« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

06 Eyl

2023

İKİ AŞK ARASINDA BİR ÜLKÜCÜ

06 Eylül 2023

“İki Aşk Arasında Bir Ülkücü” adlı kitabı aslında Samsun’da düzenlenmiş olan imza gününde almayı düşünmüş ancak imza gününde şehir dışında olmam dolayısıyla imza gününe katılamamış, dolayısıyla da kitabı alamadık. Bu aşamadan sonra kitabın yazarını tanıyan Samsunlu ülkücü gazilerden Bayram Candan ile yaptığımız bir sohbet sırasında kitabın imzalı olarak yazarın bizzat kendisinden alınmasını üzerine yükledik, ancak Bayram Candan tarafından kitabı almak bir türlü nasip olmadı. Zaman zaman birbirimize kitabın alımı konusunda görevler versek de kitabı alıp okumak nasip olmadı. Ta ki kitabın yazarı Temel Kahveci yakalanmış olduğu hastalıktan vefat edene kadar. Temel Kahveci’yi tanıyan Trabzonlu Alparslan Kaya’ya tamda mezarını ziyaret ettiği fotoğrafları paylaşırken herhalde bu kitabı nasıl temin edeceğimiz sordum, o da bir iki gün sonra internetten alabileceğimi söyledi. Bu bilgi üzerine Temel Kahveci’nin kitabını internetten satış yapan sitenin elindeki 3 kitabı da sipariş ederek kendim aldım. Temel Kahveci’nin sağlığında alıp okumayı ihmal ettiğimiz vazifeyi üzülerek vefatının vermiş olduğu hüzünle yapmak bu şekilde nasip oldu. Bu ihmal okuduğumuz kitaplara yazdığımız ve yaptığımız değerlendirme yazıları yazma alışkanlığımız ile Temel Kahveci’nin “İki Aşk Arasında Bir Ülkücü” adlı kitabına yazdığımız bu değerlendirme yazısını kendisinin görüp okumasından ve yazdıklarımız hakkında müspet veya menfi fikirlerini söylemesinden mahrum kaldık.

Elimizdeki okuduğumuz bu “İki Aşk Arasında Bir Ülkücü” adlı kitabın birinci baskısı Tulpar Yayıncılık tarafından Temmuz 2022 tarihinde 247 sayfa olarak yapılmıştır. Kitap; “Önsöz”, “Yazar Hakkında…”, “Başlarken”, “Ahmak Islatan Yağmur”, “Tanrı’yla Kim Yarışabilir ki!...”, “Habersizce Bir Ülkücü Oluşuyor”, “Şirler Pençe-i Kahrımda Olurken Lerzan”, “Aşağılamaların Arzusundaki Pusu Kurucu”, “Ölümü Kutsallaştırmak”, “Kader Arkadaşlığı”, “Ey Ruh Geldin mi?”, “Hep Üşüyenlerden Olduk”, “Mehdi Hazretleri Aramızda”, “Karşında Hayalin, Diyorum ki…”, “Güneşi de Görürüsünüz”, “Yeşil Kuşak Projesi”, “Kimseye Kırgın Değilim”, “Tam Kırk Yıl Sonra” adlı başlık ve bölümlerden oluşmaktadır. Başlıklar için “ismi ile müsemma” diyebiliriz. Her başlık yaşanılan ve anlatılan olayları isimlendirmek için itina ile seçilmiş, konunun tamamını temsile eder mahiyette.

Temel Kahveci “Bu kitapta olağanüstü bir insan, bir evliya bulmayacaksınız, doğaüstü bir varlık da…” (S:7) diyerek gerçekçi bir ruh yapısına sahip olduğunu, ayrıca kendisini ve yaptığı mücadeleyi olağanüstü göstererek pirim yapmaya çalışmayan bir karaktere sahip olduğunu daha kitabın başında ortaya koyuyor. Zaten hakiki mücadele adamları kendilerinin yüceltilmesini istemezler. Temel Kahveci’den yaklaşık bir yıl önce 20 Şubat 2022 tarihinde rahmeti rahmana kavuşmuş Mahmut Metin Kaplan ağabey de cezaevinden yaklaşık on bir yıl sonra tahliye olduktan sonra bir-bir buçuk sene aynı evde kalırken göstermiş olduğumuz saygıya karşı “Abicilik peşine takılmayın, hiç kimse abi diye büyütülmeyi, takip edilmeyi, itaat edilmeyi hak etmez. Fikirlerime katılmıyorsanız itiraz edin. Cezaevinde yatmış, ağabey diye aynı düşünmediğiniz halde peşinen kabul etmeyin” derdi.

Hatıralarını niçin yazdığını ifade ettiği bölümde Temel Kahveci “(Türk İslam Ülküsü) diye bir kitap yazıp da 12 Eylül sonra ANAP’a sığınma ihtiyacı duyan adamın da yüzünü görmek gerekirdi. Bu kitabı onun için yazdım.” (S:7) diyerek Seyit Ahmet Arvasi’ye de bir eleştiri yöneltmiş ve onun 12 Eylül’den sonra ANAP’ta siyaset yaptığını ifade etmiştir. Bir gazeteci olarak Türkiye gazetesinde yazı yazan Seyit Ahmet Arvasi’nin 12 Eylül sonrası fiili bir siyasette bulunduğu hususunda bir bilgimiz yok, Temel Kahveci de Seyit Ahmet Arvasi’nin ANAP’ta nasıl ve ne statüde bir siyaset yaptığı hususunda net bilgi vermiyor. Belki Necip Fazıl’ın aralarında Seyit Ahmet Arvasi’nin de bulunduğu bir grup gazeteciye “Turgut Özal’ı dış görünüşüne bakarak fazla yıpratmayın” isteğini dikkate alan Temel Kahveci Seyit Ahmet Arvasi’nin gazeteci olarak Turgut Özal’ı eleştirmemiş olmasını kastederek böyle bir ifade kullanmıştır.

Temel Kahveci yaşanmış o günlerin bir hatırası bir vesikası olarak arkadaşlarıyla çekinmiş olduğu fotoğraflardan bazen tam sayfa olmak üzere hemen hemen her bölüm arasına serpiştirmiş, sadece fotoğrafta olanların bilgisinde ve hatıralarında saklı kalacakken kitap sayfaları sayesinde daha geniş bir kesimin zihnine ve en önemlisi de silinmeyecek şekilde tarihin sayfalarına da kaydedilmesini sağlamışlardır.

