“Tabutluk 79” kitabını Ülkücü Hareketin 12 Eylül öncesi mücadelesinde bulunmuş, 12 Eylülde tutuklanarak cezaevlerinde işkence görmüş uzun süre tutuklu kalmış çıktıktan sonra mücadeleden geri durmamış, Ülkü Ocakları Samsun İl Başkanlığı ve daha sonra MHP Samsun İl Başkanlığı gibi önemli görevleri üstlenerek mücadele sürecine tekrar katılmış Şaban Kılıç ağabeyin sosyal medyadan paylaşımıyla haberdar oldum. Ve okumam için vereceğinden emin bir duygu ile de “Biz de okuyalım” diyerek mesaj attım. Nitekim sıradaki okumak isteyen birisinin okumasını bitirmesiyle Şaban Ağabey “gel al” demeden kitabı nereye getireyim diye aradı. Her ikimizin de dostu ülkü Hareketin gazilerinden eski mesleki lakabıyla “Saatçi Bayram” yeni mesleki lakabıyla “Gözlükçü Bayram” olarak maruf Bayram candan’ın gözlükçü dükkânına bıraktı. Bende daha sonra oradan aldım ve okudum. Ancak bu kitabı elimdeki kitapları bitirmek için 2 hafta kadar sonra okumak için elime aldım. Bu sırada da ben hem İskenderun’da askerilik yapan küçük oğlum Zahit Kutalmış’ın yemin törenine katılmak hem de yıllık iznimi geçirmek için Adana’ya oğlum Hüseyin Alperen’in yanına gitmiştim. Adana’dayken Şaban Ağabey aradı ve kitabı Bayram Candan’a bırakmamı daha başka okumak isteyenlerinde olduğunu söyledi ki bunu şunun için anlattım Şaban Ağabey kendi çapında bir de okuma organizasyonu yapmakta, kitap okuyanlara ya kütüphanesinden ya da olanlardan kitap temin edip alıp vermekte aracılık etmektedir.
“Tabutluk 79” adlı kitabın ilk iç kapak sayfasında “Ülkücü Gençlik Yayınlarının 1”. Kitabı olarak Vejdet Ersoy ile Ömer Demir tarafından hazırlanmış yazıyor. Kitabın yayına hazırlandığı adres “M. Kemal Bulvarı Akdemir Han Kat:5 Aksaray-İstanbul” olarak verilmiş ve İstanbul’da 1979 yılında basıldığı bilgisi verilmektedir. Kitabın Vejdet Ersoy ile Ömer Demir tarafından hazırlanmış olması da kitaptaki yazıların daha önce yayınlandığına ve başka yazarlar tarafından yazılmış yazılarında kitapta bulunduğuna işaret etmektedir. Kitap 23 farklı kişi yada komisyon tarafından yazılmış yazı veya şiirden oluşmakta ve 128 sayfadan ibarettir.
Kitabın en dış kabının üst tarafında “Ülkücü Gençlik Yayınları 1” aşağıda kapağın ortalarından hemen yukarıda “Tabutluk 79” ve altında “Ölümden İşkenceden Yılmayız” şeklinde kitabı okuyacaklara o günlerin çilesini göğüsleyecek bir metanet vermeye çalışan ifade yer almaktadır. Hemen hemen kapağın yarısını kapsayan bir fotoğraf ki beni nezaret hanede çekilmiş olduğu düşüncesine sevk eden, üzerlerine bir battaniye çekebilen başka bir arkadaşının vücuduna başını yaslayarak uykuya dalmış 18-19 tane gencin yer aldığı bütün imkânsızlıkları ve sahipsizlikleri gösterircesine yer almaktadır. Fotoğrafın ta altında ise “Son Sığınağımız Allah’ın evidir.” Bu cümle fotoğraftakilerin acaba bir camide mi oldukları düşüncesini çağrıştırmak için yazıldı yoksa Allah’tan başka sığınağın olmadığını anlatmak için mi yazıldı bilmiyorum.
Kitabın ikinci iç sayfasında kitabın ithaf edildiği “…Bu kitap İslam-Türk Ülküsü uğruna işkence gören, zulme uğrayan taş zindanlardaki yiğit ve fedakâr Ülküdaşlarımıza armağan edilmiştir…” cümle yer almakta ve aşağıda sayfanın en dibinde de “Baskı-Dizgi Özdemir Matbaası, Cağaloğlu, Türbedar Sk. Aydınlar Han- İstanbul” yazmaktadır. Bu adresleri ve bilgileri bilenlere o günleri ve mekânları hatırlatır bilmeyenlere de yeni bir hatıra olur düşüncesiyle yazıyorum.
