Mümtaz Turhan ve Mehmet Genç’ten kapitalizmin aslında çok da kötü bir şey olmadığını okuduktan sonra kapitalizme dayanan Hindistan’daki İngiliz sömürgeciliği üzerine de okumalar yapınca ister istemez kapitalizm ilgi alanıma girmeye başlamıştı.
Jaırus Banajı tarafından yazılmış ve Türkçeye M. Murtaza Özeren tarafından çevrilmiş “Ticari Kapitalizmin Kısa Tarihi” adlı kitap da dikkatimi çekmiş, okumayı düşünerek kütüphaneme kazandırdım. Kitap Dergâh Yayınları tarafından 2023 Mayıs ayında birinci baskı olarak basılmış olup 200 sayfadan ibarettir. Birinci bölüm “Ticari Kapitalizmin Hakkın Teslim Etmek” ana başlığı altında “Bir Sermaye Kavramı”, “Tüccar kapitalizmi, Ticari Kapitalizm”, “Ticari Kapitalizm İçin Vaka Oluşturmak” isimli alt başlıklardan, ikinci bölüm ise “Ticari Kapitalizmin Altyapısı” ana başlığının altındaki “Ticaret Kolonileri”, “Toptan Satış Pazarları”, “Tahviller” adlı alt başlıklardan, üçüncü bölüm “Sermayenin Rekabeti” ana başlığı altındaki “Bizans: Rum Başkentinin İtaati”, “Venedik’ten Portekiz’e”, “Hollanda Üstünlüğü”, “İngiltere’nin Hâkimiyeti Ele Geçirmesi” alt başlıklarından, dördüncü bölüm “Britanya Merkantilist Kapitalizmi ve 19.Yüzyılın Kozmopolitanizmi” ana başlığı altında “Temsilci Evlerinden Yönetim Acentelerine”, “Şehir Kozmopolitanizmi: Kürenin Tüm Yüzeyi”, “Levanten Patlamasında Yunan Egemenliği” alt başlıklarından, beşinci bölüm “Ticari uygulamalar” ana başlığı altındaki “Sipariş Üzerine Evde Üretim veya Kapitalist Yerli Endüstriler”, “Ticari Üretim” alt başlıklarından, altıncı bölüm ise “Ticari Sermayelerin Dolaşımı” ana başlığı altında “Rekabet, Sürat, Dikeylik”, “Simsarların Nisbi Özerklikleri”, “Ürün Ticaretinde Zincirler”, “Dolaşım Süratleri”, “Son Düşünceler” alt başlıklarından oluşmakta olup ayrıca “EK:İslam ve Kapitalizm”, “Teşekkürler”, “Notlar”, “Seçme Kaynakça” bölümler de eklenmiştir.
Sermayeye Müslümanlar arasında “Mülkiyet”, “Servet” anlamlarında “el-Mal” dendiğini, 1073 yılında İtalya’da kime ait olduğuna bakarak farklı terimlerle ifade edilmekle birlikte “sermaye ve kar” şeklinde standart hale geldiği, yatırımlara “işe koyulan para” (labourantis solidis) dendiği (S.9), 1638 yılında Doğu Hindistan Şirketi’nden bahsederken “ortak bir Sermayeyle büyük bir Kapital kullanan ve yaptıkları Ticaret ve sahip oldukları Sermayeyle birçok savaş gemisi inşa eden büyük ve seçkin bir şirket” diye bahsederken sermaye, kapital ve ticaret kelimelerini bir cümlede kullanıldığını, 1766 yılında ise Fransız iktisatçı Turgot’un sermaye birikimi tarifini yaparken “Capital” teriminin kullanımının yaygınlaştığını, 1788 de bir İngiliz yetkilinin “Gerekli görerek Sermayelerini Deniz taşımacılığına yatıran Tüccarların kendilerini zarara Uğramış görmelerinin yaygın bir şikâyet olduğunu” (S:11) ifade ederken sermaye, yatırım, kar-zarar kavramlarının kullanıldığını ifade ederek “sermaye” kavramının tarihi gelişimini ele almaktadır.
Marksizm’in Tüccar sermayesi ve Ticari Kapitalizm konusunda suskun olduğunu ancak Maurice Dobb’un 1946 yılında “Kapitalizmin Gelişimi Üzerine İncelemeler” adlı eseri ile aracılık ettiğini ancak Dobb’un “Tüccar kapitalizmi” terimi konusunda kafasının karışık olduğunu ve sermayenin önemli ölçüde üretime girmeye başladığı 16.yüzyıl sonlarından önceki bir zamanda bile “ticaret alanında büyük sermayelerin ve uzmanlaşmış tüccarların varlığına” şeklinde nitelendirmeye isteksiz davrandığını söylemekle birlikte yinede 123 yüzyılda Tüccar-Üreticilerin ortaya çıktığını ve “sipariş üzerine evden üretim” olarak rastlandığını kabul eder (S:12). Dobb’un Pokrovski bataklığına saplandığını, Pokrovski’nin de Tüccar kapitalizmi ifadesini “cahilce bir ifade” ilan ettiğini, bu durumda Stalin korkusundan kaynaklandığını ima etmektedir(S.13).