Her şeyi sorgulayan, olayların pek detayını düşünecek hal sergilemeyen ani, tez ve kestirme yaşayan, bir ruhi yapısı olduğu izlenimi veren Temel Kahveci’nin kitabında yaptığı betimlemeler, anlatım tarzı, kullandığı Türkçe, dile hâkimiyetinin mükemmelliği onun aslında içten içe mütefekkir biri olduğunu gösteriyor. Anlatım akıcı ve konuya merak uyandıracak şekilde anlatışı, acaba bir sonrasında ne diyecek, olayı nereye bağlayacak düşüncesiyle bir solukta okumaya sevk ediyor. Bir yazar olarak ortaya koyduğu performans bir eylem adamından beklenmeyecek bir durum arz etmektedir. Çünkü kendisi kendini “Ben okulda biraz marjinal takılan bir tiptim.” (S:75) diyerek tarif etmekte kendisini tanımayanlara eylem adamı kimliğini sunmaktadır.

“Ali Ulusal, tavizsiz bir Türk milliyetçisiydi. Katı bir Rus düşmanı ve dolayısıyla da komünist düşmanıydı. Ben de öyleydim. Daha bu okula gelmeden, orta okuldayken ülkücülüğü ve hatta Alparslan Türkeş’i bilmeden bu düşüncedeydim.” (S:29) Temel Kahveci’nin yaşıtları hemen hemen herkes sadece aileden ve Türk milletine mensubiyet duygusundan aldıkları bir ruh ile ülkücülüğü bilmeden, Ülkü Ocakları henüz kurulmadan, Alparslan Türkeş’i tanımadan Türk milliyetçisi ve Ülkücü oluyorlardı. Daha sonra bu duygu ile ilk ülkücüler olarak birleşe birleşe Ülkü Ocaklarını kurarak büyük bir mücadeleye girişmişlerdi.

Nihayet Temel Kahveci kendi ifadeleriyle “Türkeşçileri bulmuş”tu. “Türkeşçileri bulmuştum, onlar kendilerine ülkücü, Türk milliyetçisi diyorlardı. Ülkücüler Türklüğü övüyor, Türk milletinin kalkınmasını ve gelişmesini istiyorlardı. Bu düşünce bana uygundu. Doğuştan gelen aidiyet bilincim beni bir ülkücü olmaya yönlendirmişti.” (S:31) daha sonra biraz da sevdiği kız Ülkü Ocaklarının karşısındaki babasının dükkânına geldikçe gözlemek için Temel Kahveci’nin Ülkü Ocaklarına gidip gelmeleri artmıştır. Ve artık kitabın isminde olduğu gibi Temel Kahveci’nin kalbinde iki aşk vardır, sevdiği kız ve inandığı fikri ülkücülük ve Temel Kahveci ikisi arasında kalmıştır.

Temel Kahveci’nin birisinin ağzından aktardığı “Bizim buralarda onları gavurdan beter görür, kestiklerini, pişirdiklerini bile yemezler.” (S:47-48) şeklindeki cümleler Ülkücü hareketin resmi görüşü olmasa da toplumda o günlerde bilgisizlik ve cahillikten dolayı Aleviler hakkında oluşmuş yanlış anlaşılmalar, yanlış kanaatlerdir. Türkiye’de yaşayan toplumun bir ferdi olarak ülkücü harekete mensup bazıları da bu cahillikten nasibin almıştı. Zamanla ülkücü milliyetçi aydınların sosyolojik saha araştırmaları sonucu yazdıkları kitaplar ile Alevilerin sosyalleşerek kapalı bir tolum olmaktan çıkıp kendilerini daha çok anlatan ve toplumun diğer katmanlarıyla iç içe girmeleri dolayısıyla bu yanlış kanaatler düzelmeye, doğru bilgiye dayanan bir anlayışa doğru evrilmiştir. Bugün ülkücüler olarak hep şu sloganlaşmış sözü kullanır olduk. “Aleviler hakiki katıksız Türk’tür, yozlaşmamışlardır, kendilerini soylarını ve Türk kültürünü muhafaza etmişlerdir.” Alevilerin kestiklerini ve pişirdiklerini yememek bu kanaatte olanların aslında İslam cahili olduklarının da bir kanıtıdır. Çünkü İslam ehli kitap denen Hristiyan ve Yahudilerin kestiklerini yememizi serbest bırakmış iken İslam’ın farklı bir yorumu olan ve kelimeyi şehadet getiren Müslüman Alevilerin kesip pişirdiklerini mi yemeyi yasaklayacaktı?

Temel Kahveci “İki Aşk Arasında Bir Ülkücü” adlı kitabını roman olarak mı tasarladı bilemem ama kitap bir hatıra kitabından daha fazla romana benziyor. Bazen romanlardaki tasvirleri andıran tasvirler yapıyor. Eğer roman değilse bile ufak tefek değişikliklerle romana dönüştürülebilir. Kitabın yetmiş sekiz sayfası liseli aşıkların aşk serüvenleriyle dolu, Temel ve Ayşegül arasında yaşanılan kızmalar, kıskanmalar, küsmeler, barışmalar, ihtiraslı ve ısrarlı aşklar, birbirinden vazgeçemememeler. Kitap tam da bu haliyle herkes tarafından okunulacak roman olmuş. Ülkücülükten fazla söz etmeyen ama liseli aşıkların günlük hallerini gayet başarılı bir şekilde aktaran bir roman.