Kitap şimdilerin klasikleşen “İçindekiler” ve “Önsöz” ya da “Sunuş” gibi tanıtım kısımlarını içermiyor. Belki imkânsızlıktan dolayı maliyeti yükseltecek olması dolaysıyla hacmi artırmamak için belki de acelece sahadaki ülkücülere bilgi yetiştirmek için fazlaca detaylandırmadılar.
Hemen daha kitabın birinci sayfasında Ülkücü Gençlik adına yazılmış “3 Mayıs 1944-3 Mayıs 1979” (S.1) bir yazı ile kitabın yazılış amacının 1944 yılında yaşanan 3 Mayıs Türkçülük ve Turancılık davsı ile bu sırada önde gelen Türk Milliyetçilerine, Türkçülere yapılan işkenceleri hatırlamak ve ele alınmamış olan siyasi sebeplerin ele alınması olduğu açıklanmakta ve 3 Mayıs 1979 yılında yaşanılanların 35 yıl önce 3 Mayıs 1944’de yaşanılanlardan aşağı kalır tarafının olmadığı hatta daha ağrını yaşattıklarını ifade ederek, resmi kolluk kuvvetlerini kullanarak Türkçülere saldıran Rusya ve Batılı ülkeler ile işbirliği yapan hükümetler üzerine dikkat çekmektedir.
Beşinci Sayfa da “3 Mayıs” (S.5) başlıklı MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in yazmış olduğu ve 3 Mayıs’ın ne olduğunu izah eden ve Türkçülerin yeni bir atılıma geçeği Bayram günü olarak ilan eden yazısı yer almaktadır. Alparslan Türkeş “3 Mayıs, Türk Milletini ilimde, maneviyatta, teknikte, en yükseğe çıkarma atılımıdır.” (S.5) Türkçüleri devleti yöneten kadroların eliyle gördükleri zulüm karşısında zalimlere rağmen devlete küsmek yerine daha bir şevk ve azimle ona sahip çıkarak yüceltmeye çağırmaktadır. Nitekim bu sahiplenişin canlı şahidi olarak gördük ki Ülkücüler daha sonra yaşanacak 12 Eylül ihtilalında yaşanılan işkencelere, yapılan bütün zulümlere ve idamlara rağmen Ülkücülerin almış olduğu tavır netti ve “devletimi dışarıya şikâyet etmem” şeklindeydi.
Dündar Taşer’in 7 Eylül 1970 tarihinde Devlet Gazetesinde yazmış olduğu “Kurtarıcı Gençlik” (S.7) başlıklı yazısı yer almakta. Dündar Taşer bu yazısında Türk gençliğini Türk milletinin teminatı olarak gördüğünü, gençliğe ihtimam gösterilmez ve yabancılaşmasına göz yumulursa Türkiye’nin kalkınma hamlesinin akıbetinin hayırlı olmayacağını vurgulamaktadır. Ayrıca her “yeni”nin “iyi” olmadığını çarpıcı bir şekilde Dolmabahçe Sarayı ve gecekondu örneği ile açıklamaktadır. “Eski Dolmabahçe Sarayı’nın; yeni gecekondulardan iyi olduğu akla getirilmedi, batıda olan özenme yüzünden.” (S.7)
“3 Mayıs 1979” (S.11) başlıklı yazıyı İstanbul Ülkücü Gençlik Derneği Eski Başkanı Recep Öztürk yazmıştır. Yazıda CHP’nin Türk milliyetçilerine reva gördüğü zulümden Atatürk’ün sorumlu olmadığı, CHP’nin Atatürk’ten sonra değişerek felsefesinin materyalistleştiği, işkence hummasından kurtulamadığı, adaletten uzaklaşıp iktidar için her yolu mubah dediği anlatılmaktadır. Atatürk’ten sonraki CHP’nin Türkiye’yi yokluğa mahkûm ettiğini ve “tek parti, tek şef, tek millet” (S.12) diyerek faşizme kaydığı ancak devletin üst kademelerinde de komünist bir kadrolaşmaya yol açtığını, Hasan Ali Yücel’in Bursa Cezaevinde komünistlikten tutuklu Nazım Hikmete paralar verdiği, daha sonra Bulgar sınırını geçerken öldürülecek olan Sabahattin Ali’nin de Devlet konservatuarında adam yetiştirmek adı altında kültür hayatımızı zehirlediği ifade etmektedir.
