Süleyman Eryiğit’i Osmanlı ve geri kalmışlığı, Kapitalizmi tercih etmediği üzerine okumalar yaparken bu konulara bakış açısını ortaya koyduğu “Osmanlı ve Kapitalizm” adlı kitabıyla tanıdım. Hemen alıp okudun tabi bu arada başka kitapları olduğunu öğrendim ve onları da aldım. Şu an bu “Erol Güngör-Eleştirel Bir Okuma” kitabı ile birlikte “İki Dünyanın Hikayesi” kitabını birlikte okumaktayım.
Süleyman Eryiğit, Sabri F. Ülgener’in Osmanlı ve Kapitalizm üzerine söyleye geldiği ve Milliyetçi Muhafazakâr aydın çevrelerinde kabul görmüş fikirlerine katılmadığını ifade eden ve alternatif görüşler ileri süren bir milliyetçi muhafazakâr bir aydın.
Süleyman Eryiğit “Erol Güngör-Eleştirel Bir Okuma” kitabının baskısı Aralık 2024’te henüz yeni yapılmış. Kitapta kaçıncı baskı olduğu belirtilmediği için kuvvetle muhtemel birinci baskı olduğunu düşündürüyor. Kitap; “Giriş”, “I. Bölüm: Erol Güngör’de Aydın Kavramı ve Aydın Problemimiz”, “II. Bölüm: Batılılaşma Ve/Veya Modernleşme Zarureti Ve Osmanlı Aydını”, “III. Bölüm: Erol Güngör’de Kültür, Medeniyet Ve Milliyetçilik”, “IV. Bölüm: İslam Tasavvufu’nun Müslüman Geleneğine Etkileri”, “V. Bölüm: Erol Güngör’de Müslüman Geleneğin Bugünkü Meseleleri” adlı ana başlıklardan oluşmakta ve her ana başlık kendi içinde bir çok alt başlığa bölümlenmektedir. Süleyman Eryğit’in Erol Güngör kitaplarından yaptığı okumlar olduğu anlaşılan “Erol Güngör-Eleştirel Bir Okuma” kitabı 240 sayfadan ibarettir. Muhtevasının bu okumalara verilen cevaplar mahiyetinde olduğu anlaşılan Süleyman Eryiğit’in “Osmanlı ve Kapitalizm” adlı kitabında Sabri F. Ülgener’e karşıt görüşlerini ifade ettiği gibi kitabında da “Erol Güngör-Eleştirel Bir
Okuma” Erol Güngör’e karşı görüşlerini dile getireceğini sezinlemekteyiz.
Her ne kadar Sabri F. Ülgener ve Erol Güngör gibi Milliyetçi Muhafazakar aydın üstünde tesir etmiş, klasik diyebileceğimiz iki Milliyetçi Muhafazakar aydına eleştirel bir alternatif sunarak Milliyetçi Muhafazakar dünyanın düşünce temellerini sarsmaya çalışan bir kişi olarak görünse de Süleyman Eryiğit’in okumuş olduğumuz “Osmanlı ve Kapitalizm” adlı kitabında ileri sürdüğü fikir ve öneriler ile tutarlı ve milliyetçi Muhafazakar fikir dünyasına başka bir bakış açısı sunduğun en azında düşünce dünyasını zenginleştirdiğin söyleyebiliriz. Tabi fikirlerini kabul görüp görmeyeceği bundan sonraki safhalarda Milliyetçi Muhafazakâr aydın kesimin benimsemesine, kabul ve onayına bağlı.
Süleyman Eryiğit’in yazı yazma üslubunu kendi yazma üslubuma benzetiyorum. Süleyman Eryiğit de benim gibi görüşlerine temas edeceği yazardan cümle, paragraf alarak tırnak içinde olduğu gibi aktarmakta ve kendi görüş ve yorumlarını ondan sonra yaparak hem iktibas ettiği konunun hem de yazarın doğrudan kendi ifadelerinden okunarak doğru anlaşılmasına fırsat sunmaktadır. Süleyman Eryiğit’in üslubu ile benim üslubu benzemektedir yalnız bir farkla o da Süleyman Eryiğit bana göre daha uzun metinler ve parçalar alarak yazarın görüşlerini aktarmaktadır.
Her yazar ve düşünür gibi Erol Güngör’ün de yaşarken çok yazan veya yazdıkları üzerine defalarca yazan yazarlarda görülen fikir ve görüşlerindeki değişmeden kendini kendisini kurtaramadığını ve 1970-1980 arası yazdığı yazılarında Erol Güngör’ün de fikir ve görüşlerinde değişme gelişme olduğunu söyleyen Süleyman Eryiğit oluşan “Bu farklılıkları bir entelektüelin, bu [entelektüel] sıfatı[nı] hak etmesini temin eden bilimsel bir kafaya ve haysiyete sahip olmasına bağlamak mecburiyetimiz vardır.” (s.9) diyerek izah etmektedir ki daha sonra Erol Güngör’ün fikir ve görüşlerindeki değişiklikleri ve farklılıkları “başkasının söylemesine gerek kalmadan, çekinmeden korkmadan kendisinin tashih ettiğini” (s.9) de ifade etmektedir. Bilimsel bilgi ile hareket eden adam zaten söylediklerim kesin ve en son bilgidir diyemez yeni bilgilere ulaştıkça doğru ve uygun olan ile fikirlerini tashih eder.
