SÜRGÜNDEN DÖNÜŞ
13 Kasım 1960 tarihinden yirmi yedi ay sonra, 21 Şubat 1963 günü karayoluyla Edirne’den yurda dönen Türkeş, yine aylarca bütün basının odak noktasında kalır. Bu kez, en fazla, başta Zafer, Adalet ve Son Havadis olmak üzere AP yanlısı gazeteler saldırmaktadır. Ahmed Emin Yalman ise Vatan, sonra Hür Vatan ve o da battıktan sonra çıkardığı Hareket isminde altı ay ömürlü okunmaz bir gazetede Türkeş aleyhdarlığına devam eder. Menderes’in asılmasına ses çıkaramayan, bu siyasî cinayetlerin üzerinden daha bir ay geçmeden yapılan seçimlerde meclise kapağı atarak Cemal Gürsel’in karşısına cumhurbaşkanı adayı çıkarmak yürekliliğini gösteremeyen sağ partiler ve basındaki karaktersiz taraftarları sürekli demokratlıktan dem vurmaktadır. Yeni İstanbul ile Son Havadis arasında sert tartışmalar yaşanır. Türkeş, İstanbul’a geldiği gün yaptığı basın toplantısından sonra Ankara’ya gider, sözlerini çarpıttıkları için bir iki istisna dışında gazetelere pek beyanat vermemeyi tercih eder. İki yıl boyunca Türkeş hakkında yazılıp çizilenlere ses etmeyen Gürsel ise, Türkeş konuşunca, ‘böyle konuşmamalı’ şeklinde hakkaniyetli olmayan bir açıklama yapar. Türkeş’e vurmak serbest, onun kendini savunması ise sakıncalıdır.
Hür Sosyalist Partisi lideri Fıstıkçı Cahit’le iztihzadan, Türkeş’in bu vatanda yeri yoktur diyen Adalet gazetesi yazarı bir alçağa, emekli bir zavallıya yazdırılan Hareket’teki bir mektuptan kafatasçı diyen bir yığın seviyesiz müfteriye kadar 21 Mayıs 1963’e değin sürecek bu devrede namuslu birkaç kalem erbabına rastlanır.
TÜRKEŞ’E HAVLAYANLAR
Medeniyet, 3 Mart 1963.
Türkeş’e Havlayanlar!..
Türkeş ve gazeteler… Albay Alparslan Türkeş, Hindistan’daki görevinden avdet eder etmez, memleketimizin kaderini, hemen hemen, bir talihsizlik eseri olarak ellerinde tutan gazeteler, başladılar gene havlamaya… Bu havlama, öyle görülüyor ki, hiç bitmeyecek… Şimdi kalkıp Cumhuriyet gazetesinin, Türkeş konusunda tarafsız kalmasına, yahut Türkeş ile ilgili olaylarda tarafsız kalmasına imkân var mıdır? Keza Milliyet gazetesi, kalkıp da Albay hakkında, tek lehte satır yazabilir mi? Siz bunlara, muhalif geçinen öteki sapıkları da katınız…
Biz bu satırları yalnız Türkeş mes’elesiyle ilgili olarak yazmıyoruz… Türkeş mes’elesi, bir vesiledir… Ve önemli bir örnektir.. Şurası bir gerçektir ki, Türkiye’nin mümeyyiz karakteri, <<Geleni pohpohlamak, gideni dekmelemek…>> olarak meydana çıkmıştır. Bugün, Türkeş’in aleyhinde sütun dolduranlara şöyle bir bakınız, göreceksiniz ki, hepsi dün, emekli albayın dalkavuklarıydı…
Bunlar Türk siyasî hayatının renkli sayfaları olarak tarihe intikal ediyor… Yarın elbette tekrar açılıp okunacak… Ve asıl karar o zaman verilecek… Bu kararlar, zamanımızın siyaset şöhretlerinin şeref hanelerine kaydedilecek ve bunlar çocuklarına kalan unutulmayan, silkilip atılamayan birer miras olacak…
Başa geçince alkışlamak kadar kolay ne vardır? Ama baştan gidince, gidenin hakkını teslim etmek, bir karakter, mes’elesidir.
Başa gelen ahlâksızsa, alkışlama… Yok alkışlıyorsan, gidince, arkasından küfretme, yumruk sallama… İnsan, bu hissini kaybetti mi artık ölüdür.
Rahmetli Menderes için, <<Devrin en muktedir Başvekili>> diyen, İnönü’nün damadı Metin Toker’di… Besleme Zafer gazetesinin <<Hık…>> deyicisi gene Metin Toker’di… Metin Toker, <<Devrin en muktedir Başvekili Adnan Menderes>> demek suretiyle, Menderes’e ait bir idarenin buğday ambarından çöplenmiştir… Kendisinin bir çöplenici olduğunun anlaşılması ve artık, kendisine gelen beleş suların kesilmesi üzerine rotayı değiştirmiş ve başka ambarlara dalmıştır. Bu adam, ki ne derece adamdır bilemiyorum, Menderes’in ölüsüne dahi, küfretmekten çekinmeyecek kadar insanlık yoksunudur… Şimdi hatırlayınız, Menderes’i tenkit edenler içinde pek çok şerefli insanlar vardı, vardır ve olacaktır… Bunlar Menderes muhalefetteyken de aynı şeyi söylemişler, iktidardayken de iddialarından vazgeçmemişlerdir… Ama bu adamların adam olanlarından biri, kalkıp, Yassıada dâvalarının başı önündeki sanığı için tek kötü söz söylemişler midir? Hayır! Menderes’e o günlerde küfredenler, yarın, şimdi övdüklerine de aynı şeyi yapmak ve yeni buğday ambarlarının kapılarını kendilerine açmak için büyük bir iştiha ile bekliyorlar…
Şu bilinmelidir ki, bu gazeteler ve bu zavallılar öyle diyorlar, öyle yazıyorlar diye, Türk Milleti onlara iltifat mı ediyor? Asla… Bundan sonra da etmiyecek… Çünkü Türk Milleti asildir! Çünkü Türk Milletinin üzerinde dikkatle durduğu tek varlığı kesesi değil, vicdanıdır…
Biz, bu noktada albay Türkeş’i işte bu bakımlardan düşünüyor ve üzülüyoruz… Dün başbakanlık merdivenlerinde temennalar çakanlara ibretle bir bakınız… Bugün gene aynı mevkiin merdivenlerinde aynı temennaları çakabilmek için birbirleriyle itişiyorlar… Yarın da, hayatları bundan başka türlü olmayacak.
Galiba, bu memlekette, kişinin en büyük talihsizliği, boş bulunup bir mevkide gelmekle başlıyor…
Hindistan’a giden bir arkadaşım, Türkeş’e, dilinin döndüğü kadar bunları anlattığını söylemişti… Belki artık anlamıştır… Belki artık, Türkeş’e yöneltilen köpek havlamaları hiç dinmeyecektir ama, sanırım, emekli albay da kulaklarını ona göre ayarlamamak tecrübesizliğini üzerinden atmıştır…
Memleketine yeniden dönen her insana, <<Hoş geldin…>> demek bir görevdir… Kimin sürgünü olursa olsun, bir görevdir… Hoş geldin, Türkeş!. Vatandaşlar seni, içlerindeki duygulara göre yeniden ölçecek, biçecek, tartacak ve değerlendirecektir… Hoş geldin!.
---
Gece Postası, 3 Ocak 1963.
14 ler Tekrar Birleştiler
[Tam sayfa manşet]
14 ler arasında bir süreden beri devam eden fikir ayrılığı Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı ve Alparslan Türkeş’in Atinada yaptıkları bir toplantı ile sona ermiştir… Orhan Kabibay Brükselden yurda dönerken Orhan Erkanlı’nın görevli olarak bulunduğu Atinaya uğramış, burada Türkeş’in iştirakiyle 27 Mayıs ihtilâlinin yurt dışına çıkarılan üç lideri birkaç gün süren görüşmeler yapmışlardır… 14 ler evvelce fikir ayrılığında oldukları bazı meselelerde anlaşarak 14 lerin tekrar bir bütün hâlinde çalışmasının faydalı olacağı fikri etrafında birleşmişlerdir. Bundan gayet gizli tutulan Atinadaki toplantıya iştirâk eden Türkeş yurda dönme kararını bir süre için tehir etmiş ve Kabibay Yılbaşını geçirmek için memlekete gelmiştir. Brükseldeki görevine dönmiyeceği kesin olarak söylenen Orkan Kabibay, Türkeş ve Erkanlı ile vardıkları anlaşma gereğince çalışmalariyle ilgili olarak yurtta bâzı önemli temaslar yapacaktır..
Ekspres Ankara, 11 Ocak 1963
Türkeş Geliyor
[Tam sayfa manşet]
İhtilâlin “Kudretli” Albay’ı Beyrut’ta 2 gün dinlenecek
13 Kasım 1960 günü yapılan harekette 1. Millî Birlik Komitesi dışında bırakılıp, yurt dışındaki çeşitli Büyükelçiliklere Devlet müşaviri olarak tayin edilen 14’lerden Alparslan Türkeş 18 Ocak Cuma günü Ankara’ya gelecektir. İki yıldan fazla bir süreden beri Yeni Delhi’de bulunan emekli Kurmay Albay Alparslan Türkeş, kendi isteğiyle merkeze alınmış ve Hindistan’daki görevi böylece sona ermiştir. Türkeş ailesiyle birlikte 16 Ocak günü uçakla Yeni Delhi’den hareket edecek ve o gün Beyrut’a varacaktır. <<İhtilâlin kudretli Albayı>> iki gün Beyrut’ta dinlenecek ve 18 Ocak Cuma günü saat 14.40 da uçakla İstanbul Yeşilköy hava alanına gelmiş olacaktır.
Gece Postası, 11 Ocak 1963
Türkeş Geliyor
[Tam sayfa manşet]
Ondörtlerden Yeni Delhi Müşavi Alparslan Türkeş, 18 Ocak’ta yurda dönecektir. Kendi arzusu ile merkeze alınan Türkeş, 18 Ocak’ta eşi ve çocukları ile beraber Yeni Delhi’den hareketle Beyrut’a gelecektir. Beyrut’ta iki gün kaldıktan sonra Türkeş, 18 Ocak günü Ankara’ya varacaktır. Türkeş’in yurda döndükten sonra politik temaslar yapacağı ve siyasî hayata atılacağı tahmin edilmektedir.
Medeniyet, 11 Ocak 1963.
Alparslan Türkeş 18 Ocak’ta Türkiye’de Olacak
Alparslan Türkeş , 18 Ocak’ta şehrimizde olacağını, bir yakınına yazdığı mektupta bildirmiştir. Öğrenildiğine göre Alparslan’ın memleketimize muvasalatı sırasında CHP gençlik kolları kendisine hava alanında protesto gösterisinde bulunacaklardır. Bazı AP lilerin de, bu protestolara katılacakları, teyid edilmeyen haberler arasındadır.
Ekspres, 16 Ocak 1963.
Türkeş bugün yola çıktı!
İki senelik ayrılıktan sonra Alparslan Türkeş Türkiye’ye müteveccihen bugün yola çıktı. Türkeş, memlekete dönünce ya bir siyasî parti kuracağını veya mevcut partilerden birine iltihak edeceğini söylemiş ve Feridun Cemâl Erkin’in, muhtelif elçiliklerde bulunan 13 arkadaşının, memlekete dönmesi için emir verdiğini açıklamıştır.
Türkeş, karısı ve çocuklarıyla bugün Ankara’da olacağını fakat orada kalmayarak Avrupaya doğru yoluna devam edeceğini ve birkaç hafta sonra memlekete döneceğini belirtmiş bulunmaktadır.
Medeniyet, 17 Ocak 1963.
Alparslan Türkeş yarın saat 14.30 da Middle East uçağı ile geliyor
Yakınlarına gönderdiği mektuplarla 16 Ocak Çarşamba günü Ankara’da olacağını bildiren Alparslan Türkeş dün gelmemiştir. Kızı ve yakınları saatlerce Esenboğa Hava Alanında Pan uçağını beklemişlerse de Türkeş uçaktan çıkmamıştır. Pan personeli Türkeş’in Tahran’da uçağı terk ettiğini, Cuma günü saat 14.30 da Esenboğa Hava Alanında olacağını bildirmişlerdir. Türkeş’in uçağı terkediş sebebi öğrenilememiştir. Resimde Türkeş’in kızı ve yakınları Hava Alanında uçağı beklerken görülüyor.
Son Havadis, 17 Ocak 1963.
Dün beklenen Alparslan Türkeş gelmedi!
14’lere mensup olup, Yeni Delhi Elçiliğimizde Müşavirlik görevinde bulunan emekli Albay Alparslan Türkeş, dün Yeşilköy Havaalanında uzun müddet beklenmişse de gelmemiştir. Bir ajansın verdiği haberde, Türkeş’in dün Yeni Delhi’den ayrılarak, Türkiye yolu ile Avrupaya gidip, bir müddet sonra yurda döneceğini bildirmesi üzerine gazeteciler, Yeşilköy Havaalanında saatlerce eski MBK üyesi ve ihtilâl liderlerinden olan Türkeş’i beklemişlerdir. Yeni Delhi’den gelen bir uçak saat 10.30 da hava muhalefeti yüzünden Yeşilköy Havaalanına inemeyip, Beyrut’a gitmiştir. Saat 12.20 de beklenen diğer bir uçak ise rötarlı olarak gelmiş, fakat Türkeş bu uçaktan çıkmamıştır.
Son Havadis, Medeniyet, 18 Ocak 1963.
Türkeş’in eşi yurda döndü
Türkeş ise evvelki gece Yeşilköy hava alanına inmeden Avrupa’ya geçti
Hindistan’ın Yeni Delhi şehrindeki Elçiliğimizde müşavir olarak görevli bulunan 14’lerden Alparslan Türkeş’in eşi, dün saat 13.15 te bir Pan-American uçağı ile Beyrut’tan, yanında iki kızı ve oğlu olduğu halde Yeşilköy hava alanına gelmiş, oradan da gümrük kontrolünü müteakip başka bir uçakla Ankara’ya gitmiştir.
Türkeş’in eşi gazetecilerin sordukları muhtelif suallere cevap veremiyeceğini, özür dileyerek bildirmiştir. Öte yandan, Türkeş’i Avrupaya götüren uçak, geçen gece hava muhalefeti dolayısıyla Yeşilköy’e inememiş, geri dönerek İstanbul yolcularını Beyrut’a bıraktıktan sonra, Avrupaya hareket etmiştir.
Zafer, 19 Ocak 1963.
Evvelki gün akşamüzeri saat 19’da gazetemizin telefonu çaldı. İstanbul muhabirimiz, 14’lerden Yeni Delhi müşaviri Alparslan Türkeş’in Avrupa’ya geçtiğini, ailesinin ve çocuklarının ise uçakla Ankara’ya hareket ettiği haberini ulaştırdı.
Türkeş’in ismi birçok hâdiselere karışmış, hakkında türlü şeyler söylenmiş ve söylenmekte idi. Alparslan Türkeş kuvvetli adam olduğu hissini yayabilmek için elinden geleni yapıyordu. Yeni Delhi’de bulunduğu müddetçe hareket ve sözleri ile daima karanlıkta kalan Türkeş, ne yapmak istiyordu? Ne yapmağa muktedirdi? Esrarengiz çalışmaları ile Yeni Delhi müşaviri, efkârı umumiyenin tecessüs ve dikkatini toplamıştı. Kendisiyle konuşmakla birçok şeyleri aydınlığa çıkarabileceğimizi ümit ediyorduk. Biz neden ve nasıllara kendi ağzından cevap almayı beklerken, Türkeş’in Türkiye’ye uğramadan meçhul bir semte gidişi tereddütleri bir kat daha attırdı. Hiç değilse eşi en yakını olarak bizleri aydınlatabilirdi.
Kader Mahallesi
Alparslan Türkeş’in ailesini bulup konuşmak görevini alınca; adreslerinin tesbitinde hayli güçlük çektik. Sorup soruşturduk.. Türkeş’in ismi eskiden 14 Mayıs, MBK zamanında 27 Mayıs olan mahallede bir katı bulunduğunu öğrenebildik.. Sokak ismi: Kader… Foto muhabiri ile evi bulup kapıyı çalmamız fayda vermedi.. Komşularından haber almağa çalışıyorduk. Amerikalı aileler bilmediklerini söylediler. Albay Ekrem beyin hanımı ise Türkeş ailesinin Kavaklıderedeki akrabalarına gittiklerini, Cebeci’deki bir dostlarında yemekte kalacaklarını söyledi.
İzimizi nasıl buldunuz?
Alparslan Türkeş’in bütün dost ve akrabalarını tesbit ederek, Kavaklıdere’de oturanını bulmak istiyorduk. Hatırımıza Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi profesörlerinden Hüseyin Cahit Oğuzoğlu geldi. Kendisi Kıbrıslı idi. Türkeş’le akraba bulunuyordu. Kızını da Koncay Hüseyinoğlu isminde bir mühendisle pek yakında evlendirmişti. Türkeş ailesini olsa olsa Kavaklıderede Hüseyincioğlu’nun evinde bulabilirdik. Bestekâr Sokak Hacı Ali Apartmanın 7 nci dairesinin kapısını çaldığımız vakit kapıyı açanın sual sormasına meydan bırakmadan Bayan Türkeş’i aradığımızı söyledik.. Esasen Türkeşler içeride salonda toplanmış konuşuyorlardı. Bu âni baskın biraz kendilerini şaşırttı. Bayan Türkeş’in ilk suali <<izimizi nasıl buldunuz>> oldu..
Söyleyecek söz yok
Muzaffer Türkeş gazetecilere söylenecek bir sözü olmadığını kati bir lisanla belirtti. Biz sordukça o susmağı ve kaçamak cevaplar vermeği tercih etti. <<Türkiyeden Hükûmet biletlerimizi gönderdi ve geldik>> dedi. Alparslan Türkeş’i sorduk.. Bileti Yeni Delhi – İstanbul arasında olacağına göre cebinden para ödeyerek nereye gitmişti? Kıbrısa mı, Paris veya Brüksele mi? Muzaffer Türkeş bunlara da cevap vermek istemiyordu.
Hayatımızı yaşamak istiyoruz
Devamlı ısrarımız karşısında <<şahsi işlerimizi takibe gitti, çok kısa zamanda gelecek, o zaman duyarsınız>> diye ilâve etti. <<Alparslan Türkeş bir siyasî parti kurmak istiyormuş, siyasete atılacakmış, bu bakımdan dışardaki arkadaşları ile konuşabilmek için Türkiyeye uğramadan başka yere geçmiş olabilir>> dedik. Bayan Muzaffer Türkeş, kelimelerin üstüne bastıra bastıra sualimizi şöylece cevaplandırdı <<Biz kendi hayatımızı yaşamak istiyoruz. Evimizle, çocuklarımızla, onların tahsilleri ile meşgul olmağı tercih ediyorum.>>
Canının istediği yere gider
Türkeş’in müşavirlik vazifesinden istifası, merkezde çalışıp çalışmayacağı, izin durumu hakkındaki sorumuza bunları <<Hariciye Bakanlığına sorunuz>> diyen Bayan Türkeş’e karşılık kızlarından birisi <<babam canının istediği yere gidebilir>> diye söze karıştı.
Doğruyu yazın
Cevapsız kalan bazı suallerimiz karşısında, <<Ne yazalım?>> diye sorduğumuz zaman aldığımız cevap: <<Gazeteciler serbesttir. İstediklerini yazarlar. Yalnız bir de doğruyu yazabilseler>> oldu. Zekâi Komşuoğlu.
Türkeş Beyrut’ta
Alparslan Türkeş dün Beyrut’a gelmiş, hava alanında gazetecilere, burada kısa bir müddet kaldıktan sonra, Avrupaya geçeceğini söylemiş, 26 aydan beri memleketten uzak kaldığım için memleketin durum ve şartlarını bilmiyorum. Gider gitmez halkla temas edip aydınlarla görüştükten sonra hangi sahada memlekete faydalı olacaksam o yönde çalışacağım, demiştir.
Tercüman, 19 Ocak 1963.
Tercüman’a özel beyanat veren Türkeş “Türkiye ancak hürriyet içinde kalkınır” dedi
14’lerden, emekli Kurmay Albay Alparslan Türkeş, bugün uçakla Beyruttan İsviçreye gidecektir. Türkeşin İsviçrede Ali Fuat Başgil ile buluşacağı anlaşılmaktadır. Emekli Albayın eşi Muzaffer Türkeş ve çocukları da Ankaraya gelmişlerdir.
Dün Ankara büromuz, Alparslan Türkeş’i Beyrutta kaldığı otelde telefonla bulup görüşmüştür. Türkeş <<Yarın (bu gün) Beyruttan İsviçreye gideceğim, orada iki hafta kadar kalacağımı sanıyorum>> demiştir. Bu seyahatin sebebini açıklamak istemeyen Türkeş, ısrarlı suallerimiz üzerine şunları söylemiştir:
<<Bazı özel işlerim için İsviçreye gitmekteyim. Oradan doğruca İstanbul’a geleceğim. Ocak ayı sonunda Türkiyede olacağımı sanıyorum. Memleketime döneceğim için sevinç içindeyim. İsviçre seyahati olmasaydı, ailemle birlikte gelecektim>>
Karar vermemiş
Bu telefon görüşmesinde Türkeş, Türkiyeye döndükten sonra aktif politika yapıp yapmıyacağını kesin olarak açıklamamış <<Bu meseleyi geldikten sonra kararlaştıracağım. Şimdilik aktif politikaya girip girmemeğe karar vermiş değilim. Türkiyenin hürriyet içinde kalkınacağına inanıyorum. Yersiz ve sebepsiz münakaşaları bırakıp vatanın selâmeti için çalışmalıyız. Geride kalıp ezilmemek için yükselmeğe mecburuz.>>
Türkeş – Başgil
Türkeşin İsviçre seyahatinin Prof. Ali Fuat Başgil ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Bilindiği gibi gözlerinden rahatsız bulunan Başgil, uzun bir süredir İsviçrede tedavi olunmaktadır. Alparslan Türkeş’in Ali Fuat Başgil ile buluşup, Türkiyenin iç politikası hakkında fikir teatisinde bulunması ihtimal dahilindedir. Türkeş – Başgil görüşmesinde AP ile ilgili bazı hususların gözden geçirileceği de tahmin edilmektedir. Emekli Kurmay Albay, dünkü telefon görüşmemizde bu hususta herhangi bir açıklamada bulunmadığı gibi, Başgil ile de görüşeceğini söylememiştir.
Türkeş ailesi Ankarada
Alparslan Türkeş’in eşi Muzaffer Türkeş ve çocukları Perşembe gecesi uçakla İstanbuldan Ankaraya gelip, 14 Mayıs mahallesinde Kader Sokak 3 numaradaki evlerine yerleşmişlerdir. Türkeşin dört kızı bir oğlu vardır. Kızlarının isimleri Ayzıt, Umay, Sevenbige, Selcen’dir. Oğlunun ismi Yıldırım Tuğrul’dur.
Milliyet, 20 Ocak 1963.
Türkeş “Dönünce köy köy dolaşacağım” dedi
Beyrut, Özel Muhabirimiz Neriman Öztürkmen bildiriyor. Türkiye’ye dönmezden Zurich ve Brüksel’e gidecek olan 14 lerden Alparslan Türkeş Beyrut’ta <<Tarih bizi de yazacak onları da yazacak… Ama tarih şarlatanları değil, vesikaları şahit tutacak>> demiştir.
Beyrut’ta mütevazi bir otelde kalan Türkeş , kendine sorduğum sualleri cevaplandırarak şunları söylemiştir: <<Ben artık sade bir insanım… Sıradan bir vatandaş olarak yurda dönüyorum... Hangi alanda ve ne şekilde memleketime faydalı olabileceksem o yönde çalışacağım. Halka ve aydınla temas edeceğim... Köy köy dolaşacak, adım adım Türkiyeyi gezeceğim. Ondan sonra ne yapmak lâzımsa onu yapacağım. Parti kurma işine gelince, partili olmadan da memlekete hizmet edilebilir kanaatindeyim.>>
Hindistan hakkındaki intibaları için de Türkeş, <<Her yıl Türkiye kadar çoğalan üstüste insanları ve üstüste problemleri olan bir memleket. Ben yalnız Hindistanı değil, Çin, Pakistan ve Endonezyayı da imkânlar nisbetinde tanımaya çalıştım. Askerlik sevdiğim bir meslektir. Orada kaldığım iki yıl zarfında gene en çok kendi mesleğim üzerinde çalıştım. Fakat çalışmalarımın ana konusu tabii ki Türkiye’nin dâvâları oldu.
Ekspres - Türkeş sert bir konuşma yaptı
Dün Beyrut’ta bir basın toplantısı yapan Türkeş, Türkiyeye dönmeden önce Brüksel ve Zürih’e uğrayacağını söylemiş ve sert bir konuşma yaparak: <<Tarih bizi de onları da yazacak. Ama tarih şarlatanları değil vesikaları şahit tutacaktır>> demiştir.
Beyrut’ta mütevazi bir otelde kalan Türkeş basın mensuplarına daha sonra şunları söylemiştir: <<Ben artık sade bir vatandaşım. Sıradan bir vatandaş olarak yurda dönüyorum. Hangi alanda ve ne şekilde memleketime faydalı olacaksam o şekilde çalışacağım. Halka ve aydınla temas edeceğim. Köy köy dolaşacağım. Türkiyeyi gezeceğim. Ondan sonra ne yapmak gerekiyorsa onu yapacağım. Parti kurma işine gelince partili olmadan da memlekete hizmet edilir.>>
Türkeş Hindistanın sosyal yapısının bir çok meseleleri de ihtiva ettiğini; Çini, Pakistanı ve Endonezyayı da bu arada tanımağa çalıştığını belirtmiş fakat iki yıl zarfında daha ziyade memleketinin meseleleri ile ilgilendiğini açıklamıştır.
Ekspres Ankara, Gece Postası, 24 Ocak 1963.
Fazıl Akkoyunlu’ya göre 14 ler Siyasî Parti kuruyor
Afganistan’ın Başkenti Kabil’de Hükûmet Müşaviri iken bu görevinden istifa ederek yurda dönen 14 lerden Fazıl Akkoyunlu önceki gece Cumhuriyet Lisesinde Turgut Özakman’ın Ocak adlı oyununa gitmiştir. Perde arasında kendisi ile konuştuğumuz Akkoyunlu bir çok yurt meselesine temas ederek 14 lerin siyasî bir parti kuracaklarını ima etmiştir. Önce piyesten söz açan ve Türk ailesinin içinde bulunduğu dramı yansıttığını belirten Akkoyunlu daha sonra yurt sorunları karşısındaki düşüncelerini şöyle ifade etmiştir:
<<14’lerin içinde her hangi bir fikir ayrılığı yoktur. Parçalanma sözleri temenniden ibarettir. Sosyalist fikirlerin su yüzüne çıkması sosyal hayatımızda bir gelişmedir. Parti kurmamız için bir süre bekleyin. Çok kısa bir zamanda her şey hallolacaktır. Biz bir defa yurdu kurtaralım dedik yurt dışına sürüldük. Biz kimiz, neyiz bunu düşünüyoruz. Milletimize bunu açıklamakta fayda görüyoruz.>> Bugünkü politikacılar konusunda: <<Onların hepsi bu düzenin kişileri. Onlardan halkı düşünmeleri, halka inanmaları beklenemez. Onlar geçen on yılın politik hayatında yoğrulmuş ve pişmiş kimselerdir. Onun için bu milletin kaderini onların iradesi umuduna bağlamak kadar hatâlı bir düşünce olamaz. 27 Mayıs için, fikirsiz yapılmış bir ordu hareketi diyerek ihtilâli küçümsemek istiyorlar. Aslında 27 Mayıs ihtilâlinin fikriyatı vardı ve çok ölçülüydü. Bu fikirler 14 lerle yurt dışına çıkarılmak istendi. Fakat biz ayni fikirleri götürdük. Gittiğimiz yerlerde geliştirdik. Ve gelirken gerisin geriye yurda getirdik. O fikirler bundan böyle su yüzüne çıkacaktır. Biz onları yaşatacak ve geliştireceğiz. Bu gün içinde bulunduğumuz durumdan tüm yurt münevverleri sorumludur. Demokrasi diyorlar. Ve bizi bir demokrasi düşmanı olarak suçluyorlar. Aslında bugün Türkiyedeki demokrasi ile Batı demokrasisinin hiç bir bağlantısı yoktur. Tekrar ediyorum, her şey yakında su yüzüne çıkacaktır.>> demiştir.
14 lerin önümüzdeki günlerde şehrimizde bir siyasî parti kuracaklarına muhakkak nazarı ile bakılmakta ve bu söylentiler bizzat şehrimizde bulunan 14 ler tarafından teyit edilmektedir.
Yeni İstanbul, 25 Ocak 1963.
Alparslan Türkeş İsviçre’de Özdağ ve Taşer ile Görüştü
Yeni Delhi’deki görevinden ayrılan Alparslan Türkeş Bern’de bulunmaktadır. Türkeş, Bern’de bulunan Dündar Taşer ve bir süredenberi İsviçre’de bulunan Muzaffer Özdağ ile buluşmuştur. Özel temaslarda bulunan Türkeş, Türkiye’ye dönüş hazırlıklarını tamamlamaktadır.
14’lerden eski Kâbil Büyükelçiliği Müşaviri Fazıl Akkoyunlu dün gece Cumhuriyet Lisesi konferans salonunda oynanan Turgut Özakman’ın “Ocak” piyesini seyretmiş ve kendisiyle görüşen basın mensuplarına, 14’lerin parçalanmadığını, kendilerinden korkulduğunu ifade etmiş, 14’lerin içinde herhangi bir fikir ayrılığı olmadığını söyleyerek “parti kurmamız meselesinde birazcık sabırlı olun. Her şey çok kısa zamanda hallolacaktır. Yakında milletin karşısına çıkacağız. Biz kimiz, neyiz , ne düşünüyoruz? bunları yakında açıklayacağız. 14’lerin içinde herhangi bir fikir ayrılığı yoktur.” demiştir.
Hergün, 11 Şubat 1963.
Bu gün gelmedi
Bugün şehrimize dönmesi beklenen Alparslan Türkeş yurda dönüşünü bilinmeyen bir sebeple ayın 14 üne tehir etmiştir. Türkeş’in ayın 14 ünde trenle şehrimize geleceği 14 tarafından açıklanmıştır.
Ekspres Ankara, 17 Şubat 1963.
Yenişehir’de sabaha karşı Esrarengiz Bir Olay Vardı
Bu sabaha karşı Yenişehir’de polis ve inzibat kuvvetlerinin yaptıkları bir baskın hayli söylentilere sebep olmuştur. Bir kaç jeep içinde Yenişehir Yüksel caddesine gelen polisler ve inzibatlar tam saat ikide büyük bir apartmanın önünde durmuşlar ve bir kaç vazifeli içeri girip çıktıktan bir kaç dakika sonra buradan ayrılmışlardır. Mıntıka karakollarının haberi olmadığı bu baskının ne için yapıldığı veya apartmanın hangi dairesine girildiği tesbit edilememiştir. Bu sabah kendileriyle görüştüğümüz apartman sakinleri, bahis konusu saatte kapılarının çalınmadığını ve gelen polislerle inzibatlarda da haberdar olmadıklarını ifade etmişlerdir.
Emniyet Müdürü Ali Ulvi Sulikioğlu ise, büyük bir hırsızlık olayına el konulduğunu neticenin ancak yarın açıklanabileceğini ifade etmiştir.
Vali Enver Kuray, olaydan olmadıklarını, hâdise olmaması gerektiğini ifade etmiştir.
Ancak, Emniyet Müdürünün büyük bir hırsızlık olayı iddiasına rağmen mıntıka karakollarının durumdan haberdar olmamaları, bugüne kadar hırsızlık olaylarında resmi kıyafetli polisin görev almadığı ve hele inzibat mensuplarının bu işte hiçbir ilgileri bulunmaması gerektiği göz önüne alnınca geceki hâdise hayli esrarengiz bir duruma girmiştir.
Polis ve inzibat birliklerinin kapısında durdukları apartmanın iki dairesinde 14’lerden Orhan Kabibay ile 22 Şubatçılardan Dündar Seyhan’ın oturmakta oluşları bilhassa dikkati çekmiştir.
Aynı ekibin, bu olaydan bir kaç dakika önce de Yenişehir’de Sümer sokaktaki 22 Şubatçıların Lideri Talât Aydemir’in evinin önünden geçmiş olması söylentilerin artmasına sebep olmuştur. Emniyet Müdürünün bir açıklama yapmaması ise bütün bu söylentilerin kaynağı olmuş, Ulvi Sulikioğlu’nun tutumu şüpheleri arttırmıştır.
Öte yandan, Alparslan Türkeş’in bugünlerde yurda döneceği haberleri üzerine Ankara Emniyet teşkilâtı başta Esenboğa olmak üzere Ankara’nın çeşitli bölgelerinde geniş ölçüde tedbir almaya başlamıştır. Bu tedbirin ne sebeple alındığı belli değildir. İlgililer ise hiçbir tertibin bahis konusu olmadığını ifade etmişlerdir.
Yeni İstanbul, 18 Şubat 1963.
Kabibay ve Seyhan’ın evine baskın yapıldı
Dün gece Ankara’da esrarengiz bir olay vukubulmuş ve 10 a yakın jeep’e bindirilen inzibat erleri ile sivil polis memurları Yenişehir’in Yüksel Caddesi ile Saracoğlu mahallesinin Sümer sokağında kol gezmişlerdir.
Görenlerin ifade ettiklerine göre jeeplere bindirilen inzibat ve emniyet mensupları Yüksel Caddesinde bir apartmanın önünde durmuşlar ve sivil emniyet memurlarından birkaçı burada vasıtalardan inerek apartmanın meçhul bir dairesine baskın yapmışlardır.
Baskın yapıldığı veya kontrol altına alındığı tahmin edilen Yüksel caddesindeki apartmanın iki dairesinden birinin eski Brüksel Büyükelçiliği müşaviri Orhan Kabibay, diğerinin 22 Şubatçılardan Dündar Seyhana ait olduğu yaptığımız tahkikattan anlaşılmıştır. Bilindiği gibi Kabibay evvelki gece Brükseldeki görevini tamamlayarak memleketimize gelmiştir.
Beraberindeki sivil emniyet mensuplarını Yüksel caddesindeki apartmanın önüne bırakan jeepler daha sonra Talât Aydemir’in oturduğu Saraçoğlu mahallesindeki Sümer sokağına sapmışlardır. Aydemirin evi önünde birkaç dakika bekleyen ve daha sonra evin bulunduğu sokakta ayrı ayrı gruplar halinde gezen jeepler uzun müddet sonra birkaç sivil memuru da buraya bırakarak meçhul bir istikamete doğru hareket etmişlerdir. Emniyet müdürü ise hâdise hakkında bilgisi olmadığını sadece o bölgede büyük bir hırsızlık olduğunu söylemişlerdir.
Ekspres, 18 Şubat 1963.
22 Şubatçılar ile 14’lerin Evleri Arandı
Bu konuda görüştüğümüz Merkez Kumandanı Albay Orhan Çokdeğer <<Biz görevimiz icabı haftada bir iki defa böyle kontroller yaparız. Bu yaptığımız aynı zamanda amme hizmetidir.>> demiştir.
Emniyet Müdürü ise büyük bir hırsızlık olayına el koyduklarını neticenin daha sonra açıklanacağını ifade etmiştir.
Vali ise, <<Polis zaman zaman askerle iş birliği yaparak şehri koruyor. Bu kontrollerde adı geçen şahısların evlerine baskın yapıldığı kanaatinde değilim>> demiştir.
Gece Postası, 18 Şubat 1963.
Orhan Kabibay ile Dündar Seyhan’ın evleri arandı
22 Şubat olaylarının 1. yıldönümünün yaklaşması ve son günlerde ihtilâl olacağı yolunda bazı ihbarlar ve söylentiler hükûmeti harekete geçirmiştir. Bu konu ile ilgili olarak Ankarada oturan 22 Şubatçılardan bazılarının evleri devamlı olarak kontrola tâbi tutulmakta ve Ankara Merkez Kumandanı ve muavini 22 Şubat harekâtının lideri Emekli Kurmay Albay Talât Aydemir’in evi önünde er elbisesi giyerek nöbetçi erlerin arasında dolaşmağa başlamışlardır.
Jeeplere bindirilmiş polisler dün akşam 22 Şubatçılardan Dündar Seyhan’la, 14 lerden Orhan Kabibay’ın oturdukları apartmanı sıkı bir kontrola tâbi tutmuşlar ve içeriye girerek arama yapmışlardır.
Derhal harekete geçen 22 Şubatçılar bu yola niçin gidildiğini Ankara Garnizon Kumandanı ve 29. Tümen Kumandanı Tuğgeneral Nuri Hazer’e sormuşlardır. Hazer, alınan tertibattan haberi olmadığını ve bu konu ile ilgileneceğini bildirmiştir.
Bugünlerde yurda dönmesi beklenen 14 lerden Alparslan Türkeş’in avdetinden sonra tedbirlerin daha da arttırılacağı sanılmaktadır.
Şehrimizdeki 22 Şubatçılar Ankarada alına tedbirlerden henüz haberdar olmadıklarını ve kendilerinin de kontrol altına alınıp alınmayacaklarını bilmediklerini açıklamışlardır.
Cumhuriyet 19 Şubat – Kabibay ve Seyhan’ın evlerinde arama yapıldığı haberi asılsız.
Ekspres Ankara, 19 Şubat 1963.
Türkeş Geliyor
[Tam sayfa manşet]
Bir süre önce Yeni Delhi’den Bern’e geçen Alparslan Türkeş iki gün önce otomobille Atinaya gelmiş ve burada Orhan Erkanlı ile bir görüşme yapmıştır. Muzaffer Özdağ ile birlikte seyahat etmekte olan Türkeş, Atina’dan Erkanlı’yı da beraberlerine alarak 21 Şubat’ta Türkiye’ye geleceklerdir.