3 Mayıs 1944 de Hüseyin Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Orhan Şaik Gökyay, Fethi Tevetoğlu, Reha Oğuz Türkkan, Sait Bilgiç gibi önemli isimlerin de aralarında bulunduğu 23 kişiye “Tabutluk adı verilen işkence odalarında, cehennem azabı yaratan 1500 mumluk ampuller” (S.13) ile reva görülen işkenceye rağmen Türk milliyetçileri sonunda milletimize, demokrasiye ve adalete inançlarının destanı olarak kazanırlar.
“Bu, Böyle Devam Etmeyecektir” (S.15) başlıklı yazıyı Necmettin Hacıeminoğlu yazmış. Merhum Necmettin Hacıeminoğlu 1979 yılına gelindiğinde Türk devletini yıkmak isteyenlerin 10 yıldır açıktan çalıştıklarını ve Türkiye’yi yıkmak isteyenlerin “gayrı Türkler, hainler, gafiller, ve hırslı politikacılar”ın (S.15) olduğunu, “ümanistler, kozmopolitler, eyyamcılar, neme lazımcılar, korkaklar ve menfaatçiler”in (S.15) ise tarafsız kaldığını ancak devletin ve milletin yanında “Milliyetçi-Ülkücü gençlik” ile “uyanık aydınlar”ın yer aldığını gayet sarih bir şekilde izah etmektedir. Dış düşmanlarımızı da “Bunların arasında asırlık düşmanımız Çin ve Moskof da vardır, yakın müttefikimiz Amerika da, Yahudi ve Yunan da vardır, İngiliz ve Ermeni de…” (S.16) şeklinde çekinmeden sıralamıştır, ancak cümlenin sonuna üç nokta koyarak şimdilik isimlerini saymadıkları düşmanlarımızın da olduğunu ya da diğer eklenmesi gerekenlerin de okuyucu tarafından eklenmesi gerektiğine işaret etmiştir.
1968 boykotları üzerine siyasilerden, devlet adamlarından, profesörlerden, Generallerden, tanınmış yazarlardan oluşan bir grup olayları teşhis etmiş ve sebeplerden biri olarak “Gençler seks bakımından tatmin edilmedikleri için böyle aşırı hareketlere girişiyorlar.” (S.16) diyerek adeta sol komünist teröristlerin p……liğine soyunmuşlardır. İslam insana nefsine hâkim olmayı, eğer olamıyorsa genç yaşta evlenmesini, evlenecek maddi gücü yoksa ve evlilik için maddi yardım edeni de bulunmuyorsa zinaya düşmesinler diye oruç tutmayı tavsiye ederek nesli ve soyu korumaya çalışırken çağdaşlığı kendine örnek almış aydın (!) zümre memleketi genelevine çevirmeyi tavsiye etmektedir.
“Tabutluk 1944 ve 1979” (S.23) başlıklı yazıyı Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan tarafından yazılmıştır. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan 3 Mayıs 1944’de Türk Milliyetçilerine zulmedenin de CHP iktidarı olduğuna, 1979 yılında Milliyetçi – Ülkücülere zulmedenin de CHP iktidarları olduğuna dikkat çekmekte ve değişen bir şey olmadığını CHP’nin de aynı CHP olduğuna işaret etmektedir. O günleri yaşamış biri olarak 1944 yıllarındaki olaylarla 1979 yılındaki olayları kıyaslamakta, yaşanılanları birinci ağızdan bize aktarmaktadır. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan 1944’te yapılan işkence ile 1979 da yapılan işkenceleri “Tabutluk dediğimiz o dik konmuş tabut boyu elektrikli işkence hücreleri, duyduğum kadarıyla, kalmamış artık, ama elektrik cereyanıyla acı çektirmek, dayak, et üstünde [vücudunda] sigara söndürmek gibi maddi ve sanığın gözü önünde karısını soyup ırza geçme tehdidi gibi manevi eziyet ve işkenceler, ‘yeni tabutluklar’ oluyor.” (S.28) şeklinde kıyaslayarak örneklendiriyor.
Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan “Atatürk’ten sonra kaptırılan bir parti!” (S.30) diyerek CHP’nin Atatürk’ten sonra solun kapıcısı, insan haklarını ve adaleti hiçe sayan, müstebit ve zulümcü kimselerin eline geçtiğini ancak “Partilerini böylelerin elinde bırakan öteki dürüst CHP’liler belki de müstahak.” (S.30) diyerek partilerine sahip çıkmalarını istemektedir.
“Adalar Denizinden Altayların Daha Ötesine Kadar Bütün Türk Gençliğine” (S.31) başlığı ile Hüseyin Nihal Atsız bir şir alınmış ki bu şiirde Hüseyin Nihal Atsız Türk gençliğine kendini korumasını ihtiras ve haset kapılmamasını “Izdırap çek, inleme… Ses çıkarmadan aşın./Bir damlacık aksa da, bir aczdir gözyaşın!/Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın/tek başına dileğe doğru at salmalısın.” (S:32) diyerek sanki 1979 yılında hapishanelerde işkence gören ülkücülere sabretmelerini dayanmalarını salık vermektedir. İdealleri uğruna başına daha nice felaketler geleceği ancak ezilse de geri çekilmemesi gerektiği, ölümden korkmamasını ancak umutsuz olmaktan utanmasını tavsiye etmektedir.
Kitabın da ismi olan “Tabutluk 79” (S.33) başlıklı yazı Halûk Akalın tarafından yazılmıştır. Büyük ihtimalle bu Halûk Akalın Türk Dil Kurumu Başkanlığı da yapan Prof Dr. Şükrü Halûk Akalın’dır. Halûk Akalın yazısına Nahl Suresinden 110. Ayet ile başlıyor. “Hem Rabbin işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerledir. Muhakkak ki Rabbin bundan sonra da Gafûr’dur, Rahim’dir.” Görüldüğü gibi bu ayet işkence görenlere hicret etmelerini her şeyden öncelikli olarak da sabredip Allah için savaşmalarını öğütlemektedir.
Halûk Akalın da 1944 CHP’sine ve 1979 CHP’sine işaret etmekte 1979 CHP’sinin 1944 CHP’sine özlem duyduğundan, özendiğinde bahsetmektedir. “artık günümüzde 35 yıl öncesine dönüş özlemi başlamıştır. Tabutluklarda Türk milliyetçilerine uygulanan işkenceler, diktatörlük ve tek parti dönemi özlemcileri tarafından bu gün de artık Ülkücü Türk gençlerine uygulanmaktadır.” (S.33)
“Anarşi, Terör ve Komünizm” (S.37) başlıklı yazıyı da Prof. Dr. Mehmet Eröz yazmıştır. Prof. Dr. Mehmet Eröz bu makalesinde Komünizm, sosyalizm ve sol terimlerinin birbiriyle olan ilişkisi ve ayrıca komünizmin anarşi ve terör ile bağlantılarını ele almıştır. Komünizm, sosyalizm ve sol terimlerinin menşei hakkında “Marksizm’e bundan ötürü [Kapitalist sistem ile komünist sistem arsındaki bir geçiş sitemi olan Sosyalizm], hem komünizm hem de sosyalizm denir.” (S.38) ve “Fransız ihtilali yıllarından beri, sosyalistlere ‘sol’ demek adet olmuştur.” (S:39) gibi bilgiler veren Prof. Dr. Mehmet Eröz Komünizm, Anarşi ve terör konusunda da “Marx, sadece nazariyeci değil, aynı zamanda ‘eylemci’ (aksiyon adamı) idi.” (S.39) diyerek komünizmin şiddet geleneğinin onun fikir babasının ruhi yapısından kaynaklanan eylemci birine dayandığını gözler önüne sermektedir. Prof. Dr. Mehmet Eröz, Nazım Hikmetin Atatürk’e “burjuva Kemal’in omzuna (bindi)” ve “Hak tuu” (S.44) diyerek hakaret ettiğini ve “Arpaçayın İki Yanı” adlı şiirinde de “Doğacaktır orada yarın, Şûralar ittihadının (Sovyetler Birliğinin) yeni bir Cumhuriyeti” (S.44) diyerek Türkiye’de komünist bir rejim kurulmasını ve Sovyetler Birliğine bağlanmasını istemiş olduğunu ortaya koymaktadır. Bugünün hafıza özürlü aydın ve siyasilerine ders olması dileğimizle …
“Günün Hutbesi” (S.47) adlı şiir Necip Fazıl Kısakürek’ten aktarılmıştır. Bu uzun şiirinde “Milliyet Ruha bağlı” (S:49) diyen Necip Fazıl Kısakürek şiirin en sonunda da “Yetmez mi esaretin./Ey Türkoğlu davran be” (S.50) diyerek “benim sana başka sözüm yok bu esaretten kurtulmayınca” der gibi bitirmiştir.