Sermayenin hareketliği Marks’ın “dolaşım” dediği; sermayenin dolaşımı için ticari araçların fiziksel hareketini gerektirdiğini ve dolayısıyla ticari araçların yurt dışında istikrarlı yerleşim yerleri kurmaları gerektiğini, bu kurulan yerlerin “ticari han” olarak adlandırıldığı, Ticari hanlarda her milliyetten tüccarların yaşadığı, 17. yüzyıla gelindiğinde ise Levant’ta mevcut ticari hanlarda yaşayanların sadece kendi çıkarlarını gözetenlerden oluştuğunu (S.23) bu ticaret hanlarının Kanton, Fanfang -yabancı mıntıka oluşturduğunu mahallelerin kurulduğunu, bu Tüccar sermayedarların sokaklarına İslam mensuplarının İstanbul’daki ve İzmir gibi diğer yerlerdeki kolonilere Türklerin girmediğini, bu kolonilerde yaşayanların da zamanla kendilerini güvende olacak kaleler gibi yapılanmalara yöneldiklerini ifade eder ki bütün bu oluşumlar sadece sermaye hareketlerinin temini sağlıyordu.
Her malın bir pazarı oluştuğunu, günümüz tabiri ile bu pazarların serbest bölge gibi işlem gördüklerini ifade eden Jaırus Banajı “Venedik, Amerikan gümüşünün gelmesinden önce Avrupa’nın en büyük külçe pazarıydı. Floransalı tüccar-bankacıların on dördüncü yüzyılın ilk yıllarından itibaren Rialto’yu Avrupa’nın en önemli döviz piyasası ve Venedik’i ise ‘Avrupa’nın öngörülebilir bankacılık yeri’ yapmaya karar vermelerinin nedeni şüphesiz buydu.” (S:30) bankacılık ve döviz merkezi, pazarı olarak Venedik ve Rialto’nun ön çıktığını örnek olarak vermektedir.
Yemen’in ise Beytü’l-Fakih şehri ile “dünyanın en büyük kahve pazarı” olduğunu ve “kahve[nin] her zaman nakit para karşılığında satın alın”dığını, alınan bu kahve çekirdeklerinin nakliyesinin “En büyük alıcılar olan Türk ve Arap tüccarlar çekirdekleri Cidde’ye Avrupalı şirketlerin faaliyet gösterdiği Muha’dan değil, Yemen’in kuzey limanlarından gönderirlerdi.” (S:31) Arap tüccarların nadiren doğrudan kahve çekirdeği aldığı Yemen’in Beytü’l-Fakih pazarındaki “Bu Osmanlı [kahve] ticaretinin büyüklüğü, Mart 1720’de Beytü’l-Fakih’te biriken toplam Türk sermayesinin yedi aylık bir süre içinde bir milyon İspanyol riyaline ulaşmasından anlaşılabilir.” (S:31) diyerek kahve pazarının yatırılan sermaye büyüklüğünü ve tekelinin Türklerin elinde olduğunu ifade eder. Zaten kahve Türkler arasında “Kahve Yemenden gelir” diyerek türkülere de konu olmamış mıydı?
“Toptan satış pazarları her zaman bir miktar uzmanlık alanıyla anıla gelmiştir; ancak on dokuzuncu yüzyılda bu, her zamankinden daha belirgin hale geldi. Beyrut ham ipek, İskenderiye pamuk, Karaçi buğday, Yangon pirinç, Fuzhou çay ihracatıyla tanınıyordu.” (S:33) Yani serbest ticaret bölgelerinde ürün tekelleşmesi olmuş, bu tekelleşme ile de ticaret ve tüccarlar da ürüne göre işlev kazanmışlardır.
Marks’tan aktarımla tahvil senetlerinin banknotlardan sonra toptan ticaretin ikinci önemli dolaşım aracı olduğunu söyleyen Jaırus Banajı, Marks’ın “Banknotlar, ancak on sekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren basılamaya başladığı için tahvil senetlerini toptan ticarette başlıca dolaşım aracı olarak” (S.34) gördüğünü ve 1944-1957 yılları arasında Britanya’da banknotların tedavüldeki toplam tutarının tahvil senetlerine bağlı olarak azaldığını da söylemektedir. “on altıncı yüzyılın sonlarına doğru Piacenza fuarları, tahvil senetlerinde dönen büyük miktarlarda para için bir takas odası görevi gördü” (S:35) derken tahvil alım satımının yapıldığını ifade eder. Vadesi dolan basit tahvil senetlerinin takas odasında fuarda etkin olan 60 kadar bankacı tarafından alınarak el değiştirir.