14’lerden bir kısmı ile Türkiyeye gelmekte olan Türkeş’i karşılamak üzere kalabalık bir grup bu sabahtan itibaren Edirne sınırına hareket etmeye başlamışlardır. Orhan Kabibay ve Mustafa Kaplan, Alparslan Türkeş ve arkadaşlarını Selanikte karşılayacaklardır. Türkeş ve arkadaşlarının memlekete gelmeleri dolayısıyla özellikle İstanbul’da Yüksek Öğretim Gençliği büyük bir karşılama töreni hazırlamıştır. Yarın sabah otobüslerle Edirne’ye hareket edecek olan gençler, 14’ler için sınırda özel bir tören yapacaklardır.
Türkeş, iki gün önce Ankara’da bulunan bir yakını ile yaptığı telefon görüşmesinde, Adalet Partisine katılmamakta kesin kararlı bulunduğunu bu kabil söylentileri çıkaranların maksatlı hareket etmekten öteye geçmediklerini ifade etmiştir.
Ekspres, 19 Şubat 1963.
Türkeş AP nin Başına Getirilmek İsteniyor
[Tam sayfa manşet]
Gece yarısı geç vakitlere kadar devam eden AP Genel İdare Kurulu toplantısında Gökhan Evliyaoğlu ve taraftarları, Alparslan Türkeş’in AP ye davet edilmesi için teklifte bulunmuşlardır. Partinin Genel Başkanlığı için Türkeş’i destekleyen Evliyaoğlu ve taraftarları ile karşı fikrin savunucuları arasında sert münakaşalar ve tartışmalar olmuştur. Gürültülü genel idare kurulu toplantısından sonra Türkeş taraftarı AP liler, tutumlarında ve durumlarında ne gibi bir değişiklik olacağı önemle takip edilmektedir.
Son Saat, 19 Şubat 1963.
Türkeş ve Erkanlı yarın yurda dönecekler
Yurt dışında müşavirlik görevinde bulunan 14 ler yavaş yavaş yurda dönmeye başlamışlardır. Bir kaç gün evvel yurda gelen Muzaffer Özdağ’dan sonra yarın Orhan Erkanlı ve Alparslan Türkeş yurda döneceklerdir. Bir müddet evvel yurda gelen ve kısa bir müddet kaldıktan sonra 14 lerle ilgili görüşmelerde bulunmak üzere tekrar Avrupaya giden Orhan Erkanlı, ailesini Lübnana kadar getirip Türkiyeye yollayan, kendisi de Avrupaya geçen Alparslan Türkeş Avrupada Erkanlı ile buluşmuş ve beraber yurda dönmeye karar vermişlerdir. Yarın beraberce yurda dönecek olan Erkanlı ve Türkeş’in tutumlarının ne olacağı henüz belli değildir.
Medeniyet, 19 Şubat 1963.
Türkeş bugün geliyor
Bundan bir müddet önce eşini ve çocuklarını bıraktıktan sonra transit olarak Avrupaya geçen Alparslan Türkeş bugün İstanbula gelmiş olacaktır. Türkeş’i karşılamak üzere Ondörtlerden Orhan Kabibay ve 22 Şubatçılardan Dündar Seyhan Edirneye gitmişlerdir. Bazı Eminsuların da Türkeş’i karşılamaya hazırlandıkları bilinmektedir.
22 Şubatçıların evleri Emniyet kordonunda – Yeni bir hükûmet darbesine teşebbüs olunacağının şüyu bulduğu günden beri Başbakan İsmet İnönünün evi etrafında tesis olunan emniyet kordonu aradan bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen henüz kaldırılmamıştır. Mümkün mertebe gizli hareket etmeye çalışan polis ve inzibat erlerinin idame ettirmekte oldukları tertibat gözden kaçmamaktadır. Öte yandan 27 Ocaktan beri de gerek 22 Şubatçıların lideri Talât Aydemir’in gerekse bu olaya ismi karışmış olan bazı muvazzaf ve emekli subayların evleri etrafında da önemli tedbirler alınmış bulunmaktadır. Bu işte vazifelendirilmiş olanlara icabı halinde en şiddetli şekilde hareket etme yetkisinin de verildiği istihbar edilmiştir.
Yeni Gün, 20 Şubat 1963.
14’ler, 22 Şubatçılar ve CHP’li 3’ler parti kuruyor
Yakınlarından öğrendiğimize göre 27 Mayıs’ın em çok konuşulan albayı yeni kurulacak bir partinin kurucuları arasında yer alacaktır. Gene Türkeş’in yakınları, onun Adalet Partisine girmeyeceğini kesin olarak ifade etmektedirler. Kendisi ile konuştuğumuz Alparslan Türkeş’in çok yakın bir akrabası onun bu konuda şöyle dediğini söylemiştir: <<Adalet Partisine girmek mi? Hayatımız pahasına devirmeğe çalıştığımız bir zihniyete hizmet eden bir partiyi nasıl destekleriz.>> Türkeş’in muhtemelen 22 Şubatçılar, 14’ler ve halen partilerinin gidişinden memnun olmayan ve ciddi bir parti bulup ayrılmağı düşünen politikacılarla birlikte yeni bir parti kurmayı beklemektedir. Bu parti konusunda daha Türkeş yurda gelmeden temaslar yapılmış ve müspet sonuçlar alınmıştır. Sosyal eğilimli olarak kurulacak partide CHP; YTP, AP ve CKMP den ayrılacak 65 milletvekilinin bulunacağı ısrarla söylenmekte ve bu arada, CHP’den ihraç edilen üçlerin (Gülek, Erim, Doğan) de yeni partinin üst kademelerinde görev alacakları anlaşılmaktadır.
Son Baskı, 20 Şubat 1963.
Dün gece toplanan AP Genel İdare Kurulu Gökhan Evliyaoğlu’nun teklifi ile Alparslan Türkeş’in Adalet Partisine alınması hususunu görüşmüştür. Ancak teklif sahibi Gökhan Evliyaoğlu ve altı arkadaşı Alparslan Türkeş’in Adalet Partisine alınmamasını isteyenlerin karşısında azınlıkta kalarak isteklerini tahakkuk ettirememişlerdir. Gökhan Evliyaoğlu bunun üzerine partiden istifa etme tehdidinde bulunmuştur. Gökhan Evliyaoğlu ayrıca Alparslan Türkeş’in Adalet Partisine alınmasını istemeyen Genel İdare Kurulu üyelerini milliyetçi olmamakla itham etmiştir. Alparslan Türkeş’in Adalet Partisine alınıp alınmaması meselesi Genel İdare Kurulunun reddine rağmen kapanmış değildir. Meselenin tekrar Genel İdare Kuruluna getirilmesi beklenmektedir. Alparslan Türkeş’in Adalet Partisine alınmasını isteyen G. Evliyaoğlu’nun karşısında Sadettin Bilgiç ile Ertuğrul Akça’nın bulunması sürpriz yaratmıştır.
Yeni İstanbul, 20 Şubat 1963.
Muzaffer Özdağ dün yurda geldi
14’lerden Muzaffer Özdağ ve eşi evvelki gece saat 2 de Kapıkule hudut Karakoluna gelmiş, bir müddet istirahat ettikten sonra dün saat 13 de Edirneden şehrimize hareket etmiştir. Tokyo Büyükelçiliği müşaviri olan Muzaffer Özdağ verdiği beyanatta “istifaen geldiğini ve Ankarada yerleşeceğini ve başka bir şey söylemeyeceğini” ifade ile hemen Ankara’ya hareket etmiştir.
Ekspres Ankara, 20 Şubat 1963.
Özdağ Ankara’da.
14’lerden Muzaffer Özdağ dün akşam eşi ile birlikte özel otosu ile Ankaraya gelmiş, şu kısa demeci vermiştir: <<27 Mayıs bir ihtilâl değil bir millî birlik hareketidir. Gerek felsefesile ve gerekse askerî plânlarile hazırlayan Alparslan Türkeş’tir. Türkeş ve biz <<Ak devrim ak kalmalıdır>> istiyorduk. Hattâ bu hususta benim resmî müracaatım da vardır. Fikrimizin ve hareketimizin lideri Türkeş’tir. Biz otuz milyonla bir aradayız, bize inananların sayısını Allah bilir.>>
Ekspres Ankara, 21 Şubat 1963.
Otomobilinin motoru yanan Türkeş’in gelişi gecikiyor
Özel otosunun motoru yandığı için Alparslan Türkeş Türkiye’ye Cumartesi günü gelecektir.
Yunanistan’da Orhan Erkanlı, Numan Esin ve Orhan Kabibay ile buluşan Türkeş, bugün saat 11.30 da Türk sınırından geçmeyi kararlaştırmışken, özel otomobilinin motorunun arıza yaparak yanması üzerine, Türkiye’ye dönüşünü iki gün geciktirmiştir.
823 gündenberi beri Yurt dışında bulunan eski MBK üyesi Alparslan Türkeş Edirne’den itibaren bazı gençlik teşekkülleri tarafından karşılanacak ve bir yakını ile yaptığı telefon görüşmesine göre Ankara’da olacaktır.
Ekspres, 21 Şubat 1963.
Türkeş geliyor
Alparslan Türkeş 23 Şubat’ta İstanbul’a geleceğini Muzaffer Özdağ’a bildirmiştir. Halen Yunanistan’da bulunan Türkeş’le birlikte Orhan Kabibay ve Numan Esin de İstanbul’a gelmektedirler. Esin ve Kabibay Türkeş’le görüşmek için Yunanistan’a gitmişlerdi.
Gece Postası, 22 Şubat 1963.
22 Şubatçılar Mücadelelerine Devam Edecekler
22 Şubat Harekâtına bir yıl önce bugün iştirak eden 22 Şubatçılardan bir kısmı harekâtın yıldönümünü evlerinde, bir kısmı da yeni işlerinin başında geçirmişlerdir.
22 Şubat Harekâtının Lideri Eski Harp Okulu Kumandanı Emekli Kurmay Albay Talât Aydemir telefonla yaptığımız görüşmede, kendisine sorduğumuz: <<Geçen zamana rağmen o günün şartları ile bugünkü şartlar arasında bir fark var mıdır?>> sualimize cevap olarak: <<Bu artık tarihe mal olmuş bir gündür. Hiç şüphesiz memleketimiz için yaptığımız mücadeleye sonuna kadar devam edeceğiz.>> demiştir. Aydemir daha sonra Danıştay’da açılan dâvâlar lehlerine neticelendiği takdirde <<Şerefinin zedelendiği yere>> döneceğini belirtmiştir.
Selçuk Atakan
22 Şubat harekâtı sırasında Talât Aydemir’den sonra en faal rolü oynayan Ankara Merkez Kumandanı Em. Kurmay Albay Selçuk Atakan Şişlide çalışmakta olduğu bir ticarethanede kendisi ile görüşen arkadaşımıza, 22 Şubat harekâtının yıl dönümündeki hislerini açıklamış ve 22 Şubatçıların bir <<Ruhu Birliği ve Bütünlüğü>> içinde olduklarını ifade etmiştir.
Adnan Çelikoğlu
Aynı konuda Emekli Kurmay Albay Erkan Çelikoğlu olayların yıldönümü sırasında Cemal Tural hakkında açtıkları dâvanın duruşmasında bulunmuştur. Çelikoğlu, 22 Şubatın Türkiyeyi bir çıkmazdan kurtarmak için yapıldığını belirterek harekâttan bugüne kadar geçen zaman zarfında durumun daha iyi olmasını temenni ettiğini söylemiştir. Adnan Çelikoğlu da Talât Aydemir’le aynı fikirde olduğunu ve mücadelelerine devam edeceklerini açıklamıştır.
Osman Deniz
Yarbay Osman Deniz 22 Şubat harekâtı sırasında emekliye sevkedilen genç subayların durumu üzerinde hassasiyetle durarak Danıştaydaki dâvanın derhal neticelenmesini arzu ettiğini açıklamış ve iktisadî şartlar düzelmedikçe Türkiyenin içinde bulunduğu durumdan sıyrılmasının mümkün olamıyacağını söylemiştir.
Bu konu ile ilgili olarak görüştüğümüz diğer 22 Şubatçılar harekâtın artık tarihin malı olduğunu, söyliyecek bir şeyleri bulunmadığını belirtmişlerdir.
Yeni İstanbul, 21 Şubat.1963 Perşembe.
Alparslan Türkeş Cumartesi günü geliyor
Avrupa’dan dönen Muzaffer Özdağ “Biz ak devrim, ak kalmalıdır istiyorduk” dedi ve Albay Alparslan Türkeş için de şöyle konuştu: “O, Ondörtlerin “LİDERİ” ve “BEYNİ” dir.
Şehrimizde bulunan14’lerden Tokyo müşaviri emekli kurmay yüzbaşı Muzaffer Özdağ, kendisiyle görüşen basın mensuplarına 27 Mayıs İhtilâli ile ilgili olarak “Biz ak devrim ak kalmalıdır istiyorduk. Hattâ bu hususta benim resmî müracaatım da vardır.” demiştir.
14’lerin fikir beraberliği içinde bulunduklarını ve Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in 14’lerin lideri ve beyni olduğunu ifade eden Özdağ, Türkiye’ye gelişi ile ilgili olarak şunları söylemiştir.
“Tokyo’dan 4 Aralık’ta Türkiye’ye dönmüş ve 28 Aralık’ta Avrupa seyahatine çıkmıştım. Bern’de Albay Alparslan Türkeş ve Binbaşı Dündar Taşer ile görüştüm. Bizim Alparslan Türkeş ile beraber gayemiz, bir ihtilâl değil, fakat memleketin ihtiyacı olan millî birliği sağlayabilmekti.
14’ler olarak fikrimizin ve hareketimizin lideri Türkeş’tir. Biz 30 milyonla bir aradayız ve sadece memleketimizin saadetini, selâmetini düşünüyoruz.”
Diğer taraftan aldığımız malûmata göre, bir müddettenberi Avrupada bulunan müstafi Yeni Delhi müşavirimiz emekli kurmay alb. Alparslan Türkeş de Cumartesi günü şehrimize gelecektir. Edirne hududundan Türkiyeye girecek olan Türkeş’i karşılamak üzere, şehrimizde bulunan 14’lerden bazıları, emekli subaylar ve yakınları hazırlık yapmaktadırlar. Türkeş Cumartesi günü saat 15.00 de arkadaşları tarafından Topkapı’da karşılanacaktır.
Son Saat, Yüksel Ozan, 22 Şubat 1963.
Alparslan Türkeş yarın geliyor
Alparslan Türkeş yarın saat 15’te şehrimize gelecektir. Dün Yunanistan’dan Edirneye gelmiş bulunan Türkeş’in şehrimize gelişini yarına bırakmasının, İstanbulda kendisini karşılamak üzere taraftarlarına hazırlık yapma imkânı verilmesi düşüncesinden ileri geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim, bildirildiğine göre, şehrimizdeki taraftarları hazırlıklara başlamışlardır. Bunların, gösterişli bir karşılama tören yaparak Türkeş etrafında dikkatleri toplamak isteyecekleri, bu gösterişi takiben de eski millî birlik komitesi üyesinin siyasî hayata gireceği söylenmektedir.
Bilindiği gibi, Karaşide [Yeni Delhi] Dışişleri Bakanlığımızın müşaviri bulunan Türkeş, bir süre önce oradaki görevinden ayrılmış, eşi ve çocuklarını Türkiyeye yolladıktan sonra kendisi Avrupaya gitmişti. 14’lerin Avrupa memleketlerinde bulunan öteki mensuplarile temaslar yaptığı anlaşılan Türkeş, son günlerde Yunanistana gelmiş orada Orhan Erkanlı ile görüşmelere başlamıştı. Bu görüşmelere katılmak üzere birkaç gün önce Türkiye’den Selanik’e Orhan Kabibay, Numan Esin de gitmişlerdi. Fakat görüşmeler sonunda anlaşmaya varılamadığı, öteki 14’lerin çoğunluğu ile Türkeş arasındaki bağların bu defa tamamen koptuğu ileri sürülmektedir. Nitekim, son zamanlarda 14’lerle birleştikleri sanılan 22 Şubatçılar birisi dün Ankara’da bir gazeteye verdiği demeçte, Türkeş’in artık Adalet Partisine sorulması gerektiğini, çünkü partiye girmek kararından vazgeçirilemediğini, bu sebeple artık kendisile beraber olmadıklarını söylemiştir. Adalet Partisini tutan gazetelerin ve bu arada özellikle Yeni İstanbul gazetesinin Türkeş hakkında yazmakta oldukları da, eski MBK üyesinin AP ye gireceği hakkındaki iddiaları kuvvetlendirir mahiyettedir. Yarın saat 15’te şehrimize gelirken yapılacak gösterişli karşılama töreninin de yine AP mensuplarından bazıları tarafından hazırlanmakta olduğu da söylenmektedir.
Türkeş’le Orhan Erkanlı ve Orhan Kabibay grubu arasında koptuğu bildirilen bağların gerçekten kopmuş olduğu anlaşılacak olursa, 14’lerden yalnız Muzaffer Özdağ ile Rifat Baykal’ın Türkeş’le beraber kalacakları, öteki 14’lerin ise Orhan Erkanlı ve Orhan Kabibay etrafında birleşecekleri anlaşılmaktadır. Bu grup, Atatürk ilkelerinden ve devrimlerden hiçbir taviz verilmemesini değişmez prensip olarak kabul etmekte, bundan sonra yapacakları çalışmaların da bu ölçü içinde devam edeceğini tutumlarile göstermektedir. Bu grup liderlerinden Orhan Erkanlı, 27 Mart günü Amerikan kolejinde Atatürkçülük konusunda bir de konuşma yapacaktır.
Türkeş’ten ayrılacakları anlaşılan Erkanlı ve arkadaşlarının bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde tabii senatör olarak bulunan eski MBK arkadaşları ve ayrıca 22 Şubatçılarla da tamamen anlaştıkları bildirilmektedir. Bunlar, Atatürk ilkeleri ve demokratik rejimin olgunlaşması yolunda müşterek hareket edeceklerdir.
Yeni İstanbul, 22 Şubat 1963 Cuma.
Edirne’ye gelmeden önce bir ecnebi gazeteye verdiği beyanatta
Türkeş: <<Kendime Düşen Vazifeleri Yapmak Üzere Yurda Dönüyorum>>
Alparslan Türkeş, Gümülcine’de Türk cemaati ileri gelenleri ve Türk gençleri ile görüşmelerde bulundu
Edirne, 21 Telefonla – Alparslan Türkeş bugün (dün) Pazarkuleden yurda girerek Edirneye gelmişlerdir. Bir otele inen Alparslan Türkeş, geceyi istirahat ile geçirdikten sonra yarın (bugün) şehrin tarihî yerlerini ve camilerini gezecektir.
Gümülcinede
Gümülcine, 21 A.P. - 27 Mayıs inkılâbının tanınmış simalarından Alparslan Türkeş dün gece yarısından sonra Gümülcine’ye gelmiştir.
Aynı devrin tanınmış simalarından Numan Esin ile birlikte İsviçreden gelmekte olan Türkeşin bugün öğleden sonra İstanbula müteveccihen hareket ettiği öğrenilmiştir.
Türkiyeye dönüşünün siyasî hâdiselerle ilgili olup olmadığı hakkında gazetecilerin sordukları sualleri cevapsız bırakan Türkeş bu arada Türk – Yunan dostluğunun lüzumuna inandığını belirtmiş ve bu konuda şunları söylemiştir:
“Atatürk ve Venizelos tarafından tesis edilmiş bulunan bu dostluğun devamının lüzumuna inanmaktayım. Bu sadece iki memleketin değil, bütün Batı dünyanın menfaati bakımından elzemdir.
“Türk ve Yunan milletleri bir çok bakımdan kader birliği yapmış bulunmaktadırlar. Gümülcine Türk cemaati ileri gelenleri ve Gümülcine Türk Gençlik teşkilâtı üyeleri ile birlikte öğle yemeği yiyen Türkeş bu arada Türk dış siyasetinin milliyetçi bir yol takipettiğini ve bütün Türklerin bu siyaseti desteklediklerini belirtmiştir.
Uzun seneler Hindistanda vazifeli bulunduğunu bundan sonra da Avrupa memleketlerinde dolaştığını söyleyen Türkeş “Memleketime dönüşümün hiçbir politik sebebi yoktur” demiştir.
Basın mensuplarına her Türk gibi kendisinin de Kıbrıs meselelerini dikkatlice takipetmekte olduğunu, ayrıca kendisinin de Kıbrıslı olduğunu söyleyen Türkeş ve arkadaşı Esin bu gün öğleden sonra Türkiyeye hareket etmişlerdir.
Türkeş’in Reuter muhabirine beyanatı
Londra, 21 BBC – 14’ler diye anılan Türkiye M Birlik Komitesi eski üyelerinden emekli kurmay albay Alparslan Türkeş, bugün memleketine dönmek üzere İsviçreden Yunanistanın Gümülcine şehrine gelmiş ve burada görüştüğü Reuter muhabirine “kendisine düşen vazifeleri yerine getirmek” üzere Türkiyeye döndüğünü söylemiştir.
Şehrimizde merasimle karşılanacak
Emekli Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in 27 ay sonra yurda döneceği haberinin duyulması üzerine, şehrimizdeki muhtelif talebe teşekkülleri kendisini karşılamak için hazırlıklar yapmaya başlamışlardır. Yarın saat 15’de kara yoluyla İstanbula gelecek olan Türkeş, Üniversiteli öğrenciler, emekli subaylar, 22 Şubatçılardan bazıları, vatandaşlar ve 14 lerden Rifat Baykal, Muzaffer Özdağ, Mustafa Kaplan ve Ahmet Er tarafından Topkapıda merasimle karşılanarak şehre getirilecektir. Türkeş’in kalabalık bir grupla istikbal edileceğinin öğrenilmesi üzerine şehrimizdeki emniyet kuvvetlerinin mühim bir kısmı da Topkapıya sevkedilecektir.
Diğer taraftan yine 14 lerden Bürksel müşaviri Orhan Kabibay ve Madrid müşaviri Numan Esin ise Türkeşi daha evvel karşılamak üzere Selânik’e hareket etmişlerdir.
Böylece 14 lerin üç üyesi yarın beraber şehrimize gelmiş olacaklardır.
Yeni İstanbul, 23 Şubat 1963 Cumartesi.
Alparslan Türkeş Bugün 15’te İstanbul’a Geliyor
Edirne’de dün camileri ve tarihî yerleri gezen Emekli Kurmay Albay, Eski Cami merdivenlerinden kendisini alkışlayan halka hitaben yaptığı konuşmada “Ben sizden biriyim, Sizden hiç farkı olmayan, sizin gibi, sizi düşünen biri…” dedi.
G. Otmanbölük Bildiriyor, Edirne, 22 – Dün Pazarkule hudut kapısından beraberinde müstafi Madrid müşaviri emekli kurmay yüzbaşı Numan Esin olduğu halde Türk topraklarına ayak basan emekli Kurmay Albay Alparslan Türkeş, bugün kendisini Edirne’de karşılayan 14 lerden Rifat Baykal ve Mustafa Kaplan’la beraber şehrin tarihî yerlerini dolaşmış, vatandaşlarla sohbet etmiş, 10.000 e yakın Edirnelinin coşkun tezahüratlarına, alkışlarına muhatap olmuştur.
Sabahın erken saatlerinden itibaren Kervan Oteli salonunu dolduran gazetecilerin muhtelif konulardaki suallerine şimdilik bir cevap vermeyeceğini, ancak İstanbul’da bir basın toplantısı tertipleyeceğini bildiren Türkeş, 27 ay sonra tekrar memlekete dönmekten duyduğu memnuniyeti ifade ederek şunları söylemiştir.
“Türkiye’ye, vatandaşlarımızın arasına kavuşmaktan büyük sevinç duymaktayım, insan, dünyanın neresine giderse gitsin kendi memleketini, kendi bayrağının dalgalandığı yeri görmek istiyor, kendi vatandaşları arasında mesut oluyor. Hindistan’da bulunduğum iki sene zarfında, ecdadımız tarafından inşa edilen Türk mâbetlerini, câmilerini ve eserlerini görmek fırsatını elde ettim. Bugün Hindistan’da öyle yerler vardır ki, halâ eski Türklerden kalan isimleri taşımaktadır. Bu bizim için cidden öğünülecek şeydir.
İstanbula gelişim münasebetiyle söylemek istediklerimi orada açıklayacağım. Geçenlerde iki gazeteci arkadaşımın vazife uğrunda şehit olmalarından büyük üzüntü duydum. Allah rahmet eylesin.” [26 Ocak 1963 günü Çatalca’da soğuktan donan gazeteciler]
Türkeş bundan sonra gazetecilere “Ben yeni geldim. Bana memleket hakkında haberler verin” demiş ve “sizi merak ediyorlar” cevabını alınca şöyle demiştir:
“Ben Türkiye’yi, vatandaşlarımı daha fazla merak ediyorum. Anlatın İstanbul’un yağmuru çamuru nasıl?”
Bu arada bir basın mensubunun “otomobiliniz Paris’te kaza yapmış galiba?” sualine emekli Albay şöyle bir espriyle cevap vermiştir: “Ben kaza geçirmedim. Bana çarpan kaza geçirdi.”
Selimiye Camii’nde
Saat 10.30 da gazeteciler ve diğer üç eski MBK üyesiyle otelden dışarı çıkan Türkeş, ilk gezinti mahallî olan Selimiye Camii’ne gelene kadar, yollarda rastladığı vatandaşlarla selâmlaşmış, köylülerin su, yol, okul dertlerini sormuş ve “Bizim işimiz sizsiniz. Köylü…” demiştir.
Mimar Sinan’ın şaheseri olan meşhur Selimiye Camii’nde, sanat harikası süslemeler, çiniler ve bazı padişahlar ile eski hattatlarımızın harika el yazmaları karşısında gerek Türkeş ve gerekse diğer MBK üyeleri hayranlıklarını gizleyememişler ve gezmiş oldukları yabancı memleketlerde bu derece güzel eserlere tesadüf etmediklerini belirtmişlerdir.
Kapalıçarşı’da
Müteakıben yine toplu halde Kapalıçarşı’ya gelinmiş, burada rastladığı vatandaşların hatırını soran Türkeş’in arkasında yavaş yavaş kalabalık toplanmaya başlamıştır. Kapalıçarşı’dan çıkılıp meydana gelinceye kadar ise, bütün çarşı yavaş yavaş sökülmüş ve Eski Cami’nin önünde tahminen 10 bin kişi toplanmıştır. Türkeş burada üç defa omuzlar üzerine kaldırılarak “yaşa varol” sesleri arasında alkışlanmış ve bu tezahürat karşısında Eski Cami’nin merdivenleri üzerinde halka şöyle hitap etmiştir:
“Sizden uzak olmak benim en büyük sıkıntımdı. Sizin aranızda bugün kendimi çok mes’ut hissediyorum. Ben sizden biriyim. Sizden hiç farkı olmayan, sizin gibi, sizi düşünen biri…”
Eski Camide
Edirne’nin güzel eserlerinden Eski Cami’nin de gezilmesinden sonra Türkeş yine çıkışta tezahüratla karşılanmış, bu arada ihtiyar bir kadının emekli Albayın boynuna sarıldığı ve ağladığı görülmüştür. Daha sonra Çinili Cami ve öbür camileri gezen Türkeş cami müezzinlerinden bu eserler hakkında etraflı malûmat almış ve akşam otelde tekrar istirahate çekilmiştir.
Bugün İstanbul’da
Alparslan Türkeş, bugün saat 8.30 da Edirne’den hareket edecek ve şehrimize gelinceye kadar yol üzerindeki diğer kaza ve köylere uğrayacaktır. 15’te Topkapı’da Üniversiteliler, emekli subaylar, bazı 22 Şubatçılar ve halk tarafından karşılanacak olan emekli Albay, bilâhare Divan Otelinde bir basın toplantısı yapacaktır.
Gece Postası, 23 Şubat 1963 Cumartesi.
Türkeş Nihâyet Bugün İstanbul’da konuşacak
Irkçılar ve AP liler tarafında hazırlanan karşılama töreninde hâdise çıkması bekleniyor
14 lerden Emekli Kurmay Albay Alparslan Türkeş bugün saat 14 de Edirneden İstanbula gelecektir. Kendine verdiği esrarengiz havayı devam ettirmek arzusunda olan Türkeş için Adalet Partililer ve şehrimizdeki ırkçılar bir karşılama programı hazırlamışlardır.
Yunanistan’da 14 lerden Orhan Erkan, Orhan Kabibay ve Numan Esin’le yaptığı görüşmeden sonra Edirneye gelen Türkeş iki günden beri AP liler tarafından organize edilen programa göre camileri gezmekte ve AP lilerin omuzları üzerinde dolaşmaktadır.
Saat 14.30 da Topkapıdan otomobille İstanbula gelecek olan Türkeş’in karşılanması sırasında bazı olayların meydana geleceği sanılmaktadır. AP liler tarafından karşılanacak olan <<Kudretli Albay>>ın hareketlerini iyi karşılamayan Üniversite gençliğinin aleyhte tezahüratta bulunacağı öğrenilmiştir. AP lilerle gençler arasında her hangi bir üzücü olayın meydana gelmemesi için polis gerekli tedbirleri almıştır.
Tercüman, 23 Şubat 1963.
Türkeş, sizin gibi dertli biriyim, dedi.
Alparslan Türkeş ve Numan Esin önceki gün Yunanistan yolundan yurda döndükten sonra geceyi Kervan Otelde geçirmiş, sabah şehirde bir gezinti yapmıştır. Halk Türkeş’i omuzları üzerine alarak taşımış ve alkış tufanına tutmuştur. Kendisine gösterilen yakın alâka dolayısiyle Eski Cami kapısında Türkeş, <<Ben sizdenim, sizi düşünen ve sizin gibi dertli olan biriyim. Müteessir olmayınız>> demiştir. Şehir caddelerinde binlerce vatandaş Türkeş’i görebilmek için yollara çıkmışlar ve çok büyük bir kalabalık hep birlikte yürümüşlerdir.
Hürriyet, 23 Şubat 1963.
Alparslan Türkeş: Köylü vatandaşlarımın derdini halletmek için geldim
Yurttaki faaliyetlerine, 2,5 yıllık bir ayrılıktan sonra, Edirne’de bugün yaptığı bir gösteri yürüyüşü ile başlayan Alparslan Türkeş, “Türkiye’ye köylü vatandaşlarımın dertlerini halletmeye geldim” demiştir. 27 aydanberi yurt dışında vazife gören Türkeş, bugün ilk defa olarak Edirne Eski Camiin avlusunda etrafını çeviren 500 kişilik kalabalığa hitaben bir konuşma yapmıştır. “Ben sizden biriyim, sizden hiç farkı olmıyan, sizin gibi düşünen ve bilhassa sizi düşünen biriyim ve aynı zamanda sizin gibi de dertliyim.”
Beraberinde Numan Esin, Mustafa Kaplan ve Rifat Baykal olduğu halde Selimiye Caminden başlamak üzere Alipaşa Çarşısı ve Kapıkule karakolunu da içine alan bir geziye çıkan Türkeş’i yeni Edirne Valisi zanneden halk, çarşı içinde şiddetli alkışa tutmuştur.
Çarşı içinde Pazar satıcılarına yaptığı bir konuşması sık sık alkışlarla kesilen ve sırtı sıvazlanan, omuzlar üzerine alınan Türkeş, yol boyunca rastladığı yaşlı kadınların, ufak esnafın hatırını sormuş, küçük satıcılarla şakalaşmıştır. Bir ara gazetecilere dönerek “Kimseyi putlaştırmayın, kimseyi evliyalaştırmayın, insanları insan olarak görün” demiştir.
AP ye lider olacağı yolundaki soruyu, tebessümle: Avrupadan satın aldığı 1960 model Chevrolet otomobilinin geçirdiği kazayı işaretle, “Bana çarpan kaza geçirdi” şeklinde cevaplandırmıştır.
Türkeş ile beraber olan Numan Esin, Rifat Baykal ve Mustafa Kaplan, gazetecilerin çeşitli suallerine “Birlikte hareket ediyoruz. Albaya sorun” demişlerdir. Doğan Uluç
Türkeş ve Adalet Partisi
Emekli Albay Alparslan Türkeş’in Adalet Partisine gireceği yolundaki söylentiler AP çevrelerince teyit edilmemiştir. AP İstanbul İl Başkanı Nuri Eroğan şöyle demiştir. “Türkeş’in AP ye girmesi kendi ihtiyarında olan bir şeydir. Durumu, diğer vatandaşlar gibi partimizin tüzüğüne müsaitse girer. Henüz bir müracaatı olmadı…”
Son Saat, 23 Şubat1963 Cumartesi.
Alparslan Türkeş saat 15.30 da Edirneden İstanbula geldi
Saat tam 15 de 300’e yakın bir kalabalık Topkapıda toplanmıştı. Saat 15.10 da Topkapıya gelen Alparslan Türkeş surların 300 m. berisinden omuzlara alınarak Aksaray istikametinde getirilmeye başlandı. Kalabalık devamlı olarak <<Türkeş çok yaşa>> diye bağırıyordu. Önde bir bayrak taşınıyordu. Arada bir <<Dağ başını duman almış>> marşı söyleniyordu. Türkeş de buna iştirak ediyordu. Gazetemiz baskıya verildiği sırada Türkeş ve beraberindekilerin yürüyüşü devam ediyordu.
Yeni İstanbul, 24 Şubat 1963 Pazar.
Topkapıdan itibaren binlerce vatandaş ve yüzlerce otomobille karşılanan Alparslan Türkeş:
“Millet iradesinin, herşeyin üstünde tutulmasına taraftarım…” dedi.
Memlekete dönüşü uzun zamandan beri beklenen Emekli Kurmay Albay Alparslan Türkeş, dün saat 15.00 de İstanbul’a gelmiş ve Topkapı surlarının dışında tezahüratla karşılanarak, “Albay Türkeş çok yaşa” nidaları arasında, bir saatte Aksaray’a getirilmiştir.
Yol boyunca devamlı olarak gençlerin ve vatandaşların alkışlarına mazhar olan Türkeş zaman zaman omuzlarda taşınmış, bu yüzden trafik aksamış ve hiç durmadan yağan yağmura rağmen kalabalık kendisini Aksaray’a kadar yürüyerek takip etmiştir.
Türkeş’in İstanbul’a geleceği haberinin duyulmasından sonra, dün öğleden itibaren birçok vatandaş karşılama merasiminde bulunmak üzere Topkapı dışında beklemeye başlamıştır. Buradaki kahveler tıklım tıklım dolmuş ve bazı vasıtalar emekli albayı yolda istikbal edebilmek için şehir dışına hareket etmişlerdir.
Nihayet saat tam 15.00 de Türkeşin arabası konvoy halinde uzaktan görülmüş ve Topkapı surlarını takiben bir kilometre uzağında, hususî otomobilinden indirilerek şu kısa konuşmayı yapmıştır:
“Büyük zahmet etmişsiniz. Sizin aranızda kendimi mesud hissediyorum. Sizinle tekrar görüşeceğiz, bir çok meseleleri konuşacağız. Anlatacaklarım var. Yakında her şeyi size anlatacağım.”
Emekli albayın arabası tekrar hareket etmiş, fakat Topkapı surlarına gelmeden bu defa ikinci büyük kafile tarafından karşılanmıştır. Gençler hazırladıkları buketleri Türkeş’e takdim etmişler ve kendisini omuzlar üstüne alarak “Türkeş Türkeş çok yaşa” nidalariyle yürüyüşe geçmişlerdir. Bu arada bir ağızdan “dağ başını duman almış” marşı söylenmiş ve Türkeş Topkapıyı yüz metre geçtikten sonra tekrar arabasına binmiştir. Ancak kalabalık yüzünden araba hareket edememiş ve yürüyüş temposuna uymak mecburiyetinde kalmıştır. Böylece yavaş yavaş, devamlı tezahüratla Aksaray’a gelinmiştir.
Türkeş son olarak Aksaray’da omuzlar üzerine kaldırılmış ve:
“Sevgi ve tezahüratınızdan çok mes’ut ve bahtiyarım. Hepinize teşekkür ederim. Şimdi dağılın. Sizinle tekrar görüşeceğim. Bir programım var, onu aksatmıyalım. Allahaısmarladık.” Diyerek veda etmiştir.
Kurmay Albaya 14’lerden Rifat Baykal, Numan Esin, Mustafa Kaplan, Ahmet Er, Muzaffer Özdağ ve Fazıl Akkoyunlu refakat etmiştir.
* * *
27 aylık bir ayrılıktan sonra dün İstanbul’a gelen Alparslan Türkeş, saat 17.00’de Divan otelinde bir basın toplantısı tertiplemiştir. 100 kadar gazeteci ve bir hayli de meraklı kimselerin takip ettikleri toplantıda Türkeş, daha evvel hazırladığı iki sahifelik ve “Türk milletine beyanname” başlıklı metni okumuş ve sual sorulmasına fırsat vermeden “ey geçmişin büyük fırtınaları, eşsiz şan ve şerefleri içinde gelen ve mutlu yarınlara elbet de erişecek olan büyük Türk Milleti. Selâm, sevgi, hürmet sana” diyerek salondan ayrılmıştır. Alparslan Türkeş bu sabah Ankaraya hareket edecek.
Alparslan Türkeş’in “Türk Milletine beyannamesi”nin tam metni şöyledir:
Türk Milletine Beyanname:
Sevgili vatandaşlarım,
Ülkü ve inancından vazgeçmez bir insan olarak, iki yıl önce aranızdan ayrılmış uzaklara gitmiştim. Bugün yine aynı azim ve imanla dolu ve Türk Milletinin geleceği hakkında büyük ümitler taşıyarak, sevinç ve heyecan içinde tekrar sizlere kavuşmuş bulunuyorum.
Sizlerden biri ve sıradan bir vatandaş bulunmak övünç ve heyecanımın tek kaynağını teşkil etmektedir.