“İç Kanama” (S.51) başlıklı yazısında Ergun Göze Türkiye’de yaşanan öldürme olaylarının anarşi olmadığını, çünkü anarşinin bir felsefesinin olduğunu, bu felsefenin de bütün otoriteleri yıkarak yeni bir dünya düzen kurmak istediğini ancak Türkiye’de yaşadıklarımızın “Türkiye’deki hareketler ise böyle bir istikamet göstermez. Türkiye’de mevcut düzeni yıkıp yeni ve başka bir düzen(!) kurmak için girişilmiş silahlı propaganda ve buna karşı çıkanların mücadelesi vardır.” (S.51) diyerek anarşi ile Silahlı Propaganda arasındaki farkı ortaya koymakta ve bu silahlı hareketlerin Türkiye’deki devlet gücü olan ‘otoriteleri’ değil de MHP ve MHP’lileri hedefe aldıklarını ve MHP’yi kapatmayı düşündüklerini ifade etmektedir.
“Sınıf Şuuru- Milli Şuur” (S.53) başlıklı yazısıyla da Prof. Dr. Turan Yazgan kitaptaki yerini almıştır. Prof. Dr. Turan Yazgan sınıf şuuruyla hareket edenlerin yıkmak yok etmek düşüncesinde olduklarını Milli şuurun ise İslam-Türk felsefesinden beslenerek hareket etmekte olduğunu sendikalar üzerinden kıyaslayarak anlatmaktadır.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tevfik Ertüzün “Sayıların Ardındakiler” (S.59) adlı yazısıyla Liberal eğilimlerin artmasıyla orta sınıfın eriyeceğini ve Marksist düzene geçişin kolaylaştırılmaya çalışıldığını savunmaktadır. Uzun süre yaşanan yüksek Enflasyon ile de orta sınıfın mal varlığının el değiştirmesi ve Türkiye’de en fakir ile en zengin iki sınıf meydana getirmek istendiği, ayrıca bu yüksek enflasyonun düzenin değiştirilmesi için kurumların yıkılacak hale getirilip yıkıma hazırlanması olarak görmektedir.
“Tarım Reformu, Tarımkentleri ve Köy Kalkınması” (S.65) gibi çok iddialı ve MHP’nin ve Ülkücülerin en önemli projelerinden bir olan Tarımkentlerini ele alan bir yazı ile Mehmet Ercişli de kitaptaki yerini almıştır. Köylünün kalkındırılmasının yolunun toprağın verimliliğini artıracak toprağı besleyici gübreleme ve makine ile işlenmesi olan tarım reformu ile birlikte yapılacak tarım arazilerinin toplulaştırılıp makine ile işlemeye uygun büyük ve geniş tarlara dönüştürmek ve tarla sınırları dolayısıyla işlenmeden atıl kalan alanları ekime kazandırmak için yapılacak toprak reformundan geçtiğini savunmaktadır. Alparslan Türkeş’in bir konuşmasında köy halkının kalkındırılması üzerine yaptığı bir konuşmasında “Tarım kentleri projemizle iki köklü devrimi gerçekleştireceğiz. Bunlardan birisi sosyal, ikincisi ise ekonomik köy kalkınmasıdır. Köylüyü insanca yaşama düzenine sokmak zorundayız.” (S.66) dediğini ifade etmektedir. Mehmet Ercişli’nin aktarımından yola çıkarak diyebiliriz ki belki de Türkiye’de ilk kez bu konuşmada köylünün sosyal kalkındırılmasından, kültürel hayatının iyileştirilmesinden bahsedilmektedir.
Kitabın 79. Sayfasına alınmış olan “Leke” (S.79) şiiri a gerçekten anonim midir bilmiyorum ama şunu iyi biliyorum Ülkücü hareketin mensupları yediden yetmişe mutlaka bu şiiri bilirler ve zaman zaman da hislerine tercüman olsun diye okurlar. Şair “Tevekkül Allah’adır zulmete katlanılmaz! – Ya istiklal, ya ölüm! Bunun ortası olmaz...” (S.80) diyerek ülkücüleri Allah güvenip dayanmaya ve bu güven ve güç ile de yapılan zulümlere karşı çıkmaya davet etmektedir.