On sekizinci yüzyılın tahvil senetlerinin büyük oranda dolaşıma girdiğini (S.35) ve Charles Carriere!nin tahvi senetlerini “on sekizinci yüzyıl ticari kapitalizminin mükemmel aygıtı” (S.36) olarak tanımladığını ifade eden Jaırus Banajı 19873’te Marsilya’nın deniz ticareti 200 milyon livreye ulaştığı halde tüccarların elinde nakit en fazla 1,8 milyon livre olduğunu örnek veriri. Ticaret artık neredeyse tahvil senetleriyle dönüyor neredeyse “Hindistan’da hundilerin satışı on sekizinci yüzyılda Gucerat’ta o kadar yaygın hale gelmişti ki ticari ödemeler nadiren nakit olarak yapılıyordu.” (S:36) hatta “Britanya’da [ülke] iç[inde kullanılan] senetlerin hacmi 17000’lerde 2 milyon sterlinden 1775’te yaklaşık 30 milyon sterline çıkmıştı” (S:37)
Ticari senetler Londra’da sterlin cinsinden hazırlanarak 19. Yüzyılda İngiltere’nin ticaretin etrafında döndüğü bir merkez olmasını sağlamış, oluşturulan likidite ticari genişlemeyi sağlamıştı. “Şehir (Londra) rakipsiz likidite ve güvenliğin kısa vadeli para piyasası oldu ticaret finansmanında [ticari tahvil senetlerinin] toptan satış pazarı haline geldi.” (S:37) Bu finasmanı nasıl yaptıklarını ise Jaırus Banajı “Ticaret finansmanı ya da tahvil senetlerinin iskonto edilmesi sistemi bir arada tutan yapıştırıcıydı; Londra tüccar bankaları, senetleri ‘kabul ederek’ (değerinin yüzde 1 veya 2’si kadar bir ücret karşılığında ‘kabul edilmiştir’ yazarak veya damgalayarak) garantiye alıyor, sent komisyoncuları nominal değer üzerinden bir indirimle (‘İskonto’ uygulayarak) senet satın alıyor ve son merci olarak borç veren konumunda hareket eden İngiltere Bankası, daha nitelikli senetlere uç koşullarda ‘reeskont’ yapıyor ve böylece iskonto aracılığıyla kurumların devasa senet portföylerini bankalardan, birinci sınıf tahvillerle teminat altında bulunan ‘vadesiz borç’ şeklinde aldıkları parayla finanse etmelerine olanak sağlıyordu.” (S:37) şeklinde izah etmektedir. Tahvil senetleri Ticari Kapitalizmin gelişmesine ilk önce sermaye birikimi alanında katkı sağlamıştır. Nakit sermaye birikimi çok fazla banknot basımını gerektirdiği gibi para basım sisteminde bir karşılığının bulunması gerekiyordu. Ayrıca banknotların kütle olarak fazla yer kapsaması, muhafaza ve depolama ve nakit akışını sağlamak için ülkeler arası nakli de gerektirdiği için Tahvil senetleri üzerinde yazılı değerde miktarın naklini de kolaylaştırmıştır. Bu da ticarette bir hız kazandırmış, nakit’in elden ele değişim hızını artırmış, ticari alım-satımında süratlenmesine sebep olmuştur.
Kapitalist savaşlar diyebileceğimiz bir savaş Cenevizlerin Konstantinopolis’e ilk yerleşmeye çalıştıklarında başlamıştı. 1162,1170 ve 1182 yıllarında Cenevizliler Pisalılar ve Venediklerin saldırılarına uğramış (S:45), Konstantinopolis’in Latinler tarafından işgali Cenevizler ve Venediklilerin rekabetinde rol oynamış Venedikliler işgalden sonra önemli ölçüde genişlemişlerdi (S:46). Bizans Cenovalılara Karadeniz’de ticaretin kapılarını açmış ve etkin olmalarını sağlamıştır. 14. Yüzyılın sonuna doğru İtalyan ticaretinin hacmi öneli ölçüde artmış “Yapılan yatırımların hacmi 1390’larda Venediklilerle 450.000 dinar civarında ve Cenevizlilerle ise 1394 ile 1400 arasında her yıl 200.000 ila 300.000 dinar arasında seyretti (Katalanlar yıllık ortalama 200.000 dinar ile üçüncü oldu.)” (S.49) Venedik’in 15.yüzyılda Levant’la ticareti sayesinde “bir milyon duka değerinde malın yanı sıra 400.000 duka nakit para taşıyan ticaret gemileri Venedik’ten İskenderiye ve Beyrut’a gidiyordu.” (S.49)
Güney Hindistan’da İslamiyet’in yayılmasına bağlı olarak 12 yüzyıl başlayan 15.yüzyılda ticaretin zirvesine ulaşacak biçimde gelişmelere yol açmış, “Malabar sahilinde tam olarak nitelendirilebilen en eski cami 1124 yılında Madayi’de inşa edilmiştir.” (S:50) 13.yüzyılın sonunda hem burada hem Coromandel kıyılarında Müslüman yerleşim yerleri bulunması Hint Okyanusunun batı yatısının tamamına yayılmış bir genişleme demekti. 