Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti. O gün okumaya karar verdiğim Mustafa Çolak’ı gündemi belirleyen başka konular araya girmesinden dolayı aradan bunca zaman geçmesine rağmen okumak nasip olmadı. Ancak Mustafa Çolak’ın yazdığı “Komitenin Kahramanı Enver Paşa” adlı kitabı belki de aldığım ancak kütüphanemde var mı diye araştırmadan kitapçıda karşıma çıkınca hemen belki de tekraren aldım Ve okumak bugüne nasip oldu.
Mustafa Çolak’ın yazdığı “Komitenin Kahramanı Enver Paşa” adlı kitabın birinci baskısını Isparta Fakülte Kitabevi tarafından 2006 yılında “Enver Paşa Osmanlı-Alman İttifakı” (S.7) adıyla yapılmış. Elimizdeki beşinci baskı ise Şubat 2024 tarihinde Yeditepe Yayınevi tarafından yapılmış. Kitap “Üçüncü Baskıya Önsöz”, “Önsöz” başlıklarından sonra hemen başlayan “Harbiye Nazırı Enver Paşa”, “Türkçülük ve Enver Paşa’nın Türkçülük Faaliyetleri”, “Bolşevik İhtilâli ile Değişen Şartlar Karşısında Enver Paşa” başlıklı üç ana bölümden oluşmakta ve “Sonuç”, “Bibliyografya”, “Ekler-Ek 1, Ek 2, Ek 3”, “Dizin” ve “Fotoğraflar” bölüm ve başlıklarından oluşmakta ve 271 sayfadan müteşekkil bir kitaptır.
Kitabın “Harbiye Nazırı Enver Paşa” başlıklı birinci bölümünün alt başlıkları sırasıyla “Birinci Dünya Savaşı’na Kadar Enver Paşa”, “Dönemin Alman Basınına Göre Enver Paşa”, “Alman İmparatorluğu ile İttifak ve Enver Paşa”, “III. Ordu Komutanı Olarak Enver Paşa”, “Enver Paşa’ya Muhalefet ve Suikast Girişimi”, “Enver Paşa’nın Vatan Anlayışı” başlıklarından oluşmaktadır. Kitabın ikinci bölümü olan “Türkçülük ve Enver Paşa’nın Türkçülük Faaliyetleri” ise “Türkçülük”, “İttihat ve Terakki”, “İslam Dünyasının Prusyası”, “Sömürge Altındaki Türklerin Bağımsızlık Mücadeleleri ve Enver Paşa”, “Enver Paşa’nın Türkçülük Faaliyetleri ve Müttefik Almanya” başlıklarından oluşmaktadır. Üçüncü bölüm olan “Bolşevik İhtilâli ile Değişen Şartlar Karşısında Enver Paşa” adı altında bulunun alt başlıklar ise “Turan Coğrafyasında Osmanlı-Alman Mücadelesi”, “Enver Paşa’nın İstifa Tehdidi”, “Ludendorff’un Enver Paşa’yı Kafkasyada Durdurma Çabaları”, “Enver Paşa’nın Yurdu Terk Etmesi”den oluşmaktadır.
Mustafa Çolak “konuyla ilgili Türkçe olarak yapılan çalışmalarda Osmanlı belgelerinin sıkça kullanılmasına karşın Alman ve Avusturya belgelerinin fazla kullanılmadığını söylemek mümkündür.” (S.11) diyerek şimdiye kadar Enver Paşa hakkında yapılan araştırmaların tek yanlı ve dar kapsamlı çalışmalar olduğuna işaret etmektedir. Bunun birinci nedenin Alman ve Avusturyalılar tarafından yapılan araştırmalarda dil bilmemek olduğunu gösterdiğini ifade eden Mustafa Çolak’ın bu kanaatine ilave olarak Türkler tarafından yapılan araştırmalar içinde rahatlıkla dil bilmemenin problem oluşturduğunu düşünebiliriz. Ayrıca Enver Paşa araştırması yapan Türkiye’deki bazı kesimlerin Enver Paşa-Almanya arasındaki yakın ilişkilere bakarak zaten onu peşinen Almancı biri olarak yaftaladığını da biliyoruz. Bu düşünce yapısı da Enver Paşa hakkındaki Alman belgelerinin incelenmemesine bir sebep oluşturmuş olabilir.
