« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

05 Mar

2023

SUsMAMAK

05 Mart 2023

“SusMamak” adlı hatıra kitabı Nafiz Kaşıkçının 12 Eylül İhtilalinden önce Bafra’da başlayan 12 Eylül İhtilali’nden sonra Mamak Askeri cezaevinden Bursa Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi Bölümüne ve dolayısıyla Bursa’da yaşadığı günlerin hatıralarına uzanan uzun bir hayat hikayesini anlattığı ilk kitabı.

Nafiz Kaşıkçının “SusMamak” adlı hatıra kitabı Platanus Publıshıng yayınevinden Ocak 2023 tarihinde iki yüz yirmi üç sayfa olarak çıkmış. Hemen üçüncü sayfada yazarın kısa öz geçmişinden bahseden bir yazı ile üç sayfalık “Giriş”ten sonra “Susmamak” başlığıyla anlattı daha doğrusu yazdığı kitabın asıl anlatmak istediği kısma başlıyor. Susmamak her ne kadar kitabın genel başlığı olsa da anlatılan olayların daha spesifik başlıkları ihmal edilmemiş.

Yazarla bizim tanışmamız Uludağ Üniversitesi öğrenciliğimiz sırasında ve ikamet ettiğim Ülkücüler tarafından 1975 yılında öğrenci evi olarak kiralanan 1994 yılına kadar da aralıksız Ülkücü öğrencilerin kaldığı, dört katlı ancak zemin katı işyeri olarak, kalan üç katı da konut olarak kullanılan Yurtoğlu apartmanında oldu. Sene bin dokuz yüz seksen yedi olması gerekir. Daha önceden Nafiz Kaşıkçı’nın kendisiyle vicahi olarak tanışmasak da ben Bafra İmam Hatip Lisesinde okurken kardeşi Nazım Kaşıkçı bir iki yıl sonraki devreler arasında okuduğundan kendisini gıyaben bilir, bu yüzden de Nazım’ı Nafiz Kaşıkçı’nın kardeşi olması hasebiyle ayrı severdik.

Nafız Kaşıkçı’nın köyü olan Yenialan Köyü gibi bizim köyümüz olan Başkaya da bir Türkmen köyüdür.

Arayan bulur. Nitekim çocukluktan aileden aldığı terbiye ve eğitim ile Türk kültürüne aşinalığı sayesinde dayatılan Erbakancı anlayışı dışlayan ve arkadaşının anlattıklarından yola çıkarak ömür boyu yürüyeceği yol olan ülkücülüğün siz deyin lokalini ben deyim membaını bulmuştur Nafiz Kaşıkçı. Lokalini bulduğu ve Sami Bal’ın konuşmacı olduğu ilk seminerine girdiği Ülkü Ocakları Samsun Şube Başkanlığında karşılaştığı İbrahim Özer Hoca (S:17) halen ülkücü emekli bir imam olarak mücadelesine devam etmektedir.

Nafiz Kaşıkçı, Hüseyin Kurumahmutoğlu’nun yaralanması, İsmail Yüksel’in Bafra’da şehid edilmesi, mahalle komşumuz Mahir Çerçi’nin bıçaklanması, “Takoz” lakaplı arkadaşı Mustafa Güneş’in kafasından seken kurşun ile yaralanmasına rağmen Bafra’da komünistlere karşı etkili bir eylem yapılmamasını “Ülkücüler sayıca çoktular ama silahlı çatışma kültürleri yoktu.” (S:23) olarak açıklamaktadır. Ülkücülerin derdi zaten sokak eylemleri, değildi. Gençliğe sahip çıkmak, milli manevi değerlerle mücehhez kılmaktı. Geçekten “Bafra Ovası Bozkurtların yuvası” olmasına rağmen komünistler Bafra’da fazlaca bir müdahale görmemişlerdir. Rahmetlik Hüseyin Kurumahmutoğlu Nafizin hayatına bir dönüştürücü olarak dahil olmuş, fakir yoksul ülkücü kalıbını Hüseyin Kurumahmutoğlu ile arkadaşlığı sırasında kırmış, lokantada ilk biftek ve kadayıflı kaymağı onun sayesinde yemiş (S:31), can ciğer paresi olmuşlar o zamanın hızlı aktığı ateşten günlerde. Hısım olduğumuz Baha Sertkaya, daha sonra her ikisi de Bafra’da Ülkü Ocakları ve Belediye başkanlığı yapmış Hasan Aslan, Bilal Şahin, Bilal Şahin bir ara Büyükşehir Belediye başkanlığı da yaptı. 1985’lerde ilçe başkanlığı da yapan Hikmet Gürsoy rahmetli, hele hele Metin Kaplan ve kardeşi Şenol Kaplan gibi tanıdık bildik Ülkücüleri anarak her ne kadar Nafiz Kaşıkçı’yla yaşadıklarına birebir şahit olmasak da bizleri yeniden o günleri hayal etmeye sevk etti. Samimiyetlerini iliklerimize kadar hissettik.