1331 yılında İbni Batuta Hint Okyanusunun çevresinde geniş bir Müslüman ağından bahseder ki bunlar Yakın Doğunun birçok farklı yerinden buraya gelerek oluşturulmuş ticari ağlardı.1610 yılında Kalküt Müslüman ticaret ağı “Hindistan’ı ve ticareti terk ederek kendi topraklarına gittiklerini” söyleyen Barbaso bu gidişin sebebini de Vasco da Gama ile Hint Okyanusuna ticaret yapmaya girişen Portekizlerin Kalküt kentini bombalamasına bağlamaktadır (S.50). Jaırus Banajı bunu da “on altıncı ila on sekizinci yüzyılların tüm ticari kapitalizmleri ayrılmaz bir şekilde devlete bağlıydı; ancak Portekiz’de bu [devlet-kapitalist sermayedar] ilişki doğrudan [devlet tarafından] belirlenmişti.” (S.51) Portekiz’in “İslam’a karşı ticari ve dini savaşı” (S.52) hiçbir zaman tam olarak başarılı olmasa da Kalküt’deki askeri müdahale ile kesilen ticaret hemen hissedilmişti. 1512 de Portekiz valisi Albuquerque’nin Kral Manuel’e Hindistan’dan gönderdiği ticari kazançların net değeri ‘bir milyon kruzado’yu bulmuştu (S:52). Kral “Müslüman tüccarları faaliyetlerden uzak tutmalarını” istemişti. Portekiz Kralı I. “Don Manuel’in “kraliyet kapitalizmi” merkantilizm ile mesiyanizmin tuhaf bir karışımıydı; dik kafalı iş kararları ve Akdeniz tarzı bir ekonomik savaş, dini bir şevkle ve büyük ölçüde hem cehalet hem bağnazlıkla gizleniyordu.” (S.52)
Jaırus Banajı mı kitabı yazarken anlaşılması zor bir anlatım tercih etti, yoksa kitabı Türkçeye tercüme eden M. Murtaza Özeren mi tercümesiyle kitabı anlaşılmaz etti bilmiyorum. Kitap sanki özellikle anlaşılmasın diye kısaltılmış cümlelerle ve önü sonu olmayan bilgilerle birbirine bağlanmış. Sanki okurken okuyucuyu tarihi ve ticari kapitalizmin uzmanı gören bir anlayış hâkim. Okuyucu anlatılmak isteneni anlamak ve hafızasında sıralı bir şekilde yerleştirmek için cümlelerin ilk ön bilgisini ve son bilgileri sanki başka yerlerden araştırmaya itilmek istenmiş gibi.
“1563’te Osmanlılar, Portekiz’e bir serbest ticaret anlaşması önerdi: Buna göre Portekizliler ‘Basra, kahire ve İskenderiye’de ticaret haneler kurma ve hem Basra Körfezi hem Kızıldeniz’in Osmanlı kontrolündeki tüm limanlarında serbestçe ticaret yapma hakkına’ sahip olacakken Osmanlı Tüccarları da benzer özgürlüklerle Hint Okyanusu’nda ticaret yapma hakkına sahip olacaklar ve ‘Sind, Cambay, Dabul, Kaliküt ve istedikleri başka bir limanda’ kendi ticari temsilciliklerini açabileceklerdi.” (S.56) Fidalgoların bu öneriye kabul etseydik kralın kârı azalacak biz de boşa çıkacaktık diyerek karşı çıkıyor hata “Portekizliler tarafından idare edilen tüm işler hemen Türklerin eline düşerdi” (S.56) diyorlar bunu da yerel Müslümanlarla olan bağlarına bağlıyorlardı (S.57).
Ticarette rekabet eden Cenovalılar ve Venediklilerin etkinliği Bizans desteğinde İstanbul’da Haliç civarında ve Karadeniz’de Türklerin İstanbul’u fethine kadar sürmüş, İstanbul Türkler tarafından fethedildikten sonra da ticaretlerini bir şekilde sürdürmüşlerdi. Ta ki Portekizlerin “1620’lerde Venedik’in Akdeniz’deki üstünlüğü nihayet sona erdi”rmesine (S:58) kadar. 16.yüzyılda İtalya’da doğan krizle içe dönmesi ve öteki dünyaya kapanması ile Portekizlerin üstünlüğü Osmanlı ve Müslüman ticari rekabetine dönüşmüş, Kraliyet kapitalizminin Portekizlerdeki aşır kâr düşkünlüğü Osmanlıdaki ihtikârı yasaklayan İslam anlayışıyla çatışır olmuştur. Bu aşı kar hırsı ilk sömürü ülkesi olarak Portekiz öne çıkarmıştır. Ta ki Hollanda’nın Doğu Hindistan Şirketi ile ticaret piyasasında devlet güdümlü sömürü ve aşırı kâr güden kapitalizmi ile yer almasına kadar sürdü.
“Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin (Vereenigde Oosrindische Compangbie veya VOC) 6,42 milyon florin başlangıç sermayesinin yarısından fazlası Amsterdam’da toplanmıştı, ancak Amsterdam yatırımcıları arasında en büyük bireysel yatırımlar İsaac le Maire ve Balthasar Coymans gibi Ansvers mültecileri tarafından yapılmıştı.” (S:58) bu iki kişi şirketin toplam sermayesinin %40’nı koymuşlardı. “On yedinci yüzyıla Hollanda ve İngiliz sermayesi arasındaki rekabet hâkimdi. Hollanda kapitalizmi on yedinci yüzyılın başlarında hızla genişlemiş on sekizinci yüzyılın ikinci çeyreğinde düşüşe geçmişti.” (S:58) Holanda’nın Asya ticaret 1601 de Portekizleri çok geride bırakmış İngiltere ile yaşanılan rekabet 1640 yılı sonlarında patlamıştır. 1661 Colbert’in ticari ilişkileri üslenmesiyle Fransa 17. Yüzyılın sonlarında büyük bir ticari güç olarak ortaya çıkarak Hollanda ile çatışmaya başladı (S.59).