Aslında Erol Güngör’ü Erol Güngör yapan yaşadığı dönemin tabusu olan konularda vermiş olduğu “İslam Tasavvufunun Meseleleri” ve “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” adlı eserlerinin uyandırmış olduğu kamuoyunda bırakmış olduğu intibaadır.
Süleyman Eryiğit İslamcı camia tarafından Erol Güngör’ün çok geç fark edildiğini ancak İslamcı Camianın bu fark ediş “O’nun tüm fikirlerinin objektif ve tarafsız bir yaklaşımla değil” (s.11) de sebebinin “ideolojik argümanlarına dayanak oluşturmak amacıyla seçmeci bir tavırla olduğunu” (s.11) bunun böyle olduğunu da bizzat Süleyman Eryiğit’in kendisinin müşahede ettiğini ifade etmektedir.
Süleyman Eryiğit, Türkiye’de Siyasal İslamcı kesimin önemli temsilcilerinden biri olan D. Mehmet Doğan’ın Erol Güngör hakkındaki görüşlerinde ideolojik angajmanları dolayısıyla hataya düştüklerini (s.16, Dip Not 8) Erol Güngör’ün Durkheim, Ziya Gökalp, Nurettin Topçu hakkındaki görüşlerini yanlış anladığını (s.14) bu yüzden de Erol Güngör’ü Nurettin Topçu fikri çizgisinde değerlendirdiğini aslında Erol Güngör’ün Nurettin Topçu hakkında hiç yazı yazmadığı gibi hiç referans olarak da göstermediğini (s.14) bile göremediğini D. Mehmet Doğan ve Erol Güngör’den alıntılar yaparak ortaya koymaktadır.
“Dine bağlılığımız ve imanımız devam etmekle beraber, dışında kalamadığımız yaşama biçiminin dayatmaları, bizi yeni yorum ve içtihatlara zorlamaktadır. Kaldı ki, yorum ve içtihat zaruretine maruz kalan dindarın gayesi dinden uzaklaşma değil, dindar kalma; kalabilme çabasından başka bir şey değildir.” (s.21-22) Aslında Süleyman Eryiğit din ve dindar değişmediği halde gelişen ilim ve teknoloji insanı bu gelişmeleri dini bakımdan yorumlamaya ve insan davranış ve ilişkilerine tesirleri bakımdan da dini içtihatlarla dini kılma, içtihatlara göre de din dışı ya da dini olarak ilan edip hayatına almak ya da hayatından dışlama gibi davranışlar geliştirdiğini ifade etmektedir. Mesela televizyon ilk çıktığında toptan bir reddedişle karşılaştı ancak televizyonun değil de yayınlanan programların insan davranışlarını etkilediği anlaşılınca sadece programlar içerik olarak seyredilebilir ya da seyredilemez diye sınıflanarak yasaklandı. İkinci bir örnek de trafik ışıklarıdır ki uyak ya da uymamak insanı doğrudan etkilediği için dini olarak yorumlanmış ve uymak gerektiği inancı oluşmuştur.
Süleyman Eryiğit, Erol Güngör’ün katılmadığı tarafları da olduğunu söylerken onun öğretmeni rejimin, hükümetin yani iktidarın temsilcisi olarak ideolojik eğitimin temsilcisi gördüğü (s.24) fikrine katılmadığını ancak Erol Güngör’ün bu fikrini daha sonra öğretmenin geleneği savunan, geleneği muhafaza eden ve yeni nesillere olduğu gibi aktaran bir görevi olduğu (s.25) şeklinde tashih ettiğini söylediği fikrine ise katıldığını vurgulamaktadır.