Nafız Kaşıkçı o günlerin hercümercinde ülkücülerin kendilerini yetiştirmeye çalıştığını “[Ülkü] Ocak’ta sadece toplumsal olaylarla ilgilenilmiyordu, aynı zamanda kitap okunuyor, seminerler veriliyor; çeşitli etkinlikler yapılıyor, geceler düzenleniyor, bunun gibi diğer kültürel faaliyetler yapılıyordu.” (S:36) ifadeleriyle anlatırken gerekçesini de “Ocağa her kesimden [her seviyeden] insan girerken hiçbir şart aranmıyor fakat girdikten sonra göğsü vatan, millet sevgisiyle dolu ahlak abidesi, örnek bir Türk milliyetçisi olmak gerekiyordu.” (S:36) olarak açıklıyor. Bu saydığı faaliyetler ve faaliyetlerin gayesi sadece Bafra Ülkü Ocağının yaptığı işler değildi, bütün Türkiye’deki Ülkücülerin hedefi ve gayesiydi. Nafiz Kaşıkçı’nın tabiriyle ülkü ocakları; “huzuru olmayanın huzur bulduğu; yeri, evi olmayanın evi olduğu; kardeşi olmayanın kardeş bulduğu; ailesi olmayanın ailesi olduğu kısaca adından da anlaşılacağı üzere hayat veren, tüten bir ocaktı.” (S:37) insanların birlik ve biz olduğu yerdi.

Başbuğun Samsun’da yaptığı mitinge Bafra’dan giden tırda Nafiz Kaşıkçı ile birlikte olduğumuz anlaşılıyor ancak o zaman kendisi ile yüz yüze hiç görüşmemiz olmadığı için bu yolculukta birlikte olduğumuz ancak böyle hatıraların anlatılması, konuşulması ve yazılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Hatırladığım Kadarıyla tır Bafra Ülkücü İşçiler Derneği ikinci başkanı Hamdi Yıldız’ın dayısı “Dozer” lakaplı Dozer Kemal’in tırıydı. Hamdi Yıldız daha sonra MHP ilçe başkanlığı da yaptı.

“Hepimiz birer devdik, patlamaya hazır birer gülleydik ama aynı zamanda 15,16,17 yaşlarında birer çocuktuk.” (S:40) görülüyor ki yine memleketin milletin savunması reşit olmayan evlatlarının üzerine düşmüştür. Hani bir Tokat türküsü var ya “Hey! On beşli on beşli-Tokat yolları taşlı-On beşliler geçiyor-Kızların gözü yaşlı” Çanakkale Savaşı zamanında vatanda savaşa gidecek reşit kimse kalmayınca 15 yaşında çocuklar Redif askeri olarak toplanmış ve hiçbir askeri eğitim almadan cepheye sürülmüşlerdi. Boyları ancak tefeklerinin boyu kadardı. Tabi ki çocuk her ne kadar savaşsa da çocukluğunu yapacak, çocukluk duygularını bastıracaktır.

Nafiz Kaşıkçı Bafra cezaevinden mahkemeye götürülünce adliyede tuvalet penceresinden kaçtıktan sonra ilk sığındığı Mahmut Metin Kaplan ve Şenol Kaplan’ın anne-babasının evi. Burada birkaç gün yalnız kalmış, Arkadaşlarının anneleri Nevzat teyze Ankara’daki kanser tedavisi bitince döndüğü evde yabancı birini görmüş, tanımadığı bu kişiye -oğlumun arkadaşı beni karşılamış- diyerek hoşgörü ve sempati göstermiş, daha sonra geçtiği Samsun’da Yaşar adında bir ülküdaşımızın ablasının evine sığınmıştır. Bakın haklı olarak bu kişileri nasıl değerlendiriyor. “Benim içinde bulunduğum ailem ve etrafımın çoğu böyle bir fedakarlığı yapmazdı. Gün görmüş, ezilmiş, çileyle yanmış [pişmiş]insan ancak bunu yapardı. (…) insan olan insan yapar sadece; çünkü kendini de tehlikeye atıyor.” (S:51-52) bunu normal beşer denen insanlar yapmaz. Ancak beşeriyetten sıyrılıp insanlığa terfi edenler yapar. Hele Şenol Kaplan’ın annesinin yaptığını (S:48) hiçbir anne yapmaz. Yanında tarlada çalışan oğlunun cebine harçlığını ve benim bildiğim kadarıyla silahını da koyarak hadi oğlum siz arkadaşlarınıza yardıma gidin biz tarla işlerini hallederiz demek her babayiğit kadının karcı değildir. Onlar insan üstü bir anlayış ve kabiliyete sahip insan görünümlü tarifi mümkün almayan varlıklardır. Ne mutlu öyle annelerin evlatlarına ve ne mutlu böyle kadınlarla karşılaşan Nafiz’e. Bu kadınlar günümüzün Nene Hatun, Kara Fatma, Şerife Bacı ruhlu kadınlarımızdır.