On ikinci ila on beşinci yüzyıllar ezici bir şekilde İtalyan egemenliği Akdeniz ülkeleri ve geniş İslam dünyasına özgü bir ağlar kapitalizmi hâkimdi. On yedinci yüzyılın ticari kapitalizm hâkimi Kuzey Batı Avrupa sahillerinden çıkan ve devletin güçlü desteğinden yararlanan anonim şirketlerce yürütülüyor. Bu şirket yarı resmi bir kraliyet delegasyonu içeren bir kamu veya yarı kamu karaktere sahiplerdi. Hollanda, İngiltere, Fransa Doğu Hindistan Şirketleri on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda en güçlü anonim şirketlerdi.(S.59) David Hume 1742 da yazdığı bir makalesinde “ticaret geçen yüzyıla kadar hiçbir zaman devlet işi sayılmamıştı” (S.59) diyecek kadar çetin bir mücadele yaşanmıştı.
Jonathan Israel Hollanda ticaret sistemi üzerine yazdığı tarih kitabını “Hollanda dünya ticaret sisteminin 1720’ler ve 1730’larda kesin çöküşüşün temel nedeni, 1720 civarından itibaren neredeyse tüm kıtayı silip süpüren yeni endüstriyel merkantilizm dalgasıydı.” (S:65) diyerek bitirmiş ve Hollanda’nın ticari kapitalizminin bitişini endüstriyel merkantilizm e bağlamıştır.
İngiltere’nin devlet gücünü ticarette kullanması Elizabeth dönemindeki ticari patlamandan yüz yıl sonra 17. Yüzyılın ortalarında gerçekleşti (S:65). 1592’de Levant Şirketini kuranların çoğunluğu 1599’da İngiltere’yi ticari kapitalizmin şampiyonu yapan Doğu Hindistan Şirketini kurdular. “Başlangıçtaki on beş yöneticiden yedisi Levant Şirketi tüccarıydı. Doğu Hindistan Şirketi’nin ‘birinci, üçüncü ve dördüncü ana sermayeye yatırılan toplam fonun dörtte biri ile üçte biri arasındaki miktarı Levant Şirketi üyeleri sağlamıştı. ” (S.66) Thomas Mun’un yazdığına göre Türkiye’ye kumaş ve kalay satarak en karlı ticareti yaparak “buradan istediğimiz tüm malları satın almaya yetecek para kazandık” (S.69)diyerek Osmanlı’yı da sömürdüklerini ima etmiştir.
Baştan beri Venediklileri, Cenovalıları, Portekizleri, Fransızları, Hollandalıları ve İngilizleri ticari kapitalizmin mücadelesi içinde anlatan ve sermaye koyanlardan, sermaye birikiminden bahseden Jaırus Banajı hiç Yahudilerden bahsetmemişti. Dünyada sermaye babası olarak bilinen Yahudiler nasıl olmuştu da dünya ticaretinde adından söz ettirmeden durmuşlardı. İşte Yahudilerin ilk ticari kapitalizm tarihinde isminin geçtiği yer. “1830’dan kısa bir süre sonra zulümden kaçarak Bombay’a taşınan Sassunlar-Iraklı Yahudiler- Hindistan afyon pazarını ele geçirdiler ve en büyük afyon tüccarı Jardineları emtialardan hizmet sektörüne geçmeye zorladılar.” (S.79) İngiltere Hindistan’da üretilen afyonu önceleri kaçak yollardan Çin’e ihraç edip orada bir uyuşturucu bağımlısı kitle oluşturduktan sonra, kaçakçılığı önlemeye çalışan “Çin, 1858’de afyonu yasallaştırıp Çin’deki tüm satıcılar benzer rekabet koşullarıyla karşı karşıya” (S.82) bırakmış resmi yollardan afyon ithal ederek ticaret yapmaya başlamıştı. Çin halkın ihtiyacını karşılamak için afyon tüketilen kafeler açmak zorunda kalmıştı. “1830’larda Çin ucuz afyonla dolup taşarken” tedbir almak durumunda kalan “Pekin hükümeti trafiği durdurmak için harekete geçtiği 1838 yılında Jardine, yılda 1 milyon sterlinden fazla iş yaptıkları en büyük ticari ortakları olan Jamsetjee Jeejeebhoy’a dert yanacak; afyon tacirlerine yönelik “zulüm”ün artık Çin’deki her eyalete yayıldığını söyleyecekti.” (S.81-82) “1871’in başlarında Sassunlar Hindistan ve Çin’deki afyon stoklarının en büyük sahibi olarak kabul edildi; her ürünün toplam yüzde 70’inin sahibi ve denetleyiciysidiler.” (S.83)
Jaırus Banajı İskoç firması James Finlay & Co. Şirketinin yılda 45.000 sterlin olmak üzere 1861-1910 arasında 2.21 milyon sterline artırdığını, Harrisons & Crosfield (H&C)1908 yılında varlıklarını 564.436 sterlinden on yıl sonra 2.867.167 sterline çıkarıldığını ifade ettikten sonra “bu durum ’ticari sermaye’ ile ‘endüstriyel sermaye’ arasındaki ayrımın tüccar sermayesinin bu dönüştürülmüş biçimi çerçevesinde ne kadar sorunlu hale geldiğini gösterdi.” (S.83) derken belki de sermayelerin büyümesiyle birlikte kar oranlarının da insafsızca yükselişine dikkat çekmek istiyordu. Ayrıca tüccar sermayesinin çapı ne kadar büyük olursa olsun bir insan tarafından ilk elden yönetiliyordu, anonim şirketlere konulan sermayelerde işlemler insan eliyle yapılsa da farklı farklı insanlar aynı işlemin farklı bir kısmını yapıyor olması dolayısıyla pek de bütünden haberdar olmuyor, ancak bütünün parçaları evraklar üzerinden birleştirildiği muhasebe defterlerine yapılan kayıtlar sırasında gerçek ortaya çıksa da insanla bir teması olmayan kayıtçı insanların evrak üzerinden yapılan işlemlere insani bir duyguyla yaklaşması mümkün değildi.
