« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

03 Eyl

2024

1966 YILI III (32)

03 Eylül 2024

HARB OKULU’NDAN MİLLİYETÇİ ÖĞRENCİLERİN TARDI

ATSIZ’IN KONU İLE İLGİLİ YAZISI

MUZAFFER ÖZDAĞ’IN MİLLİYETÇİ ÖĞRENCİLERİ MÜDAFAASI VE HARB OKULU KOMUTANI İLE GENELKURMAY BAŞKANI CEMAL TURAL’LA MÜCADELESİ

AP İÇİNDEKİ MİLİYETÇİLERİN DURUMU

OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ’NİN AP HAKKINDAKİ YAZILARI

*

Ulus, 18 Haziran 1966.

IRKÇI VE TURANCI DERGİLER OKULLARA NİÇİN GÖNDERİLİYOR?

Bakana tekrar soruyoruz ve cevap istiyoruz

Bundan bir süre önce, AP iktidarının <<komünizmle mücadele>> paravanası arkasında, okullara düpedüz kendi siyasetinin meddahlığını yapan aşırı ırkçı ve turancı, fikir özgürlüğüne düşman, AP’nin temsil ettiği düşünce biçimine sıkı sıkıya sarılmış dergi ve gazeteleri sokturduğunu, körpe kafaların Türk ulusu için gerçekten zararlı fikirlerle doldurulduğunu yazmıştık. Millî Eğitim Bakanının okullara bugün ne kadar hangi dergi ve gazetelerin girdiğini, bunlar için devlet bütçesinden kaç para ödendiğini, okullara sokulmayan dergiler ve gazeteler için ne gibi bir gerekçe gösterildiğini açıklamasını istemiştik. Millî Eğitim Bakanı, her suçüstü yakalananın yaptığı gibi susmuş, sorularımızı cevaplandıramamıştır.

Uzun süre almayı beklediğimiz sorulara cevap verecek cesareti gösteremedikleri için, bu gün, okullara tomar tomar gönderilen ÖTÜGEN Dergisi’nin klişesini yayınlıyoruz. Bu dergiyi şöyle bir inceleyenler, hangi fikirlere hizmet edildiğini, daha ilk sahifesinden itibaren açıkça anlıyacaklardır.

Okullara sokulan öteki gerici, ırkçı, turancı dergiler gibi bu dergi de <<komünizmle mücadele>> paravanası ardında, AP iktidarına karşı olan fikirlere açık düşmanlık gösteren, fikir özgürlüğünü hazmedemeyen bir yayın tarzı içindedir. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’yi nazi Almanyasının yanında savaş felâketine sürüklemeye çalışan aşırı ırkçılar ve turancılar gibi, bugün de bu dergide, bir Kür Şad’ın (eski Türklerde baştaki bey, komutan) özlemi dile getirilmekte, açıktan açığa demokratik düzene ve parlâmentolu sisteme karşı, bir faşist diktatör arzusu ortaya konmaktadır.

Devrimlerin ve cumhuriyetin bekçilerini yetiştiren Harp Okulundan tardedilen 3 öğrencinin de bu dergiyi okuduğu düşünülürse, Türkiye’nin hangi felâketli uçurumlara sürüklenmek istendiği açıkça ortaya çıkacaktır.

Millî Eğitim Bakanından tekrar ve ısrarla soruyoruz: Bu ve bunun gibi dergiler ve gazeteler, okullara hangi amaçla gönderilmekte ve devlet bütçesinden, bunlara kaç para ödenmektedir? Bakan, oturduğu makamın sorumluluğunu gerçekten taşıyorsa, bunu açıklamalıdır.



Ötüken, Atsız, (21) Haziran 1966, Sayı 30.

TURANCIYIZ!.. NE OLACAK?

Ulus gazetesinin 18 Haziran 1966 tarihli sayısında <<Irkçı ve Turancı Dergiler Okullara Niçin Gönderiliyor? Bakana Tekrar Soruyoruz ve Cevap İstiyoruz>> başlığı altında gayet cahilâne bir yazı yayınlandı. Bu imzasız yazıya göre Irkçı-Turancı diğer dergilerle birlikte biz de fikir özgürlüğüne düşman, Adalet Partisinin temsil ettiği düşünce biçimine sıkı sıkıya sarılmış, körpe kafalar için gerçekten zararlı bir dergi imişiz. Okullara tomarla gönderiyormuşuz. Biz de okullara sokulan öteki gerici, Irkçı, Turancı dergiler gibi komünizmle mücadele paravanası ardında AP iktidarına karşı olan fikirlere düşmanlık gösteren, fikir özgürlüğünü hazmedemeyen bir yayın tarzı içinde imişiz. Tıpkı İkinci Cihan Savaşı sırasında Türkiye’yi Nazi Almanyası yanında savaş felâketine sürüklemeye çalışan aşırı Irkçı ve Turancılar gibi bugün de bu dergiler Kür Şad’ın özlemi dile getiriliyormuş, Kür Şad eski Türklerde baştaki beğ, komutan demekmiş. Harb Okulundan tardedilen üç öğrencinin de bu dergiyi okuduğu düşünülürse Türkiye’nin hangi felâketli uçurumlara sürüklenmek istendiği açıkça ortaya çıkarmış.

Ötüken siyasî bir dergi olmadığı ve parti siyasetçiliği mizacımıza uygun düşmediği için siyasetle uğraşmıyoruz. Bu sebeple Adalet Partisinin temsil ettiği düşünce biçimine ne sıkı sıkıya, ne de gevşek olarak bağlı değiliz. Seçimlerde oyumuzu Türkeş partisine verdiğimiz de kimsenin meçhılü değildir. fakat AP nin komünist düşmanlığını destekliyoruz. Sonuna kadar da destekleyeceğiz.

Cahil yazarın dediği gibi fikir özgürlüğüne düşman değiliz. Sadece Türklük düşmanlığına düşmanız. Bu sebeple komünizmin, yahut sosyalizm maskeli vatan ihanetinin susturulmasını istiyoruz. Çünkü milletimizi yok etmek isteyen fikri fikir saymıyoruz. Ya o fikir özgürlüğüne o kadar sevdalı olan cahil yazar bizim Turancılığımızı neden fikir diye kabul etmiyor? Bir milletin mazide olduğu gibi tekrar birleşmesinden daha muhteşem hangi fikir vardır? Birleşmiş Milletler ideali denen maskaralık mı? Yoksa Krusçef’in <<Barış İçinde Birlikte Yaşamak>> düzenbazlığı mı?

İkinci Dünya Savaşında Türkiye’yi Hitler’in yanında savaşa sokmak masalından çok bahsolunmuş, fakat ortaya hiçbir delil konamamıştır. Bu Turancılar kimlerdir? Adları söylenmemiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında, 1944-1945 te bir Irkçılık-Turancılık davası görüldü. Sanıkları arasında benim de bulunduğum bu tarihî davada Alparslan Türkeş, Nejdet Sançar, İsmet Tümtürk, Said Bilgiç, Sofuoğlu Zeki, Hikmet Tanyu, Muzaffer Eriş, Nurullah Barıman, Prof. Zeki Velidi Togan, Dr. Fethi Tevetoğlu, Dr. Hasan Ferit Cansever gibi tanınmış kimseler de vardı. Fakat sonunda herkes beraat etmişti. Zaten işgal ettikleri mevkiler dolayısıyla (profesör, doktor, lise öğretmeni, subay, memur, öğrenci) bunların Türkiye’yi bir savaşa sürüklemesine imkân da yoktu.

Fakat Millet Meclisinde, Türkiye’yi Almanya safında savaşa sokmak isteyen birkaç mebus vardı. Bunlardan bir tanesi Cumhuriyet gazetesi sahip ve başyazarı Yunus Nadi idi ki kışkırtıcı yazılarından dolayı o zamanki cumhurbaşkanı İsmet İnönü’den, istasyonda herkesin gözü önünde iyi bir zılgıt yemişti.

<<Ötüken’de Kür Şad’ın özlemi dile getiriliyor>> diyerek cahil yazarın neyi kasdettiği pek anlaşılmıyor. Kür Şad bir kahramanlık sembolüdür. Milleti kurtarmak için kendisini feda etmiş bir yiğittir. Böyle yiğitlere sevgi duymak suçsa cahil yazar suçumuzu bağışlasın ve kimin özlemi çekilecekse lütfen bildirsin. Burada şunu da düzeltelim: Kür Şad onun sandığı gibi <<baştaki beğ, komutan>> demek değildir. Kür Şad bir rütbe ve ünvandır.

Cahil yazar, Harb Okulundan çıkarılan üç öğrencinin Ötüken okuduğunu ileri sürerek <<…..üç öğrencinin de bu dergiyi okuduğu düşünülürse, Türkiye’nin hangi felâketli uçurumlara sürüklenmek istendiği açıkça ortaya çıkacaktır>> buyuruyor.

Gördünüz mü işleyen kafayı?

Harbiyeliler Ötüken okuduğu için Türkiye felâketli uçuruma sürüklenecek…

Zavallı!.. Sen zaten bu idrak ve iz’ânınla felâketsiz uçurumun dibine düşmüşsün. Bu seviyenler Türkiye’nin geleceğini nasıl tahmin edersin? Gazete ve dergi okumakla Türkiye batsaydı senin Ulus’unu okuduğu için şimdiye kadar on defa batardı. Ötüken Türkçü ve orducu dergidir. Keşke yalnız üç öğrenci değil, bütün Harbiyeliler, bütün subay ve generaller onu okusaydı. Orada millî-askerî ruhtan, kahramanlık telkininden, şeref ve fazilet havasından başka ne var? Ötüken’den ürkmek için, ışıktan korkan yarasalar gibi; milliyetçilikten, ahlâktan ve faziletten korkmak lâzım.

Üç öğrencinin Harbiyeden çıkarılmasını Ötüken’e bağlamak da ayrı bir şantajdır. Sırf Ötüken okudu diye Harb Okulundan talebe çıkarılmaz. Bunun elbette bir takım başka sebepleri vardır. Bunları bilmeden işi Ötüken’e yükleyivermek, yer sarsıntısını ibadetsizliğe veren yobaz kafasıyla aynı seviyede olmaktır.

Bu arada bize yakıştırılan gericilik sıfatı üzerinde de tekrar duralım.

Beş altı yıldan beri ötekine berikine gerici demek moda oldu. İttihatçılar, kendilerinden olmayan herkese <<hâin-î vatan>> derlerdi. Onlardan günümüze kadar bulaşan Balkan komitacılığı ahlâkı ile, aykırı düşüncede olanları lekelemek rezaleti hâlâ devam ediyor. Fakat şurası dikkate değer ki başkalarına faşist ve gerici diye küçük düşürmeye çalışmak düpedüz bir kızıl usulüdür. Ne idüğü belirsiz olan bu cahil yazar da modaya uyarak gerici nârasını savurmakla kime alet olduğunun farkına bile varmıyor.

İkidebir yüzümüze çarpılan büyük günahlarımızdan biri de Turancılıktır. Turancıyız, ne olacak? Tarihî vatanımız olan bütün tutsak ülkeleri elbette kurtaracağız. Görevimiz bu değil mi? Böyle büyük bir ülküye bağlanmayıp da hayvanî bir rahavetle zevk içinde mi yaşayacağız? Cahil yazar istiyorsa öyle yapsın. Biz iki Türkistan’ı da, Azerbaycanlar’ı da, Kafkasya’yı da, İdil-Ural boylarını da, Kırım’ı da kurtarmak için şuurumuz işledikçe, ayakta durabilecek gücümüz kaldıkça çalışacağız. O kadar da değil… Batı Trakya’yı, Kıbrıs’ı ve Adaları da alacağız… Kerkük ve Bayır-Bucak da bizim olacak…

Yaşarken bunları göremeyeceğimizi biliyor, bunun için yüksünmüyoruz. Ektiğimiz tohumlar yeşerecek ve bizden sonrakiler önüne geçilmez sel halinde kutlu topraklara ay-yıldızlı bayrağı dikecektir.

Bunu istememek, bunu çelmelemek için Türk’ten başka bir şey olmak lâzım.



Milliyet, 18 Haziran 1966.

3 HARBOKULU ÖĞRENCİSİ OKULDAN TARDEDİLDİ

Irkçılık propagandası yaptığı ileri sürülen öğrencilerden ikisi tutuklandı, diğerini Harb Okulu Mahkemesi serbest bıraktı…

Irkçılık propagandası yaptıkları iddiasiyle haklarında takibat açılan Harbokulu öğrencilerinden Günal Oral, Yavuz Bilgen ve Cemil Bakan askerlikten tardedilmişlerdir.

Okul Disiplin Kurulu Bekir Çiftçi ile Ertan Çiçek hakkında 28 gün oda hapsi vermiştir. Cengiz Çelikbilek, Kemal Acı, Necmettin Tanbaş ve Adil Tekin de <<tevbih cezası>> almışlardır.

27 Harbokulu öğrencisi hakkında <<Irkçılık propagandası yapmak, Anayasanın tanıdığı kamu haklarını kaldırmak maksadiyle teşkilât kurmak ve emre itaatsizlik etmek>> iddiasiyle takibat açılmasına sebep olan olay hâlen tutuklu bulunan Günay Oral’ın defterinin ele geçirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Sanık öğrenci bu defterde arkadaşlarının hâl ve hareketleriyle ilgili bir çeşit <<sicil>> tutmuş ve <<ağzı sıkıdır, sır tutar, konuşması ve iknâ kabiliyeti iyidir>> gibi ibâreler kullanmıştır. Harb Okulunda okunması yasaklanan Toprak ve Ötügen dergileriyle Alparslan Türkeş’in 9 Işık adlı kitabını yanında bulunduran Günal Oral’ın, bir de <<Türklerin Ergenekon’dan dünyaya yayılışını gösteren Bozkurt levhasını çoğaltıp arkadaşlarına dağıttığı>> iddia edilmektedir.

27 SANIK ÖĞRENCİ

İlk tahkikat sırasında haklarında soruşturma açılan 27 Harb Okulu öğrencisi şunlardır:

<<Günal Oral, Yavuz Bilgen, Cengiz Çelikbilek, Bekir Çiftçi, Kemal Acı, Adil Tekin, Ertan Çiçek, Mustafa Demir, Cihan Doğan, Şükrü Aşçı, Cemil Bakan, İsmet Erdil, Ersin Kalaç, Osman Adıgüzel, Erhan Demir Utku, Tuncay Erman, Hayati Bingöl, Halil Akpınar, Hasan Duman, İsmail Ip, Necmettin Tanbaş, Vedat Öztürk, Muharrem Bilir, Yılmaz Oktay, Hüseyin Tezer, Barış Kanlıca, Mustafa Karacaarslan.>>

MAHKEMEDE

Sanık öğrenciler Harb Okulu mahkemesine sevkedilmişler ve Savcı bunlardan Günal Oral, Yavuz Bilgen, Cengiz Çelikbilek, Bekir Çiftçi, Kemal Acı, Adil Tekin, Ertan Çiçek, Mustafa Demir, Cihan Doğan, Şükrü Aşçı, Cemil Bakan ve İsmet Erdil’in cezalandırılmalarını, diğerleri hakkında ise takipsizlik kararı verilmesini istemiştir.

Savcı Günal Oral ile Yavuz Bilgen için Türk Ceza Kanununun 141/4, 142/3, 79 ve Askerî Ceza Kanunun da 54 ve 86. diğerleri için de Askerî Ceza Kanununun 86. maddesinin tatbik edilmesini istemiştir.

MAHKEMENİN KARARI

Harb Okulu Mahkemesi duruşma sonunda görevsizlik kararı vermiş ve dosyayı Kara Kuvvetleri Siyasî Mahkemesine göndermiştir. Hâlen sanık öğrencilerden Günal Oral’la Yavuz Bilgen tutuklu, Cemil Bakan tutuksuzdur. Diğerleri hakkında kovuşturma durdurulmuştur.

DOSYA K.K.K.’DA

Harb Okulundaki olayla ilgili dosya dün Kara Kuvvetleri Komutanlığı Siyasî Mahkemesine gelmiştir. Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı derhal dosyayı istemiş ve Millî Savunma Bakanıyla incelemiştir.

AÇIKLAMA

Genel Kurmay Halka Münasebetler Grubu Başkanlığı dün bir açıklama yaparak, Harb Okulunda cereyan eden olayla ilgili olarak <<Okul idaresinde okulda okunması yasak edilen bazı neşriyatın ele geçmesi dolayısiyle yapılan tahkikat sonunda, suçları sabit görülen üç öğrencinin okulla ilişkilerinin kesildiğini ve bunlardan ikisinin Askerî Mahkemeye verildiğini>> bildirmiştir.



Milliyet, 18 Haziran 1966.

DEMİREL, TÜRKEŞ İLE GÖRÜŞTÜ

Başbakan Süleyman Demirel, dün makamında CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ile görüşmüştür. Türkeş, görüşme sonunda Başbakandan Kıbrıs konusunda bilgi istediğini açıklamış, Başbakanın Kıbrıs konusunda liderleri bir toplantıya çağıracağını, kendisine söylediğini belirtmiştir.

Türkeş, Başbakanla yaptığı konuşmada, son günlerde meydana çıkan Alevilik, Sünnilik konusuna da değinmiş, liderlerin bu konu ile ilgili bir toplantıya çağrılmasının doğru olacağını söylemiştir.



Medeniyet, E. Gökhan [Gökhan Evliyaoğlu], Başyazı, 18 Haziran 1966.

DEMİREL – TÜRKEŞ GÖRÜŞMESİ, CKMP VE SON OLAYLAR

Grupsuz ve teşkilâtsız kalan ve son bölgesel Senato seçiminde aldığı sonuç bakımından bütün itibarını kaybetmiş bulunduğu anlaşılan CKMP’nin Genel Başkanı Türkeş, durup dururken dün Başbakan Demirel’i ziyaret etti. Kendisinin gazetecilere söylediğine göre Kıbrıs hakkında partisinin görüşlerini Başbakan’a nakletmiştir. Bazı gazetecilerin sızdırdıkları haberlere bakılırsa, Türkeş, Demirel ile sünnî – alevî problemini de konuşmuş olmalıdır.

İste Kıbrıs konusunun, ister sünnî – alevî problemini konuşmuş olsunlar bizce bunlar birer bahanedir. Dikkati çeken husus Türkeş’in Başbakan’la görüşmek istemesi, onun da bu ziyareti kabul etmesidir.

GÖRÜŞLER BELLİ İDİ

Kıbrıs konusu üzerine Türkeş görüşlerini hem liderler toplantılarında, hem muhtıra vermek suretiyle, hem de Büyük Meclis’te bir çok defa ortaya koymuştur. Hiç de âhım, şahım bir yönü olmayan, hattâ pek romantik ve şovenist nitelik taşıyan bu görüşlerde ne Başbakan’a cazip gelebilecek bir özellik vardır, ne de hükümet kaynakları dışında elde edilebilecek bir özel istihbarat.

Sünnîlik ve alevîlik problemi üzerine de Türkeş’in söyleyebileceği bir şey yoktur. Türkiye toplum hayatını iyi tanımayan, sosyoloji ve politika bilmeyen Türkeş’in bu konuda enteresan bilgilere sahip olduğu da düşünülemez.

O HALDE

O halde Türkeş’in acele olarak Demirel’i ziyaretinin sebebi nedir?

Son seçimler sırasında yaptığı ve arkadaşlarına yaptırdığı konuşmalarla Demirel’e ve Adalet Partisi’ne devamlı şekilde kur yapan Türkeş, ötedenberi Demirel’in ve AP’lilerin kendisi hakkındaki olumsuz fikirlerini, kızgınlıklarını, hırslarını hattâ kinlerini bildiği için bu duyguları yumuşatmak mı istemektedir?

27 Mayıs aleyhindeki anlaşılmaz tutumu ile son seçimde kendi partisine değil de AP’ye faydalı olan ve AP’ye faydalı olduğu için de bazı AP liler tarafından geçici ve sun’i olarak bu tutumu teşvik edilen Türkeş bu geçici havadan istifade ederek AP’ye girmek ve CKMP de olduğu gibi AP’nin yönetimine el koymayı mı düşünmektedir?

Yalnız AP’nin 27 Mayıs, devrimler, hattâ cumhuriyet ilkelerine karşı cüretkâr ve pervasız adımlar atması Türkeş’i ürkütmüştür de, <<bir gün 27 Mayıs’ın hesabının Türkeş’ten ve bütün Millî Birlik Komitesi üyelerinden sorulacağı>> yolundaki AP yeraltı propagandasına karşı bir barış, iltica ve af jestine mi girişmiştir? Seçimde radyoda yaptığı konuşmalarla Anayasa’da ifadesini bulan 27 Mayıs anlayışına, tabiî senatörlere adetâ AP paralelinden hücum etmesi, Eminsu olayının baş sorumlularından olduğu halde bu tip davranışları unutturmağa çalışması ve şahsen Demirel’in aleyhinde olduğu halde şimdi arkadaşları ile birlikte aşırı Demirel’ci görünmesi bu düşünceyi kuvvetlendirmektedir.

HARBOKULU OLAYI

Türkeş’in alelacele Demirel’i ziyaret etmesinin yoksa başka sebepleri mi vardır?

Harbokulunda ırkçı yayınlar okuyan ve ırkçı faaliyete giriştikleri tesbit edilerek haklarında takibata girişilen öğrencilerin CKMP Genel Merkezinde hazırlanan yayınları da izledikleri, bu faaliyete CKMP’nin de adının karıştığına dair gazete haberleri vardır.

Radyo’daki seçim konuşmalarında bile Nihal Atsız’ın şiirlerini dilinden düşürmeyen ve 1944 Irkçılık – Turancılık hadislerine karışmış bulunan, Türkeş’in, son Harbokulu olayı duyulur duyulmaz hemen Başbakan Demirel’i ziyaret etmesi acaba CKMP üzerindeki dikkatleri dağıtmak gibi bir amaç taşımakta mıdır?

Malî durumu çok bozuk, borçlu, teşkilâtsız, grupsuz ve oysuz kalmış bir partide devamlı surette borçlanarak -ne yoldan ve kimlerden?- ısrar etmenin anlamı nedir?

Bütün bu soruları önümüzdeki günlerde gelişecek olaylar ortaya koyacaktır.



Milliyet, Abdi İpekçi, 18 Haziran 1966.

FİKİR AYRI, AKSİYON AYRI…

Harbokulu’ndaki olay, son yıllarda solcu yayınların kışkırtıcı etkileri üzerinde duranların, dikkatleri sadece bir tarafa çektiklerini, oysa aynı biçimde etkilerin ters yönden de gelmekte bulunduğunu ortaya koymuştur.

Sosyalizmle ilgili yayınların Türkiye için özelliği, bu tür fikirlerin ve eserlerin 27 Mayıs İhtilâline kadar tabu sayılmasından doğmakta idi. Fikir hürriyeti kavramının ve düşünce özgürlüğünün batılı ülkelerde anlaşıldığı gibi uygulanması yolunda ihtilâlden sonra doğan ve yeni Anayasada da ifadesini bulan akımlar, Türkiye’de son yıllarda önemli bir değişiklik yarattı. 1960’dan önce ülkemizde okunması mümkün olmayan eserler dilimize çevrilmeye ve yayınlanmaya başladı. Bu tür görüşlerin serbestçe açıklanmasına alışık olmayan ve batılı toplumların fikir hürriyetini Türkiye için çok sayan çevrelerin böyle bir gelişmeyi yadırgaması olağan idi. Kısa bir süre sonra bu yadırgama bir tepki halini aldı. Solcu görüşlere karşı olanlar bu yayınların huzursuzluk yarattığını ve yıkıcı etkiler yaptığını ileri sürüyordu. İddialar bir baskı halini aldı ve son zamanlarda bu nitelikteki kitapların savcılıklarla sıkı bir şekilde denetlendiği görüldü. Bunlardan bir kısmı hakkında tâkibat açılıyor ve dâvâ konusu yapılıyordu. Fikir hürriyeti adına memnuniyet yaratan husus, savcılıkça bilirkişi olarak kendilerine incelettirilen kitaplar için üniversite öğretim üyelerinin verdikleri raporlarda hemen hemen daima bunların ilmî niteliklerinin belirtilmesi ve suç görülmemesi idi.

Harbokulu’ndaki son olay, yukarda belirttiğimiz gibi tek tarafa çekilen dikkatlerin gölgesinde başka gelişmelerin de bulunduğunu da ortaya koymuştur. Gerçekten de son zamanlarda Hitler’in ünlü Kavgam’ı, Mussoli’nin Faşizm Doktrini gibi ırkçılığın ve totaliter düzenin propagandasını yapan kitapların dilimize çevrilip yayınlandığı bilinmekte idi. Ama bu kitaplar, ötekiler gibi tâkibat konusu yapılmamış, inceletmek için üniversite öğretim üyelerine gönderilmemişti.

Aslında yetkililerin Hitler’in ve Mussolini’nin kitapları karşısındaki bu davranışını suçlamamak gerekir. Fikir hürriyetine samimiyetle inanan her düşünür bu görüşlerin de serbestçe okunup bilinmesini isteyecektir. Bu aynı zamanda Anayasanın 21 nci maddesinde öngörülen <<Herkesin bilim ve sanatı serbestçe>> öğrenme hakkı ile ilgilidir. Mesele, bu anlayışı tek taraflı uygulamamaktır.

Önemli bir husus da şudur:

Marks’ın veya Hitler’in kitabını yayınlamak ve okumak bir fikir bir bilim meselesidir. Buna karşılık bir proleterya ihtilâlini hazırlamaya, bir nazi diktatoryası kurmaya kalkışmak fikir ve bilim alanından çıkıp kurulu düzeni kanundışı yollardan devirmeye yönelen bir aksiyondur. İkisi arasındaki farkı daima gözönünde tutmak gerekir.

Kanundışı fiil ve teşebbüslere karşı her türlü tedbiri alırken fikir alanını zedelememekte ve düşünce özgürlüğünü korumakta fayda vardır. Özendiğimiz batılı düzenlerin temeli de budur.



Medeniyet, Dünya, 18 Haziran 1966.

HARBOKULU OLAYINA CKMP DE ADI KARIŞTI

ÜÇ ÖĞRENCİ CKMP MERKEZİNDE HAZIRLANAN YAYINLARI OKUMUŞ

Harb okulunun öğrencilerinden Günal Oral’ın elebaşılık ettiği <<Irkçı>> bir şebekenin yakalanıp yargılandığı haberleri, Ankara’da büyük bir ilgi ile karşılanmıştır. Olay, gazetelere çeşitli şekiller altında intikal etmişse de, gerçek şöyledir: <<Okul öğrencilerinden Günal Oral, kendisindeki ırkçı eğilimlere ortak arkadaşları arasında bir işbirliği kurmak için bir süre önce faaliyete geçmiştir. Okul öğrencilerinden Yavuz Bilgen ile Cengiz Çelikbilek’in Günal Oral ile aynı eğilimlere sahip oldukları, bu suretle ortaya çıkınca üçü arasında işbirliği kurulmuş ve şebekeyi genişletmeye başlamışlardır. Başta Günal Oral olmak üzere ırkçı fikirler yaymak çabasında bulundukları, hattâ kamu haklarını yok etmek amacıyla teşkilâtlanmış oldukları, nitekim daha sonraki soruşturma sırasında ortaya çıkmıştır.

Günal Oral ile arkadaşlarının faaliyeti 24 Mayıs günü Harb Okulunun nöbetçi âmirliğine yapılan bir ihbar sonucu ortaya çıkmıştır. Okuldaki aramada, öğrencilerden bir kısmının okulda bulundurulması yasaklanmış bulunan Yön, Ötügen, Toprak gibi yayınlarla CKMP Genel Merkezince yapılmış bazı yayınları bulundurdukları tesbit edilmiştir. Bilindiği üzere Genel Kurmay Başkanlığı askerî öğretim müesseselerine sokulmamasını uygun gördüğü yayınları genelgeyle bu müesseselere duyurmaktadır. Ancak Harb Okulu Komutanlığı daha da ileri giderek öğrencilerin, <<Ancak okul kütüphanesinde bulunan dergi kitap ve yayınları beraberlerinde bulundurabileceklerini>> emretmiştir. Günal Oral ve arkadaşlarının faaliyetiyle yapılan ihbar üzerine yapılan aramada ele geçen yasak yayınlarda soruşturma açılmıştır. Okulda yapılan arama sırasında ele geçen bir defter, Günal Oral’ın temasta bulunduğu arkadaşlarının kimlerden mürekkep olduğunu ortaya çıkarmıştır. Esasen soruşturmanın 27 öğrenci hakkında açılmasına da bu defterdeki liste imkân vermiştir. Ancak yapılan soruşturma 27 öğrenciden 15 inin Günal Oral ve iki arkadaşının faaliyetleriyle gerçekten ilişkili olup olmadıkları tespit edilemediğinden bunlar hakkında <<Takipsizlik>> kararı verilmiştir.

Öğrencilerden elebaşı durumunda sayılan Günal Oral hakkında Harb Okulu Mahkemesince tutukluluk kararı verilmiş, ayrıca hem bu öğrenci, hem de Yavuz Bilgen okuldan tardedilmişlerdir. Bu iki öğrencinin faaliyetleri Türk Ceza Kanununun 141 ve 142 nci maddelerine aykırı görüldüğünden kendileri Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Siyasî Mahkemesine sevkedilmişlerdir. Kalan 10 öğrenci, Okul Komutanlığının emrine rağmen beraberlerinde yasak yayınlar bulundurdukları için, Kara Harb Okulu nezdinde kurulan disiplin mahkemesinde yargılanacaklardır. Bu öğrencilerin isimleri Cengiz Çelikbilek, Bekir Çiftçi, Kemal Acı, Adil Tekin, Ertan Çiçek, Mustafa Demir, Cihan Doğan, Şükrü Ahçı, İsmet Erdil ve Cemil Bakan’dır.

Sanık Günal Oral ve Yavuz Bilgen için istenen hapis cezası 1 yıldan üç yıla kadardır.



Dünya, 18 Haziran 1966.

HARBOKULU İLE İLİŞKİLERİ KESİLEN ÖĞRENCİLER İÇİN AÇIKLAMA YAPILDI

“H. Okulundaki olay mübalâğalı aksettirildi”

Harbokulunda, 22 Mayıs 1966 günü, bazı öğrencilerin okulda okunması yasak edilen, İstiklâl, Toprak, Ötüken gibi dergileri okudukları öğrenilmiş ve yapılan soruşturma sonunda, suçları kesin olarak sabit görülen üç öğrenci okuldan ihraç edilmiş, bunlardan ikisi de Askerî Mahkemeye verilmiştir.

Diğer taraftan, Muhafız Alay Komutanı İsmail Hakkı Bayındır da Doğu Bayazıt Zırhlı Tugay Komutan Vekilliğine atanmıştır. Yeni Muhafız Alayı Komutanı Piyade Albay Dündar Baykal görevine başlamış, ancak eski Komutan, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay yurt gezisinden dönünceye kadar Ankara’da kalmak için izin almıştır.

HARBOKULUNDAKİ OLAY

Harbokulunda, bazı öğrencilerin okulda yasak edilen yayınları okuduklarının ihbar edilmesi üzerine soruşturma yapılmış ve üç öğrenci cezalandırılmıştır.

Genelkurmay Basın ve Halkla Münasebetler Daire Başkanlığı dün bu olayı doğrulamış ve şu bildiriyi yayınlamıştır:

<<Genelkurmay Basın ve Halkla Münasebetler Daire Başkanlığından bildirilmiştir,

Bugünkü bazı gazetelerde Harbokulunda 22 Mayıs 1966 tarihinde cereyan eden bazı hâdiseler hakkında mübalâğalı ve yanlış haberler yayınlandığı görülmüştür.

Hâdisenin hakikî veçhesi şudur:

Okul idaresinde okulda okunması yasak edilen bazı neşriyatın ele geçmesi dolayısıyla yapılan tahkikat sonunda suçları sabit görülen üç öğrencinin okulla ilişkileri kesilmiş ve bunlardan ikisi Askerî Mahkemeye verilmişlerdir.>>



Dünya, 18 Haziran 1966.

CKMP BÖLÜCÜ HAREKETLERİ TAKBİH ETTİ

CKMP Başkanlık Divanı dün bir bildiri yayınlayarak, bölücü akımlara karşı Türk ulusunu uyanık olmaya, <<Kıvançta, tasada>> birlikte bulunmaya çağırmıştır.

CKMP bildirisinde ayrıca, <<Bir kaşık suda fırtına yaratıldığı, yoktan yeni meseleler çıkarıldığı ve yoktan mezhep kavgası ortamı hazırlandığı>> öne sürülmüştür. CKMP bildirisi şöyle sona ermektedir:

<<Suikastlere, hıyanetlere karşı uyanık ol.
Saadetin, selametin, kurtuluşun, yükselişin yolu sevgidir, barıştır, birliktir.
Türkiye’nin halkı ve ülkesiyle bölünmezliğini, bütünlüğünü her fikrin, her hizbin, zümrevî her çıkarın üstünde görmeliyiz.>>



Yeni Gazete, Başyazı, 20 Haziran 1966.