Toprak Reformu ve Tarım kentleri kadar önemli bir konu olan “Türkiye’nin Bugünkü Enerji Politikası”nı da (S.83) Dr. Ersan Bocutoğlu yazmıştır. Dr. Ersan Bocutoğlu enerji yokluğunun ülkenin başına açacağı felaketi “Yetersiz enerji, sadece karanlıkta kalan bir ülke sonucunu doğurmakla kalmaz, üretimin düşmesi, işsizliğin artması, aramalları üretiminin durarak topyekûn endüstrinin felce uğraması kısaca milli gelirin azalması sonucunu doğurur. Enerji yetmezliği ileriye dönük yatırım planlarını aksatır. Yeni endüstrilerin doğuşuna imkân vermez.” (S.83) diyerek enerji yetersizliğinin ülkemizin hem bugününü hem de yarınını ekonomik olarak tehlikeye sokacağını söyleyerek açıklamaktadır. Türkiye’nin 1979 yılında Genel Enerji Envanterinin sağlıklı olmadığını ve yeni bir Enerji Envanteri çıkarmamız gerektiği ayrıca vurgulanmaktadır. Ancak hal Türkiye sağlıklı bir enerji envanteri oluşturmuştur diyemeyiz. Son yıllarda güneş enerjisi ve rüzgâr enerjisi gibi çevreci enerjiler geçiş sağlanmaya çalışılmakta ayrıca nükleer enerji santrali yapımı devam etmektedir.
“Levhalar” (S.89) Necip Fazıl Kısakürek’den kitaba alınan ikinci yazıdır. Bu yazıya 1977 seçimlerinden hemen önce Necip Fazıl Kısakürek halka yeni bir beyanname yayınlayarak bundan sonra MHP ile birlik olarak mücadeleye devam edeceğini ve Ülkü Harekete mensup gençlerin kendisinin Büyük Doğu Gençliği hayalindeki aksiyona sahip gençlik olduğunu deklare etmiş olması dolayısıyla bu beyannamenin toplum ve Ülkücü gençlik üzerinde uyandırdığı heyecanının sürmesinin semersiyle alınmış bir yazı gözüyle bakabiliriz. “Şiilik ve MSP” (S.90) adlı ara başlıkta ise MSP ve Erbakan’ın İran’da meydana gelen Hümeyni Devrimi dolayısıyla Şiiliği övdüğünü, aslında Şiiliğin övülecek bir tarafının olmadığını, Yavuz Sultam Selim zamanında olsa Yavuzuz mu Şah İsmail’i mi tutacağını sorarak belki İslam adına övülmesi gerek Hümeyni’nin İslam adına devrim olacak tutum ve davranışlarının olabileceğini ifade ederek MSP ile ilişkisini koparmasından duyduğu memnuniyetini “Bu Parti [MSP] hakkında ‘İslam’ı harcadılar!’ hükmüm heyhat ki, her an yeni vesikaya kavuşuyor.” (S.91) ifadeleri arkasına saklayarak dile getirmiştir.
“İdeal Türk Kızı Üzerine Bir Araştırma I” (S.93) yazısı Kadriye Kılıçkaya tarafından yazılmıştır. Kadriye Kılıçkaya bu yazısın da Türk aile yapısını ve bu Türk ailesi üzerine oynan oyunlardan dolayısıyla da ailenin temeli olan Kadınlarımıza, kızlarımıza dönük planlardan bahis açmış ailenin ve kadınlarımızın korunması için tedbirler almamız gerektiğini ifade etmiştir. “Türk kızı evvela dinini, milletini, kültürünü iyi tanıyacaktır. Yetiştireceği evlatlarına bunları aktaracak kabiliyette olacaktır. Tesettüre kesinlikle uyacaktır. Bunu yaparken bilakis kendini yükselteceğinin şuurunda olacaktır.” (S.94-95) diyerek de Türk kızının taşıması gerekli vasıflarını saymıştır.