Münevver ve Entelektüel kelimelerinin sözlük anlamlarından yola çıkarak münevver kelimesinin edilgen bir mana taşıdığını ve dışardan gelen bir etki ile ışıklanmış manasına geldiğini dolayısıyla bizdeki münevver ve karşılığı olarak verilen aydın kelimesinin kendi çabası dışında bilgilenmiş kişi için kullanıldığını yani münevverin Allah vergisi bir bilgi ile bilgili olduğunu ima etmektedir. Entelektüel ile münevver arasındaki edilgen ve etkenlik arası farkın da bizim geri kalmışlığımızın anlaşılmasına ipuçları verdiğini ifade etmektedir (s.28). Hemen aşağıda Süleyman Eryiğit tarafından Entelektüel; Allah vergisi aklı ve zekâsı ile ve yine kendi çabası ile bilgiye ulaşmış kişi olarak tarif edilmektedir (s.29). “Bizim geleneğimiz bilgiyi hep kendi dışındaki bir kaynaktan kendisine gelecek olan ilham, sezgi, keramet ve keşif yoluyla elde edilen olarak görmüş; eşyanın kendi olgusal ve nesnel içeriğinden hakikatinin kazanılabileceğini hiç akletmemiştir.” (s.29) Bilginin kaynağını ilahi olarak gören bir medeniyet anlayışı ile bilginin yeryüzündeki varlıkların incelenmesi ile elde edileceğini savunan bir medeniyetin vaz ettiği bilgi teorilerinin “Vehbi” ve “Kesbi” bilgi anlayışı olduğunu izah etmektedir.
“… aydın meselemiz, geçmişimiz olan Osmanlı entelektüel hayatında bulunan ve İmparatorluğu bırakın tekrar inşa etmeyi, çöküşünü durduramayan bir mesele olarak tanımlamak ve kabul etmek mecburiyetimiz bulunmaktadır. Bu ise apaçık olarak bizi, söz konusu aydını üreten/oluşturan “Osmanlı’nın Zihniyet Dünyası’na” götürmektedir. Çünkü bu “Zihin/Zihniyet Dünyası” İmparatorluğun devamını mümkün kılmamıştır. Avrupa/Batı gücü, bir başka uygarlık havzası ve anlayış olarak Osmanlı İmparatorluğu’nu mağlup etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nu eden nedenler olarak Avrupa’da olup bitenler bizim aydın meselemizin de nedenini teşkil etmektedir.” (s.33) Osmanlı Zihniyet Dünyası ile Batı’nın Zihniyet Dünyası farklılığı üzerine düşünürken aklıma şöyle bir hikâye geldi. Bir mahallede iki komşu yaşamakta. (Siz Mahalleyi Dünya komşuları Osmanlı ve Batı, devleti de Birleşmiş Milletler-ancak adil ve güçlü bir BM- olarak düşünebilirsiniz.) Birisi efendi ve saygılı cebir ve şiddete başvurmayan, her şeyi hukuk ve hak ölçüsünde halletmeye çalışan bir beyefendi, diğeri de serkeş, zalim hak hukuk nedir bilmeyen, etrafa saldıran, kıran, döken yerli, yersi silah kullanan birsi. Bu kişi her zaman mahalledeki beyefendi kişilikli insanları sindirir ve mahallede sokağa hâkim olduğu gibi komşularına baskın olur. Eğer devlet ona kolluk kuvvetleri ve adli mercileri ile gerekli cezayı vermezse bu böyle sürer. Çünkü naif yapılı medeni insanlar her halde hemen ona karşı şiddet ve silah kullanmazlar, mizaçları kullanmalarına müsaade etmez. Ama Batı’nın hep kendisinden başkalarını vasıflandırırken kullandığı “Barbar” vasfını taşıyan özelliği ile baskın gelen Batı bir gün çekinen, korkan, sessiz kalan mahalle halkının canına tak ettiği bir noktada gerçek bir insaniyet anlayışında birleşerek karşısına dikilmesiyle mahallede barınamayacaktır.
Süleyman Eryiğit’in sıraladığı Rönesans, Reform Hareketleri, bilimsel araştırma yöntemi ile bilgi üretimi, Endüstri devrimi, Ticari burjuvazi, Endüstri burjuvazisi (s.34) vs. tamamı Batı tarafından gerçekleştirilmiş ve Batı Osmanlı’ya karşı bu huşularda bir üstünlük sağlanmıştır. Ancak bunlar kendi rahat yaşamları için kullanılmaktan maada başkalarını tahakküm altına almak için kullanılır kılmaktır asıl Batı’nın farklılığı. Mesele atom bombasına sahip olmak değil hiç düşünülmeden Japonya’daki Nagazaki ve Hiroşima kentlerine atmak zihniyet ve düşüncesidir Batı’yı bugün üstün tutan ve dünyadaki adaletsizliğe sebep olan. Eğer adil ve hak hukuk bilen bir medeniyetin elinde olsa bu teknoloji ve bilim dünyada bu adaletsizlik problemi olmaz. Herkes kendi gelişmişliği, medeniyeti, teknoloji ve bilimi kadar bir alanda mesut mutlu yaşayabilir.