HARB OKULU ÖĞRENCİLERİ MESELESİ

Geçen hafta içinde, hayli eskidikten sonra keşfedilen bir haber Türk basınında, bütün ölçüleri bir yana itercesine değerlendirilmiştir. Kıymetlendirme merdiveninin en yüksek basamağına konan haber 24 saat sonra buradan indirilmiş fakat muhayyilelerin mübalâğa perdesine akseden gölgeleri silebilmek mümkün olamamıştır. Mesele, üç Harb Okulu öğrencisinin, askerlikteki en ağır ilişik kesme işlemi uygulanarak, yâni <<tard> edilmeleri suretiyle okullarından uzaklaştırılmalarıdır.

Konu askerî mahkemeye intikal ettiği cihetle işin hukukî mahiyeti bu merci tarafından araştırılıp hükme bağlanacaktır. Bulunduğu safha itibariyle şimdilik bu nokta üzerinde durabilmek mümkün değildir.

Fakat bu vesile ile konuşulması faydalı olacak bazı hususlar da vardır. Bunların başında habere izafe edilen önem gelmektedir. Basit çizgileri ile mesele, üç öğrencinin, okullarındaki kurulu düzene bir noktada uymamış olmalarından ibarettir. Bu gibi karşı durmalarda her okulun kendine göre müeyyideleri vardır. Eldeki misalde de durum böyledir. Okula girmekle oranın düzenini önceden kabul etmiş olan öğrencilerden üçü, günün birinde taahhütlerini bozunca okul da mukaveleyi feshetmiştir.

Bir görünüşü ile böylesine basit bir habere basında verilen yer, Türkiye’deki hâleti ruhiyeyi aksettirmesi bakımından dikkati çekicidir. Toplum âdeta ürkek hâle gelmiştir. Bir takım halüsinasyonlar içindedir. Bir eksoz patlamasndan ibaret ses üzerine zihinlerde korkunç muharebe sahneleri canlandırmaktan kendini alamamaktadır. Gerçi 27 Mayıs’ta ve daha sonraki iki teşebbüste Harb Okulu’nun nasıl bir potansiyel kaynağı olduğu görülmüştür. Bugünkü değerlendirmelerde o müşahedenin rolü büyüktür. Ama meselenin böyle bir karakter taşımadığı açıkça görüldüğü halde halüsinasyonun devam etmesi, rahatsızlığın derinliğini belirtmektedir. İnkâr edilemez şekilde varlığı hissedilen umumî tedirginlikte bu psikolojik halin etkilerini, her hâdise karşısında hatırlamakta fayda vardır.

Konunun akla getirdiği ikinci nokta, olayın muhtevası ile ilgilidir. En yetkili merciler tarafından yapılan açıklamalar ortada bir, istenmiyen yayınları okuma meselesinin bulunduğunu göstermektedir.

Harb Okulu disiplin ve ordular içinde özlenebilecek vasıflı insanı yetiştirme bakımlarından temsil ettiği zirveye karşılık, verilenden gayrisini okuma yönünden fazlaca kısıntılı bir müessesemizdir. 1945 yılına kadar burada günlük gazete dahi okunamamaktaydı. O tarihte başlayan müsamaha dolayısiyle idarecilerin nasıl sıkıntı çektikleri, trafiği yüklü bir ana caddeye yakın, duvarsız bahçede çocuklarını oymaya gönderen ebeveynin kalb çırpıntılarını müşahede edilmiştir. Ancak bu helecanlı ebeveynler çocuklarının, izin günlerinde, değil caddeye yaklaşmak, doğrudan doğruya trafiğin içine girebileceğini düşünmemişlerdir. Yasakların daima bağışlanmışlardan daha câzip olduğunu ise hiç akıllarına getirmemişlerdir.

Devlet bekasının bekçileri olan bu gençler üzerinde okul idarecilerinin gösterdikleri hassasiyet her yönden takdire lâyıktır. Hattâ böyle bir hassasiyete milletçe sahip çıkılması gerekir. Ama millet bütünlüğünün ve devlet bekasının koruyuculuğu gibi kutsal bir göreve kendilerini adamış olanları zararlı etkilerden korumanın yolu yasaklar değil, şuurlu ve bilgili muhakeme yeteneği olmalıdır. Bugünkü eğitim statüsünün bunu sağlayamadığı gibi bir zehap varsa ve tasarruflarda böyle bir gerekçe bahis konusu ise geçici koruma tedbirleri yerine devamlı muafiyet çarelerinin araştırılmasına geçilmelidir.



Vatan, 20 Haziran 1966.

TÜRKEŞ: TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ İSLÂMİYETLE İÇ İÇEDİR

CKMP lideri Türkçülük görüşünü açıkladı

Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Talebe Cemiyeti’nin davetlisi olarak Erzurum’a gelen CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün gece halk eğitim merkezi salonunda <<Türkiye’de Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği>> konusunda bir konferans vermiştir.

Konferansta Türkeş milliyetçiliğin tanımını yaptıktan sonra <<Türk Milliyetçiliği ulvidir, her türlü politik düşüncelerin ve partilerin üstünde bir görüştür>> demiş ve Türk Milliyetçiliğinin ana hatlarını şu şekilde açıklamıştır:

<<Türk Milliyetçiliği Türk Milletine duyulan derin sevgiden kuvvet alır ve bu sevgi ile beslenir. Türk Milliyetçiliği şoven değildir. Onun dayandığı kuvvet kin, garaz değildir. Kendi kendinden kuvvet alan sevgi duygularıdır.>>

Türkeş daha sonra ırkçılık, Turancılık, Alevilik, Sünnilik ve Kürtçülük konularına da değinmiş ve <<çeşitli çevreler tarafından çıkarılan bu ayırımlar, aslında Türk milliyetçiliğini bölmek için girişilen bir tuzaktan başka bir şey değildir. Aynı kanı taşıyan, aynı dili konuşan, aynı geleneklere sahip olan insanlar Türktür, Türk Milliyetçisidir. Alevilik mes’elesini huzursuzluk vasıtası olarak meydana çıkaranlar bilsinler ki, onlar da Müslümandır, din kardeşlerimizdir. Alevilik bir mezheptir. İslamiyette ilk tefrika ise mezheple girmiştir>> demiştir.

Türkeş konuşmasını şu sözlerle bitirmiştir.

<<Türk Milliyetçiliği İslâmiyetle iç içedir. Bunlardan birini diğerinden ayırmak mümkün değildir. İslâmiyetle milliyetçilik aynı anda beraber yücelir ve gelişir. Ne mutlu Türküm diyene.>>



Milliyet, 20 Haziran 1966.

TÜRKEŞ: TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ ULVÎDİR



Zafer, 23 Haziran 1966.

DÜNDAR TAŞER “SOLCULAR MİLLÎ BİRLİĞİ DAĞITMAK İSTEMEKTEDİR!”

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Sözcüsü Dündar Taşer dün bir beyanat vererek, bölücü faaliyetlerin solculardan geldiğini söylemiş ve <<Millî Birliği dağıtmak istiyorlar>> demiştir. Taşer şunları söylemiştir:

<<Bölücüler, yıkıcılar, kin ve garaz tacirleri, memleketi parçalamak, millî dayanışmayı yoketmek, millet birliğini dağıtmak için her çareye başvurmaktadırlar.

Hilâfet devrinde dinî devletken bile Karatodari Paşa, Musaruz Paşa, Menas Efendi gibi gayri müslim zevata Bakanlık, Elçilik, Şûrayı Devlet Azalığı misillu yetki ve sorumluluklar tevcih eden müsamahalı Türk milletini lâik devlet iken mezhep dâvasına düşürmek istiyorlar.

Aynı kitabı okuyan, aynı Peygamberin ümmeti olan, aynı kıbleye yönelen, aynı soyun çocukları, 500 senedir unutulmuş dâvaların doğurucusu yapmak istiyorlar.

Bütün bu çabalar milleti ağa – ırgat, patron – işçi, zengin – fakir diye bölüp değiştirmek isteyenlerin hüsrana uğramaları sonucunda başvurdukları bir hiledir. Bu hile başarıya ermiyecek, tarihî ve içtimaî şuuru büyük olan asil millet bu oyunları yenecektir.

Devleti idare etmek büyük bir sanattır. İlmî esaslara dayanan serbest icatkâr bir faaliyettir. Şahsî kabiliyetlere en yüksek talepler karşısında bulundurur.

Bugün hükûmetten talep edilen şey kardeşlik, sevgi, hakkaniyet ve barıştır. Bunu temin için bütün geçmiş pürüzler silinmeli, bütün adavetler unutulmalı, Türk milleti herkese ve her suça şamil bir genel afla kucaklaşmalıdır.

Türk içtimaî hayatı bir beyaz sayfa ile başlatılmalı, huzur, müsamaha ve kardeşlik çağına girilmelidir.

Kalkınmanın mebdei budur.>>



Vatan, 24 Haziran 1966.

CKMP GENEL AF İSTEĞİNİ TEKRARLADI

CKMP Sözcüsü Dündar Taşer, bugün verdiği bir demeçte herkese ve her suça şamil genel af istediklerini açıklamıştır.

Türk Milletinin mezhep kavgasına düşürülmek istendiğini ileri süren Taşer, hükûmetten hakkaniyet ve barış talep ettiklerini söyleyerek <<Bütün geçmiş pürüzler silinmeli , bütün adavetler unutulmalı, Türk Milleti herkese ve her suça şâmil bir genel afla kucaklaşmalıdır. Türk içtimaî hayatı bir beyaz sayfa ile başlatılmalı, huzur, müsamaha ve kardeşlik çağına girilmelidir.>> demiştir.



Milliyet, 25 Haziran 1966.

TUTUKLU HARBOKULU ÖĞRENCİSİ BIRAKILDI

Irkçılık propagandası yapmak, Anayasanın tanıdığı kamu haklarını kaldırmak maksadıyla teşkilât kurmak ve emre itaatsızlıkta bulunmak iddialariyle Askerî Siyasî Mahkemeye tutuklu olarak sevkedilen Günal Oral dün üç saat 10 dakika süren duruşma sonunda tahliye edilmiştir.

Yargıç Bnb. Mehmet Karaaslan öğrencilere devamlı olarak, Irkçılık Turancılık hakkında sorular sormuş, cevap alamayınca da öğrencilere <<Okumuyorsunuz, okumadığınız için de bir şey bilmiyorsunuz, bütün bunlar cahillikten ileri geliyor.>> demiştir.



Yeni Gazete, 26 Haziran 1966.

Millî Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu, gazetecilerin Çankaya Muhafız Alayı Komutanı, 28 nci Tümen bünyesindeki bazı tayinler ve Harb Okulundaki ırkçı öğrencilerin durumu ile ilgili sorularına şu cevabı vermiştir:

<<Bu ay, tayinler ayıdır. Tayinler normaldir. Normal tayinler dışında bir şey mi arıyorsunuz? Daha önce bu meselelerle ilgili açıklama da yapıldı.>>



Ötüken, Haziran 1966, Sayı 30.

AÇIK MEKTUP
Kocakurt

SAYIN BAŞBUĞ!

Gün, 1/Haziran 1966. Yer, Taksim Cumhuriyet Alanı. Orada gösterişten uzak, inançlı bir topluluk. İnancı güçlü fakat sayısı az olan bu gençliğin dudaklarından fırlayan bir söz etrafı çınlatıyor: Başbuğ… <<Halkın sesi hakkın sesidir>> demecine inanan biri olmam dolayısiyle ben de size Lider değil, Başbuğ diye hitap ediyorum.

Sizin hiç tanımadığınız ve sizinle henüz hiç tanışmamış bir kişinin, bu yola baş koymuşlardan birinin size seslenişini anlayışla karşılayacağınıza güvenerek bu satırları yazıyorum.

Sayın Başbuğ, geçmişi binlerce yıl geriye uzanan büyük Türk Ulusunun ve onun yaratıcı gücüne inanmış Türk Uluscusunun Başbuğu olmak onurunu kader bugün size bağışlamış bulunuyor. Tarihimizin bu çalkantılı döneminde bu; hem güç, hem mutlu bir görevdir. Güç bir görev yüklendiniz. Çünkü, iyi ve kötü bütün sonuçlar sizin hesabınıza geçecektir. Bizim güçsüzlüklerimiz, bizim beceriksizliklerimiz bile… Bütün bir düşman dünyanın oklarına da göğüs germek size düşecek. Çünkü karşınızdakilerde ne ahlâk, ne inanç, ne de doğruluk var. Ve olmadığı için de size saldırmayı bir ödev sayacakları… Hep kendi çıkarları için… Bu sebeplerle de siz bu savaşta hem çok yorulacak, hem çok hırpalanacaksınız ama yine de her güçlüğü yeneceğinize, her engeli aşacağınıza, yeni bir Ergenekon’un öncüsü olacağınıza bütün ulusçular inanıyor… Tanrı gücünüze güç katsın..

Sayın Başbuğ, Türkçülerin önüne geçtiğiniz bu tarihsel çağda bizleri çatısı altında toplamak istediğiniz Partinin adı bir kocamış kurdu doyurmuyor. Bu ad, inancımızı ifadede yeterli olmadığı gibi, halk katında da bizi sevilir hâle getirmiyor. Onun için, uygun bulursanız, Partinin adı <<Ulusal Birlik Partisi>> olsun diyorum. Bu ad değişmesi belki de bir talih değişmesi olur. Bu, benim düşüncem ama son karar sizindir.

Sayın Başbuğ, değişmesi gerekli ikinci şey de, yine özel inanışıma göre, başında bulunduğunuz partinin amblemi… Bir terazi ile bizim inançlarımızı bağdaştırmaya çalışmak biraz tuhaf olmuyor mu? Halbuki bu amblem ileriye atılan bir Bozkurt olursa inançlarımız ve geçmişle olan bağlantımız ne güzel sembolize edilmiş olur… Zaten ulusal uyanışımız başka türlü sembolleştirilemez sanıyorum.

Sayın Başbuğ, yavru kurtlara, deli kurtlara, kocalmış kurtlara yol göstermek görevi omuzlarınıza yüklendiği çağda çevrenizdekilerin de size uyabilmesi lâzım. Eğer çevrenizdekiler rahatlarına kıyabilen kişiliklerin sahipleri değilseler göreviniz daha da zorlaşmış demektir. Onun için inanmadan inanmış görünenler, post için dost kılığına girenler, oturduğu yerde iş yapıyormuş görünenler yanınızdan ve katınızdan ırak olsunlar diyorum. Çünkü ışıltılı yarınlar, rahatlarına kıyabilenlerindir. Bütün kurtlar:

Arabaya taş koyduk
Biz bu yola baş koyduk.

diyen kişilerdir. Yola baş koyanlardan başka, sağlam desteğiniz olamaz. Onun için de sadece onlara güvenin.

Sayın Başbuğ, bugün Bozkurtluk sizde.. Bunu ilerki bir günde bir deli kurda devrederken bayrağı biraz daha yukarı çıkarabildinizse gönül rahatlığı ile, ödevini yapmış bir başbuğ olarak, tarihteki yerinizi alabilirsiniz… Bu ise en büyük onur ve en yüce mutluluk olur kişi için…

Düşüncelerimde yanılmışsam bağışlamanızı dilerim. Saygılarımla.

Tanrı Türkü korusun…



Yeni Gazete, 28 Haziran 1966.

TÜRK KARA KUVVETLERİ 603 YAŞINDA

1363 yılında kurulan kara birlikleri altı asır Türk’ün adını üç kıt’a ve dört denizde şanla şerefle temsil ettiler. Bugün Avrupa’nın arasında söz sahibi olan Türk ordusunun Kara Kuvvetlerine kuruluş tarihi olarak 1363 alınmıştır. Bu tarih Söğüt’ten yeşeren Kayı boyunun Osmanlı Devleti olmaya yöneldiği tarihde ilk plânlı kara ordusunun kurulduğu tarihtir.



Vatan, 6 Temmuz 1966

ÖZDAĞ <<1363 KARA KUVVETLERİNİN KURULUŞ YILI DEĞİLDİR>> DEDİ

CKMP Genel Sekreter yardımcısı Muzaffer Özdağ bugün bir basın toplantısı yaparak Kara Kuvvetlerinin yıldönümüne başlangıç olarak alınan tarihin isabetsiz olduğunu ileri sürerek <<- 1363 yılı, Türk ordusunun kara kuvvetlerinin veya daimî ordusunun kuruluş tarihi değildir. Osmanlı devleti, Türkiye devleti için başlangıç sayılamaz. Türk halkından toplanan muvazzaf ordu, çok daha önceki tarihe ait bir varlıktır. Kapıkulu padişahın şahsına bağlı bir muhafız gücü olarak kurulmuştur. Biz orduyu, silâhlı halk hükûmeti, milletin silâhlı özü olarak biliriz. Kapıkulu ocakları siyasî ve askerî tarihimize ait bir hatıradır. Asla Millî ordumuzun başlangıcı ve temeli olmamıştır.>> demiştir.



Vatan, Tercüman’dan iktibas, 6 Temmuz 1966

9 IŞIK

Efendim geçenlerde <<politika ile az ilgili>> bir vatandaşın elinde <<9 Işık>> adlı bir kitap görmüş..

- <<Maşallah>> demiş <<Artık politikayı bıraktık da James Bond romanı mı okuyoruz!..>>

Öteki şaşırmış:
- <<Hayrola>> demiş..
- <<Elindeki kitap ne öyle?..>>
- <<Ha o mu?.. Polis romanı kudretli hafiye James Bond filân değil CKMP nin kudretli lideri Alparslan’ın politik romanı.>>



Son Baskı, 7 Temmuz 1966.

CKMP Genel Sekreter Yardımcısı Muzaffer Özdağ bugün gazetemize özel bir demeç vererek şunları söylemiştir:

<<CKMP, Türkiye’nin ve Türk halkının saadet ve selâmetini barış, içbarış, sevgi ve işbirliği fikir ve ruh politikasında görmektedir. Bütün davranışlarımızın, teşebbüslerimizin hedefi ve manâsı budur.

1960 yılı öncesi ve sonrası hadiselerin ve politik çekişmelerin zayıf ve hassas bir bünye yarattığını, bu halin devletimizi, millî hayat tarzımızı ciddî tehlikelere açık tuttuğunu görüyoruz. Bu husus bütün siyasî teşekküllerin liderleri ve devlet müesseselerinin önce gelen mensupları tarafından ciddiyetle dikkate alınmalıdır. Önümüzdeki aylar ve yıllar, Türkiye’yi milletler arası çekişmelerin forumu haline getirebilir. Yurdumuz fırtınalara sahne olabilir. Bu gelişmeleri milletçe göğüslemeye hazırlanmalıyız. İç barışı, milletin sevgi ile kucaklamasını, bu sebeple hayatî önemde görüyoruz. CKMP genel affı bu amacın uygun bir aracı görmektedir. Mazi ve mazideki olaylar bir müşterek ibret dersi olmak ölçüsünde dikkate alınmalıdır. Bu amacın dışına taşacak tartışmalar, tartışanlara ve yurda sadece zarar getirir.

Türkiye ve Türkiye’nin bulunduğu bölge, cihana hâkim kuvvetlerin ve emperyalist güçlerin nüfuz yarışı ve kavga alanı olmuştur. Bu kuvvetler arasındaki kavga bitmiş değildir. Emperyalist kuvvetler menfaat taleplerinden vazgeçmiş değildir. Bölge milletleri kendi kaderlerinin yapıcısı ve kendi bölgelerinin mutlak sahibi olmuş değildirler. Ortadoğu siyasî mânada bir alçak basınç alanıdır. Yüksek basınç merkezlerinin tazyiki altındadır. Türkiye çok dikkatli ve tedbirli olmak zorundadır. Bir imparatorluğu tasfiye ettik. Millî vatanımızda imparatorluk jeopolitiğinin meselelerinden kurtulmuş değiliz. Dikkatlerimiz, Başkent santranç tahtasında, parlâmento kulisinde değil, hudutlarımıza da ve hudutlarımız ötesindeki gelişmelere ve hazırlıklara çevrilmelidir.

21 MAYISÇILAR AFFEDİLMELİDİR

21 Mayıs hareketi sanık ve hükümlülerine şefkât gösterilmesini zarurî görüyoruz. Bu seçkin ve yurtsever grup, içtimaî gelişmeler içinde mağdur olmuşlar, çile çekmişlerdir. Hareketleri bir fikir ve içtihat ayrılığını ifade eder. Affa en lâyık olan fikrî suçlardır.>>



Son Baskı, 10 Temmuz 1966.

CKMP’nin “Genel Af” isteğini tekrarlayan Özdağ:
“21 MAYIS SANIKLARI KADERİN MAĞDURLARIDIR”


CKMP Genel Sekreter Yardımcısı Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ, bugün düzenlediği basın toplantısında <<21 Mayıs sanıkları kaderin mağdur ve maznunlarıdır>> demiştir.

<<CKMP Genel Af’ın iç barışı, milletin sevi ile kucaklaşması, bu sebeple hayatî önemde bu amacın uygun ve müessir bir aracı görmektedir. Bu amacın dışına taşacak tartışmalar tartışanlara ve yurda zarar verecektir. Türkiye’nin ve Türkiye halkının birlik ve bütünlüğünün selâmeti her düşünce ve dâvanın üstündedir. CKMP Genel Af isteğini her vesile ile ifade etmiştir. 141 ve 142. madde dahil özellikle fikrî ve siyasî suçlar için affı lüzumlu görüyoruz. Bunun dışında sosyal yapının rahatsızlıklarından doğan suçları özellikle affa lâyık görüyoruz.

21 MAYIS SANIKLARININ AFFI

Siyasî ve sosyal şartların akıntısına tabi olarak yani toplumsal iradeye tabi olarak hareket eden şahısların davranışında ahlâkî kusur aranmaz.

21 Mayıs sanıkları kaderin mağdur ve maznunlarıdır.

Kaza bu neticeyi çizmeseydi şanlı hudut bölgelerinde bulunacaklardı. Genç subayların şimdi zindanda ve ümitsizlik içinde eritilmelerini haklı ve isabetli bulmuyoruz. Genç insanlar süratle topluma kazandırılmalıdırlar.

HUDUTLARIMIZ

On seneden beri Türkiye’yi idare edenler ve etmek isteyenler dikkatlerini birbirlerine çevirmiş ve kuvvetlerini birbirine karşı kullanmıştır. Bu hâl yurt bütünlüğü ve devlet güvenliği için ciddî bir tehlike yaratmaktadır.

İnönü devrinde Çankaya tepelerinde bir kolordu ateş gücü toplanırken Hatay hududu boştu. Kıbrıs himayesizdi. Demirel iktidarında ise durum daha farklı değildir. Son günlerde açıklanan belgeler malumu ilân olmakla beraber endişelerimizi teyit etmektedir.>>



Dünya, 11 Temmuz 1966.

Özdağ’ın demeci

CKMP Genel Sekreter Yardımcısı Muzaffer Özdağ , dün CKMP Genel Merkezinde bir basın toplantısı düzenlemiş ve <<Türkiye Birinci Dünya Harbinde müttefiklerine karşı aşırı bağlanışın büyük zararlarını çekmiştir. Son günlerde açıklanan belgeler malûmun ilânı olmakla endişelerimizi teyit etmektedirler >> demiştir. Önümüzdeki aylar ve yıllarda Türkiye’nin uluslararası çekişmelerin arenası haline gelebileceğini öne süren, bu arada genel af konusuna değinen , aynı zamanda partisinin genel af isteğini her vesile ile tekrarladığını belirten CKMP Genel Sekreter Yardımcısı <<141 ve 142. madde dahil, özellikle fikrî ve siyasî suçlar için affı faydalı ve zarurî görüyoruz.>> demiştir.



Yeni Gazete, 11 Temmuz 1966.

Tural, Tunçkanat’a cevap verdi “Türkiye’de İhtilâl Hastaları Vardır”



Son Baskı, 12 Temmuz 1966.

TÜRKEŞ VE ARKADAŞLARI YURT GEZİSİNE ÇIKIYOR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, beraberinde Genel Sekreter Mustafa Kaplan, Genel Sekreter Yardımcısı Muzaffer Özdağ ve bazı genel idare kurulu üyeleri olduğu halde 16 Temmuz Cumartesi günü bir yurt gezisine çıkacaktır.

CKMP lideri Türkeş ve beraberindekiler ilk olarak Ödemiş’te “Türk İnkılâbı” konusunda bir konferans verecekler, İzmir Kongresinde hazır bulunduktan sonra Edremit, Balıkesir, Bandırma kongrelerine katılacaklardır.

Yol güzergâhındaki kasabalara da uğrayarak “Türk İnkılâbı” konusunda konferanslar verecek olan CKMP liler 23 Temmuz Cumartesi günü İstanbul kongresinde hazır bulunduktan sonra Ankara’ya döneceklerdir.

KARADENİZ VE DOĞU ANADOLU GEZİSİ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve beraberindekiler Ankara’ya döndükten sonra Karadeniz ve Doğu Anadolu gezisine çıkarak il kongrelerinde hazır bulunacaklardır. Halka temas ederek konferanslar vereceklerdir.



Son Baskı, 12 Temmuz 1966.

TAŞER “AF” İÇİN AÇIKLAMA YAPTI

CKMP sözcüsü Dündar Taşer bugün bir açıklama yaparak af konusundaki görüşlerini bildirmiş, <<DP mensuplarının zimmet ve ihtilâs suçları bile bağışlanırken 21 Mayıs olayı dolayısıyla hüküm giyenler Adalet Partisinin mensubu olmadıkları için hükûmet şefaatinden mahrum bırakılmıştır.>> demiştir. Taşer açıklamasında özetle şöyle demektedir:

<<Affın, umumi, şamil, gayrî şahsî olması milleti anlaştırmak, barıştırmak, uzlaştırmak gayesini taşıması gerekirken, iktidarda olmanın, büyük mecliste çok sayıda bulunmanın verdiği imkânlar, tamamen partizanca ve her şey bizim zihniyetiyle kullanılmıştır. AP hükûmeti aynı kanun maddesi ile mahkûm olan kişilerden, varisi olduğu partiye mensup olanların suçlarını cezaî, malî ve ferî unsurların tamamını affedecek bir kanun getirirken, kendilerine mensup olmayanlar için aşikâr bir biganelik göstermektedir.

Hükûmetler yalnız kendi seçmenlerini tatmin eden tatbikatta bulunamazlar, bulunmamalıdırlar. Hükûmetler kendilerini seçenlerle seçmiyenler arasında ayrımlı tatbikatlar yapamazlar, yapmamalıdırlar. Devlet kudreti büyük jestlerle kullanılmalı, af müessesesi milletin büyüklüğüne, devletin şanına uygun olmalıdır. Af gibi bir alicenaplık hareketi bezirgan kafası ile kısır hesaplara, mütereddit, çekingen, ürkek temellere oturtulmamalıdır.

Yassıada’da hüküm giyen subayların rütbeleri iade edilirken Mamak’ta hüküm giyen subaylara karşı gayızla bakılmaktadır. Büyük Meclis küçük hesapların önlenmesine geçmeli ve hükûmeti milletin hükûmeti olmaya icbar etmelidir.>>



Son Baskı, 13 Temmuz 1966.

Politik alanda daha etkili ve geniş çapta söz sahibi olmak amacıyla

CKMP, MP VE YTP BİRLEŞİYORLAR

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisine önümüzdeki günlerde, YTP ve MP’den büyük iltihaklar olacaktır. Nitekim, kendileriyle görüştüğümüz bazı YTP’li ve MP’li yöneticiler, bu konudaki çalışmaların uzun bir süreden beri devam ettiğini ifadeyle CKMP adı altında üç partinin birleştirilmesine çalışıldığını söylemişlerdir.

Aynı yöneticiler bugün Türkiye’nin AP ve CHP nin yanı sıra bir üçüncü büyük partiye ihtiyacı bulunduğunu ifade ile Türk Siyasî hayatında söz sahibi olabilmek için bugüne kadarki çalışmalarında müsbet sonuçlar elde eden CKPM nin çatısı altında birleşmenin şart olduğunu belirtmişlerdir.

YTP DE DURUM

Kendileriyle konuştuğumuz bazı YTP li yöneticiler 5 Haziran Kısmî Senato seçimlerinden sonra Ekrem Alican’ın siyasetten çekilerek çiftliğine dönmek istediğini belirtmişler, teşkilâttan hergün yüzlerce mektup aldıklarını, partinin bugün içine düştüğü çıkmazdan kurtarılması için CKMP ile birleşmenin gerektiğini, teşkilâtın da bu birleşmeye taraftar olduğunu söylemişlerdir.

MP DE DURUM

MP’liler ise Türkiye’nin siyasî kaderinde söz sahibi olan AP ile CHP arasındaki devamlı çatışmanın memleketi kötüye götürebileceğini ve CKMP ile birleşerek ancak bunun önüne geçilebileceğini söylemekte, ayrıca Bölükbaşı’nın partiyi “Bölükbaşı partisi” yapma zihniyeti içinde bulunduğunu, bu bakımdan CKMP ile birleşmenin tek çıkar yol olduğunu ifade etmektirler.

MP’nin Bölükbaşıcılar, milliyetçi reformcular, müteahhitler ve sosyalistler adı altında çeşitli gruplaşmalara giderek bölünme arzettiğini belirten yöneticiler teşkilâtın da CKMP ile birleşmeyi istediğini söylemişlerdir.

YTP ve CKMP ile birleşmesi yolundaki çalışmaların artık son şeklini aldığı belirtilmekte ve önümüzdeki günlerde durumun su yüzüne çıkacağı kat’i şekilde ifade edilmektedir.



Son Baskı, 14 Temmuz 1966.

ÖZARDA, TÖRENLE CKMP’YE GİRDİ

Aydın Bağımsız Milletvekili Reşat Özarda bugün yapılan bir merasimle CKMP’ye iltihak etmiştir. Genel Başkan Alparslan Türkeş, Genel Başkan Vekili Mehmet Altınsoy, Genel Sekreter Mustafa Kaplan, Genel Sekreter Yardımcıları Muzaffer Özdağ, M. K. Erkovanlı ve partinin Gençlik Kolları, diğer parti mensuplarının hazır bulunduğu toplantıda karşılıklı konuşmalar yapılmıştır.

TÜRKEŞ’İN SÖZLERİ

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş CKMP, MP ve YTP’nin birleşeceği yolunda çıkan haberlerle ilgili olarak: <<Şimdilik bu konuda bir yorum yapamam>> demiştir.

ÖZARDA PARTİMİZE ŞEREF VERDİ

Özarada’nın CKMP’ye giriş beyannamesini imzalayan Alparslan Türkeş <<Partimize şeref veren Reşat Özarda’yı aramızda görmekten sevinç duymaktayız demiş ve şunları söylemiştir.

<<Özarda Mecliste bugün herhangi bir partinin hazırladığından daha çok kanun teklifini tek başına vermiş, memleket dâvasında titiz mücadeleler yapan insandır. Aynı dâvanın takipçileri olarak aynı partinin saflarında olmaktan kıvanç duyuyoruz.>>

AP KÜÇÜK İNSANLARIN SEVK VE İDARESİNE GİRMİŞTİR

Basın Toplantısında Türkeş’ten sonra konuşan Aydın Milletvekili Özarda AP’ye oy verenleri AP mensuplarını <<büyük insan>> olarak nitelemiş <<bu büyük insanların bir talihsizliği vardır ki, parti bu gün küçük insanların sevk ve idaresine girmiştir.>> demiştir.

Menşeinin AP olduğu konuşmasının başında belirten Reşat Özarda AP’nin çeşitli merhaleler atlattığını, çökme tehlikeleri geçirdiğini öne sürmüş AP’nin çökmemesi için omuzları destek yapanlardan birisi olduğunu hatırlatmıştır.

AP’den ihraç ediliş sebeplerini de anlatan Reşat Özarda <<Partiden çıkarılmam parti prensiplerine bağlılığımdan ileri gelmiştir.>> demiş ve özetle şunları söylemiştir: <<Partinin karanlık günlerinde kendi çıkarlarını ve hayatlarını tehlikede görüp kaçacak delik arayanlar bugün birer gemi arslanı edası ile partinin başına geçmiş bulunmaktadırlar. Miktarı yüz milyonları aşan suiistimallerin suçlularını meydana çıkarmaya teşebbüs ettiğim an ifadem alınmadan ihraç edildim..>>



Medeniyet, E. Gökhan [Gökhan Evliyaoğlu], Başyazı, 15 Temmuz 1966.

ÖZARDA, TÜRKEŞ VE CKMP

Adalet Partisinde bir prensip ve ideoloji mücadelesi vererek -veya öyle görünerek- istifa eden Milletvekili Reşat Özarda CKMP ye girmiş bulunuyor. 1965 Milletvekili seçimine kadar, eski durumunu muhafaza ettiği sanılan, hattâ Türkeş ve arkadaşları ile bir kısım AP linin iltihakından sonra ciddî ümitler uyandırdığı halde seçim sırasında maskesi ve şapkası düşerek altından keli görünen CKMP nin bugünkü durumunu bile bile Reşat Özarda’nın CKMP ye girişinin sebebi herhalde yakında anlaşılacaktır.