“İdeal Türk Kızı II” (S.97) başlıklı yazıyı da Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden Dursen Yılmaz tarafından yazılmıştır. Bu yazı ve diğerleri göstermektedir ki İstanbul Ülkücü Gençlik Teşkilatı gibi ülkücü herhangi bir teşkilat nerede hangi kabiliyette bir ülkücü var bilmekte ve onlara yeteneklerini sergilemek için fırsat sunmakta, yetenekli ülkücüler de yeteneklerinden teşkilatlar ve ülküdaşlarının istifade etmesine izin verip yardımcı olmaktadırlar. Bu yazı ile de Türk kadının eğitilmesi gerektiği ancak aileden uzak ve habersiz bir çalışma ortamında bulunması ile maddenin ve şehvetin esiri olarak başıboş gayesizce kendini israf edecek bir hayatın akışı içinde bulunmasını istemediklerini izaha çalışmıştır.
Ülkücü Gençlik Eğitim Masası tarafından kaleme alınmış “Ülkücü Dünya Görüşü” (S.101) adlı yazı ile de bazı fikri vasıflarımız dile getirilmeye okuyucuya aktarılmaya çalışılmıştır. Bu başlık daha sonra merhum Mahmut Metin Kaplan tarafından ele alınmış yaklaşık bin sayfalık bir “Ülkücü Dünya Görüşü” adı altında kitap yazılmıştır. “Milliyetçilik-İdeoloji ve Milli Doktrin” (S.101) alt başlıklı yazıda milliyetçiliğin çağın ideolojisi olduğu ve Kapitalizm, Komünizm gibi enternasyonal hedeflerin alternatifi olarak ortaya çıktığını, “millet seviyesine erişmiş, milli şuuru teşekkül etmiş, milliyetinin idrakine ermiş her içtimai topluluk milliyetçiliği temel dünya görüşü haline getirmektedir.” (S.102) ifadelerinden de anlaşıldığı üzere milliyetçilik ideolojisi şuurlu bir toplumun beslendiği birlik membaı ve milli vicdanın ürünü bir ideolojidir. Yazı, Dokuz Işık Doktrininin Türk milliyetçiliğinin milliyetçi-ülkücüler tarafından farklı bir yoğrulması olduğu ve milliyetçiliğin detaylı bir uygulama planını teşkil ettiğini savunur. “Dokuz Işık’ta Kalkınma Teorisi” (S.104) alt başlıklı yazıda kalkınmanın bir amaç değil vasıta olduğu ve asıl amacın Türk milletinin ve insanoğlunun mutluluğu olduğu, ancak kalkınmanın da bir kadro işi olduğu ve bunu da Ülkücü Gençliğin “zihin muhteva inkılâbı” (S.105) ile başaracağı ifade edilmektedir. “Çağlar Üzerinden Sıçrama Tezi” ile Türk milletinin ilimde ve teknikte daha önce tarihte olduğu gibi tekrar öne geçirileceği, bunun için Dokuz Işık Doktrinin İlimcilik, Endüstri ve Teknikçilik gibi ilkeleri olduğu vurgulanmaktadır. İşsizlikle mücadele ve yeni iş imkânları oluşturmadan, sermaye birikimi problemini ne Dünya bankasından ne de IMF’den borç almadan Merkez bankasından yapılacak emisyon ile halledilmesi, Millet Sektörü denilen 6 iş kolu ile kurulacak kurumlar sayesinde ziynet eşyası olarak duran atıl sermayenin işlevsel kılınması ile fabrikalar kurulması gibi zamanın modern ve çözüm öneren projeleridir. Millet Sektörünün önerdiği 6 birlik “İşçi [Birliği], İşveren [Birliği], Köylü [Birliği],
Esnaf [Birliği], Memur [Birliği], Serbest Meslek [Birliği]”nden(S.112) oluşmaktadır. Millet sektörünün 6 mesleki zümresi yatırım yapmanın tasarruf etmenin ilk adımı olarak planlanmış olsa da aynı zamanda sosyal güvenliğin de ilk adımı olarak 6 mesleki zümre mensubunun sosyal güvencesi olacaktır. Toplumsal dayanışmacı (Solidarist) ve sosyal bir devlet hedefleyen “Dokuz Işıkçı düzende sağlık hizmetleri her yurttaş için parasız olacak ve adli hizmetler yurttaşa eşit olarak ve parasız ulaştırılacaktır.” (S.113)
Ülkü Ocakları Derneği İstanbul Şubesi Eski Başkanı Mehmet Gül “Yeni Tehlikeler” (S.115) adlı yazısıyla kitaba katkı vermiştir. Merhum Mehmet Gül ideolojiler savaşı dediği bu mücadelede ortamında komünistlere yardım edenin de CHP iktidarlarıyla birlikte Ülkücü harekete yapılan organize saldırılar ve Ülkücülerin “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır o satıh bütün vatandır” düsturu gereği bütün milleti, bütün vatanı, bütün müessese ve kurumlarıyla devleti savunmak zorunda kalmaktan dolayı kadro yetiştirme işlerini ertelemek zorunda kaldıklarını, mecburen kitleleştiklerini “Ve bu tehlike [Çok büyük bir tehlike olan komünizm] bizi, arzuladığımız şuurda olmasa bile, müdafaa zaruretinden dolayı kitleleşmeye itti. Ama bu kitlileşme fikrin oluşturduğu bir hareket değil, hadiselerin, şartların oluşturduğu bir gelişme” (S:119) olarak izah etmektedir.