Süleyman Eryiğit Osmanlı devletinde aydın problemi için “Başlangıç zamanları olarak Avrupa’lı Entelektüelin, yerleşik kabul, inanç ve öğretileri sarsmaya; bunların yerine başka bakış açıları, yönetim ve araçları ikama etmeye başladığı devrimsel dönüm zamanlarını aldığımızda, bu yılların fark edilmese de bizim açımızdan da Aydın Problemimiz’in başladığı zaman kesiti olarak almak mecburiyetimiz ortaya çıkar.” (s.38) diyerek Osmanlı’daki Aydın Problemini Batıdaki Rönesans ile başlatıyor diyebiliriz. Ayrıca aydın problemimizin iki farklı boyutu olduğunu “Bunlardan ilkinin aslında tanımı gereği, etrafındaki varlık, oluş ve olgular üzerinde anlamaya/idrake yönelik olarak aklî, zihnî bir çaba içersinde bulunan kişi olarak aydının bu çabayı göstermemesi/gösterememesi” ve “ikinci olarak ise aydının kendi toplumuna; onun inanç kabul ve değerlerine yabancılaşmasıdır.” (s.39) ifadeleriyle bunların aydının araştırma yapmaması/yapamaması ile topluma yabancılaşması olduğu tespitini yapar. Bugüne kadar aydının yabancılaşması üzerinde durulmuş ancak araştırma yapmaması/yapamaması pek aydın problemi olarak ele alınmamıştır. Bunu nedeni de geri kalmışlık üzerinden aydın problemine pek değinilmediği ancak daha çok kültür değişimi üzerinden aydının yabancılaşmasının ele alındığı ve sadece kültürel yabancılaşma problem olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır.
Her ne kadar aydın probleminin başlangıcını “Osmanlı Devleti’nin Yükselme devri” olarak öngörse de Süleyman Eryiğit’in yapmış olduğu aydın problemi-“Bilimsel Araştırma çabası göstermemesi/gösterememesi” ve “kendi toplumuna yabancılaşması” tespitleri ile “İki Dünyanın Hikayesi” adlı kitabında yapmış olduğu “bilimsel bilgi” ile “hikmet” ayrımı bizdeki aydın probleminin sonradan ortaya çıkmadığını aslında kuruluştan beri var olduğunu, bunun da bir zihniyet meselesi olduğunu ve Osmanlı’nın ilim olarak Süleyman Eryiğit’in hikmet dediği Allah vergisi dini bilgiyi diğer bilimsel bilgiye bilinçli bir tercih ile tercih ettiğini söyleyebiliriz. Mehmet Genç Süleyman Eryiğit gibi bilgiyi “Bilimsel bilgi” ve “hikmet” olarak ayırmayıp bilgini her türüne yani toplamına bilim demekte ve bunu da İslam medeniyeti çerçevesinde bir zihniyetle ele aldığını kabul etmektedir. Mehmet Genç’e göre Osmanlı bilim anlayışını Batı’dan ayıran Batı’nın sahip olduğu vahşi kapitalist bilim anlayışıdır.
Erol Güngör’ün Ziya Gökalp’i Hars ve Medeniyet ayrımı yapmasından yola çıkarak, Ziya Gökalp’in Hars ve Medeniyet unsurları olarak saydığı “Din” gibi bazı kültür unsurlarının medeniyette de bulunduğunu ve kesin bir ayrım yapamadığından hareketle eleştiren Erol Güngör’ün “kendisi de son tahlilde Gökalp’le aynı yerde buluşan Erol Güngör’ün bu konudalar üzerinden Gökalp’e yönelik çoğu zaman insafsız ve sübjektif olan değerlendirmelerini ihtiyatla karşılama mecburiyetimiz bulunmaktadır.” (s.65) diyen Süleyman Eryiğit Ziya Gökalp’in hakkını teslim ederken acaba Erol Güngör’e yönelttiği bu “insafsız ve subjektif”lik suçlamasında Erol Güngör’e karşı bir haksızlık yapmamakta mıdır? Erol Güngör’de bütün yazdıklarını ve ileri sürdüklerini Ziya Gökalp’ten farklı bir insiyakla mı üretmiştir? Ya da başka bir endişe ile mi duymuştur?
Süleyman Eryiğit Erol Güngör eleştirisine Erol Güngör’ün “Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik” kitabında yaptığı Osmanlı dönemi ve aydınlarının Türkiye dönemi ve aydınları ile kıyaslandığı ve Osmanlı döneminin ve aydınlarının Türkiye’den ve Türkiye Cumhuriyeti günümüz aydınlarından ileri olduğunu ifade ettiği (s.72) paragrafı ele alarak Erol Güngör’ü “İsabetli ve objektif bulmanın imkânı yoktur” (s.73) ifadeleriyle eleştirmektedir.