Mustafa Çolak “Komitenin Kahramanı Enver Paşa” adlı kitabında Enver Paşanın 1882’de Manastırlı Surre Emini Ahmet Bey ile Ayşe Hanım’ın oğlu olarak doğduğu (S.15) günden tahsil hayatı, askeriye mensup oluşu, İttihat ve Terakki ile irtibatı, Manastırda dağa çıkması, Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı Senusiler ile birlikte savaşması (S.16), 1912-1913 Balkan Savaşları (S.17) gibi hayatının 25 yıllık kısmı çok kısa olarak bir, bir buçuk sayfada özetlemiştir. Enver Paşa gibi birisi için bu kısa anlatım belik Alman belgelerindeki bir dönemi incelemek bakımdan mecburi gibi görünse de Enver Paşa için eksik bir anlatım oluşturmuştur. Bizi bu düşünceye iten Mustafa Çolak’ın kitabına daha önce bir dönem belgelerini araştıracak dar kapsamlı bir araştırma olacağı intibaını veren “Enver Paşa Osmanlı-Alman İttifakı” adını vermiş iken sonradan değişiklik yaparak daha geniş ve daha muhteviyatlı olacağı izlenimi veren “Komitenin Kahramanı Enver Paşa” kapsamlı bir isim vermiş olmasıdır. “Enver Bey, ittihat ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelenleri ile birlikte 23 Ocak 1913 tarihinde Babıâli Baskını’nı gerçekleştirdi.” ve Bulgarların II. Balkan Savaşı sırasında zor durumda kalması üzerine “23 Temmuz 1913’te Edirne’ye giren ilk Osmanlı kuvvetlerinin başında Enver Bey’in bulunması, onun ‘Edirne Kahramanı’ olarak anılmasını ve ününün daha da artmasını sağladı.” Kamuoyundaki yüksek itibarı ve ittihat ve Terakki’nin fiili gücü sayesinde genç yaşta ve hızlıca terfi ettirilerek “3 Ocak 1914’te mirliva rütbesine yükseltilerek aynı tarihte Ahmet izzet Paşa’nın yerine Harbiye Nazırı oldu.” (S.20) Harbiye Nazır olduğunda henüz 33 yaşındaydı. “Harbiye Nazırı olduktan hemen sonra 8 Ocak 1914 tarihinde Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği görevini de üstlenen Enver Paşa” (S.21) 3 Ocak 1914’te Bahriye Nazırlığı- Milli Savunma Bakanlığı görevine getirildikten beş gün sonra 8 Ocak 1914 tarihinde Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliğine yani Osmanlı Orduları Genel Kurmay Başkanlığına da getirilmiş oldu.
Enver Paşa Harbiye nazır olunca uluslararası bürokratik ziyaretler artmıştı. Onu ziyaret edenlerden biri de Alman silah sanayinin önde gelen isimleri arasında bulunan Krupp şirketinin yetkileridir. “Enver Paşa, [Alman Silah Sanayi] Krupp [şirketinin] yetkililerini bir ‘dünya şirketi’ne yakışuır şekilde değil de soğuk bir şekilde karşılamıştır. [Alman Büyükelçisi] Wamgenheim, Enver Paşa’nın bu tavrını Sadrazama şikâyet etmiş, Sadrazam da Enver Paşa’nın daha çok genç olduğunu ve politikayı yeni öğrenmeye başladığını söyleyerek onu savunmaya çalışmıştır.” (S.24) Alman Büyükelçisi Wamgenheim’in onunla yakınlaşmaya çalışması her ne kadar Enver Paşa’nın Almancı olarak tanınmasına (S.19) sebep olsa da Krupp şirketine karşı soğuk tutumu ve Alman Büyükelçisi Wamgenheim’in onu Sadrazama şikayetleri dolayısıyla Mustafa Çolak Türkiye’deki yaygın “Enver Paşa’nın Almancılığı” hususundaki yanlış anlayışın aksine “Alman şirketlerine bir iltimasının olmayacağı ve Almanya’nın ayrıcalıklı bir ülke olmadığı düşüncesinde olduğu söylemek mümkündür.” (S.25) şeklinde bir kanata sahiptir.
