Cumhuriyetin 83. yılı geçmiş yıllara nazaran daha
büyük kalabalıklar tarafından kutlandı. Üstelik
kutlamalardaki coşku daha fazla, kalabalıklar daha
canlıydı. Kutlamalarda bayrakların fazlalığı geçmiş
yıllarla mukayese edilince hemen fark ediliyordu. Bu
farklılıklar şuurlu tercihlerin neticesi mi, yoksa
kitle psikolojisinin yansımaları mı ayırt etmek zor.
Farklılıkların yanı sıra değişmeyen şeyler de kendini
hissettiriyor: Cumhuriyet balolarındaki bildik
manzaralar; ortaçağ
karanlığı-aydınlanma-çağdaşlık-uygarlık-lâiklik
kelimelerinin bolca boca edildiği kutlama
açıklamaları; cumhuriyet üzerinden yapılan
iktidar(!) gösterileri/ bilek güreşleri ise geçmiş
yılların izlerini taşıyordu.
Cumhuriyete karşı olduğunu söyleyebilen kimsecikler
yok. Ama, cumhuriyeti sahiplenenlerin birbirleri ile
taban tabana zıt açıklamalarına bakılırsa herkes
cumhuriyete farklı anlamlar yüklüyor ve kendi
cumhuriyetine, sadece kendi cumhuriyetine hayat hakkı
tanıyor.
Geçmiş yıllarda cumhuriyetin erdem ve fazilet üzerine
kurulu olduğunu savunan sağ kesim ile, cumhuriyeti
lâiklik ve çağdaşlık olarak tanımlayan sol kesim
arasındaki tartışmaları gölgede bırakan cumhuriyetçi –
demokrat atışmalarına bakılacak olursa Türkiye’deki
iktidar mücadelesi farklı bir veçhe kazanmış durumda.
Kendilerini devletin kurucusu, rejimin
bekçisi,memleketin sahib-i aslisi olarak gören ve
iktidarı elinde tutan jakoben-seçkinci-elit güruh ile
milleti temsil iddiasındaki sivil siyasetçiler
arasındaki mücadele inkıtaa uğramış gibi… İktidar
mücadelesinde Batıyı çağdaşlık timsali olarak görüp
önünde diz çökerek el etek öpen, halkı küçümseyerek
aşağılayan, yer yer eziyet, zaman zaman zulm eden
jakobenlerin karşısında, küreselcilerin kurmakta
olduğu yeni dünya düzeni için sahneye sürülmüş, AB ve
ABD mandacılığını demokrasi olarak dayatan, milletin
mevcudiyetini, hele de Türk Milleti’nin varlığını yok
sayan, eski iktidar elitini bile yerli gören yeni bir
zümrenin mücadelesi öne çıkmış durumda.
Ne gariptir ki, Türk Milleti mağduru ve mahkumu
olduğu, kendine yabancılaşmış iktidar elitinden
kurtulma yolundaki mücadelesinde bırakın netice
almayı, oyun alanının bile dışına itilmiş durumda.
Millet adına, milleti temsil iddiasında olan diğer
guruplar, diğer partiler, diğer teşkilatlar ne yapar,
ne eder bilemem. Ama Ülkücüler, cumhura haşerat
nazarıyla muamele eden cumhuriyetçiler ile milliyeti
yok sayan, milleti yok etmeye çalışan demokratların
oyununa seyirci olmak veya şer mi, yoksa ehven-i şer
mi diye tercih meramına düşmek gibi bir zilletin
içinde olamazlar.
Türk Milletine elinden alınan devletini teslim etmek,
ve onu yeniden iktidar sahibi yapmak için siyaset
zemininde teşkilatlanan Ülkücülerin siyasi partisi,
O’nun söz söyleme ve iş yapma kudretini elinde
bulunduran idarecileri sahada oyuncu olmak yerine saha
kenarında top toplayıcı olmayı hiçbir hal ve şart
dahilinde kabullenemezler.
Yaşanılan süreçte milli kimlik zayıflarken, millet
hızla atomize olurken, devlet kendi varlığına son
verecek hamlelerin birbiri ardınca sıralanmasına kendi
eliyle imkan verirken, milletin yegane ümidi olarak
yeni bir DİRİLİŞ hamlesini başlatma cehd ve iradesini,
iman ve cesaretini göstermekte gaflete düşenler yarın
bir gün gafletlerinden uyansalar bile dâvâsına
sahiplik edecekleri bir milletin mevcudiyetini, Türk
Milletini bulamayabilirler! Kendilerine yol
arkadaşlığı, dâvâ arkadaşlığı yapacak Ülkücüler
bulamayabilirler!
Bu gafletin hesabını sadece şehitlik mertebesine
ulaşmış Ülküdaşlarına ve onların geride bıraktıkları
emanetçilerine, Ülkücülüklerini borçlu oldukları
Alparslan Türkeş’in ruhaniyetine değil bütün Türk
Milletine vermek zorunda kalacaklarını şimdiden
hatırlatalım.
Bizi ilgilendiren hiçbir oyunun seyircisi olamayız…
Biz sahada olmalıyız!
Bizim olmayan bir devletin rejimi cumhuriyet olmuş,
demokrasi olmuş bize ne? Biz devlet olmalıyız!
Olmalıyız ki, DEVLET nedir, nicedir alem görsün.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.