Daha önce CKMP ye gireceği haberini duyup da Meclis koridorlarında bu hususu kendisine sorduğumuz zaman, yanında bulunan Tabiî Senatör sayın Sezai Okan’ı şahit göstererek:

<<- Yok canım, orada ne işim var, hem ben beyefendilere danışmadan bir adım atar mıyım*>> diyerek CKMP ye gireceği yolundaki haberleri tekzip etmişti.

AP deki mücadelelerini izleyenler Reşat Özarda’da bir gelişme, daha sosyal bir tutum ve mert bir karakter ifadesi bulmak gayreti içindeydiler. Sayın Prof. Muammer Aksoy’un ve sayın Topaloğlu’nun petrol mücadelesinden yana görünüyor ve onları her vesile ile tebrik ediyordu. Seçim sırasında Türkeş ile gizli bir ilişki kuran AP li Bakan Mehmet Turgut’un Yüce Divan’a verilmesini isteyen Reşat Özarda şimdi CKMP de ne yapacak.

Bugünkü CKMP yöneticilerinin hiç hoşlanmadığı Prof. Aksoy’a gene rahatça hocam!.. diyerek beraberliğini ifade edebilecek mi? Mehmet Turgut hakkındaki ithamlarına devam edebilecek mi? Tabiî Senatörlere danışmadan yapabilecek mi? CKMP bütün bunlara müsamaha edebilecek mi?

Reşat Özarda hakkında acele hüküm vermek isteyenleri hep sabra ve beklemeğe dâvet ederdim. Gene öyle yapıyor ve <<biraz daha bekliyelim bakalım neler göreceğiz>> diyorum.

Aynı sözleri CKMP Genel Başkanı Türkeş ve yakın arkadaşları için de söyliyeceğim..

Reşat Özarda’nın partiye girişi münasebetiyle verdiği mesajda:

<<- Bütün milliyetçi milletvekillerini CKMP ye dâvet ediyoruz>> diyen Türkeş’in bu sözlerini işitip de gülmemeğe imkân var mı? Bizi de vaktiyle kınalı mumlar yakarak, şeref sözleri vererek, sık sık evime gelerek dâvet etmiş, yalvarmış yakarmıştı. Bereket versin şapka çabuk düştü. Üstelik şapka, herkesin gözü önünde düştü. Şimdi kim kalkar gider CKMP ye, hem de Türkeş ve arkadaşları orada kaldıkça. Hem de milliyeti milletvekili olarak… Yoksa şimdi AP grubunda Nurcularla işbirliği yapan ve bu yüzden grupu fesheden milliyetçiler (!) mi kalkıp gidecek, bir gece içinde Said-i Nursi’yi kabrinden alıp kaşla göz arasında gayba havale eden Türkeş’in yanına!.

Ayrıca, birdenbire sayın Tunçkanat’ın açıkladığı liste geliverdi hatırıma birdenbire…

Amerikan akanlarının meşgul olacakları isimler arasında Türkeş’in de Numan Esin’in de isimleri vardı değil mi? Ne demek yani, Türkeş oldum olası Amerika’dan yanadır. Seçimler sırasında dozu arttırmış olabilir ve Tabiî Senatörlüğün ilgasını istemek şimdi aklına gelmiş olabilir. Kime ne bunlardan.. Bakın CKMP başkan yardımcısı Numan Esin’in sesi çıkıyor mu? Kapanmış U.S. Royal lâstikleri mağazasına, bir yandan da ambar ticareti.. Oh…

Yaşasın CKMP.. Bütün milliyetçiler bir bayrak altına koşmalı. Ne duruyorlar acaba..

Beyler.. Samimiyet gerek, samimiyet!..



Son Baskı, 15 Temmuz 1966.

TÜRKEŞ GEZİYE ÇIKIYOR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Genel Sekreter Mustafa Kaplan, Genel Sekreter Yardımcısı Muzaffer Özdağ ve bazı genel idare kurulu üyeleri yarın bir yurt gezisine çıkacaklardır.

Yarın sabah erken saatlerde Ankara’dan ayrılacak olan Türkeş ve arkadaşları ilk olarak Ödemiş’e, oradan İzmir’e geçecek ve il kongresinde hazır bulunacaklardır.

Alparslan Türkeş ve beraberindekiler, Edremit, Balıkesir, Bandırma kongrelerini izleyecekler, yol boyunca uğrayacakları kasabalarda “Türk İnkılâbı” konusunda konferans vereceklerdir.

CKMP lideri Alparslan Türkeş ve arkadaşları 23 Temmuz Cumartesi günü İstanbul il kongresinde hazır bulunduktan sonra Ankara’ya döneceklerdir.



Son Baskı, 16 Temmuz 1966.

MİLLİYETÇİLER CKMP SAFLARINA DAVET EDİLDİ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş bu sabah saat 05.00 de karayolu ile İzmir’e hareket etmiştir.

Ödemiş ilçe kongresine katılacak olan Türkeş işe birlikte Genel Başkan Vekili Mehmet Altınsoy ve Genel Sekreter Mustafa Kaplan da İzmir’e gitmişlerdir.

İL BAŞKANLIĞININ ÇAĞRISI

CKMP Ankara İl Başkanı Süleyman Sürmen bugün bir bildiri yayınlayarak Türk milliyetçilerini CKMP saflarına çağırmıştır. Süleyman Sirmen yayınladığı bildiride Türk milliyetçilerinin AP içinde yapacakları hiç bir görev kalmadığını açıklamakta ve şöyle demektedir:

“Türkiye ciddi bir inanç ve maneviyat buhranı geçirmektedir. Millî ruh ve şuurla hadiseleri kucaklamanın zamanı gelmiştir. AP iktidarı büyük milletimizin maddi olduğu kadar manevi ihtiyaçlarını gereği şekilde cevap verecek insanlara cephe aldığı kesin olarak anlaşılmıştır.

Demirel ve ekibi AP’nin kurulmasında ve gelişmesinde büyük emeği geçen milliyetçi ve mukaddesatçıları evvelce hazırlanmış plân üzerinde tasfiye için harekete geçmişlerdir. Türk milliyetçilerinin AP içinde yapacakları bir şey kalmamıştır. CKMP yaratıcı bir ruh içindedir. Bu partinin çatısı altında toplanmak milli bir vazife halini almıştır. Milletçe, maddi ve manevi engellerin ortadan kaldırılması, milliyetçilerin süratle bir araya gelmelerine, yaratıcı ve yapıcı hamle devrine girmelerine bağlıdır. Daha fazla beklemek geçen kayıplara yenilerini ilâve etmek olacaktır.>>



Son Baskı, 17 Temmuz 1966.

TÜRKEŞ: “EGE ADALARINI MUTLAKA ELE GEÇİRECEĞİZ”

Emel Aktuğ İzmir’den bildiriyor

CKMP’nin il kongresi bugün saat 10 da başlıyarak olgun bir hava içinde geç saatlere kadar devam etmiştir. Mehmet Altınsoy ve Rifat Baykal’dan sonra bir konuşma yapan Genel Başkan Alparslan Türkeş sık sık tezahüratla kesilen konuşmasında, <<Ege adalarının yakın milli hedeflerimizi teşkil ettiğini belirtmek isterim, bu millî hedefi hiçbir Türk gönülden çıkarmamalıdır. Bunları mutlaka ele geçireceğiz>> demiştir.

Türkeş özetle şunları söylemiştir:

<<Türkiye bugün tarihin dönüm noktalarından birinde bulunmaktadır. Milletin başında bulunan iktidarların kararları, icraatları bu yönden çok etkili olma durumundadır. Nüfusumuz sevinilecek bir ölçüde ve hızla artmaktadır. Onlar memleket refahını arttırmak için tedbir alarak doğum kontrolüne gitmeyi bir hüner sayıyorlar. Memleket, işsizlik buhranıyla karşı karşıya bulunmaktadır. Yeni iş sahaları açılmasına ihtiyaç vardır. Bunların üzerinde önemle durmak gerekirken iktidar ve muhalefet çekişmeleri memleketin sosyal ve ekonomik düzenini alt üst edecek bir şiddette olmaktadır.>>

CKMP Lideri Alparslan Türkeş konuşmasını bitirirken, hükümetin Yunanlılarla yapılan ikili görüşmeler konusunda muhalefete bilgi vermesinin gerektiğine işaret etmiştir.



Son Baskı, 17 Temmuz 1966.

21 Mayısçıların da affını şart gören Dündar Taşer çok sert konuştu: AFFETMEK LÜTUF DEĞİL GÖREVDİR

CKMP sözcüsü ve Genel İdare Kurulu Üyesi Dündar Taşer bugün düzenlediği basın toplantısında <<21 Mayıs olaylarında ceza alanların farklı ve gayri adil bir işleme tabi tutulması umumi bir üzüntü yaratmıştır>> demiştir.

Taşer, CKMP Genel Merkezinde düzenlediği basın toplantısında <<AP’lilerin Başvekili yeni bir inat yarışına girmekle AP Milletvekillerinin de adalet duygusunu ezmek gayretinde>> olduğunu belirtmiş ve özetle şunları söylemiştir:

<<27 Mayıs’tan en çok muztarip olan bir hanımefendi hakkaniyet, adalet ve müsavat için cehd ederken, yetki, unvan ve şöhretlerini 27 Mayıs sonrası şartlarına borçlu olanlar, 27 Mayıs olmasa bugün işgal ettikleri makamları hayal dahi etmeyecek kimseler, izâhı mümkün olmayan bir intikam hissi ile davranmaktadırlar.

Aynı kanun maddelerine göre cezalanmış kimseler için farklı uygulamalar düşünmek her çeşit mantık ölçülerinin dışına çıkmaktır. Üniversiteye yaylım ateşi açtıran ve TCK nın 146. maddesi ile hüküm giyen bir Korgeneral bütün cezalarının kalkması, rütbelerinin iadesi, madalyalarının takılması vüsatinde affedilirken aynı kanun maddesine göre cezalanmış 21 yaşındaki bir teğmen -ki âmirine tâbi olmuştur- ağır hapis cezasını çekmeye terkedilmektedir. Mütemadiyen 22 Şubat olayına atıflar yaparak tazelemek çıkar yol değildir. Affedilmiş bir vakayı bir sabıka addederek kararlar almak zarardan başka netice vermez. Sayın Demirel’in toplumun şartlarını ve yaşanan hadiselerin mahiyet, sebep ve şumülünü bilmediği anlaşılıyor.

İktidara gelmenin yolu çok rey kazanmak ise iktidarda kalmanın ilk meşru şartı da seni seçenlerle seçmeyenler arasında fark gözetmeden hareket etmektir.

İhtilâl büyük bir hâdisedir, içtimai bir çalkantı, siyasi bir depremdir. Sarsılan bir zeminde düşenlerin hepsi kazazededir. Bütün kazazedelere aynı mahviyet gösterilmeli, aynı sevgi ile milletin sinesine alınmalıdır.

Hükümet buna mecbur ve bununla mükelleftir. Bu bir lütuf değil vazifedir.

AP’lilerin Başvekili her çeşit büyüklüğe bigane bir duygunun tesiri altında hazırlattığı bir tasarı ile hasis bir af dağıtmaktadır.

AP’lilerin Başvekili yeni bir inat yarışına girmekle AP milletvekillerinin de adalet duygusunu ezmek gayretindedir.

AP’lilerin Başvekili Türkiye’nin Başvekili olmalıdır.

İrade ile inat arasındaki farkı bilmek devlet adamlığının asgari şartıdır.>>



Yeni İstanbul, 18 Temmuz 1966.

CKMP SÖZCÜSÜ, BAYAR’IN KIZI N. GÜRSOY’U ÖVDÜ

Dündar Taşer “Hasis bir af dağıtılıyor” dedi

CKMP Sözcüsü, Genel İdare Kurulu üyesi Dündar Taşer dün Parti Genel Merkezinde düzenlediği bir basın toplantısında, “21 Mayıs olaylarında ceza alanların farklı ve gayri âdil bir işleme tâbi tutulmasının umumî bir üzüntü yarattığını” söylemiş ve “AP’lilerin Başvekili, her çeşit büyüklüğe bigâne bir duygunun tesiri altında hazırlattığı bir tasarıyla hasis bir Af dağıtmaktadır” demiştir.

“21 Mayıs suçlularının affı için AP grubunda beliren müsbet eğilimi Demirel’in menettiğini” ileri süren ve “27 Mayıs’tan en çok muztarip olan bir hanımefendi hakkaniyet, adalet ve müsavat için cehd ederken, yetki, unvan ve şöhretlerini 27 Mayıs sonrası şartlarına borçlu olanlar, 27 Mayıs olmasa bugün işgâl ettikleri makamları hayal dahi etmeyecek kimseler, izahı mümkün olmayan bir intikam hissi ile davranmaktadırlar. Sarsılan bir zeminde düşenlerin hepsi kazazededir. Bir Korgeneral, bütün cezalarının kalkması, rütbelerinin iadesi, madalyalarının takılması vüs’atinde affedilirken, aynı kanun maddesine göre cezalandırılmış 21 yaşındaki bir teğmenin -ki âmirine tâbi olmuştur- ağır hapis cezasını çekmeye terkedilmesi doğru olamaz.”



Yeni İstanbul, 18 Temmuz 1966.

HARBİYE’DE SOL NEŞRİYAT

Bir müddet önce Kara Harb Okulunda Ötüken, Toprak, Komünizme Karşı Türk Basını ve Dokuz Işık adlı milliyetçi mecmua ve kitapları okudukları için Harb Okulu Disiplin Kurulunca okuldan tard olunan Günal Oral, Yavuz Bilgen ve Cemil Bakan tekrar ocaklarına dönebilmek için Danıştay’da dava açmışlardır.

Bilindiği üzere, Ankara’daki Kara Harb okulunda 22 Mayıs 1966 günü, Ekrem Akis, Ferhat Ünsalan, Cemil Lâle adlı öğrenciler bazı arkadaşlarının “Turancı bir teşkilât kurduklarını” iddia etmişler ve Günal Oral, Yavuz Bilgen, Cemil Bakan,, Erhan Demirutku, Bekir Çiftçi, Cengiz Çelikbilek, Kemal Acı, Adil Tekin, Necmettin Tanbaş ve İsmet Erbil isimli öğrenciler hakkında tahkikat açılmıştı. Nezaret altına alınan öğrenciler, 2 Haziran 1966 günü Okul Kumandanı Tümgeneral Namık Kemal Ersun’un başkanlığında toplanan alay kumandanı Kur. Albay Kenan Kortan, öğretim kurulu başkanı Kur. Albay Basri Terekli, Okul Kurmay Başkanı Kur. Albay Kemal Yamak, Personel Şube müdürü Kur. Yarbay Tarık Akbulak ve Personel Binbaşı Hulûsi Çıtakoğlu’ndan kurulu disiplin heyetince sorguya çekilip cezalandırılmışlardır.

SUÇ MİLLİYETÇİ YAYINLAR

Disiplin kurulu, İç Hizmet Talimatnamesine göre, öğrencilerden Günal Oral, Yavuz Bilgen ve Cemil Bakan’ı okul kütüphanesinde bulunmayan kitapları okudukları gerekçesiyle okulla ilişiklerini kesmiş ve ilgili kanuna göre tazminat ödemeye mahkûm etmiştir. Öğrencilerden birine 28 gün oda hapsi, diğerlerine de tevbih cezası verilmiştir. Okul kütüphanesinde bulundurulmadığı için dışarıdan temin etikleri milliyetçi ve Komünizme karşı Toprak, Ötüken, Dokuz Işık ve Komünizme Karşı Türk Basını gibi eserleri okuyan ve böylece okuldaki emel ve fikir birliğini bozdukları iddiasiyle tardolunan üç genç, kararın iptali için Danıştay’da dâvâ açmışlardır.

SOL YAYINLARI OKUTULUYOR

Öte yandan yaptığımız tahkikata göre, Kara Harb Okulunda öğrencilere solcu yazarların kitaplarının okutulduğu ve talebelere tavsiye edilerek satın aldırıldığı ileri sürülmektedir. İddiaya göre Okul Alay Komutanı Kenan Kortan, öğrencilere aşırı solculardan Şevket Süreyya’nın Tek Adam ve İnönü’yü anlatan İkinci Adam isimli kitaplarını okumalarını tavsiye etmiştir. Kumandan sinema salonunda, öğrencilerin bu kitapları almaları için maaşlarından para kestirilmesini emretmiştir.

Ayrıca, okul kütüphanesinde milliyetçi yayınlardan bir tek dahi bulundurulmamakta, aksine Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Orhan Kemal adlı Mehmet Raşit Öğütçü’nün malûm kitapları dikkati çekmektedir.



Yeni İstanbul, 18 Temmuz 1966.

DR. BİLGİÇ VE SERDENGEÇTİ İÇİN AP GRUPU TAKİBAT AÇTI

Millet Meclisinde 21 Mayıs suçlularının toptan affı için muhalefet tarafından verilen önergenin oylanması sırasında, grup kararını tanımıyarak, önerge lehinde oy kullanan İstanbul Milletvekili Dr. Saadettin Bilgiç ve Antalya Milletvekili O. Yüksel Serdengeçti hakkında, AP Meclis Grup Yönetim kurulunca takibat açılmıştır.



Yeni İstanbul, 18 Temmuz 1966.

BİLGİÇ DEMİREL PAZARLIĞI

Af tasarısının AP içinde meydana getirdiği bölünmeye mâni olmak isteyen Başbakan Süleyman Demirel dün, kendisine yakın bazı milletvekilleri ile, Bilgiç ve Milliyetçi Milletvekillerine haber göndermiş, kabinedeki 6 Bakanı değiştirerek yerlerine Bilgiç ve arkadaşlarının gösterecekleri adayları alacağını söylemiştir.

Demirel’e karşı guruptaki son tutum üzerine cephe alan Bilgiç ile Milliyetçi Milletvekilleri dün kendi aralarında bir toplantı yapmışlardır. Bugün de devam edecek olan toplantıdan sonra hazırlanacak 7 maddelik bir deklarasyon muhtemelen yarın öğleden sonra Başbakan Demirel’e tevdi edilecektir. Bilgiç ve arkadaşlarının Demirel’in vermek istediği altı Bakanlığa mukabil 9 Bakanlık isteyecekleri ve deklarasyonda bu hususu da belirtecekleri tahmin ediliyor.



Son Baskı, 18 Temmuz 1966.

TÜRKEŞ: AP GENEL AF ÇIKARMAMAKLA HATA EDİYOR

Menemen’den Emel Altuğ bildiriyor

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, beraberinde Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Altınsoy, Genel İdare Kurulu Üyesi Mardin Milletvekili Rifat Baykal, Muş Milletvekili Kemal Aytaç, İzmir İl Başkanı Rıdvan Burçetin, Ankara İl Başkanı Süleyman Sürmen ve gazeteciler olduğu halde Menemen’e gelmiş, burada vatandaşlara hitaben Genel Başkan Türkeş ve Yardımcısı Altınsoy birer konuşma yapmışlardır.

Sabahın erken saatlerinde yola çıkan kafileyi, güzergâh boyunca sık sık vatandaşlar durdurmuş, CKMP genel başkanına dert ve dileklerini bildirmişlerdir.

Genel Başkan Türkeş, buradaki konuşmalarında Af konusuna değinmiş, iktidarın genel affa gitmemekle büyük hata işlediğini belirterek özetle şu konuşmayı yapmıştır:

<<Özellikle Yassıada suçlularının toptan affına gitmek ve buna karşılık 21 Mayısçıları affetmemek adaletsizlik olur, memleketin devamlı tedirginliğini teşkil eder. Diğer taraftan adi suçlar affedilirken malî ve idarî suçlar için şümullü bir af çıkarılmaması son derece isabetsiz ve haksız bir tutumdur.

Halbuki AP bir yıldan beri devamlı olarak millete af vaadinde bulunmuş ve taraftarlarından da bu vaat olumlu karşılanmıştı. İktidar partisi, meclise getirmiş olduğu af tasarısı ile sayısı mahdut, belirli kişileri faydalandırmayı hedef almıştır. Bu da AP yöneticilerinin sözlerine ne derece güvenilmediğini ortaya koymaktadır.>>

Türkeş daha sonra köylünün kalkındırılması konusuna değinmiş <<belirli merkezler etrafında köy grupları meydana getirilmesi ve böylece bütün köylerin plânlı bir şekilde modern ziraat makinaları, gübre, ilâç, sulama, okul, kooperatif, doktor ve ebe ihtiyaçlarının kısa zamanda sağlanmasının mümkün olacağını>> söylemiştir.

Türkeş, CKMP’nin köy kalkınmasını hızla başarmayı hedef alan plânının rakip partiler tarafından halka yanlış şekilde aksettirildiğini ve propagandacıların, CKMP’nin köyleri zorla birleştirmek istediği yolunda yalan ve yanlış bir şekilde aksettirdiklerini söylemiştir.



Son Baskı, 18 Temmuz 1966

TAŞER, AF VE TURAL’IN MEKTUBU KONUSUNDA DEMEÇ VERDİ

CKMP Sözcüsü ve Genel İdare Kurulu Üyesi Dündar Taşer bugün gazetemize verdiği özel demeçte, 21 Mayıs’ta ceza almış olanların affını Genel Kurmay Başkanı Cemal Tural’ın mektubu dolayısiyle Başbakan’ın önlemeye çalıştığı yolundaki söylentiler hakkında görüşlerini açıklamış ve <<Hiç bir askerin karavanasına cephe alacağı düşünülemez>> demiştir.

Taşer daha sonra özetle şunları söylemiştir:

<<Siyasi sorumluluk ve yetki hükümete aittir. Millî vicdanı etkileyen, hakkaniyet ve adalet fikrini zedeleyen bu çapta bir mes’elenin telkin ve tavsiyelerle yürütüleceğini sanmıyorum. Vaktiyle başka hükümet reisleri de tedbirlerine destek için mevhum kuvvetlerin arzularını yayarlardı. Farzı muhal bu iddialar hakikatsa, Türkiye’de Millî Hakimiyet iktidar ve demokrasi gibi prensipler inkâr edilmiş olur. Devlet idaresinde yetki ve sorumluluk eşit olarak idare makamlarına tevdi edilmiştir. Sorumsuz yetki veya yetkisiz sorumluluk Devlet mefhumu ile kabili telif değildir. bunun varlığını kabul etmek felakettir.

Büyük Millet Meclisi sırf bu iddiaları tekzip için bile olsa genel affı sağlamalı ve Türk Milletine hiç bir telkin ve tavsiyeye tabi olmadığını ilân etmelidir.>>



Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 19 Temmuz 1966.

Afyon Karahisar Milletvekili Muzaffer Özdağ’ın, Türk Devletine, Türk milletine, Türk inkılâbına, Türk Silâhlı Kuvvetlerine, Anayasa ve nizamın temel müesseselerine suikast ve Türk vatandaşlarına karşı zulüm teşkil eden tutum ve davranışlar iddiası ile Millî Savunma Bakanı hakkında Anayasanın 89 ncu maddesi uyarınca bir gensoru açılmasına dair önergesi:

Millet Meclisi Başkanlığına

Kara Harb Okulu öğrencilerinden 27 kişi Harb Okulu Askerî Mahkemesine sevkedilmiş haklarında As. C. K. nunun 54 ncü maddesi delâletiyle T.C.K. nun 141/4, 142/3 ve As. C. K. nun 79 ncu maddelerinin tatbiki istenmiştir.

Sanıklardan 15 i hakkında sabit görülmiyen suçları için kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Sanıklardan 10 u As. C. K. nun 86 ncı maddesine dayanılarak cezalandırılmaları istenmiştir.

Türk Ceza Kanununun 141/4, 142/3, 79 ve As. C. K. nun 86 ncı maddelerine göre cezalanmaları istenen iki öğrencinin dosyaları görevsizlik kararı ile Kara Kuvvetleri As. Mahkemesine gönderilmekle birlikte bu gençler okuldan çıkarılmışlardır.

Haklarında kovuşturmaya mahal olmadığına dair verilen öğrenciler için husumet devam etmiş, 27 öğrenciden 3 ü doğrudan doğruya sınıfta bırakılmış, 21 i ikmale konmuştur.

Haklarında Kara Kuvvetleri As. Mahkemesinde kovuşturma devam eden gençlerin suçlarının, iddianamede, Türkçülük duygusu taşımak olduğu iddia edilmiş, suç belgesi olarak da okul talebe gazinosunda bulunan Türklerin Orta Asya’dan çıkışlarında yol gösteren Bozkurt ve Ergenekon destanına ait tablonun fotoğrafını çekmek ve serbestçe yayınlanan bâzı dergilerde CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in üniversite gençliği için verilmiş dokuz ışık adlı matbu konferansı okumak ve taşımak olduğu gösterilmiştir.

Hâdisenin vahameti meydandadır.

1. Türkçülüğüm Anayasanın tanıdığı kamu haklarını yıkıcı cereyanlardan biri olarak gösterilmesi ve suçlama mesnedi yapılması, Türk Devletine vücut veren Türk inkılâbını, Anadolu Türk ihtilâlini, Atatürkçülüğün, 27 Mayıs Anayasasının temel ilkesi, Türk Milletinin bağımsız ve hür yaşama güç ve iradesinin kaynağı Türk milliyetçiliğine şeni bir suikasttır.

2. Türk Devletinin silâhlı teminatı Silâhlı Kuvvetlerimizin subay kaynağı Harp Okulu öğrencilerinin, Türk subayının temel vasfı, en şerefli özelliği olan Türk milliyetçilik şuurundan, Türkçülükten tecridedilmek istenmesi Türk Silahlı Kuvvetlerinin moral gücünü sabotedir.

Bu şuuru taşımakla suçlandırılan öğrencilerin okuldan çıkarılması ve sebepsiz sınıfta bırakılmaları Silâhlı Kuvvetlerimizin savaş gücünü tahriptir.

3. Türk vatandaşlarını demokratik Anayasada teminat altına alınmış olan hakları ve hürriyetleri tecavüze uğramış, kendilerine zulmedilmiştir. 4. Demokratik nizamın temel kurumlarından Anayasamızın rükünlerinden biri olan bir siyasî partiye siyasî bir suikastta bulunulmuştur.

Sorumlu Millî Savunma Bakanı hakkında Anayasamızın 89 ncu maddesi gereğince gensoru açılmasını saygı ile arz ve rica ederiz.

Afyon Karahisar
Muzaffer Özdağ


BAŞKAN – Sayın Özdağ, bu önergeniz halen derdest bulunan bir dâva ile ilgili midir?

MUZAFFER ÖZDAĞ (Afyon Karahisar) – Haklarında takipsizlik kararı verilenler içindir. Yâni dâva ile ilgili değildir.

BAŞKAN: Şu halde önergenizi bu tavzihinizle nazarı itibara alıyoruz. Bilginize sunulur. Yarınki birleşimde gündeme alınıp alınmaması hususu müzakere edilip bir karar verilecektir.



Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 21 Temmuz 1966.

Afyon Karahisar Milletvekili Muzaffer Özdağ’ın, Türk Devletine, Türk milletine, Türk inkılâbına, Türk Silâhlı Kuvvetlerine, Anayasa ve nizamın temel müesseselerine suikast ve Türk vatandaşlarına karşı zulüm teşkil eden tutum ve davranışlar iddiası ile Millî Savunma Bakanı hakkında Anayasanın 89 ncu maddesi uyarınca bir gensoru açılmasına dair önergesi:

BAŞKAN – Efendim, bu önergenin Anayasanın 132 nci maddesi muvacehesinde görüşülemiyeceğini ileri süren bir önerge gelmiştir. Önergeyi okutuyorum.

Sayın Başkanlığa

Afyon Karahisar Milletvekili Muzaffer Özdağ’ın gensoru önergesinde bahis mevzuu edilen mesele halen yargı organlarınca ele alınmış bulunmaktadır. Bundan dolayı konu bakımından Anayasanın 132 nci maddesi gereğine Yüce Meclis huzurunda görüşülmesi mümkün değildir. Gereğinin yerine getirilmesini Sayın Başkanlığa saygı ile arz ederim.

Bolu
Ahmet Çakmak

BAŞKAN – Efendim, önerge üzerinde bir mütalâa var mı?

MUZAFFER ÖZDAĞ (Afyon Karahisar) – Var Sayın Başkan, aleyhinde.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Özdağ.

MUZAFFER ÖZDAĞ (Afyon Karahisar) – Sayın Başkan, aziz milletvekilleri; önergemizi Yüce Huzurunuza arz ederken Anayasanın 132 nci maddesini bilmekteydik ve o günkü gündemle görevli Sayın Başkana, kovuşturma devam eden kısım için değil, onun dışında kalan fiiller ve davranışlar için gensoru açılmasını istediğimizi açıklamıştık. Görüşümüzde ısrar ediyoruz. Kanaatlerimizi delilleriyle açıkladığımız zaman haklı olduğumuz görülecektir.

Hürmetlerimle

BAŞKAN – Lehinde, buyurun Sayın Çakmak.

AHMET ÇAKMAK (Bolu) – Sayın Başkan, muhterem arkadaşlarım; gensoru mevzuu bir hâdise ile ilgilidir. Bu hâdise de, sayın önerge sahibinin söylediği gibi, bir kısmı hakkında ademi takip verilenler vardır, onlar üzerinde görüşme yapalım, derler. Halbuki hâdise bir bütün teşkil etmektedir. Kaldı ki, ademitakip kararı derecattan da geçmemiştir. Daha ileride üst kumandanlıklar, üst adlî amirler tarafından tekrar gözden geçirilmesi istenebilir. Bu bakımdan halen 12 kişi mahkemeye verilmiş olduğu için de Anayasanın 132 nci maddesinin 3 ncü bendinde yazılı olduğu üzere bu hâdise hakkında Yüce Mecliste görüşme yapılamaz, beyanda bulunulamaz. Bu bakımdan Muhterem Heyetinizin durumu nazarı itibara alarak önergenin görüşülmemesi hususunda rey kullanmanızı istirham ederim. Saygılarımla

MUZAFFER ÖZDAĞ (Afyon Karahisar) – Sayın Başkan, aziz milletvekilleri; huzurunuza getirdiğimiz olay, gensoru açılmasını istediğimiz olay, basit bir disiplin hâdisesi değildir. Mahkemede, takip altında bulunan bir fiille, bir olayla ilgili değildir. Bir tek partinin veya bir milletvekilinin ilgili bulunduğu bir hâdise değildir. Yüce Meclisin tümü ile, rejimimizin temeli ile ilgilidir. Yüce Meclisin tümü ile, demokrasimizin sıhhatiyle ilgilidir. Harb Okulu Kumandanı politika yapmıştır. Bunu huzurunuza getireceğiz. Olayın tamamen dışında cereyan eden müstakil davranışlar, şahısları tahkire ve tezyife yönelen davranışlar vardır. Bunu huzurunuza getireceğiz.

Türk vatandaşına zulüm vardır, inkılâbın temel prensiplerine hiyanet vardır, Bunu huzurunuza getireceğiz.

Munhasıran yargılamanın devam ettiği bir fiil, durum için değildir, esasa girme halinde değiliz.

Daha evvel de Yüce Huzurunuzda meselenin iki yönünü birbirinden tamamen ayırdettik ve ifade ettik. Önerge sahibi aziz arkadaşımızın endişelerini biliyoruz. Anayasanın hükmünü biliyoruz. Ama söylediğim vuzuh, açıklık içinde beyan etmek isterim, legal bir siyasî partiye, yani nizamnamemizin temel unsurlarından birine ki, bu her hangi bir parti olabilir, Anayasanın temel hükümlerine, Türk inkılâbının temel kıymet hükümlerine karşı belki gafletten, belki kasıttan doğan zararlı davranışlar vardır. Bunu önünüze getirdiğimiz zaman görmüş olacaksınız. Bu noktadaki gecikme de ayrı bir zarar sebebidir. Başlangıçta da arz ettiğim gibi bir tek milletvekili ile, bir siyasî parti ile ilgili değildir. Bu Yüce Mecliste temsil edilen bütün siyasî teşekküllerle, rejimimizin temelleriyle, nihayet Yüce Başkumandanın ve Aziz Meclisin şahsiyetiyle ilgili bir hâdisedir. Eğer görüşmeye imkân verirseniz, bütün delilleriyle bunu huzurunuza arz etmek, getirmek imkânını bulacağız.

Tekrar hürmetlerimi arz ederim.

BAŞKAN – Sayın Çakmak; şimdi önergenizi oya sunacağım. Önergeniz tasvip görmezse Sayın Özdağ’ın önergesi görüşülecektir. Fakat önergeniz Yüce heyetçe kabul edilirse, bu önergede bir sarahat olmadığı için, Sayın Özdağ’ın önergesi muallâkta kalmış olacaktır. Halbuki evvelce emsali hâdiselerde Anayasa Komisyonuna havale edilmesi talebedilmiştir. Siz bunu talebediyor musunuz? Önergenizi tavzih ediyor musunuz?

AHMET ÇAKMAK (Bolu) – Ediyorum.