Söze başlarken, millet iradesinin herşeyin üstünde tutulmasını ve ona herkes tarafından saygı ve itaat gösterilmesini, bir selâmet yolu olarak gördüğümü tekrar belirtmek isterim.
27 Mayıs 1960 sabahı yazarak sizlere radyodan yayınladığım yazının manâ ve ruhuna daima sadık kaldım, ve bugün de memleketin huzur ve yükselişini bu beyanatın belirttiği ruh ve yönde görmekteyim.
Irk, din ve mezhep farkı gözetmeksizin, vatandaşların refah ve saadetini sağlamak ve insana değer veren insanca bir zihniyetle memlekette huzur ve istikrarı süratle tesis için her çeşit gayret gösterilmelidir.
Büyük Atatürkün bize emanet ettiği ilkelere daima bağlı kalınmalı ve hürmet edilmelidir.
Mübarek vatan topraklarına ayak bastığım şu günlerde sizlere 27 Mayısın gayelerini, her türlü hırslı ve bencil tutumlara karşı göğüs germiş yetkili bir kimse olarak açıklamakta fayda görüyorum.
Sevgili vatandaşlarım:
27 Mayıs, hiçbir parti ve zümreye karşı ve her hangi bir şahıs, zümre veya parti lehine bir hareket olarak yapılmamıştır.
27 Mayıs iktidarda bulunan bir partiyi silâh zoru ile iktidardan indirip onun yerine bir muhalefet partisini oturtmak için, yâni adî bir hükûmet darbesi olarak düşünülmemiştir. Onun gayesi kökleri, asil gayeli kaynakla inen derinliklerdedir.
27 Mayıs, sefalet, yokluk ve karanlık içinde sahipsiz olarak bırakılmış bulunan köylü ve halk kitlesini en kısa yoldan ve hızla modern uygarlığa ulaştırmak, Türk devletini kendi gücü ile ayakta durabilecek hale getirmek için yapılmıştır.
27 Mayıs politika bezirgânlıkları ve şahsî menfaat hırslarıyle tehlikeye düşürülen Millî Birliği korumak, kardeş kavgasına meydan vermemek gayesi ile yapılmıştır.
27 Mayıs, vatandaşlardan tek bir kimsenin bile burnunu kanatmadan, onlar arasında hiçbir farklı muameleye meydan vermeden, gölgesiz bir adalet ve hukuk düzeni kurmak için yapılmıştır.
27 Mayıs, memleketin savunma gücünü en yüksek dereceye çıkarmak, Türk Silâhlı Kuvvetlerini 2. Cihan Harbi başındanberi terkedilmiş olduğu, ihmal ve bakımsızlık çukurundan kurtarmak için yapılmıştır.
27 Mayıs, topraksız köylüyü toprak sahibi yapmak, bütün milleti içine alan bir yardımlaşma teşkilâtı kurarak hiçbir vatandaşı yardımsız ve sahipsiz bırakmamak için yapılmıştır.
27 Mayıs, güzel sanatlar ve spordan halk hizmeti için faydalanarak aydınları ve gençleri köylere ve halkın içine gönderip halkla harman ederek memleketi hızla kalkındırmak için yapılmıştır.
27 Mayıs, Ülkü ve Kültür Birliği ve Türk Kültür Dernekleri gibi kurullarla uyanıklık sağlamak ve millî kültürü geliştirerek Millî Birliğimizi sağlamlaştırmak için yapılmıştır.
27 Mayıs, ilmi meşale yaparak hızla kalkınmak ve Türk milletini en kısa zamanda atom ve feza çağına sokmak için yapılmıştır.
27 Mayıs, Türkiyeyi muzır cereyanların manevi istilâsından kurtarmak ve onu millî özelliğe sahip hür bir fikir ve vicdan hayatına kavuşturmak için yani kısacası Türk Rönesansını yaratmak için yapılmıştır.
Muhterem vatandaşlarım:
Bugünkü tutum ve hızla, yukarıda sıralanan hedeflere kaç yüz senede ulaşılabileceği düşünülmeli ve bu geçecek yüzyıllar arasında, modern memleketlerin bizi beklemeyecekleri de hesaba katılmalıdır.
Sevgili vatandaşlarım;
Bugün dünya atom ve feza çağının eşiğinden içeriye adım atmış bulunmaktadır. Ondokuzuncu yüzyılda meydana gelen ilmî ve teknik gelişmeler, nasıl sosyal, ekonomik ve politik hayatı alt üst etmişse, gelmekte olan atom ve feza çağı da büyük değişikliklere sebep olacaktır. Bir sıçrama yaparak çağlar üzerinden atlayıp atom ve feza çağına girmek zorundayız. Türkiye bir var olmak veya yok olma dâvası ile karşı karşıyadır. Bizi birbirimize düşürmek ve devletimizi parçalamak için içde ve dışta tehlikeli cereyanlar gelişmektedir.
Birbirimize karşı olan davranışlarımızda, daima karşılıklı sevgi, hoşgörürlük duygusu hâkim olmalıdır. Siyasî Partiler bir saltanat vasıtası ve bir gaye olarak değil, sadece memlekete ve millete hizmet için bir vasıta olarak kabul edilmelidir.
Her kim olursa olsun bütün vatandaşlara karşı şefkat, sevgi ve kanun himayesi şart sayılmalıdır. Fikirlerini kabul etmediğimiz veya şahsî aykırılığımız bulananların da insanca hukuk düzeni içinde işleme tabi tutulması esas olmalıdır.
Millet ve devlet faaliyetleri, ilim ve tekniği herşeyin üstünde tutan bir görüşle düzenlenmeli ve iktisadî hayat hemen harekete getirilmelidir. Türkiyemiz endişesiz yarınına güvenen çalışkan insanlar diyarı olarak ufuklardan yükselmelidir.
Aziz vatandaşlarım;
Türk Milleti bölünmez kutsal bir bütündür.
Bizler belirli bir fikir ve dâvayı temsil ile onun bayrağını taşıyan insanlarız. Bizi şu veya bu siyasî teşekküle izafe etmek yerine bütün bir milletin sadece hadimi olarak kabul etmek gerekir.
Yakında Anayasa ve kanunlar çerçevesi içinde girişilecek verimli faaliyetler hakkında sizlere müjdeli haberler vereceğim.
Sevgili vatandaşlarım;
Mensubu olduğumuz Türk Milleti, büyük kabiliyetlere ve büyük güce sahip bir millettir. Kudretimiz ve irademiz, önümüzdeki güçlükleri yenmeye ve bize çevrilmiş olan tehlikeleri göğüslemeye yeterlidir.
Ey geçmişin büyük fırtınaları, eşsiz şan ve şerefleri içinden gelen ve mutlu yarınlara elbette erişecek olan büyük Türk Milleti.
Selâm, sevgi, muhabbet sana.
Alparslan TÜRKEŞ
Son Baskı, 24 Şubat 1963.
27 Mayısın kudretli Albayı olarak kendini tanıtan Alparslan Türkeş; dün saat 15 de şehrimize gelmiştir. Topkapıda, içlerinde bir kısım Üniversitelilerinde bulunduğu Irkçılar tarafından karşılanan Türkeş Topkapıdan Şehreminiye kadar omuzlar üzerinde götürülmüş, saat 17 de Divan Otelinde bir de basın toplantısı yapmıştır…
Topkapıya kadar otomobille gelen Türkeş’i karşılayanlar büyük tezahüratta bulunmuştur… Bu esnada Maçka Teknik Okulu ve İmam Hatip Okulu öğrencileri Türkeş’in yanına gelerek omuzlarına almışlar, surlar üzerinde bulunan müfritler <<İşte İstanbulun hakikî Fatihi geldi; yaşasın İnönü düşmanı>> diye bağırmışlardır.
Teklif!...
Bu arada kendisinden başka üyesi olmayan Hür Sosyalist Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş’in yanına gelerek, kendini resmen partisine gitmeyi teklif etmiş elini sıkmıştır.
Alparslan Türkeş: <<Dağ başını duman almış>> marşını söyleyen bu öğrencilerin omuzunda Şehremine kadar getirilmiştir… Şehreminde omuzalar üzerinden inen Türkeş’in etrafını büyük bir kalabalık sarmıştır… Sakallı bâzı şahıslar tarafından elleri öpülmüştür…
Bu merasimler bittikten sonra emekli albay siyah bir otomobille Dolapdere istikametinden Divan Oteline çıkmış; saat 17 de basın toplantısına başlamıştır. Numan Esin; <<Zamanı gelince teker teker olayları açıklayacağız; suallerinizi cevaplandıracağız>> demiştir. Toplantı müddetince Türkeş’in grupuna dahil olan 14 lerden Muzaffer Özdağ, Numan Esin, Ahmet Er, Rifat Baykal, Fazıl Akkoyunlu ve Mustafa Kaplan hazır bulunmuşlardır… Divan Otelindeki odasında istirahata çekilen Türkeş diğer 14 lerle ve bâzı özel ziyaretçilerle bir süre görüşmüştür.
Zafer, 24 Şubat 1963.
Alparslan Türkeş Basınla kovalamaca oynadı
Sabık MBK üyesi Alparslan Türkeş, dün bir gösteri havası içinde İstanbul’a gelmiş ve Topkapı’da merak saikasıyla toplanan 500 kişilik bir kalabalık tarafından karşılanmıştır. Türkeş’i karşılamaya gelenler arasında Hür Sosyalist Partisi Lideri Fıstıkçı Cahit Topgülle de bulunmuştur. Yağan yağmurdan sırılsıklam olmuş bir bayrağı Türkeş’in bindiği otomobilin önüne seren Fıstıkçı Cahit, daha sonra ihtilâlin kudretli Albayından, görüşmek üzere randevu talep etmiştir. Türkeş, Fıstıkçı Cahit’in bu görüşme talebini kabul ederek kendisine bir randevu vermiştir.
Bu görüşmeden sonra Fıstıkçı Cahit gazetecilere doğru yürümüş, sırıtarak <<Demedim mi ben size, benim partiye girecek diye>> demiştir.
Kendisini karşılamaya geldiğini zanneden kalabalığı görünce Türkeş, arabadan inmiş ve halka hitaben bir konuşma yapmıştır. Türkeş konuşurken bazı vatandaşlar <<Yaşa İsmet Paşa düşmanı>> diye bağırmışlardır.
Saat 16.45 de Divan oteline giren Türkeş arkadaşları ile birlikte otelden içeriye girerken kapıda yaşlı bir kadın kendisine doğru elini uzatmış <<Sen tıpkı rahmetliye benziyorsun. Bizi sen kurtaracaksın>> diye Türkeş’in elini öpmek istemiştir.
Saat tam 17.00 de yüzlerce gazetecinin bulunduğu salona gelen Türkeş elindeki yazılı kâğıttan söyleyeceklerini okumaya başlamıştır. Elindeki yazılı metni bitirdikten sonra hızla ayağa kalkmış ve koşmaya başlamıştır. Salonda toplanan gazeteciler <<Durun gitmeyin, size soracaklarımız var>> diye bağırarak Türkeş’i kovalamaya başlamışlardır. Önüne geçmek isteyen gazetecileri eliyle iten Türkeş kendisini kovalayanlardan kurtularak odasına sığınmış ve kapısını kilitlemiştir. Kapıda bir müddet bekleyen gazeteciler Türkeş’in odadan çıkmamaya kararlı olduğunu anlayarak dağılmışlardır.
Tercüman, 24 Şubat 1963.
Fıstıkçı lider Türkiyeyi nura garkedecekmiş
Hür Sosyalist Partisinin fıstıkçı lideri Cahit Topgülle’nin dün saat 13.00’de Beyazıt Meydanında tertiplediği mitinge <<Trafik Mülâhazası ile>> mani olunmuştur. Güvercinlerden başka canlının gezinmediği meydana erken saatlerde gelen lider, bayrağı ile dövizini bir ağaca sarmış, miting saatini beklemiştir. Bu sırada liderin yanına yaklaşan iki polis vilâyette beklendiğini bildirmişler ve fıstıkçıyı alıp götürmüşlerdir. Liderin itirazlarına rağmen, kendisine o mahalde miting yapamıyacağı bildirilmiştir. Yağmurun şiddetlendiği bir saatte, meydana dönen lider ağaca bağladığı eşyalarını toplarken gazetecilere: <<Bu birinci şubenin işi. Ben biliyorum. Maksatları bana miting yaptırmamak. Ama idealime adım adım ilerliyecek ve bu memleketi nura garkedeceğim. Demokrasinin memurlar tarafından iyice anlaşılmadığı bir memlekette demokrasi gelişemez>> demiştir.
Tercüman, 24 Şubat 1963.
Türkeş, yeni bir ‘Parti’ kuracak
Çırpıcı çayırında karşılanan ve saat 15.00 de vatandaşların omuzlarında Topkapı surlarından şehre giren Türkeş’e <<Ya ya ya, şa şa şa, Albay Türkeş çok yaşa>> << ıstıraplarımızı dindireceksin>>, <<Kalbimiz seninle beraberdir>> şeklinde tezahüratta bulunmuşlar, buketler vermişlerdir. Beş yüzün üstündeki topluluk Topkapı surları geçilince Türkeş’in arabasına girmesine müsaade etmişler, arabayı sararak yağan yağmurun altında Aksaraya kadar <<Dağ başını duman almış>> şarkısını söyliye söyliye inmeye başlamışlardır.
Topgülle linç ediliyordu
Kalabalık arasında bulunan Hür Sosyalist Partisi lideri Cahit Topgülle bir fırsatını bulmuş, Türkeş’e yaklaşmış, kendisini takdim etmiştir. Türkeş <<Memnun oldum. Sizinle görüşelim>> derken bir grup Topgülle’nin üstüne atılmış <<Albayım o sosyalisttir, konuşulmaz onunla>> diyerek yakapaça fıstıkçı lideri bir kenara fırlatmıştır. Buna rağmen fıstıkçı lider koltuğunun altında bulunan Türk bayrağının, Türkeş’in arabasına asılmasına müsaade etmiştir. Aksarayda tekrar arabasından çıkan Türkeş, vatandaşlara veda etmiş, tekrar döndüğü arabası, Atatürk Bulvarından Divan Oteline doğru süratle hareket etmiştir.
Hürriyet, 24 Şubat 1963.
Topkapı’da kalabalık Türkeş’i omuzlarına kaldırmış ve Şehremini’ne kadar bu vaziyette yürümüşlerdir. Bu arada, boş meydanlarda kendi kendine miting yapmakla tanınan Hür Sosyalist Partisi Cahit Topgülle de, Türkeş’in yanına gelerek “Hoş geldiniz” demiş ve kendisini partisine girmeye davet etmiştir.
Basın toplantısında yazılı beyanatını okuduktan sonra hızla yerinden kalkan Alparslan Türkeş, koşar adımlarla salonu terketmiştir. Gazetecilerin, arkasından, “Sorularımıza cevap vermeden toplantıyı terketmeyin” diye seslenmelerini dinlememiş, asansörü beklemeden merdivenleri ikişer ikişer atlayarak odasına kapanmıştır.
Tercüman, Suna San, 24 Şubat 1963.
Kendi muhtac-ı himmet bir dede
Hani, ihtilâlin ilk konuşan, en çok konuşan adamı vardı ya, o <<son konuşması>>nı da dün yapmış. 14 lerden Alparslan Türkeş demiş ki: <<Köylü vatandaşlarımın derdini halletmeğe geldim.>>
Alparslan kim?.. Görevi ne?.. Tarım Bakanı mı?.. Hindistan’dan köylülere dağıtmak için <<sihirli bir su mu getirdi?>>
Bence Alparslan kardeşimiz kendi derdini halletsin önce… Köylüler, kendi dertleriyle haşır neşir olmasını bilirler…
Zafer, 24 Şubat 1963.
Kafatasçılar Türkeş ile parti kuracaklar
Irkçı, Turancı ve Kafatasçılar Memleketi akibeti meçhul bir takım karanlık yollara sürüklemek için, şimdi de, Eski MBK’cı ve ihtilâlin bir numaralı adamı Alparslan Türkeş’i siyaset piyasasına sürmek peşinde düşmüşlerdir. Alparslan Türkeş’in liderliğinde kurulacak yeni bir parti ile şanslarını denemek isteyen bu diktatörlük heveslileri, maksatlarını kamufle etmek ve Alparslan Türkeş’i mühim bir şahsiyetmiş gibi umumî efkâra tanıtmak ve sempati toplayabilmek için, önce Adalet Partisine gireceği yolunda haberler yaymağa başlamışlardır. Tamamen maksatlı olarak şayi edilmek istenen bu haberlerle güya Alparslan Türkeş’in Demokratlara sempatisi olduğu, İnönü ile ancak Türkeş’in mücadele yapabileceği; halka inandırılmak istenmektedir. Halbuki bütün milletin malûmu olduğu üzere bu kafatasçı zümre başlarına Türkeş’i alarak, memlekette bir tedhiş ve dikta rejimi kurmak peşindedirler. Türkeş’in Adalet Partisine gireceği veya alınacağına dair çıkarılan balonlardan Türkeş etrafında bir isim ve şöhret maksadına matuftur. Asıl hedef: <<Köylü ve Çiftçi>> zümresine dayanan bir parti kurarak, her türlü makyavelist metodlardan da faydalanmak suretiyle bir gün memleketin mukadderatına sahip olabilmektir. Siyasî olgunluğunu her vesile ile isbat etmiş bulunan halkımızın ise bu oyunu en kısa zamanda anlayacağı ve maceracılara aslâ âlet mevkiine düşmeyecekleri de bedihi bir hakikattir.
Zafer, Üçyıldız, 24 Şubat 1963.
Türkeş, bu memleketin başına, bir gaile açabilir!
Biz, CHP ve İsmet İnönü’nün karşısındayız. Bu mübarek memlekete hizmeti, bu yönde bulunmakta, bu dâvaya hizmette bulanlardanız. Son zamanlarda, itina ile hesap kitapla, etrafında sun’î bir alâka yaratılmak istenen vatandaşlarımızdan Emekli Albay Alparslan Türkeş için söylenen sözlerden birisi de, onun da, tıpkı bizim gibi, CHP ve İnönü’ye karşı olmasıdır. Karşımızda bulunan kimseye karşı olan herkes, bizimle beraber değildir. Olamaz. Biz, ne kadar CHP ve İnönü’nün karşısındaysak, gene bir o kadar da Alparslan Türkeş ve onun etrafında sun’î bir gürültü yaratmak isteyen kafadarlarının da karşısındayız. 1946 yılında, hürriyet mücadelesini yalınkılıç halinde benimsemiş ve o hâleti ruhiyeyi o günkü tazeliğiyle muhafaza etmesini bilmiş, inanmış, yılmayan, vefalı, büyük demokrat kitleye mensup kimseler, vatandaş Alparslan Türkeş’i yanımızda, safımızda, önümüzde veya arkamızda görmek istememekteyiz.
Şayet Alparslan Türkeş, şu şanı şöhreti dört bir yana yayılmış MBK’nın sesi malûm tenoru olmayıp da, vaktini doldurup da emekliye sevkedilmiş bir zat da olsaydı, biz gene, bu vatandaşımızla aynı safta, aynı yolda bulunmazdık. Çünki bu daha 1942 yılında taklib-i hükûmetler yapmayı, Altay’lara gitmeyi tasarlayan zat, daha o zamandan bu memleketin dâvaları ve realitesiyle ne kadar alâkasız olduğunu göstermiş, Nuriiman Karadağlı’nın evinde elini koyup yemin ettiği mushafın altına kafatasçılık prensiplerini ihtiva eden programını yerleştirmiştir.
CHP’ne İnönü’ye nispetle, biz muhafazakârız. Hattâ, daha ötesine gidelim, biz biraz da sağdayız. Ama, bizim bu muhafazakârlığımız, bu sağcılığımız MBK’nın bed sesli horozunun ve onun sürüsünün yöneldiği cihetle, kat’i surette alâkasızdır.
Biz, İnönü ve onun politika görüşünün aleyhindeyiz. Hem o kadar aleyhindeyiz ki, bu uğurda mücadeleye, canımızı, başımızı koymuşuzdur. Biliyoruz, Alparslan Türkeş bu karşısında bulunduğumuz İnönü’nün başına binbir gaile açabilir. Çünkü onun memleketin başına da bir gaile açabileceğini bilenlerdeniz. Ama, biz İnönü’ye ne kadar karşı isek, Alparslan Türkeş’e de bir o kadar karşıyız.
Tasvir, 24 Şubat 1963.
Türkeş “Ülkümden vazgeçmedim”
Beraberinde Mustafa Kaplan, Numan Esin, Ahmet Er, Muzaffer Özdağ olduğu halde beyaz renkli Mercedes otomobili ile Edirne’den saat 9.30’da yola çıkan Türkeş’i Haznedar bölgesinden itibaren “Hoş geldiniz” flâması ile karşılayan üniversiteli gruplar, kendisine buketler vermişler ve motörünün üstüne Türk bayrağı serdikleri arabasından indirerek Gureba’ya kadar omuzlarda taşımışlardır. Otomobili üzerine çıkarak gençlere hitapta bulunan Türkeş, yurda gelmekten sevinç duyduğunu, kendileriyle yakında görüşeceğini söylemiştir. Burada arabasına binen Türkeş gençler Aksaray’a kadar yaya yürüyerek “Dağ başını duman almış” ve “Harbiye” marşları söyliyerek gösteriler içinde getirmişlerdir. Albay, Aksaray meydanına kadar gelen 500-600 kişilik kalabalığa yine arabasının üstüne çıkarak kısa bir hitabede bulunmuş ve Divan Oteline gelmiştir.
Cumhuriyet, 24 Şubat 1963.
Saat 9.30 da Edirneden Mustafa Kaplan’ın idaresinde bulunan CD 612657 plâkalı siyah Mercedes arabasiyle hareket eden Türkeş ve arkadaşlarının ilk karşılayıcıları, Topkapı surları dışında Tepabağ mevkiinde 10 kişilik bir öğrenci topluluğu olmuştur. Maçka Teknik Okulu ile Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencileri oldukları öğrenilen bu grup, Türkeş’i arabasından çıkarmış ve <<Ya ya şa şa!.>> nidaları arasında omuza almıştır. Türkeş kendisine bu arada iki buket de veren bu ufak topluluğa karşı yaptığı ilk konuşmasında, <<Sizin aranızda kendimi mes’ut hissediyorum. Daha çok görüşeceğiz.. Size çok söyliyeceklerim var. Bunu bugün yapacağım basın toplantısında söyliyeceğim..>> demiştir. Aynı konuşmayı daha bir kaç yerde de tekrarlayan Türkeş, gittikçe büyüyen fakat 500 ün üstüne çıkmayan kalabalıkla birlikte, Topkapıya doğru götürülmüştür. Bu sırada yağmakta olan şiddetli yağmur altında, toplulukla birlikte <<Dağ başını duman almış..>> marşını söyliyerek şehre giren Türkeş <<Fatihin girdiği yerden şehre giriyoruz!..>> diye bağıran bazı insanlar özellikle dikkati çekmiştir.
Topkapıdan sonra, önüne Türk bayrağı asılı bir arabaya bindirilen Türkeş, yine Aksaraya kadar <<Ya ya şa şa>> ve <<Dağ başını duman almış>> marşı söylenerek getirilmiştir.
Aksaray meydanında araba değiştirilip Chevrolet arabaya bindirilen Türkeş, Unkapanı yolu ile doğruca Divan oteline gitmiştir. Türkeş’in bindiği arabanın ön kısmında bulunan Türk bayrağı Bozdoğan kemerleri altından geçilirken indirilmiştir.
Yazılı konuşmasından sonra gazetecilerin sorularından hiçbirine aldırmaksızın salonu terkeden Türkeş’e yazılı olarak gönderilen ve cevapsz kalan suallerden bir kısmı şunlar olmuştur.
- Sizin Adalet Partisine gireceğiniz söyleniyor. Doğru mu?
- Erkanlı ve Kabibay’la aranızda ihtilâf çıktığı doğru mu?
- Gümüşpala’nın Bursa’da yaptığı konuşmada, hakkınızda sarfettiği sözler için bir diyeceğiniz var mı?
Vatan, 24 Şubat 1963.
Türkeş geceyi geçirdiği Edirneden beraberinde Fazıl Akkoyunlu, Numan Esin ve Rifat Baykal olduğu halde dün saat 9.30 da hareket etmiş ve yol boyunca uğradığı ilçelerde dinlenerek kahvelerde halkla konuşmuştur. Havsa’dan sonra Çorlu’da da bir süre kalan Türkeş burada kendisini karşılayanlarla <<geleceğim ve sizi tekrar dinleyeceğim. Parti gözetmeksizin bütün vatandaşlarıma saygı ve sevgilerimi iletmenizi rica ederim>> demiştir. Türkeş ve arkadaşları Küçük Çekmece’ye gelince burada kendisini İstanbuldan karşılamaya gitmiş olan Muzaffer Özdağ ve Ahmet Er katılmışlar ve hep beraber Topkapı’ya gelinmiştir.
Saatlerden beri yağmur altında Türkeş’i bekleyen kalabalık eski MBK üyelerinin otomobillerini görünce bir anda etrafını sarmışlar <<Hoş geldiniz>> yazılı bir döviz açarak Türkeş’ten otomobilden inip konuşmasını istemişlerdir.
45146 Hususî plâkalı otomobilin üzerine çıkan Türkeş’e iki genç kız tarafından buket verilmiştir. Kendisine tezahürat yapan topluluğu elile ve çantasını sallayarak selâmlıyan Türkeş kısa bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmadan sonra Türkeş otomobiline binmek istemişse de kalabalık buna engel olarak kendisini omuza almışlardır. Türkeş Topkapı surlarını aşarak bir kilometrelik mesafeyi dağ başını duman almış ve Harbiye marşını söyleyen kalabalığın omuzlarında gitmiştir.
Türkeş’i omuzlarında taşıyan topluluk tezahürata devam etmiş <<ıstarıbımızı dindir kanımızın son damlasına kadar beraberiz” diye bağırmışlardır. Gureba Hastanesi önünde omuzlardan inip otomobiline binen Türkeş arabanın önüne, yanına, arkasına tırmanan kalabalık arasında Aksaray’a kadar güçlükle ilerliyebilmiş, bu yüzden trafik tıkanmıştır. Türkeş Aksaray semtinde de topluluğun arzusu üzerine arabasından çıkarak kısa bir konuşma daha yapmış ve kendini alkışlayanları selâmlamıştır.
Türkeş’in otomobilinin önüne Hür Sosyalist Partisi Lideri Cahit Topgülle’nin getirdiği bir bayrak konmuş ve bu bayrak Bozdoğan kemeri önüne gelindiğinde Türkeş’in ricası üzerine otomobilin motor kapısı üzerinde giden iki muhafız tarafından çıkarılmıştır. Yolda Türkeş’in Fatih türbesine gitmesi istenmişse de sonradan bunan vazgeçilerek doğruca Divan oteline gidilmiştir.
Hergün, 24 Şubat 1963.
Türkeş konuştu ve 27 Mayıstan bahsetti
Divan otelindeki toplantıda, bilhassa sivil polislerin çokluğu dikkat çekmiştir. Bu arada Hür Sosyalist Partisi lideri Cahit Topgülle’nin toplantıya elinde torba ile gelmesi gülüşmelere yol açmış fakat iki üniversiteli genç Topgülle’nin kollarına girerek kendisini otelden dışarıya çıkarmışlardır.
Hareket (Ahmed Emin Yalman’ın gazetesi), 24 Şubat 1963.
Yorum: Bir Maceranın Başlangıcı
Emekli albay ve müstafi dışişleri memuru Alparslan Türkeş’in yurda gelişi de, yurttan gidişinden daha az talihsiz olmamıştır. Halen Adalet Partisi etrafında toplanmış bulunan ve tarifi tam olarak mümkün olmayan bir muayyen grupun bütün gayretlerine rağmen, emekli albay, İstanbul’da, sayısı en cömert tahminlere göre bile 200’ü aşmayan bir topluluk tarafından karşılanmıştır. Bu topluluğun ne sayı, ne fikir itibariyle halk efkârını temsil etmediği ve edemeyeceği, her memlekette görülebilecek bir avuç hayâlperestin dışındaki herkesin malûmudur.
Emekli albayın bu tarzda karşılanmış olması, ufak ölçüde dahi bir sürpriz teşkil etmemiştir. Şu basit sebeple ki, bugün emekli albay hakkındaki her türlü düşüncenin başına, şu sorunun pek açık, pek ortada olan cevaplarını sıralamak gerekecektir: Kimdir Alparslan Türkeş?
Kendisinin 27 Mayıs’ı temsil edenlerden biri olduğunu söylemek dahi kolay değildir. 27 Mayıs hareketine son dakikada katılmış ve 27 Mayıs’tan hemen sonra da 27 Mayıs’ın gayelerine ihaneti tasavvur edebilmiştir. Bu arada, hakikatte kendisiyle fikren hiçbir bağıntısı olmayan ve şimdi 14’ler diye bilinen diğer emekli subaylarla aynı safta görünmesi, kendisi için hakkedilmemiş bir talih, diğerleri için ise, gene hakkedilmemiş bir talihsizliktir. 13 Kasım 1960’dan bu yana, bugün 14’ler diye bilinen gruptan, emekli albayla fikir, gönül ve hayâl birliği etmiş olanların sayısının dört ilâ beşi geçmediği türlü vesilelerle ortaya çıkmıştır. Emekli albayın hakikatte 27 Mayıs’a kayda değer bir bağlılığı olmadığı, kendisinin 27 Mayıs’ın esas hedefi olan demokratik nizamın dışında bir nizamın kurucusu olabileceğini sanmakla değil, 27 Mayıs’ın hemen ardından 27 Mayıs’a karşı olanlarla elele vermesi ile de sabit olmuştur. Adalet Partisi içindeki en müfrit kanadın Alparslan Türkeş ile münasebetleri gizlenebilecek gibi değildir.
Bütün bunlardan sonra emekli albayın dün yaptığı basın toplantısında Türk Milletine Beyanname adı altında 27 Mayıs’ın gayelerini yetkili bir kimse olarak açıklamaya kalkışması ve bu açıklamasında yer alan hususların Türk halk efkârının kabul ettiği Anayasadaki 27 Mayıs tarifine de uymaması ayrıca dikkati çeken bir noktadır. Emekli albayın ayağının yozu ile kırdığı bir başka pot da, kendisini bir yandan partiler üstü görürken, bir yandan da partisiz ve görevsiz bir mütevazı vatandaşın boyu ile orantılı olmayan büyük projelerden bahsetmesidir. Akla gelen soru, pek tabiî olarak, <<Peki, sen bu hizmetleri nasıl göreceksin?>> diye sormaktır. Ama henüz yürürlükte bulunan Anayasanın temel kaidesi hakkında sağlam bir fikri olmadığı anlaşılan bir kimsenin, bu soruya cevap olarak hayâl ettiklerinin cevap olarak neler olabileceğini düşünmek güç değildir. En komiği, emekli albayın kendisini 27 Mayıs’ın yetkili şahsı görmekte olmasıdır. Oysa, 27 Mayıs’ı yapan Silahlı Kuvvetlerle diğer kuvvetlerin 27 Mayıs hakkındaki görüşleri bugün yürürlükte bulunan Anayasamızın başlangıcında tescil ve ilân edilmiştir.
Yeni İstanbul, 25 Şubat 1963 Pazartesi.
Alparslan Türkeş Ankara’da
27 Mayıs’ın tarafsızlığını sağlamak için giriştiği hareketleriyle bilinen ve 13 Kasım 1960 tarihinde bugünkü Temelli Senatörler tarafından yurt dışına uzaklaştırılan Kurmay Albay Alparslan Türkeş, iki yılı geçen bir ayrılıktan sonra bugün saat 17.20 de yuvasına kavuşmuştur. Türkeş’i Ankaranın birkaç kilometre ilerisinde aile dostları ve kızları karşılamış, hasretle kucaklaşmışlardır.
Türkeş saat 17 de İstanbul Ankara asfaltının Yenimahalle kavşağında Üniversiteliler, 22 Şubatçı subayların bazıları ve yakınları tarafından karşılanmıştır. Türkeş’in çevresini bir anda yirmi kadar gazeteci çevirmiş ve sual yağmuruna tutmuşlardır. Türkeş bu suallerin bir çoğunu dün İstanbuldaki basın toplantısında verdiği beyanat ile cevaplandırdığını ifade etmiş, diğerleri için ise; “Yakında bol bol konuşacağız demiştir.”
Bu arada bir gazeteci: “Politikaya atılacak mısınız?” diye sormuş, Albay Türkeş buna “İçindeyiz” cevabını vermiştir.
Türkeş, diğer bir gazetecinin “Türkiyeyi gezecek misiniz?” şeklindeki sorusunu da şöyle cevaplandırmıştır: “Milletimi o kadar özledim ki.. nasıl gezmem.. bütün Türkiyemi gezeceğim..
Albay Türkeş, Başkent’te Rifat Baykal’ın kullandığı Chevrolet marka otomobille gelmiştir. Aynı otomobilde Muzaffer Özdağ ile eşi ve Fazıl Akkoyunlu Türkeş’e refakat etmişlerdir.
Türkeş’i karşılayan 22 Şubatçı subaylar arasında Emekli Yarbay Mustafa Ok, Binbaşı Bahtiyar Yalta, genç subayların tamamı bulunmuşlardır.
Türkeş 50’ye yakın otomobilden müteşekkil bir konvoy ile doğruca 14 Mayıs evlerindeki evine gitmiş, herhangi bir beyanat vermemiştir.
Yeni İstanbul, 25 Şubat 1963.
Türkeş’in şansı
Alparslan Türkeş 27 ay sonra yurda döndü ve konuştu. Türkeş’ten bahsetmek için bu konuşmasını beklemeyecek kadar sorumluluk şuurundan mahrum bulunanlar ile mevcut iktidarın tutumu üzerine tahminlere girişenler şimdi utanacak mıdır, bilemem. Fakat Türkeş, bu konuşması ile bu bahtsız memleketin hesap düşkünü olmayan aydınların kalbini kazanacaktır, bundan eminim.
Konuşma, her şeyden önce, medenî bir politikacının eseridir. Çünkü yapıcıdır, açıktır, taviz vermeyen bir saygı ve nezaket ile sınırlanmıştır. Kısacası fikir ve şahsiyetlerin hakkını tanıyan, fakat hatalara karşı mücadeleci bir karakterle çıkan, en sonunda da inançları için yaşayan bir şahsiyetin eseridir.
Bu şahsiyet kimleri kazanabilecektir? Türkiye’nin kaderi ile ilgili bulunan sual işte budur. Ve biz, peşin hükümlere ve dünyayı peşin hükümler kadar rezil eden, kökleri de çoğu zaman antipatilere kadar varan hesaplara kapılmazsak bu suali ancak şu şekilde cevaplayabiliriz:
Türkeş zihniyet ve grupu, 27 Mayıs’a sırt dayayan bir siyasî azınlık tarafından ezilmek tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmış büyük bir kitleyi kazanacaktır.
Türkeş zihniyet ve grupu, yurdun kalkınması için, şimdiki iktidarın çalışma temposunu gevşek bulan hakikî ilericileri kazanacaktır.
Türkeş zihniyet ve grupu milliyetçileri kazanacaktır.
Ve nihayet, yine bu konuşmada beliren aynı zihniyet ve tutum, 27 Mayıs’ı asıl gayelerinden uzaklaşmış sayan 27 Mayıs’ın vaatettiklerini gerçekleştiremediğine inananları da kazanacaktır.
Zira bu konuşmada en keskin çizgi, memleketin realitelerini idrak eden, ihtiyaçlarını bilen, bildiğini ve inandığını yapma azmini taşıyan, bunun için de yol çizecek bir kafaya sahip olan karakterdir.
Bu konuşmadan sonra da Türkeş zihniyetine ırkçılık isnadında direnecek olanlar, yalnız ve yalnız arsızlar ile politika çapulcularıdır sanıyorum.
Şu söylediklerim ilk bakışta Türkeş’in şansını Türkiye’nin şansı olarak gördüğümü ve Türkeş’in şansını çok büyük bulduğumu zannettirebilir. Bunun için işte açıklıyorum:
Türkeş zihniyetini Türkiye için bir ışık saydığım doğrudur. Çünkü -tekrar edeyim- bu zihniyet yapıcıdır, medenîdir, irade ve azim sahibidir, dürüsttür. Fakat bu ışığın kaderi de geçmişteki benzerleri gibi, yalnız kendi vasıfları tarafından çizilmeyecektir. O kaderin de ne gibi bataklıklarda, nasıl sarp arazide savaşlar vermeye mahkûm bulunduğunu bilecek kadar tecrübemiz var. Asıl önemlisi de, aynı tecrübeler bize o savaşların, sonunda kazanılsa bile, ne büyük kayıplara ve ne akıl almaz karakter değişmelerine sebep olduğunu da öğretmiştir.
Netice olarak söylemeliyiz ki, dünkü konuşmada beliren Türkeş zihniyeti Türkiye’nin özlediği ve kan gibi muhtaç olduğu zihniyettir. Vasıflarını kaybetmeden başarıya ulaştığı ve başarıya ulaşınca ekipini kurabildiği takdirde Türkiye’nin de şansı olacaktır. Biz daha ümitli konuşmak için kurulacak işbirliklerini bekleyeceğiz.
Milliyet, 25 Şubat 1963.
Türkeş, yurt gezisine çıkacağını söyledi
14 lerden Alparslan Türkeş dün öğleden sonra Ankaraya gelmiştir. Rifat Baykal’ın kullandığı bir otomobilde, Muzaffer Özdağ ve Fazıl Akkoyunlu ile İstanbuldan gelen Türkeş’i Ankarada 30 kişi karşılamıştır. Türkeş, <<Siyasete atılacak mısınız?>> sorusuna <<içindeyim>> cevabını vermiş ve <<En kısa zamanda büyük bir yurt gezisine çıkacağını>> söylemiştir. Eşi, çocukları Alparslan Türkeş’i evlerinde beklemişlerdir. Bayan Türkeş kocasını, merdivenlerin dibinde karşılamıştır.