Şehir kozmopolitanizmi tabirinin tüccarların yayılması ve ticarettin yaygınlaşması manasına Marks ve Engles’in “her yerde yuvalanacağı, her yere yerleşeceği, her yerde bağlantılar kuracağı” (S:86) ifadelerindeki açıklamalarına dayanarak ortaya koyan Jaırus Banajı konuyu “Londra ve İngiltere’nin kuzeyindeki endüstri şehirleri dünyanın dört bir köşesinden ticari firmalar için mıknatıs görevi görüyordu. Yalnızca Manchester’daki Alman ticarethanelerin sayısı 1820’de yirmi sekizden 1850’de doksan yediye çıktı. En başarılılar arasında hem N. M. Rothschild (daha 1820’lerde milyonerdi) hem Engels’in babası yer alıyordu.” (S.86) diyerek örneklendirirken ayrıca Yahudi Rothschild ailesinin adının da ticari kapitalistler arasında yer aldığına işaret etmektedir.
Dünya ticaretine hâkimiyetini göstermesi için “İngiliz ticaret şirketlerinin dünya çapındaki dağılımı şu şekildeydi: kuzey orta Avrupa’da 501; Akdeniz ve Ortadoğu’da 281; Kuzey Amerika’da (Meksika hariç) 142; Güney Amerika’da 460; ve Hindistan ve Çin’de 111” zikrederken bu rakamlar bu şirketlerin sermaye gücünü göstermese de uluslararası ticarete egemen olan İngiliz işletmelerinin tamamen dünyaya yayıldığına dair bir veri oluşturmaktadır.
18.yüzyılda Osmanlı topraklarından ticaret yapan ülkeler İngiltere, Fransa ve Yunanistan’ın ticari hacmi öyle büyümüştü ki okurken beni “acaba Osmanlı kendi adına hiç ticaret yapmıyor muydu?” demek zorunda bırakmıştı. Nitekim bu taaccübümü ifade eden en çarpıcı cümleyi “Bu aileler [tekstil, bankacılık ve gemicilik sektöründe faaliyet gösteren tüccar kitlesi] Yunan bağımsızlık mücadelesinin güçlü destekçileriydi ve diasporanın en önemli fertlerini barındırıyordu.” (S.94) Bu ifadeleri okuduktan sonra Osmanlıyı yıkan ticaretteki geri kalmışlığı ya da yabancı ülkelere tanınan kapitülasyonlardır dememek için hiçbir sebep yoktur. Kapitülasyonları kaldıran Mustafa Kemal Atatürk’ün büyüklüğü bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Yunanlı Tüccarlar oka da milliyetçiydi ki Venizelos’a destek oldular hatta “Benachi, 1911’de İskenderiye’den ayrılarak Yunanistan maliye bakanı ve ardından Atina belediye başkanı oldu.” (S.98)
“Osmanlı İmparatorluğu, Baltalimanı İngiliz-Osmanlı Ticaret Antlaşması sonrasında, 1838 ve 1843 yılları arasında ekonomik olarak kapılarını açtığında Pera (Beyoğlu) büyük bir Avrupalı akınına şahit oldu. 1839-1879’da yüz bin Avrupalı, İstanbul’un ağırlıklı olarak Hristiyan diplomatik ve ticari bölgesi haline gelen Pera’ya taşındı.” (S.95) Hatta Türkiye’nin ticari başkenti olan Smyrna/İzmir’deki Rum varlığı çok önemli ölçüde arttı, öyle ki 1870’ler de Türkler Rumların yanında azınlıkta kaldı.