Mustafa Çolak Enver Bey hakkındaki Alman basınındaki ilk haberin 1928 yılından beri çıkarılan 19.ve20.yüzyılın önemli Alman gazetelerinden biri olan Hamburger Fremdenblatt adlı gazetede 25 Ekim 1911 tarihinde çıktığını (S.25) ve gazeteni Enver Bey hakkında “Gazete ‘Enver Bey’ başlığını attığı üç paragraflık yazısında, Hamburg’daki yabancılar ve Almanlar arasında Enver Bey isminin gittikçe daha fazla konuşulmaya başlandığını belirtmiştir. Bu ifadelerin ehem altında Enver Bey’in üniformalı ve ‘Wilhelm bıyıklı’ bir de boy fotoğrafı gazetede yer almıştır. Enver Bey’in İtalyanlara karşı, Trablus’ta başlamış olan isyanı organize etmek üzere İstanbul’dan görevlendirildiğini belirten gazete” ayrıca Enver Bey’e olan güven ve liderlik vasfı ile Almanya tecrübesi ön plana çıkarılarak “Enver Bey her zaman Gençtürkler içinde bir lider olarak görüldü. Ülkesini şu anki karışık durumdan, ancak O’nun çıkarabileceğine inanılmaktadır. Zira O’nun Almanya tecrübesine ve liderlik vasfına inanç tamdır.” (S.26) ifadeleriyle O’nun Almanya ekolünden olduğuna işaret etmiştir. Mustafa Çolak Hamburger Fremdenblatt adlı Alman gazetesinden başka gazetelerden de Enver Paşa’nın hakkında haberler ile Saraydan Naciye Sultan ile yapacağı evlik hazırlıklarına ve O’nu Alman kamuoyuna tanıtan bilgilendirici yazılara fa yer verildiğini örneklerle aktarmaktadır(S.26-41). Ayrıca bir buçuk sayfayı buluna isim ve hatırat listesi vererek o dönemde yerli ve yabancı bazı devlet adamları ve bürokratların Enver Paşaya hatıratlarında yer verdiğini ifade etmektedir (S.42).
Enver Paşa güçlü kara ordusu dolayısıyla Almanya’yı Avrupa’nın en güçlü devleti olarak ve Almanya’yı Osmanlı devletinin paylaşılması konusunda diğer Avrupa devletleri arasında en az korkulacak ülke konumunda görüyordu (S.43). Osmanlı Devleti 2 Ağustos 1914 tarihli gizli Osmanlı-Alman İttifak Antlaşması’nı imzalamadan önce “Osmanlı yöneticileri tarafından Fransa, İngiltere ve Rusya’ya yapılan ittifak teklifleri [Osmanlıyı paylaşmak isteyen İtilaf devletleri Fransa, İngiltere ve Rusya tarafından] kabul görmemişti.” (S.43) Osmanlı ve Enver Paşa nezdinde durum bu vaziyette iken “Enver Paşa’nın [Almanya] ittifak için yapmış olduğu ilk girişimler, Alman İmparatorluğu’nun İstanbul Büyükelçisi Hans von Wangenheim tarafından reddedilmişti.” (S.44) yani Almanya da diğer Avrupa devletleri gibi Osmanlı ile ittifak kurmak istemiyordu. İngiltere’nin Almanya’ya savaş ilanı etmesi ve İtalya ile Romanya’nın İtilaf devletleri tarafında yer alması ile güç dengesi İtilaf devletleri lehine değişmiş olması dolayısıyla Osmanlı Devleti Almanya tarafında yer almasının yanlış olacağı düşüncesiyle tarafsız olduğunu ilan etmişti. “İngiltere’nin Almanya’ya savaş ilan etmesinden bir gün sonra 5 Ağustos 1914’te Enver Paşa, İstanbul’daki Rus askeri ataşesine ittifak antlaşması teklif etmişti. Böylece Enver Paşa, Osmanlı Devleti’nin Almanya ile ittifak antlaşması imzaladığı yönündeki haberlerin asılsız ve Osmanlı Devleti’nin hala tarafsız olduğunu Rusya aracılığı ile İtilaf Devletleri’ne