Tasvir, Başyazı, 25 Şubat 1963.
Türkeş’in Beyanatı...
27 Mayıs hareketinin liderlerinden ve 27 Mayıs sonrasının kudretli albayı Alparslan Türkeş, yurda döner dönmez edası ve hedefi bakımından, oldukça garip bir beyanat verdi. 27 Mayıstan bu yana, memleketteki his ve düşünce değişikliğinden haberdar gözükmeyen Türkeş, âdetâ, mühim bir vazifeden yurda dönen bir lider edası ile millete hitap etmektedir. İstanbul’a gelişi sırasında, Topkapı’dan girerken karşılayanların “Fatih’in girdiği kapıdan giriyor.” Gibi sözler sarfetmeleri, taraftarlarının niyetini ve dolayısı ile Türkeş’in hedefini açığa vurmaktadır.
Türkeş, beyanatı ile, 27 Mayıs inkılâbının, sonraları hedefini şaşırdığını ve gayesinden uzaklaştığını anlatmaya çalışmaktadır. Albay Türkeş, 27 Mayıs’ı kimsenin burnu kanatmamak, farklı muamele yapmamak ve gölgesiz bir adalet, hukuk düzeni için yaptıkları iddiasındadır. Fakat sonradan politika bezirgânları, menfaat hırslarıyla bu prensibi zedelemişlerdir.
Eski MBK üyesi, 27 Mayıs’ı kendilerini yurt dışına yollayan 13 Kasımdan evvel ve sonra olarak ikiye ayırmaktadır. Birincisi, kendisinin Komite üyesi ve Başbakanlık Müsteşarı olarak, ihtilâlin birinci derecede söz ve nüfuz sahibi olduğu devredir.
Hatırladığımıza göre, devlet ricalinin ve bütün milletvekillerinin tevkifi bu devreye rastlar. Şehir ve kasabalarda, Demokrat Parti mensuplarının, yer yer kitle halinde tevkifi, evlere ve ticarethanelere yapılan baskınlar ayni günlere rastlar. Birçok umum müdür ve yüksek rütbeli memurun önce vazifeden atılması, sonra hapsedilip mahkemeye verilmesi de hatırladığımıza göre, kendisinin Başbakanlık müsteşarlığı ve Millî Birlik Komitesi üyeliği sırasındadır.
DP erkânı ile milletvekillerinin Yassıada’ya gönderilmesi, Yüksek Adalet Divanı teşkili, köpek ve bebek dâvalarının öne alınması yine o günlerdedir. Hattâ 14’lerden Orhan Erkanlı, gazetecilere, Yassıada hukukumuza yeni bir üslûp getirecek diye o zaman söylemişti.
Şu hale göre Türkeş, 13 Kasıma kadar olup bitenlere iştirak etmiş, yahut bir çoklarının fikri kendisinden gelmiştir. 27 Mayıs hedefini şaşırmışsa, bunun kendisinin ve arkadaşlarının söz ve nüfuz sahibi oldukları devrede atılmış adımların ve verilmiş kararların tabiî bir neticesi olduğu düşünülemez mi?
Bu meseleler hakkında Türkeş’in daha açık konuşması gerekmektedir.
Türkeş’e göre 27 Mayıs öncesinde, Türk köylüsü yokluk, sefalet ve karanlık içindedir. 27 Mayıs, Türk köylüsünü bugünkü medeniyet seviyesine süratle ulaştırmak için yapılmıştır.
Yine 27 Mayısın gayesi “Bütün milleti içine alan bir yardımlaşma teşkilâtı kurmaktır” “Güzel sanatlar ve spordan halk hizmetinde faydalanmak, aydınları ve gençleri köylere ve halkın içine göndermek” “Ülkü ve kültür birliği dernekleri” kurmak için yapılmıştır. Bu sistemlerin bazıları demirperde gerisini, bazıları Mussolini devrini, bazıları Hitler Almanyasını hatırlatmaktadır. Demokratik düzenle bu sistemlerin uyuşacağını sanmıyoruz.
Türkeş’in her hangi bir partiye girmekten çok, yeni bir taazzuvun başına geçeceği sözlerinden, anlaşılmaktadır. Çünkü AP’ye girme, yahut girse bile istediği mevkii elde etme şansı azalmaktadır.
Demokrat Parti iktidarının yıkılmasında oynadığı mühim rol, inkâr edilemez. Bu sebeple, ekseriyetini kapatılan Demokrat Parti mensuplarının teşkil ettiği AP içinde Türkeş’in şahsı, çekişme ihtilâflara yol açacaktır.
Türkeş, yeni bir parti kurarak ihtilâl yapmakla bir partiyi geliştirmek ve o yoldan iktidara gelmek arasındaki farkı nefsinde duymuş olur.
Tasvir, 25 Şubat 1963.
Türkeş, siyasî hayatın zaten içindeyim
Alparslan Türkeş, beraberinde Muzaffer Özdağ ve Rifat Baykal olduğu halde dün akşam saat 17 de kara yolu ile İstanbuldan Ankaraya gelmiştir.
İhtilâl devrinin <<kudretli Albay>>ını Yeni Mahalle civarında gazetecilerle birlikte sayısı kırkı bulan dostu karşılamıştır. Türkeş’i karşılayanlar arasında AP gençlik teşkilâtı üyelerinden bazıları ile Devlet Tiyatrosu sanatkârlarından Aclan Sayılgan, bazı Eminsular ve kızı bulunuyordu. Türkeş otomobilinden indikten sonra kızı ile kucaklaşmış ve kendisine doğru gelen gazetecilere “Ne haber?” demiştir. “Haberler sizde…” diyen gazetecilerle Türkeş arasında şu konuşma geçmiştir:
- Siyasî hayata girecek misiniz?
- İçindeyim.
- AP ye girecek misiniz?
- Dünkü beyanatımı okuyunuz.
- Yurtiçi seyahatine çıkacak mısınız?
- İlk fırsatta.
Türkeş bundan sonra beraberinde getirdiği ve bir gazete matbaasında basıldığı belli olan “A. Türkeş’in Türk milletine beyanatı” başlığını taşıyan yazılı metni gazetecilere dağıtmıştır. Dün İstanbulda söylediklerini ihtiva eden bu yazılı metni dağıttıktan sonra Türkeş kızını da yanına alarak otomobile binmiş Kavaklıdere civarındaki evine gitmiştir. Türkeş evinin kapısında kendisine yeniden sualler soran gazetecilere cevap vermeyerek evine girmiştir.
HAKŞİNAS BİR YAZI
Son Havadis, Orhan Seyfi Orhon, 28 Şubat 1963.
Alparslan Türkeş
Bazılarınca ırkçı, diktacı, faşist bir umacı, bazılarınca halkçı, milliyetçi, idealist bir vatansever olan Alparslan Türkeş’i hiç tanımam. Yalnız, 27 Mayıs’tan sonra, halkçılar bu hareketi kendilerine mal ederek bir Demokrat Parti husumeti şekline sokmaya başladıkları zaman Türkeş’in buna karşı olduğu söyleniyordu.
O sırada Millî Birlik Hükûmeti Başkanı Gürsel’in müsteşarıydı. Eski Havadis Gazetesinde, yazı yazan arkadaşlar, az çok düşündüklerimizi söyliyebilmek için bundan cesaret alıyorduk.
Şimdi Ahmed Emin Yalman’ın gazetesi, bunu; <<27 Mayıs’tan hemen sonra 27 Mayıs’ın gayelerine ihanet>> diye anlatıyor. Türkeş’se, basın toplantısındaki yazılı beyanatında; <<27 Mayıs 1960 da radyoda yayınladığım sözlerin mâna ve ruhuna daima sadık kaldım>> diyor.
Bir hüküm verebilecek durumda değilim. Ama, o sırada biz yazı yazarken daima 27 Mayıs hareketinin radyoda yayınlanan ilk beyannamesinden, yâni bir partiye matuf olmamasından kuvvet almışızdır.
* * *
14 lerin memleket dışına çıkarılmasından sonra, halkçıların târizlerine en çok bu zat hedef olmuştu. Sebebi, İnönü’ye ait eski bir hikâyeye bağlanıyordu. Halkçı yazarlar onu ırkçı, dikta taraflısı, nazist, faşist, tehlikeli, mâceraperest bir insan olarak göstermişlerdir. Şimdi Türkeş’in yazılı beyannamesindeki sözleri neden sevmediklerini ortaya koyuyor:
* * *
Türkeş diyor ki:
<<27 Mayıs, hiç bir parti ve zümreye karşı değildi. Herhangi bir şahıs, zümre veya parti lehine bir hareket olarak yapılmamıştır. İktidarda olan bir partiyi silâh zoru ile iktidardan indirip, onun yerine muhalefet partisini oturtmak için, yâni adî bir hükûmet darbesi olarak yapılmamıştır.>>
Bu fikirler Halk Partisini çok fazla öfkelendirebilir. Çünkü onun memlekete sahip ve hâkim olmak için dayandığı bütün mesnetleri elinden alır.
Hele, 27 Mayıs’ta kimsenin burnunun kanamaması istendiği sözleri, bugün bile bu partiyi tuttuğu yolda çok şaşırtır. Böyle konuşan bir zatla CHP’nin bağdaşamaması pek tabiî bir keyfiyettir.
* * *
Halk Partisi dışındakiler için Türkeş’in beyanatına gelince: Irk, din, mezhep farkı gözetmeden vatandaşların refahını sağlamak istemesi, ona karşı yapılan ırkçılık isnatlarına karşı bir cevaptır.
Türk milletini muzir cereyanların mânevi istilâsından kurtararak, millî özelliğine sahip bir tarzda geliştirmek fikri, bütün milliyetçileri memnun eder.
Köylüleri, halk kitlelerini en kısa yoldan modern uygarlığa ulaştırmak, toprak reformu, güzel san’atlar ve spordan faydalanarak aydınlarla halkı yakınlaştırmak, asırları atlayarak memleketi feza devrine yetiştirmek, millî birlik ve millî kültürü kuvvetlendirmek, bir Türk rönesansı yaratmak reddedilecek fikirler değildir. Yalnız bunları, hiçbir Silâhlı Kuvvet veya bir zümre tahakkümü kullanmadan demokratik siyasî yollarla halka kabul ettirmek, halka mal etmek, meşru usüllerle çalışmak şarttır.
* * *
Böyle olunca, bu söylenen şeyleri yapmak isteyen herhangi bir vatandaş gibi, bu düşünceleri gerçekleştirmek için yurda dönen sayın Alparslan Türkeş’e de söylenecek söz: <<Hoş geldin, sefa geldin!>> den başka bir şey olamaz!..
Tercüman, Ahmet Kabaklı, 28 Şubat 1963.
İhtilâl ne idi…
Bayram öncesinin en dişe dokunur olayı ne idi? Alparslan Türkeş’in konuşması.. Neden dişe dokunur bu olay? Çünkü Türkeş, İhtilâl’in <<ne iken ne olduğunu>> izah etmiştir. 27 Mayıs radyolarının gür ve tok sesli albayı, ihtilâlin ikinci adamı bunu şu sözlerle anlatmıştır:
“27 Mayıs, hiçbir parti ve zümreye karşı ve herhangi bir parti, zümre veya şahıs lehine yapılmamıştır.
27 Mayıs, iktidarda bulunan bir partiyi silâh zoru ile iktidardan indirip onun yerine bir muhalefet partisini oturtmak için, yâni adî bir hükûmet darbesi olarak düşünülmemiştir.
27 Mayıs, sefalet, yokluk ve karanlık içinde bırakılmış olan köylü ve halk kütlesini, en kısa yoldan ve hızla çağdaş medeniyete ulaştırmak, Türk devletini, kendi güciyle ayakta durabilecek hale getirmek için yapılmıştır.
27 Mayıs, vatandaşlardan tek kimsenin bile burnunu kanatmadan, onlar arasında hiç bir farklı muameleye meydan vermeden, gölgesiz bir adalet ve hukuk düzeni kurmak için yapılmıştır.
27 Mayıs, Türkiye’yi muzır cereyanların mânevî istilâsından kurtarmak ve onu millî özelliğe sahip hür bir fikir ve vicdan hayatına kavuşturmak için yapılmıştır.”
* * *
Şu yukarıya yazdığım sözler, bilinmeyen şeyler değildir. 30 milyon yurtdaşın kulağı 27 Mayıs günü de aynen bu sözleri duymuş ve ihtilâle onun için güvenmiştir. Ama ne yazık ki, sonraları, bu temel felsefeyi kasden veya bilmiyerek ters yorumlıyanlar, yanlış uygulayanlar olmuştur.
İhtilâli bir çalım veya menfaat kozu gibi kullananlar, onu büyük halk kütlelerini ezmeye fırsat sayanlar, gençliği bu yolda kışkırtanlar eksik değildir. Komünisti ve faşisti bile 27 Mayıs gölgesine sığınmış ve bazı partililer, onunla şımarmışlardır.
<<27 Mayısa bağlı olmak>> veya <<karşı olmak>> gibi lâflar sık sık ediliyor. Bizce 27 Mayıs, işte Türkeş’in ağzında ifadesini bulan temiz devrim hareketidir. Bu ak devrime <<karşı>> hattâ <<düşman>> olanlar, onun bu temel ilkelerine inanmıyarak kardeş kavgası çıkaranlardır.
* * *
Nasıl bir insandır bu Türkeş? Doğrusu gereği kadar tanımıyoruz. Onu değerlendirmek için henüz vakit erkendir. Yalnız elimizde bir ölçü var:
Millî iradeye düşman olan ve Türk halkını sevmiyen zümreler, ondan çok huylanıyor, fena halde saldırıyorlar. Bu bir <<fâl-i hayr>> olabilir. Sırf onların gözüne battığı için Türkeş, iyi bir vatan evlâdı sayılabilir…
Tercüman, 28 Şubat 1963.
Türkeş Aydemir’le Görüştü
Alparslan Türkeş bayramda muhtelif temaslarda bulunmuş, bu arada 22 Şubatçıların lideri Talât Aydemir ile de görüşmüştür. Bu görüşme Aydemir’in Türkeş’i ziyareti üzerine yapılmıştır. Bir gün sonra da Türkeş bu ziyareti iade etmek maksadiyle Aydemir’in evine gitmiştir.
Bayramın birinci günü Türkeş ve 14 lerden Ankara’da bulunanlar Anutkabri ziyaret ederek bir çelenk koymuşlardır.
Son Saat, 28 Şubat 1963.
Türkeş ve AP
Türkeş’in yurda gelmesi ile hakkında çeşitli söylentiler başlamıştır. Bunların başlıcası Türkeş’in AP’ye gireceği veya giremeyeceğidir. Bazılarına göre Türkeş AP’ye girecektir. Fakat AP idarecilerine ve bilhassa Gümüşpala’ya göre ise Türkeş’in AP’ye girmesi mümkün değildir. Gümüşpala bu hususta şöyle demektedir. <<Bizim için Türkeş diye bir mesele yoktur. 27 Mayıstan sonra bölücü ve parçalayıcı zihniyetle memlekette ihtilâller meydana getirmek ve böylece dikta kurmak isteyenlerle AP teşkilâtı ve idare heyeti aynı safta olamaz. AP şahısların değildir. Türk Milleti ihtilâlden ve ihtilâlcilerden uzak kalmak istemektedir.>>
Adalet, Cehdi Şahingiray, 28 Şubat 1963.
AP ve Türkeş
14 ler diye adlandırılan Devlet Başkanının resmî beyan ve zamanın hükûmetinin resmî tebliği ile vatan haini olarak ilân edilen ve ihtilâl hükûmetinin kararnamesile iki yıl müddetle hudut harici edilen, fakat kendilerine Büyükelçilik müşaviri ünvanları verilerek bu fakir milletin milyonluk dövizleri onlar için çarçur edilen bir garip ihtilâlci emekli subayların ele başısı Alparslan Türkeş Türkiye’ye döndü.
Mazisi karanlık, istikbâli meşkûk bu 14 lerin siyasî hayata atılışları memleket için yıkıcı ve komünistler kadar tehlikeli olacaktır.
Bir takım entrikacı politikacılar, bu Alparslan Türkeş’in Adalet Partisine gireceğini ve kendisine bu mümtaz siyasî topluluk içinde en yüksel idarecilik mevkilerinin verileceğini propaganda etmektedirler.
Memleketin en buhranlı günlerinde, milletin yarıdan fazlasının adeta vatandaşlık hak ve hürriyetlerinden mahrum bırakılarak tezyif, tahkir ve hatta maddî ve manevî işkenceye tabi tutuldukları sıralarda, bir direnme hakkı olarak vücut bulan Adalet Partisi, kurulduğu andan bugüne kadar, kendilerine tevcih edilen bütün isnatlara, haksız suçlamalara, tazyiklere en medenî şekilde mukavemet etmiş, tam bir vatanperver parti olduğunu isbat etmiştir.
Bütün gayretler, entrikalar, içten vurmalar, topla ve tüfekle bile yıkma teşebbüsleri bu kararlı, imanlı, temiz vatanperverler topluluğunu parçalıyamamıştır.
Şimdi, 27 Mayıs 1960 sabahı <<Kardeş kanı dökmemek>> sloganı ile iktidarı ele geçirip ilk günü hançer! saplayıverenlerin elebaşısı bu Türkeş’in AP saflarında yeri yoktur. Bu Türkeş ihtilâlin başarıya ulaştığı ilk günlerde, bu işte işbirliği, kader birliği yaptığı silâh arkadaşlarına da, üniversite ulemasına da, saf gençliğe de ihanet etmeye başlamıştı. Gözünü ihtiras bürüdüğü için, demokrasiye doğru ilk adımların atıldığı anlarda şenî bir tecavüzü tahakkuk ettirmek üzereyken suçüstü yakalanmıştı. Cezası derhal idam iken, MB Komitesindeki arkadaşlarının vefakârlığı veya hatalı davranışları sebebile hayatını kurtarmış, yurtdışına çıkarılmıştı. O sırada nedamet göstereceğine, zararlı faaliyetlere girişmiş, sükûn ve huzur bekliyen milletini el altından tahrik ve karanlık politikalarına âlet etmiye çalışmıştır. Yurtdışındaki bu karanlık faaliyetleri neticesi, şimdi Türkiye’ye gelirken bazı saf vatandaşların iyi niyetleri istismar edilerek kendisine karşılama merasimleri tertiplenmektedir. Bu yetmiyormuş gibi bazı şüpheli kaynaklar ve halkın itibarından mahrum siyasî teşekküller işte bu Türkeş’i Adalet Partisine mal etmeye çalışmaktadırlar.
Memleketsever, dürüst ve imanlı Adalet Partisi içinde nasıl ki İnönü’nün yeri yoksa, bu Türkeş adındaki maceraperestin de yeri yoktur.
Millet bir tarafa, millete hançer saplıyan Türkeş öbür yana…
Adalet, Cehdi Şahingiray, 2 Mart 1963.
Türkeş’in sapladığı hançerin yarası henüz kapanmadı
Miralay Türkeş, 27 Mayıs 1960 tarihinde Başvekâlet kasasından kaybolan içi yüzbinlerce dolar dolu zarfın esrarı gibi, iki yıl yurtdışında kaldıktan sonra Türkiye’ye döndü. Edirne ve İstanbul’daki, temin edilen şakşakçıların vâveylâsından sonra Ankara’ya 14 Mayıs mahallesindeki evine geldi.
Gazetelerde halkın omuzlarındaki resimlerini gördük. Yadırgamadık. Zira bir zâtın nasıl başkalarının omuzlarına çıkarak milletin tepesine bindiğini biliriz. Sonra Edirne’de camileri ziyaretinin fotoğrafını da gördük. Bunu da tabii bulduk. Ama vatan topraklarına ayak basar basmaz, Allahın huzurunda günahlarının affını dilemesi icabederdi. Nihayet 14 Mayıs mahallesine gelip, onun havasını teneffüs ederek içine temizlemesi icabederdi. Onu da yaptı.
Şimdi AP saflarına sığınmaya bakıyor. Bazı kimseler de onun bu arzusuna, daha doğrusu bu entrikasına âlet olmak istidadını göstermektedirler.
Kıbrıslı miralay Türkeş, turancılık, ırkçılık ideolojisini bu saf, temiz, vatanperver siyasî topluluğun içinde, onların milliyetçilik duygularını istismar ederek tahakkuk ettirmek gayesindedir. Türkeş’in AP saflarında aktif bir rol oynaması için kampanya açanlar, kendisini, 1 numaralı İnönü düşmanı, diye tanıtmaktadırlar. Adalet Partisi mensupları düşmanlık ve kin hislerinden uzaktırlar. Eğer böyle bir his Adalet Partisinde hâkim olsaydı, bugüne kadar intikam almak için çok fırsatlar çıkmıştı. Fakat hiçbir AP li böyle bir teşebbüse geçmeyi aklından bile geçirmemiştir. AP seçimlere iktidarı almak, milleti arzuladığı huzura derhal kavuşturmak, memleketi kalkındırmak, eserlere eserler katmak gayesini tahakkuk ettirmek yolundadır.
Türkeş’in beyanatlarına bakınız. Memleketi, köylüyü kalkındıacakmış… Hangi metodla, hangi iktisadî ve siyasî bilgisiyle, hangi doktrini ile?.. 27 Mayıs 1960, sabah karanlığı radyolardan, bu hareketin hiçbir siyasî partiye, hiçbir zümreye karşı olmadığını bütün onun sesinden dinlemişti. Ama ertesi gün, bu sözünden dönüvermişti.
O günden itibaren milletin demokrat partili olan kısmını, adeta vatandaşlıktan çıkarmış olan Miralay Türkeş, suçüstü son dakikada yakalanmayıp bir ikinci ihtilâli tahakkuk ettirmiş olsaydı, bu sefer milletin ırg karışımını tahlil ederek, bir yeni Hitler hüviyetile ırkçılık ideolojisini tatbik edecekti. O zaman tahakkuk ettiremediği bu sapık ihtirasını şimdi tatmin etmek yollarını aramaktadır.
Adalet Partililer kin ve intikam beslemiyorlar. Ama kendilerini hançerliyen ve hâlâ kapanmıyan derin ve acısı dinmiyen yarayı açan Türkeş’i pek iyi biliyorlar ve unutmuyorlar.
Türkeş’in değil Adalet Partisi içinde bu vatanda dahi yeri yoktur.
Yeni İstanbul, 1 Mart 1963.
Alparslan Türkeş, bugün eski Harp Okulu Kumandanı Talât Aydemir’e bir iadei ziyarette bulunmuştur.
Türkeş’in bu ziyareti 15 dakika sürmüş ve her iki taraf da görüşmeyi iki eski arkadaşın buluşması şeklinde ifade etmiştir. Bilindiği gibi Türkeş’in memleketimize ilk geldiği gün Talât Aydemir eşi ile beraber kendisine giderek “Hoş geldiniz” demiş ve bu ziyaretini dün de Bayram münasebetiyle tekrarlamıştır. Ziyaret hakkında gerek Türkeş ve gerekse Aydemir: “İki eski arkadaş, aradan geçen 2 buçuk seneden sonra buluştuk” demişlerdir.
Son Havadis, 2 Mart 1963.
Türkeş’e Kim İnanır?
Alparslan Türkeş Beyruta gelmiş! Alparslan Türkeş Lozana gitmiş! Alparslan Türkeş Yunanistana geçmiş..
Alparslan Türkeş 22 Şubatta, Türkiye topraklarına ayak basacakmış!..
Alparslan Türkeş 23 Şubatta saat tam 15 de Topkapıda bekleniyormuş!..
Neden Türkiye’ye gelmek için 22 Şubat tarihini seçer?.. Saat 15 de Topkapıda, kim bekler kendisini?. İzahı yok!..
Her gün Edirneden Türkiyeye yüzlerce insan girmektedir. Alparslan Türkeş de, bu vatandaşlardan birisi! 13 Kasım 1960 da zorla sürgün gittiği 15-20 bin lira aylıklı yakıştırma bir vazifede kanunî müddetini doldurup da, geri dönüyorsa, bundan Türk umumî efkârına ne?..
Ama o, sanki büyük meydan muharebeleri kazanmış bir başkumandan edâsıyla İstanbula ayak basmak sevdasındadır. Burada eğer kırk elli dostu varsa, onlar, gazeteciler ve elbette ki ilgili sivil polislerle beraber iki yüz, üç yüz kişilik bir cem-i-gafir halinde kendisini karşılayacaklardır.
Kim bu kadar reklâm yapar da bu kadarcık kalabalık toplayamaz?..
Nihayet geldi; ve sonra, bu mahdut insanlar arasında <<Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar>> marşını bizzat söyliye söyliye, Topkapı surlarından İstanbula dâhil oldu!..
Büyük dâhî Atatürk de vatanı kurtarmak için 19 Mayısta Samsuna ayak basıp, Ankaraya doğru hareket ettiği zaman, Dağ başını duman almış marşını söylememiş mi idi? Alparslan Türkeş de söyler!..
Ama kim bu Alparslan Türkeş?.. Memleketin iktisadî kalkınmasına fındık kadar yararı mı olmuştur? Huzur ve istikrarı mı temin etmiştir?.. İsmi Alparslan ama, vatanı kurtaran arslan mıdır?..
Eğer vaktiyle MBK içindeki hizipçilikte mağlûp olup zorla hudut dışına çıkarılmasaydı, bugün o da temelli senatördü!.
Onlar çıkarıldığı zaman, haklarında radyoda söylenenleri burada tekrar etmek istemeyiz, ama, hepsi hâfızalarımızda menkuştur!
Evet, Alparslan Türkeş geldi ve Divan Otelinin yumuşak bir salonunda sert bir basın toplantısı yaptı..
Meğer ne idealleri, be parlak fikirleri varmış da bizler bilmiyormuşuz!..
Millî iradenin her şeyin üstünde tutulmasına taraftarmış!. Hiçbir partiye imtiyaz tanımazmış!.
Topraksız köylüye toprak!. Sosyal reform!. Irk, mezhep, din farkı gözetmeden vatandaşların refahını sağlamak!.. Ve bir sıçrama yaparak, çağlar üzerinden atlayıp, atom ve feza çağına girmek!. Türk Rönesansı yaratmak!..
Güzel sanatlardan tutunuz da, spora varıncaya kadar her faaliyet sahası, sanki cumhurbaşkanlarının Bir Kasım nutukları gibi, bu demecin içinde yer almıştır.
Fakat, Türkeş’e kim inanır?
Sonra da bir miting hitabesi:
<<Ey geçmişin büyük fırtınaları, eşsiz şan-ü şerefleri içinden gelen ve mutlu yarınlara elbette erişecek olan büyük Türk Milleti! Selâm, sevgi ve muhabbet sana!..>>
Bu selâma karşı: <<Ve aleykümselâm>> demekten başka elden ne gelir?.
Ama Alparslan Türkeş, Türkiyeden ayrıldığı Kasım 1960 ortalarına kadar böyle mi düşünüyordu?. Hareketlerini bu idealler etrafında mı toplamıştı?..
Bunun münakaşasını yapmayacağız, tarih elbette şaşmaz hükmünü verecektir.
Fakat artık açıkça anlaşılıyor ki, Alparslan Türkeş bir parti kurmak sevdasındadır. Ve belki de hazır bir partiye konmak niyetindedir.
Bütün bu hazırlıklar, protokoller, karşılanma hevesleri, Dağ başını duman almış şarkıları, 14’lerin beyni sıfatları, bir parti programı gibi basın toplantısı, millete iltifatlı temennâlar, hepsi hepsi, bunun içindir.
Eh, kurar. Her vatandaşın her şeyi kurmak hakkıdır. Kurar ama, bakalım arkasında kaç kişi bulur?. Ona kim güvenir?.
Rivayet edildiğine göre, gûya hazır lop bir halde gözünü AP Teşkilâtına dikmiştir. Her partide olduğu gibi, burada da her nasılsa elde ettikleri mevkileri bir atlama taşı yapmak istiyenler çıkabilir. Ama gerçekten demokratik nizamın müdafii ve millî hâkimiyet prensiplerine bağlı olan teşkilâttan kimi arkasında bulabilir?.. Hiç birini…
Hodri meydan!
Milliyet, Durum, 2 Mart 1963.
Bir Gelişin Ortaya Koyduğu Gerçekler
27 Mayıs günündenberi ismi etrafında çeşitli söylenti ve iddialar dolaşan eski MBK üyesi Alparslan Türkeş’in geçen hafta yurda dönmesi, bir yandan istifhamlar yaratırken, bir yandan da bâzı gerçeklerin anlaşılmasını sağlamıştır.
Türkeş ne yapacak, ne yapabilir?
Ortaya atılan sorular bunlardır. Emekli Albay, ilk hamlede açık vermemek kaygusiyle ihtiyatlı davranmış, sualleri cevaplandırmamış, basına evvelce hazırladığı bir açıklamayı vermekle yetinmiştir. Türkeş’in bu açıklaması iddialı bir adamın ifâdelerini taşımakta, ancak gelecek için ne yapmak düşündüğü hususunda kesin bir bilgi vermemektedir.
Bu suretle cevapsız kalan sorular yanında, Türkeş’in memlekete dönüşünün ortaya çıkardığı gerçekler şunlardır:
1 14 lerin yurt dışındaki görevleri sona ermeden yaptıkları Brüksel toplantısında Türkeş’in liderliği konusunda aralarında anlaşmazlık çıktığı ve o güne kadar bir bütün olarak görüler 14 lerin birbirlerinden ayrıldıkları konusunda yapılmış yorumların doğruluğu anlaşılmıştır. Gerçekte de Türkeş’i yurda dönüşte karşılayıp yanından ayrılmayanların Brükseldeki anlaşmazlıkta ondan yana çıktıkları söylenen 6 eski MBK üyesinden ibaret olduğu görülmüştür. Bunlar Fazıl Akkoyunlu, Rifat Baykal, Ahmet Er, Numan Esin, Mustafa Kaplan ve Muzaffer Özdağ’dır. Kendilerinin Türkeş’in geleceğe dair çalışmalarında onunla işbirliği yapacakları şimdiden kesinlikle söylenebilir.
2 Merakla beklenen hususlardan biri Türkeş’in AP ile münasebetleri idi. Bu konuda çıkan söylentiler, Türkeş’in AP teşkilâtında kilit noktaları ellerine geçirmiş bulunan taraftarları vasıtasiyle partinin liderliğine getirileceğini ileri sürüyordu. Bir iddiaya göre de bâzı AP liler İnönü düşmanlığı ile şöhret yapan emekli Albayı aralarına almakla, ordu çevrelerinde partilerine duyulduğu söylenen hassasiyeti önleyebileceklerini düşünmekteydiler.
AP idarecilerinin, Türkeş’in gelişi münasebetiyle gösterdikleri davranış bu iddiaları doğrulayacak nitelikte olmamıştır. Partinin sorumlu yöneticileri Türkeşle hiçbir ilgileri bulunmadığını bildirmişler, emekli Albayı aralarında görmekten sevinç duymayacaklarını belirtmişlerdir. Bunun yanında AP yi destekleyen basında, bir gazete hariç diğerlerinde çıkan yazılar da Türkeşi destekler yönde değildir.
3 Tutumu itibariyle diğer AP li basından ayrılan gazetenin yöneticilerinin, ötedenberi Türkeş’e yakınlık duyan bir ekip olduğu bilinmektedir. İşin ilgi çekici yönü şudur ki bu ekip AP içinde bugün önemli mevkilerde bulunmaktadır. Esasen AP ile Türkeş arasında bir yakınlık kurmak isteyenlerin bunlar ve bunlarla ortak tasavvurları olan AP liler oldukları bilinmektedir. Türkeş konusunda AP de hissedilen bu iki tutumun partide bir ayrılık yaratacağı iddiaları, henüz doğruluğu hesaplanamayacak bir safhadadır.
Bu durumda gelecekte ne gibi gelişmeler beklenebilir?
Türkeş bir köşeye çekilip oturmayacağını, bir şeyler yapacağını açıkça bildirmiştir. Emekli Albay ne yapabilir?
Adalet Partisinin başına geçip bu parti vasıtasiyle tasarılarını gerçekleştirmeye çalışması, gerek AP deki çoğunluğun kendisine karşı tutumu, gerek kendisinin beyânı ile şimdilik suya düşmüş bir ihtimaldir. Buna mukabil, AP de yukarda bahsettiğimiz bir grup vardır. Bunlar partinin alelacele kurulduğu günlerde teşkilâta sızan ve kısa zamanda ön plânda gözüken eski milliyetçilerdir. Memleketin muhtelif köşelerinde taraftarları, hattâ teşkilâtları, yayın organları bulunan bu milliyetçilerin ötedenberi Türkeş’e yakınlık duydukları bilinmektedir. Türkeş onlardan faydalanmak isteyebilir. Ancak işbirliğinin şimdi AP bünyesinde yerleşmiş olan milliyetçilerle bu parti içinde gerçekleştirilmesi, yukarda belirttiğimiz gibi kolay olmayacaktır. Bu bakımdan hüviyetleri artık açıklıkla bilinen bu gibilerin Türkeş ile işbirliği için partiden ayrılmaları gerekecektir.
Akla yakın gelen ihtimal şimdilik böyle bir teşebbüs için nabız yoklamasına girişileceği ve uygun ortam bulunduğu takdirde ilk adımların atılacağıdır. Türkeş’in yurdun çeşitli bölgelerinde yapacağını söylediği geziler böyle bir nabız yoklaması ile ilgili olabilir.
Vatan, 2 Mart 1963.
Türkeş “Hesaplı konuşacağım” diyor
Alparslan Türkeş dün, <<Çalışmalarımız tamamiyle Anayasa ve kanun çerçevesi içinde olacaktır. Bunun dışında bir şey umanlar aldanırlar.>> demiştir. Önümüzdeki hafta içinde Konya, Afyon, Isparta ve Denizliyi içine alacak bir yurt gezisine çıkacak olan Türkeş <<Gezide arkadaşlarımızla halka gideceğiz ve halkla işbirliğinin yollarını arayacağız. Memleket dâvalarının çözümünde halktan ilham alacağız.>> demiş, <<İstikbale ait projeleri olduğunu>> söylemiştir.
Türkeş, bu projeleri açıklamaktan kaçınmış ve <<Politikacılara fırsat vermemek için hesaplı konuşacağını ve plânlı hareket edeceğini>> ifade etmiştir. Muhafazakâr eğilimli bir parti kuracağı yolunda çıkan haberleri kesin olarak yalanlayan Türkeş şöyle devam etmiştir: <<İsviçrede Ali Fuat Başgil ile görüştüğüm yazıldı. Bunun da aslı yoktur. Ömrümde Ali Fuat Başgil’i görmedim. AP ye de girmiyeceğim.>> Türkeş önceki gün Talât Aydemir’in evine yaptığı ziyareti <<Bir iadei ziyaret>> olarak vasıflandırmıştır.
Vatan, 2 Mart 1963.
Türkeş susuyor!
Alparslan Türkeş hergün Gaziosman paşa mahallesindeki evinin kapısını aşındıran gazetecilere açıklayacak hiç bir şeyi olmadığını söylemekte, onların sordukları soruları cevapsız bırakmaktadır. Alparslan Türkeş dün de sorduğumuz sorulara cevap vermemiş <<Yakın gelecekte sizlere çalışmalarımı anlatacağım. Anayasa ve kanunlar çerçevesi giriştiğimiz verimli çalışmalar hakkında millete müjdeli haberler vereceğim>> demiştir.
Türkeş çalışmaları hakkında hiç bir şey söylememiş, Talât Aydemir’le ailece tanıştığını söyliyerek <<Yurda döndüğümde beni ziyaret etmişti. Ben de bu ziyareti karşılıksız bırakmadım>> demiştir. Türkeş’in 14 ler ve 22 Şubatçılarla sık sık görüştüğü söylenmekte ve çalışmalarının neticeleri merakla beklenmektedir.
Son Saat, Yüksel Ozan, 2 Mart 1963.
Türkeş’in yıldızı sönüyor mu?
Alparslan Türkeş’in durumu gittikçe karışmaya başlamıştır. Bu arada, gene Türkeş yüzünden AP de de durum gergin bir safhaya gelmiştir. AP genel merkezine hâkim olanlardan bir kısmı Türkeşle işbirliği yapmak yokunda öteden beri mevcut gayretlerini son günlerde arttırmış bulundukları halde, genel başkan Ragıp Gümüşpala’nın Türkeş’e karşı birden bire şiddetli cephe alması, buna ek olarak da bu partiye mensup gazetelerin de bir istisna ile hepsinin emekli albay aleyhine şiddetli kampanyaya başlamaları partideki Türkeş taraftarlarını zor duruma düşürmüştür. Bu durum karşısında AP deki taraftarlar tutumlarını değiştirmeyecek olurlarsa, önümüzdeki günlerde AP nin iç bünyesinde önemli bazı çatlaklıklar meydana geleceği ve belki de ayrılmalar, ya da ihraçlar olacağı anlaşılmaktadır.
Alparslan Türkeş’in memlekete bir hayli gösterişli ve iddialı imâlarla dönmüş bulunmasına rağmen, bir yandan AP nin kendisine karşı bu derece sert davranması, öte yandan başka çevrelerin de ilgi göstermemesi karşısında, umduklarını bulamaz duruma daha şimdiden düştüğü ileri sürülmektedir. Nitekim 22 Şubatçılardan Emekli Albay Talât Aydemir müstesna, diğerlerinin de Türkeşle birleşmeye, hattâ yakınlaşmaya bir yanaşmadıkları anlaşılmaktadır. 22 Şubatçılar arasında, -fazla gösterişi sevmemekle beraber- daha nüfuzlu bulundukları bildirilen Necati Ünsalan ve Dündar Seyhan ile taraftarlarının Türkeş’i benimsemedikleri görülmüştür. Bunların daha çok, 14’lerden Orhan Erkanlı ve Orhan Kabibay gibi Atatürkçülüklerinde ve devrimlere bağlılıklarında en küçük şüphe bulunmayan kimselerle yakın bulundukları görülmüştür. Bildirildiğine göre, Talât Aydemir dışındaki bu 22 Şubatçılar Erkanlı ve Kabibay ile işbirliği halindedirler. Hep bir arada ortak tutumlarının da şaşmaz bir Atatürkçülük ve devrimcilik olacağı söylenmektedir. Bu ayın yirmisine doğru memlekete döneceği bildirilen Orhan Erkanlı Amerikan kolejinde 27 Martta Atatürkçülük hakkında bir konferans verecek ve belki de tekrar Yunanistana dönmeyerek, buradaki arkadaşları ve bu arada Talât Aydemir dışındaki 22 Şubatçılar ve halen mecliste bulunan eski MBK üyesi tabii senatörlerin bir kısmı ile 27 Mayısçı bir ruhla işbirliği yapacaklar ve inkılâp ilkeleri yolunda çalışacaklardır.