“Türkeş’i sevmediklerine göre bu Türkeş iyi adamdı galiba çünkü bunlar hem Allahsız hem de Rusyacıydı.” (S:81) Temel Kahveci’nin ilkokul yıllarında orta okula giden ağabeyinin tarih ders kitaplarından okuduğu kadarıyla Osmanlı Türkleri olarak Ruslar ile yapılan savaşları kaybetmiştik, Rusya Asya’daki Türk topraklarını işgal etmiş, Boğazlarda gözü olan komünist bir ülke, komünistler de Allahsızlardı dolayısıyla onların sevmediği, kızdıkları Türkeş doğru bir adamdır çıkarımı çocukça bir doğru çıkarımdır. Kötü insanların kızdıkları insanlar iyidir. Bu çıkarım üzerinden ortaokulda Temel Kahveci’nin siyasi düşünceleri oluşmaya başlamıştır. Kendi tabiriyle ifade edecek olursak bu zıtlıklar üzerinden “ben ciddi bir ülkücü olmaya aday bile olduğumun farkında olmadan ülkücüleşiyordum.” (S:81)

Orman yangınlarını söndürmenin bir yolu da ateşe karşı ateşle mücadele etmektir. Çıkan orman yangınına ters yönde, yangın bölgesine doğru ilerleyecek kontrollü yangın çıkararak yangının önündeki yanacak olan nesneleri temizleyerek çıkmış olan yangın kontrol altına alınmaya ve söndürülmeye çalışılır. Ayşegül’ün yakan aşkından kurtulmak isteyen Temel Karaca ateşi ateş ile söndürmenin mümkün olduğunu keşfetmiştir. “İçimi yakan o ateşten daha büyük bir ateşi bulmuş gibiydim. … Alparslan Türkeş’in karizması o büyük ateşi yakmış gibiydi.” (S:82) Yani beşerî aşkını dava, fikir ve vatan millet aşkına dönüştürerek bir nevi beşerî aşktan manevi aşka yükseliyordu. İlahi aşkın ilk basamağı da yaratılan her şeyi sevmek değil miydi? Temele Karaca’da devletini milletini, ülküdaşlarını severek ilahi aşkın yolunda ikinci basamağa yükselmişti.

12 Eylül’den önceki her gün bir ülkücünün şehit olduğu o ateşten günlerde bazı ülkücülerin evlerinin bulunduğu sokakları komünistler tarafından kurtarılmış bölge ilan edilmesi dolayısıyla bazıları da öz kardeşi ya da ağabeyi komünist olduğu ve örgüt tarafından ülkücü kardeşini öldür emri verildiği için evine gidemiyor, giremiyordu. Evine gidemeyen giremeyen her ülkücünün kaldığı yer ülkü ocaklarının tahta sandalyelerinin üzeriydi. “Ben eve gitmiyor, Ocak’ta yatıp kalkıyordum.” (S:86) Temel Kahveci eve gidemeyişinin sebebini açıkça söylememiş ancak anlattıklarından okuldan ve Trabzon’dan sürgün edilişi, bu sürgün ve uzaklaştırmayı annesine izah edememesi olduğu anlaşılıyor.

Temel Kahveci “(Yeşil Kuşak) operasyonu Ülkücü Hareket’te böyle başlatılıyordu. ‘Yeşil Kuşak Projesi’ Amerika’nın Sovyet Rusya’yı dinle kuşatması demekti. Sovyet Rusya, bırakın dinlere inanmayı, Marks’ın söylemiyle dinin bir afyon olduğuna inanırdı ve onunla kendisince savaşıyordu. Amerika da bu dinsiz yapıyla mücadele etmek için bütün dinleri kullanıyordu. Batı da Hristiyanlığı, Uzakdoğu’da Hinduizm’den Şintoizm’e kadar her inanıcı kullanırken Ortadoğu ve Orta Asya’da da İslam’ı kullanmaktan çekinmiyordu.” (S:91) tespitlerini yaparken Ülkücü Hareketin de Muhsin Yazıcıoğlu ile bir değişime uğradığını ve sloganların “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Çağrımız İslam’da dirilişedir” (S:90) şeklinde İslami bir söyleme dönüştüğünü, Atsız’ın sözlerinin Ocaklardan kaldırıldığından söz ediyor. “Ülkücüler dinlerini öğrendiklerini sanıyordu. Bunu bir operasyon olduğunu çok zaman sonra anlayacaktık. (…) Bir yanda Muhsin Yazıcıoğlu, diğer yanda [Seyit] Ahmet Arvasi ve Necip Fazıl Kısakürek… Sonrası, ülkücüler tarikatlara, özellikle Menzil’e yönlendirilerek İslam’ı öğrenmeleri(!) sağlanıyordu.” (S:91) Ülkü Hareketin tarihi gelişimi içinde bunlar hissedilir şekilde olmuş olaylar olsa da Ülkücülerin İslam’ı öğrenmeleri tabirine katılmak mümkün değildir. Çünkü Ülkü Hareketin şehirlerdeki yapılanmaları incelendiğinde görülecektir ki Ülkücü Gençlik yerel önderlerinden bir kısmının imam ve hoca çocukları olduğu, bir kısmının imam hatip öğrencisi olduğu, bir kısmının da İlahiyat öğrencisi olduğu görülecektir. Bunların Türkiye’deki komünist tehlikeyi görüp ya da komünistlerce okumaları, okullara girmeleri engellenmiş öğrenciler arasından Ülkücülüğü gönüllü seçenler olduğu gibi, yer yer Ülkücü Teşkilatlanmayı da kendi iradeleri ile başlatan öğrencilerdir. Hatta Ülkücü hareket içinde ilk işkence görenler ve ilk şehit olanlar arasında okullarda İslami Din eğitimi alan ülkücüler de bulunmaktadır.

Temel Kahveci’nin Muhsin Yazıcıoğlu hakkındaki kanaati “Muhsin Yazıcıoğlu bu projenin içindeydi ama bir hain veya bir iş birlikçi olarak değil. O, Türk-İslam Ülküsü’ne yürekten inanan bir mümindi.” (S:91) diyerek tashih ederken Emperyalistlerle iş birliği yapmadığını da üstüne basa basa ifade ediyor. Seyit Ahmet Arvasi için ise “… Arap asıllı olduğunu iddia eden birisi olarak kendince Türklüğe büyük atıflar yaparak yazmıştı Türk-İslam Ülküsü’nü. Oysa bu kitapla Türk Milliyetçiliğini Arap milliyetçiliğinin hizmetine soktuğunu bir çoğumuz anlayamadık. Aslıdan Türk milliyetçiliğinin yok ediliyor olduğuna uyanamadık. Her şey zekice hazırlanmıştı. Din soslu emperyalizm devredeydi.” (S:92) diyerek yaptıklarını bilinçli yaptığını ve emperyalizmle iş birliği içinde olduğunu ima eder. Hata 12 Eylül cuntası tarafından hiç sorgulanmadığını ifadesine baş vurulmadığını ifade etmesine rağmen Seyit Ahmet Arvasi tutuklanmış ve Başbuğ ile Mamak cezaevinde bir müddet beraber bir koğuşta kalmıştı. Aslında bu tür iddialar daha önceden de yapılmıştır. Alparslan Türkeş’in 1969 Adana’da yaptığı parti kongresinde amblem “Üç hilal” mi “Bozkurt” mu olsun diye tartışıldığı “Üç Hilal”in amblem olarak kabul edildiği, kongrede kaybeden “Bozkurt” amblemi taraftarları Hüseyin Nihal Atsız ve ekibinin MHP’den ayrıldığını ya da Türkçülerin partiden uzaklaştırıldığını iddia edenler de var. Milliyetçi Hareket Partisinin Türkçülükten uzaklaştırılıp Siyasal İslamlaştırıldığını anlatan Temel Kahveci’nin hesap etmediği bir nokta vardı. 3900 kadar ülkücüyü şehit vermiş bir hareket hemen hemen her gün cenaze kaldırırken dünya işleri ile uğraşacak değildi tabi ki. İnsanların bu yoğun şehit cenazelerinde yönelecekleri bir kapıydı maneviyat. Aynı zamanda bu kadar şehit veren bir harekete mensup olanları bir arada tutmak ve yeni isimler kazandırmak da ölümlerin açıklamasını yapmayı gerektiriyordu. Ölenler boşu boşuna mı ölmüştü yoksa bu dünyada mükafatını göremeseler bile ahiretteki halleri ne olacaktı. Bütün bunlar Ülkücü Hareketin maneviyata yönelişinin haklı sebepleriydi.