BAŞKAN- Evet. Muhterem arkadaşlarım duruma muttali oldunuz. Şimdi Sayın Ahmet Çakmak’ın, Sayın Muzaffer Özdağ’ın önergesinin Anayasanın 132 nci maddesi muvacehesinde görüşülemiyeceğini teklif eden, ileri süren önergesini oyunuza sunuyorum. Kabul edenler. Anayasa Komisyonuna havale edilmek kaydiyle. Kabul etmiyenler… Kabul edilmiştir efendim. Sayın Özdağ’ın önergesi Anayasa Komisyonuna havale edilecektir.


Son Baskı, 19 Temmuz 1966.

TÜRKEŞ: 21 MAYISÇILARI AFFETTİRMEK İÇİN HER GAYRETİ GÖSTERECEĞİZ

Uşak’tan Emel Aktuğ bildiriyor

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, beraberinde Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Altınsoy, CKMP Muş Milletvekili Kemal Aytaç ve gazeteciler olduğu halde bugün Uşak’a gelmiş ve Uşaklılara hitaben yaptığı konuşmada <<Toptan affedilmeyen 21 Mayıs Hükümlüleri, ziraat işçileri ve Kerkük Türkleri>> konusuna değinmiş, hükümetin tutumunu tenkid etmiştir.

<<21 Mayıs hükümlülerinin toptan affa sokulmamaları iktidar için hazin bir davranıştır. Aklı başında olan hiçbir devlet adamı göz göre göre böyle bir adaletsizliği icra edemezdi.

Ortada iki ihtimal vardır. Başbakan ya bir tehdit karşısında kalmıştır. Bu tehdide boyun eğerek bu davranışta bulunmuş, veya bile bile TCK nun 146. maddesi ile cezalanmış vatandaşların bir kısmını toptan affedip diğerlerini toptan affetmeme adaletsizliğine gitmiştir.

Bu her iki ihtimal de bir Başbakan için büyük bir kusurdur.

Bu meseleyi devamlı takip edeceğiz ve eşitsizliği düzeltmek için her türlü gayreti göstereceğiz.>>

KERKÜK MESELESİ

CKMP Genel Başkanı Türkeş, bu arada son zamanlardaki dış münasebetlerimize değinerek, <<Dost ve kardeş Irak Başbakanının memleketimizi ziyareti bizi çok sevindirmiştir. Ancak hükümetimizle dost hükümet başkanı arasında neler görüşüldüğünü henüz öğrenmiş değiliz. Gazete havadislerinden edindiğimiz bilgilere göre, Irak anayasası yeniden düzenlenecektir. Bu işleme gidilirken Lozan andlaşması gereğince Kerkük bölgesinde yaşayan Türklerin varlıklarının anayasaya kaydedilerek onların kültürel ve sosyal haklarının da sağlanması gerektir. Sayıları 1 milyonu aşan Irak Türkleri Irak hükümetine daima sadık kalmışlar, ve beliren her tehlikede Irak devletine canla başla hizmet etmişlerdir. Kerkük Türklerine kültürel ve sosyal haklarının verilmesi, dostumuz ve kardeşimiz Irak için hiçbir mahzur yaratmadığı gibi aksine Türklerin şükran ve memnuniyetini sağlamakla çok şeyler elde ederler. Hükümetimizin Kerkük’teki masûm kardeşlerimize meşru haklarının verilmesi için gerekli teşebbüsü yapmasını bekliyor ve istiyoruz..>> demiştir.



Son Baskı, 21 Temmuz 1966.

TÜRKEŞ SABAHA KARŞI ANKARA’YA DÖNDÜ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve beraberindekiler, 16 Temmuz Cumartesi günü çıktıkları Ege seyahatinden bugün sabaha karşı, Ankara’ya dönmüşlerdir.

Türkeş ve beraberindekiler, İzmir il kongresinde hazır bulunduktan sonra İzmir’in ilçelerini dolaşmışlar, yol boyunca vatandaşların dert ve dileklerini dinlemişlerdir.

Uşak ve Afyon’a da uğrayan CKMP lideri buralarda teşkilâtla temaslar yaptıktan sonra bugün sabaha karşı, Ankara’ya dönmüşlerdir.



Son Baskı, Vatan, 21 Temmuz 1966.

CKMP’NİN <<AF>>LA İLGİLİ BİLDİRİSİ

CKMP Sözcüsü ve Genel İdare Kurulu Üyesi Dündar Taşer bugün Af konusunda bir demeç vermiştir. Taşer’in demeci aynen şöyledir:

<<AP’lilerin Başbakanı, noksan bir af tasarısını Meclisten geçirerek bir zafer kazanmıştır.
AP’lilerin Başbakanı, kendi inancında olmayanlara, kendi düşüncesinde olmayanlara, kendi menşeinde olmayanlara karşı bir zafer kazanmıştır.
AP’lilerin Başbakanı, hakkaniyete, müsavata, Adalete karşı bir zafer kazanmıştır.
AP’lilerin Başbakanı, vicdana, sevgiye, barışa karşı bir zafer kazanmıştır.
AP’lilerin Başbakanı, her şeye rağmen korunmuş vekârlara karşı bir zafer kazanmıştır.

Bu zafer, tereddüdün cesarete karşı zaferidir.
Tebrike, bu zafer değer değildir.
Zira bu zafer, zafer değildir.>>



Tercüman, Kadircan Kaflı, 21 Temmuz 1966.

HARP OKULUNDA NELER OLUYOR?

22 Mayıs 1966 günü Harp Okulundan üç öğrenci oradaki sorumlulardan birine ihbarda bulunmuşlar:

- Okulda Turancı teşkilât var.

Demişler ve güya bu teşkilâtı kurdukları iddia ettikleri on kişinin isimlerini vermişler.

Hemen soruşturma başlamış, bahis konusu on kişi hakkında koğuşturma kararı alınmış, 2 Haziran günü okul kumandanının başkanlığında disiplin kurulu toplanmış, durumu incelemişler, ihbar edilen on öğrenciden üçünün okulla ilişkileri kesilmiş, diğerlerine de galiba ufak tefek disiplin cezaları verilmiş.

Okulla ilişkileri kesilen ve tazminat ödemeleri kararlaşan üç öğrenci haksızlığa uğradıklarını belirterek Danıştaya başvurmuşlar. Bakalım Danıştay ne diyecek?

Bu olayı İstanbul’da çıkan bir gazete bütün ayrıntılariyle ve olayla ilgili olanların isimleriyle açıkladı. Şaştım ve irkildim.

Genç subay adaylarının okuldan çıkarılmalarının sebebi ne imiş biliyor musunuz?

Ötüken, Toprak, komünizme karşı Türk basını ve Dokuz Işık isimli dergi ve broşürleri okuyorlarmış, bunlar okul kitaplığına sokulmazmış, okul kitaplığına sokulmayan neşriyatı okumak ise öğrencilere yasakmış!

Bahis konusu dergiler milliyetçi, vatansever, komünizm tehlikesini belirten eserlerdir; zararlı değil, faydalıdır, hele gençliğin okuması lâzımdır. Atatürk’ün <<Komünizm Türk Milleti için en büyük tehlikedir ve görüldüğü yerde ezilmelidir>> şeklindeki tavsiyesine uygundur. Demek ki Atatürk’ün gençliğe <<Oku!>> dediği yazılardır. Bunların okunmasını suç saymak bizzat Atatürk’e karşı olmak değil midir?

Bugünkü Harp Okulu öğrencilerinin ve yarınki subaylarının <<Atatürk’e karşı>> ve komünizme eğilimli olarak yetişmelerine mi çalışılıyor?

Bu şüphe dayanıksız değildir, çünkü milliyetçi dergiler ve eserler okul kitaplığına sokulmazken aynı kitaplığa meşhur solculardan Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Mehmet Raşit Öğütçü gibi ve bir kısmı Rusyadaki yazarlar birliği kongresine katılan kişilerin eserleri rahatça yerleşiyormuş!

Turancı demek esir Türklerin de Türkiye Türkleri gibi hürriyetlerine kavuşmalarını isteyen demektir; demokratik idareye bağlı, millî iradeye saygılı olmak ve diktatörlük gütmemek şartiyle Turancılık hem millî hem insanî bir inançtır.

Biz Harp Okulunun başındaki şerefli subayların dalâlet içinde olduklarına ihtimal vermek istemiyoruz. Bununla beraber yazılanların doğru olup olmadığını anlamak ihtiyacından da kendimizi kurtaramıyoruz, zira komünizme karşı en çetin kalenin Türk ordusu olduğuna inanıyoruz.

Bundan başka meşhur bir solcunun kendi açısından yazdığı <<Tek Adam>> ve <<İkinci Adam>> isimli eserlerin okunması için Harp Okulu öğrencilerinin zorlandığı da yazılmıştır. Yakın tarihimiz hakkında tarafsız veya milliyetçi görüşle yazılmış eser yok mudur?

Genel Kurmay Başkanı Sayın Cemal Tural’ın bu konuya el koymasını ve incelemesini, lütfen milletimizi aydınlatmasını rica ediyoruz.



Son Baskı, 21 Temmuz 1966.

ÖZDAĞ: HARBOKULU ÖĞRENCİLERİNİ MİLLİYETÇİ OLDUKLARI İÇİN SUÇLAMAK SUÇTUR!.

CKMP Afyon Milletvekili ve Genel Sekreter Yardımcısı Muzaffer Özdağ, Harbolukundan çıkarılan üç öğrenci ve sınıfta bırakılan diğer öğrencilerle ilgili olarak Millet Meclisi Başkanlığına verdiği gensoru önergesi konusunda bugün gazetemize verdiği özel demeçte şunları söylemiştir:

<<Harbokulundan bazı öğrenciler tutuklanmış, bu tutuklanan öğrencilerden bazıları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş, haklarında takibat devam eden öğrencilerden üçü okuldan çıkarılmış, serbest bırakılanların üçü sınıfta bırakılmış, diğerleri ikmale konulmuştur.

TÜRKEŞ’İN KİTABINI OKUYORLAR DİYE

Mesele, okulun iç disiplinini ilgilendiren, askerî itaat ve inkiyatı bozan fiillerden doğmuş bir durum olsa idi, söylenecek sözümüz olmazdı.

Biz meseleye basın yoluyla muttali olduk ve resmî belgeler üzerinde bu talihsiz öğrencilere isnat edilen kusurları, suçlamaları öğrendik. Bu gençler, her tarafta serbestçe yayınlanan, Meclis kütüphanemizde de periyodik olarak bulunan bazı dergilerle, Genel Başkan Alparslan Türkeş’in kitapçılarda bulunan bir matbu konferansını okumuşlar, mes’uller, resmî belgeler üzerinde, bu gençleri Türkçülük duygusu taşımak, milliyetçi olmak, aşırı sağcı bir siyasî teşekküle ve onun liderine sempati duymak, bu dergi ve kitapları okumak suretiyle arkadaşlarını zehirlemekle suçlamışlardır.

MESELE VAHİMDİR

Durumun vehâmeti açıktır. Türk Silâhlı Kuvvetleri milletin silâhlı özüdür. Hür yaşama iradesidir. Silâhlı kuvvetler millîdir, milletin tümünün hizmetindedir, partiler dışı ve üstüdür. Herhangi bir siyasî teşekkülü tercih edemezler, herhangi bir siyasî teşekküle husumette bulunamazlar.

Mecliste temsil edilen, Yeni Anayasa’ya temel olan fikirleri vermiş, Yeni Anayasa’nın müesseselerini kurmuş bir siyasî partiye ve o partinin liderine, mesnetsiz suçlamalarda bulunmak, serbestçe yayınlanan, Anayasa’dan mülhem bir kitabı bir suç belgesi olarak göstermek suçtur.

Diğer taraftan daha vahim gördüğümüz bir durum da şudur:

Aynı resmî belgeler üzerinde, Türkçülük yani Türk Milliyetçiliği, zararlı bir cereyan olarak gösterilmektedir. Türk Milliyetçiliği, Türk inkılâbının, Türk Devletinin temel ilkesidir. Türk Milletinin hayal gücüdür. Yeni Anayasa’nın da ruhudur. Bu umdeyi tezyif veya inkâr, gafletten de öte bir mânâ taşır. Bu gaflet görevliler tarafından yapılırsa suç olur.

MUSTAFA KEMAL HEYECANI

Masum ve yurtsever Türk gençleri, Harbokulundan, Mustafa Kemal’in gençlik çağının, gençlik heyecanlarını taşıdıkları için çıkarılmışlar, haklarında hiçbir suçlama belgesi bulunmayanlar da sınıfta bırakılmışlardır.

Bu hâl, Silâhlı Kuvvetlerin maddî ve manevî gücünü sabotedir. Vatandaşlık haklarına açık bir tecavüz ve zulümdür.

CKMP, Mecliste temsil edilen bütün siyasî teşekküllerin, Türk Milliyetçiliğini yani Türkçülüğü, Türkiye Devletinin hayat umdesi kabul edeceğine ve mes’ulleri haksız, ölçüsüz, kanunsuz ve idraksiz davranışları sebebiyle kusurlu göreceğine inanmaktadır.>>



Haber, 22 Temmuz 1966.

MUZAFFER ÖZDAĞ: GÖREVLİLERİN GAFLETİ SUÇ OLUR

CKMP Afyon Milletvekili ve Genel Sekreter Yardımcısı Muzaffer Özdağ, Harp Okulundan çıkarılan üç öğrenci ve sınıfta bırakılan diğer öğrencilerle ilgili olarak Millet Meclisi Başkanlığına verdiği gensoru önergesi ile ilgili olarak dün gazetemize verdiği özel demeçte şunları söylemiştir: “Harp Okulunda bazı öğrenciler tutuklanmış, bu tutuklanan öğrencilerden bazıları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş, haklarında takibat devam eden öğrencilerden üçü okuldan çıkarılmış, serbest bırakılanların üçü sınıfta bırakılmış, diğerleri ikmale kalmıştır.

TÜRKEŞ’İN KİTABINI OKUYORLAR DİYE

Mesele okulun iç disiplinini ilgilendiren askeri itaat ve inkiyatı çözen fiillerden doğmuş bir durum olsaydı, söylenecek sözümüz olmazdı, biz meseleye Basın yoluyla muttali oldu ve resmi belgeler üzerinde bu talihsiz öğrencilere isnat edilen kusurları, suçlamaları öğrendik. Bu gençler her tarafta serbestçe yayınlanan, Meclis kütüphanesinde periyodik olarak bulunan bazı dergilerle, Genel Başkan Alparslan Türkeş’in kitapçılarda bulunan bir matbu konferansını okumuşlar, mesuller resmi belgeler üzerinde, bu gençleri Türkçülük duygusu taşımak, milliyetçi olmak, aşırı sağcı bir siyasî teşekküle ve onun liderine sempati durmak, bu dergi ve kitapları okumak suretiyle arkadaşlarını zehirlemekle suçlamışlardır.

MESELE VAHİMDİR

Durumun vehameti açıktır. Türk Silâhlı Kuvvetleri milletin silâhı ve özüdür, hür yaşama iradesidir. Silâhlı Kuvvetler millîdir, milletin bütününün hizmetindedir. Partiler dışı, üstüdür. Herhangi bir siyasî teşekkülü tercih edemezler, herhangi bir siyasî teşekküle husumette bulunamazlar.

Mecliste temsil edilen, yeni Anayasaya temel olan fikirleri almış, yeni Anayasanın müesseselerini kurmuş bir siyasî partiye ve o partinin liderine mesnetsiz suçlamalarda bulunmak, serbestçe yayınlanan Anayasadan mülhem bir kitabı bir suç belgesi olarak göstermek suçtur. Diğer taraftan, daha vahim gördüğümüz bir durum da şudur: Aynı resmi belgeler üzerinde Türkçülük, yani Türk milliyetçiliği zararlı bir cereyan olarak gösterilmektedir. Türk milliyetçiliği, Türk inkılâbının, Türk devletinin temel ilkesidir. Türk milletinin hayat gücüdür. Yeni Anayasanın da ruhudur. Bu umdeyi tezyif veya inkâr gafletten de öte bir mânâ taşır. Bu gaflet görevliler tarafından yapılırsa suç olur.

MUSTAFA KEMAL’İN HEYECANI

Masum ve yurtsever Türk gençleri Harp Okulundan Mustafa Kemal’in gençlik çağının gençlik heyecanlarını taşıdıkları için çıkarılmışlar, haklarında hiç bir suçlama belgesi bulunmayanlarsa sınıfta bırakılmışlardır.

Bu hal Silâhlı Kuvvetlerin maddî ve manevî gücünü sabotedir. Vatandaşlık haklarına açık bir tecavüz ve zulümdür.

CKMP Mecliste temsil edilen bütün siyasî teşekküllerin Türk milliyetçiliğini yani Türkçülüğü, Türkiye devletinin hayat umdesi kabul edeceğine ve mesulleri haksız, ölçüsüz, kanunsuz ve idraksiz davranışları sebebiyle kusurlu göreceğine inanmaktadır.”



Akşam, 22 Temmuz 1966.

ÖZDAĞ: <<HARPOKULU KOMUTANI POLİTİKA YAPIYOR>>

CKMP Milletvekili Muzaffer Özdağ dün Millet Meclisinde, Kara Harp Okulundan çıkarılan öğrencilere karşı hükûmetin tutumu hakkında gensoru açılmasını istemiş ve <<Biz harp okulu komutanının politika yaptığını göstereceğiz, bir siyasî partiye suikast düzenlendiğini ifade edeceğiz>> demiştir.

Bazı milliyetçi yayınlar izledikleri için ordudan çıkarılan ve mahkemeye verilen öğrencilere karşı hükûmetin tutumu hakkında gensoru isteyen Özdağ’ın önergesi görüşülmüş ve komisyona havale edilmiştir.



Son Baskı, 23 Temmuz 1966.

KAPLAN, HÜKÜMETİ SUÇLADI

CKMP Genel Sekreteri Mustafa Kaplan bugün basına bir demeç vererek çeşitli memleket sorunlarına temas etmiş, Türkiye’nin büyük problemlerle karşı karşıya bulunduğunu belirterek hükümeti memleketin önemli meseleleri ile uğraşacağı yerde <<Günlük polemikler>> içinde bulunmakla itham etmiştir.

Kaplan, bu arada af konusuna da değinmiş, <<Eşitlik ve genellik prensiplerini ihlâl ile çıkartılan af kanunu toplumda yeni yaralar açmak istidadını göstermektedir.>> demiştir. …



Son Baskı, 24 Temmuz 1966.

CKMP memurların mağduriyeti gerekçesiyle karar aldı: Hükûmet hakkında gensoru açılmalıdır.

CKMP Türkiye Büyük Millet Meclisi Birleşik Kurulu bugün yaptığı toplantıdan sonra bir tebliğ neşrederek aynen şöyle denilmektedir:

<<1- Birleşik Grup AP Hükûmeti hakkında Devlet Personel Kanununun uygulanmasındaki ihmali yetersizliği, yüzbinlerce memurun mağduriyetine yol açan tutumu sebebiyle Anayasanın 89. maddesi gereğince gensoru açılmasını istemeğe karar vermiştir.

2- Af Kanunu Tasarısının Millet Meclisinden çıkan şekli gayrî kâfi ve gayri adildir. CKMP iktidarın af konusundaki tutumunu zaitlerine aykırı adalet ve samimiyet ölçülerinde bulmuştur.

Türk Siyasî ve İçtimaî hayatında bir beyaz sayfa açılmasını arzu eden ve bunu temine çalışan CKMP, sevgi ve şefkatin esirgenmeksizin her talihsizi kapsamasını, her suçlu ve her suç için affı, genel affı istemiştir.

Af Tasarısı üzerindeki görüşmeler Senato Komisyonlarında devam etmektedir.

CKMP görüşlerini yasanın ve içtüzüğün imkânlarını kullanarak savunmağa devam edecektir. Muhalefeti kendi görüşüne birleştiren CKMP, iktidarın da adalete ve basirete döneceğini ümir eder.>>

CKMP Aydın Milletvekili Reşat Özarda da bugün Millet Meclisi Başkanlığına bir önerge vererek, <<Devlet Memurları kanununu 1.3.1966 dan itibaren getirmemiş olan Hükûmet hakkında Anayasa’nın 89. maddesi gereğince gensoru açılmasını>> talep etmiştir.



Son Baskı, 26 Temmuz 1966.

Özdağ, Batı Trakya’daki baskı ve şiddet hareketlerine karşı, ciddi tedbir istedi



Son Baskı, 27 Temmuz 1966.

Esin: Felsefede toplumcu ve milliyetçi, metotta ise radikaliz

CKMP Genel Başkan Yardımcısı Numan Esin, TMTF nin davetlisi olarak bir süredir yurdumuzda bulunan Kanada Yüksel Tahsil öğrenci grubu’nun, parti Genel Merkezlerini ziyaretleri sebebiyle şunları söylemiştir:

<<Türkiye az gelişmiş ülkelerden birisi olmakla beraber, gelişme gücünde ve kabiliyetindedir. Fantazilerden uzak, gerçekçi ve radikal tutumla Türkiye’nin kısa zamanda ileri ekonomik ve sosyal bünyeye kavuşturulması bizim hedefimizdir. Felsefesinde Milliyetçi toplumcu olan CKMP, metotta radikaldir. CKMP, büyük siyasî partilerimiz arasında, uzun yıllar mücadele ederek, siyasî hayatımızda şerefli yerini iktisap etmiştir. 1965 seçimlerinden biraz önce, parti, gerek yönetici kadrosunda gerekse programında büyük operasyon geçiriş ve yeni şartlara uyarak bir başka tarzda misyonuna hazırlanmaktadır. Biz şartları da gözeterek hızla gelişen büyük kütle partisi olmaktan çok, sağlam taraftarlarımızı arttırarak gelişmek kararında ve istidadındadır.>>



Son Baskı, 29 Temmuz 1966.

Özdağ basın toplantısı yaptı: Rejim ve yurt için ciddi tehlikeler vardır

CKMP Hükûmetin yanlış Kıbrıs politikası konusunda bir gensoru önergesi hazırladı.



Son Baskı, 31 Temmuz 1966.

CKMP Çankaya İlçe Kongresi’nde konuşan Özdağ: Pahalılık, fakir halka ihanettir

Özdağ af ve milliyetçilik konularına da temas etti

CKMP Çankaya İlçe kongresinde bugün bir konuşma yapan Genel Sekreter Yardımcısı ve Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ <<Kömür fiyatlarının artmasını fakir halka ihanet telâkki ediyoruz, fiyat pahalılığı sıhhat alâmeti değildir>> demiştir.

<<CKMP’nin temel umdesi, Türk Milliyetçiliğidir. Milliyetçilik Türkiye Devletinin, Türk milletinin hayat umdesi, Türk halkının yaşama gücüdür. Bizim anladığımız milliyetçilik Türk milletini kendi özdeğeriyle hür, bağımsız ve güçlü yaşatma ülküsüdür. Türk Milliyetçiliği barışçı, antiemperyalist, medeniyetçi bir dünya görüşüdür. Türk Milliyetçiliği halkçıdır ve Türkçüdür. Vatandaşı kutsal bilir. Biz böyle bir milliyetçilik anlayışının bütün siyasî teşekküllere hakim olmasını, bu ruhta bütün teşekküllerimizin ittifak etmesini bekliyoruz. Bu ölçüler dışındaki milliyetçiliği, milliyetçilik olarak kabul etmiyoruz. Biz Türk milliyetçiliğini reddeden her ideolojiye karşıyız. Halkçı ve medeniyetçiyiz. Tutucu, burjuva milliyetçiliğine karşıyız. CKMP Genel bir affı siyasî bir içtimaî huzurun başarısının ve işbirliğinin temeli saymıştır. Türk siyasî ve içtimaî hayatında beyaz bir sayfa açılmasını istemiştir. Bu görüşümüz her partiden idrak ve insaf sahiplerince tasvip görmüştür. İktidarda da bu anlayışın hakim olmasını diliyoruz.>>

FİKRÎ VE SİYASÎ SUÇLAR

<<CKMP fikrî ve siyasî suçlar arasında fark gözetilmemesini, hepsinin affa layık görülmesini istemiştir. Bunun yanında 163/1 sanık ve hükümlülerinin de af ve atifet görmesini istiyoruz.

Seçim öncesi çok farklı bir davranış içinde bulunan iktidar bu teklifimize iltifat etmemiş, inanç suçlularını hürriyete lâyık görmemiştir. Bunu samimiyetsizlik olarak tescil ediyoruz. CKMP, din ve dinde kutsal bilinen varlıkların siyasî gayelerle istismar edilmesini reddeder. Biz CKMP olarak 163/1 i bu affın kapsamına alınması için önerge vermiştik. Bazı AP milletvekilleri de bunu destekleyeceklerini vaadetmişlerdi. Fakat oylama sırasında bizi yalnız bıraktılar.>>



Babıâlide Sabah, Nevzat Turan, 31 Temmuz 1966.

ALBAY’IM YATAKLAR SENİN İÇİN DEĞİL

CKMP Lideri Dün Hasta Halde Kıbrıs İçin Özel Beyanat Verdi

<<Siz nasıl iseniz, öyle idare edilirsiniz.>>

Bu asırlar ötesinden ebediyete, ebedî gerçeği haykıran muhteşem bir hadîs-i şeriftir.

<<Aziz milletimin bir gün lâyık olduğu idareye kavuşacağına imanım var.>> dediğini hatırlıyor ve idare etmek iddiasında olan bir parti liderini ziyarete gidiyorum.

<<- Geçmiş olsun albayım.>>
<<- Teşekkür ederim Turan.>>

Bir kenara ilişiyorum.

* * *

Biz gazeteciler zaman zaman gerçekten pek saygısız olup, münasebetsizce işler yaparız. Yahut hareketlerimizin dış görünüşü böyle değerlendirilir.

Söz gelişi, hastahanede ziyaretine gidilen birine -bu bir siyasî partinin lideri de ola ve o günlerde politika pek hareketli de olsa- politika üstüne soru sorulmaz, Af konusunda ne düşünüyorsunuz, denilmez. Ama gazetecinin görevi, okuyucunun bilmek istediğini bildiği konuları, bilmek ve yazmaktır. Bunun için de bir şeyler yapar ve saygısızlık yapmış olursa, bunu da okuyucunun bilmek arzusuna bağlar…

* * *

Kıbrıs’ta anayasa düzeni (!) çiğneniyor, yeni bir tedhiş ve katliam hareketinin kıpırdanışları var. Rumlar Enosis’e doğru emin adımlarla ilerliyorlar. Gün geliyor köstebekin yol alışı gibi, gün geliyor koşar adım, onbeş bin Yunan askerinin desteğinde, Rumlar silâhlı, Rumlar teşkilâtlı devlet kurmuş post kavgası yapıyorlar. Rumların umurunda mı Barış Gücü, Birleşmiş Milletler… <<Kıbrıs bizim canımız, feda olsun kanımız>> siyasilerimizin mahareti ile biz bu işi halledeceğiz>> Kıbrıslı soydaşlarımızın hakları garantiye alınacaktır.>> Bir nota bir daha, olmadıysa tuzunu biberini artırıp bir nota daha… Biz can vermesini, bir şey için ölmesini çoktan unutmuşuz… Kıbrıs, sevgili vatanımızın bir parçasıdır, diyoruz. Utanmıyoruz da…

Türkeş’in bu konudaki fikirleri realist, açık ve kesindi. Kuvvet temeline dayanmayan bir politika, mağlûp olmaya mahkûmdur. Sorumu yine bu açıdan cevaplandırıyor:

<<- Görüşlerimizi müteaddit defalar ortaya koyduk. Hâdiseler bizi haklı çıkarıyor, gizli ikili görüşmelerin bir fayda sağlamıyacağını söylemiş ve Kıbrıs meselesinin Türk görüşüne uygun bir çözüme bağlanabilmesi için Yunanlıların adaya göndermiş oldukları onbeş bin Yunan askeri kadar Türk askerinin adaya çıkarılması şarttır.

Eğer, şu kadar asırlık düşmanın ve sana çoktan ilgisiz bir dünyanın, senin efendiliğin (!) karşısında merhamete gelip hakkını teslim edeceğine inanıyorsanız, haklısınız: Adada kuvvetli olmaya lüzum yok.>>

* * *

Günün en aktüel konularından biri de Af olduğuna göre, -şu sıralarda muhalefet Senato’da obstrüksiyon yapıyor ve ekseriyet temin edilemediği için Af Kanunu tasarısı görüşülemiyor. Fazla rahatsız etmeden, bunu da sorup, çıkayım dedim:

<<- Ne genel seçimlerden önce, ne de seçimler sırasında, af konusunu bir propaganda vesilesi yapmadık. İktidar partisi hem genel seçimlerden çok önce, hem seçimler sırasında, kazandıkları takdirde af ilân edeceklerini vaadetmişlerdir. Daha sonra affın şumülünü çok dar tutmakla hatalı hareket etmiş oldular. Hükûmet tasarısı ilân edilir edilmez, Ankara Cezaevinde ayaklanmalar olmuş ve üç vatandaşımız hayatlarını kaybetmişlerdir. Bu suretle hükûmet kısa görüşlü tutumu ile, memlekete huzur getirecek yerde daha ilk anda tedirginliklere yol açmış oldu. Biz genel seçimlerden sonra Türk milletinin iradesine hürmetkâr olarak AP iktidarının başarıya ulaşması için elimizden gelen gayreti gösterdik. Bu arada af konusunda da başta Sayın Demirel olmak üzere iktidarın ileri gelenlerine tavsiyelerde bulunduk, doğru yolu göstermeye çalıştık. Politika anlayışları olgun olmaktan henüz çok uzaktır.>>

Bugün Af Kanununu çıkmaza götüren daha çok 21 Mayıs hükümlülerinin durumu idi. Acaba bu konuda ne diyordu?

<<- 146. Madde hükmüne göre ceza görmüş olan 27 Mayıs hükümlüleri ile 21 Mayıs suçlularını farklı işleme tâbi tutmak ise büsbütün hatadır. Ve bu hata muhalifleri tarafından daima, haklı olarak yıpratıcı bir araç olarak kullanılabilecektir.>>

* * *

İşçi Sigortalılarının Dışkapıdaki hastanesinden çıktım. Ben hastahaneden hoşlanmam. Allah kimseyi düşürmesin, yatanlara âcil şifalar ihsan eylesin. Ne tarafı olursa olsun, o donuk soğuk beyazın hâkimiyeti hiç de iç açıcı değildir. Ne var ki insanız işte. Hepimizin başı bir gün yastığa düşebilir. Hattâ bazı kimseler vardır ki, hep yatakta görmeye alışmışızdır, ayaka kalktılar mı, bayağı garipseriz, ama…

<<- Albayım yataklar sizin için değil. Sözün doğrusu bu.>>

Ziyaret mülâkat boyunca buz sözü düşündüm, ama söyleyemedim. Şimdi size yazıyorum.

* CKMP Lideri Alparslan Türkeş hasta yatağında, <<Kıbrıs, her gün içimizde bir başka sızı doğuruyor.>> derken görülmekte.



Milliyet, 1 Ağustos 1966.

Türkeş Malta Hummasına Tutuldu

CKMP Genel Başkanı Türkeş’in mikrobik bir hastalık olan Malta hummasına yakalandığı bildirilmektedir. Sosyal Sigortalar Başhekim Yardımcısı Dr. İhsan Şahinalp Türkeş’in <<Sinirlerinin bozulduğu>> haberlerini doğrulamamış, ve şunları söylemiştir:

<<Türkeş’in yakalandığı hastalık, genellikle sütlerden geçmektedir. Hastalık kontrol altına alınmıştır. 4-5 gün daha hastahanede kalacak ve tedaviye evde devam edilecektir. Hastalık sâri değildir.



Son Baskı, 3 Ağustos 1966.

ALPARSLAN TÜRKEŞ GAZETEMİZE ÖZEL DEMEÇ VERDİ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş bugün gazetemize özel bir demeç vermiş, şunları söylemiştir:

<<Memleketimizde bugün çeşitli partilere ve gruplara mensup devlet adamları arasında sürdürülmekte olan mücadele şekli demokratik ruha çok aykırı ve memleket menfaatlerine de zararlı bir usuldür. Devlet İdaresi, vakûr, ağır başlı ve uzak görüşlü çalışmaları gerektiren yüksek bir iştir.

Hergün yerli yersiz konuşmak, beyanlarda bulunmak, hislerin tesiri altında çıkışlar yapmak felâket ve ızdırapların başlıca sebebi olur.

Başbakan Sayın Demirel’in son beyanları ile ona karşı cephe alanların yapmış oldukları çıkışlar, her yönden tenkit edilecek durumdadır.

27 Mayıs hiç bir zümrenin istismar vasıtası değildir. Ve olmamalıdır. 27 Mayıs bütün Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ve Büyük Türk Milletinin eseridir. Onun bu vasfına gölge düşürecek her davranış ve her söz çok çirkin bir harekettir.

Demokrasilerde daima hukukun dediği olur. Hakim olması gereken şey, hak, adalet ve millî iradedir.

Bu esasları unutmak ve hele pek küçük meseleler karşısında büyük heyecanlar ve asabiyetler göstererek konuşmalar yapmak bir Devlet adamı için kendi kendisini mahkûm etmek olur.

Biz, memleketimizin politika hayatında yer almış olan memleket çocuklarına, soğukkanlılık, hoş görürlük, vakar ve ağır başlılığı her derdin başlıca ilâcı olarak tavsiye etmek isteriz.>>



Son Baskı, 4 Ağustos 1966.