Eski 14’lerden Fazıl Akkoyunlu, Rifat Baykal, Ahmet Er, Muzaffer Özdağ’ın Türkeşle beraber çalışacakları kesin olarak anlaşılmıştır. Mustafa Kaplan ile Numan Esinin de birlik olacakları iddia edilmekte ise de, kendilerine yakın çevreler buna ihtimal vermemektedirler. Kaplan ve Esinin Erkanlı grupu ile beraber yürüyecekleri bildirilmektedir.
Öte yandan, Türkeşin, Kasım Gülekle birleşeceği ve Gülek’in kuracağı partide yer alacağı da söylenmekle beraber, yetişkin bir politikacı olan Kasım Gülek’in geldiği günden beri yıldızı her gün biraz daha sönmekte olan Türkeşe iltifat etmiyeceğini düşünenler de vardır.
Gece Postası, 3 Mart 1963.
Türkeş’in Beyanatı El Altından Dağıtılıyor
Alparslan Türkeş’in yurda döndükten sonra Divan Otelinde verdiği beyanat meçhul şahıslar tarafından basılarak dağıtılmaya başlanmıştır…
Türkeş’e yakın bir İstanbul gazetesinde basıldığı anlaşılan yazı <<A. Türkeş’in Türk Milletine Beyanatı>> ismini taşımaktadır...
5000 bin adet kadar basıldığı sanılan Türkeş’in beyanatı Anadolunun muhtelif yerlerine gönderileceği sanılmaktadır…
Dağıtılan matbu demeçlerde Türkeş’in <<Irk, din ve mezhep farkı gözetmeksizin; vatandaşların refah ve saadetini sağlamak ve insana değer veren insanca bir zihniyetle memlekette huzur ve istikrarı süratle tesis için her çeşit gayret gösterilmelidir…>> şeklindeki cümleleri özel olarak işaretlemiştir…
Medeniyet, 3 Mart 1963.
Şimdi Demokrasi taraftarı olduklarını söyleyen müebbet senatörler
Alparslan Türkeş, şimdi evinde, kendisini ziyarete gelenlerle görüşmeler yapmaktadır. Bu görüşmelerden biri de Türkeş ile müebbed senatör Mehmet Özgüneş arasında cereyan etmiştir. Geçtiğimiz şeker bayramı günlerinde yapılan bu mülakat gayet enteresandır.
Türkeş, Yeni Delhi’ye gönderileceği gün, birara Albayı ziyaret eden Özgüneş, <<Albayım, Yeni Delhi’yi sizin için ben istedim, en iyisi de Yeni Delhi, değil mi>> demişti… İşte bu Özgüneş, Türkeş memlekete avdet edince de derhal evine koşmuş ve bayramını tebrik etmek istemiştir. Türkeş ve müebbed senatör Mehmet Özgüneş arasında ve Türkeş’in evinde geçen konuşma şöyledir:
Özgüneş – Bizim tabiî senatör olmamız memleket için iyi oldu. Mecliste partiler üstü bir murakabe vazifesi yapıyoruz. Bu memleketi ancak demokratik rejim kalkındıracaktır, değil mi Albayım. Siz de buna inanıyorsunuz, değil mi?
Türkeş – Madem demokratik rejime inanıyorsunuz, niçin seçilmeden parlâmentoya girdiniz? Bu demokratik usullerle kaabili telif midir?
Özgüneş – Albayım bu mes’eleyi izah etmiştim… Demokratik rejime bütün kalbimizle inanıyorum…
Türkeş – (Yanındakilere) Bakınız Mehmet Bey, memleketi nasıl kalkındırıyor…
Konuşma sırasında orada bulunanlar, Türkeş’in bu sözleri üzerine kahkahalarını tutamamışlar ve Özgüneş, kıpkırmızı olan yüzünü önüne indirmek mecburiyetinde kalmıştır. Türkeş, önümüzdeki günlerde bir memleket gezisine çıkacaktır.
Hürriyet, 3 Mart 1963.
AP, Türkeş’e Karşı Tedbir Aldı [Tam sayfa manşet]
AP Genel İdare Kurulu ve Tamsilciler Meclisi, kendisini “İnönü düşmanı” diye tanıtıp AP Teşkilâtının gönlünü almıya gayret sar eden Alparslan Türkeş’e karşı gerekli tedbirleri bulmuştur. Verilen bilgiye göre, Genel İdare Kurulu ve Temsilciler Meclisi, Türkeş’in bu faaliyetleri muvacehesinde şu kararı almıştır: “14’ler ve 22 Şubatçılar AP ye kabul edilmiyeceklerdir.”
AP Genel İdare Kurulu üyeleri, teşkilâtın da, 14’lerin ve bilhassa Türkeş’in faaliyetlerine karşı uyarıldığını bildirmişlerdir. Verilen bilgiye göre, bütün AP teşkilâtına bir genelge yollanarak, AP’nin Türkiye’nin sadece demokratik düzende kalkınabileceği ve refaha ulaşabileceği fikrinde bulunduğu, bu esasların dışında hareket eden, kendilerini CHP ve İnönü düşmanı olarak tanıtan cuntacı ve ihtilâlci kimselere hiçbir şekilde itibar edilmemesi bildirilmiştir.
Bir Genel İdare Kurulu üyesi, “Temsilciler Meclisinin kararı karşısında artık AP için bir Türkeş meselesi bahis mevzuu olamaz. Sadece propagandası ile teşkilâtta müessir olma konusu vardır ki, buna karşı da tedbir alınmış, teşkilât ikaz edilmiştir.” şeklinde konuşmuştur.
Sempatizanlar
Öte yandan, Türkeş’i karşılamaya giden AP’li milletvekillerinden Hami Tezkan’ın durumu, Genel İdare Kurulunun gündemine alınmıştır. Bu husus, 17 martta yapılacak toplantının son maddesini teşkil etmektedir. Üyeler, bu milletvekili hakkında tüzük hükümlerinin tatbik edileceğini bildirmektedirler.
Bu arada, Türkeş’e sempati beslediği ileri sürülen Gökhan Evliyaoğlu’nun durumu da, gene aynı toplantıda bir kere daha ele alınacaktır. Verilen bilgiye göre, Genel İdare Kurulunun, gazetesinde, Türkeş’le ilgili yayın yapmaması isteğine rağmen, aksi harekette bulunulması tenkid konusu edilmiştir. Ancak Gökhan Evliyaoğlu, bu yayınlarla kendisinin ilgisinin bulunmadığını, “Başıma iş açacaksınız, vazgeçin bunlardan” şeklinde gazetedeki arkadaşlarına telkinde bulunduğunu, Genel İdare Kurulu üyelerine duyurmuştur.
Yeni İstanbul, 4 Mart 1963.
AP ve Türkeş’le ilgili haberler yalan
Bugünkü bazı gazetelerde “AP, Türkeş’e karşı cephe aldı” ve “Gümüşpala, Türkeş’ e karşı geziye çıkacak” şeklinde intişar etmiş olan haberler AP yetkililerince yalanlanmıştır. Adalet Partisi Merkez İdare Kurulunun son toplantılarında Türkeşle ilgili tek kelime geçmediğini bu meselenin merkez İdare Kurulunun gündeminde de mevcut olmadığını belirtmişlerdir.
Bu arada Merkez İdare Kurulu Üyesi Faruk Sükan: “Türkeş ile ilgili hiçbir müzakere cereyan etmemiştir”, Reşat Özarda da “Tek kelime konuşulmadı” diye cevap vermişlerdir.
Cumhuriyet, 4 Mart 1963.
Türkeş’e göre partilerin hepsi kendisinden korkuyor
Alparslan Türkeş bu sabah Kavaklıderede bir arkadaşiyle sabah gezintisi yaparken, <<Yaklaşan ilk gazeteciler>> olarak vasıflandırdığı ve esasında kendisiyle konuşmak kararı ile yola çıkan Cumhuriyet muhabirleriyle uzun süre sohbet etmiştir.
Sözlerine basından şikâyetle başlıyan Türkeş, bu arada kendisine sorular yönelttiğimizi görünce, <<Yooo, bu sabah gezintisinde gazetecilik veya beyanat vermek yok. Sadece sohbet edelim, konuşalım. Çünkü sizler bugüne kadar bana yaklaşan ilk gazetecilersiniz. Bazıları gelmeden, konuşmadan, konuşamadan yanlış şeyler yazıyorlar. Ya da onların yazdıklarını masa başındakiler, istediklerine göre değiştiriyorlar>> demiş ve mülakat vermiyeceğini ifade etmiştir.
Bunun üzerine sohbet mahiyetindeki konuşmalara geçilmiş ve grupumuzu arkadan takip eden gazetemizin otomobili Türkeş’in şüphe duymasına yol açmış ve otomobil, endişesini gidermek maksadiyle geri gönderilmiştir.
Sual ve cevaplar
Kavaklıdere Gazi Osman Paşa Mahallesindeki evinden bir arkadaşı ile sabah gezintisi için caddeye çıkmış iken, kendisine tesadüf ettiğimiz 27 Mayıs’ın tanınmış simalarından Emekli Kurmay Albay Alparslan Türkeş ile aramızda şu konuşma geçmiştir:
- 27 Mayıs 1960 sabahı saat 5.25 te Türkiye radyolarından ihtilâlin sesi olarak yaptığınız konuşma ile, yurda döndükten sonra İstanbulda verdiğiniz, 27 Mayısın gayelerini açıklıyan beyanat arasında bazı farklar var. Bu beyanatınızla ihtilâlin bildirisine bazı hususları da eklemişsiniz. Buna niçin lüzum gördünüz?
- İki bildiri arasında fark veya ayrılık yoktur. İhtilâl sabahı elbette ki bütün yapacaklarımızı açıklamak ve sıralamak gibi geniş bir zamana sahip değildik. İhtilâlden sonra giriştiğimiz faaliyetlerle bunları ortaya koyduk. Bence fark ve ayrılık diye bir şey yoktur sözlerimde.
- Ne yapmak istiyorsunuz?
- Daha yeni döndüm. Görmem, dinlemem ve anlamam gerek. Onbeş gün veya bir ay geçsin de, ne yapmak istediğimiz açıklamak zamanı gelsin…
- Adalet Partisinin sizden çekindiği söyleniyor?
- Sadece o mu? Ama hemen cevap vereyim: Bir sürü söylenti çıkarmışlar.. Yok Türkeş AP ye girmek istiyor, yok 14’ler bölündü, yok 14’ler çöktü.. gibi şeyler. Acaba AP ye girmek için kime ne söylemişim veya ne gibi teşebbüse geçmişim. Bunu açıklıyabilirler mi? Tabii ki hayır. Çünkü böyle bir şey yok. Benden veya 14’lerden çekinmeleri hususuna gelince: Sadece AP değil diğer bütün partiler de aynı durumda. Biz çekinilecek insanlar değiliz. Amma çekiniyorlar gerçekten. Çünkü partilerin programlarında bir fikir yok. Vatandaşın yüzünü güldürecek bir fiiliyat yok. Hepsi sözden ileri geçemiyor, taktikleri kendilerine rakip gördükleri şahıs veya zümreleri zayıflatmak. Bunun için de dedikodular çıkarırlar. Hepsinin taktiği budur işte. CHP nin işine geliyor. AP benden çekiniyormuş. Bundan CHP faydalanacak. Ben ortaya çıkıp da AP yi ikiye bölersem CHP hemen seçimlere gidip ekseriyetle kazanır.. Düşünceleri bu..
Başgil meselesi.
- Fakat, siz böyle hiç kimseyle görüşmek, fikirlerinizi açıklamak imkânını vermezseniz, ne yapacağınızı da kimse bilmez ki…
- Az önce de söyledim. Bekliyorum. Dinliyorum. Takip ediyorum. Hele birkaç gün geçsin. Ondan sonra bir geziye çıkacağım.. Tabii sizlerin de gelmesini isteyeceğim.. Rica edeceğim..
- Yurda dönmezden önce İsviçreye gittiniz. Söylentilere göre orada Ali Fuat Başgil ile görüşmüşsünüz, doğru mu?
- Hayır. Ali Fuat Başgilin henüz yüzünü görmüş insan değilim, doğru değil bunlar.
- Gene yurda dönmezden önce, sizin bir süre 14’lerin lideri olduğunuz söylendi. Sonra Atina’da yapılan bir toplantıda bu liderliği bıraktığınız ifade edildi. Bilâhare de 14’ler sizin AP ye gireceğinizi açıkladılar. Bunlara ne dersiniz?
- Bunlar da doğru değil. Dediğim gibi bizi bölmek için ortaya sürülen dedikodular. Aslı yok hiçbirisinin…
Soğuk fakat güneşli bir havada yapılan bu sabah gezintisinde Türkeş, foto muhabirimizin, resimlerini çekmesini de dikkatle takip etmiş ve bir ara: <<Çok resim çekiyorsunuz amma bize vermiyorsunuz. İnşallah verirsiniz de bir albüm yaparız. Yapacak başka bir işimiz kalmadı çünkü…>> diyerek şakalaşmıştır.
Gazi Osman Paşa semtinin asfaltında yapılan bu gezinti sonunda Türkeş, bizleri,<< sık sık görüşmeye ve kahve içmeye>> davet ederek yanımızdan ayrılmıştır. Halûk Besen
MP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı, Türkeş hakkında yuvarlak konuştu
- Türkeş’in siyasî faaliyetleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Partinize girmek isterse alır mısınız?
- Herkes kanunlar çerçevesinde siyasî faaliyette bulunabilir. Bu faaliyetleri değerlendirmek, vatandaşın şuuruna ve idrâkına taallûk eden bir iştir. Partimize nasıl girileceği tüzüğümüzde tesbit edilmiştir.
Yeni İstanbul, Galip Erdem, 4 Mart 1963.
Yalan İmalâtçılarına
Hep ayni oyunu seyrettiriyorsunuz. Gına geldi artık, usandık. Söylenmeye lâyık hiçbir fikre sahip olmamanızı ayıplamıyorum. Ama ciddiyetsizliğiniz, ama yalan sanayiinden halâ medet ummanız gücüme gidiyor. Dürüst bir mücadele ile başa çıkamadığınız kimseleri aşağılık uydurmalarla, hasta zihinlerinizin mahsulü vehimlerle yıkmaya çalışmanız midemi bulandırıyor. Sizin gibilerinin yaşadığı bir dünyada bulunmaktan sıkılıyorum. Gazete gazete dolaşıp, o asılsız haberleri yazdırırken yüzünüz hiç mi kızarmadı, sayın vicdanlarınız ebedî uykularına mı dalmışlardır? Nedendir bu telaşınız, nedir bu korkunuz? Nasıl komik bir hal aldığınızın, pusudakileri kıs kıs güldürdüğünüzün de mi farkına varmıyorsunuz! Hayallerinizi süsleyen koltukların kaçacağı endişesi içinde kendinizi kaybetmiş, sayıklamaya başlamışsınız. Böylesine gocunmanız size hiçbir şey kazandırmıyor, sadece kabiliyetsizliğinizi, cesaretsizliğinizi, güvensizliğinizi ortaya koyuyor. O kadar çok çekindiğiniz, sanki başka hiçbir dâvanız kalmamış gibi mücadele edilmesi gereken yegâne hedef olarak gösterdiğiniz şahıs hakkında müsbet veya menfi her hangi bir kıymet hükmü ilâve etmeden şunu sorayım. Size bir yalvaran mı var. “ne olur, elinizi ayağınızı öpeyim, beni de aranıza alın”, diyerek istida veren mi var? Kendi kendinize gelin güveyi olmanın mânası nedir? Hem, milletin sevgi ve itimadı dışında herşeyin boş olduğunu niçin bu kadar çabuk unutuyorsunuz? Hele o “Hürriyet Kahramanı” pozlarınınız, hele o pozlar, hele o pozlar!.. En kederli zamanlarımda bana neşe veriyorlar, her defasında, Servantes’i bir kere daha okumuş gibi oluyorum. Yazık ki size de Donkişot’un yüreğimizi sızlatma saflığından, içimize dokunan samimiyetinden hiçbir eser yok. Küçük hesaplarınızı karıştırabilecek ihtimallerin günahını zavallı demokrasimizin sırtına yüklüyorsunuz, gerçeklerin kanına giriyorsunuz.
En son marifetiniz hepsini bastırdı. Memleketin en çok okunan bir gazetesine kocaman bir manşet çektirmişsiniz: “AP, Türkeş’e Karşı Tedbir Aldı”. Kimsiniz, nereden ilham alıyorsunuz, milletin umut bağlamak istediği bir partiyi küçük düşürmeye ne hakkınız var? Sizin tedbir dediğiniz o nesne, muhtemel tehlikelere karşı alınır. Meselâ sel felaketi gibi. Meselâ zam felaketi gibi, meselâ komünizm ve benzeri sapık sistemlerin yayılması ve benimsenmesi felâketi gibi!. Yoksa bir memleketin en fazla taraftara sahip siyasî bir teşekkülü hiçbir şahsa karşı tedbir almaz. Böyle bir şeye lüzum göremez. Ciddî bir Genel İdare Kurulunun gündemine böyle bir madde girmez, giremez. Zira Türkeş ne bir seldir, ne de bir zamdır!..
Siyaset adamına tuhaflık yakışmaz, o bir komedi aktörü, memleket de bir tiyatro sahnesi değildir. Ne imiş efendim: “Türkeş kendini İnönü düşmanı diye tanıtıp, AP Teşkilâtının gönlünü kazanmaya çalışıyormuş!” Türkeş’in kendini tanıtmak için gayret sarfetmeye ihtiyacı yoktur. Ama ben öylelerini bilirim ki, ömürleri boyunca çalışsalar yine temize çıkamaz. Dostluklarını aslâ unutturamazlar!
Sonra hani çok merak ettim de tenvir buyurursanız hepinize minnettar olacağım. O lâfları nasıl uydurdunuz? Gökhan Evliyaoğlu, AP Genel İdare Kurulundaki arkadaşlarına diyesi imiş ki:
“Yeni İstanbul’un Türkeş konusunda yaptığı yayınlarla ilgim yoktur. Arkadaşlarıma, başıma iş açacaksınız, vazgeçin bunlardan, şeklinde telkinlerde bulunuyor. Fakat dinletemiyorum.”
Evliyaoğlu gazetemizin sahiplerinden biridir. Sorumluluğunu başkalarının omuzlarına atacak bir karakterden uzaktır. Ağzından böyle bir söz çıkmamıştır. Zaten ciddî bir ihtilafımız olsa ya bize yol verilir, yahut da biz çeker gideriz. Herkesi kendinize benzetmekle, herkesin köle ruhlu olduğunu sanmakla en büyük hatâya düşüyorsunuz.
Ekspres Ankara, 4 Mart 1963.
Haftanın Adamı Alparslan Türkeş
Geçtiğimiz haftanın adamı muhakkak ki Alparslan Türkeş’tir. Alparslan Türkeş’in haftanın adamı olmasının sebebi zoraki devlet müşavirliği görevinden sonra Türkiye’ye dönmesi ve bu dönüşün geniş yankılar uyandırmasıdır. 13 Kasım sabahı 13 arkadaşı ile birlikte yabancı ülkelere postalanan Türkeş, yurda döndükten sonra ne yapacaktır. Şimdi bütün zihinlerde bu soru var. Onun politikaya atılmasını isteyenler olduğu gibi, politika üzerine kalmasını isteyenler de var. Niyetini öğrenmek isteyenlerin başında bugün için muhakkak ki CHP yöneticileri geliyor. Bu arada politikaya girmesini isteyenler de yine CHP liler, çünkü Türkeş’in CHP ye değil de, AP ye daha yakın olduğunu sanıyorlar. Bu kanıya sahip olmalarında tabiatıyla Türkeş’in Gökhan Evliyaoğlu ve Hami Tezkan ile ilerdenberi bilinen dostluğu..
Şimdi gazeteciler ve bir takım meraklı vatandaşlar Türkeş’i adım adım izliyor ve kimlerle temaslar yaptığını tespite çalışıyorlar. Hattâ o kadar çalışıyorlar ki bu meraklı vatandaşlar. Meselâ, 22 Şubatçıların lideri Talât Aydemir’i Türkeş’in eşi ile birlikte evinde ziyaretini önceden öğrenme imkânlarına sahip oldukları için, <<Bir vatandaş>> veya <<Bir okurunuz>> adı ile gazetelere açıp haber veriyorlar. Sonra, bir başka cepheden gazetecilerin bu ziyareti tespit etmelerini bıyık altından gülerek seyrediyorlar..
Türkeş ne yapacak? Bunu, daha doğrusu ne yapacağını sadece kendisi biliyor. Fakat şimdilik muhakkak olan şu ki, Türkeş bir süre politikadan uzak kalmaya kararlı. Bu süre içinde de dernek işleri uğraşması normal bir davranış olarak beklenmelidir.
Zafer, 4 Mart 1963.
Türkeş yurt gezisine çıkmayacak
13 Kasımda yurt dışına sürülen Alparslan Türkeş Ankara’ya geldiğinden beri evinden dışarı çıkmamaktadır. Hindistan’dan döner dönmez kendisine tezahürat yapan birkaç kişinin teşviki ile memlekette sevildiğini sanan bu eski MBK’cı şimdi beyanat vermekten bile kaçınmakta, hattâ yurt içi seyahatinden vazgeçeceği söylenmektedir. Türkeş’in yurda avdetini müteakip Temelli Senatörlerle konuşması da dikkatlerden kaçmamıştır. Alparslan Türkeş bu arkadaşları ile sohbet ederken daima iğneli bir dil kullanmakta, her bakımdan kendisinin üstün olduğunu kabul ettirmek istemektedir.
Demokratik rejim meselesini ağzına dahi almak istemeyen Alparslan Türkeş, memleket içi seyahatten vazgeçmeğe kararlı gibidir. Çünkü, kendisini AP saflarında görmek isteyenlere dün bir tebliğle kuvvetli bir şamar indiren AP Genel Merkezinin Türkeş’i ve arkadaşlarını sukutu hâyale uğratmıştır. Alparslan Türkeş’le eski arkadaşlarının birbirlerine karşı takınmış oldukları tavırlar ve aralarındaki ihtilâflar, önümüzdeki günlerde gün ışığına çıkacaktır.
Vatan, Başyazı, 4 Mart 1963.
Türkeş ve Faşizm tehlikesi
Toplumların itici kuvvetleri, daha doğru bir deyimle toplumları çekip götüren motör güçler, o toplumun üretim araçlarının teknik nitelikleridir. Dolayısı ile, bir toplumda üretime katılmış araçların teknik seviyeleri ve mülkiyet şekli sözünü ettiğimiz toplumun sosyolojik seviyesini de tâyin eder.
Eğer, üretime uygulanan araçların seviyesi ile toplumun genel seviyesi ve yapısı arasında bir uyuşma yoksa veya böyle bir uyuşma sağlanamamışsa o topluma müstakar olmayan bir toplum denir. Böyle bir toplumun günün koşullarına ayak uyduramamış ve huzursuzluk içindeki katları çalışma mecburiyetinin zorlaması ile sürekli bir hareketlilik kazanırlar. Bu hareketlilik istenen ahengi sağlayacak olan uyuşma seviyesine ulaşıncaya kadar devam eder. Bu süre içinde toplumu teşkil eden insanların psikolojisi, çıkış kapısı arayan bütün toplumlar gibi kaypak ve gereksiz olan bir çok şeylere inanmaya hazır bir durumdadır.
Herhangi bir toplum bu duruma geldiği zaman politika sahnesini şarlatan ve demagog politikacı tipleri istilâ ederler. Bunların arasında en pervasız, en cür’etkârı gerçekleşmesi imkânsız, fakat halk yığınlarına büyüklük ve gurur telkin edebilen boş sözlerle kalabalıkları peşine takabilir.
Siyasî ilimler dilinde faşizm diye anılan bu davranışın, klâsik anlamıyla düşünülmesi ve geçmiş örnekleri göz önüne alınması ile büyük iş çevreleri tarafından desteklendiği yolunda bir sonuca ulaşırız. Zira toplumsal istikrarsızlıktan usanan ve iş güvenliğinden yakınan bu çevreler, halkın büyük bir kısmının hürriyetini tamamen yitirme pahasına gerçekleşecek böyle bir istikrarı arzulamaya başlarlar.
Böylece, demagog politikacı ve para elele verir ve faşizmin kendine özge yöntemiyle davranılırsa, bunlar için siyasal iktidar löviyelerini ele geçirmek hayli kolaylaşır. Hitler’in Almanya’da Reich’ın başına musallat olması, Moussolini’nin uzun bir yürüyüş sonunda Roma’daki iktidar sahipleri arasında panik yaratarak iktidar koltuğuna yerleşmesi, İspanya’nın Franko’nun eline düşmesi hep bu gelişimi sadakatla izleyerek meydana gelmiştir.
Sözü Türkiye’de kesin belirtilerini gördüğümüz faşizme getirmek istediğimiz her halde anlaşılmıştır.
Gerçekten, yurdumuzun yazımızın başında açıkladığımız kararsız toplumlarda görülen bir çok işareti taşıdığını görmekteyiz. Yani, Türkiye ekonomik ve siyasal kararlılığını yitirmiş bir toplum manzarası göstermektedir. Kendini çaresizlik içinde bulan büyük yığınlar ve gerçek çıkış noktasını görmek yeteneğinden yoksun bazı aydınlarımız kurtuluş umudu ile herhangi bir maceraya göz yumabilecek hale getirilmişlerdir.
Elverişli bir hava yaratarak, bu konuyu dikkatle işlemekte olan çevrelerin gayretleri ise, her gün artan bir hızla gözle görülür bir hale gelmiştir. Bu çabaların Emekli Albay Türkeş’in yurda dönmesi ile büyük bir güç kazanmış olduğu da açıkça görülmektedir.
Bu çalışmalar karşısında, resmî çevrelerin, bu gelişmenin önemini küçümsediğini gösteren bir sürü delil vardır. Bunun çok yanlış ve o derece tehlikeli bir ihmâl olduğunu böylece belirtikten sonra, Emekli Albay Türkeş’in gelişinin AP içinde yarattığı tepkiyi ve ortaya çıkan ikiliğin önemine kısaca değinmek uygun düşmektedir.
Büyük iş çevreleri tarafından çeşitli yollarla desteklendiği bilinen AP ve AP li basının büyücek bir kısmı Türkeş’e açıkça cephe almıştır. Bunun nedeni, bugün mevcut olan düzenin bir faşizme gitmeye lüzum kalmadan da, AP nin gerisinde bulunan iş çevrelerini tatmin olmasından başka bir şey değildir. Faşizme karşı olan bu yerinde davranış içinde toplumcu aydınlar, faşizmden hiçbir çıkar ummasına imkân olmayan işçiler, memurlar ve demokrasiye yığınlarla büyük iş çevreleri buluşmuş olmaktadır.
Faşizm karşısına dikilen bu vatansever cephenin, bilinçli şekilde daha da genişleyerek, faşist özentisinde olanları her türlü umutlarını kırmanın yurdumuzun bu günkü politik konjonktüründe en önemli yurt görevi olduğunun bilinmesinde fayda vardır sanırız.
Son Baskı, 6 Mart 1963.
Bugün kendisiyle görüşen bir gazeteciye Emekli Albay Alparslan Türkeş “14 leri saf dışı bırakan eski milliyetçiler dâvalarından inhiraf etmişlerdir. Siyasî suçlular hakkındaki kararı tarih verecektir. Af meselesi memlekette gerçekleştirilmedikçe huzur yerleşmez” demiştir. Türkeş bir kaç gün içinde Afyon ve Kütahyayı da içine alan bir geziye çıkması beklenmektedir.
Zafer, 6 Mart 1963.
Türkeş parti kuracakmış
Alparslan Türkeş, siyasî parti kuracağını dün ecnebi basın mensuplarından birine resmen açıklamıştır. Türkiye’ye döndüğü gündenberi verdiği beyanatlarda Türkiye’deki bütün siyasî teşekküllerin kendisinden korktuğunu iddia eden Türkeş, 14’ler içindeki grupu ile birlikte partinin hazırlıklarına başlamıştır.
Irkçı, Turancı, kafatasçıların çekirdeğini teşkil edecekleri Türkeş’in partisi 15 gün içinde kurulmuş olacaktır.
Vatan, 6 Mart 1963.
Türkeş Parti Kuruyor
14 lerden Alparslan Türkeş, dün bir yabancı gazeteciyi kabul ederek çalışmalarını anlatmış ve yakında bir parti kuracağını açıklamıştır. Bilindiği gibi Türkeş yurda dönünce İstanbul’da bir basın toplantısı yapmış ve yakın bir gelecekte Türk milletine müjdeli haberler vereceğini bildirmişti. Ankara’ya geldikten sonra sık sık gizli olarak 22 Şubatçılar ve 14 lerle temasta bulunan Türkeş çalışmalarını Türk gazetecilerine açıklamamasına karşılık bir İngiliz gazetesinin Ankara Muhabirini kabul ederek parti kurma hazırlıklarının sona erdiğini, 15 gün içinde de arkadaşlarıyla bir parti kuracağını söylemiştir.
Zafer, Vâ-Nû, 7 Mart 1963.
Korku ve Sevgi
Eski Millî Birlikçilerden Alparslan Türkeş’in sesiyle 27 Mayıs 1960 da radyolardan ihtilâli öğrendik. İhtilâlin kimse aleyhinde ve kimse yararına olmadığına dair maalesef tahakkuk etmiyen vaadi ondan işittik. Türkeş Başbakan yardımcılığı etti. Onun büyük hâdiselerde büyük rolü olmuştur. Bu sebeple Türkiye’ye dönüşüne, Türkiye’de karşılanış törenlerine, Türkiye’yi dolaşmasına herkes özel bir önem veriyor. Hareketlerini yalnız rejimin koruyucuları değil, siyasetle doğrudan doğruya ilgisi olmıyanlar da büyük ilgi ile takip ediyor. İtiraf etmeli: Aynı zamanda endişeyle. Zira insanlar yarınlarının ne olacağını, nereye gidildiğini, nerede durulacağını bilmek isterler. Türkeş ise muamma imiş hissini vermektedir. Kapalı kutu! Esrar kumkuması.
Hangi zümrenin şefidir? Gizli âşikâr hangi gruplara, hangi sınıflara, hangi mesleğe, hangi meşrebe, hangi siyasî okula dayanıyor? Hangi zıtları ne şekil ve suretle, birleştirir? İç siyaseti gibi dış siyaseti de nedir? Meçhul.
Herşeyden ziyade meçhulün korkusu ortalıkta hükmetmektedir.
Türkeş, bütün partilerin kendisinden korktuğunu söylemiş. Azdır bile dediği: Yedi düvel korkar ondan dışarılarda… Yedi mahalle korkar ondan içerilerde. Yediden yetmişe korkulur.
Lâkin modern politikada dayanak korku değil de sevgi olmalı.
Nasıl etmeli de gönülleri fethetmeli?
Vatan ve milletimizin ilerisine hayırlısiyle hükmetmeye niyetlenenler saldıkları korkudan değil, hak ettikleri sevgiden kuvvet almalıdırlar.
Gözler ve gönüller öylelerini bekliyor. <<Halkın düşüncesi budur.>> diyeceğim ama, Falih Rıfkı Atay’ın azarlamasından korkuyorum.
Öyleyse: <<Benim ve çevremin düşüncemiz budur!>> demekle yetineyim.
Ekspres Ankara, 7 Mart 1963.
Kabibay Ankara’ya geldi ve 14’ler toplantı yaptı
Dün akşam Ankara’ya gelen Orhan Kabibay başkanlığında bir toplantı yapan 14’ler bundan böyle takip edecekleri politikayı tesbite başlamışlardır. Dün akşam mototrenle Ankara’ya gelen Orhan Kabibay, Ahmet Er ve Mustafa Kaplan, Ankara’da bulunan 14 ler tarafından garda karşılanmışlardır. 22 Şubatçılardan bazıları, bir kısım Milletvekilleri, gençlik temsilcileri, basın mensupları ve kalabalık bir vatandaş topluluğu tarafından karşılanan Kabibay ve arkadaşları toplantıyı gece yapmışlardır. Ancak, bu karşılamaya Türkeş katılmamıştır. Türkeş daha sonraki toplantıda da hazır bulunmamıştır. Halen Ankara’da bulunan 14’ler önümüzdeki günlerde de toplantılarına devam edeceklerdir. İrfan Solmazer ve Münir Köseoğlu önümüzdeki günlerde Ankara’da olacaklardır. Solmazer, yurda dönerken büyük bir otomobil kazası geçirmiş ve otomobili tamamen parçalanmıştır. Dündar Taşer ve Şefik Soyuyüce hastalıkları sebebiyle daha bir süre bulundukları yerlerde kalacaklardır. Orhan Erkanlı ise, bir süre daha Atina’da görevine devam edecektir.
Cumhuriyet, 8 Mart – bir kısım Adalet Partili milletvekili karşılamıştır.
Gece Postası, 7 Mart 1963.
14’ler ve 22 Şubatçılar Bu Sabah Bir Toplantı Yaptı
Ondörtlerden Orhan Kabibay, Ahmet Er ve Mustafa Kaplan da Ankaraya gelmişler ve Ondörtlerin hepsi Başkentte toplanmışlardır. Bu defa Türkeş hariç Ondörtler ile bazı 22 Şubatçılar ve birkaç milletvekili bu sabah müşterek bir toplantı yapmışlardır. Bu toplantıda Alparslan Türkeş’e bir teklif getirilmesi ve kendilerine katılmasının istenmesi kararlaştırılmıştır. Türkeş’ten alınacak cevaba göre ileride ne şekilde hareket edileceği tesbit olunacaktır.
Medeniyet, 6 Mart 1963.
Türkeş: Dikta rejimi her yerde mağlup oluyor
Şehrimize gelmiş olan Alparslan Türkeş gazetemiz Yazı İşleri Müdürlerinden Enver Turanlı’ya özel bir demeç verdi. Son günlerde yine isminden en fazla bahsedilen şahıslar arasına giren Emekli Albay yurda dönmek, hakiki dostlara (!) tekrar kavuşmakla taptaze bir enerji kazandığını belirterek şahsına atfen bazı gazetelerin uydurma demeçler neşrettiklerini, üzüntüyle müşahede ettiğini açıklamıştır.
Alparslan Türkeş <<Uzak Doğuda yaptığım çeşitli gezilerde, çeşitli milletlerin hak ve hürriyet mücadelelerini yakinen izledim. Batıla karşı hakkın savunuluşunda ibret verici gelişmelerin geniş çaptaki kitlelere sirayet ettiğini bizzat müşahede ettim. Totaliter zihniyet her tarafta demokratik şuura mağlup olmaktadır. 27 Mayıs harekâtı şu veya bu partinin leh ve aleyhinde tertiplenmiş basit bir hükûmet darbesi değildi. İhtilâl sırf ona takaddüm eden günlerdeki parlamenter münasebetleri çıkmazdan kurtarmak için yapılmıştı. Fakat Millî Birlik Komitesi Üyelerinin ilk anda birbirine karşı besledikleri karşılıklı itimat kısa bir müddet sonra bazı politika cambazlarının sinsi ve sistematik faaliyetleriyle zaafa uğratıldı. Neticede en büyük kararda kader birliği edenler Milletin kaderini de tayin edilen istikamete yöneltemediler. Böylece aynı mihraka teveccüh ettikleri halde aynı mabette ibadet etmeyi dahi terkeden toplum tek kanadı üzerine düşen bir tayyare gibi huzursuzluğa çakıldı. Fakat ne yazıktır ki, bu çakılış ana gövdenin de hurda haş olmasına sebep oldu. Sizi temin ederim ki, sonradan, 14’ler diye isim alan bizlerin partiler üstü tutum ve davranışlarına gereken anlayış gösterilseydi bugün ne bir af pazarlığı bahis konusu olur ve ne de maşeri vicdan bugünkü huzursuzluğu çekerdi. Muhakkak ki Cemiyete karşı işlenmiş bir suç vardır. Fakat ben bu sözlerimle şu veya bu kişiye suç yüklemek gayretkeşliğinde değilim. Suçun mahiyeti ve suçlunun hüviyeti üzerinde hükmü tarih verecektir. Ben de bu memleketin çocuğuyum. Her memleketsever Türk gibi benim de inandığım bir davam ve tarih boyunca muhali mümkün hale getiren Türklüğün hars ve heyecanına ortak olmanın kafamda yarattığı mesut bir Türkiyem var. Ona varacak ve onu bulacak her meşru yolda benim de mücadelem olacak ve hiç bir kuvvet bu yolda yürümekten alıkoyamayacaktır. Mevcut siyasî partilerin faaliyetleriyle yakinen ilgileniyorum. 14’ler olarak bize çeşitli siyasî teklifler yapılmaktadır. Bütün bu teklifler ehemmiyet derecesine göre tarafımızdan önemle incelenmektedir. Karar arefesindeyiz. Ve muhakkak ki bir karara varacağız. Fakat bunun açıklanması için henüz vakit erkendir. Her şeyden evvel bütün güvenimiz necip milletimizin sağduyusuna dayanıyor. Davranışlarımıza ışık tutacak his bu his, mücadelemizin şuuru da millî şuurun tıpatıp kendisi olacaktır. İl il, bucak bucak dolaşmak üzere bir seyahat programı tesbit etmekteyiz. Halkın ıstırabı bizim ıstırabımız olacaktır. Yöneleceğimiz yolu onun rotasında arayacağız. Biz ırkçı değiliz. Millî bütünlüğümüzü meydana getiren parçalar arasında birini diğerine üstün tutan sakat ırk nazariyeleri şahsıma karşı yirmi beş yılın gerisinden seslendirilen bir iftiradır. Bugün de aynı iftirayı hortlatmak isteyenler bilmiş olmalılar ki, bize sürülmek istenen leke üzerimizden bir af ve atıfet eseri olarak kalkmamış, yüksek adalet böyle bir suçla ilgimizin bulunmadığını en yetkili merciden hüccet olarak elimize vermiştir.>>
Türkeş, memleketten Yeni Delhi’ye gönderildiği zamandan daha dinç ve neş’eliydi. Yüzünden tebessüm hiç eksilmiyordu.