duyurmak istemişti. Almanya’nın bunu yanlış anlamamsı için de bu görüşmeden Osmanlı karargâhındaki iki Alman subayı da haberdar etmişti.” (S.44-45) Görülüyor ki 2 Ağustos 1914 tarihi ile 5 Ağustos 1914 tarihleri arasında bir iki gün aralıklarla devletler birbirleri ile gizli-aşikâr ittifak anlaşmaları yapmış ve İngiltere ile Almanya arasında savaş başlamıştır. Enver Paşa da Osmanlı Devletini savaştan uzak ya da kazanan tarafta tutabilmek için diplomatik manevralar yapmış ama İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devletini her halükarda paylaşma niyetlerinden dolayı başarılı olmamıştır.
Osmanlı Devletinin fiili savaşa girişi konusunda Milli Eğitim müfredatında olarak değiştirildiği ve Karadeniz’de seyr halinde iken Alman personelin Osmanlı Devletinden habersiz Rus donanmasını bombalaması ile istemeden Osmanlı Devletinin de savaşa girmiş olduğu anlatılırken Mustafa Çolak’ın düşüncesi “Enver Paşa’ya göre, Osmanlı Devleti’nin fiilen savaşa girmemesi ve sürekli tarafsız olduğunu İtilaf Devletlerine bildirmesi durumu fazla devam edemezdi. Zira orduyu uzun süre seferberlik konumunda tutmak zararlı sonuçlar doğurabilirdi. Ayrıca Almanya savaş planı (Schleifen-plan) uygulayabildiği takdirde, bu savaşı kısa sürede bitirebilecekti. Enver Paşa, Osmanlı Devleti’nin kazançlı çıkabilmesi için savaş bitmeden Almanya’nın yanında fiilen savaşa girmiş olması gerektiğini düşünüyordu. Böylece savaş bittiğinde muzaffer ittifak Devletleri’nin yanında yer almış bir Osmanlı Devleti, istediklerini savaş sonunda imzalanacak olan antlaşmalarla elde edebilecekti.” (S.45) şeklinde idi. Ve bu düşüncenin gereği olarak da
Alman Breslau ve Goeben (Midilli ve Yavuz) savaş gemilerine 14 Eylül’de Rus limanlarını ve Rus Donanmasını bombalayarak verilecek zayiat dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin Karadeniz’deki deniz gücünün Ruslardan üstün olmasının sağlanması düşüncesiyle bombalama emrini verdiğini söylemektedir.
Enver paşa’nın bizzat komuta ettiği Sarıkamış harekâtı sırasında Osmanlı ordusunun kayıpları konusunda bazen çok abartıl rakamlar verilmiş, Enver Paşa’nın eleştirilmesinde bu zayiatlar hep sebep teşkil etmiştir. Osmanlı Ordusunun Sarıkamış harekâtında verdiği zayiat konusunda Mustafa Çolak “Türk tarafının insan kaybı konusunda 30000’den 90000’e kadar varan rakamlar verilmektedir. Kuşatma sırasında III. Ordu’nun ikinci Kurmay Başkanı olan Guse’nin Rus kaynaklarına dayanarak [ve Osmanlı ordusunun asker kaybı konusunda] doğru kabul ettiği rakam, 11000 ölü, 3500 esirdir. Guse’ye göre III. Ordu’nun esas kaybı firarilerden oluşuyordu. Nitekim Ocak ayı başlarında Erzurum dolaylarında 12000 asker kaçağı toplanmıştı. Türk kaynaklarına göre ise Ruslar muharebe esnasında 7000 esir almışlar ve muharebeden sonra 23000 ölü gömülmüştür. Toplam kayıp ise 60000 civarındaydı.” (S.63) bilgisini vermektedir. Ancak bu bilgide de Rus kaynakları ile Türk tarafının kaynakları arasındaki bilgide tutarsızlık bulunmakta, ölü sayılarındaki aradaki farkın büyük olduğu görülmektedir.