Temel Kahveci 12 Eylül öncesinde ülkücü mücadeleye katılmış kahramanlarımızın inanmışlıklarını, “Kesin İnançlı”lıklarını “Yağmur yağar ama ıslanmazlardı. Kardan, soğuktan titrerlerdi ama üşümezlerdi, kızgın güneşlerin altında pişerlerdi ama yanmazlardı. Öyle bir nesildi onlar ve bütün gözler onları arıyor nerelerdeler acaba?” (S:93) diyerek tarif ettikten hemen sonra kendisi ile çelişen bir ifade ile bu kahraman nesli “Lakin savaş kazanmak bir yana, her biri bir şekilde etkisizleştirildiler; kimi ölerek, kimi varlık dünyasında sürünerek… Çok azı doğru dürüst bir dünyalık kurabildi ve onlar da öyle etkisizleştirildiler çünkü artık onlarında bir aileleri, çoluk çocukları vardı. (…) kaybedecekleri çok şeyleri olmuştu, bir aileleri vardı, onu da kaybetmeyi göze alamazlardı, almadılar da!” (S:93) şeklinde kaybedenler olarak, dirençsiz bir nesil olarak ifade etmekte, az önce mücadele azimlerini överek yücelttiği arkadaşlarını dışardan bir gücün etkisiyle farkında olmadan değiştikleri, güçsüz oldukları, etkisiz kaldıkları yönünde eleştirmektedir. Canını ortaya koyarak mücadele eden bu nesli hak etmedikleri bir durum ile tarif etmektedir.

“Oysa en kanlı eylemleri onlar yapardı ama medya bu eylemlerin üzerinde durmazdı” (S:108) Temel Kahveci kahreden bir gerçeğe dikkat çekmiş, Devrimcilerin, Komünistlerin hemen hemen her şehirde her gün birer ülkücü öldürdüğü, hem de işkence yaparak, bazen ciğerlerini pompa ile şişirerek patlatmak suretiyle, bazen canlı canlı derilerini soymak, yüzmek şeklinde, bazen karnını deşip bağırsaklarını kediye köpeğe atmak gibi akla gelmedik zulümler yapan Devrimciler Basın tarafından okuyan, aydın, kültürlü çocuk olarak karikatürleştirilirdi. Doğu Perinçek’in aydınlık gazetesi ile Bülent Ecevit’in siyasi konuşmalarında ismini zikrettiği ülkücü birkaç gün içinde öldürülürdü.

Temel kahveci bütün yaşadıklarını ülkücülerin, memleketin, milletin yaşadıklarını müsebbibi olarak ABD’yi görmekte ve bu organizasyonu da bilimle yaptığına inanmaktadır. “Amerika gerçekten büyüktü. Çünkü o akılla düşünüyor, bilimsel verilere göre rotasını çiziyordu. Kendi düşmanlarını ve dostlarını yani kendine göre iyi davrananları gayet iyi biliyordu. Bilmemesini düşünmek Amerika’ya hakaret olurdu. Ben Amerika’ya inanan müminlerdenim hala.” (S:109) Biraz abartarak da olsa Amerika’nın hakkında söylediklerini kara mizah yoluyla “Ben Amerika’ya inanan müminlerdenim hala.” diyerek ortaya koyarak inandırıcılığını artırmaya çalışmaktadır. Tabi bu işi sadece Amerika’ya mal etmek biraz fazla olur, Amerika kastedilen uluslararası siyaseti yönetme, yönlendirme işlerini bir siyaset cambazı olan kurnazca siyasi oyunlar kurarak sömürge imparatorluğu kuran İngiltere ve İsrail ile birlikte yapmaktadır.

Temel Kahveci “Ben hala ülkücülükten, ülkücüleşenlerden biri olduğumdan habersiz, bu yolda ilerliyordum. Bir ülkücü olduğumu ne zaman fark edecektim, henüz bilmiyordum.” (S:111) diyerek ülkücülüğün bir farkındalık olduğunu ancak bu farkındalığın da süreğen bir farkındalık olduğun, ben oldum demekle olunmayacağını oluşumun devam ettiğine güzel bir ifade ile dikkatimizi çekmektedir. Hani deriz ya mahşerde Allah’ın huzurunda hesap verirken ancak ne kadar ülkücü olduğumuz anlaşılır.

Temel Kahveci burada acı ama gerçek bir hususa değinmiş, yakalananların işkence altında ya da ceza almamak için itirafçı olarak alınan ifadelerinde bildiklerini anlatması o olaya karışmış ne kadar insan varsa tutuklanmasına, ceza almasına veya kaçak duruma düşmesine sebep olmuşlardır. Nitekim Temel Kahveci’nin de kaçak durumuna düşmesine sebep olmuşlardı. Bunu Temel Kahveci “Mithat Şimşek Ankara’da yakalanmıştı ve hepimiz deşifre olmuş, açığa çıkmıştık. Artık aranan kişilerdik yakalanmamak için köşe bucak kaçıyorduk.” (S:113) diyerek ifade ediyor. İşkence altında konuşanlara bir nebze anlam vermek mümkün de itirafçı olarak kendisinin ceza almayacağını düşünerek arkadaşlarını yakanlar hakkında hiç de iyi niyet beslemenin mümkün olmayacağını tahmin edebilirsiniz. Çünkü bu kişiler arkadaşlarına ve inandıklarını söyledikleri davalarına ihanete etmişlerdir.

