türkiye’deki uygulayıcısı Sabri Fi Ülgener bundan daha güzel anlatılamazdı.
Tevfik Ertüzün için “Gerçekten de Tevfik, inançlı bir dava adamı idi. ‘Asım’ın nesli’nden bir merd-i ferîd idi.” (S:232) diyor Ahmet Güner Sayar. Bir insanın arkasından böyle söylettirebilmesi de ayrı bir önem arz ediyor. Hele cenaze namazının kıldıracak hocanın söylediklerini dinleyen Ahmet Güner Sayar, hocanın sözlerinin Tevfik Ertüzün’ü en iyi şekilde tavsif ettiğini de ifade ediyor. Ahmet Güner Sayar Tevfik Ertüzün ve onun gibileri ayrıca “…ahlaki bir idealizm etrafında kenetlenip toplum çıkarlarını kişisel çıkarların üzerinde tutabilen kimselerden ibarettir.” (S.232) dediği bir nesil olarak görür. Bu neslin karşıtlarını da “Kamu malını yağmalayanlara gelince; işte onlar gerçekten din-i mübini yalanlayanlardır.” (S:232) diyerek günümüzde “devlet malı deniz yemeyen domuz” anlayışına köle olmuş, haram helal ayırmayan, yetimin hakkını gözetmeyen anlayışı yermektedir. Tevfik Ertüzün siyasi hayatında yukarıda vurgulanan ahlaki çerçevede toplum menfaatini savunur bir mücadele vererek erken bir dönemde vefat etmiş bir püriten ahlak abidesi olarak anılacaktır.
Ahmet Güner Sayar’ın unutulmaktan kurtardığı bir kişi de Nermin Suner –Pekin Hanımefendidir. Nermin Suner –Pekin Hanımefendi Fuat Köprülü’nün doktora kurslarına devam etmiş, 40 yıl yaptığı İstanbul Kız Lisesi edebiyat hocalığından sonra Yahya Kemal Enstitüsünde Nihat Sami Banarlı’nın asistanıdır artık. Nihat Sami Banarlı vefat ettikten sonra Resimli Türk Edebiyatı Tarihini tamamlamış ve basımını gerçekleştirmiş, Yahya Kemal’in Bitmemiş Şiirler’ini el yazmalarında derleyerek dört sayfalık bir açıklama ile birlikte yayınlamış ve Yahya Kemal Külliyatının tamamlanması işini tek başına omuzlamış (S:265)bir kültür işçisidir. Nermin Suner –Pekin Hanımefendinin bence en önemli vasfı İsmail Hakkı Bursavî’nin Kırk Hadis Tercümesi’nde bulunan Türkçe ile ilgili yazmış olduğu bilgiyi Ahmet Güner Sayar’a okuması için tavsiye etmesidir. Ahmet Güner Sayar bu tavsiye üzerine ilgili kitabı araştırır. Önce Mehmet Ali Aynî’nin “Türk Azizleri: İsmail Hakkı” kitabını inceler ve buradan Hadis-i Erbain Şerhi’nin künyesini kütüphaneden tam olarak tespit ederek “Hadis-i Erbain Tercümesi” kitabının 26. Sayfasında “Adem cennetten lisan-ı Türkî ile ‘kalk’ demekle kıyam edib çıkmıştır. Zira dünyada ahir tasarruf Türk’ündür. Fefhem cidden.(Burasını gerçekten iyi anla)” (S:268) Ahmet Güner sayar 7 nolu notta “Bu demektir ki Bursavî’nin bu tercümesi 1725’ten 1899’a kadar tam 175 yıl yazma olarak kalmış. Dolayısıyla dolanımı son derece sınırlı olduğundan tesir yaratmadığına hükmetmemiz gerekiyor” diyerek kendisini bir açıklama yazmak zorunda hissetmiştir. Burada Fatih Türbedarı Ahmed Amiş Efendinin “Türk devleti kıyamete kadar bâkidir. Hz. Âdem’e cennette çeşitli dillerle konuşması teklif edildi de o bunlar içinde yalnız Türkçeyi beğendi.” (S:269, Dp.Nt:9) sözünü de nakletmeliyiz. Günümüzde Üniversite hocası olmuş ilim adamı kılıklı bazı Türkçe, Türk Kültürü düşmanlarının “Türkçe ilim dili değildir” hezeyanlarına inat Osmanlı mutasavvıflarından İsmail Hakkı Bursavî ve Osmanlı’dan Cumhuriyete intikal etmiş yinr bir mutasavvıf olan Fatih Türbedarı
Ahmed Amiş Efendi tarihin içinden gerekli cevapları vermişlerdir.
Osmanlıdan Cumhuriyete geçiş döneminde bir kültür aktarıcısı olan ama bu gün genç nesil tarafından tam kavranamayan kişilerin biyografilerini yazarak güncelleyen ve geçmişin yakın zaman mücadelelerinin cepheleştirdiği fikri bahçeyi yekpare bir bakış açısıyla yorumlayarak bütünleştiren Ahmet Güner Sayar bu “Osmanlıdan Cumhuriyete Portre Denemeleri” adlı çalışmasıyla kültür hayatımıza yeni bir canlılık, hayat üflemektedir. Belki gelecek nesiller unutulacak, hatırlanmayacak bazı isimler hakkında yazdığı yoğun bilgi içeren portreler ile hem geçmişin nizalarından uzak bir vasatta o günlere akılcı birer fener tutuyor, hem de gelecek nesiller mum ışığı kabilinden de olsa yön tayin ediyor.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.