Enver Paşa’nın vatan duygusu ve düşüncesini inceleyen Erhan Afyoncu O’nun Eylül 1912 Trablusgarp^tan yazdığı bir mektuptan aktardığı “Ben, vatan için, vatanın her zerresi için bütün kuvvetiyle ölünceye kadar çalışacak bir makine olmak istiyorum. Ne yapayım, bir defa vatanı her şeyden, herkesten daha fazla sevdim. Ona ebediyen sadık kalacağım.” (S.82) ifadeler ile ortaya koymaktadır. Enver Paşa, Osmanlıda politika ile uğraşan kimilerinin yaptığı gibi vatan sevgisini zenginleşmek ve refah içinde yaşamak için kullanmıyordu. Enver Paşa, kendisinin var olmasının amacını vatanı kurtarmak olduğunu düşünüyor, bunu kendisinin kişisel meselesi olarak görüyordu. Bu düşüncesini de “mefkûrem sevgili vatanımın büyüklüğü ve refahıdır.” (S.83) ifade ediyordu. Erhan Afyoncu, Enver Paşanın vatan düşüncesinin Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük fikri akımları çerçevesinde ülkenin hukuku sınırları ve bu sınırlar içinde yaşayan bütün halklardan ülkenin sınırları ve yaşayan Müslümanlara ve nihayet Türklük bilincinin yaygınlaşması ve oluşması sonucu da Türk milletine ait milli bir devlet ve vatan şekline dönüştüğünü ifade etmektedir.
Turan kelimesini coğrafi bir bölgenin ismi olarak ilk kez “Tura” şeklinde İran efsanesi “Avesta” da geçtiğini ve yine İranlı Firdevs’inin bu efsaneden esinlenerek “Turan” şeklinde “Şehname”de “Ceyhun’dan Tur sınırlarını ve buradan da Çin ve Hoten’ne kadar uzanan bir coğrafyayı kapsayacak” isim olarak kullanıldığını, “Turancılık” ise ilk kez 1839 yılında Macaristan’da kullanılmaya başlanılan kavram (S.89) olduğunu söyleyen Erhan Afyoncu, Macar Alios von Paikert tarafından “Türk halkları” olarak “Finliler, Bulgarlar ve Türkler ile Kafkas halklarının büyük bir kısmı, Tatar Türkleri, Sibirya halklarının büyük bir kısmı, Tibetliler, Himalaya halkları, Tamular, Mançuryalılar, Çinliler, Koreliler ve Japonlar olmak üzere 610 milyonluk”(S.90) nüfusun isimlendirildiğini, Macarlar’ın kurduğu “Turan Cemiyeti” vasıtasıyla bu sayılan halkların Macarların çıkarlarına uyumlu hale getirilerek kullanılması düşünülürken (S.90) Ziya Gökalp düşüncesinde “Turan” kelimesinin “Türk halkları”nı kapsamakta olduğunu, Ziya Gökalp’in ifadesiyle “Turan, bazılarının zannettiği gibi, Türklerden başka, Moğolları, Tonguzları, Finuvaları, Macarları da ihtiva eden bir kavimler halitası” (S.90) olmadığını, “Turaniler yalnız Türkçe konuşan milletlerdir” (S.90) diyerek kelimenin alanını daraltmıştır. Turan ve Turancılıkla bağlantılı olarak Türkçülüğün kurucusu kabul edilen Macar Şarkiyatçı (Oryantalist) Hermann Vambery tarafından “Pantürkizm” (Türkçülük) dile getirilmiştir (S.91).