“Batılılaşma mecburiyetimiz Üçüncü Selim tarafından görülmüş ve bunun gereği olarak bir takım ıslahat hareketlerine girilmiş, ayrıca Batı’nın bizim medeniyetimiz karşısında maddi olarak galebe çalmasının nedeni üzerinde doğru bir okuma yapılmasının sonucu olarak İkinci Mahmut tarafından sanayileşme çabalarına da girilmiştir.” (s.74) ifadeleriyle Süleyman Eryiğit aslında Batılılaşma çabalarımızın en büyük problemi olarak karşımıza çıkan problemin doğru teşhis edilmesi meselesinin daha ilk Batılılaşma çabalarının başladığı gün halledildiğine işaret etmekte ve bu ameliyenin de Üçüncü selim zamanında halledildiğini İkinci Mahmut zamanında da uygulanmaya konulduğunu söylemektedir. Peki teşhis doğru ve uygulamaya da başlandı ise problem nedir? Problem sürdürülebilir bir ilmi araştırma zihniyeti ve zemini oluşturamamamızdır. Ve doğru teşhis de ilmi araştırma zihniyetinin oluşturulması gerektiği ve ilimi araştırma ortam ve zeminin oluşturulmasıyla halledilmiş olacaktır. Biliyorsunuz ki her makine için bir kullanma bilgisi de denilebilecek “knowhow-Bilgi birikimi” transferi yapılır ancak bu makinayı kullanan işçinin geliştirdiği pratik de önemlidir. Eğer aldığın makinadan hareketle sen makinayı yapmaya kalkarsan bunu beceremezsin knowhow bilgisi bu makinayı üretecek bilgi değildir. Sanayileşmek için de makina yapan bilgi transferi yapmak ya da kendi kendimize geliştirmemiz gerekmektedir.
Süleyman Eryiğit buraya kadar olduğu gibi bu konuda da Erol Güngör’ün 1970’li yıllarda yazdığı Batılılaşma yazılarındaki fikirlerinde, paşaların görgüsüz, devletinin işlerini İngiliz Hariciye Sekreterine hesap verecek şekilde anlatacak kadar bayağı, batılılaşmanın asıl gayesinin azınlıklara yetki devri olduğu (s.80) devlet adamlarının ahlakının değiştiğini batıya özenen hayal ürünü fikirler ile devletin başına gaile açtıkları (s.81) yönünde düşündüğü bir nevi batılılaşmaya karşı çıktığını ortaya koymakta ancak 1980’den sonra bakış açısının değiştiğini ifade etmektedir.
Süleyman Eryiğit aktardığı Erol Güngör’ün İttihat ve Terakki Cemiyeti hakkındaki “İmparatorluğun Balkan topraklarını Yunanlılara ve Bulgarlara verenler ittihatçı münevverlerdi. Bunlar küçük balkan kavimlerine bir kurşun atmadan yenilecek kadar yüreksiz çıktılar.” (s.83) görüşleri ile Enver Paşa’ya ait ve “halk çocukları ise bin yıllık tarihlerinden aldıkları güçle Çanakkale’de, Gazze’de, Galiçya’da Kafkaslar’da, Sakarya’da ve Dumlupınar’da çarpışarak kendi haysiyetleri ile birlikte hasta münevverlerini de kurtardılar.” (s.83) ve “İttihatçıların ve Cumhuriyetçilerin büyük çoğunluğu fakir ve orta halli ailelerden gelen münevverlerdi. Ayrıca bunların doğum yerleri de hayli yaygın bir dağılım sahası teşkil etmektedir.” (s.84) gibi görüşleri ile her ne kadar sonradan haklarını teslim etse de yazı yazarken bir silsile ve kronoloji takip etmediği, kapsam ve gayrını, dahilini ve haricini pek ayırmadığını göstermektedir. “Güngör … Ziya Gökalp’in kültür ve medeniyet hakkındaki görüşlerini paylaşmakta, buna karşılık Ahmed Rıza, Abdullah Cevdet, Tevfik Fikret, Baha Tevfik gibi aydınların fikirlerine katılmamakla beraber onların arayışlarını samimi ve saygı değer bulmaktadır.” (s.86) Süleyman Eryiğit Erol Güngör için bu tespiti yaparken acaba Erol Güngör’ün bir münevver olarak hisleriyle ve duygusal olarak hareket etmediğini bir bilim adamı vasfıyla hareket ettiğini mi ortaya koymaya çalışmaktadır.
Eleştirenin eleştirilmesi kaçınılmazdır. Bilimin ilerlemesi için eleştiri kaçınılmazdır. Ancak henüz bizim ülkemizde eleştiri kültürü oturmadı, eleştiri yapanı dostluktan kovalıyoruz, düşman olarak görüyoruz. Erol Güngör “Ziya Gökalp her büyük siyasi değişiklikte kendi fikirlerinde yaptığı önemli düzeltmeler dolayısıyla sabit ve istikrarlı bir görüş sahibi olamadı.” (s.88) tespitini yaparak eleştirmiş Süleyman Eryiğit de “Biz bu cümlelerin benzerlerinin Erol Güngör için de kurulabileceğini yeri gelmişken burada belirtmek istiyoruz. Çünkü Güngör bizim bu Kitap’taki satırlarda açıkça gösterdiğimiz gibi; özellikle 1980’lerde yazdığı makale ve çıkardığı kitaplarda, 1970’lerde savunduğu ve bazen de entelektüel bir akademisyen ve sosyal bilimci niteliğiyle çelişen sübjektif ve haksız değerlendirmelerini düzeltmiştir.” (s.89) Erol Güngör ve Ziya Gökalp fikirlerindeki değişme sosyal bilimlerin saha gözlemlemesine dayandığı için farklı zemin ve zamanda farklı yorumlanmış olabilirler. Önemli olan bilimsel bir çaba göstermeleridir.