Yarın: Eminsu meselesi ve Türkeş’in umacı gibi gösterilmek istenen tasavvurları.
Medeniyet, 7 Mart 1963.
Türkeş Açıklıyor: Eminsu davasının içyüzü
Alparslan Türkeş’in yazı işleri müdürlerimizden Enver Turanlı’ya verdiği özel demecin, seyahatler, siyasî olaylar karşısındaki tutum ve müstakbel mücadelesi, partilerle olan münasebetleri hususundaki bilgileri dün yayınlamıştık. Bu gün de Eminsu meselesine dair açıklamalarını neşrediyoruz.
<<Orduda yapılan bu tasfiyeden adeta tek sorumlu olan benmişim gibi, şahsıma hücum edilmek isteniyor. Halbuki, Eminsular hakkında alınan karar komitenin müşterek malı ve bu hususun en ateşli taraftarları da şimdi kendi çıkarlarına kimlikleri üzerine olayın gölgesini çekmek isteyen, Temelli Senatörlerdir. Onlar benim Bursa’da bulunduğum sırada bu kararı kendi aralarında çoktan vermiş, Ankara’ya avdetimde ben şahsen bir emri vaki ile karşı karşıya bırakılmıştım. Sözlerim yanlış anlaşılmasın, evet bugünkü modern harp tekniği dünya ordularına klâsik muharebe metotlarını terk ettirmiş, insan gücünün yerini ateş kuvvetiyle doldurmanın lüzumuna inandırmıştır. Bu bakımdan karar yerinde bir karardır. Fakat tatbik şekli tamamen sakattır. Bu gün Eminsuların kızağa çekilmiş durumda bırakılmasını ben şahsen boşa akıtılan bir enerji kaynağı saymaktayım. Halbuki bu kaybı memleket için bir kazanç olarak değerlendirmek mümkündü. Benim şahsi tasavvuruma göre: Memlekete hizmet sadece orduda fiilen vazife görmeğe bağlı değildir. Asırlık ihmallerin her yönden harabeye çevirdiği Anadolunun nuztarip çehresini kendisine yakışır hale getirmek lâzımdı. Bunun için de iş birliği, güç birliği, ülkü birliği ile işe koyulmamız ve yeniden bir vatan yaratmamız gerekiyordu. Kültürü, ekonomisi, ziraati, orman ve madenciliği ile geçmiş asırların ötesinde kalan bir memleket, evvelemirde kavrayıcı ve yaşatıcı bir idealle manevi toplanma devresine muhtaçtır. Bu yapılmadığı takdirde vatandaşların bir kısmı koyu din taassubunda, bir kısmı aşırı sağ cereyanlarda, bir kısmı da solcu felsefelerde kendisine ülkü aramağa mecbur olur. Nitekim bunu iç sızlatıcı tezahürüne şahit olmaktan kendimizi alıkoyabiliyor muyuz. İşte ben bugün boşa giden Eminsu enerjisini bu yönlerde teksif edilmesinin müdafaasını yapmakta idim. Kendime ideal edindiğim bu hususu İnkılâp emeklisi subay arkadaşlarımın da ayni kavramlar benimsemesi icab ederken, özel maksatlarla fikirlerim baltalandı ve ben bugün cidden bir facia haline getirilen Eminsu meselesinin en hissiz sorumlusu halinde gösterilmek istenmekteyim. Ne gariptir ki tahakkukunu görmek istediğim tasavvurlarım birer umacı haline sokulmuş ve böylece çevreler şahsıma karşı kinle tutuşdurulmuştur. Sadece bir orman dâvası bile ele alınsaydı her sene bir Konya ili kadar toprağın denize kayması önlenir Eminsulara ödenen para karşılığında hazinenin milyonları aşan zararı giderilirdi. Ve yine eğitim konusu el birliği ile ele alınsaydı öğretmen olarak subayı kışlada gören Türk Köylüsü onu kendi okulunda bulacaktı. Ben bütün bunları düşündükçe neler kaybettiğimizi, politika oyunlarıyla dikkati başka yöne kaydırılmak istenen vatandaşların gerecekler karşısındaki aldatılışını>> izah etmiştir.
Hareket, 10 Mart 1963.
Gürsel <<Türkeş böyle konuşmamalı>> dedi
Ankara İnci Tuğsavul bildiriyor. Çankaya’da mutad sabah gezintisi sırasında kendisiyle konuşmak fırsatını bulduğumuz Cumhurbaşkanı Gürsel, emekli albay ve müstafi dışişleri memuru Alparslan Türkeş’in Eminsularla ilgili demeci hakkında ne düşündüğüne dair sorduğumuz soru üzerine şunları söylemiştir:
<<Bugün bu konuda konuşmak erkendir. Türkeş de her vatandaş gibi konuşabilir. Ancak bu konuların tartışması için henüz zaman gelmedi. Bunlar tarihe malolmuş hâdiselerdir. İlerde, bugünün havası değiştikten sonra, bu konuda konuşmak doğru olacak. Geçmiş bir ihtilâl konusunda ihtilâle iştirak etmiş olanların böyle konuşması, bilmem ne dereceye kadar doğrudur. Eminsu meselesi ordunun bünyesi içinde zarurî idi. Bu, şahısların işi değildir.
Emekli albay ve müstafi dışişleri memuru Alparslan Türkeş, Ankara’da çıkan bir akşam gazetesinin 7 Mart tarihli sayısında verdiği beyanatta, Eminsular hakkında alınan kararın başlıca mesullerinin bugünkü Tabiî Senatörler olduğunu ve kararın kendisinin Bursa’da bulunduğu bir sırada alındığını ve başkente dönüşünde bir emrivaki ile karşılaştığını söylemişti.
Cumhurbaşkanı Gürsel, Eminsular konusunda Başbakan iken konuştuğunu ve vaktiyle başkan olarak da konuşabildiğini, fakat bugün tarafsız ve politika üstü bir Cımhurbaşkanı olarak konuşmasının doğru olmayacağını belirtmiş ve bu konudaki diğer sorularımızı cevapsız bırakmıştır.
Hürriyet, 8 Mart 1963.
Annesi Alparslan Türkeş’i Anlatıyor
“Oğlum, iyi niyetlerine rağmen çok talihsizdir”
“Kıbrıs’ta yabancı bir bayrağa tahammül edemiyordu, sonra anavatana döndük.”
Bandırma, 6 (Hususi) - 27 Mayıs İhtilâlinin öncülerinden olan ve Milli Birlik Komitesinden ihtilâl sonrası fikir ihtilâfı sebebiyle “14 ler” arasında yurtdışına çıkarılan, hâlen de memleketimize dönmüş bulunan Emekli Albay Alparslan Türkeş, ilçemiz Çınarlı mahallesinde oturan 82 yaşındaki annesi Zehra Türkeş’e göre: “Bütün iyi niyetlerine rağmen çok bahtsız bir kimse”dir.
İlerlemiş yaşının son zamanlarda ayaklarına ağrılar düşürdüğü Zehra Nine: “O, hayatında içki, sigara, eğlence yeri nedir bilmez. İşi gücü okumaktır. Babası Ahmet Kıbrıs’ta tuhafiyecilik yapardı. Orada doğdu, henüz 4 yaşında iken okula gitmeye başladı. Çeşitli kitaplar okur, derslerine pek çalışmazdı. Muvaffak olamayacağından ödümüz kopar, fakat bütün sınıflarını birincilikle geçerdi. Ortaokulu bitirince Anavatana dönmek için, bizi âdeta tehdide başladı. Yabancı bayrak altında yaşayamam, Türkiye’ye gidip subay olacağım, vatanıma faydalı olmam lâzım derdi. Türkiye’ye göç ettik. Derhal Kuleli’ye yazıldı. Üsteğmen olunca, bizi Bandırma’ya tâyin ettiler” demiştir.
Daha sonra da oğlunun hayatındaki “Talihsiz” devreyi şu şekilde nakletmiştir: “Oğlum Bandırma 50 inci Piyade Alayında milliyetçi ve Atatürkçü bir üsteğmendi. Bıkmadan, usanmadan Atatürk’ü ve çeşitli tarihi eserleri okurdu. Bir gün, hakkında Turancılık faaliyeti iddiasiyle ihbar yapıldı. İstanbul’da Askeri Mahkemeye sevkedildi ve orada 10 ay tutuklu kaldı. Bu arada Harp Akademisi giriş imtihanını da kazanmıştı. Muhakeme neticesinde beraat ettikten sonra Anadolu’nun birçok yerinde kıt’a hizmeti gördü.”
İki senedir hasretine dayanamadığı oğlu Türkeş’in, ihtilâle yakın günlerde Ankara’daki evlerinde subay arkadaşlariyle yaptıkları devamlı toplantıları anlatan Zehra Nine: “Bu toplantıların, bir fevkalâdeliği olduğunu düşünmemiştim. Alparslan, ihtilal gecesi saat 21 de evden ayrıldı, ertesi sabah, sesini radyolardan duyunca baygınlık geçirdim. Daha sonra, onu Hindistan’a gönderdiler” diyerek oğlunun ihtilâlden sonra tevkif edilen DP liler hakkında çirkin ve asılsız neşriyattan daima nefret ettiğini, gayesinin vatanının hür ve refah içinde yaşaması olduğunu söylemiştir.
Beş Çocuğu Var
İngilizceyi ana dili gibi bilen ve iki defa görevli olarak Amerika’ya giden 44 yaşındaki Alparslan Türkeş’in dördü kız, biri erkek beş çocuğu vardır. Bunlardan 20 yaşındaki Ayzıt, felsefeye; 18 yaşındaki Umay, Türkolojiye; Çağrı ve Selcan, liseye; 8 yaşındaki tek oğlu Tuğrul ise, koleje devam etmektedir. Kız kardeşi Dervişe Koç, Bandırma Yaprak ve Tütün İşleme Evinde 500 üyeli sendikanın, 10 senedir değişmez başkanı bulunmaktadır. Dervişe Koç, ağabeysinin siyasete atılıp atılmayacağı konusunda: “Siyasi partilere gireceğini zannetmiyorum” demektedir.
Emekli Albay Alparslan Türkeş’in bugünlerde anne ve kardeşini ziyaret maksadiyle ilçemize gelmesi beklenmektedir.
Hareket, 10 Mart 1963.
Ve bir mektup “Türkeş’i bir de benim anama sorun”
Emekli albay ve müstafi Dışişleri memuru Alparslan Türkeş’in Ankarada çıkan bir akşam gazetesine verdiği beyanatta Eminsular hakkında hiçbir ilgisi olmadığını söylemesi ve komite kararının kendisine bir emrvâki olarak intikal ettiğini açıklaması bilhassa Eminsular çevresinde büyük tepki yaratmıştır. Türkeş’in annesinin önceki gün bir İstanbul gazetesinde oğlunu göklere çıkaran beyanatı ise Eminsulardan Dr. Amiral Rüştü Tugrul’ın Bayan Türkeş’e şu açık cevabı vermesine yol açmıştır:
İnkılâp olduğu günde Ankara Sağlık Şûrası münasebetiyle görevli idim. Türkeş’in radyodaki yayını ile yatağımdan fırladım, örfî idarenin kapısına giderek ben Siirt’te yüzbaşı iken üsteğmen bulunan Cemal Madanoğlu ile karşılaştım, öpüştük ve tebrik ettim. Saatlerce orada yıllardanberi görmiyerek hasretini çektiğim birçok subay arkadaşlarımla kaldım ve inkılâbın sevincini, zevkini tattım. Vazifeme döndüm. Her inkılâp emeklisi gibi bir gülün dalından koparılıp atıldığı gibi ben de hayal sukutuna uğrayarak ben de ayni âkıbete düçar oldum. Hatırlayacaksınız, mert ve açık kalbli olan ve bugünkü inkılâbın temelini senelerce evvelinden haksızlık ve yolsuzluklara cephe alarak kurmuş olan sayın Reisicumhur Cemal Gürsel Paşamız bir gün bir beyanda bulundular. Bu beyan 14 lerin ve Türkeş’in yurttan çıkarılmasını müteakip vâki olmuştu, aynen ifade şu idi: <<Zâten ordunun kolunu kanadını kırdık ve maalesef bir çok defa da istemiye istemiye hilâfı hakikat beyanda bulunduk.>> Evet, bu mert, hepimizin her zaman yolunda ve düşüncelerinde beraber bulunduğumuz müsbet düşünüşlü insanlar bu sözlerin sayın Cemal Gürsel’in vicdanından kopan pürüzsüz, kahraman ve bir mert erkek ifadesi olduğunu idrâk ettiler. İşte Ordunun kolunu ve kanadını kıran hilâfı hakikat beyanlara sebebiyet veren senin oğlun Türkeş ve birkaç hempası idi Sizin oğlunuzun talihsizlikleri ancak vicdan muhasebesine ermemesi, ifratçılık ve dimağ dengesinin zaman ve mekâna uymasından ileri gelmiş olduğu aşikârdır. Yine sen muhterem anasının duasını almış olacak ki Tanrı daha kötü âkibetlerden korudu. Fakat benim ve benim gibi binlerce Türk subayının bir hayat boyu sevgi ve ideallerini bağladıkları Ordudan solmuş bir gül atılmalarına âmil olan oğlunuzun günahı ne kadar büyüktür biliyor musunuz?.. Bunun maddî ve mânevî hesabını hiçbir zaman veremiyecektir. Muhterem Türk anası bu yazımla sizi incitmek istemezdim, fakat dertli söyleyen olur, bir de benim 89 luk anamla siz karşı karşıya gelerek benim uğradığım hicranın anamda tevlit ettiği acıyı onun şefkatli ana dilinden dinleseniz <<Alpaslanı doğuracağıma keşki bir taş doğursaymışım.>> diyeceğinize eminim. Oğlunuza bundan sonra deli fişek vasfından istifade ederek muhtelif cereyanların estiği şu sıralarda kötü zihniyetlerin daha kötü durumlara düşürmemeleri için Tanrıya dua etmenizi tavsiye eder, hürmetle ellerinizden öperim.>>
Yeni İstanbul, Gökhan Evliyaoğlu, 4-7 Mart 1963.
Demokrat Parti – Adalet Partisi – Yeni İstanbul ve Alparslan Türkeş
Şimdi, güya, AP’yi destekler görünen bir gazetenin başmakale sütununa kurulup kahramanlık (!) numaraları yapan ve eski DP’li geçinen bir başyazarın 27 Mayıs’ın haftasında bir örfî idare görevlisinin ayaklarına kapanıp, yere yüzükoyun yatarak yalvardığını, kalemini cebinden çıkarıp kırdığını, bir daha yazı yazmamağa tövbe ettiğini, DP’lilere ve DP’ye küfrettiğini ibretle hatırlıyorum. O günlerde meydanı terkeden, sapsarı yüzlerle kenar mahallelerde dolaşan, âsabî krizler ve korkular içinde bulunan siyaset madrabazlarının şimdi gazete köşelerinde eski DP’li geçindiklerini, üstelik DP’lilik sıfatına inhisar koymalarını ve namuslu kişilere çamur atmağa teşebbüs etmelerini hüzünle seyrediyorum. İçim burkuluyor. O zaman nerede idiler? O zaman ellerimiz sıkmağa, selâm vermeğe cesaret edemeyen bu adamlar şimdi kalkmış bizim ve bizim gibi olanların aleyhinde propaganda yapmak istiyorlar.
O zaman, bir yandan ihtilâl makamları önünde sıtma nöbeti geçirirken bir yandan DP’lilere söven gazetelerde röportajlar yayınlayanlar ve tenha bir köşede rastlarlarsa bizi iltifatlara garkederek, “yazılarınızla teselli duyuyoruz, siz günün Emile Zola’sısınız” diyenler şimdi bizi, türlü tertipler içindeymişiz gibi göstermek için sahte kahramanlık ve yalancı gazetecilik yapıyorlar.
Aslında DP’ye de , demokrasiye de zararlı olanlar işte bu adamlar bu tiplerdir. Nasılsa toprağa gömerek saklayabildikleri DP rumuzlu hüviyet kartlarını şimdi gene eski entrikalarını yürütmek için kullanmak istiyorlar. Bu taktikle Adalet Partililerin kalblerini güya kazanmaya çalışacak ve AP’ye sızmak isteyeceklerdir.
Bu durumu farkedenlere kızmalarının asıl sebebi budur. Maskelerini düşürmemize fırsat vermemek için, CHP paralelinden bize hücuma geçiyorlar. Vaktiyle CHP masum milliyetçilere karşı nasıl DP’lileri tahrik etmeğe çalışmış ise bugün de aynı şeyi yapmak istemektedir.
Ama buna imkân verilmeyecektir. Daha ileri giderlerse AP’yi destekler gibi görünüp, AP çevrelerinde ticarî menfaatleri için cerre çıkanların suratlarındaki karnaval maskelerini yere düşürmek gerekecektir.
Vaktiyle DP’yi demokratik milliyetçiliğin kaynaklarından ve enerjisinden mahrum hale getirerek onu zayıf duruma düşürenler, şimdi aynı oyunu AP’ye ve AP’de oynamak gayreti içindedirler.
Bu sebeple AP’yi ırkçılar, faşistler, eski DP’liler, DP’li olmıyanlar diye ayırmağa, parçalamağa uğraşıyorlar.
Bizi mi kastediyorlar, beni mi? Evet ben DP’ye kayıtlı değildim. Arkadaşlarım da öyle. Rahmetli mütefekkir Peyami Safa da, Ord. Prof. Ali Fuad Başgil de kayıtlı değildi. Bugün AP teşkilâtının genç enerjisini ve teşkilâtın vurucu kilit noktalarını ellerinde tutan, vasatî yaş seviyesi 35’in altında bulunan AP’lilerin birçoğu DP’ye kayıtlı değildiler. Fakat onlar ve hepimiz, bütün AP’liler ve AP’yi destekleyen milyonlarca vatandaş hepimiz, hepimiz, 1946 ruhuna kayıtlı idik. Öyle olduğumuzu da, korkak madrabazlar meydanlardan kaçınca ispat ettik.
27 Mayıs’ta Demokrat Parti önderleri ve mes’ul kadrosu ihtilâl meydanına çıkarılınca sahipsiz ve lidersiz kalan halk kitleleri, kendilerinden emin, mâsum insanların tevekkülü içinde susup neticeyi beklediler. Arkadan Demokrat Parti kapatıldı. Böylece, bu partiye gönül bağlamış milyonlarca insan kendilerine yön verecek bir teşkilâttan mahrum kaldılar. Onların sırtından geçinen, samimiyetsiz, siyaset madrabazları da kenar mahallelere kaçıp, kayboldular.
Bu arada, ihtilâl heyecanını istismar eden CHP’liler, her zümreden bütün adamları ile ihtilâlcilere tesir etmeğe çalışıyor ve DP’ye bağlı milyonlarca insanın siyasî haklardan mahrum edilerek köle sınıf haline getirilmesini telkine çalışıyorlardı. İnsan yığınlarını arenada aslanlara parçalatmak veya fırınlarda yakmak nev’ine yakın jenosid dâhileri temerküz kamplarında DP’lilerin tecrit edilmesini teklif ediyorlardı.
Elbette bu şedit intikam hissiyatıyla mücadele ediliyordu. Mâsum halk kitlelerinin gıyabında cereyan eden bu mücadelelerin görünen tek bayrağı, o zamanki Havadis Gazetesiydi.
Bugün Yeni İstanbul gazetesinde toplanmış bulunan bir grup insan, o zamanki Havadis Gazetesinde çok çileli bir kavgaya girişmişti.
Bu kavgayı bütün Türkiye halkı bilmektedir. Bunları tekrar tekrar hatırlatmağa lüzum görmüyoruz. Hemen hergün, iftira ve ihtilâl gazeteleri tarafından kellelerimizin koparılması isteniyordu. Gazete idarehanemize yapılan taşlı sopalı hücumlar namuslu kalemlere, fedakâr halk çocuklarının körpe göğüslerine ve vatansever Türk subayının göğsüne çarparak geri dönüyordu.
Mücadelemiz, nizam ve asayiş görevlilerinin dışında hiçbir otorite tarafından himaye görmüyordu. Hattâ tazyik ediliyorduk. Şimdi bâzı iftiracılar ve kasıtlı gazeteciler ve âdi politikacılar tarafından inanmadan iddia edildiği gibi ihtilâl komitesi içinde bulunan albay Alparslan Türkeş ve arkadaşları tarafından korunmakta olduğumuz hususu tam mânâsıyle yalandır.
Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının o zaman bizi korumaktan çok daha mühim işleri vardı.
Evet, şimdi Yeni İstanbul’da toplanmış bulunan o zamanki Havadis Ekibi hiçbir otoriteden himaye görmeden, yalan ve iftiraya ve haksızlıklara karşı bütün düşman kuvvetleri kullanan komünist saldırılarına ve tuzaklarına karşı mâsum halk kitlelerinin haklarını, haysiyetlerini, şereflerini savunuyor, ıstıraplarına tercüman oluyordu. Bir yandan da mahkûmiyetleri henüz kesinleşmemiş siyasî sanıkların, suçlu değil sanık olduklarını cesaretle ortaya koyuyor, suçlu değil sanık muamelesine tâbi tutulmalarını savunuyordu.
Bu mücadele kendi aramızda da kolay olmuyordu. 27 Mayıs’ta gazetenin başında bulunan -şimdiki kahramanlardan (!)- bir başyazar ile gazetenin o günlerdeki mes’ul yazı işleri müdürü bulunması sıfatıyla hemen hergün münakaşa ediyordum.
Münakaşa konumuz şu idi: Ben temsil ettiğimiz kitle namına soğukkanlı olmak, ihtilâl heyecanına kapılmadan, tarafsız neşriyat yapmak lüzumunda ısrar ediyordum. Diğer gazetelerin yaptığı gibi yapamazdık. Gelenin keyfi için geçmişe dönemezdik. Siyasî sanıklara hakaret edemezdik. Düşük ve kuyruk kelimelerini sevmiyorduk. Kullanmamağa dikkat ediyordum. Malûm başyazar ise aksi kanaatteydi. “Sövelim, onlar ne yapıyorsa biz de öyle yapalım, yeter ki beni alıp götürmesinler. Beni tevkif ederlerse ölürüm” diye diretiyordu. Maalesef alıp götürdüler. Üzüldüm tabiî.. Ama yalnız kalmaktan, Allahın ve milletin huzurunda, tarih karşısında bir avuç fedakâr arkadaşımla birlikte yapayalnız kalmaktan da memnundum. Bu da bana cesaret veriyordu. Mes’uliyetimi daha iyi idrâk ediyordum. 27 Mayıs günü rahmetli Başvekil Adnan Menderes’le birlikte Eskişehir’e gitmiş olduğu için tevkif edilen arkadaşım Hami Tezkan da bir müddet sonra gazeteci olduğu anlaşılıp serbest bırakılınca gücümüz kudretimiz arttı.
Şimdi, utanmadan o günlerde himaye edildiğimizi iddia edenler, Sayın Ord. Prof. Ali Fuad Başgil’in tevkif edilerek çilehaneye nakledilişini, rahmetli Peyami Safa’nın son nefesine kadar nasıl yalan ve iftira ile çarpıştığını, hemen hergün ihtilâl makamları önünde sorguya çekilip Türk Hâkimi tarafından yalan ve jurnal kampanyasının aleyhine olarak serbest bırakıldığımızı hatırlamazlar mı?
İşte bu şartlar altında, bazan taşlı, sopalı, bazan siyasî, bazan malî tazyik karşısında, tehditler ve şantajlar önündeki savaş grupumuz, Havadis, Düşünen Adam, Son Havadis tecrübelerini başarı ile geçirerek, sabotajlar ve ihanetlerle çarpışarak Yeni İstanbul’a kadar geldi.
Alparslan Türkeş
27 Mayıs’ta ve ihtilâl rejimi içinde, mağdur ve güçsüz halk kitlelerinden yana olanları ve bu arada bizi, gazetemizi, neşriyatımızı Millî Birlik Komitesi Üyelerinden bir kısmı ile birlikte Albay Alparslan Türkeş’in himaye ettiğini iddia edenlere ve onlarla birlikte CHP’nin oyununa gelen sahte eski DP’lilere diyorum ki: Bu tamamen yalan ve saçma bir iddia, alçakça bir iftiradan ibarettir. Alparslan Türkeş ve onun gibi düşünen arkadaşlarının o günlerde bizi himaye etmekten daha mühim işleri vardı.
Neydi, bu, daha mühim işler?
Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının o mühim işleri ihtilâl öncesinden başlar, ihtilâlin ilk gününde ve ilk aylarında en çetin safhasına ulaşır.
Albay Türkeş ve onun gibi düşünen arkadaşları, 27 Mayıs’tan önce de İnönü zihniyetinin ve CHP tezinin karşısındadırlar. Türk Milletinin büyük çoğunluğundan, hattâ, topyekûn Türk Milletinden yanadırlar. 1950 den önce iktidarı elinde bulunduran CHP nin bu memlekete hiçbir şey, Millete hiçbir seviye kazandırmadığını İnönü ve adamlarının başarısız politikacı olduğunu bilmektedirler. Fakat zaman CHP nin yıkıcı politikası sayesinde DP iktidarının aleyhine olarak inkişaf etmiş, müthiş bir propaganda Türkiye’yi ihtilâl vasatına sokmuştur. İhtilâl çarkı gıcırdamıştır. Dönecektir. Dönecek ve belki de Türkiye’yi kana boyayacak, soğuk dahilî harp vasatı birden bire kardeş kavgası halinde başlayacaktır. İhtilâl, artık kaçınılmaz bir zaruret haline getirilmiştir. İhtilâle önayak olmak isteyenler, bu çarkın manevilâsını nasıl kullanacaklardır? Bu çark kimin için ve kimlere karşı işletilecektir. Çanlar kimin için çalacak, ezanlar kimin için okunacaktır? Çarkın manevilâsını ele geçirmek isteyen zorba siyasîlere ne dereceye kadar mukavemet edilebilinecektir? Dönmeğe hazırlanan ve hatta dönmeğe başlayan ihtilâl çarkına seyirci olarak bakmak, dışarda kalmak, bu sorulara ıstıraplı ihtimâllerle cevap vermek için artık kâfi değildir. Bu korkunç sualleri yaşıyan ve kaçınılmaz vakıayı bilenler için yapılacak şey ihtilâlin içinde hattâ mümkün mertebe en önünde bulunanlarla bir arada olmak, hatta mümkünse, parlayan ihtilâl atının dizginlerini ele geçirmek lâzımdır. Bu cehennemî sür’ati dışardan göğüsleyerek durdurmanın imkânı yoktur. Şoförü bir darbeyle düşürülen devlet ve rejim arabasının direksiyonunu belki de sola veya bilmem ne yana kırmak isteyeceklere karşı, rotayı hiç olmazsa ortada tutabilmek gerekmektedir. Mademki ihtilâl vazgeçilemez bir hız almıştır. O halde hiç olmazsa içinde bulunmak ve frenlemek icabetmektedir. Sonunda kırılmak da olsa cehennemî bir sür’at alması muhtemel ihtilâl tekerleğine çomak sokmak imkânını elde bulundurmak lâzımdır.
Bütün Millî Birlik Komitesi üyelerinin düşüncesi bu idi, diyemiyoruz. Ama bütün Türk Ordusunun ve komite içinde de Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının düşüncesi işte bu idi. Bunu çok iyi biliyoruz.
Esasen bunun böyle olduğunu bütün Türk Milleti ve bu arada mağdur halk yığınları derhal anladılar.
Sosyalist maskeli komünistler, bütün sol basın ve bu arada bazı müfrit ve hasta CHP’liler ihtilâl tansiyonunu düşürecek yerde arttırmağa çalışıyorlar, yangına körükle gidiyorlar, su yerine benzin sıkıyorlar, daha çok kelle istiyorlar, kan istiyorlar, bütün DP’li vatandaşların, milyonlarca insanın siyasî haklardan mahrum edilmesini, temerküz kampları kurulmasını, ihtilâl mahkemelerinin işlemesini teklif ediyorlardı. Yapılan telkin ve tahriklerle tevkiflerin çapı büyütülüyor ve ihtilâlin ilk taahhüdlerinin aleyhine ihtilâl doğrudan doğruya DP ve DP’liler ve milletin en az yarısının aleyhine inkişaf ettiriliyordu. Bu kolay olmuyordu. Halk, Türk Ordusuna saygı duyuyordu, ıstıraba katlanıyordu ve pasifti. Fakat mustarip ve pasif halkın gıyabında onun namına direnenler vardı. CHP siyasilerinin telkinlerine kapılanlarla, Türkeş ve arkadaşları arasında bir mücadele başlamıştı. Türkeş ve arkadaşları gidişi durdurmak, ihtilâlin sadece CHP’ye yaramasına mâni olmak, siyasî muvazeneyi kurmak, siyasî muvazene kuruluncaya kadar seçime gitmemek, İnönü’nün tekliflerine karşı durmak için mücadele ediyorlardı. 13 Kasımda tasfiye edilmeselerdi daha birçok hatâ önlenmiş olacak, belki hiç kimsenin burnu kanamayacak, telâfisi imkânsız bâzı hatâlar işlenmemiş olacaktı.
Türk halkı bunu biliyordu. Onun için MBK ndeki ve onun çevresindeki mücadelenin Türkiye lehine muvaffak olmasını ve tasfiyeye gidilmeden barışın hâkim kılınmasını istiyordu.
Biz de, bunu istiyorduk. Sayın Başgil’i, merhum Peyami Safa’sı ve fedakâr ekibi ile gazetemiz, o günlerde tek başına bu direnişe dışardan katılıyordu. Tabiî içerde cereyan eden münakaşaları teferrüatiyle bilmeden, sadece sezerek. Esasen biz, o iç mücadele olsa da olmasa da mes’uliyetimizi müdrik insanlar olarak şerefli vazifemize devam ediyorduk.
Türkeş ve arkadaşları bizi himaye etmek şöyle dursun, böyle bir rivayet çıkmasından bile çekinecek halde idiler. Bizim hitab ettiğimiz efkârı umumiye ile kendi aralarında bir köprü kurulması, bütün işlerini alt üst edebilirdi.
Bir çok memleket meselesi ve bilhassa komünizm karşısındaki tutumumuz ayni olabilirdi. Bu hususta ayni paralel üzerinde bulunmamız arada bir irtibat kurulmuş olduğunu isbat edemezdi. Hâlâ öyledir. Burda söylenebilecek şey olsa olsa şudur, ve hakikatin ifadesidir. Bir konuda ayrı ayrı iki şey üçüncü bir şeye benziyor ise, o iki şey ayni zamanda birbirlerine de benziyorlar demektir. Topyekûn Türk Milletini ve mağdur halk kitlelerini ve devamlı kardeşlik esaslarını düşünürken birbirimize benziyebilirdik. Bu suç mudur?
Bir an için ihtilâlin ilk günlerini düşününüz. Bir grup asker bir darbe ile idareye el koymuştur. CHP lilerle birlikte anarşistler, sol cereyanları tahrik edenler bu ihtilâli istismar etmek, yolundan çıkarmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Günlerce rejime hâkim olanlardan bir antikomünist beyanat bekliyorduk. Bu ses nihayet çıktı ve Alparslan Türkeş’in hançeresinden çıktı.
Bunun üzerine bütün maskeli komünistler onun aleyhinde propagandaya giriştiler. Gazetelerinde Kastro için “yaşa”, diye bağıranlar, Türkeş’e hücuma geçtiler. Bütün antikomünist kuvvetleri desteklediğimiz gibi Türkeş ve arkadaşlarını da destekledik.
Çok büyük bir jurnal ve iftira kasırgası karşısında ıstırap çekenler, gözlerini Türkeş’e çevirmişler, ondan çok şeyler bekliyorlardı. Türkeş, millet çocuklarının gerçek kardeşliğini tehlikeye düşürebilecek hatalara mâni olabilir düşüncesiyle rüyalara girer olmuştu. İhtilâlin münhasıran CHP ve İnönü lehine ve onların menfaatlarına göre neticelenmesini önlemeğe çalıştığı da milletin gözünden kaçmıyordu.
Onun bu gayretleri CHP’lileri de şeflerinden en küçük piyonlarına ve yazarcıklarına kadar hepsini kendisine düşman etti. 13 Kasım tasfiyesinden sonra Türkeş aleyhinde kesif bir propaganda kampanyası açanlar da ayni kuvvetlerdi. O’nu, CHP antitezinde toplanmış olan milyonlarca vatandaşın gözünden düşürmek için akla hayale gelmedik yalanlar söylendi.
Hatta, baskı onların yüzündenmiş hissini uyandırmak maksadıyla, 13 Kasımdan, yani Türkeş’in tasfiyesinden sonra Balmumcu garnizonundaki mevkuflar serbest bırakıldı. İhtilâl rejiminin bazı tasarrufları Türkeş ve arkadaşlarına mal edildi
Fakat propagandacıların aptallığına bakınız ki hâlâ aynı gülünç taktikle, Alparslan Türkeş’in en çok AP çevrelerine ve CHP aleyhdarlarına sempatik geldiğinin farkında olmaksızın ortaya koyuyorlar.
Kaldı ki bugün ne Alparslan Türkeş AP içinde siyasî bir faaliyette bulunmak gibi bir niyeti ne de AP de Alparslan Türkeş ile birlikte hususî bir aksiyon yapma arzusu vardır.
Bildiğimiz şey, Türkeş’in ruh yapısı ve karakteri ile ve sahip olduğu kültürle, sivil hayatta, Türk subayını nahcup etmiyecek bir karakter örneği olarak, millete hizmet etmekte muvaffak olacağı hususudur. O, askerî ve kısa siyasî tecrübesiyle, çok yakın tarihimizdeki enteresan hatıralariyle, bir çoklarını ürkütecek, bir çoklarını hayrete düşürecek ifşaatlar ile, Türkiye’de bir efkâr-ı umumiye yapabilir.
Bütün bunlar O’nun, AP lilerle beraber ve bir arada bulunmasını, bizimle, yahut AP ile bir irtibatı olmasını icabettirmez. Fakat zaman zaman veya her zaman ayni paralelde bulunmak da ne AP için, ne Türkeş için, ne de bizim için bir kayıp değil, kazançtır.
AP ile Türkeş ve Yeni İstanbul konusunda bir bardak suda fırtına koparmak istiyenler, hem AP’ye, hem Türkeş’e, hem de bize düşman olanlardır.
Yalan söylüyor, iftira ediyorlar. Gene konuşurlarsa biz de konuşmağa devam edeceğiz. Daha anlatacak çok şeyimiz var.
Hükmü, tarih ve millet verecektir.
Son Havadis, 7 Mart 1963.
Gazetemize karşı bazı tertipler var
AP Genel Başkanı Gümüşpaşala, yarın refakatinde bazı Genel Kurul üyeleri olduğu halde büyük bir memleket gezisine çıkacaktır.
Bu seyahat, Genel Kurul üyesi ve Yeni İstanbul yazarı Cevat Önder tarafından organize edilmiş ve bazı gazeteciler de çağrılmıştır. Ancak, gazetemizde Alparslan Türkeş hakkında çıkan yazılar dolayısıyla, Son Havadis temsilcileri, AP içindeki malûm hizip’in teşvikiyle, bu geziye dâvet edilmemişlerdir. Ankara muhabirimizin müracaatına ve Gümüşpala’nın ikâzına rağmen Cevat Önder, Son Havadis’i geziye iştirak ettirmemek istememiştir. Genel Kurul üyelerinden Gökhan Evliyaoğlu’nun ve onun etrafındaki klikin tesiriyle yapılan bu muamele, AP’liler arasında üzüntü uyandırmıştır. Öğrendiğimize göre, bu ayırmaya sebep, bazı kimselerin basit ticarî rekabetidir. Bu şahısların gezileri sırasında Gümüşpala’nın gıyabında ve gazetemiz aleyhinde birtakım propagandalara başvurmak istedikleri, ayrıca Türkeş için de el altından çalışacakları haber alınmıştır.
Diğer taraftan Türkeş’in de, zemin hazırlandıktan sonra bu bölgelerde bir geziye çıkacağı öğrenilmiştir.
Yeni İstanbul, 9 Mart 1963.
Bir gazetenin Gafleti ve A. Partisi
İstanbulda intişar eden ve Adalet Partisini tutar görünen bir gazetenin bünyesine sızmış CHP li gazetecilerin oyunlarına âlet olarak son günlerde yaptığı kasıtlı neşriyat AP teşkilâtında ve tarafsız halk nezdinde infial uyandırmıştır.
Adalet Partisi Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’nın yurt gezisine gazetecilerin de iştirâkini temin maksadı ile tutulmuş bir otomobilin belirli sayıda şahsı alabilmesi, bazı gazete muhabirlerinin bu geziye AP nin otomobili ile seyahatını imkânsız hâle sokmuştur. AP tarafından tutulan otomobile alınan gazeteciler ise, tamamen, tarafsız bir görüşle, kura usulüne uyularak tespit edilmiş bulunmaktadır. Bu arada kendilerine kura isabet etmemiş olan bu gazetenin kasıtlı bir neşriyata başlıyarak “Türkeşçiler gazetemiz muhabirini dâvet ettirmedi” şeklinde yazılar neşrettiği görülmüştür. Hâdisenin bu şeklinden İstanbulda bulunması sebebiyle haberdar olmayan AP Genel Başkan Yardımcısı Ertuğrul Akça’nın verdiği bir beyanatı da istismar eden bu gazete kasıtlı yazılarından birini de bugün yayınlamıştır. Hadisenin aslı şudur:
Adalet Partisini dışardan yıkamayacağını anlayan CHP liler, kaleyi içinden fethetmek misâli AP yi tutan veya tutar görünen gazetelerin bünyesine gazeteci kılığındaki ajanlarını sokmuşlardır.