Şemseddin Sami, Namık Kemal, Mehmet Emin Bey [Yurdakul], Gaspıralı İsmail Bey, Yusuf Akçura Bey tarafından Osmanlı da Türkçülük önce kültürel sonra siyasi olmak üzere geliştirilmiş ve fikri sınırları çizilmiştir. Türkçülüğün sosyolojik ve siyasi boyutunu da Ziya Gökalp formüle etmiştir. (S.96)
Mustafa Çolak’ta “İttihat Terakki ve Türkçülük” (S.99) yazısında bütün İttihat ve Terakki üzerine yazan yazarlar gibi “İttihat ve Terakki”yi “Jön Türkler” ile “İttihat-ı Osmanî Cemiyeti”nin bir devamı ve savunduklarıyla aynı görmüşlerdir. Dernekler arasında yapılan birleşmeler, kurucuklarının ve üyelerinin bazılarının aynı olması, savundukları fikirlerden aynı olanların olması gibi nedenlerden dolayı yazanlar bu bağı kurmuş olsalar da aslında bütün hükmi şahıslar da hukuken gerçek kişiler gibi kendinden sorumludur. Ayrıca savundukları doksan dokuz ortak nokta olsa da eğer bir noktada ayrışıyorlarsa o hükmi şahsiyet farklıdır. Yine üyelerini çoğu önceden veya o anda başka derneklere üye olsalar da bu tarafta üye oldukları İttihat ve Terakki Cemiyetinin Tüzel kişiliğindeki farklılığı kabul ederek üye olduklar için cemiyeti diğer cemiyetlerle aynı kabul edemeyiz. Sonra kişilerin bireysel hayatlarında farklı fikirler beyan etmeleri, hayat tarzları ve yaşayışlarının farklılık arz etmesi ortak bir aklın ürünü olan cemiyetin tüzel kişiliğini bağlamaz. Cemiyet üyelerinin bağımsız davranarak cemiyet tüzüğüne aykırı fiilleri dışarıda işlemelerinden dolayı sorumlu tutulamaz. Zaten günümüzde STK’lar tüzel kişiliklerini bağlayan tüzükleri ile mesul tutulurlar ve üyeleri başka başka yerlere de üye olarak o konudaki çalışmalarda farklı derneklerle hareket edebilir. Ülkemizde bu güne kadar “Jön Türkler” ile “İttihat-ı Osmanî Cemiyeti”ni “İttihat ve Terakki”den ayrı gören ve “İttihat ve Terakki”yi müstakil bir cemiyet olarak ele alan sadece İsmail Küçükkılınç bulunmaktadır. İsmail Küçükkılınç “Jön Türklük ve Kemalizm Kıskacında İttihatçılık” adlı çalışmasında bu farklılığı izah etmektedir.
Mustafa Çolak “Osmanlı Devleti’in Almanya ‘kuklası’ olmayıp tam tersine kendi savaş hedeflerine ulaşmak için Almanya’yı kullandığı ve kendi çıkarları için Almanya’ya ihtiyaç duyduğu”nu (S.112) Osmanlı devletinde görev yapan yetkilerin raporlarından aktararak ortay koymaktadır. Özellikle Almanya’nın Kafkasya Ajanı Louis Mosel (S.112)ve Almanya Meclis (Reichstag) üyesi olan Matthias Erzberger (S.114) bu kanaattedirler ve ülkelerine gönderdikleri raporlarda açıkça bunu yazmışlardır. Matthias Erzberger “Türkler bu savaşta bizi dünya tarihinde örneği görülmemiş bir şekilde sömürüyorlar…” (S.115) diyerek ortaya koymuştur.
Enver Paşa daha Osmanlı Harbiye Nazırı ve Osmanlı Orduları “Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği”nde iken sömürge altındaki Türklerin bağımsızlıklarını kazanmaları için Kazım Karabekir Paşa ve Yarbay hal Bey ile Ömer Naci vasıtasıyla Rusya işgali altındaki Kafkasya, Türkistan, Afgan ve Hindistan yaşayan Müslümanları ve Türkleri Rusya ve İngiltere aleyhine ayaklandırmak için faaliyetlerde bulunmuş bir nebze de başarılı olmuş ancak Almanlarla Türkçüler arasındaki düşünce farklarından dolayı istenildiği şekilde sonuçlandırılamamıştır (S.122).