“Kapitalist üretim tam anlamıyla, siparişe göre evde üretim sistemiyle başladığı söylenebilir.” (S.101) diyen Jaırus Banajı bu sisteme Almancada dağınık merkezi olmayan örgütlenme biçimi manasında “Verlag”, tüccarlara da “Verleger” dendiğini, İngilizcede ise sipariş üzerine evde üretim sistemi manasında “putting-out system” veya evde iş üretimi manasında “outwork” ya da ev işi manasında “homework” olarak, tüccarın ise sipariş veren manasında “putter-out” olarak isimlendirildiğini ifade eder. Sipariş üzerine evden üretimin özünün “emeğin sermayeye tabi olması”na (S.101) dayandığını ifade eder. Sipariş üzerine evden üretim sitemi “On dokuzuncu yüzyılda fabrika üretimi seçeneği üreticilere sunulduğunda, üreticiler daha düşük genel giderler, daha yüksek sömürü oranları (düşük parça fiyatlarına bağlı olarak daha yüksek emek yoğunluğu) ve işçileri işe alma ve çıkarmadaki fazla esneklik nedeniyle hala eve iş vermeyi tercih ediyorlardı.” (S.102)
Liverpoollu tüccar Samuel Smith’in “The Cotton Trade of İndia” (Hindistan’ın Pamuk Ticareti) adıyla yayınlanan mektuplarında Bombay’da pamuk ürünün üreticiden alınıp toplanarak ihraç edilecek aşamaya gelene kadar ki aşamalarını ifade eden ticaretin hiyerarşik aşamaları konusunu dört farklı ticari hiyerarşi olarak tanımlamıştır. “Bunlar (1) ekim sırasında yetiştiricilere avans veren küçük köy tüccarları ya da ‘küçük kapitalistler’, (2) bu avansların büyük bir kısmını finanse eden ve ayrıca Bombay tüccarları için ‘sık sık temsilci olarak davranan’ toptan satıcılar diyebileceğimiz “büyük iç kentlerdeki daha zengin tüccarlar”, (3) bu büyük tüccarların kendileriyle, beklenen değerin yüzde 25’i ile 50’si arasında değişen avanslar veren, sözleşmeler imzaladıkları “Bombay’ın zengin yerli tüccarları” ve son olarak (4) “Bombay’ın yerli zengin tüccarlarının büyük sözleşmeler yapma alışkanlığı olduğu ancak avansın ucunu göstermeyen” ihracat firmaları veya “İngiltere yolundaki Nakliyeciler”di.” (S:126)
“Sermayenin dolaşım sürati, ticari sermayelerin karlılığının önemli bir belirleyicisiydi.” (S.131) Belirli sermaye ne kadar hızlı devrederse, yani ne kadar çok mal alıp devrederek satarsa kar oranı o kadar fazla olacaktır. Yani1 milyon sterlinle yılda bir devir ile on ton mal alıp satarken 100 bin lira kar elde eden kişi bunu yılda iki kere yaparsa aynı sermaye ile 200 bin, üç kere yaparsa 300 bi şeklinde karını artırmaktadır. Ancak kar artarken ticaret için ayırdığı sermaye yine aynı miktarda, bir milyondur. Ticari devir artması için de üretim hızının artması gerekir ya aynı anda çok daha fazla insan çalıştırıp daha fazla üretim yaptırılması gerekir ya da üretilen malın üretim zamanını kısaltarak üretim devrelerinin sayısını artırmak gerekecektir. Alım satım hızlandırılıp, devir sayı olarak artırılarak üretim de artırıldıktan sonra geriye yükleme ve nakliyenin hızlandırılması ve kısa zamanda yükleme yapılırken yine kısa zamanda nakliyenin tamamlanarak mamulün tüketici pazarlarına ulaştırılmış olması gerekir. Bütün bunlar sağlanırsa ancak sermayenin dolaşımı artırılmış olur ve kar miktarı da yükselir. “Sermaye… on dokuzuncu yüzyılın üçüncü çeyreğinde demiryollarının, buharlı gemilerin ve yeni iletişim teknolojilerinin genişlemesiyle devrim geçirdi; ancak büyük firmaların daha verimli örgütlenmesi her halükarda devir süratini sıkıştırma [devir hızını sıklaştırma] eğilimini beraberinde getirecekti.” (S.132)
Ek bir başlık olarak ele aldığı “İslam ve Kapitalizm” (S.143) konusunun aslı isim babasının Maxime Rodinson’un 1966 yılında Fransa’da yayınlanan aynı isimli kitap olduğunu (S.143) söyleyen Jaırus Banajı kitabın başında da değindiği gibi Müslümanlar arasında sermaye manasında “el Mâl” olduğunu ve ‘zenginlik’, ‘mülkiyet’, ‘varlık analında kullanıldığını, ancak hukuki tartışmalarda ‘bir meta veya meta kitlesi’ anlamında daha doğru bir anlam ifade ettiğini, onuncu yüzyılda bu kelimeden ‘mali değişim değeri’ manasına gelen “Maliye” teriminin üretildiği, mâl-i mütekavvim teriminin de ‘değişim değeri’ manasında kullanıldığını ve kanunla garanti altına alınan bir meta anlamına geldiğini, genellikle de “râs-i mâl”in sermaye kullanıldığını, ancak sermaye kelimesinin ilk olarak Hz. Muhammed zamanında kervanların Mekke’de kalmaya zorlandığı Gazve sırasında Safvan b. Umeyye’nin “artık sermayelerimiz yer olduk” (na’kulu ru’ûs emvâlna) diye şikâyet ettiği zamandan beri kullanıldığını, Sahibü’l-mâl (sermaye sahibi) Mütemevvil ise kapitalist için standart bir terim olduğunu (S.144) ifade etmektedir.