Bir dava uğruna yaşanılan sıkıntılar yanında insanoğlu bazen insan olmanın gereği olarak farklı davranışlar da sergiliyor. Kaçak olmalarına rağmen kızlarla arkadaş olmak için kızları peşlerinden takip ederken kızın erkek arkadaşı ya da erkek kardeşi ağabeyi filan olduğunu söyleyen birisiyle dalaşmak günlük sıradan vakalar olarak Nafiz Kaşıkçı’nın (S:70) da kapısını çalıyor.

Ülkücüler sıcak evden çıkıp namaza gitmeyi kulluk görmez, sıkıntılı ve dar zamanlarında da Allaha sığınıp kulluk vazifelerini yapmaya çalışırlardı. “Samsun Matasyon’da kaçak olarak kalırken ramazanları tenekeyle davul çalarak milleti sahura kaldırıyorduk. Camide sabah ezanlarını da hocadan önce gidiyor, ben okuyordum. Bir sabah Atakum’da şimdiki Denizevleri Karakolunun yanındaki camiye gittik, ezan orda okuduk. Bizim mahallenin hocası sesimi tanımış, ‘Bizim camiyi bıraktın’ dedi şaka yollu.” (S:73) diyerek ülkücü Fatiha bilmez diyenlere sanki bir nazire yapıyor.

“Yine bir gün Samsun Matasyon’dan [Fatsa’da yürütülen] nokta operasyonu kapsamında bir askeri tomayla ben, Haza Dursun, Hüseyin Kuru Mahmutoğlu, bir iki kişi daha Fatsa’ya gidiyoruz.; Baruthane’yi geçmedik ki, bir telsiz emri geldi. Başçavuş, ‘Ankara’dan alarm var, geri dönüyoruz’ dedi.” (S:74) Her ne kadar 12 Eylül de komünistler ile aynı kefeye konulsalar da görülüyor ki devlet Ülkücülerin desteğini almadan Fatsa’da alternatif devlet kuran komünistlere polisi ve askeriyle tek başına operasyon yapamıyor. Hem de aralarında kaçak aranan ülkücülerin de bulunduğu bir ülkücü ekip ile birlikte devlete yardım ediyor, birlikte operasyona çıkıyorlar. Kim ne derse desin biz bu ülkenin temel taşıyız. Tatlı su balıkları günü birlik hayatlarını sürmeye devam etsin. Milletin ve devletin geçmişinde biz varız, geleceğinde de biz olacağız.

Ülkücü hareketin içinde Nafiz Kaşıkçı, Metin Kaplan, Şenol Kaplan gibi kahramanlarının kahramanlıklarının zekâtı bile olmayacak adamlar kahraman olarak ün yaparken davasını yaşayan o uğruda her şeyden vaz geçenler, kendileri aileleri zülüm görenler hep isimsiz kahramanlar olarak kaldılar.

“Kafesteki psikolojiyi anlatmak için geçenlerde Mamak grubu arkadaşlarla oturup çay içerken açılan Mamak anekdotlarında “Filistinli eylemciler tutuklanmış, adam kafese getirilmiş. Adamlar bir tek kelime Türkçe bilmiyor ama o psikolojik korkuyu öyle özümsemişler ki adamlar üç günde Türkçe konuşmaya, istiklal marşını söylemeye başlamışlar. Beyinlerini o ortamda öyle bir insanüstü zorlamışlar ki bu olay bile tek başına kafesi anlatmaya yeter de artar bile” (S:97) aslında Nafiz bu durumu aktarırken cezaevindeki bir bölümü anlatmaya çalışıyor, ancak bu anlatım bize genel bir bilgi veriyor. Eğer geleceğin ülkücü sinemacıları ülkücülerin cezaevinde çektikleri çilelerini konu alan bir filimler yapacak olurlarsa bu filmlerin konusu Nafız Kaşıkçı’nın yazmış olduğu “SusMamak” adlı kitabından çıkacaktır. Konusu gerilim, heyecan, stres ve sürek olan bir filmi şimdiden görürü gibiyim.