Süleyman Eryiğit, Erol Güngör’ün bir sosyal psikolog olarak toplumların değişiminin doğal seyrinde ve zorlama olmadan olması gerektiğini savunmasının bilimsel bir bakış açısı olarak doğru olduğunu ve bu yüzden Erol Güngör’ün “yeni devleti kuran inkılapçıların uygulamak zorunda kaldıkları zorlayıcı toplumsal değişimleri öyle hemen onaylaması da hiç şüphesizi beklenemezdi.” Diyerek zoraki değişimleri kabul etmediğini hatta Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran inkılapçı kadrolar ve inkılaplar için sübjektif değerlendirmeler yaptığını da ifade etmektedir. Erol Güngör’ün 1970 yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran inkılapçı kadrolar ve inkılaplara yaptığı sübjektif değerlendirme ve eleştirilerin kaynağını muhafazakâr her Türk ferdinden bir fert olması ve her Türk ferdi gibi milletin bu değişimle kendini kaybedeceğine dair endişeleridir. 1980’lerden sonra devleti eleştiren milliyetçi akılın dönüşerek devleti sahiplenen bir milliyetçi akıl ve devlet millet uzlaşmasını temin edecek çözüm önerileri sunan topluluk olarak milliyetçilerin devletin yaşamasını milletin yaşamasıyla eş görerek devleti öncelemelerinden etkilendiğini söyleyebiliriz. Ayrıca Erol Güngör’ün Ziya Gökalp eleştirilerinin diğer bir sebebi de Ziya Gökalp’in Erol Güngör’ün Sosyal Psikolog olarak haklı karşı çıkışlarını celbeden inkılapların fikir babası olmasından kaynaklanmış olabilir.
Süleyman Eryiğit nasıl Erol Güngör’ün Ziya Gökalp için söylediklerini Güngör gibi entelektüel dediği bir ilim adamına yakıştıramamışsa biz de Süleyman Eryiğit’in Erol Güngör için söylediği “Şu cümleler Gökalp’le yapacağı kavganın girizgahı gibi görünmektedir.” (s.97), “Güngör aslında bu cümleleri biraz sonra savaşa gireceği Ziya Gökalp’e karşı mühimmat yığını yapmak amacıyla kurmaktadır.” (s.99) ve “Erol Güngör, Ziya Gökalp’e ve İnkılapçılara hiç müsamaha göstermemiş ve çok acımasız davranmıştır.” (s.113) ifadelerinin kendi tarzına, sergilemekte olduğu ilim adamlığına uygun düşmemiş diyebiliriz. Süleyman Eryiğit eleştiriye karşı bir tavır sergilerken eleştiren pozisyonuna düşmüştür. İlim adamları ya da düşünen insanlar birbirlerini eleştirecek ki ilim gelişsin ilerlesin. Erol Güngör’ün “hamasi tarih okumasına yaslanarak kültür ve medeniyet ilişkisi veya çelişkisi”ni (s.98) açıklamaya çalışmasında birinci dereceden etkilendiği kişi Dündar Taşer’dir. Erol Güngör’ün tarihe sahip çıkışında ve onu yüce bir milli tarih olarak ele almasındaki en büyük etki Dündar Taşer’indir. Taşer sadece Erol Güngör’ü etkilememiştir o kuşaktan pek çok aydınımızı etki etmiştir. Erol Güngör’ün inkılapçıların getirdiği dil konusunda söylediği “İşte öz Türkçe denilen ve okullarda çocuklarımızın öğrendikleri uydurma dil, böylece eski Asya Türkçesi ile Fransızca’nın izdivacından ortaya çıktı.” (s.124) ifadesinden yola çıkarak Süleyman Eryiğit “özellikle son satırlarda Güngör hem insafsız hem de isabetsizdir.” (s.124) şeklinde biraz aşırıya kaçmış bir şekilde eleştirmektedir.