Çorumlu 54 işçinin yürüyüşü ile ilgili olarak Özdağ: Bu bir ölüm değil, zafer yürüyüşüdür.

<<Çorum Belediyesinin kanunsuz hareketi ile çalışma hakkından mahrum edilen işçilerimizin Başkent’e kadar yaya protesto yürüyüşlerini sevgi ve saygı duyguları ile izledik.

Bugün 56 işçimiz Anıt Kabre kadar 260 kilometre yürüdü. Yarın yüzbinler, milyonlar daha mutlu ufuklara yürüyecektir.

Yol uzun olsa da ne var? Güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim diyoruz.

Köylünün, işçinin, esnafın, memurun, bütün çalışanların yurttaş olarak haklarının ve davalarının şuuruna ermelerini ve teşkilâtlanmalarını demokrasinin tabii ve zaruri sonucu, müreffeh ve mutlu Türkiye’nin temeli saymaktayız.>>



Son Baskı, 7 Ağustos 1966.

Özdağ, Kıbrıs ve Kıbrıs konularında basın toplantısı yaptı
“Kıbrıs’ta durum her an ciddiyet ve vahamet kazanıyor”



Son Baskı, 10 Ağustos 1966.

SERDENGEÇTİ, İHRAÇ TALEBİYLE HAYSİYET DİVANI’NA SEVKEDİLDİ

AP Genel Yönetim Kurulu ayrıca bir İstanbul Gazetesinde yazdığı yazılarla parti disiplin ve fikirlerine aykırı beyanda bulunduğu gerekçesiyle Antalya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti’nin ihraç talebiyle haysiyet divanına verilmesi kararlaştırılmıştır. Haysiyet divânı önümüzdeki ilk toplantısında Serdengeçti’nin durumunu görüşecek bir karara varacaktır.



Son Baskı, 10 Ağustos 1966.

Ülküleri uğruna 420 kilometrelik yolu yaya geldiler

Bundan bir hafta önce Taksim anıtı önünden başlayarak ve Türkiye’de mevcut tüm haksızlıkları protesto amacıyla Ankara’ya kadar yaya olarak yürüyüşe çıkan dördü eski Harbiyeli olmak üzere çeşitli fakültelere mensup dokuz üniversite öğrencisi, bugün öğleden sonra Başkente girmişlerdir.

<<Dokuz ülkücü genç>> adı altında yürüyen gençlere, Ankara’ya dokuz kilometre kala, her kilometre başında dokuzar kişilik genç gruplar daha katılmış ve böylece gençler, Başkent’e doksan kişilik bir topluluk hâlinde girmişlerdir. Bu arada gençleri, şehrin giriş noktasında oldukça kalabalık bir grup da karşılamıştır.

Bir haftada katettikleri 420 kilometrelik yol boyunca <<büyük milletim>> başlıklı bildiriler dağıtan ve <<Biz büyük Türkiye ülküsüne inanıyoruz. Hiç bir siyasî teşekkülle ilgimiz yoktur. İnandığımız dâva uğruna ve kendi başımıza bu yürüyüşü yapıyoruz.>> diyen gençler, ellinci kilometrede kendileriyle konuşan arkadaşımız Fehmi Anlaroğlu’na şunları söylemişlerdir: <<Biz bu yürüyüşü yalnız Af Kanunu ile meydana getirilen adaletsizlikleri protesto anacıyla yapmıyoruz. Aynı zamanda hedefimiz, Türkiye’de mevcut bütün haksızlıklar ve adaletsizliklerdir. Müstehcen yayınlara göz yumuştan tutun da, 21 Mayısçıların uğradıkları kadre kadar bütün pürüzler, protestomuzun kapsamındadır. Kaldı ki şu veya bu şahsı da hedef almıyoruz. Yalnızca daha ölçülü bir idare mekanizmasının kurulması gerektiğine inanıyoruz.>>

Zafer Anıtı’nda ve Anıt Kabir’de saygı duruşunda bulunarak yürüyüşe son veren gençler, arkadaşımızdan Af Kanunu’nun yürürlüğe girdiğini duyunca, bundan haberlerinin olmadığını söylemişlerdir.



Son Baskı, 11 Ağustos 1966.

TÜRKEŞ “9 ÜLKÜCÜ GENÇ”İ KUTLADI

Hâlen İstanbul’da bulunan CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Af Kanununu protesto maksadiyle İstanbul’dan Ankara’ya kadar yürüyüş yapan 9 gence, bir mesaj göndererek kendilerini kutlamıştır. Türkeş’in gençlere yolladığı mesajın metni şudur:

<<İman ve irade gücünün, parlak bir timsali oldunuz. Mefkûrenin yaratıcı kudretini gösterdiniz. Türkiye’nin mutlu yarınına olan güven ve imanını tazelediniz. Ruhunuzda, Türk inkılâbının sönmeyen ateşini duyuyoruz, şahıslarınızda, milletimizin hayat gücünü ve dinamizmini temsil eden aziz Türk Gençliğini sevgi ve saygı ile selâmlarım.>>



Yeni İstanbul, 15 Ağustos 1966.

Muzaffer Özdağ “SİYASÎ PARTİLERİMİZ SİLÂHLI MÜTTEFİK ARAMAYI BIRAKSINLAR”

CKMP Genel Sekreter Yardımcısı Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ, CKMP Başkanlık Divanı adına verdiği demeçte: <<Orduyu siyasî tartışmalar içinde tutma ve siyasî didişmeye katma eğilimini esefle müşahede etmekteyiz. Orduyu günlük kısır politikaların âleti olarak göstermek ve kullanmak hevesi ifade eden davranışları hangi yönden gelirse gelsin rejime ve yurt güvenliğine suikast telâkki ederiz. Türk devlet geleneğinde, Türkiye Cumhuriyetinde ordu imtiyazlı bir kliğin, bir zümrenin, bir partinin, hatta bir parti hükümetinin değil, milletin Anayasa ile muayyen mefkûre ve iradesinin hizmetinde millî bir teşekküldür. İktidar mesullerinin hatâlı tutumlarının yarattığı tartışma buhrana yol açabilecek ve devlete zarar verebilecek özdedir. Siyasî partiler, kısır çekişmelerine silâhlı müttefik arama hırsından uzak kalmalıdırlar.>>

YUVASIZ

Özdağ daha sonra, Demirel hükümetinin iktisadi politikası üzerinde durarak, beş milyondan fazla vatandaşın bir yuva kurmaktan mahrum bulunduğunu bildirmiştir. <<Evlenme çağında 5 milyondan fazla yurttaşımız geçim sıkıntısı, iktisadî ve içtimaî zorluklar, düzensiz toplum yapısı sebebiyle millet ve insanlık için en tabii hak ve ödevi ifa, nesilin temadisini temin için bir aile çatısı kurabilmekten mahrum bırakılmıştır. Aynı kötü iktisadî ve içtimai şartlar kurulmuş yuvaları da sarsmakta, yıkılmakla tehdit etmektedir. Kütlevi işsizliği yenmeye yönelmiş hiç bir ciddî ve cesur tedbir görülmemektedir. Türk işçisinin emeği ve onuru yeni sömürge nizamının pazarlarına yığın yığın gönüllü olarak sevkedilmektedir. Türkiye tabiatı kendi evlâtlarının emeğine, alın terine susuzken dış pazarlara göç kafileleri kalkmaktadır. İşçi, köylü, küçük esnaf umduğunu bulamamaktadır. Gayri memnundur. Demirel iş sahiplerini de korktuklarından emin kılabilmiş, iş hayatına güven getirebilmiş değildir.>>



Akşam, 15 Ağustos 1966.

CKMP, ORDUNUN SİYASETE ALET EDİLMEMESİNİ İSTEDİ

CKMP Başkanlık Divanı adına dün basına bir demeç veren Muzaffer Özdağ, <<Ordunun siyasete âlet edilmemesini>> istemiş ve şöyle demiştir:

<<Orduyu siyasî tartışmalar içinde tutma ve siyasî didişmeye katma eğilimini esefle müşahede etmekteyiz. Orduyu günlük politikanın âleti olarak göstermek ve kullanmak hevesi ifade eden davranışları hangi yönden gelirse gelsin rejime ve yurt güvenliğine suikast telâkki ederiz. İktidar mesullerinin hatâlı tutumlarının yarattığı tartışma buhrana yol açabilecek ve devlete zarar verebilecek özdedir.>>



Milliyet, 29 Ağustos 1966.

EVLİYAOĞLU VE İZMİRLİ AVUKAT

Yıl 1961….

27 Mayıs devriminden sonra politika dünyasında bir kuyruklu yıldız gibi parlayan ve <<Ulu başbuğ>> unun ayak oyununa geldikten sonra sönen Gökhan Evliyaoğlu AP’nin gözdesi.. <<Kahraman çocuk>> her gittiği yerde nutuk üstüne nutuk atıyor. Seçimlerde AP katarının dizel lokomotifi… İhtilâl sonrasının ilk seçimlerinde ihtilâlcilere karşı en cesur davranışı o gösteriyor. Hem yazıyor, hem konuşuyor ve yılların doldurduğu akümülâtörünü boşaltıyor. İşte böyle bir hava içinde Gökhan Evliyaoğlu İzmir’de… O gün nerelerde, kaç kere konuştuğunu kendisi bile unutmuş… Son konuşmayı yapacak hali kalmamış… Ama <<Konuş!>> diyorlar <<Sen konuşmazsan yatarız. Herkes seni bekliyor!>> Gökhan Evliyaoğlu çıkıyor kürsüye başlıyor konuşmağa… <<Yaşa! Varol!>> bağrışları arasında kürsüden iniyor. Yürüyecek hali kalmamıştır.

Omuzlara alıyorlar kendisini… Bir avukat yazıhanesine getiriyorlar. Avukatın koltuğuna yayılıyor. Avukat hem kendisini öpüyor, hem terini siliyor, hem de ayakkabısının çözülen bağını bağlıyor.

* * *

Yıl 1966…

O günden bugüne köprülerin altından geçen suların nasıl sular olduğunu bilenler bilir. AP; Gökhan Evliyaoğlu’nun deyimiyle <<Tüccar Klübü>> haline gelmiş, inancından ve kaleminden başka sermayesi olmayan Evliyaoğlu bu klübün üyeliğinden ayrılmıştır. Büyük ümitler bağladığı <<başbuğ>> da ona bir ayak oyunu yapınca Milletvekilliği de bir hâtıra olmuştur.

Gökhan Evliyaoğlu geçenlerde dört yılını verdiği Meclis’e gider. Herkes unutsa bile Meclis kürsüsü onun bir gün Tahsin Demiray’ın <<paşalı, maşalı>> konuşmasından sonra perişan olan AP grubunu nasıl kurtardığını unutmamıştır. Dinleyicilerin bulunduğu yere geçerken 1961 de ayakkabısının bağını bağlayan İzmirli avukatla karşılaşır. O günün avukatı bugünün çok önemli bir kişisidir artık… Yükselmiş, yükselmiş ve bir koltuğa oturabilmesini becerebilmiştir. Evliyaoğlu’nu görünce <<Oooo Gökhan bey!>> şöyle bir yukarıdan seslenir:

- Sizin Meclis’te ne işiniz var? Sizin yeriniz sokak!

* * *

Politika budur işte! İster ders, ister ibret alına!..



Son Baskı, 30 Ağustos 1966.

TÜRKEŞ: 30 AĞUSTOS TÜRK MİLLETİ İÇİN HERŞEYDİR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, 30 Ağustos Zafer Bayramının 44 cü yıldönümü münasebetiyle bugün bir demeç vermiş ve;

<<Türklüğü boğmak ve yok etmek maksadiyle yurdumuza saldıran istilâcı kuvvetler, Dumlupınar’da, kahraman Türk ordusundan son öldürücü darbeyi yemiş, böylece Başkumandanlık Meydan Muharebesi adıyle tarihimize ulu bir zafer daha kazandırılmıştır.

Birlik ve beraberlik ruhu ile, elele vermek; bütün güçlükleri yenmek için eşsiz bir tılsımdır.

Bu büyük zafer tarihin akışını değiştirmiş ve diğer milletlere de geniş nurlu ufuklar açmıştır. Bu büyük zaferle Anadolu’da vahşi sürüler halinde Milletimize saldıran gözü dönmüş emperyalist kuvvetler yere serilmiş ve Türkiyemiz ufuklardan güneş gibi yeniden yükselmiştir.>>



Son Baskı, 1 Eylül 1966.

ÖZDAĞ: VARTO MUTLAKA TAHLİYE EDİLMELİ

CKMP Genel Sekreter Yardımcısı Muzaffer Özdağ ve Muş Milletvekili Kemal Aytaç, Başkanlık Divanı adına bugün bir basın toplantısı düzenlemişler ve Deprem Bölgesinde alınması gereken tedbirler konusunda görüşlerini belirtmişlerdir

<<Bölgede açlık devam etmektedir. Otuz bin nüfusun iaşesini temin edecek tarzda bir hizmet teşkilâtının kurulması şarttır. Barınma şartları kötüdür. Her aileye ikişer çadır düşecek tarzda çadır tevzii gerekir.

Varto mutlaka boşaltılmalıdır. Bölge halkının kışı başka illerde geçirmeleri sağlanmalıdır.

Ziraat Bankası borçlarının ertelenme yerine affı sağlanmalıdır.

Halkı eski iskân bölgelerinde eski hayat ve yerleşme tarzları içinde yerleştirme fikrinden kesin surette kaçılmalıdır.>>



Son Baskı, 3 Eylül 1966.

CKMP, İŞÇİLER İÇİN BİLDİRİ YAYINLADI

CKMP Genel Sekreter Yardımcısı Muzaffer Özdağ, bugün uğradıkları haksızlığı protesto etmek amacıyla Çorum’dan Ankara’ya, Ankara’da İstanbul’a yürüyüş yapan 54 temizlik işçisiyle ilgili bir demeç vermiş ve Danıştay kararının uygulanmaması dolayısıyla hükümeti suçlamıştır.

<<Türk işçi hareketi medeni,, millî ruhta ve barışçı hüviyette gelişmektedir. Bu özelliğin korunması işçinin samimiyet ve sabrı kadar iktidarın şefkat, idrak ve basiretine bağlı bulunmaktadır.

Yurda ve iş hayatına sevgi ve barışın hakimiyetini isteyen CKMP, iktidarı ve yöneticileri Anayasa’nın ruhuna uygun davranışa ve çalışanlara karşı anlayışlı olmaya davet eder.>>



Son Baskı, 4 Eylül 1966.

ÖZDAĞ: TEKNİKERLER MAKÛL VE HAKLIDIR

CKMP Genel Sekreter Yardımcısı ve Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ bugün Parti Genel Merkezinde düzenlemiş olduğu basın toplantısında komünizm propagandası yapmaktan sanık olarak Eskişehir’de tevkifler yapılması olayı hakkında da <<Anayasa nizamını aşan davranışlar karşısında olduğumuzu belirtmek isterim.>> demiştir.

TEKNİKERLER KONUSU

<<Teknikerlerin istekleri makul ve haklıdır. Kendilerinin haklı taleplerini meclise getireceğiz. Teknikerlerin durumunun ele alınmasında fayda mülahaza ediyoruz. Teknikerlerin ebeveynleri bu konuda hassasiyetle durmaktadırlar.

BULGARİSTAN’DAKİ TÜRKLER

Komşu Bulgaristan’la görüşmeler parçalanmış aileler problemini çözdü. 20 bin soydaşımız yurtta aile çatısı altında toplanmanın mutluluğuna ulaşacaktır. Hükümetin dost hükümetler nezdinde teşebbüse geçerek sosyal ve iktisadî şartların yarattığı bu ızdıraplı hale son verecek tedbirler alınmasını bekliyoruz.>>

DOĞU DEPREMİ

Özdağ, Doğuda eski tarz içinde iskân fikrinden kesin olarak kaçınılması gerektiğini belirtmiş ve son günlerde komünizm propagandası yaptıkları iddiası ile tevkif olunanlar hakkında da şunları söylemiştir:

<<Meselenin gerçek mahiyeti Türk yargıcı önünde belli olacaktır. Anayasa nizamını aşan davranışlar karşısında olduğumuzu belirtmek isterim.>>



Son Baskı, 7 Eylül 1966.

CKMP, Türk-İş’in son ikazını haklı buluyor

CKMP Genel Sekreteri Mustafa Kaplan Başkanlık Divanı adına bugün basına bir demeç vererek <<CKMP Türk-İş’in son ikazını haklı ve manalı bulmaktadır>> demiştir.

<<- Türk işçi hareketi medenî ve millî ruhdan barışçı hüviyette gelişmektedir. Hükümet yetkililerini n, iktidar yöneticilerinin işçi hareketi ve işçi haklarına karşı tutumu ise, tüm anlayışsızlığı temsil etmektedir. Hukuk üstünlüğünü sağlamakla vazifeli olanlar, kanunsuzluğa seyirci, hattâ müşevvik olmak durumundadırlar. CKMP Türk-İş’in son ikazını ve manalı bulmaktadır. Mahkeme kararlarının uygulanmadığı, uygulanmaktan kaçınıldığı bir ülkede hükümet fiilî bir kuvvet mahiyetini iktisap eder. Kanun hâkimiyetinin sağladığı barış yıkılır, Saha, kuvvetlerin ihkakı için kavgasına açılır.. İktidar böyle bir neticeyi dâvet etmektedir. Yurda ve iş hayatına sevgi ve barışın hâkimiyetini isteyen CKMP, iktidar yöneticilerini anayasanın ruhuna uygun davranışa dâvet eder. CKMP, yasal, barışçı gelim içinde işçi hareketinin savunucusu olacaktır.>>



Son Baskı, 11 Eylül 1966.

ERKOVAN ÖKTEM’İ TENKİT ETTİ

CKMP Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Kemal Erkovan bugün bir demeç vererek, Adlî Yılın açılış törenindeki sözleri dolayısiyle Yargıtay Başkanı İmren Öktem’i şiddetle tenkit etmiş, <<Bu mahkemelerin istiklalini tahrip, özünde yurttaşın gönül rahatlığı ve adalete güven duygusu olan hakim teminatını suiistimaldir.>> demiştir.

<<Halkın kararına rıza göstermek ve onu değerlendirmek temel felsefesine dayanan demokratik düzen ve onun oyun kaydeleri Türkiye’de işlerken; bu işleyişin müesseseleri kurulmuşken bir kısım vatandaşları peşinen suçlu ilân edip, diğer bir kısım vatandaşları kanunsuz hareketlere ve suç işlemeye teşvik eden Yargıtay Başkanı Sayın İmran Öktem ikiye bölünmüş bir tarih ve huzuru bozulmuş bir millet mi istemektedir?

Asıl üzülünecek mesele bir yargıtay başkanının reddi hakim yapılabilecek bir duruma düşmesi ve kanaatini izhar eylemesi mevzuunda birleşilememesidir.

Bugün Türkiye’de herkes şikâyetçidir. Sayın Yargıtay Başkanı İmran Öktem de bunlardan biridir. Fakat hiç kimse hastalığın asıl sebepleri üzerinde durmamakta, kendi kendinden şikâyet etmemekte ve kendisini tashih yoluna gitmemektedir. Sayın İmren Öktem’in kendi kendini tashih yoluna gitmesini temenni ederiz.>>



Toprak, 20 Eylül 1966, Sayı 51.

HARP OKULUNDAKİ DRAM

Hatırlarda olduğu üzere 27 Harb Okulu talebesi, TORRAK ve ÖTÜGEN degilerini okumaktan dolayı takibata mâruz kaldı. Günal Orel ve iki arkadaşı okuldan ihraç edildi, diğer gençlerden de bir çoğu sınıfta bırakıldı.

Kanunlara, nizamlara saygılı olduğumuz için bu mevzuda hiç bir şey söyliyemiyeceğiz. Yalnız şurasını hatırlatalım, TOPRAK, ÖTÜGEN ve benzeri severek okuyan, genç, vatanperver, komünist düşmanı, muhafazakâr, milliyetçidir. Aksini düşünmek kadar büyük bir ahmaklık tasavvur edilemez.

Biz asıl söylemek istediğimize gelelim:

Dün, Harp Okuluna girecek talebelerin önce Türk müdür, değil midir diye gizli polis tetkikleriyle şecereleri aranırken, bugün maalesef Harp Okulunda sicilli mahkûm komünist ŞEVKER SÜREYYA AYDEMİR’in eserlerinin serbestçe okunduğunu ve talebeye alay komutanı vasıtasıyla tavsiye edildiğini öğreniyoruz.

Eminiz ki, talebeye bu kitapları dağıtanlar ya çok mâsum, ya çok gafildir. Elbette başla bir maksat düşünülemez. Ancak bundan böyle, tavsiye edilen kitapların müelliflerinin kim olduğu hususunu da tetkik etmek zaruretini hatırlatmak isteriz.

Şayet, o sayın komutanımız, tavsiye ettiği eserin müellifi Şevket Süreyya’nın:

10 yıla mahkûm sicilli bir komünist olduğunu,

Moskova’da, Türkiye Komünist Partisinin haricî bürosunu kuranlarla teşriki mesai ittiğini,

Türkiye Komünist Partisi organı AYDINLIK isimli kızıl dergide açıkça komünizmi savunduğunu,

<<Lenin ve Leninizm>> adlı eserde meczup bir Lenin hayranı olduğunu,

“Lenin’in ölümü yalnız Rusya ve Türkiye için değil, bütün dünya için bir kayıptır>> dediğini,

Mahkeme huzurunda bile <<Peygamberim Lenin buyuruyor ki>>, diye söze başladığını bilseydi, herhalde büyük yalan ve fahiş hatâlarla dolu olan bu İstiklâl Mahkemesinin mahkûm ettiği adamın eserlerini, öylesi körpe Türk çocuklarına tavsiye etmezdi, edemezdi.

Harp Okulumuz elbette dün olduğu gibi, bugün de en hassas ve titiz olması lâzım gelen müesseselerimizin başındadır. Onun için dikkatli olmak mecburiyetindeyiz.

Aslında Toprak ve Ötügen’in giremediği bu yerde Şevket Süreyya’nın adı bile dilleri ve ağızları kirletir.



Yeni Gazete, 29 Eylül 1966.

ÖZDAĞ, GENELKURMAY BAŞKANINI CEVDET SUNAY’A ŞİKÂYET ETTİ

Bir resmî kabulde 14’lerden Özdağ ile Tural arasında nâhoş hadiseler vukubuldu

Eski MBK üyesi, 14’lerden ve CKMP Milletvekili Muzaffer Özdağ ile Genelkurmay başkanı Cemal Tural arasında kısa bir süre önce, yabancı devlet başkanlarından birinin şerefine verilen resmî kabullerden birisinde geçen çok sert bir olay, başkentin bütün siyasî çevrelerinde günün konusu halindedir.

Nitekim öğrendiğimize göre ve CKMP çevrelerinin teyid ettiğine göre eski ihtilâlci Muzaffer Özdağ bu olaydan sonra, rejimin âtisi yönünden Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a, Millet Meclisi Başkanı Ferruh Bozbeyli ile Başbakan Süleyman Demirel’e birer mektup yazmıştır.

Her üç makamdan da resmî ve yazılı bir cevap almamış olmakla beraber, Muzaffer Özdağ, olayın şeklini ve gelişmesini, taşıdığı manâyı bu mektuplarında anlatmış, sonuçta da fikirlerini sıralamıştır.

OLAYIN MAHİYETİ

CKMP çevrelerinden alınan bilgiye göre, Suudî Arabistan Büyükelçiliğinin tertiplediği resmî kabullerden birisinde, CKMP’li Muzaffer Özdağ partisini temsilen bulunmuştur. Olaydan önce, kuvvet kumandanlarının bazılarıyla samimi hasbihallerde bulunduğu anlatılan Özdağ, daha sonra, Genelkurmay Başkanı Cemal Tural, Hava Kuvvetleri Kumandanı Tansel, Deniz Kuvvetleri Kumandanı Necdet Uran’ın bulunduğu bir gruba, hasbihal etmek üzere, Millî Savunma Ahmet Topaloğlu tarafından davet edilmiştir.

Bu nazikane davete icabet eden Muzaffer Özdağ, mektubunda da anlattığına göre, birdenbire Orgeneral Cemal Tural’ın sert çıkışı ile karşılaşmıştır. Tural, Özdağ’a kumandanların aleyhinde bulunduklarını sert bir dille söylemiş, Harbiye’de Türkeş’in prensiplerini gösteren <<9 Işık>> adlı kitabı okudukları için mahkemeye verilen Harbokulu öğrencileri hakkında Özdağ’ın Meclis’te söylediklerini yermiş, <<Söyliyeceğin varsa şimdi yüzüme karşı söyle..>> demiştir. Hatırlanacağı üzere, Özdağ, Harbokulundaki olaydan sonra, Meclis’te bir konuşma yapmış, bir siyasî partinin fikirlerini ihtiva eden bir kitabı okuduklarından dolayı bazı öğrencilerin okuldan çıkarılmalarının veya mahkemeye verilmelerinin hukuk yönünden sakat olduğunu, buna yol açanların da haksız görüleceğini söylemişti.

İLERİSİ İÇİN İKAZ EDİYORUM

Tural’ın bu sözlerini derhal karşılıyan Özdağ, teşriî görev yapan bir kimsenin doğruya doğru, eğriye eğri diyeceğini, bundan dolayı da kınanamayacağını belirtmiştir. İşte bu ânda Tural’ın cevabı daha da sert olmuş, <<İlerisi için sizi şimdiden ikâz ediyorum.. Sonra ikâz etmedi demeyiniz..>> diye konuşmuş <<o zaman haklarında icap edenin ve gerekenin yapılacağını>> ifade etmek istemiştir.

Özdağ, mektuplarında teşriî görev yapan bir milletvekiline karşı, görevinin hudutları içinde kalması gerekli bir genelkurmay başkanının tehdit edercesine bu şekilde konuşmasının ne dereceye kadar doğru olduğunu sormakta, demokratik rejim içinde kalınıyorsa Tural’a gerekli ikâzın yapılmasını bağlı bulunduğu makamlardan istemektedir. Demokratik rejim savunucularının bu hareketler aslâ müsamaha etmemesi gerektiğini de belirten Özdağ, <<ileride vukuu muhtemel harekete karşı rejimi ve bugünkü temsilcilerini gene kendilerinin savunacağına inandığını imâ eden ifadeler kullanmaktadır.

CKMP çevrelerinden bir ilgili, <<Cumhurbaşkanının zımnî bir teessür ifadesinden başka, Meclis Başkanından ve Başbakandan her hangi bir cevap gelip gelmediği>> sorusuna sadece <<hayır>> demekle cevap vermişlerdir. Halen Erzurum’da bir boğaz ameliyatı geçirip hastahanede bulunan Özdağ’ın Ankara’ya döndükten sonra, mektuplarıyla birlikte olayı açıklayan daha geniş bir açıklama yapabileceğini söyliyen CKMP’liler, Tural’ın tutumunun Meclis’te tartışma zemini olacağını da söylemişlerdir.



Yeni Gazete, 30 Eylül 1966.

TURAL’IN SÖZLERİ İÇİN GENSORU VERİLECEK

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural ile CKMP’li Muzaffer Özdağ arasında geçen sert olayın yankıları dün bütün siyasî çevrelerde geniş olmuş, Genelkurmay Başkanı özellikle <<Meclis Kürsüsünden sözlere karşı durmak>> yönünden ağır şekilde hücuma uğramıştır.

İsminin şimdilik açıklanmasını istemeyen ir CKMP’li, <<Genelkurmay Başkanı, sadece Millet Meclisinde söylenenlerin karşısında sert bir tavırla yön almamış, ayrıca rejime ait bazı imalar da yaparak görevinin dışına çoktan taşmıştır>> diye konuşmuştur.

CKMP lideri Alparslan Türkeş <<Bu konuda şimdilik konuşmayacağım>> demiş, <<Meclis’e meselenin getirilip getirilmeyeceği>> sorusuna cevap vermek istememiştir. Fakat CKMP heyetinin bu konuda azamî titizlikle bir gensoruyla Millet Meclisine gelmesinin mümkün olduğu öğrenilmiştir.

Öte yandan, Millet Meclisi Başkanı Ferruh Bozbeyli, <<Mektubu aldım>> demiştir. Millet Meclisi Başkanı, mektubun mahiyetini açıklamamış, ancak Muzaffer Özdağ’ı aramakta olduğunu, bulduğunda kendisiyle konuşacağını ve anlatılan olayın daha geniş tafsilatını aldıktan sonra <<yapılması gerekli işlemi>> ele alabileceğini söylemiştir.

Muzaffer Özdağ, Erzurum’da bir boğaz ameliyatı geçirdikten sonra taburcu edilmiştir. Bugünlerde Ankara’ya gelmesi beklenmektedir.

Öte yandan, halen Erzurum’da bulunan ve kendisile telefonla görüştüğümüz Muzaffer Özdağ, <<Mesele artık beni ilgilendirmekten çıkmış, mektubun gönderildiği makamlarla partimizin yetkililerinin meşgul dolduğu bir konu haline gelmiştir. Bu sebeple benim ilâve edebileceğim herhangi bir husus yoktur>> demiştir.

Ankara’ya döndükten sonra Özdağ’ın bu konuda bir açıklama yapmasının mümkün olduğu bizzat kendisi tarafından ifade edilmiştir.

DEMİREL’İN CEVABI

Öte yandan, Başbakan Süleyman Demirel de, dün akşam üzeri evinden çıkarken gazetecilerin <<Özdağ Cumhurbaşkanına ve size mektup yazarak Genel Kurmay Başkanını şikâyet etmiş, ne dersiniz?>> şeklindeki bir sorusuna <<şikâyet, Türkiye’de herkesin hakkıdır. Demokrasinin tanıdığı bir haktır.>> cevabını vermiştir.



Yeni İstanbul, 1 Ekim 1966.

M. Özdağ açıklama yapacak

CKMP lideri Türkeş “Ben bu konuda konuşma yapmak istemiyorum” dedi

Suudi Arabistan Büyükelçiliğinde tertiplenen bir resmî kabulde, CKMP Milletvekili Muzaffer Özdağ ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural arasında geçtiği ileri sürülen tartışmanın, bazı çevreler ve Basın organlarınca, istismar konusu haline getirilmek istendiği dikkati çekmektedir. Mevzuun, Genelkurmay Başkanı yurt dışına çıkmış iken ortaya atılması mânidar ve maksatlı karşılanmıştır.

CKMP çevreleri ve bizzat Muzaffer Özdağ henüz bu konuda açıklama yapmamış, fakat Genelkurmay Başkanının, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Millet Meclisi Başkanına şikâyet edildiği hususu teyit edilmiştir. Ancak, mektupların mahiyeti bilinmeden yapılan tefsirlerin, Tural’ın ihtilâl tehdidi savurduğu şeklinde değerlendirilmesi üzüntü yaratmıştır.

İddiaya göre; Suudi Arabistan Büyükelçiliğinin resmî kabulünde CKMP adına hazır bulunan Muzaffer Özdağ, Millî Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu tarafından, Genelkurmay Başkanı, Deniz ve Hava Kuvvetleri kumandanlarının da dahil olduğu gruba davet edilmiştir. Harbiyede milliyetçi eserleri okudukları için haklarında okulsan tard ve tahkikat işlemi yapılan talebeleri Meclis kürsüsünden savunan Muzaffer Özdağ, Tural’ın sert bir hitabına mâruz kalmıştır.

Aynı çevreler; kısa süren münakaşa sırasında; Genelkurmay Başkanının “İlerisi için şimdiden sizi ikâz ediyorum. Sonra ikâz etmedi demeyiniz” sözünü sarfederek, “yeni bir ihtilâl” imâsında bulunduğunu yaymaktadırlar.

Diğer taraftan, Erzurum’da boğaz ameliyatı geçirdiği için hastanede yatan Muzaffer Özdağ, bu günlerde Ankara’ya dönecektir. Kendisiyle görüşen gazetecilere, mes’elenin artık şahsî değil, CKMP ile mektup verilen makamlar arasında halli gereken bir mahiyet taşıdığını berlirten Özdağ, en kısa zamanda muhtemelen yarın açıklama yapacağını belirtmiştir.

Bu konuda kendisi ile konuştuğumuz CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş “Ben bu konuda konuşma yapmak istemiyorum” demiştir.



Yeni İstanbul, Yücel Hacaloğlu, Mesele, 1 Ekim 1966.

YARATILMAK İSTENEN HAVA

Bir süre önce Suudî Arabistan Büyükelçiliğinde verilen bir resmî kabulde CKMP’li Muzaffer Özdağ ile Genel Kurmay Başkanı Cemal Tural arasında geçtiği iddia edilen tartışmalar, bazı çevreler tarafından istismar konusu yapılmaktadır.

Millî Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu tarafından Kuvvet Kumandanlarının bulunduğu grupa dâvet edilen Özdağ, nâzik dâvete icabet etmiş ve Orgeneral Tural’la sohbet etmiştir.

Sohbet esnasında Tural’ın, sözü, Özdağ’ın sözlü sorusuna getirdiği ve tartışmaların sert bir mecraya girdiği ifade edilmiştir.