Ayrıca teşkilatın o an ki yöneticilerinin tamamı tutuklanmış yada bir kısmı yurt içinde veya yurt dışına çıkarak kaçak duruma düşmüş, kendilerini toplayacak, yardım edecek, imkanlarını paylaşacak, problemlerini çözecek yeterli ve organize bir teşkilat kalmamış, herkes kendi derdine düşmüş, ihtilal cuntacılarının sokakta bile iki kişinin bir araya gelerek konuşmasını bile yasakladığı ortamda cezaevindekiler her türlü işkenceyi görürken, dışarda kaçak durumda kalanlar da sefilliğin ve sahipsiz kalmanın alasını yaşadılar. Sabit bir mekanları olmadı, kaç göç içinde bulabildikleri en kötü şartlarda saklanmak zorunda kaldıkları gibi aç susuz kalarak bazen hala öğrenci evi vazifesi gören Bursa’daki Yurtoğlu Apartmanı gibi evlere bir iki günlüğüne gelerek bu zaman zarfında yatacak yer temin etmek, olan yemeklerden yemek, banyo vs. gibi asgari ihtiyaçlarını gidermenin bahtiyarlığını yaşadılar. Bazen de daha önceden tanıştıkları ancak deşifre olmamış dava arkadaşlarının gözden ırak köylerinde misafirleri olarak bu ihtiyaçlarını gidermeye çalışarak dışarda ama içerdekilerden daha güç şartlarda ve her an yakalanma korkusu ile yaşamak zorunda kaldılar. İşte Temel Kahveci de bu kaçaklık zamanı yaşadıklarını gördüklerini “Kaçak gezdiğim yıllarda gittiğim her yerde o savaşları veren arkadaşlarımın perişanlığını, yoksulluğunu ve örselenmişliklerini gördüm. Ayakkabısı, doğru dürüst elbisesi bile olmayan onca arkadaşımızla karşılaştım. İç burkan manzaralardı bunlar ama siyaset hala hamaset üzerinden yüksek seslerle konuşmaya devam ediyordu.” (S:113) şeklinde anlatıyor. Siyaset erbabına da bir sitem gönderiyor. Temel Kahveci eğer bu anlattığı olay 12 Eylül öncesi tutuklamalar ve kaçaklık halleri ile ilgili ise bu siteminin tamamını o zamanın MHP Genel Başkanı ve Lideri Başbuğumuz Alparslan Türkeş’e ve Ülkü Ocakları Genel başkanına yönetmiş olmaktadır. Ancak şunu belirtmeden edemeyeceğim 12 Eylül öncesi tutuklama ve kaçaklık halleri 12 Eylül’den sonra tutukluların ve kaçakların yaşadıkları yanında düğün ile bayram denilecek şekilde farklıdır. Yine zaman zaman aksamalar ve ihmaller olmuş olsa da bu ihmal ve aksaklıklar ferdi denilebilecek sayıda az olmuştur. 12 Eylül’den sonrasını kastediyorsa o zamanın yöneticileri de hem ceza evlerinin her türlü maddi manevi ihtiyacını karşılıyor, davalara avukat bulup ücretlerini temin etmek gibi, içerdekilerin yiyecek içecek, giyim kuşam ihtiyaçlarını karşılıyor, hem teşkilat ayakta tutarak mensuplarını bir arada tutmaya çalışıyor, hem kaçak durumda olanların ihtiyaçlarını temine çalışıyor, hem de tutuklu ve kaçakların aileleri ile ilgileniyor problemlerini çözmeye ihtiyaçlarını temine çalışıyordu, bir de bunların üzerinde askeri rejimin baskısı vardı. Yani o günler herkes üzerine düşeni fırsat buldukça yapmaya çalışıyordu. Temel Kahveci’nin “1981’de… dedim.” (S:116) ifadesi kaçaklık olayının 12 Eylül’ün başlarında 1980’in sonlarında yaşandığını gösteriyor. 1980 sonları olmasa yoksa “1981’de” ifadesini niye kullansın, o zaman “altı veya yedi ay sonra” gibi tabirler kullanırdı. Bizim bu kanaatimizi Temel Kahveci’nin “Aranıyorduk. Ekonomik durumlarımız çok berbattı. Teşkilatlarımız, bizden de beterdi. Bizim gibi aranıp da teşkilatlara sığınmış bütün ülküdaşlarımızın durumu daha da perişandı. Teşkilatlar bunca arananlarla baş edemiyordu., ihtiyaçlarını karşılayamıyordu. Öyle ki çoğunun üstünde başında giysi, ayaklarında ayakkabıları dahi yoktu.” (S:118) şeklindeki ifadeleri de bu kanaatimiz destekliyordu. Ancak kaçakken Mehmet Ali Ağca zannedilerek şikâyet edilmesi üzerine Vakfıkebir Ülkü Ocaklarının yanındaki terzinin haber vermesi üzerine Mehmet Ali Ağca olarak yakalanmamak için saklanmak üzere Sürmenin merkez köyündeki büyükannesine gittiğinde sabah kalktığı vakti anlatan cümlesinde geçen “1979’un baharıydı.” (S:127) ifadesi kaçaklığının 12 Eylül’den önce olduğunu kesinleştirmekte olup yukarıdaki eleştirilerin tamamı da Başbuğ ve parti yönetimine ile 1978 yılında Ülkü Ocakları Genel Başkanı olan Muhsin Yazıcıoğlu’na yapmış oluyor.

İnsan doğadaki canlılara kıyamazken bazen hayatın sürüklediği mecburiyetler ile insan canına kıymakta bir mahzur görmüyor. Temel kahveci de arkadaşının kirpi vurmasına engel olurken, ondan habersiz bir anda kirpiyi vurmasına kızarken (S:132-133) arkadaşının ona verdiği cevap bu zıtlığı izah etmeye yetmiyor.” “Siz… dedi, Onca insanı vurdunuz, yazık günah değil de ben bir kirpiyi vurdum diye kıyamet kopacak neredeyse?” (S:133) Temel Kahvecinin o zamanı Ülkü Ocakları Beşikdüzü Başkanı Halim Öncü ağzından kendisine söylettiği bu ifade geçmiş dönemlerde yaşanılanlar için hatıratlarını yazan onlarca ülkücü arasından yaptıklarını ifade eden en net cümle olsa gerektir. Daha önce bu konuyu yazanlar o günlerin can yakan olaylarını anlatırken “vurduk vurulduk” gibi cümlelerle izaha çalışmışlardır.