Nafiz Kaşıkçı cezaevlerinde İstiklal Marşı, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, İzmir Marşı gibi Ülkücülerin sevdikleri milli değerleri öğreteceğiz diyerek yerli yersiz okutmak yüzünden işkenceye dönüştürüldüğünü ifade ederken bu yaşadıkların onu “Amerikan Büyük elçisinin açıca dediği gibi; ‘ihtilal yaptırmasaydık da [iktidarı] Türkeş’e mi bıraksaydık’ sözü ve 12 Eylül sonrasındaki uygulamalar, ihtilalin sadece bize karşı, ülkücü uyanışa karşı milliyetçi Türkiye’nin hızla gelişine, Amerikan emperyalizmine dur diyenlere karşı yapıldığı apaçıktı.” ve “Türklüğün değerlerini gençliğin elinden almak için, sinsice yapılmış bir program yeni Türkiye Projesi… Bizi öyle çaresi bırakmışlardı ki; biz öyle Türklüğün değerleriyle sınıyorlardı ki…” (S:129) şeklinde düşünmeye yönlendiriyordu. Nafiz Kaşıkçı 12 Eylül cuntasının yaptığı darbeyi bir Amerikan projesi olarak görürken bu dönemde açılan İmam Hatip Liselerini [Ilımlı İslam Projesi], YÖK ve İhsan Doğramacı eliyle ilim araştırma serbestinin yok edilmesini [Siyasetten-Bilimden Bilgiden Uzak Sevgenç Projesi], hiç yokken başörtüsü meselesi gibi oluşturulan suni problemlerin [Merkez Sağ iktidarlardan Siyasal İslamcı İktidarlara Geçiş Projesi] zamanı gelince ortaya çıkan yeni uygulamaların başlangıçları olduğunu da ifadeden de geri kalmamıştır.

Nafiz kaşıkçı askerdeyken askerliğinin bitimine iki ay kala mahkemesi sonuçlanmış ve tekrar tutuklanarak önce askeri cezaevine konulmuş daha sonra tekrar Mamak Askeri Cezaevine gönderilmiştir. Mamak cezaevine geldiğinde Ankara davasından yargılananlar ile Bafra davasından yargılanan arsında anlaşmazlıklar olmuş, Ankara davası sanıkları teşkilat yönetiminde olmaları dolayısıyla Burhan Kontaş, Rahmetliler Hüseyin Kurumahmutoğlu, Muzaffer Dağdeviren gibi ülkücüleri radikal İslamcı oldular diye sosyal boykot ile gruptan dışlamışlar, gelen yardımların ekseriyetini kendileri kullanmış, bazen falakaya yatırıp dövmüşler. Nafiz Kaşıkçı bu duruma “Sırf üç kuruşluk menfaat için, dünya malından faydalanmak için teşkilatı kendi kötü emellerine kullanan bu zavallılar, acaba insanları davadan soğutup cezaevi psikolojisinde başka yönlere itenler, sonra da bu insanların başına bir iş geldiğinde ‘ülkücü şehidimiz’ diye etinden, sütünden faydalanmaya kalkan oportünist zatlar hiç mi vicdanınız sızlamaz?” (S:165) diyerek eleştirmekte ve “Daha sonraları-Hüseyin Kurumahmutoğlu’nun Hakk’a yürümesinden sonra-bana konuşma diyenler, dergilerde ne methiyeler sundular, esef yahu” (S:166) diyerek de isyan etmektedir. Nafiz Kaşıkçı Hüseyin Kurumahmutoğlu’nu öldürenler olarak “Seni ne 12 Eylül cuntası, ne C-5 sorgulamaları ne Mamak zulmü… Hiçbiri öldürmedi, zaten güçleri de yetmezdi. Seni Ülkücü geçinen Mamak rantçıları, Ankaralı balkan müsveddeleri, sana sosyal boykot uygulayan, seni kardeşlerinden ayırarak yalnızlığa itenler öldürdüler. Seni kahıra sürükleyen zavallı sürüngenler öldürdü. Sen, sağlığında Ülkücülükten aforoz eden, öldükten sonra Ülkücü Şehit diyenler öldürdü. Yola çıktığın, peşinden gelen, yolda bulduklarıyla seni değişen arkadaşların seni öldürdü.” (S:189) diyerek suçluyor.