Devamlı surette orada burada AP aleyhine konuşmalar yapan İnönü âşığı bazı gazeteciler, Ulus gazetesinden çalıştıktan sonra, bu cephenin gazetelerine sızmışlar, gazete sahiplerinin gafletinden istifade ederek, yavaş yavaş zehirlerini dökmeye başlamışlardır. Bu son hâdise de aynı kasıtlı ve AP de karışıklık çıkarmaya matuf davranışın bir yenisidir.
Kasıtlı neşriyatlarına gazetemizi de zaman zaman hedef tutarak giriştikleri hücumlarına verilecek cevaplarımız vardır. Bunları şimdilik bu gazete ilgililerinin aldatıldığı inanç ve iyi niyetini taşıdığımız için ortaya dökmüyoruz. Fakat Adalet Partili idealist vatandaş kitlesinin istismarına daha fazla tahammülümüz yoktur. İkaz ederiz.
Son Havadis, Mümtaz Faik Fenik, 9 Mart 1963.
İnsanda biraz hayâ olmalı
Okurlarımız, elbette farketmişlerdir. Bizler, şimdiye kadar Yeni İstanbul gazetesiyle bir tartışmaya girmekten daima içtinap ettik. Zaman zaman târizlerle de karşılaştık, gençliklerinin heyecanına verdik. Yalnız bu defa yine çok ağır isnatlara ve iftiralara mâruz kaldığımız için, üzülerek cevap vermek mecburiyetinde kaldık. Huyumuzu, ahlâkımızı tanıyan var; tanımayan var. Cevap vermezsek bu isnatları yüklenmiş, âdeta kabul etmiş duruma düşebilirdik. Çaresiz lâzımdı.
Ondan sonra, Yeni İstanbul gazetesinde, lüzumsuz, mânasız târizler devam etti, durdu. Biz yine susuyorduk. Her ne kadar, orada yazı yazan kimselerin el altından takip ettikleri gayeleri biliyorsak da, diğer bazı umumî meselelerde görüşümüz aynı istikamette tecelli ediyormuş gibi, görünüyordu. Böyle bir durumda, hiç olmazsa, bu hedeflerde işleri şirazesinden çıkarmamak lâzımdı. Ayrıca, belki günün birinde mütenebbih olurlar, Hak yolunu bulurlar, diye de düşünüyorduk.
Biz bu kadar halisane emellerle hareket ederken, bir de ne görelim? Bir vakitler, bizim gazetede dördüncü, beşinci derecede bir vazifede çalışan ve sonra ihtilâl sıralarında tevkif edilmemizden faydalanarak, bir gecekonduya sahip olur gibi, eski Havadis’in başına geçiveren, nevheves bir politikacı, ne oldum delisi bir delikanlı, Yeni İstanbul’da şahsımıza karşı ağır iftiralarla, yalanlarla, düzenlerle saldırmaya başlamaz mı?.. Öyle bir delikanlı ki, yakın zamana kadar bize <<Hocam>> diye hitap ederdi. Yassıadada mevkufiyetimiz sırasında yazdığı mektupta, bizim çizdiğimiz yolda vazifeye devam ettiğini söylerdi.
Biz Yassıadadan çıktıktan sonra da rastladığı yerde daima <<Hocam>> tâbirini kullanmaktan çekinmezdi. Son Havadis gazetesini ilk çıkardıkları zaman, Adviye Fenikten devamlı surette yazı isteyen o ve şimdi Sakarya Milletvekili olan arkadaşı idi. Benden de fıkralar rica ediyorlardı.. Elim değdikçe yazıyordum. Milletvekili seçildikleri zaman bizzat tebrike gittim. Sevinç içinde idiler. <<Hocam, Hocam!>> diye iltifatlarını esirgemiyorlardı..
Sonra sermayedarlar arasında güttükleri maksatlar yüzünden bir ihtilâf çıktı, ayrıldılar. Bugünkü tutumlarını yürütmek istiyorlardı. Başka bir gazetede istediklerini yapabilirlerdi. Kim ne karışır?..
Hisselerini çok iyi bir fiyata satmışlardı. Bu sırada, Son Havadis’ten bana bir teklif yapıldı:
<<Aman, dedim, ayrılan eski arkadaşlarımızı üzmüş olmayalım. Tamamen ayrıldılar mı?. Aksi halde yerlerine geçmek istemem…>>
Son Havadis’te kalan diğer arkadaşlar, onların rızalarıyla ayrıldıklarını kat’i bir lisanla teyid ettiler. Mektuplarını, vesikalarını gösterdiler.
Ben gazetecilikte kırk yıllık mâzisi olan bir insandım. Elbette yazı yazacaktım. O günlerde başka gazetelerden de teklifler vardı. Son Havadis’i tercih ettim. Bu sırada onlar da Yeni İstanbul’u satın almışlardı.. Bizler için, kendilerine bir sepet çiçek gönderip başarı dilemekten başka yapılacak iş kalmış mı idi? Öyle yaptık.
Fakat nedense, aradan bir müddet geçtikten sonra, o gazetede ve Düşünen Adam’da aleyhimde imzasız yazılar neşretmeye başladılar. Sonra da muharrirleri vasıtasıyla, <<Bizim haberimiz yok, yanlışlıkla girmiş. Biz de çok üzüldük!>> diye haberler gönderdiler. Bizzat Gökhan, Adviye Fenik’e vallahi haberim yoktu, özür dilerim, tashih edeceğim, diye teessürlerini beyan etti.
Halbuki haberleri vardı! Onlar yazmışlardı. Ama bizler, bu izahları bir nevi özür dileme telâkki ederek yine sustuk.
Aradan zaman geçti. Birkaç gün evvel bu sütunlarda <<Türkeş’e kim inanır?>> başlığı altında bir yazımız çıktı. Biz, emekli albayın bir tepkisini umarken, bu nevperest politikacı, bu ne oldum delisi delikanlı, Yeni İstanbul’da, yığınla yalan uydurarak, iftiralar savurarak ve tezviri saçma gibi kullanarak, şahsıma karşı yaylım ateşine başladı. Nereye dokunmuştuk, nereden aksi sada almıştık?
Biz hocası isek, ona gazetecilik öğrettik. Yazılarında kendisini teşvik ettik. Dürüst gazetecilik yapmasını öğrettik!.. Öyle yetişti zannettik.. Anlaşılıyor ki, bu vazifeyi yapamamışız.
Hakkımızda yazdıklarının hepsi birer şenî yalandır. Ve bu delikanlı, kimbilir, hangi gizli maksada erişebilmek için, eski Havadis matbaasında bütün arkadaşların gözü önünde cereyan eden ve birçok namuslu şahitleri bulunan tevkifim olayını ve ona tekaddüm eden durumları tahrif etmek ve istediği kalıba sokabilmek cür’etini kendinde bulmaktadır.
İsmen yazmıyor, ama, imâ’en kastediyor:
O, eski başmuharririn, tevkifi sırasında, bir örfî idare görevlisinin önünde nasıl yerlere yatıp yalvardığını, kalemini kırdığını ibretle hatırlarmış!..
Kendisine haber verelim: Asıl hâdisenin şahidi olanlar, onun bu yalanını daima ibretle hatırlayacaklardır. O gün Gökhan Evliyaoğluna izin vermiştim; gazeteyi ben çıkaracaktım. Akşam yedi buçuk sıralarında odamda çalışırken, muharrirlerimizden Argun Berker sivil bir zatla içeri girdi.
- Hocam, dedi, sizi arıyorlar.
Gelen sivil zat kendisini Birinci Şube memurlarından biri olarak takdim etti ve şöyle dedi:
- Bir husus hakkında malûmatınıza müracaat etmek üzere Merkez Kumandanlığına kadar teşrifinizi rica ediyorlar…
- Tevkif mi?; dedim.
- Hayır, dedi. Böyle bir şey yok…
Eve telefon ettim. Kimseyi bulamadım. Oğlum Ali Cem de gazetede idi. Onu çağırttım.
- Ben Merkez Kumandanlığına kadar gidiyorum. Merak edilecek bir şey yok.. Şayet gelmezsem, sarı çantaya ilâçlarımı, bir, iki kat çamaşır koy ve oraya getir…
Arkadaşlara veda ettim. Hepsi ayrı ayrı ellerimi, yanaklarımı öptüler.. Aşağı indim. Baktım merdivende Tomson’lu bir nefer var… O zaman tevkif edildiğimi tahmin ettim. İzinli bulunan Gökhan da, henüz matbaadan ayrılmamıştı. O da iki yanağımı öptü. Bütün bu hâdiseler, o sırada orada toplanan muharrirlerin, telefon santral memuresinin, kapıcıların gözü önünde cereyan etmişti… Hareket ettik…
Ayaklara kapanmak, kalem kırmak hikâyesi nerede?.. Bu satırları yazdığım kalem de en aşağı on senelik kalemdir. Gökhan’ın Yassıadaya <<Hocam, direktifleriniz dairesinde gazeteyi idare ediyoruz>> diye yazdığı mektuba teşekkür cevabını yazdığım kalemdir.
Hem sonra bu delikanlıya sormak lâzımdır: Örfî İdare görevlilerini bu kadar korkunç insanlar mı zannediyor da, benim ayaklarına kapanacağım yalanını uyduruyor?
İhtilâlden sonra <<Eski iktidara siz de sövün sayın!>> gibilerden direktif verdiğim de tamamen yalandır. İhtilâl 27 Mayısta oldu. Ben 4 Haziranda tevkif edildim. Sekiz günlük gazetede çıkan yazılar meydandadır. İhtilâl hakkında benim iki makalem intişar etti. Kardeş kavgasını önlemeye matuf bu yazılara, bugün de iftiharla imzamı atarım.
Ben o sıralarda arkadaşlara daima itidal tavsiye ettim. Olayları olduğu gibi, hiçbir mütalâa yürütmeden vermelerini söyledim. Bütün meslek hayatımda itidal daima şikârım olmuştur. Bugün de arkadaşlara her zaman tavsiye ettiğim şey budur. Fakat o sıralarda fücceten gazeteyi eline geçiren, hücceten başmuharrir oluveren bu delikanlı ne itidali, ne dürüstlüğü anlayacak kabiliyette midir?. Asla!..
Böyle adamlar, birdenbire sivrilmek için daima fırsat kullandıklarından, bulundukları her yerde, gazetede, Mecliste, partide ve cemiyet içinde her türlü tezviri yapabilirler.
Öz kardeşi ve ağabeysi Kâmuran Evliyaoğlu ve bir zaman AP lideri Gümüşpala hakkında ağıza alınmayacak sözler sarfetmekten ve iftiralarda bulunmaktan çekinmeyen bu nevzuhurun siyasî ihtilâçları cümlenin malûmu olduğu için, bu nevi iftiralarına, yalanlarına şaşmamak lâzımdır.
Yalnız bugünlük şu kadar söyliyelim:
Eğer onun milliyetçilik iddiası da böyle ise vay o mukaddes mefhumun haline!.
Eğer Türkeş ondan medet umuyorsa, vay Türkeşin haline.
Ve yine eğer particilik iddiası da böyle ise, vay o partinin haline…
Adalet Partililer ve bilcümle vicdan ve insaf sahibi insanlar, dikkat ediniz. Sizi içinizden vurup birbirinize düşürmek istiyenler var…
Hangi Halk Partili müfrit bu vazifeyi Gökhan Evliyaoğlu kadar başarabilir?..
Akşam, 9 Mart 1963.
Fıstıkçı Topgülle, Türkeş’i transfer etmek istiyor
Yolsuz kalınca şöyle bir dolaşır, aidatları toplar, yolumu bulurum. Bu sözleri bir Genel Başkan söylüyordu. Hem de bir partinin genel başkanı. Hür Sosyalist Parti Genel Başkanı Cahit Topgülle, mitinglerinden sonra gazetelere yaptığı nezaket ziyaretinde çeşitli memleket konularında da gazetecilere bilgi veriyordu.
Birkaç defa düzenlediği mitinglerden ötürü, hapishaneye değil, tımarhaneye giren Topgülle, diğer partilerin aksine, iktisadî yönden, sıkıntı çekmiyordu!
Romatizmaya karşı başını kalın kumaşla sarıyor. Gerçi üzerinde kirden, daha doğrusu yağdan muşambalaşmış bir elbise, istem kararmış gömlek, saçaklaşmış bir pantolon, timsah ağzını andıran pabuçları ama, kalbini partisinin ilkeleri doldurmuştu. Bakın Topgülle, verdiği demeçte neler diyor:
- <<Gümüşpalaya, Bölükbaşına ve diğerlerine birer telgraf çektim, onları CHP karşısında işbirliğine davet ettim. Bir çeşit yuvarlak masa toplantısı bu. Bu iş artık bir sonuca bağlanmalı. Ya iktidarı CHP, ya da onun karşısında olan bizler almalıyız.>>
Türkeş’i davet
- <<Şimdi bir transfer peşindeyiz. Albay Alparslan Türkeş’i partime almak için uğraşıyorum! Kendisini gördüm, teklifimi yaptım. Bana Ankaraya mektupla müracaat etmemi söyledi. Ben de isteğini yerine getirdim. Vallahi teklif benden, düşünsün taşınsın hazır bir partimiz var. Gelsin, bize katılsın bu işi yürütelim. Yoksa kendisi bilir. Bugün bir parti kurmak, onu teşkilâtlandırmak kolay iş değildir. Bu yüzden kaç defa tımarhaneye girip çıktım!
Ankaradan bazı avukat arkadaşlar aralarında para toplayıp bana gönderdiler. Bu hafta Ankaraya gidip Kızılayda bir miting tertipleyeceğim. Mitinge Ankaradaki bütün büyükleri davet ettim. Ankaradan sonra İzmirden bir davet aldım, oraya geçeceğim. Artık partim memleket çapında mitinglere başlayacaktır.>>
<<Yolunu>> parti genel başkanlığı ile bulan Topgülle’nin yolu bundan sonra açılıyor galiba.. Ankara, İzmir derken Anadoluyu baştan sonuna kadar tarıyacak, elinde megafon, sırtında gezici kürsü ile yeni bir politikacı (!) tipini memlekete yayacak!..
Yeni İstanbul, 10 Mart 1963.
Hak ettiği Cevabı alacaklar
Bugün Yeni İstanbul’da bulunan idealist gazeteciler ekipinin, terkettiği günden beri Son Havadis gazetesinin bizim aleyhimizdeki ürkek ve iftiralara müstenit neşriyat yapmakta olduğu okuyucularımızın malûmudur.
AP büyük kongresi arifesinde ve kongreden sonra AP’yi parçalamak isteyenlere âlet olan bu gazetenin yakındığı menfi tavır bütün AP teşkilâtı nezdinde memnuniyetsizlik doğurmuştur.
Geçenlerde Son Havadis’in malûm başyazarının siyasî taktiklerine iki satırla temas edişimize sinirlenen malûm başyazar, bir vakitler kıskançlıkla haksız ve iğrenç hücumlarına hedef tuttuğu rahmetli Peyami Safa’ya sataşmış ve şimdi de Gökhan Evliyaoğlu’na sataşmaktadır.
CHP’nin bütün gazeteleri ile AP’ye ve Gökhan Evliyaoğlu aleyhine hücuma geçtikleri şu sırada Mümtaz Faik Fenik’in bu acemi koroya katılmaması imkânsızdı.
Gûya temsil eder ve destekler göründüğü efkâr-ı umumiyeye hürmeten bugüne kadar sustuk.. Ama artık bu adamların ve o kumpanyanın maskelerini ve etiketlerini düşürmek zamanı gelmiştir.
Eski CHP’li korkak, eski DP’li 27 Mayıs kaçağı Mümtaz Faik Fenik sadece bizden değil, yalanlariyle ilgili her şahıstan ve iddialarımızın şahitlerinden hak ettiği cevapları alacaktır. Biraz beklesin.
Son Havadis, Mümtaz Faik Fenik, 11 Mart 1963.
Türkeş Partisi Propagandacısı!
Bu memlekette herkes parti kurmak hakkına sahiptir. Usulü dairesinde müracaatını yapar, muamelesini tekemmül ettirir ve partisini kurar… Bu iş kolaydır; zor olan taraf yeni bir partiye ilgi toplamak, onun etrafında bir umumî efkâr halesinin vücut bulmasını temin etmektir. Vatandaşlar şimdiye kadar. Genel İdare Kurulu dışında tek üyesi dahi bulunmayan nice partiler görmüşlerdir; daha da göreceklerdir.
Demokrasi nizamının bulunduğu bir yerde, türlü siyasî kanaatlere göre partiler esasen taazzuv ettiklerinden, yâni herkes yerli yerini bulduğundan bir yenisini kurup yürütmek, zordur. Onun için, böyle bir teşebbüse girişecek olanlar, başka partilere göz koyarlar. Oralardan üye ve alâka avlamaya bakarlar. İşte şurada bir kuvvetli teşkilât hazırlop ortadadır! Bunun için fazla gayret sarfetmeye lüzum var mı? İdareciler, şöyle bir el etse, hepsi peşinden gelecekmiş gibi bir hayale düşerler…
Ama mevcut partiler, yeni kurulacak bir partiyi hiç de hoş karşılamazlar. Çünkü ne de olsa, propagandalara kapılıp kayanlar olabilir, diye düşünürler. Hele bir partinin en yüksek kademesinde, Genel Kurulunda bulunanlar, yeni parti kurmak teşebbüsünde olanlara karşı çok daha titiz, çok daha dikkatli davranmak mecburiyetindedirler. Buna vicdanen de borçludurlar. Kurultayda teşkilât, onları partinin yüksek menfaatlerini korusun, tesanüdü temin etsin; partinin başarısını sağlasın, diye seçmiştir. Aksine bir davranış, gayelere ve prensiplere ihanettir.
Fakat şimdi ne görüyoruz? Bir AP Genel Kurul üyesi kalkıyor, gazetelerde sütun sütun methiyeler neşrederek, siyasî hayata atılmak ve bir parti kurmak teşebbüsünde bulunan bir Alparslan Türkeş’in günlerce propagandasını yapıyor… İhtilâlin bir numaralı adamını gökten inmiş bir melek ve bir siyasî dehâ olarak AP lilere takdim ediyor.
Hayret!..
Şimdi hakkiyle sorabiliriz: Siz, AP’nin Genel Kurul üyesi misiniz? Yoksa, Türkeş’in kuracağı partinin propaganda servisi şefi mi?..
Böyle bir tezat, bu kadar gerip bir durum dünyanın hiçbir tarafında görülmemiştir; işitilmemiştir. Ve bundan sonra da görülmesine, işitilmesine imkân yoktur.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Alparslan Türkeş, her vatandaş gibi usulü dairesinde bir parti kurabilir. Arkasından gidecek kimse bulabilir mi bulamaz mı, bu ayrı dâva!.. Ama partisine insanları kanalize etmek, onlara bir takım mâlâyâni telkinlerde bulunmak ve bu arada AP’yi içinden baltalamak, bir Genel Kurul üyesinin yapacağı işlerden değildir.
AP teşkilâtı, Türkeş’e üye toplasın diye mi, Gökhan’ı hem Milletvekili, hem de Genel Kurul üyesi seçmiştir?..
Gökhan Evliyaoğlu, Türkeş’e o kadar bağlıysa, AP’den ayrılır, onunla birlik olur, beraber çalışır.. O zaman kimsenin söyliyeceği bir söz kalmaz. Dürüst hareket tarzı budur.
Sen, kalk, AP prensiplerini ve gayelerini hasbî olarak savunan ve ona karınca kaderince başarı sağlamaya çalışanlara en şenî yalanlarla, iftiralarla, düzenlerle saldır. Ondan sonra da yeni kurulmak istenen bir partinin liderini, olup bitenlere hiç de uygun olmayan hikâyeler uydurarak göklere çıkar!..
Bu insanlar, Türkeş’e adam kayırmak, hazır teşkilât sağlamak için mi partiye girmişlerdir?
Neymiş? Türkeş, İnönü’ye karşı imiş ve aynı paralelde imiş!.. 27 Mayıs 1960’dan, 13 Kasım 1960’a kadar İnönü ile aynı paralelde iş yapan bir kimsenin, şimdi paralel değiştirdiğine inanmak için insanın hafızasını kaybetmesi lâzımdır. Ve kanunlar müsaade etse bu hususta söylenecek daha çok söz, ortaya dökülecek pek çok hâdise vardır.
Paralel, maralel! Bunların hepsi masal!..
İnönü ve Halk Partisi müfritlerinin tek hedefi, iktidarlarını devam ettirmek için, AP’yi içinden vurmak oradakileri birbirine düşürmek, partiyi tecezzi ettirmektir. Türkeş’in teşrifat müdürlerinin ve propagandacılarının yaptığı da bundan başka bir şey değildir.
AP liler, dikkat ediniz; kuzu postuna bürünen kurtlara inanmayınız… Bu satırlar, sizlerden ne Senatörlük, ne Milletvekilliği, ne de teşkilât kademelerinde herhangi bir mevki istemeyen ve tek oy talebinde bulunmayan ve bundan sonra da bulunmayacak olan bir dostun ikâzlarıdır. Garazsız, ivazsız bir dikkat tavsiyesinden ibarettir.
Yeni İstanbul, Galip Erdem, 11 Mart 1963.
Bay Fenik’e bir hatırlatma
Sizi bir bakıma takdir ediyorum: Havayı koklamasını çok iyi biliyor, şartların icabına göre ses çıkarıyorsunuz. Gerçi hakikatleri değiştirmek hiçbir zaman mümkün olmamış, mütemadiyen iftira etmekle hiçbir dâvanın kazanıldığı şimdiye kadar görülmemiştir. Ama siz herhangi bir dâva peşinde koşmadığınıza göre, meşrebinize en uygun yolu bulmuş olabilirsiniz. Tek ayaklı bir insanın 100 metre yarışmasına katılıp birinci gelmesi nasıl beklenemezse sizin de bir anda mefkûreci olmanız öylece beklenemez. Kendinize bakıp başkaları hakkında hüküm vermenizi, sizin gösteremediğiniz bir cesareti başkalarının da gösteremeyeceklerini sanmanız ve bu yüzden işin içinde daima başka sebepler aramanızı bile ayıplamam. Kendi şahsı hakkında tarafsız olabilmek son derece güçtür. Bilirim. Yalnız, Gökhan Evliyaoğlu’na yaptığınız saldırışların insanlık anlayışımı inciten bir tarafı var. Bu yazıyı da sırf o sebeple yazıyorum.
27 Mayıstan sonraki tutumunuzun ne olduğunu, nasıl müthiş bir korku içinde yaşadığınızı, bir gün kalemi elinize alıp gazetelerde yeniden boy göstermeyi aklınızdan ucundan bile geçirmediğinizi herhalde inkâr edemezsiniz. Müşkül bir durumda kaldığınız, tam bir psikolojik yıkıntı içinde kıvrandığınız böyle bir devrede sayın eşiniz Adviye Fenik, Son Havadis’in yazarı olarak Türk halkının huzuruna çıkıyordu. Fakat okuyucularımızın büyük bir kısmı bu vaziyetten memnun değildi. Sizin ve eşinizin Türk milliyetçiliğine aykırı bir hüviyet taşıdığınız, çok defa devrimbazlarla ayni ifadeyi kullandığınız henüz unutulmamıştı. Bu yüzden Son Havadis’in o zamanki sorumluları Gökhan Evliyaoğlu ve Hami Tezkan’a sık sık mektuplar geliyor, Adviye hanımın mutlaka değiştirilmesi, yerine milliyetçi bir yazarın alınması isteniyordu. Gazeteyi ziyaret eden okuyucularımız da hemen daima bu konu üzerinde duruyorlardı. Gökhan Evliyaoğlu’nun o günlerdeki bir sözünü hiç unutmam. Yine Adviye hanımın mevcudiyetinden şikâyetçi bir gruba hitaben: “Adviye Fenik’in gazetemize yazması hoşunuza gitmeyebilir. Adviye hanım fikriyatımızın dışında, hatta fikriyatımıza muarız bir insan olabilir. İtirazlarınızın hepsini kabul ediyorum. Fakat biz, herşeye rağmen, O’na yazdırmak zorundayız. Çünkü Mümtaz Bey müşkül bir vaziyettedir. Maddeten büyük bir sıkıntı içindedirler. Bu yüzden Adviye hanıma yazdırmak, böylece bir parça yardım etmek bizim için bir vefa borcudur.” demişti. Şimdi siz de Gökhan’a karşı vefa borcunuzu ödüyorsunuz galiba! Aferin, insanlık dediğin böyle olmalı işte!.
Ulus, 12 Mart 1963.
Gökhan Evliyaoğlu’na açık teşekkür
Siyasi tarihimizde ve memleketin kaderi üzerinde oynanan oyunlarda nadir rastgelebileceğimiz bir olayın içyüzünü Gökhan Evliyaoğlu’nun bir makalesiyle öğrenmiş bulunuyoruz.
Bu makale 7 Mart tarihli Yeni İstanbul Gazetesinde intişar etmiştir. Yazar 27 Mayıs İnkılâbına katılan ve sonradan bu hareketin dışına çıkarılan meşhur bir albay hakkında tüyleri diken diken edecek açıklama yapmıştır.
Evet, bu açıklamayı yapan yazı 7 Mart tarihinde çıkmıştır. Biz bugüne kadar o zatın bu açıklamayı yalanlamasını ve bunun şenî bir iftira olduğunu söylemesini bekledik. Bu tekzip bugüne kadar gelmediği için de yazılanların doğru olduğuna inandık.
Evliyaoğlu’na göre meşhur albay, 27 Mayısta devrilen Demokrat Parti rejimiyle beraberdir. Onu benimsemekte ve tasvip etmektedir. Fakat arkadaşlarının bu rejimi yıkacaklarını görünce, bu ihtilâle onlarla hemfikirmiş gibi katılmış ve bu suretle 27 Mayıs İnkılâbına çomak sokmak ve bu inkılâbın insan haklarını çiğnemiş olan Menderes rejimine zarar vermesini önlemek için arkadaşlarını aldatarak bu işe katılmış ve büyük bir nisbet içinde de muvaffak olmuştur. Bu sebepten dolayı şimdi Adalet Partisinin sevgilisi durumundadır.
Yazı, dünyanın neresinde olursak olalım, siyasi ahlâkla bağdaşmıyan bir hareketi methetmekte ve bu suretle Evliyaoğlu büyük bir saffetle, bu kadar fecî ve düşük bir tutumun medhedicisi olmaktadır. Bu halin kendisine itibar vermiyeceğini tabii hiç düşünmemektedir.
Albaya gelince, onun hareketi düpedüz bir suçtur. Bu suç Yassıada’ya tünel kazarak Menderes’i kurtarmak istedikleri iddiası ile mahkemeye sevkedilenlerin suçundan hiç değilse on defa daha ağırdır ve bu müruruzamana da uğramış değildir.
*
Herşeye rağmen Türk siyasi hayatını tehdit eden ağır bir tehlikeyi açıkladığı için Evliyaoğlu’na teşekkür etmek lâzımgelir. Türk Milletinin mahkûm ettiği bir rejimi tekrar ayakta tutmak maksadıyla başvurulan bu hileyi anlaşılan setretmek için olacak, meşhur albay, İnkılâp Mahkemeleri Kanunu hazırlatmış ve Demokrat Parti mensuplarını köşe bucak fevkâlade usullerle mahkûm etmek numarasını yapmıştı. O zamanki sivil hükümetin icraatına katılarak eski devir aleyhine şiddet tedbirlerinin alınmasını isteyen ve bunun için hükümet mensuplarını zorlayan bu zat idi. Demek ki, bunu da maksadını gizlemek için yapıyormuş.
Türk Milleti gibi büyük ve şerefli bir millet ancak namuslu insanlar tarafından ve namuslu usullerle idare edilebilir. Bu namuslu insanların arasına katılarak ve onları aldatıp atlatarak gayrımeşru bir iktidarı yeniden ayağa kaldırmağa teşebbüs etmek övünülecek ve methedilecek bir fiil değildir. O zat maksadında muvaffak olmuş dahi olsaydı yine bir milleti aldattığı için tarihin karşısında menfur olurdu. O, eğer mahiyeti bilinmeden sâf sâf itiraf edilen bu suçu kendisine işletmemiş olan arkadaşlarına ebediyen minnettar olmalıdır.
Bu albayı kıymet zannederek ondan birşeyler umanlara 7 Mart tarihli Yeni İstanbul gazetesini okumalarını tavsiye edeceğiz. O yazıyı okuduktan sonra <<insanın Gökhan Evliyaoğlu gibi dostları olacağına, bin tane düşmanı olsun evlâdır>> diyeceğinize eminiz. Zira o yazı ile Evliyaoğlu bu çok kıymet verdiği dostunu mânen katletmiş maddeten yerle bir etmiş ve artık o zatı kimsenin elini sıkamaz, kimsenin yüzüne bakamaz hale getirmiştir.
Evliyaoğlu’nun bu açıklamayı yapmasına, meşhur albayın bu açıklamayı benimsemiş olmasına rağmen, albaylık rütbesine kadar gelebilmiş bir insanın böyle aşağılık bir rol oynayabileceğine ihtimal vermediğimiz için hâlâ hâlâ bir türlü bu iddialara inanmak istemiyoruz.
Ekspres Ankara, 12 Mart 1963.
“Geldiğimden beri hiçbir şahsa ve gazeteye beyanat vermedim” diyen Türkeş’in Gazetemize “özel” demeci!..
Türkeş, Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli temaslarda bulunduğunu, halkın şikâyetlerinin geçen zamanlara nisbeten daha arttığını ifade etmiş, kendisine atfen yayılan haber ve demeçlerin gerçekle ilgisi bulunmadığını söylemiştir. <<Bizim düşüncelerimiz ortada. Biz 27 Mayısı yapan insanlar olarak dün ne isek bugün de oyuz. Hakkımızdaki Sağcılık ithamlarını sadece gülmekle karşılıyoruz. Bizim, hiçbir aşırı zihniyetle alâkamız yoktur. Bu kabil söylentiler belirli bir merkezden çıkarılmakta ve bizi yıprandıracağı iddiası ile sistemli olarak yayılmaktadır. Ama, hiç birinden korkmuyoruz. Çünkü biz herşeyden önce Anayasayı benimseyen ve ona saygı gösteren insanlarız. Biz ne Irkçı ve ne de Turancıyız. Bizi böyle göstermek isteyenler yalnız ve yalnız yalan söyleyen ve kendi yaptıklarından korkan insanlardır. Biz Atatürk’e inanan ve memleketini seven insanlarız. Irkçılık ve Turancılık ithamlarını şiddetle reddederiz. Yakında yapacağımız açıklamada bunu kesin olarak ortaya koyacağız. Küçük hesap sahiplerinin oyunlarını yüzlerine vuracağız. Tekrar edeyim, hiç bir parti ile ilgimiz yoktur. Ne dün, ne bugün bir ilgimiz olmamıştır. Yarın da olmayacaktır. Mevcut partiler iş yapmak kudretine sahip iseler işte fırsat ellerinde.. Hükümet idaresi ellerinde.. Halkın dertlerine çare bulsunlar. Yoksa şu veya bu kimseye rasgele töhmette bulunmakla hiçbir şey halledilemeyecektir.>>
Türkeş, ne Adalet Partisine, ne CHP, ne YTP, ne CKMP veya ne de başka bir partiye girmek için açık veya kapalı bir müracaatta bulunmadığını ve bundan sonra da asla bulunmayacağını, Anayasa sınırları içinde siyasi çalışmalarının ne şekilde olacağı yolundaki hazırlıkların bir kaç gün içinde tamamlanacağını ve bunun derhal açıklanacağını, Türkiye’de halkın ızdırabını yakından takip ettiklerini, arkadaşları ile birlikte memleketin asıl ihtiyaçlarını çok iyi bildiklerini ifade ederek yeni çalışmaların bu dertlere deva yolunda olacağını açıklamıştır. Halen yeni teşekkülün formaliteleri üzerinde çalışan Alparslan Türkeş ve arkadaşları, kararlarını kamuoyuna açıkladıktan sonra geniş bir çalışma devresine gireceklerdir.
Çalışmalar bitirilebildiğinde Türkeş ve arkadaşlarının Anayasa hudutları içinde yapacakları çalışmalar derhal açıklanacak ve bundan sonra da bir Anadolu gezisi başlayacaktır. Türkeş ilk olarak İstanbul’a gidecek, buradan Mudanya’ya geçip annesini gördükten sonra Bursa ve Eskişehir illeri ile yol güzergâhındaki kasaba ve köyleri ziyaret edeceklerdir. İkinci merhale gezi ise Ege bölgesine yapılacaktır. Bu gezide, Isparta, Denizli, Balıkesir, Afyon illeri ile ilçeleri gezilecektir.
Hareket, 13 Mart 1963.
Türkeş sağcı değilmiş!.
Alparslan Türkeş dün bir Ankara gazetesine verdiği demeçte hiçbir partiye girmeyeceğini açıklamıştır. Türkeş aşırı sağcıların etrafında toplandıklarına dair çıkan söylentiler hakkında da şunları söylemiştir: <<27 Mayısı yapan insanlar olarak dün ne isek bugün de oyuz. Hakkımızdaki sağcı ithamları sadece gülmekle karşılıyoruz. Bu çeşit söylentilerin belirli bir merkezden bizi yıpratmak için çıkarıldığını biliyor ve korkmuyoruz. Çünkü Anayasaya saygı gösteren insanlarız.>> Emekli albay kendisini ırkçılık ve Turancılıkla itham edenlere de şiddetle çatmıştır.
Ekspres Ankara, 12 Mart 1963.
Kabibay Brüksel’e gidiyor!.
Orhan Kabibay otomobille İstanbul’a gitmiştir. Önümüzdeki günler içinde İstanbul’dan Brüksel’e hareket edecektir. Brüksel’de ne kadar kalacağı henüz belli değildir.
Ekspres Ankara, 14 Mart 1963.
14’lerin Partisi İçin Birinci Adım: Dernek
Alparslan Türkeş ve arkadaşları kurmayı düşündükleri siyasi partinin nüvesini teşkil edecek olan Kültür Derneğini önümüzdeki günlerde faaliyete geçirerek bu yönde ilk adımı atmış olacaklardır. Anayasa sınırları içinde bir siyasi çalışma yapmayı kararlaştıran Türkeş ve arkadaşları, memleketin huzur içinde yaşaması, muasır ülkeler seviyesine yükseltilmesi ve Demokratik rejimin sağlam temeller üzerine oturtulmasını amaç edinecek olan derneklerini pek yakında bir deklarasyonla kamuoyuna açıklayacaklardır. Bu konuda Türkeş Ekspres’e şunları söylemiştir. <<27 Mayıs’tan bugüne kadar, 27 Mayıs’ın ekonomik sosyal ve kültürel ilkelerini kapsayan pek az çalışma yapılmıştır. Bu yönde atılan bir kaç ileri adım ise çeşitli çevrelerce baltalanmıştır. Bizler, Türk milletini ve yurdumuzu, dünyada lâyık olduğu mevkie yükseltebilmek için gerekli yolları bulmayı ve buna göre çalışmalarımızı düzenlemeyi gaye edindik ve çalışmalarımıza başladık ve ilk kuruluş için hemen hemen sona geldik.>>
Zafer, Vâ-Nû, 13 Mart 1963.
Muhalefet cephesinde kardeş kavgaları
Son Havadis gazetesi başmuharriri Mümtaz Faik Fenik ile Yeni İstanbul gazetesi sahip ve başmuharriri arkadaşların arasında beni pek çok üzen bir kalem düellosu oluyor. İkisi de CHP tegallübü karşısında muhalefeti temsil eden zatlar olduğu için, asıl hedefi şaşırıp sağ elin sol elle kavgasını andıran -üstelik haysiyet kırıcı- bir çatışmaya girişmelerini, yalnız hissiyata ve mantığa değil aynı zamanda memleket menfaatlerine aykırı buluyorum.
Memleket menfaatlerine şunun için aykırı ki, -çoğunluk, gibi ben de tahmin ederim:- CHP nin tuttuğu yol memleketi siyasî, idarî, iktisadî ve içtimaî bakımdan bir çıkmaza sürükliyecektir. Bu partinin ergeç ve ister istemez elinden düşüreceği -ve millî bayrağa teşbih edebileceğimiz- millî iktidarı, şimdi muhalefette bulunan sağ-merkez-sol halindeki hakikî demokratik bir klâsik rejimi kabullenecektir. Lâkin ehliyetli, bir cenahın öbürüne hürmetiyle herkese hayat hakkı tanımasiyle kabullenmek gerekir. Kanaatimce hattâ bu arada CHP ye de hayat hakkı tanımalıdır. DP nin akıbetine hiçbir parti sürüklenmemelidir. CHP ancak halk çoğunluğu tarafından mahiyeti anlaşılıp artık seçilmemek gibi bir ceza-yı sezaya uğramalıdır. Millet, sağda ve solda da kendi ruh ve menfaatlerine kimleri zıt görürse onları -kanun zoru ile değil, kendi şuur ve idrâki ile- seçmez. Demokrasinin icapları böylece yerini bulur.
İşte şimdi muhalefette cephe alan hepimiz bu ortak idealin peşinde olmalıyız. CHP nin yamık tutum ve davranışlarını tenkid için enerjimizi ve imkânlarımızı seferber etmeliyiz. Daha düzgün ve usulünde bir siyasî hayat için umumî efkârı hazırlamalıyız. Sağda, merkezde ve solda mevki alan muhaliflerin vatan, millet vazifeleri budur. Buna en muhafazakâr kim ise o zattan, ihtimal en sol kanatta tek senatörle yer alan Türkiye İşçi Partisi TİP e kadar her meşrep ve mizaçtaki siyaset ve basın mensupları riayet etmelidir.