Temel Kahveci “Biz yola büyük bir idealizmle çıkmıştık ama karşılaştıklarımızın ülkücülükle ilgisi yoktu. İdealist düşüncelerle ve hayatın gerçekleriyle böyle yüzleşiyor, ilk hayal kırıklıklarıyla böyle tanışıyorduk. Gerçeklerle hayallerimiz çelişiyordu.” (S:147) dile getirmiş ancak hayalleriyle gerçeklerin uyuşmamasından aslında doğrudan ideolojik fikir sistemi değil de insanların bireysel tercihleri ile dış etkenler sebep olmaktadır. Dış etkenler insanların düşündükleri gibi yaşamasına engel olur, onlara müdahale ederek yapmak istediklerini yaptırmaz; okumak için okula giden ancak komünist devrimci militanlar okula sokmaz, şiddet uygular. Kişi de kendini müdafaa ya da okulu terk etmek yollarından birini seçer. Kendini müdafaa yolunu seçen zamanla karşısındakinin hayatına müdahale eder duruma gelir. O müdahale etmese ona müdahale edilecektir. Böylelikle devletin kanun ve kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya gelerek yola çıkarken arzulamış olduğu yaşantıdan uzaklaşır. Ya suçlu olarak tutuklanarak zorla bu hayattan alı konulur, hayallerini yaşayamaz ya da kaçarak normal hayatın sunduğu imkanlardan yararlanamayarak, hayallerini yaşayamaz. Baştan ikinci yolu okula sokulmadığı zaman okula gitmemeyi tercih etseydi de o zaman da olmak istediklerinin yolu kapandığı için yine hayallerini yaşamayacaktı. Görüldüğü gibi dış etkenler hayallerin yaşanmasında büyük bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak en büyük engel yasal düzeni muhafaza etmesi ve kişinin yaşam hakkını sağlamsı gereken devlet ve hükümetlerin hukuki düzeni devlete sızmış anarşist kadrolar eliyle bilerek veya beceriksizlik dolayasıyla insan hürriyetini tahdit edene etkenleri ortadan kaldırma vazifesini yaparak huzuru sağlayamayışı da hayallerin yaşanmasını engelleyen ilk ve belki de en büyük etkendir. Çok azda olsa insanların ana yoldan farklı olarak tercih ettikleri fiiller de hayallerin yaşanmamasında etkendir.

“Onlar bizi yakalanalım diye Trabzon’a gönderdiler.” (S:149) diyordu Temel Kahveci arkadaşı Hüseyin Koloğlu’na gerekçesi de “Kimse bizimle uğraşmak istemiyordu.” (S:149) kanaatiydi. Temel kahveci haksız da sayılmaz çünkü devlet desteği olmadan iki kaçağı uzun süre saklamak ve onların ihtiyaçlarını görmek zordur. Ancak hiçbir mazeret arkadaşlarını yakalatma planını haklı göstermez. Böyle bir durumun tartışılacak hiçbir yanı yoktur. “Tekin Küçükali o yıllarda MHP il başkanıydı. Ona haber gönderdik, bize yardımcı ol diye. Onun önerisi “Teslim olmak ister misiniz? Oldu. Cezaevine gitmememiz öneriliyordu. Bu teklifin diğer hali “Çürüyün” demekti.” (S:149) Ülkücülük öyle bir idealdir ki onu ruhunda hisseden adam için arkadaşlarının yerine kendi nefsini tercih etmesi mümkün değildir. Nitekim bu durumu merhum Mehmet Kutucu, Merhum Mahmut Metin Kaplan’ın 1975 yılında tutuklandıkları Bursa davasında bizzat görebiliriz. Hiç suçları olmaya bu iki ağabeyimiz fail “gelip teslim olmak istiyorum” diyerek cezaevine ziyarete bile gelmiş, ama onlar nasılsa biz suçsuzuz adalet tecelli eder düşüncesiyle teslim olmasını istememişler, ancak adalet de dış etkenler doyasıyla kendilerinin beklediği gibi tecelli etmediği için üç kişi 10,5 yıl hapis yatmışlardı. Sırf arkadaşlarını ele vermemek için.

“Her şey gözümüzde büyüktü ama büyük olan hiçbir şeyle karşılaşmış değildik. Meğer bu kavganın en büyükleri bizmişiz; hiçbir çıkar düşünmeden bir milletin geleceği için kendilerini adayan insanlar, bizim gibi aç, yoksul ama yürekleri bir dünya kadar büyük” (S:151) bu inanmışlık insan böyle bir paye de getiriyor demek ki Turan Kocaman’ın evinde kaldığı günlerde köye gelen yabancıyı görmeye gelen gençlerle sohbet sırasında “Söz nereden açıldıysa nişancılığa gelmişti. Kimisi, mermiyi geçtiği yerden geçirecek kadar nişancı olduğunu söylüyordu. Benim herhangi bir iddiam yoktu ama gençler, hepsi yaşıtımdı aslında. Nişan kurup atış yapalım dediler. Nişangah bir sigara tanesiydi. Hepsi attı ama hiçbiri vuramadı. Sıra bendeydi ve gerçekten hiçbir iddiam yoktu. Asla bir mütevazılık yapmıyorum. İlk atışta sigarayı vurmuştum. Dedikodular bu sigarayı vurmamla başladı. Türkeş’in özel fedaisi olduğuma kadar.” (S:152) Türkeş’in fedaisi olmak da büyük paye.