Süleyman Eryiğit aslında Türkiye’de yanlış bilinen “Erol Güngör’ün Ziya Gökalp ekolünden olarak onun yolunu takip ettiği” ne dair bilgiyi de düzeltmektedir. Çünkü “Erol Güngör, kültür, milliyetçilik ve medeniyetçilik görüşlerini büyük ölçüde önce Ziya Gökalp, sonra da İnkılapçıların görüşlerine karşı çıkarak oluşturmuştur.” (s.105) Belki Mümtaz Turhan için bu Ziya Gökalp ekolünden olduğu iddiası doğrudur ancak Süleyman Eryiğit’in ortaya koyduğu farklar ve eleştiriler göstermektedir ki Erol Güngör, Ziya Gökalp yolunu takip etmemektedir. Her ikisinin de milliyetçi ve sosyolog olarak birtakım konularda ortak bir noktada buluşmaları aynı ekolden demek için yeterli değildir. Nitekim Süleyman Eryiğit, Erol Güngör’ün Ziya Gökalp’i tasvip ettiği yerlerin sadece iki noktada olduğunu bunlardan birincisinin Erol Güngör’ün Ziya Gökalp için söylediği “Gökalp’in Türk sosyolojisi içindeki yeri, onun eserlerini aşar. Çünkü ilk defa onun sayesinde Türk Üniversitesinde sosyoloji kürsüsü kurulmuş; böylece bizde sosyoloji elli yılı aşan bir geleneğe kavuşturmuştur.” (s.114) ifadesi, ikincisi de Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” ilkesine Erol Güngör’ün verdiği “O’nun Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak formülü diğer kurtuluş reçetelerine nispetle daha gerçek, daha birleştirici görünüyordu” (s.114) şeklindeki onay olarak görmektedir.
Süleyman Eryiğit, Ziya Gökalp ve Erol Güngör’ün yaşadığı ve çözmeye çalıştıkları ‘Kültür ve Medeniyet’ ikileminin hala çözülmediğini düşünmektedir (s.119). Ancak merhum Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar “Bir Medeniyet Teorisi- Kültür ve Medeniyete Yeni Bir Bakış” adlı kısa çalışmasında Kültür ve Medeniyeti tarif ederek farklı bir Ziya Gökalp ve Erol Güngör’ün görüşlerini sistemleştirdi, bir teori haline getirdi.
Süleyman Eryiğit, Erol Güngör’ün “Rusya’dan Türkiye’ye gelmiş bir takım Türk aydınlarının, özellikle kendilerini kabul ettirmek gayreti içinde, Türkler’in Osmanlı tarih ve coğrafyası içinde bir varlık olduklarını anlatmaya çalışmaları yeni tarih anlayışının doğuşunda etkili oldu.” (s.133, Dip Not 30) ve “Artık Türkler uzak atalarını İslam büyükleri arasında değil de Asya steplerinin cihangirleri arasında aramaya başladılar.” (s.133, Dip Not 30) ifadelerinin hem Orta Asya’dan gelen aydınları hem de yeni tarih anlayışını tahfif ettiğini söylemektedir. Süleyman Eryiğit Batı klasiklerinin bir tercüme bürosu tarafından Türkçeye çevrilmesini tavsiye eden kişinin Ziya Gökalp olmasına ve olduğunu bilmesine rağmen Erol Güngör’ün bu tercüme işini yapanlar hakkındaki değerlendirmelerinden dolayı “aslında birtakım hatalar (ve haksızlıklar) yapmaktadır.” (s.136) diyerek eleştirmektedir.
Ziya Gökalp zamanında Kültür-medeniyet ayrımının yapılmasının daha kolay olduğunu, günümüzde aynı yöntem ve bilimsel paradigmaları kullanan insanın gelmiş olduğu nokta uygarlık anlayışının üretilmesine ve sürekliliğine katkıda bulunan kültürlerin de birbirine yaklaştığını, aralarındaki farkların ortadan kalktığını ve dolayısıyla kültür medeniyet ayrımın yapılmasının zorlaştığını ifade eder. Kültür Medeniyet farklarının ortadan kalkmasının sebebi olarak da “[teknolojik bir alet olan herhangi] bir nesnenin kullanımı aynı kullanma biçimine ve bu kullanma biçiminde doğan aynı sonuçlara neden ol”ması (s.138) dolayısıyla kültür ve medeniyet aynileşmelerini gerçekleştirmektedir. Yani ortak bir kültür ve medeniyet havuzu oluşmaktadır. Bi nevi tek medeniyet oluşmaktadır. Süleyman Eryiğit her ne kadar kültür ve medeniyetler aynileşse de toplumların kendi özgün niteliklerini ve teolojik farklarını koruyacaklarını öngörmektedir (s.138).
Süleyman Eryiğit tümden gelen, birden çoğa doğru bir tanrı inancı ortaya koyan Panteizm ile tümevarım çoktan bire giden bir tanrı anlayışı olan Vahdet-i Vücud inanışını aynı görmektedir. Bu hususta ki görüşlerini “bizim kanaatimize göre bazılarınca Spinoza’nın Panteizmiyle, İslam Tasavvufu’nun Vahdet-i Vücud’u aynı şey değildir diyen görüşlerin bir önemi bulunmamaktadır. Her iki felsefi ya da mistik yorum aynı kapıya çıkmaktadır. Aynı hususta Panteizm (Evrendeki var olan her şey Tanrıdır)-Panenteizm (Tanrının evreni ve zamanı kaplaması) ayrımının da bir önemi yoktur.” (s.148, Dip Not.7) şeklinde ifade etmektedir.