“Sahel, Mehdiye’de işçiliği yüksek standartta olduğu için yaygın olarak ihraç edilen ve üzerinde ‘Mehdiye’de üretilmiştir’ yazan ince işlenmiş kumaşlar üretilmiştir.” (S.150) ifadelerinden anlıyoruz ki kalite ve markalaşma İslam dünyasında başarılmıştır. Yazar “Venedik, Cenova ve Floransa’da kapitalizmin ortaya çıktığı ve yayıldığı yüzyıllar boyunca İslam dünyasının da kendi ticari kapitalizm biçimlerini geliştirdiğini” (S.150) sıraladığı örneklerle ortaya koymaktadır. Ve haklı olarak da “Osmanlı imparatorluğunun son yıllarına kadar Orta Doğu’da [İslam dünyasında] geleneksel ekonominin yapısının (…) ticari, kapitalizmin modern öncesi veya Ortaçağ biçimi neden modern bir kapitalist ekonomiye evrilemedi?” (S.150) diye sormaktadır. Ve sorduğu soruya Mümtaz Turhan ve özellikle Mehmet Genç’in Osmanlıdaki kapitalizm hususunda “refah toplumu bir tercihti, batılı manada modernleşmeyi istemediler, en iyi ve kaliteli ürünü halka tedarik ederek sunma anlayışı hâkim oldu” diyerek vermiş oldukları cevapları doğrular, tasdik eder bir cevap vermektedir. “Şeriatın tavizsiz bireyciliği” tüccarlar arasında kapitalist bir sınıf dayanışmasına müsaade etmediğini, “kapitalizmin gelişmemişliği, ortaya çıkmadaki başarısızlıktan çok, bir sınıf birliğini ifade edebilecek ve ona katkıda bulunabilecek daha kolektif, kurumsal bir biçim elde edememekle ilgiliydi. Kapitalistler kesinlikle Müslüman dünyada var oldular, ancak bir ‘sınıf’ kavramında ima edilen kolektif dayanışma türünü oluşturmada başarısız oldular. (…) İslam dünyasındaki ticari kapitalizmin başarısızlığının esasen merkantilizmin başarısız olmasıyla bağlantılıdır. Batı’nın şiddetli merkantilist genişlemesinin hiçbir zaman İslami bir karşılığının olmadığı çarpıcı bir gerçektir.” (S.151) İngiliz tüccarların monarşiden aldığı güçlü devlet desteği ve Portekiz monarşisinin serbest bıraktığı saldırgan genişleme konusunda Osmanlı devletinin isteksiz olması aşırı kar etmeye müsaade etmemsiyle dünyada başka bir örneği yoktu. Her ne kadar Jaırus Banajı yukarıdaki görüşleri ifade etmiş olsa da Arap ve İran konularını izah etmeye gelince işi daha katı bir dini bağnazlığa bağlamaktadır. Aslında bu kapitalizm algısı konusundaki İslam ve Batı arasındaki fark tamamen inanç ve kültür farklığı ve farklı bir medeniye anlayışındaki tercih sebebiydi diyebiliriz.
Aslında Jaırus Banajı’nın “Ticari kapitalizmin Kısa Tarihi”ni tercüme eden M. Murtaza Özeren tercümede kelime tercihleri olarak anlaşılabilecek kelimeler tercih etmiş ancak kitabın yazarı çok parantez içi kullanmasından dolayı mütercim de bu paranteziçileri olduğu gibi tercüme etmek zorunda kalması dolayısıyla Türkçesinde bir anlaşılmazlık ortaya çıkmıştır. Ayrıca kitabın yazıldığı dilde kullanılan kelime kültürel bir geçmişe sahip olması dolayısıyla bazı bilgiler ifade edilmeden çağrışım yaparak okuyucuya bir anlama kolaylığı sağlamaktayken Türkçeye tercüme edilirken mütercim o dilde kelimelere yüklenmiş kültürel geçmişle yazılmadan daha az kelime ile ifade edilebilen bilgiler konusunda Türk okurlara açıklamalar yapması gerektirdi.
Jaırus Banajı “Ticari kapitalizmin Kısa Tarihi” adlı kitabında konuları sektöre, tarih ve döneme, ürün çeşidine, ülkelere göre ayırmadan hepsini iç içe anlatmakta bazen ürün, sektör, ülke karışmakta, sektör anlatılırken başka bir ülkeden ya da başka bir ürün hakkında bilgi içeren cümle eklenmekte ve anlatılmak istenen kavram ve tarihi vakanın anlaşılması zorlaştırılmaktadır.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.