“Biz hala, bırak şehirleri, kasabaya bile inememiş ülkücüleriz. Bu eleştirimi bu manzarayı mazur görmek veya göstermek anlamında yapmıyorum. Bizim dünyamızda böyle bir dünya asla olamazdı, bugün de olmaz. Biz böyle manzaralarla karşılaşabileceğimizi de düşünmezdik.” (S:159) Temel Kahveci’nin tepkisi kaçakken gittikleri Bursa’ya gece saat ikide inince sabaha kadar saklanabilmek için girdikleri Night Clup de gördükleri ile inandıklarının uyuşmaması üzerine yapmaktadır. İnsan ne şart ile olursa olsun isteyerek veya istemeyerek normal, hukuki, meşru düzenin dışına çıkmışsa artık bu meşruiyetsizliğin sebebiyle hukuki düzenin kollayıcılarına yakalanmamak için kaçarken daha çok daha bulaşmakta, temasa mecbur kalmakta, kirli meşruiyetsizliklere şahit olmakta, onlarla isteyerek olmasa bile şartların gereği olarak teşviki mesai etmektedir. Bu birliktelik de bazen daha fazla meşruiyetten uzaklaşmaya sebebiyet vermektedir.

Ankara’da Sivas Yurdunda kaldığı sırada muhbir birinin ihbarıyla Yurdu Asker basmış, duş almak için girdiği banyonun en ücra bir yerinde uyuya kalınca polis Banyoya bakmasına rağmen görememiş ve Temel Kahveci uyumuş olması sayesinde askerlere yakalanmaktan kurtulmuştur. (S:163) “Ben buradan (Ankara Sivas Yurdu) Trabzon’a döndüm. Ocak Başkanı Mustafa Bekaroğlu’ydu anti-komünist ama ülkücü müydü? Hiçbir zaman emin olamadım. En şiddetli olaylar onun zamanında oldu fakat bunlar bile beni onun ülkücü olduğuna ikna etmedi.” (S:163) ağzınla kuş tutsan da yaranamazsın misali bir durum. Temel Kahveci Ülkü Hareket içinde İslami söylemlerin hâkim olmasından yana değildir ve buna sebep olan herkese karşıdır. Karşı oldukları Muhsin Yazıcıoğlu, Seyit Ahmet Arvasi şimdi de Trabzon Ocak Başkanı Mustafa Bekaroğlu. Hatta bu iddiasını “Başbuğ Alparslan Türkeş varken Ülkücü Hareket’e kim yanlış yapabilirdi? … Oysa liderler de yanıla bilir, yanıltılabilinir olduğunu da çok sonra anlayacaktık.” Düşüncelerine dayandırarak yorumluyor ve nihayet Başbuğun bu burumu düzeltmek için “Bizzat Başbuğ bu durumu düzeltebilmek için Azmi Karamahmutoğlu’nu Ülkü Ocakları Genel Başkanı yaparak telafi etmeye çalıştıysa da pek mümkün olmadı.” (S:165) diyerek izah etmektedir.

“Orhan Şen ya da namıyla Orhan Mete Şen’di. Bu namı iş olsun diye almış değildi. O bu ismi gerçek bir ülkü adamı olarak almıştı. Dediğim gibi militarist olmaktan çok bizden sonraki Trabzon’u toparlayan ülkücü olmuştur. Bu konuda başarılıdır da… Sempatikti ve bir gönül adamıydı. (…) O, Trabzon’un gerçekten de bilgesiydi. Birçok şeyi bilmese de … Çünkü içtenlikli bir ülkücüydü.” (S:169) Temel Kahveci’nin bahsettiği Orhan Şen. Ancak benim de Trabzonlu ve Elektrik mühendisi olarak 1989 yıllarında Bursa’da Türkav-Türkiye Kamu Çalışanları Vakfı’nın kuruluş ve Türkiye Kamu Sen’e bağlı on bir sendikaya dönüşü dönemlerinde birlikte çalıştığımız azimli, kararlı ve ciddi bir ülkücü olarak tanıdığımız bir Orhan Şen vardı. Benim tanıdığım Orhan Şen de militarist değildir. Bir dönem Bursa milletvekili olarak da görev yapmış, o zaman mecliste ziyaret etmiştim. Ziyarette bulunduğun diğer tanıdık Samsun milletvekili ile Bilecik milletvekillerinin toz pembe tablo çizerken o gayet ciddi bir şekilde durumun iyi olmadığından bahsetmiş ve dediği gibi de ülkücüler meclis dışında kalmıştı. Durumu okumayı bilen diğer milletvekilleri gibi anı kurtarmak gibi derdi olmayan birisi olarak tanıdım Orhan Şen’i.

Enteresan bir şey ki temel kahveci Samsun Matasyon’da polis çevirmesinde yakalanınca Karakolda cebinden 17 bin lira çıkıyor. “Üstüm başım oldukça düzgün olduğu gibi cebimde o zamanın parası on yedi bin lira vardı. Çaldığımız arabadan en az 4 tane alabilirdim.” (S:175) Halbuki Temel kahveci kitabın başından beri teşkilatların sahip çıkmadığından, kapıların kapandığından, fakirlikten dem vuruyordu. Yapmış oldukları hırsızlıktan çaldıkları 200.000 liranın son kuruşunu Bursa’da harcamış, Trabzon’a gitmek için 2000 lirayı borç almıştı. Şimdi cebinden çıkan 17 bin lira neyin nesi, nerden almıştı? Demek ki birileri yardım etmişti. Anlaşılan Temel Kahveci tatmin olmaz bir ruha sahipti. Olanla yetinmeyen daha fazlası olsun isteyen bir yapısı varmış demek ki.

Temel kahveci kendisini diğer ülkücü tutuklulara göre şanslı hissediyor bunun sebebini de “… yapılan işkencelerin yanında bizimkisi torpilli bir işkenceydi ama işkence işkenceydi. Çok ağrı işkence gören ülküdaşlarım da vardı ama ben torpilli işkence görenlerdendim. Mesela bana hakaret edilmedi; sevgilim, karım veya anam karşıma getirilerek aşağılanmadım. Veya onu kırıcı durumlara da maruz kalmadım. Cop konuları gibi… Bütün bunlara rağmen misafir de edilmedik.” (S:187) şeklinde izah ediyordu. Ancak bu izah içinde genelde hangi işkencelerin yapıldığını da aktarıyordu. Kendisine yapılanları da “Ayaklara vurulan birkaç coptan sonra artık acıyı ayaklarında değil beyninde hissediyordun. Küçümsenecek bir acı değildi bu. Elektik verme işlemi aslında bir manyeto işiydi ama ne fark ederdi? Önemli olan sana acıyı iz bırakmadan verebilmekti ve belki de hayatlarında en iyi iş, iz bırakmadan acıyı beyne göndermekti. Onlarda gayet iyi gönderiyorlardı.” (S:187) şeklinde sıralıyordu.