Muzaffer Özdağ, teşriî görev yapan, milliyetçi ve vatansever bir kimsedir. Harp Okulunda “Ötüken”, “Toprak” ve “9 Işık” gibi milliyetçi neşriyatı okudukları için bazı talebelerin okulla ilgilerinin kesildiği, bazılarına da ceza verildiği malûmdur.

Sayın Tural, Muzaffer Özdağ’la bazı meseleleri konuşabilir ve sohbet edebilir. Bundan daha tabiî bir şey olamaz. Ancak hususî mahiyette olan konuşmaları maksatlı olarak aksettirmek ve Kuvvetleri birbirine düşürmek, memleketseverlikle kabili telif değildir. bu neşriyatın Tural’ın yurt dışında bulunduğu bir sırada yapılması ve o zamanın seçilmesi ayrıca dikkati çekmektedir.

Bir takım kasıtlı ve sol çevrelerin Genel Kurmay Başkanı aleyhine yürüttükleri neşriyat henüz unutulmamıştır. Malûm çevre, tenkid hürriyetini aşarak, Genel Kurmay Başkanının şahsında Orduyu yıpratmak gayesini güttüğü ve meselenin bir süre önce Millî Güvenlik Kurulunda ele alındığı hatırlardadır.

Milli menfaatlere aykırı neşriyatı ile bilhassa dikkati çeken bir gazetenin yıpratma ve Kuvvetleri birbirine düşürme politikası ile memleketin büyük kayıplara uğrayacağı da unutulmamalıdır.

Muzaffer Özdağ’ın Cumhurbaşkanına, Meclis Başkanına ve Başbakana yazdığı mektuplar, henüz açıklanmış değildir. Bu bakımdan mesele tam manasiyle aydınlanmış değildir. Fakat, memleketin vatanperver insanlarını birbirine düşürmek amacını taşıyan anarşistlerin ümid ettikleri ortamı bir türlü bulamayacakları da açıktır. Bu itibarla Genel Kurmay Başkanı ile milliyetçiliği esas ittihaz eden bir kimseyi ve dolayısiyle onun mensup olduğu partiyi karşı karşıya getirmek her halde müspet sonuçlar sağlamıyacaktır. Onun için rivâyetleri gerçekmiş gibi umumî efkâra nakletmek ve ondan medet ummak, yalnız ve yalnız tatlı su faydacılarının işine gelmektedir.



Yeni Gazete, 1 Ekim 1966.

Tural: Ordu Mensupları ile Meşgul Olmayınız.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural ile CKMP Milletvekili Muzaffer Özdağ arasında bir süre önce Suudî Arabistan Kralı Faysal’ın verdiği resmî kabul’de geçen tartışmanın aslında gayet sert şekilde geçtiği söylenmektedir. Resmî kabul’de bulunan ve tartışma sırasında Orgeneral Tural ile Özdağ’ın yakınında bulunan isminin açıklanmasını istemeyen bir şahıs, iki şahsın arasında geçen tatsız olaydan sonra Özdağ’ın, <<Özür dilerim, size karşı büyük hürmetimiz vardır>> şeklinde konuştuğunu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural’ın da, <<Hürmetiniz varsa ordu mensupları ile uğraşmayınız>> dediğini duyduğunu ifade etmiştir.

Münakaşaya <<kulak misafiri>> olduğunu söyleyen şahıs, CKMP Milletvekili Muzaffer Özdağ Genelkurmay Başkanının yanından ayrıldıktan sonra Orgeneral Tural’ın etrafında bulunanlara, hiddetli bir şekilde, <<Harbokuluna sağa sola çengel atmaya çalışıyorlar>> dediğini de sözlerine ilâve etmiştir.



Yeni Gazete, 3 Ekim 1966.

CKMP TURAL İÇİN TOPLANTI YAPIYOR

Genelkurmay Başkanı Tural ile yaptığı tartışma sebebiyle Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan ile kendi Partisinin Genel Başkanına birer mektup yazan Ankara CKMP milletvekili Muzaffer Özdağ:

<<Mesele, Pazartesi günü (bugün) toplanacak olan CKMP Genel İdare Kurulunda görüşülecektir. Burada ele alınmadan ve Sayın Meclis Başkanı ve Başbakan’la görüşmeden halk oyuna bir açıklama yapmak niyetinde değilim>> demiştir.

Bu olayla ilgili olarak Muzaffer Özdağ’ın yazdığı dört mektubun metinlerinin ayrı ayrı olduğu, bizzat kendisi tarafından ifade olunmuştur.

Bilindiği üzere Özdağ, 31 Ağustos tarihinde Suudî Arabistan Kralı tarafından Ankara’da, Ankara Palas’ta verilen bir resmi kabulde aralarında geçen bir tartışma sırasında, CKMP’lilerin, Harb Okulunu kendi emellerine âlet etmeye çalıştıklarını söyledikten sonra, <<Ben şimdi size ihtar ediyorum, sonra söylemedi demeyin>> diyerek kendisini tehdit etmesinden şikâyette bulunmuştu.



Akşam, 3 Ekim 1966.

ASKERÎ MAHKEMENİN KARARI

Irkçılık propagandası yapan: 27 Harp Okulu öğrencisi sınıfta bırakıldı

21 öğrenciye disiplin cezası verildi. Üç öğrenci de hapis yatacak

Haklarında ırkçılık propagandası yapmak, Anayasanın tanıdığı kamu haklarını ortadan kaldırmak amacıyla teşkilât kurmak ve emre itaatsizlikte bulunmak> iddiasıyla tahkikat açılarak yargılanan 27 Harbokulu öğrencisinin hepsi de sınıfta bırakılmıştır.

1965 – 1966 ders yılı sonlarında, Kara Harp Okulu Komutanının okulda yaptığı arama sonunda <<ırkçılık faaliyetlerinde bulundukları tesbit edilen>> 27 Harp Okulu öğrencisi, askerî mahkemeye sevkedilmişlerdi. Harb Okulundaki ırkçı faaliyetin elebaşıları haklarında soruşturma açılarak yargılanan Günal Oral, Yavuz Bilgen ve Cemil Bakan’ın duruşması devam etmektedir. <<Irkçılık propagandası yaptıkları>> iddia edilen öğrencilerden üçü ise duruşmaları sonunda 21’er günlük hapis cezasına hüküm giymişler, 21 öğrenci ise disiplin cezası almışlardır.

SINIFTA KALMA ORANI REKOR

Ayrıca, bu yıl Kara Harp Okulunda 49 öğrenci sınıfta kalmıştır. Bu rakam, Kara Harp Okulu tarihinde rekor denecek seviyededir. Sınıfta kalan 49 öğrencinin, 27’si <<Irkçılık propagandası yaptıkları>> iddiası ile yargılanan öğrencilerdir. Bilindiği gibi Harp Okulunda üç sömestride üst üste kalan öğrenciler okuldan ihraç edilir. Bu duruma göre, önümüzdeki şubat ayında bitecek olan sömestrde de öğrenciler başarı gösteremezlerse <<İlmi kifayetsizlik>>den okuldan çıkarılacaklardır.



Son Baskı, 3 Ekim 1966.

27 Kara Harp Okulu öğrencisi ile ilgili haber yalanlandı

Kara Harp Okulu öğrencilerinden 27 sinin ırkçılık propagandası yaptıkları ve bu suçtan yargılanarak bazılarının mahkum oldukları yolundaki bir haber bugün Kara Harp Okulu Komutanlığı yetkililerince doğrulanmamıştır. Kendileriyle bu konuda konuştuğumuz Kara Harp Okulu Kurmay Başkan Yardımcısı Kurmay Albay Hakkı Borataş, haberin tamamen asılsız olduğunu bildirmiş ve <<Tekzibe bile lüzum görmüyoruz>> demiştir. Gazetelerde böylesi haberlerin yayınlanmasının hatalı olduğunu bildiren Harp Okulu Kurmay Başkan Yardımcısı, ayrıca sınıfta kaldığı iddia edilen öğrencilerin sayısı hakkında da açıklama yapmamış <<Bu okul öğretimini ilgilendiren bir konu>> demiştir.

Bir İstanbul gazetesinin doğrulanmayan haberine göre, 27 Harp Okulu öğrencisi, ırkçılık propagandası yapmak, Anayasanın tanıdığı kamu haklarını kaldırmak amacıyla teşkilât kurmak ve emre itaatsizlik suçlarından yargılanmışlar ve bu öğrencilerden 21 i disiplin, 3 ü de hapis cezası almışlardır. Ayrıca gazetenin haberine göre bu 27 öğrenci sınıfta bırakılmışlardır.



Meydan, 4 Ekim 1966, Sayı 90.

YÜZBAŞI ÖZDAĞ VE ORGENERAL CEMAL TURAL

Öbür partiler kongre işleri ile meşgul olurken 1967 baharına kadar bu sıkıntıyı başlarından savmış bulunan CKMP idarecileri geçen hafta başka bir sıkıntı konusu üzerinde düşünmek zorunda kaldılar.

Hâdise, Suudî Arabistan Kralı Faysal şerefine Ankara Palas salonlarında verilen kalabalık kabul resminde cereyan etmiş ve bu dâvette hazır bulunan Muzaffer Özdağ, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural tarafından, Silâhlı Kuvvetler Komutanları, Millî Savunma Bakanı ve diğer bazı dâvetliler önünde aşırı bir şekilde azarlanmıştı. Sebep de, CKMP ile ilgili bâzı propaganda kitaplarını okudukları için mahkemeye verilen birkaç Harp Okulu öğrencisi hakkında o tarihte Mecliste konuşan Özdağ’ın beyanları idi. Orgeneral Tural o anda kendisinin asker olduğunu, azarladığı şahsın da muhafız bölük komutanı bir yüzbaşı değil politikacı ve milletvekili olduğunu unutarak:

<<- İlerisi için sizi ikâz ediyorum. Sonra ikâz etmedi demeyin>>, şeklinde âdeta tehditte bulunmuştu. Bu sözler, Genelkurmay Başkanının yakın tarihte bâzı hâdiseler beklemekte olduğunun delili sayılabileceği gibi, kendisinin sorumluları şimdiden tespit etmiş bulunduğunun da işâreti sayılabilirdi. Hâl böyle olunca da mesele bir askerin politikacıya tâlim yaptırması sınırını da geçiyor, çok daha geniş bir mânâ kazanıyordu.

Kabul resminde, bu beklemediği muameleden hayli şaşıran Özdağ o gece durumu partinin liderine ve bâzı arkadaşlarına anlattı. Uzun istişârelerden sonra meselenin Cumhurbaşkanına, Meclis Başkanına ve Başbakana birer mektupla işittirilmesi kararlaştırıldı. Hemen kaleme alınan ve ağır sayılabilecek bir ifadenin kullanıldığı bu mektuplar yanlış adreslere gitmişçesine cevapsız kaldı. CKMP idarecileri ise meseleyi doğrudan doğruya ortaya atmak için Meclisin açılmasını mı beklemek gerektiği, yoksa bir bildiri yayınlaması yoluna gidilmesinin mi daha doğru olacağı hususuna karar veremeden bir süre susmayı tercih ettiler.



Adalet, 22 Temmuz 1967.

MİLLİYETÇİ YAYIN OKUDUKLARI İÇİN CEZALANDIRILAN İKİ TALEBE AÇIKLADI

HARP OKULUNDA SOLCU KİTAPLAR OKUTULUYOR

Milliyetçi bazı kitapları okudukları tespit edilince geçen yıl sınıfta bırakılan iki Harp Okulu son sınıf öğrencisi bu yıl asteğmen rütbesiyle ordu saflarına katılmayı beklerken, Okulla ilişkileri tamamen kesilmiş, haklarında <<ihraç>> kararı alınmıştır.

Harb Okulundan ihraç edilen ikinci sınıf öğrencisi Bekir Çiftçi ile Kemal Acı Okul Komutanlarını Atatürk’e şikâyet ettiklerini bildirmişler, milliyetçi hocalarına baskı yapıldığını ileri sürmüşlerdir.

Okulda, Şevket Süreyya Aydemir’in kitaplarının okutulduğunu iddia eden iki genç, milliyetçiliği Atatürk’ün emrettiğini söylemişler, şöyle demişlerdir.

<<- Atatürk milliyetçi değil miydi? Atatürk genç nesillerin her şeyden önce millî kültürden bırakılmamasını emretmemiş miydi? Önce Atatürk’ü mahkemeye versinler.>>



Yeni İstanbul, 23 Temmuz 1967.

İKİ HARBİYE ÖĞRENCİSİ OKUL KOMUTANINI ATATÜRK’E ŞİKÂYET ETTİ

Milliyetçi eserler okudukları için Okuldan çıkarılan ve “Atatürk de milliyetçi idi” diyen gençler Anıtkabir’e çelenk koydular

Milliyetçi eserler okudukları için Harp Okulundan ihraç edilen öğrenciler Harp Okulu Komutanını bir dilekçe ile Atatürk’e şikâyet etmişlerdir.

Harp Okulu Komutanı tarafından okuldan atılan öğrencilerden Bekir Çiftçi ve Kemal Acı <<Okulda solcu Şevket Süreyya’nın kitapları serbestçe okunduğu halde , milliyetçi yayınların yasaklanması Atatürk’e ve millî tarihimize sırt çevirmek olur. Milliyetçi olduğumuz için bizi suçlayanlar aslında Atatürk’ü, Genel Kurmay Başkanı Tural’ı ve bütün milliyetçileri de suçluyorlar>> demektedirler.

İki Harp Okulu öğrencisi dün Anıtkabir’e bir çelenk koymuşlar ve >>Atam senin okuduğun okulda sana ait fikirler yasaklanıyor.. Şikâyetçiyiz>> demişlerdir.

Öğrenciler dilekçelerinde şunları söylemektedirler:

<<Doğru konuşanlar, sürgüne gönderilir. Milliyetçi hocalara baskı yapılır. Bunun yanı sıra Şevket Süreyya’nın kitapları günün en kıymetli kitapları olarak öğrencilere satılır. Bir de Atatürk’ün izindeyiz diye nutuk atmaya kalkarlar. Atatürk milliyetçi değil miydi? Atatürk genç nesillerin her şeyden önce millî kültürden yoksun bırakılmamasını emretmemiş miydi? Harp Okulu Komutanı önce Atatürk’ü mahkemeye vermelidir. Çünkü milliyetçi olmayı o emretmiştir. Yine Genel Kurmay Başkanını mahkemeye vermelidir. Ondan sonra da öğrencilerini.

<<Nerden geliyorsun biliyor dünyalar
Sen Orta Asya’dan kopan selsin
Atillânın kurduğu yiğitler ordusu
Eri, onbaşısı, yüzbaşısı, binbaşısı hâlâ o adı taşıyor
Seni söyle Altaylar, seni söyler Akdenizler, Tunalar
Seni arar Ganj’dan Nil’e Volga’dan Vistül’e saraylar, dünyalar.>>

diyen Genel Kurmay Başkanı milliyetçi değil midir? Okul Komutanını Atatürk’e şikâyet ediyoruz. Cezasını o versin.>>



Yeni İstanbul, 3 Ekim 1966.

CKMP DAİMA SAĞDA OLACAKTIR

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi İl Merkezinin bugün saat 13.30’da Zeytinburnu’nda bir kahvede düzenlediği sohbet toplantısında, Genel Sekreter Mustafa Kaplan da hazır bulunmuştur.

Mustafa Kaplan, yaptığı konuşmada, dört yıllık hükûmetlerin hiçbir şey yapmadığını, bugünkü AP iktidarını cesaretsiz bulduklarını, sosyal, ekonomik, kültürel adaletsizlikler olduğunu belirtmiş, şöyle devam etmiştir:

“Bugün mevcut bulunan 6 siyasî partinin hepsinin birden yaşamasına imkân yoktur. Bunlardan ikisi yakında kendi kendilerini tasfiye edecektir. Türkiye’de üçüncü bir kuvvete ihtiyaç vardır. CHP ve AP karşısında bu kuvvet CKMP olacaktır. CKMP Toplumcu, Milliyetçi bir ruhla ortaya çıkmış, daima ortanın sağında bir partidir.”



Babıâlide Sabah, Serdengeçti, Nükte, 3 Ekim 1966.

BEN ASKERLİĞİMİ YAPTIM

Osman Yüksel’e sordular:
- CKMP’ye girecekmişsiniz doğru mu?
Cevap:
- Ben askerliğimi yaptım!



Yeni İstanbul, 16 Ekim 1966.

TÜRKEŞ: “TÜRK MİLLETİ ENOSİS’E BİZZAT KARŞI KOYACAKTIR”

Kıbrısın bazı şartlarla, Yunanistan’a bağlanacağı yolunda bir İstanbul gazetesinin vermiş olduğu haber, dün siyasî çevrelerde büyük infial uyandırmış, hükümetin Kıbrıs politikası ağır bir lisanla tenkit edilmiştir.

Netekim dün bu konuda bir demeç veren CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş “Kıbrısın Yunanistanla birleşmesi sonucunu verecek her çeşit anlaşmaya Türk Milleti ile beraber biz de parti olarak karşı koyacağız. Hem de en ağır bir şekilde” demiştir.

Gazeteleri okuduktan sonra büyük üzüntü duyduğunu belirten Türkeş daha sonra “Hükümeti Kıbrıs meselesini böyle bir kat’i çözüme sürüklediğinden dolayı protesto ederiz. Bunun karşısındayız. Tepkimiz büyük olacaktır.” diye konuşmuştur.



Cumhuriyet, 29 Ekim 1966.

CKMP grup kuramayacak

CKMP Sinop Milletvekili Cemil Karahan dün partisinden istifa emiştir. Karahan’ın istifası ile CKMP 10 milletvekilinden 9’a düşmüş ve Mecliste grup kurma vasfını kaybetmiştir. Bu durumda CKMP’nin Meclis Başkanlık Divanında temsil edilemiyeceği anlaşılmaktadır.



Millî Yol, Kasım 1966, Sayı 2.

CKMP den bir istifa.

Meclisin açılması ile hükûmet hakkında gensoru açılmasını talep eden CKMP de, geride bıraktığımız günler içinde bir istifa olmuştur. Sinop’tan Meclise giren Sinop Milletvekili Cemil Karahan sebebini açıklamayan bir istifa mektubu ile partisinden ayrılmıştır. Bu ayrılma ile üye sayısı dokuza düşen CKMP nin gurup kurması ihtimali de kalmamıştır. Ancak CKMP gurup kurmamasına rağmen parlâmento çalışmasını son derece iyi bilen insanlardan teşekkül ettiği için bundan sonra da aynı tempo ile çalışabilecek gücünü eritmemiş olmaktadır.

Neden İstifa Etti

Cemil Karahan’ın istifasının gerçek sebepleri, istifa mektubunu Genel Merkeze verdikten 8 saat sonra anlaşılmış ve basına intikal etmiştir. İthalât ve ihracat yapan bir şirketin ortaklarından olan Cemil Karahan, dışarıya kereste sevkedebilmek için AP hükûmeti bakanlarından biri vasıtası ile millî bankalarımızın birinden bir hayli yüklü kredi almıştır. Ancak bu krediyi aldıktan sonra kısa bir zaman sonra borcunu ödemesi için Karahan’a tebligat gelmiştir. Kredinin normal süresi dolmadan ödenmesini isteyen bu talep üzerine aynı bakanla görüşen Karahan AP adına konuşan hükûmet üyesinden şu teklifi almıştır.

– Krediyi normal süresinden sonra da ödeyebilirsiniz. Hatta isterseniz size daha da kredi verelim, ancak CKMP den ayrılmanızı istiyoruz. Demirel beyin de arzusu böyledir.

Daha fazla kredi almaya dünden razı olan ve hatta bunları çok ilerideki günlerde ödemeyi aklına koymuş olan Karahan AP den gelen böyle cazip bir teklifi reddetmemiş derhal kararını bildirmiştir.

– Yukarıdaki şartlar içinde CKMP den istifa edeceğim.

Ve Cemil Karahan dediğini de yapmıştır. Şimdilik bağımsız görünen Sinop milletvekilinin önümüzdeki günlerde AP ye girmesi kimseyi şaşırtmayacaktır.



Yeni İstanbul, Serdengeçti, Gülünç Hakikatler, 9 Kasım 1966.

KERESTE TİCARETİ YÜZÜNDEN

CKMP’nin üç adamlık iriyarı bir meb’usu. Karahan mı, neydi o zatın ismi? Kereste meselesi yüzünden ayrılmış CKM Partisi’nin terazisi, keresteyi tartacak kadar kuvvetli değil! İpi kopuverir sonra. Asıl bu istifa CKMP için iyi oldu. Terazisiz de kalacaktı, parti.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 13 Kasım 1966.

YENİ İSTANBUL VE SABAH GAZETESİ

Müslümanlar, Milliyetçiler birleşerek bir gazete çıkardılar. Babıâlide Sabah. Ne kadar sevinmiştik.. “İşte nihayet bir gazeteye kavuştuk” diyorduk. O sıralarda yine ortaya bir “Ayasofya dâvası” çıkmıştı. Gazetenin muhabirleri, Milliyetçi Meb’uslardan bu hususta beyanat alıyorlardı. Benden de aldılar. Arkadaşların beyanatı çıktığı halde, benimki çıkmadı. Hayret!. Sebebini sonradan öğrendim: Gazete, milliyetçilerin gazetesiymiş.. Mecliste Milliyetçilerin başı Sadettin Bilgiç’miş. Ben Bilgiç gibi bir milliyetçiyi tutmuyormuşum da, Süleyman Demirel gibi bir Masonu tutuyormuşum. “Hükûmeti destekliyelim” diye Zafer’de yazılar yazmışım.. Başımdan bir sürü hâdiseler geçti.. Gazeteler ateş püskürüyordu.. Bir tertip karşısında idim. Yeni İstanbul’da durumu açıklayan yazılar yazdım. Bu arada Sabah gazetesinin yazıhanesine de uğradım. İdareciler hep bizim arkadaşlarımızdı. “Bir beyanat ver” dediler. Verdim, aldılar. Yine ses yok. Müdafaam, beyanatım yine çıkmadı. Bana, “Sabah’a niye yazmıyorsun, seni orada görmek istiyoruz” diyorlardı. “Gidin onu Sabah’a sorun” diyordum. Bir ara gazetenin sahiplerinden Muammer Topbaş’la görüştük. Kapalıçarşıdaki Süleyman Peker’le konuştuk. Benim yazmamı istiyorlardı, “amma” bu “amma”yı bir türlü anlıyamadım. Nihayet Muammer Topbaş, gazetenin başına fiilen geçti. Teklifi ciddileştirdi. Topbaş’a ötedenberi sevgim, saygım var.. Fakir fukara babası.. Hayırlı zenginler servetin içinde oldukları halde servet içlerine işlememiş.. Girmemiş!. Tam Mevlânanın dediği gibi.. “Bir geminin yüzmesi için su ne kadar lâzımsa, insanın yaşaması için servet o kadar lâzım; zaruri.. Fakat su gemiye girince, su gemiyi nasıl batırırsa, servet aşkı, sevdası insanın içine girince insanı öyle batırır.”

Bu adamlar servetlerinin içinde batmamayı, insanlıklarını muhafaza etmeyi bilmişler..

* * *

Kumaşçı, Uğur Mağazasının sahipleri de benim yazmamı istiyorlardı. Hacı Raif’le Uğur’ların mağazalarının önünden geçiyorduk.. “Tamam” dediler; “Anlaştık, Muammer Beyi görmediniz mi?..” “Hayır..” “Görelim mi?” “Görelim.”

Teklifleri: “Yeni İstanbul’dan ayrılacaksınız?”

– Mümkün değil. Yeni İstanbul’dan ayrılmam.. Size her gün “Bağrıyanık” imzası ile bir fıkra.. Kısa, kesin, sivri.. Güldürürken, öldüren.. Kimi Hasımlarınızı..
– Ne istersin?
- Size bedava da yazarım. Cidden, samimiyim bu sözümde..
- Hayır, söyle..
- Bin lira..
- Hay hay.. Çok değil, mühim değil..

Muammer Bey zile bastı.. Şişmanca, sevimli, nurlu yüzlü bir delikanlı girdi içeriye.

– Bin lira getir.
– Efendim, acelesi yok, daha bir satır yazmadık..
– Olsun, olsun.. Al şu parayı. At imzayı.. Attık.. Aldık parayı..

* * *

Ertesi gün “Sabah” gazetesi, Serdengeçti Sabah’ta, Serdengeçti Sabah’ta, başladı reklâma.. Yeni İstanbulcular küplere bindi.. Telgraflar.. Ankara Bürosuna direktifler. Olmaz, olamaz.. Katiyen.. Biz bin lirayı iade edeceğiz..

– Yahu.. Söz verdim. Birer fıkracık da orada çıksın.. Ne çıkar?.. Müstear, değişik imza ile üç gazeteye yazı yazanlar var..

Anlatamadık arkadaşlara. Peki.. peki.. Ve o gün Ankara’dan Konya’ya hareket ettim. Konyalı arkadaşlar da ısrar ettiler. “Sabah’a yaz, Sabah’a yaz..” Konya’dan “Sabah” gazetesine yedi fıkra gönderdim. Muammer beye mektup yazdım. Durumu anlattım. Parayı verirlerse kabul et.. Şimdilik bu fıkralar çıksın. Arkadaşları ikna edebilirsem yazarım.. dedim.

Akseki’ye geldim.. Yeni İstanbul’un sahibi Kemal Uzan’dan telgraf.. Sabah’taki yazılarınızı kesiniz. 1000 lira iade edildi.”

* * *

Akseki’ye Sabah gazetesi gelmiyordu. Bundan 15 gün evvel Antalya’ya indim. Gençler: “Maşaallah Osman ağabey.. İki gazeteye de yetiyorsun?”

– Hangi gazeteye?
- Yeni İstanbul, Sabah..
– Sabah’ta yazmıyorum ki.. Sabah’a yedi fıkra gönderdim; hepsi o kadar..
– Her gün çıkıyor efendim..
- Allah, Allah..

Gazeteyi getirdiler.. Üçüncü sayfada “Nükte”, imza: “Serdengeçti..” Olur şey değil.. Yeni İstanbul’a bildirdim.. Bu fıkralar benim değil.. İkaz edin..

* * *

Meclis açılıyordu.. Ankara’ya döndüm. Baktım Yücel Hacaloğlu orada.. Surat bir karış.. “Ne ulan o?” “Yahu haberim yok. Vallahi o yazılar benim değil.. Dümdüz, esprisiz, tuzsuz, bibersiz yazılar.. Benim yazılarımdaki girinti, çıkıntı, uçurum, buluş, sivrilik var mı o yazılarda.” “Sabah’a tel çek” dediler; çektim..

Bir gün sonra baktım; hâlâ “Serdengeçti” orada.. Bu sefer “Sabah”ın Ankara bürosuna gittim. Teleksle Muammer beye bir mektup ilettim. İmzamın kaldırılmasını rica ettim. Benim yüzümden iki milliyetçi, mukaddesatçı gazetenin birbirine girmesini istemiyordum.. Katiyen.. Mektubumda bunu belirttim..

Her iki gazete hakkında kanaatim şudur:

Yeni İstanbul, her şeyin üstünde Milliyetçiliği ve Mukaddesatı üstün tutan, siyasî partileri de bu esasa göre değerlendiren, sert, atak mücadele yapan bir gazetedir.. Amma biraz fazla hissî, iktidara karşı da bazan fazla sert.

“Sabah” daha ağır başlı, mukaddesatçı ama iktidara karşı fazla yatık, ağırbaşlılığı hareketsizlik haline getirmiş.. Hamle bakımından zayıf.. Mızraklı ilmihal havası içinde bir gazete.

Her ikisi de bizim gazetemizdir. Düşmanlarımız çok ve kuvvetlidir. Birbirimize düşecek zamanda değiliz.. Birbirimizi kösteklemiyelim; bilâkis destekliyelim.. Ümit ederiz ki, muhterem refikimiz Sabah gazetesi bizim olmayan, bir başkasının yazdığı yazılara artık bizim imzamızı atmasın.

Kendilerinden ricamız budur..



Yeni İstanbul, 14 Kasım 1966.

13 KASIM’DA MİLLİYETÇİLER HANÇERLENDİ

CKMP tarafından dün saat 11 de Beyazıt’taki bir salonda düzenlenen kapalı kapalı salon toplantısına, teyple çalınan ve üyeler tarafından söylenen mehter marşları ile başlanmıştır. Söz alan Genel Sekreter Yardımcısı Muzaffer Özdağ, 14’lerin yurt dışına çıkarılması üzerinde durarak, “13 Kasımda Atatürkçüler sırtından hançerlendi” demiş, Atatürkçülükle beraber, Türk milliyetçiliğinin de darbe yediğini ileri sürmüştür.



Yeni İstanbul, 15 Kasım 1966.

TÜRKEŞ: BAŞBAKAN GERÇEKLERİ SAKLIYOR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün parti il merkezinde yaptığı basın toplantısında Başbakan Süleyman Demirel’in AP kongrelerinden rejimin tehlikeye düştüğü havası içindeki sözlerine cevap vermiş, “rejim için, millî irade ve demokrasi için bir tehlike bahis konusu ise, bunun tedbirlerini almak herkesten önce sorumlu Başbakanın vazifesidir.” demiştir.

Başbakanın bahsettiği gibi bir “ihtilâl öncesi ortam” görmediğini belirten Türkeş şöyle demiştir:

- “Memlekette asayiş bozuklukları halkı tedirgin etmiştir. İşsizlik ayrı bir dert halinde devam etmektedir. Memleketin ekonomik ve malî durumu bozuktur ve gittikçe bozulmaktadır. İktidarın Maliye Bakanı bu yüzden ayrılmıştır. Kıbrıs meselesi iyi bir çözüme ulaştırılmaktan uzaktır. Memleketin bütünlüğünü bozucu bölgecilik ve mezhepçilik gibi faaliyetler ve bunlar dile getiren yayınlar yapılmakta, bunlara karşı hükûmette hiçbir ciddî tutum görülmemektedir. İktidar tarafından devamlı din sömürücülüğü yapılmakta, bir taraftan da % 952i Müslüman olan bir milletin inancını temsil eden muhterem bir makam saygısızlığa uğramaktadır. Hükûmet Başkanı, bu önemli memleket meselesinde açıklamalarda bulunmak yerine son konuşmalarında devamlı olarak rejim meselesini öne sürmektedir. Eğer rejim için, demokrasi ve millî irade için bir tehlike var ise, buna karşı herkesten önce sorumlu Başbakanın tedbir alması gereklidir. Rejim ve demokrasinin korunması parti kongrelerinde dedikodulara yol açacak münakaşalar yapmakla sağlanamaz. Böyle bir tehlike varsa Hükûmet Başkanın bunu Hükûmete ve TBMM ne getirmesi lâzımdır. Türk demokrasisini ve millî iradeyi suikasta uğratacak her teşebbüsü, herkesten önce Türk cumhuriyetini ve Türk demokrasisini korumaktır. Geçmiş yakın yıllarda meydana gelmiş bazı olayları da yine şanlı Türk Silâhlı Kuvvetleri önlemiş ve bastırmıştır. Türk ordusu ile Türk halkı ayrılmaz bir bütündür.”



Yeni İstanbul, 17 Kasım 1966.

CHP Lideri, CKMP Genel Merkezini ziyaret etti

TÜRKEŞ VE İNÖNÜ GÖRÜŞTÜ

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü, dün saat 11’de, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisini ziyaret etmiş, Genel Başkan Alparslan Türkeş ile bir süre görüşmüştür.

İnönü, 40 dakika kadar süren görüşmeden ayrılırken, basın temsilcilerine şunları söylemiştir:

- “Kurultay’dan sonra, yeniden seçilmem dolayısıyla CKMP’li arkadaşlarım beni tebrik etmişlerdir. Sayın CKMP Genel Başkanına teşekkürlerimi bildirmeye geldim. İki parti genel başkanı olarak biraraya gelince çeşitli meseleleri de konuştuk.”

CKMP Genel Başkanı Türkeş de, ziyaretle ilgili olarak,

- “Sayın İnönü evvelce yaptığım ziyareti iade ettiler. Bu vesileyle kendileriyle bir süre görüşmüş oldum.” demiştir.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 24 Kasım 1966.

BÜYÜK KONGREYE DOĞRU

Adalet Partisi, Büyük Kongresinin arefesindedir.. Hazırlıklar hızlandırılmıştır. Görünürlerde, Demirel’den başka Genel Başkan adayı yoktur. Fakat pek de belli olmaz, bakarsınız birdenbire birisi çıkıverir ortaya. Bir tabiat hâdisesi gibi yükseliverir.. Amma bu devre pek zannetmiyorum.

* * *

Adalet Partisindeki bu seferki mücadele Genel Başkanlık mücadelesi değildir. Genel İdare Kurulu mücadelesidir. Genel İdare Kuruluna bakalım milliyetçiler kaç âza sokabilecekler?