İttifak kuran Almanya ve Osmanlı devleti Rusya’da gerçekleşen Gregoryen takvime göre 25 Ekim 1917 tarihine denk geldiği için ‘Ekim Devrimi’ diye adlandırılan (Miladi takvime göre 7 Kasım 1917) ihtilala kadar ortak çıkarları esas alırlarken Ekim 1917 devriminden sonra Alman’ya kendi çıkarlarını öne çıkararak Osmanlı da Kars, Ardahan, Batum vilayetlerinden oluşan Elviye-i Selaseyi kurtarmak siyasetini güdüyorlardı. Almanya’nın “Birinci Dünya savaşının tahmin edilenden daha uzun sürmesi Alman İmparatorluğu’nun ‘savaş ekonomisi’ni zora sokmuştu. Alman ‘savaş ekonomisi’nin ham maddeye olan ihtiyacına paralel olarak Almanların Transkafkasya’ya olan ilgisi” (S.163) değişmiş, Osmanlı Devletinin de “ Ekim İhtilalinden sonra Rus Kafkas ordusunun dağılması, Osmanlı Devleti’nin savaşın başlarındaki ‘Elviye-i Selaseyi’ kurtarma ve Orta Asya Türkleri ile bağlantı kurma hedefinin tekrar canlanmasına neden olmuş ve Osmanlı Devleti’ne Bakü yolunu açmıştır. Böylece bu savaşta iki müttefik devlet olan Almanya İmparatorluğu ile
Osmanlı Devleti, Kafkasya konusunda karşı karşıya gelmiş” (S:165) ve ilgili devletlerle birbirlerinden gizli anlaşmalar imzalama yolu tercih etmişlerdi.“Kafkasya konusunda Almanya ile Osmanlı Devleti artık birbirlerine olan güvenlerini tamamen yitirmiş, bölgede bulundurdukları askeri birlikleri birbirine karşı caydırıcı güç olarak kullanır olmuş ve çıkarlarını ancak bu yolla korumaya çalışır duruma gelmişlerdir.” (S.175) Almanya ve Osmanlı Devletinin ittifaka olan güvenlerinin azalmasına sebep olan da Almanya’nın İttifak’ın başında Osmanlı Devletine Kafkasya ve Orta Asya Türklerine yönelik verdiği sözlerden dönmesi, kendi çıkarlarını Osmanlıya verdiği sözlerin önünde tutması sebep olmuştur.
Bakü petrolleri konusunda Rusya ile anlaşabileceğini gören Almanya Osmanlı Ordusunun Bakü’yü almasına mani olmaya çalışmış, Enver Paşa’ya Osmanlı Ordusunun Suriye ve Mezopotamya ve İran’da İngilizlere karşı durmasını istemişti. Enver Paşa da Osmanlı Ordusunun Kuzey Kafkasya, Gürcistan ve Bakü operasyonlarından vazgeçtiğini bildirmiştir (S.178). Mustafa Çolak Yusuf Hikmet Bayur’dan aktardığı bilgiye göre Enver Paşa ‘çifte Standart’ uygulayarak bir taraftan Almanlara, Osmanlı Ordusunun Bakü’ye girmeyeceği sözünü verirken diğer taraftan Nuri Pşa’ya gönderdiği gizli emirlerle Bakü’deki Türkleri Ermeni zulmünden kurtarılmasını istediğini ifade etmektedir. Enver Paşa baştan beri Kafkasya’daki Osmanlı Ordularına güvenebileceği akrabalarını atayarak bu gizliliğe sanki hazırlık yapmıştı. “Mesela ‘Şark Orduları Grubu’ Komutanı Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası, ‘Kafkas İslam Ordusu’ komutanı Nuri Bey ise kardeşi idi.” (S.179)