Temel Kahveci kitap boyunca bir kadına bir beşere duyduğu aşk ile inandığı ülkücülüğe olan aşkı birbirine paralel olarak öyle işlemiş ki anlattıklarında tekrara düşmeden bunu gerçekleştirmiş. Hatta yakalandıktan sonra tutuklu iken polisler tarafından kendisine yapılan işkencelerden duyduğu acı ile yârinden ayrı kalmanın ıstırabını meczedip tek bir acı gibi yaşamıştır. “Yaşadığın her anımı onunla yaşayarak geçirdim. O bunları hiçbir zaman bilmedi, anlayamadı bile ve şimdi ben, olmayan bir geleceğe doğru elleri ve yüreği bağlı şekilde götürülüyordum.” (S:193) Temel Kahveci tutukluyken soruşturmaları yapılırken yapılan işkencelerden biraz kurtulmuş ancak sevdiğinden ayrı kalmanın ıstırabı ile cezaevine konulur.

“Hani doktor olacaktın, şimdi ne oldun?” (S:194) Temel Kahveci’nin annesi oğlu cezaevine konulduktan hemen ertesi gün ziyaretine gitmiş, kadın başına kocası olmadan büyütüp yetiştirdiği oğlunun durumuna tükenmiş bir umutla bu soruyu sormuştur. Ancak Temel Kahveci de bu duruma düşmekten tek başına sorumlu olmadığı gibi ilk sorumlu da değildi. Kendi sorumluluğu aşağılarda kaçıncı sıralardaydı bilinmez. En önemli ve ilk sorumlu devlet ve devleti yönetenlerdir. Ülkeyi kan gölüne döndüren komünist terör örgütlerine dur demediği için, hükümetler ve kamu görevlileri görevlerin hakkıyla yapmadığı için suçluydular. Ama suçlu olanlar suçu masum gençlerin 18 yaşından ufak iken yapmış olduğu olayların üzerine yıkarak kurtulmaya çalışıyordu. Aslında görevini kötü yapanı anında cezalandıracak bir sistem kurmak gerekir. Belki o zaman ihmal ve kasıtlı kusur azalır.

Temel Kahveci kontrol edilmez ruhi yapısıyla dışardayken de içerdeyken de problemleri söyleyen biri olmuş, kan kustum kızılcık şerbeti içtim diyecek yapıda biri olmamıştır.

“Ben vicdanımı rahatsız edecek bir şey yapmam.” (S:198) Temel kahvecinin hakkında ciltler dolusu kitap yazılacak Sorgu Hakimine verdiği bir cevap ancak içeriği derin felsefi bir söz. İşte Ülkücülük buydu. Vicdanını rahatsız edecek bir şey yapmamak. Her şey vicdanın kabul edebileceği doğrulukta olacak.

Cezaevi ortamından kitap seçme şansları olmayan ülkücülere Vehhabi tandanslı kitapları dayatan düzenin beklentisi Ülkücüleri kendi istedikleri şekilde kontrol edilecekleri bir dini anlayışa sevk etmektir. Temel Kahveci bunu görmüş ve “Bizi Arap tarihi ilgilendirmez, elbette Müslümanız ama İslam, bize Türklüğümüzü unutturmak isteyen bir din değildir.” (S:219) diyerek milletleri bizzat Allah’ın yarattığına dair ayetleri okuyarak arkadaşlarını ikna etmiştir. Ancak hala Türk milletini yerenler vardır ve Temel Kahveci bunlara tavır takınmıştır. “Zira tarikat sohbetleri ta dışarıda başlamıştı. Bunu da dinimiz öğrenmek gerekçesinin arkasına saklamışlardı. Henüz Yirmili yaşlardaydık, neyi ne kadar bilebilirdik ki? O zihniyete en uzaklardan birsi olmama rağmen konuları makul görüyordum. Çünkü gerçekte dini bilgilerimiz eksikti ama bu kaynaktan dini bilgi yerine yeni bir ideoloji alıyorduk. Din kutsallarına pek itiraz edemiyorduk. Her itirazımın karşısında bir ayet ya da bir hadis koyuyorlardı.” (S:223)

Temel Kahveci’ni isimlerini vererek ve isim vermeden eleştirdiği ülkücüler var. Sadece temel Kahveci’nin eleştirilerine bakarak onların hakkında iyi ya da kötü olduklarına dair bir karar vermek belki yanıltıcı olabilir. Ancak kitapta anlatılan haliyle Temel Kahveci eleştirilerinde haklı görünmektedir. Tam bir kanaat oluşturmak için karşıdakileri ve eleştiri konusu olan olaylarla ilgisi olmayan kişileri de dinlemek gerekir. Buna rağmen olay hakkındaki vereceğimiz karar veya varacağımız kanaat yüzde yüz doğru olmayacaktır.

Temel Kahveci hızlı yaşamış biri olarak kitaptaki dil ve anlatımın sadeliği ve akıcılığıyla bizi şaşırtmışken, Türk Milliyetçiliğinin kökenleri tartışmasında batıdan girmiştir düşüncesine verdiği cevap ve Fransız Devrimi ile Milliyetçilik fikrinin oluşumunda felsefi arka planı anlatırken sanki bir feylesof misali Fransız düşünürlerinden aktardığı fikir örnekleriyle de şaşırtmıştır. (S:226-228)

“Tam bu yıllarda CHO yani Ecevit iktidardaydı. Bütün medya ülkücüleri suçluyordu ama CHP’nin İçişleri bakanı İrfan Özaydınlı ‘bu olayların ülkücülerle bir ilişkisi yok’ diyordu. Kendisi partisinden bile öyle tepkiler gördü ki istifa etmek zorunda kaldı.” (S:243) Olaylara siyasi bağnazlık çerçevesinden bakmaz isen perde arkasını görürüsün. İrfan Özaydınlı da bir İçişleri Bakanı olarak tarafsız bir gözle olaylara bakmış ve gerçeği görmüştü. Olayları doğrudan Ülkücülerle ilişkilendirenler için Temel Kahveci “Bunlar kim miydi? Tabii ki her zaman küresel emperyalizme hizmet edenlerdi.” (S:243) diyerek son noktayı koyuyor.

Temel Kahveci yakın zamanda yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak Hakk’ın Rahmetine kavuştu. Bize düşen hayır ve dua ile anmaktır. Allah Rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,43 M - Bugn : 28467

ulkucudunya@ulkucudunya.com