“Türk Tarihinde Aydın- Millet Çelişkisi” (S.121) başlıklı yazıyı Ülkü Ocakları Derneği İstanbul Şubesi Eski İkinci Başkanı Orhan Çakıroğlu yazmıştır. Osman Çakıroğlu altı yüzyıllık Osmanlı devletini kuruluş yükseliş gelişme dönemlerinde aydının “kendine güven, iman ve heyecan gözle görülür biçimde canlı” (S.121) olduğunu ve “Dört yüz yıl Osmanlı, bırakınız kendinden üstün olmayı, kendine denk bir kuvvet görememiştir karşısında” (S.122) bunu da devleti yöneten, devlete yön veren aydın insanların sağladığını ifade ediyor. 1699’daki yenilgiden sonra aydın kendine güveni kaybetmiş, sonra batı karşısındaki bu aczini batıya benzeyerek ortadan kaldıracağını düşünerek hareket etmesiyle bataklığa sağlanmıştır. Cumhuriyet döneminde kısa süren kuruluş aşamasındaki çabalar da yeterli olmamış, köklerine düşman olan aydın eliyle ülkemizde komünizm ve Batı propagandaları yapılmıştır.
“Türklüğe Yeni Su-i Kastlar” (S.125) adlı yazıyı ilahiyatçı Yaman Arıkan yazmıştır. Aslında Yaman Arıkan başka eserleri ile milliyetçi ülkücülere destek veren bir ilahiyatçı olarak 12 Eylül sonrasında ihmal edilmiş bir ilahiyatçıdır. Yaman Arıkan “Bu ülke! Bu ülkede bir hareket” diye başladığı “Türklüğe Yeni Su-i Kastlar” yazısına “Bu ülke, (Cündüllah- Allah’ın Ordusu) unvanının sahibi Türk Milletinin ülkesi Türkiye’dir. Harekette Ülkücü harekettir. Bu ülke, Allah’ın Resulu Muhammed Aleyhisselamın yurdundan bir parçadır. Hareket de, bu ülkeden ismini söndürmek için saldırıya geçen haçlı zihniyetiyle komünizme karşı şahlanmış mukaddes bir harekettir.” (S.125) devam etmektedir. Yaman Arıkan Ülkücü hareketi hak bir hareket olduğunu ve ülkücülerin de Allah yolunda cihat ettiğini dolayısıyla hak yolda olan ülkücülerin en kısa sürede muzaffer olacağını anlatmak ve ülkücülere manevi destek olmaktadır.
Ele alınan konulardan da açıkça anlaşılıyor ki bu kitap cezaevlerinde yatan nezarethanelerde tutuklu bulunan ülkücülere gördükleri zulümler ve işkenceler karşısında sabretmelerini, ülkücü ideallerinden ve davalarından vazgeçmemelerini, davalarının Hak bir dava olduğunu, dolayısıyla Allah yolunda savaşmaya devam etmelerini, Allah’ın sabredip Allah yolunda savaşanlarla beraber olduğunu telkin edip bezginliğe ve bitkinliğe karşı dayanıklı olmaya telkin etmek, Toprak reformu, Tarım Kentleri ve Enerji Politikaları gibi konularla da Ülkenin günlük problemleri üzerinde düşünmeye sevk etmek ve yeni fikirler ile projeler üretmeye teşvik ederek içerinin kasvetli havasından uzaklaştırmaya, dışarıyla ve güncelle bağlarını kesmemek için hazırlanmıştır.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.