İşte Osmanlıyı geri bırakan ve Batı’yı Sanayi Devrimine götüren sürecin ilk çıkış noktası dediği husus Süleyman Eryiğit’in “Müslüman Bilgi Geleneği’nde eşyanın kendi doğasına dair ampirik/ tecrübi/ deneysel ve sınanabilir bilgi arayışı ve üretimi söz konusu olmamıştır.” (s.181-182) şeklinde tespit ettiği husustur. Yani insanoğlunun kendi çabasıyla var olan şeyleri üzerinde gözlem ve deney yaparak elde ettiği bilgilerdir. Gerçi burada ferdi çabalar ve çalışmalar ile elde edilen bir takım “ampirik/ tecrübi/ deneysel ve sınanabilir bilgi arayışı” hiç olmamıştır diyemeyiz, ancak bu sürdürülebilir ve birbiriyle koordineli bir bilgi arayışı değildir. Geri kalışın sebebi Müslüman Bilgi edinme geleneği (idrak, istidlal, sezgi) üç tür bilgi edinme imkanından dolayı kendisini Batı’nın bilgi edinme yöntemi ve ‘hakikati kavrama’ yönüyle Batı Düşüncesine üstün gördüğü için “ampirik/ tecrübi/ deneysel ve sınanabilir bilgi arayışı”na girmemiştir.
Süleyman Eryiğit “Müslüman Gelenekte Bilgi Meselesi ve Geri Kalmışlık Olgusu” (s.179) adlı yazısıyla İslam’da bilgi konusunu işlemiş ve Erol Güngör’ün İslam Tasavvufunun Meseleleri adlı kitabından yaptığı uzun alıntılar ile İslam’da Vahdedet-i Vücud nazariyesini, Velayet ve Keramet bahislerini işlemiş, Hallacı Mansur ile ilk devre Muhyiddin İbn Arabi ile de ikinci devre Vahdedet-i Vücud nazariyesini daha yaygın bir şekilde İslam dünyasında kabul gördüğünü izah etmiş, Erol Güngör’ün anlattıklarına ve yorumlarına tamamen katıldığı gibi kendisi de ilaveler yaparak Vahdedet-i Vücud nazariyesinin panteizmden farkının olmadığını ortaya koymaya çalışmıştır. Süleyman Eryiğit adeta “İslam Tasavvufunun Meseleleri”ni özü itibarıyla yeniden yazmıştır.
Süleyman Eryiğit İslam Dünyası Bilim Geleneği’ne Gazali’nin tesirleri konusunda günümüz Felsefe ve Bilim Tarihi Uzmanlarımızdan İhsan Fazlıoğlu’ndan “Ne gazali öncesinde ne de Gazali sonrası dönemde, medreseler hiçbir zaman fen bilimlerinin öğretildiği ve felsefe eğitiminin verildiği kurumlar olmamış, Gazali öncesi bilimler de neşet etmemiş, tam tersine, Osmanlılarda medreselerde fen bilimleri, belirli oranlarda ve dolaylı olarak yer almıştır.” (s.211) aktararak pozitif bilimlerin İslam dünyasındaki yerini göstermeye çalışmıştır.
Erol Güngör’den Osmanlı ulemasının çağın gerisinden gelen bir eğitim aldığını aktaran Süleyman Eryiğit buna rağmen Erol Güngör’ün Osmanlı ulemasını “modernleşmeye hiçbir zaman karşı çıkmadıkları gibi, pek çok reformların İslam’a hiç de aykırı düşmediğini ilan etmekte modernistlerle adeta yarışa girmişlerdir.” (s.224) bakış açısıyla gördüğün de ifade etmektedir. Ayrıca Erol Güngör “dinin aslında bulunmayan şeylere din adına karşı çıkmanın” günümüz ulemasının vasıflarından olduğunu da bu düşüncüleriyle birlikte zikretmektedir. Süleyman Eryğit’e göre Erol Güngör “Modernitenin alternatifinin İslam’ın her çağı yeniden yorumlayan” felsefesi olduğunu savunmaktadır.
Süleyman Eryiğit’in bugüne kadar hep tasvip eden ve onaylayan bakış açılarına mensup aydınlar tarafından yazılan Erol Güngör hakkındaki yazılardan farklı olarak yazdığı “Erol Güngör- Eleştirel Bir Okuma” adlı kitabında her ne kadar Erol Güngör’e muhalefet etmiş onun öneri ve görüşlerini eleştirmiş gibi gözükse de aslında Erol Güngör’ün daha iyi anlaşılmasın bir katkı sağlamıştır.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.