Halbuki ne oluyor? Adalet Partisinin etrafında yahut içinde yahut özünde mevki alanlar bile birbirlerine giriyorlar. Son Havadis’in ve Yeni İstanbul’un başmuharrirleri -ikisi de- birbirlerini haksız yere kırıyorlar. İkisi de haksız yere! Zira dâvalarının ruhu, mahiyeti haksızdır.
Hiçbir bakımdan yakıştıramıyorum.
27 Mayıs 1960 dan önce bu iki başmuharrirle aynı gazete senelerce çalışmıştık. Mümtaz Faik Fenik 1928 lerdenberi pek aziz, pek vefalı dostlarım arasındadır. Ailece görüşürüz. Seciyesi, namusu, medenî cesareti hiçbir hâdise karşısında yüz kızartıcı bir hal almamıştır. Bu zat, 14 lerden Türkeş aleyhinde bulundu diye Yeni İstanbul başmuharriri Evliyaoğlu kendisine yukarıki gerekçelerle de hiç doğru bulmadığım bir şekilde hücum ediyor. İddialarının yanlışlığına umumî efkâr karşısında şehadet ederim.
Fakat böylelikle Gökhan Evliyaoğlu’ya karşı cephe almıyorum. Kat’îyyen!. Bu çok hassas, çok istidatlı gençle yıllar boyu aynı dam altında, hattâ bazan aynı odada, ayni gazetelerle çalıştık. O kadar ki, önce ancak şair, ancak enerjik bir gazeteci olarak tanıdığım Evliyaoğlu’nun fıkra halinde birkaç yazısı çıkınca kendisini (hatırlayacaktır, çünkü mütehassis oldu) ilk defa olarak ben ikaz ettim:
Karşılıklı sempatimiz o derecedeydi ki diğer arkadaşımız (şimdiki milletvekili) Hami Tezkan’la müştereken gazete sahibi olmaları sırasında fıkralarımı onlara yazmam için benimle de anlaşmak yoluna girdiler. Bu alâkaları ve kadirşinaslıkları beni çok memnun etmiştir. Fakat aynı zamanda hem arkadaşım hem muarızım Peyami Safa ile de anlaştıklarından: <<O McCarthy ile bağdaşamam!>> özrü ile müzakerelerimizi yarıda kesmek zorunda kaldım.
İşte bu iki meslektaşın birbirlerine girmeleri muhalefet cephesindeki herkes gibi beni de üzüyor. Anlattığım yakınlıklarım ve düşüncelerim sebebiyle herkesten bile ziyade üzüyor.
Samimiyetle uyarıyorum:
Mücadele kabiliyetimizi yanlış, menfi ve zararlı istikametlere yöneltmiyelim, sevgili arkadaşlarım.
Yeni İstanbul, 14 Mart 1963.
Yeni sahnelerdeki Eski madrabazlar!..
Adalet Partisi Merkez İdare Kurulu’nun yurd içi gezilerine ve Adana mitingine iştirâk etmek maksadiyle beş gün Ankara’dan ayrılmak zorunda kaldım.
Siyasî geziler ve konuşmalarla geçen bu müddet içinde bir aralık gazetemizden uzak kalışımı fırsat bilen fikir ve siyaset işportacıları muayyen bir paralelden naçiz şahsıma karşı hücuma geçtiler.
Geziye çıkmadan önce, Alparslan Türkeş’in yurda dönmesini bahane ederek, durup dururken ona ve bana birtakım iğrenç iftiralarla hücum edenlerin yalancı ağızlarına şöyle elimin tersiyle ve kalemimin ucuyla bir dokunmuş, hak ettikleri cevabı vermiştim.
Hakikatlerin şamarını yiyince serseme dönenler, meşguliyetlerim sırasında kendilerini toparlamak fırsatını bularak bu defa daha açıktan ve daha tiksindirici taarruzlara giriştiler.
Ulus gazetesinde, “Gökhan Evliyaoğlu’na açık teşekkür” başlığı altında, tam bir şaşkınlık örneği olan bir yazı neşredildi. Salata haline gelmiş bir koyun beynine elektrik cereyanı tatbik edilse belki o yazıyı yazanın düşünce merkezlerine nispetle daha bir canlılık ve hayatiyet ifade edebilirdi.
Mantığa bakın mantığa. Güya biz Alparslan Türkeş’in ve arkadaşlarının, 27 Mayıs hareketinde, 23’lerden farklı bir metoda ve zihniyete ve başka bir davranışa sahip olduklarını belirtmekle, Türkeş’in suç işlediğini meydana koymuşuz. Türkeş ve arkadaşlarının, ihtilâl çılgınlıklarına fren unsuru olduklarını, ihtilâlin sola ve aşırılığa, kanlı taşkınlıklara ve Türkiye halkının en az yarısının köleleştirmeğe mâni olduklarını açıklamakla -sanki bunlar bilinmiyormuş gibi- onarı suçlu duruma düşürmüşüz. Hem de bu suç denizaltından tünel açıp Yassıada’daki sanıkları kurtarmak isteyenlerin suçundan -on defa daha ağır bir suç-. Mantık bu olunca, o yazı üzerinde daha fazla durmak, insan zekâsı ve fikir haysiyeti nâmına herhalde ayıp olur.
Buna önem vermedik ve üzülmedik. Bizi asıl üzen şey, bu Ulus’çuların paralelinden, güya AP’yi destekleyen ve kaybettikleri itibardan dolayı son günlerini yaşıyan bir iki samimiyetsiz gazetenin ve gazetecinin tutumudur. Hatâlı bir ticarî rekabet zihniyetiyle Yeni İstanbul’u kıskanarak benim siyasî faaliyetimi de akılları sıra gölgelemeğe çalışan ve bu inad uğruna benim de iştirâk ettiğim muhteşem heyecanını ve muvaffakiyetini küçümseme dalâleti içine düşen Son Havadis gazetesinin, kolay şartlar kahramanı Mümtaz Faik Fenik, almış eline kalemi, dolamış diline iftiraları geçmiş hücuma.
Köroğlu gazetesi taklidi bir üslûpla kaleme aldığı iki başmakaleyle bana tecavüze yeltenen bay Mümtaz, bir müddet önce, Türkeş’i bahane ederek bir kısım AP’lilere ve bana yaptığı korkak saldırışları terslerken verdiğim iki cümlelik cevaptan fena halde gocunmuş olduğunu ortaya koymaktadır.
Vaktiyle tesis ettiğimiz Son Havadis gazetesine arkadaşlarımla birlikte sağladığım itibarın ve tirajın üstüne bir ihanet hareketinden faydalanarak çöreklenen bay Fenik, o gazetenin hâtıralarına bağlı okuyucuları üzeceğini hesaba katmadan âlenen yalan ve iftira ile neşriyat yapıyor.
27 Mayıs’tan önce sayın Bahadır Dülger tarafından kurulan ve onun sayesinde büyük gazete vasfını kazanarak yüksek tiraj sağlıyan eski Havadis gazetesinin başmakale sütununa binbir entrika sonunda gelip yerleşen ve yerleştiği anda büyük tiraj rakamını sıfıra doğru düşüren, sevimsiz radyo konuşmaları spikeri bay Mümtaz, gazetecilik bahsinden kendisine çok şey borçlu olduğum sayın Bahadır Dülger’le olan yakın münasebetime daima içerlemiş ve ona olan hürmetimi hep kıskanmıştır. Bununla beraber sırf insanî nezaket icabı kendisine gösterdiğim saygıyı da şimdi istismar etmeğe çalıştığını görerek bay Fenik hesabına cidden hicap duymaktayım. O zamanki Havadis gazetesinde alışıla gelen bir âdet üzere kendisine kapıcıya kadar herkesin “Hocam” demiş olduğunu, bu arada benim de ara sıra bu kelimeyle hitabetmiş bulunduğumu ileri süren bay Mümtaz’a aslında modern gazeteciliği öğretmeğe çalıştığımız günlerin acıklı hâtırasını tekrar yaşamak zorunda kaldığımızı üzülerek hatırlatmak isterim.
İhtilâl sırasında gazetenin beşinci, altıncı plânda bulunan bir adamı olduğumu iddia eden bay Mümtaz’a o günlerde o gazetenin Yazı İşleri Müdürü olduğumu hatırlatmak ve yalan söylediğini belirtmek zorundayım.
Demokrat Parti liderlerine hakaret dolu cümlelerle gazetede yer vermediğim ve umumî havaya uyup küfretmediğim için, bay Mümtaz’ın başına bir belâ geleceğini vehmederek korku krizleri geçirdiğini, o günlerde gazetede çalışan bütün arkadaşlar ve idareciler unutmamışlardır. Yazısında da itiraf ettiği gibi, beni gazeteden uzaklaştırmak ve küfür edebiyatını serbestçe yaparak kendisini kurtarmak için her çareye başvuran ve bu maksatla bana mecburî izin verdiği gün, tevkif edilmiş bulunan bay Mümtaz, şimdi beni bunları yazmağa beni mecbur etmese ne iyi olurdu.
Merak edenler olursa, 27 Mayıs’tan itibaren bay Fenik’in mes’uliyeti altında çıkan gazetelerle ondan sonra bizim çıkardıklarımızı mukayese edebilirler. Aradaki fark, bir misâlle hatırlatalım ki, şu kadardı: Bay Mümtaz’ın yazıları ihtilâlim radyosunda gece gündüz okunuyordu. Benim çıkardığım Havadis ise Yassıada’ya sokulmaz olmuştu. Ve hemen her gün kapımızın önünde lehde ve aleyhte nümayişler yapılıyordu.
Tevkif edilip götürüldükten sonra Örfî İdare görevlilerinin ayaklarını öptüğünü, kalemini kırıp kâğıtlarını yırtarak yazı yazmağa tövbe ettiğini, DP ileri gelenlerine sövdüğünü de şimdi inkâra çalışan bay Mümtaz, o zaman ayaklarına kapanıldığı halde buna fırsat vermeyen Merkez Kumandanından, bizzat o subaydan, gerekli cevabını almış olmaktadır. Bu şahadeti ve beyanı gazetemizin diğer sütunlarında bay Fenik okumalı ve mümkünse artık kalemi kâğıdı bırakmalıdır.
Bu memleket ne çekti ise, günü gününe uymayan, gelenin keyfi için geçmişe rahatça söven, sonra gene aslan kesilen, elbise değiştirir gibi parti değiştiren “Andorra” tipi kişilerden çekmiştir.
Vaktiyle sevimsiz sesi ve üslûbuyla, küfür edebiyatıyla, DP’yi zedeliyen ve onun sukutuna sebep olanlar arasında bulunan bay Fenik şimdi de AP’ye musallat olmuştur. AP’nin idarecileriyle AP teşkilâtının arasını açmak için, bir Cevat Önder’e bir Gökhan Evliyaoğlu’na, CHP ağzı ile çatmak ne o yazara ve ne de gazetesine hiçbir şey kazandırmaz. Çok şey kaybettirir.
AP Genel Kongresinden önce bir Apaydın meselesi icad eden, aslında bozgunculuk maksadı taşıyan, gûya tesanüd listeleri neşreden, kongreyi parçalamağa çalışan, Türkeş dedikodularına CHP’liler gibi sarılarak fesat çıkarmak isteyen, muhteşem AP mitingini çift sütunluk haber halinde verip küçümseyen Son Havadis gazetesi ve başyazarı kimlere âlet olarak, neler yapmaktadırlar. Gayeleri nedir? Aleyhime neşriyat yaparak beni ve gazetemizi yıpratmak, AP içindeki prestijimizi sarsmak, AP’yi bölmek gibi bir zavallı gayenin peşinde iseler, o yoldan geçen ötekiler gibi hüsrana uğrayacaklardır.
Halk bizi de biliyor, onları da. Halkın elinde kantar, insanı uzaktan tartar.
O ve o gibi gazetelerle, o ve o gibi yazarlar lütfen hizaya gelip herşeye rağmen affedici okuyucuları ve vatandaşları daha fazla üzmesinler. Yoksa bay Fenik gibilerin, vaktiyle rahmetli Peyami Safa’ya saldırdıkları vakit vicdanlarda burkular, istifhamlar bu defa bize yöneltilen haksız hücumlarla koyulaşıp, kesinleşecektir.
Bu arada, Zafer gazetesindeki fıkrasiyle münakaşa konumuza eğilen ve bize iltifat eden sayın Va-Nu’ya teşekkür eder, sitemlerinde de haklı olmadığını ifade eylerim. Zira bilmediği şeyler var. Şahitleri dinledikçe aydınlanacaktır.
Hariçten gazel okuyan öteki yazarcıklara gelince, onlara cevap vermeğe değmez. Bay Mümtaz’a da cevap vermeğe değmezdi ama okuyucularım mecbur ettiler.
Hak edilen cevabı vermemezlik edemedik.
Yeni İstanbul, 14 Mart 1963.
Eski Merkez Kumandan Muavini Daniş Çağlar’ın ayaklarına kapanarak hem ağlıyor, hem DP’ye küfrediyor ve hem de kalemini kırıyor! Kimdi bu adam? Bu adam Mümtaz Faik Fenik idi.
“Bu yavrulara nasıl da kıydılar? Ah, namussuz herifler ah! Bilemezsin binbaşım, az söylememiştim; gittiğiniz yol, doğru yol değil diye.. Dinletemedik gitti. Bizi bu hallere düşüren bilhassa Adnan Menderestir. Onun her gün değil, her saat değişen politikası yüzünden; ne yazacağımızı şaşırdık. Zaten, yazılarımın çoğunu,, kendisi dikte ettirirdi. Onun için, bazan yazılarıma imza atmazdım.”
Mümtaz Faik Fenik, hem ağlıyor hem de karşısındaki binbaşıyı ikna etmek için türlü mübalâğalı hareketlerle dil döküyordu.
*
Hâdise; 27 Mayıs’tan bir hafta sonra, İstanbul Merkez Kumandanlığında cereyan ediyordu.
Merkez Kumandanlığına vekâlet eden binbaşı Daniş Çağlar: “Mümtaz Faik Fenik getirildi binbaşım” hitabını derhal “içeri buyursunlar” diye cevaplandırmış ve yerinden kalkarak, meşhur muharriri kapıda karşılamış ve büyük bir nezaketle karşısındaki koltuğu göstermişti.
Üç buçuk saatlık konuşma sırasında kahveler, çaylar ve sayısız sigaralar içilmişti. Bu arada binbaşı Daniş Çağlar’ın anlamadığı, daha doğrusu; mert ve dürüst bir insanın anlayamayacağı sahneler cereyan etmişti.
Binbaşının karşısındaki zat; tam 10 sene nimetlerinden istifade ettiği DP iktidarını yerden yere vuruyor ve bu iktidarın başlarına alabildiğine hakaret ediyordu. Binbaşı sinirlerine güç hâkim oluyor; birkaç defa yazdıklarının mı yoksa şimdi söylediklerinin mi doğru olduğunu soruyor ve samimi, mert insanların davranışını kendisinden bekliyordu. Daniş Çağlar, askerdi, binbaşı idi. Şimdi karşısındaki zat, geçmiş on seneye küfredeceğine, onu müdafaaya kalksa, yahut müdafaa edemese bile sussa, ama asla küfretmeseydi; ona saygı duyacaktı.
Ama dakikalar geçiyor; Mümtaz Faik Fenik; yazdıklarını bile inkâr ediyor, “ben âdeta bir memurdum, ne dikte ettilerse onu yazdım” diyordu.
Konuşmalar devam ederken bütün askerî birliklere dağıtıldığı gibi, o gün de Merkez kumandanlığına 17 Mayısta ölen Ali İhsan Kalmaz ile Turan Emeksizin fotoğrafları getirilmişti.
Binbaşı Daniş Çağlar; fotoğrafları masasına koymadan önce Mümtaz Faik Fenik’e şöyle uzaktan gösteriverdi.
Meşhur muharrir, nedense birdenbire heyecana kapıldı, hem ağlıyor, yukarda yazdığımız gibi hem de birbirini tutmaz kelimeler sarfediyordu.
Ve… Binbaşıyı utançtan kıpkırmızı eden bir hâdise.. Adam, birden yere yatmış, binbaşının ayaklarına kapanmıştı. Binbaşı sür’atle adamı omuzlarından tutup kaldırdı. “Kendinize gelin, Mümtaz bey, bu çok ayıp bir şey.” dedi.
Binbaşının bütün teskin edici kelimelerini Mümtaz Faik Fenik sanki duymuyordu. Şimdi de, kalemini çıkarmış “bir daha kalemimi elime alırsam, varlığımı inkâr edeyim” diyor ve binbaşının müdahalesine rağmen kırıyordu. Çantasından çıkardığı kâğıtları da aynı telâş ve heyecan içinde yırtan Mümtaz Faik Fenik, kapıdan çıkarken Binbaşı Daniş Çağlar’a hâlâ “göreceksiniz Binbaşım, bir daha yazmıyacağım. Şerefimle temin ederim sizi” diyordu.
Kapıyı kapadıktan sonra, insanların nasıl da bu kadar küçülebildiğine akıl erdiremiyen Daniş Çağlar biraz müteessir biraz sinirli masasına oturuyordu.
*
Yukarıdaki satırları yazmak istemezdik. Nitekim, Binbaşı ile Mümtaz Faik Fenik arasında geçen konuşmalarda DP ileri gelenleri ile ilgili çok ağır cümleleri sütunlarımıza almadık.
Fakat; şu son günlerde; yeminli olduğu halde tekrar kalemi eline alan ve bir gazetede kahramanlık taslayan Mümtaz Faik Fenik, bize de çirkin bir şekilde sataşmaktadır.
Eskiden kulağımıza kadar gelen bu konuyu, tahkik ettik, o zamanki merkez kumandanını bulduk ve hakikati tesbit ettik. Şayet, Mümtaz Faik Fenik bize o çirkin üslûbu ile çatmakta devam etmeseydi; biz bu yazıyı yayınlamayacaktık.
Mümtaz Faik Fenik devam ederse, efkârı umumiyeye onu bütün tarafları ile tanıtmak mecburiyetinde kalacağız.
Son Havadis, Mümtaz Faik Fenik, 15 Mart 1963.
Gökhan’ın Şahidi!..
Gökhan Evliyaoğlu ismindeki delikanlı, hakkımdaki şenî yalanlara ve iftiralara dün Yeni İstanbul’da yine devam etmiştir. Bir insan bu kadar düşerse, artık o, muhatap olarak alınmaz. Ama ne çare ki, ben meşrû müdafaadayım. Onun için son bir defa daha bir noktaya işaret etmekte fayda görürüm.
Okuyanlar hatırlarlar: Bu nevzuhur Başmuharrir evvelce benim için <<Bir örfî idare görevlisinin ayaklarına kapanıp, yere yüzükoyun yatarak yalvardığını, kalemini cebinden çıkarıp kırdığını, bir daha yazı yazmamağa tövbe ettiğini, DP lilere ve DP ye küfrettiğini ibretle hatırlıyorum! >> diye yazmış ve bu suretle mevhum hâdisenin güya kendi gözleri önünde cereyan ettiğini ileri sürmüştü.
Şimdi rotayı değiştirmiş ve o zamanlar Merkez Kumandan Muavini bulunan ve 22 Şubattan sonra emekli olan Binbaşı Daniş Çağlar’ın odasında ve dört duvar arasında olup bitenleri baştan başa tahrif ederek ayrıca sütunlarına geçirmiştir.
Ben onların birbirlerine bu kadar yakın olduklarını bilmiyordum ve doğrusu tahmin de edemiyordum. Allah, Gökhan’ı Daniş Çağlar’a, Daniş Çağlar’ı da Gökhan’a bağışlasın.
Şimdi evvelce hakkımdaki ihbarın kim tarafından yapıldığını ve tevkifimin manasını daha iyi anlar gibi oluyorum.
Buna bir nokta koyduktan sonra asıl mevzua geçelim:
Daniş Çağlar’ın odasında geçtiği iddia edilen olaylar da, diğerleri gibi baştan başa yalandır. Ben kimsenin önünde eğilmedim. Yerlere yatmadım. Kalemimi kırmadım. Kimseye küfür etmedim. O zaman da dimdik ayakta idim: şimdi de dimdik ayaktayım.
Hele Daniş Çağlar’ın tevkif edilenlere odasında ve dört duvar arasında ne denlû bir misafirperverlik gösterdiğini, çay, kahve, sigara değil de, neler ikram ettiğini ve nihayet Yeşilyurtta nasıl baş teşrifatçılık yaptığını bütün Yassıadalılar, Balmumcu ve Davutpaşa kamplarına sevkedilenler gayet yakından ve nefislerinde tecrübe ile bilirler.
Benim şahitlerim onlardır. Gökhan Evliyaoğlu’nun tek şahidi ise bu Daniş Çağlar’dır.
Geri yanını siz kıyaslayın!
Tarihin o faslını burada fazla kurcalamak istemem. Memlekette huzurun kurulması için her türlü gayreti sarfettiğimiz bir sırada o misafirperverliğin ve bu iftiraların muhasebesini ancak tarihe ve Cenabı Hakkâ bırakırım.
Yeni İstanbul, Gökhan Evliyaoğlu, 15 Mart 1963.
Münafıklara dikkat ediniz!.
İğreti maskeler takarak bizden görünenler ve bizim arzumuza göre oyun oynayanlar, fırsat buldukları zaman, maskelerin ardındaki hakiki rollerini oynarlar. İçimizden biri imiş gibi, hepimize rol yapanlar, kur yapanlar, gizli gizli faaliyetleri ile, gizli not ve hâtıra defterleriyle bir gün bizim karşımızda olduklarını ortaya koyarlar. Bu gibilerin ihanetleri yüzünden bu memlekette nice ıstıraplı oyunlar oynanmış, nice kurbanlar verilmiştir. Bundan böyle meydan-ı siyasete temiz yüzler, açık alınlar çıksınlar. Bugün sizden görünenlerin, dün nerede bulunduklarına, çetin imtihan sıralarında neler yapabildiklerine, daha önce kimlere ve hangi fikirlere hizmet ettiklerine bakınız. Kaypak ve karakteri zayıf dost, dürüst düşmandan daha tehlikelidir. Geçici ittifaklar kuvvet değil zaaftır. İleride, ihanetleri ile karşılaşabileceğimiz kimselere, şimdi hizmet edersek çok şey kaybederiz.
Zafer, Vâ-Nû, 14 Mart 1963.
14’lere bir baba dostu lâzım
…. Millî Birlik Komitesinin 23 leri 14 lerle barışıp sarmaşıyor. 23 ler, 14 ler hakkında: <<Bunlar bizim kader arkadaşlarımızdır!>> diyor. 14’lerden Alparslan Türkeş: <<22 Şubatçılar ordudan arkadaşlarımızdır. Yazılı bir doktrinleri olduğunu duydum. Ama henüz alıp imcelemedim. Ne yapmak istediklerini bilmiyorum.>> diyor. Sonra: <<Herşeyden önce şunu belirtmek isteriz ki 14 ler olarak hiçbir partiye ve siyasî teşekküle girmiyeceğiz.>> diyorlar. Kendileri de bir parti kurup kurmayacaklarına şimdilik karar vermiyeceklermiş. Yâni siyaset alanına askerlikten geçmişler ama, sivile, sivil ruha karışamamışlar, karışamıyorlar. Halkın hayatından zeytin yağ ile su gibi ayrı duruyorlar. Kendi aralarında gelin güvey oluyorlar.
Baba dostum binbaşı Andon Beyin dediklerinden ilham alarak nasihat vermeli:
<<Halk arasında kuvvetli taraftarlarınız olup olmadığını incelemeden, muhalif çoğunluğun rağmına sakın işe sıvanmayın!>>
Yurdu dolaşıp ne yapacaklarını şöyle anlatıyorlar: <<Maksadımız nabız yoklaması değil, ondan öte bir şey.>>
Ne yâni? Ne gibi yâni?
Ah ne olurdu? Bir baba dostları bulunsaydı da: <<Halk arasında çok taraftarı olmıyan askerler siyasette başarı gösteremez! Aksi halde, değil bugünkü gelişmiş demokrasi tipleri, Fransız İnkılâbı bile zuhur etmez; şövalyeler dünyaya hâkim olurdu.>> deseydi. Halkın nabzını yoklamayı sağlık verseydi. Halkın konuştuklarına kulak vermeyi…
Yeni Gün, 16 Mart 1963.
Türkeş: Yeni bir ihtilâl felâket olur
Albay Türkeş kendisini evinde ziyaret eden arkadaşımıza kendisi, 14’ler, Türkiye’nin bugünkü durumu hakkında izahat vermiştir. <<Çeşitli haberle çıkıyor, fakat pek azı hakikate yakın. Şimdilik hiçbir siyasî faaliyette bulunmayacağız. Ne bir partiye girecek, ne de bir parti kuracağız.>>
14’ler, Türkeş’in liderliğinde, bir dernek kuracaklardır. Muhtemelen “Huzur, Birlik ve Kalkınma” adını taşıyacak bu dernek, yurdun her tarafında faaliyet gösterecek ve vatandaşa faydalı olmağa çalışacaktır. Şimdilik alınmış bir peşin karar olmamakla beraber, bu derneğin ilerde bir siyasî parti haline gelmesi mümkündür.
Türkeş, Derneğin kurucuları hakkındaki soruya <<14 gibi, peşin bir kurucu listeler, 22 Şubatçılar ve sairemiz yok. Dernekte, isteyenler yer alacaklardır>> demiştir.
Orta Doğudaki ihtilâller ve Türkiye konusundaki sorumuza Türkeş şöyle cevap vermiştir. <<İhtilâl, yapacak başka şey kalmayınca başvurulacak son çaredir. Ve ancak bu şartlar altında meşru olur. Orta Doğu ihtilâlleri artık anlamını kaybetmiştir. Sık sık yapılan ihtilâller bu devletlerin dünya üzerinde itimad ve prestijlerini sarsar. Türkiye şu anda demokrasi ve kalkınma yolunda ilerlemektedir. Bir ihtilâl, bu gidişi durdurabileceği gibi, milletin ve memleketin felâketi olur. Bütün dünya devletleri, Türk hükümetine olan güvenlerini kaybederler. Polaris denizaltılarının da yurdumuzdaki füze üslerinin yerini aldığı ve Türkiye’nin stratejik öneminin eskiye nisbetle azaldığı gözönüne alınırsa, kaybedilecek güvenin, Türkiye’ye daha neler kaybettirebileceği daha kolay anlaşılır. Bugün, değil, hazırlamak ve yapmak, ihtilâl düşünmek bile vatana ihanet olur.
Albay Türkeş, daha sonra başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere, hiç kimse ile ihtilâflı olmadığını açıklamış ve <<Görev verseler kabul eder misiniz>> sorumuzu şu şekilde cevaplamıştır: <<Bu vatan onun bunun değil hepimizindir.. Hizmet etmek de hepimizin borcudur. İş başında bulunduğumuz kısa süre zarfında bazı hususlar dikkatimizi çekmiş ve çeşitli inceleme çalışmalarda bulunmuştuk. Ayrılışımızla hepsi yarıda kaldı. Bugün hiçbir sıfat istemeden, maddî, manevî en ufak karşılık bir beklemeden, verilecek her türlü vazifeye 27 Mayıs’taki ruh ve aşkımızla koşmaya hazırız.>> Hıncal Uluç
Tasvir, 21 Mart 1963.
Evvelki gün beraberinde Muzaffer Özdağ olduğu halde şehrimize gelen Alparslan Türkeş, dün İstanbulda bulunan arkadaşları ile 22 Şubatçıların katıldığı bir toplantı yapmıştır. Bu sabah, Atinada bulunan Orhan Erkanlı ile İrfan Solmazer ve Münir Köseoğlu’yu karşılamak üzere İpsalaya gidecek olan Türkeş ve arkadaşları temasları hakkında bilgi vermemişler, “Temaslarımız özeldir” demişlerdir.
Türkeş pazartesi akşamına kadar İstanbulda kalacağını, bilâhare Bandırmaya annesini ziyarete gideceğini söylemiştir. Hareketlerinin ve tuttukları yönün meydanda olduğunu belirten Türkeş parti kurmayı düşünmediklerini bir kere daha belirterek şunları söylemiştir: “14 ler olarak halka gideceğiz. Halkla, köylü ile görüşeceğiz. Onlardan aldığımız ilhama göre hareket edip yol tutacağız.”
Dünya, 23 Mart 1963.
AP liler Türkeş’e karşı tarafsız kalacaklar
AP Genel Yönetim Kurulu Alparslan Türkeş’le ilgili olarak teşkilâta bir bildiri göndermiştir. Bu bildiride parti adına veya parti mensubu olarak Türkeş’in ne lehinde ne de aleyhinde beyanda bulunulmaması ısrarla istenmektedir.
Milliyet, 23 Mart 1963.
Erkanlı geldi, 14’ler bir dernek kuruyor
Atinada görevli bulunan Orhan Erkanlı dün geç vakit şehrimize gelmiştir. Erkanlı 14 lerin Atatürkçü, Devrimci bir dernek kuracaklarını açıklamış ve <<Biz hakikî Atatürkçüler Atatürk gibi köylere kadar giderek fikirlerimizi bütün vatandaşlara anlatacağız>> demiştir.
14 lerden Mustafa Kaplan, Rifat Baykal, Muzaffer Karan Ahmet, Orhan Kabibay ve Türkeş dün bir otelde toplanmışlar bir süre görüştükten sonra Orhan Erkanlıyı beraberce karşılamışlardır. Orhan Erkanlı da burada bulunduğu süre içinde yapılacak yeni toplantılara katılacaktır. Erkanlı, Robert Kolej Talebe Cemiyetinin tertiplediği serî konferansta <<Atatürkçülük ve 27 Mayıs>> konulu bir konferans vermek için geldiğini söylemiştir.
Milliyet, 26 Mart 1963.
Orhan Erkanlı, “27 Mayıs Atatürkçülüğün taşmasıdır”
Robert Kolej Talebe Cemiyetinin Marmara Öğrenci Lokalinde tertiplediği “Atatürk ve 27 Mayıs Devrimi” konulu bir serî konferansta konuşan eski MBK üyesi 14’lerden Orhan Erkanlı <<Türk ordusu Atatürk yolundan ayrılan her iktidara karşı, devleti korumak olan aslî vazifesinin gereğini yapmak üzere hazırlanmıştır. 27 Mayıs’ın temelinde bu inanış ve bu aslî vazife yatar. Partiler orduyu ilgilendirmez. O’nu alâkadar eden, Türk devletinin iç ve dışa karşı korunması, yaşatılmasıdır.>> demiştir.
<<27 Mayıs bir ihtilâl değildir, bir inkılâp da değildir, bir Hükûmet darbesi hiç değildir. Bu klâsik târiflerin hiç birine sığmaz ve hiç birisini de doldurmaz. O halde nedir? 27 Mayıs, Atatürkçülüğün yeni bir taşması ve boşalmasıdır. Türk milletinin mutluluk, hürriyet ve refah içinde yaşama arzusunun bir neticesidir. Böyle olduğu için, medenî ölçüler dahilinde icra edilmiş ve milletçe tasvip olunmuştur. Aksi halde, seçimle gelmiş bir iktidar üç saatte yıkılmazdı. Yeni Türk devletinin kuruluşunda başlayan uygarlık savaşı bugün de devam etmektedir. Kurtuluş savaşımız, Atatürk devrimleri, 1946 ve 1950 olayları ve nihayet 27 Mayıs bu savaşın sadece birer meydan muharebesidir. Bu savaşların hepsi, devletimizi kuran büyük Atatürk’ün gösterdiği hedefi ele geçirmek gayesini güder. Medenî âlem içindeki yerimizi alıncaya kadar, yâni çağdaş uygarlık seviyesine ulaşıncaya kadar bu savaşımız şu veya bu şekilde devam edecektir. Meclisin vazifesini yapan Komite, bir Meclis olarak çalışmak ve fakat bir cunta olarak idare etmek mecburiyetinde kaldı. Geçici olduğu ısrarla ilân edilen, buna mukabil, tesirleri ve sorumlulukları gelecek nesilleri dahi içine alan icraata girişen, askerî bir ihtilâl meclisinden yetki alan hükûmet, bu meclise ayak uyduramadı, uyduramazdı, arzu edilen faaliyeti gösteremedi, gösteremezdi, sahip olduğu yetki ve imkânları kullanmadı, kullanamazdı. Zira sistem, temelinden bozuktu, ters kurulmuştu, ters işlemesi kaçınılmaz bir sonuçtu. 13 Kasım olayı, muayyen kişileri ilgilendiren bir mesele olmaktan ziyade, milletin çok şeyler beklediği bir ihtilâl idaresinin yön değiştirmesi ve ele geçmiş olan bir müstesna fırsatın, imkânın millî ihtiyaçlardan çok, politik arzular istikametinde kullanılmasını sağlayan dönüm noktasıdır. Komite, bir bütün olarak Atatürkçü idi. Metod ve zamanın kıymetlendirilmesi bakımından görüş ayrılıkları başlangıçtan itibaren kendisini hissettirmiş ve neticede ikiye ayrılmanın hakikî sebebini teşkil etmiştir. 27 Mayıs’ın gayesi, gayri meşru hâle gelmiş ve memleketi iflâsa sürüklemiş bir iktidarı yıkmak, Türkiye’yi çağdaş uygarlık seviyesine çıkartmak için gerekli olan her türlü sosyal, hukukî, ekonomik ve mânevî ıslahatı yaptıktan sonra iktidarı devretmek. Tasavvur edilen plânlı kalkınma devri, merkezî bir otoriteye dayanmadıkça başarılı olmaz, aksine milleti plân fikrinden de uzaklaştırır. Plânlama Teşkilâtı her türlü siyasî tesirden uzak kalarak plân tatbik edilinceye kadar iktidarı uzatmak şarttır. Çünkü plânın hedefi, partilere hâkim olan grupların menfaatleriyle ister istemez çatışacak ve neticede plân aleyhinde tâvizler verilecektir. Gelecekte yapılması tasarlanan kalkınma hamlelerinin sür’at ve emniyetli gerçekleştirilmesi için bâzı yeni teşekküllerin kurulması düşünülüyordu. Çalışma seferberliğini sağlayacak, iş mükellefiyeti teşkilâtı, eğitim seferberliği bunların başlıcaları idi. Ordudaki devrimci ve münevver subayların bu sahalara aktarılmaları en doğru ve kestirme bir hâl tarzı olarak görüldü. Emekliye sevkedilen subaylardan büyük bir kısmı yeniden teşkili tasarlanan bu kuruluşların temel kadrosunu teşkil edecekti.>> Erkanlı, Komite ikiye bölününce bu subaylarsan istifade edilemediğini ve tasarının bir kenara itildiğini söylemiştir.
Ekspres, 27 Mart 1963.
Topgülle İnönü’ye kırgın
İstanbul’un hemen her semtinde açıkhava mitingleri yapan Cahit Topgülle şimdi de Hür Sosyalist Parti Genel İdare Kurulunun kararı ile gazetelere ve bu arada kahvelere nezaket ziyareti yapıyor. Biz, Fıstıkçı Cahit’in partisini iki kişilik bilirdik, bir Genel Başkan, bir de masa ve megafonunu taşımakta yardım eden genel sekreter. Demek ara sıra karar alan Genel İdare Kurulu da varmış…
Kısa zamanda meşhur olan, mitinglerde, vatandaşın her arzusunu yerine getireceğini vaad eden hareketleri ile ilgi toplayan Cahit Topgülle uzunca boylu sarışın… Şimdiye kadar gelmiş geçmiş tek sarışın parti lideri olduğu için de son derece memnun. Partisinden ve müstakbel iktidarından bahsederken ağzı kulaklarına varıyor. <<Hiç kimse tutmasa partimi sarışınlar tutar>> diyor.
Sarışın insanın kızması da pek görülecek haldir doğrusu…Topgülle de kızınca gülle gibi kızarıp patlamaya hazır top kılığına giriyor.
Efendim, bir gazetede kendisi için <<yolumu üye aidatından buluyoruz>> diye yazılmış. <<Bu ne demek, diyor, biz içi dışı bir olan insanız. Biz esasen yolluyuz. Fakirlik ayıp değil, fakirim ama yolumu sağdan soldan bulmam…>>
Sağ sol deyince sâbık fıstıkçının akına sağ ve sol geliyor. <<Sanki, diyor, komüniste komünist demek suç, ufak tefek bir laf etsem olmadık şey geliyor başıma. Ben solun düşmanıyım. Ama beni polisler komünist propagandası yapıyor diye yakalıyorlar.>>
Çay söyledik, çay gelmedi. Cahit Topgülle gitti taze demlenmiş çay geldi. <<Herhalde Dursun’a söyledin>> dedi, Dursun dememiştik ama çaycı durdurup getirmişti. <<Zaten gelse de içmezdim>> dedi. <Baksana bende o göz var mı?>>
Bir seferinde gazoz diye tuzlu su içirmişlerdi. Şimdi yoğurdu üfleyip yiyordu. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardı. Bunun particiliği de böyle idi. Bakın Alparslan Türkeş bile ilgi göstermişti ve görüşmek üzere Ankaraya gelmesini rica ediyordu. Koskoca Türkeşti bu. Türkeş için kudretli Albay demişlerdi. Onu partisine almak istiyordu.
- Türkeş zengin mi? dedi.
- Pek sayılmaz.
Fikir adamı işi değildi particilik. Kendisi dört bin lira harcamıştı. Dört bin lira mühim para idi. Para bulabilirse Belediye Seçimlerine girecekti. Başkanlığa adaylığını koyacaktı.
Koltuğunda kahverengi bir çanta. İçi evrak dolu. Evrak aidat ve sarf defteri. Ve mitingi yazan gazeteler. Güzel bir resmi çıkınca krallar gibi kuruluyormuş. <<Kurulu tüfek gibiyim ben, diyor bir gün patlayacağım ya, bakalım ne zaman…>>
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.