Şu satırları yazarken acı acı gülüyorum.. “Kaç milliyetçi ne demek?” AP’nin topyekûn milliyetçi olması lâzım gelmez miydi? Öyleydi amma.. Gel gör ki milliyetçi olmıyanlar, kıtalararası hava, beynelmilelciler parti, bu halkın, milletin partisini, kendi niyet ve zihniyetlerine doğru sürüklüyorlar. AP Grupu içinde milliyetçilerin lideri olarak tanınan zat da, tâviz vere vere tükendi gitti. Haritadaki İsparta vilâyeti ile Ş.Karaağacı kazasına döndü. Milletin, talihi karardı..

* * *

İktidar yavaş yavaş, haktan ve halktan uzaklaşıyor. Yağcıların, partizanların, riyakârların alkışları, partimiz partimiz avâzeleri hiç bir mânâ ifade etmez, bu hakikatı değiştiremez.

* * *

Şimdi, AP’li milliyetçilere düşen vazife çok büyük ve ağırdır. Her şeye rağmen bu iktidar bizimdir. AP’yi bizim zihniyet ve mücadelemiz iktidara getirmiştir.

Velinimetini, esas sahibini unutan, bu vefâsız, aslından kopmuş, uzaklaşmış insanlara “dur!” demenin zamanı çoktan gelmiştir. Türk milleti kendi rengini, kendi hususiyet ve hüviyetini bu partide görmeli, göstermelidir.

* * *

Yabancı, yalancı, talancıların foyası, boyası, mayası açıkça ortaya konmalıdır.

* * *

Şuradan buradan gelmiş birikinti adamlardan, kökü dışarıda teşekküllerden, Tük milletine hayır gelmeyeceğini, bu millet artık bilmeli, bunu anlamak, bilmek istemiyenlere anlatmalı, bildirmelidir. Yazık oluyor bu millete. O, canını dişine takarak bir mücadele yaptı; her türlü tehlikeyi, fedakârlığı göz alarak AP’yi iktidara getirdi. Getirdi de ne oldu. Allahın her günü mukaddesatımıza, dinimize, milliyetimize söven şu radyoyu, şu kadroyu değiştirebildik mi?

* * *

Hani komünizmle mücadele? Örtülü Ödeneği ve bu fasla diğer fasıllardan ayrılan milyonları, kendisini tutan, bu vatanın öz evlâtlarına vereceği yerde, sahtekârlara, Kozmopolit, Masonist teşekkül ve yayınlara, gazetelere, dergilere yağma etti.

* * *

Her türlü yolsuzlukla mücadele, pahalılıkla mücadele, nerede, ne oldu? Karaborsa, akborsa.. Ortada ne varsa.. Hırsızı, uğursuzu.. açıkça at oynatmakta..

* * *

Asayiş meselesi; kimse dükkânından, evinden, malından, mülkünden emin değil. Antalya’da anlattılar. “Şu sıradaki dükkânlardan onda biri soyuluyor.. Gece dükkânı deliyorlar, malları boşaltıyorlar. Faili meçhul. Biz ne yol istiyoruz, ne su, ne şu, ne bu.. Biz her şeyden evvel, asayiş ve emniyet istiyoruz” diyor vatandaş.

* * *

Pahalılık milletin canına okumakta. Halkın sıhhatini, ümidini bitirmekte. Elimi sıkan herkes, geçim sıkıntısından bahsediyor. Akseki’de, yatağında bırakıp geldiğim eski tapu memuru Memiş Efendi yalvarıyor: “Aman dayım şu bizim maaşlara bir zam.. 35 sene çalışmış, 30 lira ile emekliye ayırıvermişler. Şimdi üç ayda bin lira kadar bir şey alıyor.. “Yetmiyor; yetmyor..” Son sözü: “Aman dayım.. Şu bizim maaşlara..”

* * *

Ankara’ya geldim.. Herkes Personel Kanunu sormakta.. “Sizlere ömür, Personel Kanunu, porselenmiş kırıldı; gitti” diyorum. Ama bu işler espri ile hallolunacak gibi değil.. Postahaneye varıyorum.. Havale gişesindeki memur, “Daha kömür alamadım; bana 500 lira..” Aynı gün öyle çaresizler geldi ki, 600 lira verdim; yok, olsa.. Osmanlı Bankası değilim ki ben.. adam, öyle acı acı bakıyor ki eriyorum.. “Çok mu acele.. Ay başında olmaz mı?” “Olur” diyor adamcağız.

Biz maaşları üç ayda bir alıyoruz. Bu ay başı tamam. Tamam amma maaş tamam değil, elimize ne geçecek.. 3.500 liraya kefil olduğum iki arkadaş var. Henüz bunlar, parayı bankaya ödememişler.. Gitti 7.000 ini, kaldı geriye 3.500 lira.. Üç ayda 15.500 lira alıyoruz. Sekiz aylık dükkân kirası birikmiş, kalorifer parası. Şu, bu.. Çocukların masrafları, taksitleri.. meb’us olarak 3 ayda 3.500, gazeteden de 1.500 lira alan ben, böyle acızlanırsam, yetiştiremezsem, 500, 300 lira alanlar ne yapsın? Bu hesabı onun için döktüm ortaya. Çok acı, çok feci.

* * *

Meselâ, “Bu yıl zeytin mahsulü çok fazla” diyorlar. Bakıyorsun, zeytinyağının kilosu sekiz lira.. Daha dün iki kiloluk “Ülfet” zeytinyağı aldım. Net 1740 gr. Yani iki kilo bile değil.. 14.70 kuruş.. Bu neden böyle oluyor? Hangi eller, maliyet fiyatlarını bu kadar yükseltiyor?

* * *

Bir de utanmadan “Türkiye 100 milyon insanı besler” diye nutuk çekiyorlar, yazılar yazıyorlar, besler. Hazırını beslesin de.. Palavra dedin mi, mangalda kül bırakmıyoruz.. Ama bu gidişle külümüzü göve savuracaklar.. Ne yapacaksak yapalım, derlenelim, toplanalım. Adam olmaya, hakikaten iktidar olmaya, milletin derdine çare bulmaya bakalım..



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 25 Kasım 1966.

İNÖNÜ – DEMİREL MÜLÂKATI

Haber aldığımıza göre İnönü, Demirel’e.

a) Dindarlara fazla yüz verme..
b) Dinî toplanışları kuruluşları dağıt.
c) Milliyetçi dernekleri kapat.
d) Milliyetçi Öğretmenler Derneğini de kapat!
e) Partideki milliyetçi, mukaddesatçı meb’usları birer bahane ile tardet.
f) Yeni İmam Hatip okulu açma.. Mevcutları layık esaslara göre yeniden tanzim et..
g) Federasyoncu, sendikacı öğretmenlere baskı yapma, yaptırma.
h) Hele nurcuları çok sıkı takip ettir..
i) Solda olanları yolundan alıkoyma.
ı) Radyoya ilişme.. Bu yolda yapılan tenkitleri sustur.
j) Fazla yatırım yapma..
k) Kıbrıs işinin üstüne fazla düşme..
l) Sovyetlerle arayı düzelt.
m) Sovyetlere Türkiye’de iş sahaları tanı, yatırım yapsınlar.
n) Sovyet – Türk kültür anlaşmasını engelleme.
ö) Toprak reformu şimdilik dursun. Esasen bu mümkün değil. Bakma sen, ben genç kuşakların baskısı ile öyle konuşuyorum.
o) Sakın ha, gelmezsin ya, Masonluğun aleyhinde bulunma.
p) Gazete ve gazetecilere pek kulak asma.
r) Askeri ve memuru doyur. Halk nasıl ola geçinir gider. Askerin ve memurun muhalefeti yamandır. Asıl iktidarı sağlıyacak bu iki sınıftır. Halkın iktidarı oy iktidarıdır. Surata iktidardır. Sizinki gibi.
s) Servet beyannamelerini kaldır.

Ben de buna karşılık:

a) İktidarın üzerine fazla varmıyacağım.
b) Seçim kanunu üzerinde anlaşacağız.
c) İcap ederse İşçi Partisini kapatacağız. Şu asker partisini temizliyelim, CKMP’yi.
d) Toprak kanunu üzerinde fazla durmıyacağım.
e) Dış politikada tamamen seni destekliyeceğim.

İki Başkan, bu saydığımız bir çok noktalarda birleşmişler. Demirel bir kuzu gibi, ihtiyar kurdun bu tavsiyelerini dinlemiş. Başbakanımıza bizim tavsiyemiz şu.

“Akşam oldu yine bastı kareler,
Gitme yavrum seni arslan pâreler..”

Amma dinlemedi, gitti. Ne diyek?



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 26 Kasım 1966.

İSTERİM, İSTERİZ, İSTEMEYİZ!..

Ben yol isterim
Ben su isterim.
Ben okul isterim,
Ben öğretmen isterim,
Ben cami isterim,
Ben imam isterim,
Ben ihtiyaç kerestesi isterim,
Ben kredi isterim.

Biz kazamıza lise isteriz,
Biz Akşam Kız Sanat Okulu isteriz,
Biz numune fidanlığı isteriz,
Biz şu çayın ayıklanmasını isteriz,
Biz şu gölün kurutulmasını isteriz,
Biz baraj isteriz, anladın mı baraj..
Biz garaj isteriz,
Biz toprak isteriz,
Biz madenlerimizin işletilmesini isteriz.

İSTEMEYİZ

Biz bu kaymakamı istemeyiz,
Biz savcıyı da istemeyiz,
Biz hele şube reisini hiç istemeyiz,
Biz, jandarma kumandanını da istemeyiz,
Biz, falan hocayı istemeyiz,
Biz, falan öğretmeni istemeyiz.

İşte bizim seçmenler. İsterim, isteriz, istemeyiz. Fasıl bu.



Yeni İstanbul, 28 Kasım 1966.

DEMİREL SİNİRLİ BİR EDA İLE KONUŞTU VE “MİLLİYETÇİLER ÇEKSİN GİTSİN” DEDİ

Dünkü AP Kongresinde .. delegelerin ve söz alan diğer hatiplerin özellikle Genel Başkan Yardımcısı Osman Turan’ın uyarıcı ve haklı tenkitlerine hakaretamiz sözlerle cevap vermesinden sonra gündeme göre oturumun kapanması gerekirken Başbakan Demirel söz almak istemiştir.

Başbakan Demirel çok sinirli hareketlerle kürsüye gelmesinden sonra yine aynı haleti ruhiye içinde baştan sona kadar hissî olan konuşmasına başlamıştır.

Genel Kurul hakkında yapılan tenkidleri cevaplandıracağı gerekçesiyle kürsüye geldiğini söyleyen Demirel, hükûmetin hiçbir hâtası olmadığını söylemiş ileri sürmüş ve bu arada milliyetçilere ağır bir dille çatmıştır.

Konuşmasının bu kısmında daha da ileri giden Demirel sinirli bir halde “Heyetimizi beğenmiyorlarsa çekilip giderler” demek suretiyle de milliyetçilere tehditkâr sözler sarfetmiştir.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 28 Kasım 1966.

KANUN YOLLARI

Müfrit cereyanlarla mücadelede kanun yolları kifayetsizdir. Meselâ bir miting yapılıyor, sokağa dökülenler her şeyi alt üst ediyorlar. Ne kanun kalıyor çiğnenmedik, ne nizam.. Her adımları bir suç. Bağrışmalar, itişmeler, sövmeler, saymalar.. Polisi taşlamalar, sonra emniyete, nezarete alınıyor bunlar.. 5 – 10 kişi.. Telefon, baskı, tehdit. Zaten 27 Mayıs’tan sonra polis otoritesi diye bir şey kalmadı.

* * *

Bir müddet sonra bırakılıyorlar bunlar! Kanun yolu. Savcılık, mahkeme.. Savcılar bir âlem. Bu işin aktörleri hazır.. Meydan okuyucularının. Başta Muammer Atasoy, ağırnas, sağırnas.. derken.. kitleler halinde talebe adliye koridorlarında.. Sanki adliye ve mahkeme işgal altında.. Gazeteciler, resimler, pozlar.. Berat’.. Sakarya’dan Millî Mücadeleden döner gibi.. bir dönüş.. Gençler. Türk gençliği. Atatürk gençliği. Sosyal.. Soysal. Al. Bal. Bal gibi komünizm propagandası. Ne oldu? Kanun yollarına başvuruldu. Ohooo. Heriflerin aradığı şey bu.. kurdun aradığı dumanlı dağ.. Dahiliye vekili çıkar:

Kanunlar işliyecektir!..
İktidarımız her türlü zorbalığı yenmeye muktedirdir.
Çart.. kaba kağıt!
Bu iş böyle yürümez sayın baylar.. Böyle yürümez..

* * *

Kimdir bu ortaya dökülenler? Kim tahrik ediyor bunları? Mülkiyede kaç kişi? Dokuz!.. Orta Doğuda? Yedi! Hukukta? Şu kadar.. Asıl tahrikçiler. Bir avuç.. Bunları yakalıyacaksın.. Sonra yeni bir yönetmelik: Sınıfta kalanlar talebe cemiyetlerine giremezler.. Vazife alamazlar. 40 – 43 yaşında kart herifler. İnadına, kasten fakülteleri bitirmiyorlar. Talebe cemiyetlerinin başına geçiyorlar.. Bu sınıfta kala kala başı dönmüş, kaşarlanmış herifler yeni gelen talebelere mayalık vazifesi görüyorlar. Ortalığı karıştıranlar, köpürtenler bunlar! Mesela Türkiye Gençlik Teşkilâtının başındaki koyu, aşırı solcu adam kırk yaşının üstündedir. Bu adam boyuna iktidara, milletin iktidarına çelme takmaktadır. Tuzak kurmaktadır. Ve bizim şapşallar, bu adamın teşkilâtına 150 bin lira vermişlerdir. Bereket ben, mecliste bir takrir vererek bunun 50 binini bir milliyetçi derneğe aktarttım.

Diğerleri de öyle.. Üniversite yönetmeliğinde böyle bir değişiklik yaptıktan kart, kaşarlanmış sabıkalılar temizlendikten sonra geri yanı kolay!..

* * *

Kısasa kısas.. Talebeye, talebe kullanılacak. Polis değil, asker değil, solcu kuvvetlere karşı, ağcı kuvvetler.. Gerçekten sağcı, yağcı değil. İnanmış, imanlı gençler. Yok mu böyle gençler.. Çooook.. Yalnız organize edilemiyor. Dağınık, perakende.. Parça parça..

* * *

Yine de solcu bu şerirleri bu teşkilâtsızlıklarına, hükûmetten beş kuruş yardım görmemelerine rağmen durduran, dağıtan bizim çocuklarımız, bu imanlı gençlerdir!.. Bunu sırf inandıkları için yapıyorlar, dinleri için, vatanları için, milletlerinin selameti ve saadeti için yapıyorlar.

* * *

Onlar gençse, bunlar da genç, onlar üniversite talebesiyse bunlar da üniversiteli..

Kaç defa Başbakana, orta bakanlara, uç bakanlara söyledim bu hakikatı.. Kaç defa grup grup gençleri yanlarına çıkardım.

“Olur, inşallah, maşallah!” Çıkmaz ayın son Çarşambası. Çarşambayı sel aldı. Sonra da iktidarı el alır!.. Fakat anlıyan kim, dinliyen kim?

Sanki bilmiyorlar, yakın mazideki selleri Egesel, Gürsel.. Bu selleri ne çabuk unuttunuz?!.

Gafiller!.. Yalnız siz gitseniz hadi neyse. Millet de gidecek, memleket de. Bu gelen bahar seli, 27 Mayıs seli değil, Moskof selidir. Kuzeyden geliyor.. Volgadan geliyor.

Sizin gaflet ve dalaletiniz yüzünden Türk tarihinin son perdesi kapanacak.. Bunu böyle bilin, kendilerini hakikaten bilgiç sanan beyler.. Biraz da bizi dinleyin. Biz, bu işin içinde pişmiş adamlarız. Kıravatımız yoksa, aklımız, izanımız, imanımız var.

* * *

Bu iş ne baraj işine benzer, ne garaj.. Ne polisle hallolunur, ne kulisle.. Ne de kabineye falanın, yahut filanın girmesiyle..

* * *

Herkes bir âlemde.. Herkesin âlemi başka.. Bir türlü bir manzume haline gelemiyoruz?!. Herkes “ben” diyor.. Ben, ben, ben! “Biz” diyen “O” diyen yok! Hepsi kumandan.. Nefer yok.. Elbette bu gidişle zafer yok!.. İş yok bizde.. İş yok bu hükûmette, bu iktidarda..

* * *

Yanlış anlaşılmasın, ben her şeyi herkesi kötüliyen bir insan değilim. Bilâkis bir insanda iyi bir taraf gördüm mü ona takılır kalırım; tutulurum. Kötü taraflarını da vicdanımda beraet ettirmeye çalışırım. Bir yolunu bulur beraet de ettiririm. Temyize dahi havale etmem. Temize havale ederim. Temize çıkarırım. Amma bunların gidişi, gidiş değil, tutulan bu yol, bu iş, iş değil.. Mecburum hakikatı söylemeye, yazmaya.. Elimden gelen bu. Ben ne yapayım başka?!.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 30 Kasım 1966.

SORUN BAKALIM, NE DİYECEKLER?1

-AP DELEGELERİNE-

Sorun bakalım, Başbakana, orta Bakanlara, uç Bakanlara, Genel Kurul âzalarına, Milletvekillerimize sorun.. Sizi iktidara kim getirdi, niçin getirdi? Siz neler va’d etmiştiniz, şimdi neler yaptınız?!

* * *

Sizi iktidara biz getirmedik mi? Bizler, bu Müslüman Türk Milleti.. Niçin getirdik?

Memlekette komünizm alıp yürüyordu. İhtilâlin getirdiği tehdit ve terör havası geçmemişti. Huzur yoktu; kimse yarınından emin değildi.

Siz komünizmle mücadele edecektiniz.. Kızıllar rezil olacaktı. Tehdit ve tedhiş havasını dağıtacaktınız. Emniyeti ve huzuru temin edecektiniz.. Bunları yapabildiniz mi?

Komünizmle mücadeleniz nerede? Biz, sizi iktidara getireli, komünizm hızını en az on kat daha artırmıştır. Sosyalist maskeli komünistlerin, Volga boylarından kiraladıkları atlar, “Kızıl atlılar” Kıratı, Kıratları çoktan geçmişlerdir. Yarışı onlar kazanmışlardır. Bu gerçeği görmüyor musunuz?

* * *

İktidara gelir gelmez, ilk işiniz, meydanlarda Allah, Peygamber nutukları çekerek, peşinize düşürdüğünüz, karşı tarafın “Nurcu” diye damgaladığı Müslümanları tevkif ettirmek oldu. Bununla ne yapmak istediniz, kimleri memnun etmek ettiniz?

* * *

Canilerin, katillerin, hırsızların, ırz düşmanlarının, vatan hainlerinin affedildiği bir kanunda Müslümanlara neden yer vermediniz? Böylece komünizmin karşısındaki, en tabiî, en zarurî barajı neden, niçin, kimler hesabına yıkmaya kalktınız?

* * *

Milyonlarca lira örtülü ödeneği ve diğer bir fasıldan bu fasla ayrılan milyonları kime, nerelere harcadınız? Saçı bitmemiş yetimlerin hakkını siz ne hakla, kökü dışarıda, Beynelmilel Cemiyetlere, Klüplere, bu Cemiyetlerin, Derneklerin, Klüplerin fikritayını yayan, din ve mukaddesat düşmanı, millet, milliyet, millî menfaatlerin düşmanı, yayınlara, dergilere, gazetelere veriyorsunuz? Bunu sorunuz!

* * *

Komünizm karşısında duracak, onu can evinden vuracak diğer bir kuvvete, imanlı, milliyetçi gençlere, derneklere ne verdiniz? Bu dernek mensuplarını niçin mahkemelere kadar sürüklediniz? Sayın AP’nin Bakanları, yöneticileri.. Bu hususta bize izahat, bize hesap verin bakalım.

* * *

İktidarımız, iktidarımız diye öğünüp duruyorsunuz. Hangi iktidar, nerede iktidarınız?

Daha, Allahın her günü mukaddesatımıza, tarihimize, ecdadımıza sinsi sinsi saldıran, şu radyoyu halledemediniz!. Bunun bile hakkından gelemediniz.. Biz kelimenin tam mânâsiyle bir iktidar, muktedir bir hükûmet istiyoruz. Hani nerede böyle bir şey göremiyoruz?!

* * *

Ankara, İstanbul, İzmir, Adana gibi büyük şehirlerimizin sokaklarındaki kanlı hâdiseler, kanuna, devlet otoritesine karşı gelmeler, meşrû bir iktidarın Başbakanına, âlenen ve resmen “Morison, satılmış, istifa” avâzeleri âfakı çınlatırken kudretiyle öğünen iktidarımız nerededir?

Çankaya’lara kadar yürüyüşler, Kızılhaç gibi beynelmilel hayır müesseselerinin tahribi karşısında hükûmetimiz ne yapmıştır?.. “Liyons Klüp” gibi maskeli Mason Klüpleri açacağınıza, bunların ağızlarını kapatsanız daha iyi olmaz mı? Nerede kaldı Devletin, Hükûmetin, iktidarın haysiyet ve şerefi? Çok sayın delegeler.. İş başına getirdiğiniz bu iktidarsız iktidardan bunları da sorunuz!..

* * *

Başbakanımız, Bursa’da yaptığı bir konuşmada, “Biz ilhamımızı gökten, gaipten almadık” buyuruyor. Gökten ve gaipten ne demek? Bu, sayın Başbakanın iktidara geldiği sıralarda, Hacıbayram ve Arslanhâne Camilerinde kıldığı namazlarla, geçen yıl Ramazan Bayramında hutbe uslûbundaki Bayram makalesiyle, nasıl telif edilebiliyor? Bunu da

* * *

Yüce Genel Başkanımız, dindarların kendisine baskı yaptığından şikâyet etmiştir. Bu şikâyet üzerine, İnönü Başbakanımızı kolundan tutmuş, Anıtkabire götürmüştür. Anıtkabir anlaşması ve burada esen bahar havası Başbakanımızın dindarlardan bu şikâyeti neticesinde vuku bulmuştur. Şimdi başbakanımIza samimiyetle sorunuz:

Vaktiyle kıldığı namazların yüzü suyu hörmetine, yazdığı, o dinî mevizanın yüzü suyu hörmetine, doğru söylesin.. Kendisine baskı yapan dindarlar, hocalar mı, yoksa localar mı?

* * *

Yine Başkanımız, yıllardır din, mukaddesat, ecdat, tarih düşmanlığı yapan, mazimizi, gerçek atalarımızı, tertipledikleri müsamereler ve piyeslerle terzil ve tahkir eden, DP devrinde kapatılan, İnönü iktidara gelince tekrar açılan Halk evlerini, hararetle övmüşlerdir. Bugün Halk evlerinin başında bir Adalet Partilinin bulunuşu, Halk evleri zihniyetinin ve çalışmalarının değiştiğine, değişeceğine bir işaret midir?. Biz katiyen sanmıyoruz.. Bütün kadrolar eski kadrolardır, zihniyet, eski zihniyettir. Halk evlerini övmek herhalde, Halk Partisine karşı gelen bir iktidarın başına düşemezdi. Nedir bizim başımıza gelen, gelenler? Bunu sorun, arayın…

* * *

Komünizm karşısında hiçbir şey yapamayan, yerli, soylu kuvvetleri destekliyecek yerde köstekliyen, Beynelmilel kökü dışarıda dernekleri, Cemiyetleri, klüpleri destekliyen, böylece verdiği sözlerin, iktidarın ilk haftalarındaki yaptığı gibi gösterilerin tam aksine hareket eden, komünizmin karşısındaki barajları yıkan, mânevî sahayı bomboş bırakan, işbu baraj kralı ve teb’asının maddî alandaki boşluğunu da görmemezlikten gelemezsiniz!..

* * *

Türkiye’de beş milyon insan işsizdir. Beş milyon insan yarı işsizdir. Pahalılık Kırattan da süratle, dörtnala gitmektedir. Personel Kanunu, en salâhiyetli kişiler tarafından tatbik edileceği aylarca evvel söylendiği halde tatbik edilmemiştir.

* * *

Bu da bilhassa münevver çevrelerde, memurlar arasında AP iktidarına ve hükûmete karşı olan itimadı sarsmıştır. Devletin, hükûmetin en yüksek mevkilerine zirvelere kadar tırmananlar, ağızlarından ne çıktığını bilmelidirler..

Zirvedekiler böylesine zırvalarlarsa, iktidarımızın şeref ve itibarı sarsılmaz mı?

Sayın Delegeler; bu hususta iktidarımızı ikâz ediniz. Ölçmeden biçmesinler, yemeden şükretmesinler..

Sayın Delegelerimiz:

* * *

Alkışlarla adamları sarhoş etmeyiniz.. Kendilerinden geçirmeyiniz.. Bilâkis kendilerine gelsinler. Akıllarını başlarına toplasınlar, ne olduklarını bilsinler.

* * *

Adalet Partisi çok ağır şartlar altında iktidara gelmiş, millete çok pahalıya mal olmuştur..

Adalet Partisi, masa başında, kasa başında kurulan bir parti değildir. Adalet Partisinin temelinde alın teri, göz yaşı, hattâ insan kanı vardır. Adalet Partisi sehbaların gölgesinde kurulmuş bir partidir. Onun için cesur olunuz. Yaptığınız işin, verdiğiniz oy’un kıymetini biliniz. Oylarınız oyuna gelmesin.. Hesap sorunuz. Her şeyin nedenini, niçinini arayınız.

Bu hizipçilik, bu nifakçılık değildir. Bu bir milletin kendisine, şahsiyetine, haysiyetine sahip olması demektir.

* * *

Adalet Partisi, kavi imanların, temiz vicdanların, harama uzanmamış ellerin, dik başların, eğilmez seciyelerin partisi olmalıdır. Yatık, silik, yağcı, eyyamperestlerin, arsacıların, borsacıların, parsacıların partisi değil!

* * *

Adalet Mülkün Temeli.
Adalet Cümlemizin emelidir.
Adalet Partisi bu temeller, bu emeller üzerinde yükselmelidir..
Adalet Partisinin muhterem temsilcilerini, sevgi ve saygıyla selâmlarız..

Türkiye Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti.



Yeni İstanbul, 1 Aralık 1966.

O. Y. SERDENGEÇTİ’NİN DURUMU

Demirel’in ihraç listesinin başında bulunan gazetemiz yazarlarından (Türkiye milletvekili) Osman Yüksel Serdengeçti’nin önümüzdeki günlerde toplanacak müşterek haysiyet divanında ihraç edileceğine AP’nin Demirelci çevrelerinde muhakkak nazarı ile bakılmaktadır.

Diğer taraftan tarafsız çevreler de bu ihraç işleminin hemen yapılamayacağını ileri sürmektedirler. Bu çevrelere göre Osman Yüksel Serdengeçti’nin müşterek haysiyet divanındaki dosyalarının tamamı kadük duruma düşmüştür. Bu çevreler bu iddialarını şu şekilde değerlendirmektedirler. Osman Yüksel Serdengeçti, genel idare kurulu tarafından müşterek haysiyet divanına sevkedilmiştir. Oysaki bu kongrede genel idare kurulu değişmiştir. Böylece Osman Yüksel’i haysiyet divanına sevkeden kurulun iddiası da kadük duruma düşmüştür.

Öte yandan yeni seçilen genel idare kurulunun da milliyetçi idealistlere karşı bir kurul olduğu ve yeniden müşterek haysiyet divanına sevkinin çok çabuk yapılacağı ileri sürülmekte ise de, genel idare kurulu dosyası doğrudan doğruya değil, ancak meclis grupu yönetim kurulu kendilerine sevkettikleri taktirde haysiyet divanına gönderebilmektedirler.

Meclis grupu yönetim kurulunun ise Osman Yüksel Serdengeçti’yi tekrar haysiyet divanına verilmek üzere genel idare kuruluna verip vermiyeceği bilinmemektedir.

Diğer taraftan Demirel’in ihraç listesine aldığı , Prof. Osman Turan, Sadi Pehlivanoğlu, Etem Kılıçoğlu ve Hasan Aksay’ın bir an önce ihracını sağlıyabilmek için, yaptıkları her hareketi kontrol etmek üzere kendi yakın bazı milletvekillerini görevlendirdiği ve ilk fırsatta haysiyet divanına sevkedilecekleri Demirel’e yakın çevrelerce ifade edilmektedir.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 1 Aralık 1966.

MECLİSİN HALİ

Ziller çalıyor, “içtima” var.. Kapıların üzerinde elektriklerle yazılmış “içtima” kelimeleri.. Kulakların duymuyorsa, işte koskoca harflerle yazılmış, içtima.. Hem duymuyor, hem görmüyorsan burada işin ne? Doğru Darülâcezeye.. Kulaklar duyuyor, gözler görüyor, amma kafalar duymuyor.. Alâkalar gevşek.. Çoğu girmez içtima’a.. Yahut girer, yoklamada bulunur, hemen çıkar dışarı.. çay içilir, kahve içilir, sigara içilir. Gelen misafirler vardır onlarla lâf edilir. Misafirlerin gözleri hep meb’uslarda. Sorarlar kendi Milletvekillerine:

- Şu kim?
- Şu kim?
– Ya.. Ya.. Vay anasını..

Tuhaf şey. Beni de çok görmek istiyenler oluyor. Geliyorlar, tanışıyoruz. Çoğu da kıravatsızlığımdan kolayca tanıyor.. Her gün ziyaretçilerimiz de var. Kimi misafir odasında bekler. Meraklı ve heveslilerimi arkama takar getiririm.. AP mahallesine Vekilleri getiririm; meşhurları gösteririm.

Bazan İsmet Paşa da geçer. Dinç olduğu zaman bizim kapıdan girer.. Sert adımlarla.. “Gözler ileri, başlar yukarı” demek ister ki “Siz beni ölecek diye beklersiniz amma, avucunuzu yalayın, daha ben dincim, gencim.. ölmiyeceğim.”

Bitkin oldu mu, CHP’li, genç bir meb’usun kolunda, kendi kapılarından girer. Oturduğu yer, kendi kapılarına yakın. Oradan girer ve yerine çöker. Adamın gelişi gidişi bile siyaset!..

* * *

Meclis toplanır.. Her sırada bir kâğıt. O gün gündemde neler var. Eski tâbiri ile Ruznamede. Ne olacak, sözlü sorular, gen sorular. Bir evvelki devreden kalma bir evvelki seneden kalma.. Meclis matbaası, aynı şeyleri basar durur.. Bilmem nere Milletvekilinin, bilmem ne hakkında sözlü sorusu.. Her meb’usun oturduğu yerde, bir anahtar numara ve düğme var. Anahtarlar çevrilir.. Düğmeler basılır.. Düğmelere basılınca, Riyasetin üzerindeki levhada numaralar yanar. Meselâ benim numaram 634.. Düğmeye basınca şarp yanar numaralarımız karşıda.. İşimiz gücümüz numaracılık. Ekseriyet olup olmadığı böyle belli olur. “Ekseriyet yok” diye iddia edilirse, Reis, teker teker milletvekillerinin ismini okutarak yoklama yaptırır. Adana^dan başlar, Zonguldak’tan çıkar. Ekseriyet varsa; müzakereye geçilir. Yoksa talik.. Ekseriya gündem dışı söz istiyenler olur.. Reis isterse söz verir bu arkadaşlara, isterse vermez. Salâhiyeti dahilindedir bu. Meselâ ben kaç kere istedim vermediler. Neden mi.. Eğer o gün celseyi idare eden Başkan bizdense “Osman müfrit, başımıza bir iş çıkarır” diye vermez. Halk Partisindense, “O herif, ifritin biri, söz vermem ona” diye düşünür. Böylece biri “müfrit” der, öteki “ifrit” der, Osman konuşamaz. İşte öfkesini böyle gazetelere yazarak alır.

Son zamanlarda, bu devrede, Milletvekillerinde bir isteksizlik, Mecliste bir boşluk, bir tuhaflık ve boşluk var.. Sıraların çoğu boş.. Yoklamadan sonra beyler dışarıda.. İçeride kalanlar da “Ne konuşulacaksa konuşulsa da çıksak gitsek” dercesine kâh önlerindeki boş kâğıtlara imzalarını atıyorlar, kâh sağa, kâh sola bakınıp duruyorlar. Sıraların üzerleri yırtılmış zarflar, boş kâğıtlarla dolu.. Bazıları da kırtasiye dükkânı açacakmış gibi yığın yığın zarf ve kâğıt alıyorlar. Tabiî bedava bunlar. Acaba diyorum: Telef ettiğimiz şu zarflar ve kâğıtların değeri kadar iş yapıyor muyuz?

* * *

Vaktiyle Coşkun Kırca birkaç önerge vermişti, Meclis Riyasetine.. Partilerin birbirine girdiği bir zamanda.. Karıştırıcıların, kızıştırıcıların, ithamcıların başında da bu çocuk vardı. Lâf olsun diye, sırf ortalığı karıştırmak, Riyaseti itham etmek için, birkaç önergesi okunduktan sonra, “Bir önergem daha vardı” diye tutturmuş, bunu bir çoklarına yutturmuştu.. O gün, celseyi idare eden AP’li Nurettin Ok’tu. Başkan ve kâtipleri önergeyi aradılar, taradılar yok. Ne diye kaybedilen önerge.. Mühim bir vesika mı? Yok.. İki satırlık bir şey.. Yazsın yine versin. Ama mesele o değil. “AP’li Meclis Başkanı önergeyi aşırdı.” demek için yapıyorlar bunu.. Bir gün sonra gazetelerde, birbirinden berbat manşetler.. Zavallı Adalet Partisi ve onun zavallı yöneticileri.. Anarşist TİP’çilerin, şerir Halkçıların elinde oyuncak.. Nitekim söylemiş adam (Kırca): “Ahmakları amma atlattık.” diye..