“Birinci Dünya Savaşı’nda Ekim 1918 tarihine gelindiğinde, İttifak Devletleri’nin Bulgar Cephesi çökmüş ve Osmanlı Devleti’nin Güney Cephesi de çökmek üzereydi. Almanlar da Batı Cephesi’nde Fransız ve İngilizler karşısında zor duruma düşmüşlerdi. Artık büyük savaş İttifak Devletleri’nin mağlubiyeti ile sona ermek üzereydi.” (S.187) Osmanlı Devleti’ni bu savaşa sokmakla suçlanan Talat Paşa Hükümeti 13 Ekim 1918’de resmen istifa etmek zorunda kaldı. Enver Paşa’nın 5 yıl süren Harbiye Nazırlığı görevi de son buluyordu (S.187). Enver Paşa’nın yardımcısı General von Seeckt, 20 Ekim 1918’de Enver Paşa’ya “Almanya’ya gelmek istemesi halinde boğazda hazır tuttuğu gemilerden birini emrine verebileceği” (S.188) teklifi Enver Paşa tarafında diğer arkadaşlarına da iletilmiş ve İttihatçılar bu teklif üzerine düşünmeye başlamıştı. 27 Ekim 1918’de Talat Paşa, Enver Paşa ve İttihatçıların önde gelen diğer bazı isimleri ülkelerini terk etmeyi Alman Büyükelçisi Bernstorff’a iletmiş, o, da Alman Dişileri’ne bildirmişti (S.188).
Alman Dişileri Talat ve Enver Paşa İttifak anlaşmasını imzaladığı ve savaş boyunca ittifak sadık kaldıkları için kapılarının açık olduğunu bildiriyor ayrıca “Alman Dışişleri Bakanlığı, eğer bunlar Osmanlı Devleti’ndeki iç siyasi durumdan dolayı, ülkelerini terk ederek Almanya’ya gelmek isterlerse, bunlardan hiçbir yardımın esirgenmemsi gerektiği” (S.189) de İstanbul’daki Büyükelçiliğinden istiyordu. İzzet Paşa’nın iade talep edilince Talat ve Enver Paşaların Osmanlı Devletine iade edilmesi isteği de reddedilmiş olması dolayısıyla Almanya Enver ve Talat Paşa’lara desteğinin tam olduğu anlaşılıyor. “Enver, Talat ve Cemal paşalar ile Beyrut Valisi Azmi, eski Polis Müdür Bedri, Dr. Nazım, Dr. Bahaettin Şakir, Cemal Azmi ve İsmail Hakkı Paşa’dan oluşan ittihatçı grup, 1 Kasım 1918 Cuma gününü 2 Kasım Cumartesi’ye bağlayan gece, Alman bayrağı taşıyan bir torpidobotu ile Sivastopol’e hareket etmişlerdir.” (S.189)
Kaybederken kahraman olan Napolyon, Gazi Osman Paşa’dan sonra nadir kişilerden üçüncüsü olarak Enver Paşa’yı gösteren Mustafa Çolak, O’nun “Kozmopolit Osmanlı Devleti’nin külleri üzerinde milli karakterli Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının temellerinde İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Enver Paşanın önemli katkıları vardır.” (S.203) diyerek hakkını teslim etmektedir.
Mustafa Çolak’ın yazmış olduğu bu “Komitenin Kahramanı Enver Paşa” adlı kitabı her ne kadar sadece Enver Paşa’dan bahseden bir kitap görüntüsü veriyorsa da koskoca bir imparatorluğun dünyanın diğer devletleriyle olan ilişkileri ve Enver Paşa’nın bu devletin tek yöneticisi olmaması dolayısıyla onların da sebep olduğu yaşanmış tarihi olayları anlatmadan devlet hayatından soyutlanmış bir şekilde Enver Paşa’dan bahsedemeyeceği için, “Komitenin Kahramanı Enver Paşa” Enver Paşa’nın hayatını ve yaşadıklarını aşan bir kitap olmuştur.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.