Hatıratların hele hele işkencelere maruz kalan grupların zaman mekân ve şahıslarla ilgili bazı hatalarla malul olma gibi bir açmazı vardır. Hele üzerinden 40-45 yıl geçtikten sonra yazılan hatıratlarda isim, mekân, zaman ve şahıs eşlemeleri ancak farklı kişilerin yazdıkları hatıratları karşılaştırılarak ya da Nafiz Kaşıkçı gibi tek bir hatıratta anlatılan olaylarla ilgili kişilerin yazılan hatırat basılmadan önce gözden geçirerek eksiklik ya da fazlalık varsa düzeltirse ancak kesin olarak değerlendirmek gerekir.

SusMamak;12 Eylül’den önce Türkiye’nin komünistleştirilmesine susmayarak dur diyenlerin girdikleri Mamak adlı Askeri cezaevinde maruz kaldıkları işkenceleri nasıl ti’ye aldıklarının ve cezaevinden çıktıktan sonra yaşadıkları hayatın minnetsiz ve dik duruşlarının hikayesini anlattığı, gelecek nesillere seslendiği, tarihin adil insafına hitap ettiği bir kitap olmuş. SusMamak başka bir zaviyeden bakınca Türkiye için sessiz kalmamak olarak anlamlandırılacağı gibi zannetmeyin ki kendi âli menfaatleri için kurnazlığın, uyanıklığın, hile hurdanın veya çığırtkanlığın dillendirildiği bir kitaptır. Onlar gençliğe giriş çağlarında memleket için mücadelede, gençliklerini zindanlarda, kalan ömürlerini de çoluk çocuklarının nafakasını kazanmanın peşinde hep başkaları için yaşadılar.

Nafiz Kaşıkçı ile Uludağ Üniversitesine kayıt yaptırınca Yurtoğlu Apartmanından iki hemşeri olarak 1987 Eylül’ünde okular açılınca tanışmış, ancak benin 1988 Haziran’ında devam ettiğim Çevre Sağlık okulu bittiği için Bafra’ya dönmüş 1988 Eylül’ünde de Yurtoğlunda tayini beklerken tayin yazısının gecikmesi üzerine rahmetlik babama Samsun Sağlık Müdürlüğüne sor demem üzerine babam tayinimin Samsun il emrine çıktığını haber verince hemen Eylül ayı içinde Bafra’ya geldim. 3 Ekim 1988 tarihinde de Salıpazarı’nda memuriyete başladım. İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi Maliye bölümündeki eğitimimi uzaktan sürdüremeyince 1990 yılında Nafiz Kaşıkçı’nın Altıparmak’taki evinde 15 gün sınav döneminde kaldım. Okuldan öğrenci belgesi alarak Samsun Salıpazarı’ndan 1990 Ekim tarihinde tayinimi Bursa Sağlık Müdürlüğüne yaptırdım. Yaklaşık 3 yıl uzak kaldığım Bursa’ya tekrar dönmüş oldum. Bir ay gibi kısa bir zaman zarfında ev tutarak Mahmut Metin Kaplan ağabeyin aracılığıyla taksitle İnegöl’den mobilyalarımızı da alarak evi dayadım döşedim. Bir yılı aşkın nişanlı kaldığım müstakbel eşimle 1990 yılı 3 Kasım’ında da düğün yaparak evlendim. Bir hafta sonra evli olarak Bursa’ya döndüğümüz de Nafiz bizden önce evlenmişti ve eşiyle birlikte Dikkaldırım’daki evinde oturuyordu. 1990 yılında bekârken Altıparmak’ta on beş gün beni misafir eden, zahmetimize katlanan Nafiz bu sefer de Dikkaldırım’daki evde Mevlüde yengem eşimle beni ağırlıyor, iki hemşeri olarak aile dostluğu babından görüşüyor, zaman zaman da Nafiz ile Mevlüde yengemi biz evimizde ağırlıyorduk. Nafiz çile çekmiş bir arkadaşımız olarak 1994 tarihinde babamın vefatı üzerine tekrar Samsun’a dönene kadar maddi manevi desteklerini hiç esirgememişlerdir. Allah kendisine, ailesine ve evlad-u iyaline sağlık ve huzur versin, iki cihanda aziz eylesin.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,43 M - Bugn : 28514

ulkucudunya@ulkucudunya.com