* * *

İşte Meclisin, bu çalışma devresinde Kırca’nın bu sözde kaybolan önergesi ile, Bölükbaşı’nın buna benzer Meclis zabıtları hikâyesi.. “Başbakan öyle dememiş de, böyle demişmiş.” “Yok öyle değilmiş”, “Şu kelime silinmiş..” lâf-ı güzâf.

* * *

Oturmuş Başkanlık Heyeti de uzun uzun bu meseleyi incelemiş.. Sayfalar dolusu bir izahnâme okundu Mecliste. Kışın Börücek yaylasına çıkan Başkanlarından sonra iyice şaşıran MP’liler ve hele onların içindeki o Erdemir, bunu vesile ittihaz ederek, Başkan Bozbeyliye olan hakareti yaptı.. Bunu duyan Bölükbaşı da Börücek yaylasından bir yıldırım hızıyla, bölüğünün, pardon takımının başına geldi.. Mecliste bir hayli gürültü çıkardıktan sonra, harp sahasını bıraktı gitti. Maksadım MP’yi kötülemek değil, son olanları olduğu gibi anlatmak..

Şunu demek istiyorum: Memleket, ağzına kadar meselelerle dolu. Şimal rüzgârları çok korkunç esiyor.. Açlık, sefalet, darlık, huzursuzluk.. samimiyetsizlik. Biz oturmuşuz burada, İç Tüzük – Dış Tüzük, Önerge, Genelge, Ön soru, Gensoru ile meşgulüz. Halbuki sonumuz yaklaşıyor. Son soruyu soracaklar sonra bize..

Bizim milliyetçilere bakıyorum. Sanki yarın seçim olacakmış gibi bir endişe içindeler. Ne olur, ne olmaz.. Ne fazla önden gitmeli, ne arkaya kalmalı.. Herkes gibi olmalı. Ortada karışmamalı, görünmemeli, dikkati çekmemeli.. Ne olur, ne olmaz!.. Ayrı ayrı hepsi iyi birer kıymet. Fakat bu iyileri bir araya getirmek mümkün değil. Tesbihin imamesi yok.. Cemaat var, İmam yok. İmam olmak isteyenlere de binbir kulp kuyruk takıyoruz. Yanaşıvermek, anlaşıvermek yok. Bak, CHP’nin içinde bir avuç solcu grup partiye hâkim oldu. Biz bir avuç değil, bir sürüyüz.. Gel gör ki bu sürünün çobanı yok..

Halk Partisi malûm.. Millet Partisi perişan.. Adalet Partisi daha çok perişan. İşçi Partisinin eski hamlesi ve hareketi yok. YTP yok gibi bir şey.. Bunların teşkil ettiği bir Meclis..

* * *

Zarf getir oğlum, kâğıt getir. Hemen bir işaretle zarflar, kâğıtlar gelir. Çay, kahve.. Ve akşama hazırlık. Telefon hücreleri dolu. Sıra gelmez sana.. İçeride oy kullanılacak. Ziller olanca hızıyla çalar. Kim dinler. Tasnif yapılır, 450 kişiden 186 kişi iştirak etmiş oylamaya. Vay babam vay. Oy anam oy.. Reis çoğunluk olmadığından bir başka güne tâlik eder toplantıyı.. O başka gün de gelir.. Yine aynı minval üzere, açılır celse. Gündem dışı birkaç söz isteyen olur. Umumiyetle “tütünlere arız olan mavi küf hastalığı hakkında..”. Bir başkası da küflü kafalardan, irticadan bahseder. Küf, küf, küf.. İlgili Bakan, üç beş satır beylik lâf eder; cevap verir; bu da olur biter..

Kanaatim şu: Bu memleketin işleri, meseleleri, böyle gevşek, isteksiz, dalgacı Meclislerle, böyle acz içinde iktidarlarla, böyle sahtekâr, şirret muhalefetlerle halledilemez.. Refah devleti, hürriyet içinde kalkınma, kalkınma hızı, karma ekonomi” bunlar birer siyasî edebiyattır.

* * *

Çocukluğumuzda, gençliğimizde, Büyük Millet Meclisi deyince ürperirdik. Millî Mücadeleyi yapan Büyük Millet Meclisi.. Polatlıya kadar gelen düşmanın top sesleri altında çalışan, o cezbeli, o coşkun ateşli Türkiye Büyük Millet Meclisi.. O Mehmet Akiflerin, Hüseyin Avnilerin, sinesinde nice Gazilerin barındığı Türkiye Büyük Millet Meclisi.. Ve bir de şimdikine bak.. Hayır, böyle Büyük Millet Meclisi olmaz. Bu büyük milletin küçük Meclisi. Yahut millet de küçülmüş de biz farkında değiliz.

* * *

Muhteşem bir bina!.. Bölümler, salonlar, uzayıp giden koridorlar.. mermerler.. âvizeler, lokantalar, kütüphaneler, musluklar, sıcak sular, her adımda emre âmâde hademeler, nadide halılar, her türlü ihtişam ve konfor.. Zarf mükemmel, fakat mazruf, iç, muhteva, kalite, işin iç yüzü bir hiç.. En ufak meseleleri dev gibi büyütmek, hırçınlık, gösteri, gösteriş. Ciddî meseleler üzerinde durmamak, umursamazlık, gammazlık, uyuşukluk, gevşeklik..

İşte Meclisimiz.. Bu kervan böyle gitmez!



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Gülünç Hakikatler, 2 Aralık 1966.

MASONLAR
MÂSUMLAR

Şu bizim alkışçı, biçâre, işin iç yüzünü bilmiyen mâsum delegelerimiz yok mu? İşte ben onlara acıyorum. Ne bahasına olursa olsun, ben onları ve onların temsil ettiği bu milletin haklarının müdafii olacağım.

Bir tarafta, kökü dışarıda, Türk milletinin düşmanı, şeytanî zekâları, korkunç teşkilâtlarıyla Masonlar, bir tarafta onların oyununa gelen Masumlar!

İşte burası A. Partisi!



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 2 Aralık 1966.

BÜYÜK KONGRE VE KÜÇÜK HESAPLAR

25 Kasım Cuma günü Meclis vardı.. Cuma namazını orada kılarım düşüncesiyle Meclise o gün erken gittim. Gelen giden, soran arayan malûm.. Kongreye iştirâk için gelen Antalya delegelerinin bir kısmı da orada idiler. Ayakta şöyle bir “Hoş geldiniz” dedik. Meclis saat 3 de açıldı. Üzerimde müthiş bir rahatsızlık vardı. Başım dönüyor, karnım ağrıyor. Aman.. kendimi Meclisin dışına zor attım.

Arkadaşlardan bazıları “Hastahaneye kaldıralım” dediler.. “Hayır” diyebildim. Bir arabaya atladım, doğru eve.. Ter, ter, ter.. Cumartesi, Pazar, Pazartesi öğleye kadar toparlanamadım. Halbuki Pazar günü AP’nin Büyük Kongresi vardı.. Canım takılı kaldı.. Amma ne çare.

* * *

Pazar günü gazetelerden öğrendim ki, müfrit AP’liler gazeteyi, Yeni İstanbul’u yakmışlar. Osman Turan’a söz verilmemiş. Sonra verilmiş, ama çok az konuşturulmuş. Demirel’in tâlimli ekipleri kürsüye fırlamışlar, hepsi de Prof. Osman Turan’a saldırmışlar.. Bu arada bize de dokunmuşlar.. Hem de kim bilir misiniz? Arkadaşımız İhsan Ataöv.. Ataöv’ün konuşmasından sonra, gençler “Kastın kimdir?” diye sorunca; “Osman Yüksel, Seçim Kanunu sabote adam” demiş. .. Bizim Şadi Pehlivanoğlu da çatmış, bu Ataöv’e, pardon Süleymanöv’e.. Ona demiş ki: “Bak!.. Serdengeçti gelebildi mi? Korkudan gelemedi Kongreye.”

* * *

Bunu söyliyen bir insan olsa, hadi neyse diyeceğim. “Ben kongreye korkumdan gelememişim”. Ben, şu, ben 80 defa mahkemeye verilen, 8 defa hapishaneye giren ben!.. Beni seven, etrafımdaki milliyetçi grup mütemadiyen bunun aleyhinde bulunuyor, çamur adam, seviyesiz adam, şarlatan gibi, hoş olmayan vasıflarla isimlendiriyor., Antalya’da ailevî durumuna kadar dil uzatılıyor, Ömer Eken meselesi açılıyor. Ben hepsine “Hayır, bu adam lüzumlu adam, çalışkan adam, helâlardan bile adam toplar. Mecliste ekseriyeti için çırpınır durur. Sonra konuşur da. Mahallî adam, haftada yüzlerce mektup yazar, otellere kadar gider, bölgeden gelen vatandaşların dertleriyle ilgilenir.” diyordum. Bu türlü konuşmalarımı yüzlerce kişi dinlemiştir. Binlerce şahitlerim var..

Buna rağmen partide kendisine hiçbir vazife verilmediğini, bazı güzel konuşmalar da yaptığı halde, Mecliste AP’liler tarafından alkışlanmadığını da görüyor, hayret ediyordum.

* * *

Geçen sene Meclis İdare Âmirliğine adaylığını koydu.. Var kuvvetimle çalıştım; kulis faaliyetinde bulundum.. Ve kazandı.. Fakat YTP’nin hükûmetimizi desteklemesine mukabil, Meclis Âmirliğinden birini bu partiye verdik ve İhsan açıkta kaldı.

Bu sene yine koydu adaylığını. Seçimden evvel Meclis lokantasında birlikte yemek yedik. “Sadettin Bilgiç söz verdi” dedi. Pek inanamadım. Çünkü Sadettin’in grupu bu adamı tutmaz. Amma belki de, geçen sene kazandığını hesaplıyarak, “Nasıl olsa bu sene de kazanır, bu kazancı bizden bilsin; bir gün gelir bize hizmet eder” düşüncesiyle söz vermiş olabilir dedim. Grup toplandı.. Bizimkilerle konuştum.. “Yok canım” dediler, bizim namzedimiz Erzurum meb’usu Mustafaoğlu. Ortada Sadettin Bilgiç de yoktu.

* * *

Ümitlerim kırıldı.. “Bizim İhsan kazanamayacak” dedim. Herhangi bir faaliyette de bulunmadım. Geçen sene milliyetçilerin namzedi Ateşoğlu idi. Ben buna rağmen İhsan’ı desteklemiş, destekletmiş, muvaffak da olmuştuk. Bu yüzden milliyetçi arkadaşlar bana çok darılmışlardı.

İhsan bu sefer çok cüz’i bir rey aldı. “Gözümle gördüm” diyordu. “Sükan bile bana oy vermedi” diyor, sadakatla bağlı olduğu hükûmet erkânına ağız dolusu sövüyordu.

Kendisiyle haritada bir, listede bir, sırada bir olduğum, Cemaziyül evvelini ve ahirini çok iyi bildiğim halde sustuğum, üstelik her zaman, her yerde lehine konuştuğum bu arkadaşın, bu hemşehrimin bana yaptığı bu hareketi esefle karşılıyor, onun bir tarafını daha keşfetmiş bulunuyorum. Demek biz hakikaten çok saf insanlarmışız.

* * *

Pazartesi öğleden sonra, öğleden sonra değil, tam öğleyin Kongreye gittim..

* * *

Her şeye rağmen gazetelerin yakılması, milliyetçi gençlerin salondan çıkarılması, Prof. Osman Turan’a yapılan hücumlar, Rafet Sezgin gibilerin teşkilâtında barındıran bir adamın alkışlanması, Elmalı gibi el malı olmayan bizim öz malımız olan, muhterem bir din reisine, bir tapu memuru gözü ile bakan, bu Bakanın alkışlanması, hükûmeti ve iktidarın tutumunu tenkid edecek olanlara söz verilmemiş olması, hayra âlamet işaretler değildir.

Artık milliyetçi idealistler için baraj kralını kendi teb’asıyla başbaşa bırakmaktan başka çare kalmamıştır. AP’nin Kıratını Beynelmilel teşkilâta satanları bugün avuçları patlarcasına alkışlayanlar, yarın neler olacağını göreceklerdir. Söylemek, ikâz etmek, mücadele etmek, yazmak bizden, karar vermek onlardan.. Ne yapalım, “herkes lâyık olduğu idareyi bulur”.

Demek bu milletin daha aldanmaya, aldatılmaya ihtiyacı var..



Yeni İstanbul, 3 Aralık 1966.

TÜRKÇÜ NEŞRİYATI OKUYAN İKİ HARP OKULU TALEBESİ BERAAT ETTİ

Harp Okulu Kumandanlığının, mahkeme kararını beklemeden okuldan ihraç ettiği Günal Oral ve Yavuz Bilgen adlı iki genç, bir süreden beri yargılandıkları Kara Kuvvetleri Siyasî Mahkemesinde beraat etmişlerdir.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 3 Aralık 1966.

BUNUN BÖYLESİNE

Bunun böylesine alçaklık denir. Koskoca bir Vekil çıkıyor, devirdiği çamları mazur göstermek için CKMP’yi kastederek, “Diyanet İşleri makamı bir partinin malı değildir” mânasına gelen lâflar ediyor. Güya Elmalı, CKMP’denmiş.. Epey eli silâhlı, başı külâhlı Barzani’nin teşkilâtından değilmiş. Aslı Köy Enstitüsü mezunu diğer bir vesikalı çıkıyor; Osman Turan çapında, kendi boyu kadar eserler vermiş, Osman Turan gibi bir vatanseveri, münevver bir milliyetçiyi yıpratmak için bu da aynı ithamı yapıyor. Prof. Osman Turan CKMP’li de, Demirel’e ondan muhalif.. Demirel’e, hükûmetin gevşek, sarsak tutumuna muhalif olmak için mutlaka CKMP’den mi olmak lâzım. Ve bana aynı iftira. Hoş CKMP’li olmak, bir haysiyetsizlik, bir şerefsizlik değil.. AP’li olmak da insana ayrı bir şeref ve imtiyaz bahşetmez. Ama, delegelerin particilik damarına basarak, ihtilâl düşmanlığını, 27 Mayıs düşmanlığını istismar ederek, demagoji yaparak, bunu bir yıpratma vesilesi olarak kullanmak, düpedüz alçaklıktır.

Biz kendilerinin seviyesine düşsek kendileri için neler söyliyemeyiz, neler.. amma biz bu seviyede değiliz; onların düştüğü çukura da düşmeyeceğiz.. Bu bir..

İkincisi: Bu gün resmen bir partinin lideri durumunda olan bir adama, alenen “kasa hırsızı”, “sarı zarftan ne haber?!”, “Menderes’in metresinin kilotu diye ortaya attığı kilot, onun kızının kilotudur” gibi meydanlarda, şurada, burada lâflar etmesi, bunu bir Milletvekilinin yapması, iğrençten de iğrenç bir harekettir. AP’liler de dahil, bu türlü sözleri ve hareketleri, akıl, izan, insaf, iffet, hayâ sahibi hiç kimse tasvip edemez, terviç edemez. Bu arkadaşa biraz ağzını tutmasını, terbiyeli olmasını tavsiye ederiz. Dokunulmazlığına güvenerek dokunmadık şeref ve haysiyet bırakmıyan, siyasî konuşmaları, seçim nutuklarını, genel ev kadınlarının çekişmeleri derekesine indiren, alkış toplamak için her türlü cambazlığı yapan bu Milletvekilinden, ağırbaşlı, Türk Milletinin seviyesine uygun davranışlar bekliyoruz.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 4 Aralık 1966.

ÜMMETÇİLİK

“Ümmetçilik” kelimesi Türkiye’de afaroza uğramış bir kelimedir. Adalet Partisi Kongresinde okunan raporda “Biz ümmetçi değiliz” denilmekte, Din İşlerini tedvire memur Devlet Bakanı da “Biz Ümmetçiliğin, şeriatçılığın karşısındayız” diye yırtınırcasına bağırmakta, hepsi de Ümmetçi olan bir kalabalık (Delegeler), programı da, Rafet bey’in nutkunu da çılgınca alkışlamaktadır.

Hayret, dehşet.. Nefret!

Bu vaziyet karşısında içinde bulunduğumuz hali bu üç kelime ile ifade edebiliyorum..

* * *

Ümmet nedir? Bir dinin saliklerin, mensuplarına Ümmet denir. Hz. İsa’nın Ümmeti, Hz. Musa’nın Ümmeti, Hz. Muhammed’in Ümmeti.. Biz Muhammed Ümmetinden, Ümmetî Muhammedden değil miyiz?!

O halde, “Ümmetçi değiliz” diyenleri neye alkışlıyorsunuz ey gafiller?!. Gafletin bu derecesi görülmüş müdür?

Nedir sizdeki bu şuursuzluk? Bu idrâksizlik?!

* * *

Aynı dinden olanlar birbirini sever, kardeş bilirler. “Mümin müminin kardeşidir”. O halde, o halde.. Bu haliniz nedir?

Az sonra bu alkışçıların çoğu namaza gidecekler, selâvat getirecekler.. Ümmetçi olduklarını, yüzlerce defa tekrar edecekler.. Fessüpanallah..

Ayrıca, Ümmetçilik diye, getirdiğiniz şehadetlerden, okuduğumuz dualardan ayrı bir şey mi var, sanıyorsunuz? Olsa olsa diğer İslâm devletlerinin yükselmesini, kurtulmasını istemek.. Bunu hangi Müslüman istemez?! Beş vakit namazını kıldığı halde, beş bin kerre ahmak olan bu insanlara ne denir? Şeriatçı değilmişiz (alkışlar), Ümmetçi değilmişiz! (Sürekli alkışlar). Şeriatçılık ne? Mensup olduğumuz dinin emirleri, nehiyleri değil mi?.. Allah, Allah!..

* * *

“Allah” deyince alkışlıyor. Allahın şeriatını inkâr edince alkışlıyor!.. “Ümmetçi değiliz” deyince alkışlıyor!..

İşte Millî irade diye buna derler. Ne kafalar, ne kafalar.

* * *

Atatürk’ün fikir babası Ziya Gökalp dahi; “Türk milletindenim, İslâm Ümmetindenim, Avrupa medeniyetindenim” demiş, bunun ilmî izahlarını da yapmıştır.

* * *

Farzımuhal, Devlet Bakanımız, Başbakanımızın çok sevdiği, itimad ettiği Refet Sezgin, “Ben Barzani Aşiretindenim” dese, bunun içine biraz particilik de karıştırsa, onu da mı alkışlayacaksınız? Korktum ben gayrı, korktum.

Sayın Delegelerimiz:

Akıllarınızı gelirken bir ardiyeye bırakarak mı geldiniz? “Bize Demirel’in aklı yeter, onun yanına gidiyoruz, geldiğimizde tekrar alırız” düşüncesiyle bir yere mi bıraktınız? Az öyle gibi.. yoksa bu alkışların mânası anlaşılmaz. Bu tutumunuz anlaşılmaz. Nereye bırakmışsanız, aklınızı başınıza alınız.. Akıllıca hareket ediniz!

* * *

Gazetelerde, şurada burada çıkan mecmualarda görüyorum.. Halkçıların, solcuların yazılarında.. Benim için “İyi, hoş, boş adam değil, sosyal sorunları ele alıyor, canlı, etkili yazıyor, sömürgecilere karşı, halktan yana.. ama ümmetçi..”

Bu herifler de, AP yöneticileri gibi Ümmetçiliği kötülüyorlar.. Ümmetçiliğin siyasî bir tarafı olsa bile (yok ya) sosyal meselelerin ele alınışında, izahında, memleketi sömürenlere karşı mücadelede Ümmetçiliğin ne zararı var?! Benim Ümmetçiliğim, onların tâbiri ile “Sosyal sorunlara, yurt sorunlarına değinmeme” mâni teşkil etmez ki!

Tam aksine, benim din kardeşlerimin, İslâm devletlerinin hemen hepsi geri kalmış ülkeler arasında.. İçeriden ve dışarıdan sömürülüyor, kemiriliyor.. Benim Ümmetçi oluşum bu meselelere beni daha çok çeker..

* * *

“İyi amma Ümmetçi.. Ümmetçilikle bu sorunlar çözümlenemez ki..”

Ne demek bunlar? Ümmetçiliği sosyal meselelerin çözümünde bir metod, bir miyar, kıstas olarak mı ele alıyoruz ki bize böyle diyorlar.

Orta Doğu Devletlerinin hemen hepsi Müslümandır. Sosyalist geçinenler, bu milletlerin dinini, zihniyetini tanımadıkları, sevmedikleri halde, Türkiye’de bu milletlerin sömürgecilere karşı avukatlığını yapıyorlar. Bu gayet tabiî karşılanıyor da, ben onlarla aynı dinden olan, aynı duyguları yaşayan ben, bu kardeş milletlerden bahsedince hemen Ümmetçi oluveriyor, damgalanıyoruz.

* * *

Ben, hamdolsun Ümmetçiyim.. Muhanned Ümmetindenim.. Dahası var mı diyecekleri, diyeceğiniz?

* * *

Ben kaldırdığım parmağın, söylediğim sözün, yazdığım yazının idrakine, imanına sahibim..

Rastgele, derme çatma, iğreti adamlardan değilim. Yobaz hiç değilim.. Dost, düşman bunu böyle bilmelidir.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 5 Aralık 1966.

ZATEN HEP BÖYLEDİR BU İŞLER!..

Harp olur.. Vatanseverler cepheye koşarlar.. Kimi şehit olur, kimi gazi.. Vatan kurtulur. Zafer şenlikleri yapılır. Ölen ölmüş, gaziler mazi olmuştur. Ne kadar şarlatan, şirret, asker kaçağı varsa, hepsi nutka gelir: “Bu vatanı biz kurtardık biz!”

Şerefler, şanlar, ganimetler, makamlar, bu sahtekârlar tarafından bölüşülür. Seçim olur.. mücadele olur, asıl mücadeleyi yapanlar, hapislere girenler, kelleleri verenler ortada yok.. Çile çekenler bir köşede sessiz sessiz dururlar, onlara söz hakkı verilmez.

* * *

Adalet Partisi ateşe verilir. Adamın biri kırattan da hızlı, dörtnala kaçar.. Partiden çekilir.. Sonra bu sudan adam, bir mühim kişi oluverir. Yuvalı gelir, ovalıyı kovar. Arslan postuna bürünmüş kedi, gerçek arslanı boğar..

* * *

Bu dünya böyledir işte.. Kahbe dünya.. Boşuna dememişler. Dünya diye.. Dön ya! Dön bakalım!.. Dünya döner. İnsanlar döner.. Nice ocaklar söner. Ocaklarsan bir ocak, hepsine baskın çıkar. Ortada ne varsa yakar yıkar..

Çileliler, hilelilere mağlûp olur. Bu işler böyledir işte. Dostlar alışverişte. Sen bakakalırsın…

* * *

Şu, orta oyuncu, şu su katılmamış şirret, solcu. Ne zaman AP’li, ne zaman ahlâkçı, faziletci oluvermiş.. Parmağın ağzında kalır.. Vay anasını..

Şu kirli çamaşır değiştirir gibi parti ve kanaat değiştiren aydın kişi, ne çabuk da bir partizan oluvermiş! Süleyman Demirel için:

- Kuş dilinden bile anlar o., demesin mi?

Bu çok aydın kişi Hazreti Süleymanla bizim Süleymanı karıştırmış olmasın? Kuş dilini geçtik, Türk dilini güzel konuşabilse..

* * *

“İyi ki” diyorum, “Bir aydın kişi daha çıkıp da, Demirel Süleymanı, Kanunî Süleymanın yerine koyup “Mohaç kahramanı” ilân etmedi!..

P. Ertesi günü, kongrede Çağlayangil konuşurken, bir AP’li kendisinden “Kıbrıs Fatihi” diye bahsediyordu. “Bu olunca, o da olur.. Alkışlarla tasvip edilir” dedim.

* * *

Yunus Emre “Süleyman var Süleymandan içeri” demişti. Her halde bu Yeniçeri Süleyman değil.. Bizim Demirel Süleyman olmasın?!.

İstihraçla uğraşanlara, Demirelin ismini din kitaplarında aramaya başlayanlara yeni bir iş çıktı.

Ebcetçiler! İlm-i cifirciler.. Toplanın!..

Bizim Süleymanın kitapta yeri var mı, bilin bakalım, bulun bakalım..

* * *

Kanunî Süleymanlardan Berbat Süleymana kadar nice Süleymanlar gördük ama böylesini görmedik?!.

Böylesine bedavadan, havadan, sudan geliverip milletin başına oturuvereni görmedik.. Daha ömrümüz olursa neler göreceğiz ya.

Allah böylesini göstermesin artık. Delegelerden bazıları saymışlar.. Demirel nutkunda 9 defa Allah demiş!.. “Ne Müslüman adam, ne Müslüman adam nûr gibi” deyip duruyordu.. “Aman sus” dedim sonra Başbakanımıza “Nurcu” derler..

Vahyi ilâhiyi “Biz ilhamımızı gökten, gaibden almadık” diye nutuk çek, dindarların ricalarını, bir baskı olarak kabul et. Bunun üzerine “Sen haklıymışsın” diye İnönüye koş, onun iltifatına nail ol, partideki, asıl Adalet Partisini iktidara getiren karşı tarafın “Oy deposu” dediği milliyetçileri, mukaddesatçıları tasfiyeye kalk, sonra da “Allah, Cenabıhak” deyiver, Müslümanları avla.. Yok artık.. Bunu yutmuyoruz. Müslümanlar da yutturmıyacağız. Herkes kendi iç ve dış hüviyeti ile ortaya çıkmalıdır. Münafıklığın alâmetleri tam mânâsiyle belirmiştir. Asıl “Dini siyasete âlet etmek” diye buna denir işte.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 6 Aralık 1966.

Profesör Emin Bilgiç, Sait Bilgiç ve Dr. Sadettin Bilgiç’in muhterem pederleri eski karaağaç müftüsü Sadık Bilgiç bana bir şiirini göndermiş. Bütün milliyetçileri birliğe davet eden bu şiiri takdim ediyorum:

OSMAN YÜKSEL’E

Yurdun hücra bir yerinden sana hitap ederim
En samimi duygularla gözlerinden öperim

Mücadilsin, mücahitsin çok evvelden bilirim
Hakka masruf mesaini senâ, takdir eylerim

Zaman zaman hak uğruna zindanlara atıldın
İman, İslâm kurbanları idadına katıldın

Takdir, tahsin iken hakkın aksi etti tecelli
Bunca eslâf emsalinin kaderi bu temelli

Hakikatın ve imanın müdafii her zaman
Savletinden eşürranın kurtulmamış bir zaman

Böyle gelmiş, böyle gitmiş artık gerçek budur, bu
Eğer böyle olmasaydı toplum felah bulurdu

Hak acıdır hoşa gitmez emma hayat var onda
Fakat heyhat çok kişiler red ve inkâr yolunda

Haklı sözden kocunanlar vatan perver sayılmaz
Eyi niyet sahipleri bu sözlere darılmaz

Hâlâ fikir ve zehniyyet ortağımız sanılan
Eşhasa da maalesef yoktur güven ve inan

Yurt yükünden ve derdinden hisse almaz sırtına
Nemelâzım, neyme gerek der de atar ardına

Haksızlığa karşı gelmek külfetinden azade
Hayre değil şerre hizmet eylemeye âmâde

Niye yarar böyleleri hissiz, ruhsuz heyulâ
Gök yıkılsa, yer yarılsa gelmez asla o yola

Zulme rıza ve hem yardım vatan için felaket
Helâk olur bu sebepten mülkü millet nihayet

Bu yüzdenki hak boğulmuş, batıl dimdik ayakta
Dindar zümre ise hala mutluluktan uzakta

Sapıklar hep ona düşman kabahatli o artık
Terakkiye engel odur muzir, cahil yaratık

Böyle derler sanki onlar terakkinin hâkimi
Değil vallah hep onlardır din, devletin hâdimi

Ne iftira, ne husumet dağlar taşlar dayanmaz
Bu tersine ithamları savuranlar utanmaz

Din ve dindar terakkiye asla mani değildir
Mani olan şey dalâlet, ahlaksızlık, cehildir

İnkirazın, infisahın alâmeti bu ahval
Olacaktı, oluyordu sözleri boş ve hayal

İman, İslâm düşmanları böyle azgın ve fa’al
Bizim yârân ise hâlâ müteferrik pür melâl

Kasdım benim yarenlerden milliyetçi olanlar
Allah adı anılınca haz ve lezzet duyanlar

En ziyade teyakkuza muhtaç olan bu güruh
Nefheylesin kalplerine ulu Allah taze ruh

Birleşsinler, anlaşsınlar hemen derhal acele
Eylesinler baraj teşkil hasma karşı el ele

Bahusus ki servet sâmân sahipleri daha çok
Göstermeli uyanıklık onlardaysa bu hiç yok

Verir haraç düşmanlara boyun eğip gülerek
Vermez dosta on parayı yok imkânım diyerek

Olmaz öyle bir şey olmaz kazanılmaz bu dâvâ
Böylelikle bulunamaz büyük derde hiç devâ

Yangın sardı bak bacayı uykudayız biz hâlâ
Birleşmeden, uğraşmadan önlenemez bu belâ

Fedakârlık gerekmekte ferden ferdâ herkese
Gereğini biz yapalım düşmiyelim hiç yeise

Allah kaadir elbet korur masumları kederden
Sapıkların savletinden, dalaletten ve şerden

Senin gayret ve feryadın tehlikeyi belirtmek
Gafilleri uykusundan uyandırmak, diriltmek

Ne yazık ki yoktur asla bu nükteyi anlayan
Bu feryadın, bu nâlânın esbabını soran

Çok acıdır tam aksine suçmuş meğer feryadın
Anılmakta yine sık sık şu günlerde bak adın

Osman Yüksel partisinden çıkarılmış, çıkacak
Çıkarılsa ne olacak yoksa aç mı kalacak

Ne aç kalır, ne de uryan emma zarar partiye
Herkes küser ve darılır oylar iner yarıya

Hak şinaslar kitlesinin partisidir bu parti
Olmayanı varsa eğer onlar sızma, karaltı

Haksızlığa olmaz razı bu toplumdan hiç biri
İlgililer almalılar bu talebi tez geri

Adaletçi bir partiden adaletsiz bir karar
Çıkar ise olur elbet birlik, düzen tarumar

Osmancığım sen de yavrum hak yolunda et devam
Hiç durmadan ve yılmadan benim senden bu ricam



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 7 Aralık 1966.

DEFTER, DEFTERDE VAR!

Eskilerin, “kitapta yeri var” dedikleri gibi, Süleyman bey de celâllenince “defterde hepsi var” buyurmuş.

Prof. Osman Turan’a da “Çıkıp gitseydin, madem böyleymiş de ne arıyorsun bizim yanımızda” demiş.

Oh maşallah! Sanki Süleyman Bey’in orası afyon alışverişi yapılan ticarethanesi.. Yahut Morison Şirketinin yazıhanesi.. Çıkıp gidecekmiş. Bak sen şu işe.

Defter, defter’de varmış.. Yakında kendisinin defteri dürülecek, ondan haberi yok..


YAĞCILAR, BAĞCILAR, SAĞCILAR

Ah şuna bak, şu arslana bak.. Allah, Menderes’in yerine bize bunu gönderdi.. Demirel de Demirel..

Ya ya ya, şa şa şa..

Yağcıları gördün mü?

* * *

Elinde bir yığın Yeni İstanbul gazetesi. Bağcıoğlu, Yeni İstanbul’un eski yazılarını karıştırıyor.

Bağcıları gördün mü?

Adalet Partisinin en ciddî, en kafalı adamı Prof. Dr. Osman Turan konuşturulmak istenmiyor..

Ortada sağcılar yok.. Sağcıları gördün mü?

Yağcılardan, bağcılardan, biz sağcılara sıra gelmiyor ki konuşalım.. Amma Adalet Partisi bunun acısını sonra çekecek, çok çekecek.



Yeni İstanbul, 8 Aralık 1966.

CKMP, 2 MİLLETVEKİLİNİ PARTİDEN İHRAÇ ETTİ

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanlığınca dün yayınlanan bildiride, Genel İdare Kurulu’nun son toplantısında, Aydın Milletvekili Reşat Özarda ile Ağrı Milletvekili Abdülbâki Akdoğan’ın partiden çıkarılmasına karar verildiği açıklanmaktadır.

Aydın milletvekili Özarda’nın CKMP’den istifa etmesinden sonra yayınlanan bildiride şöyle denilmektedir:

“Türk halkının mânevî inançlarını temsil ve istikbale ait emellerini teşahhus ettiren partimizi, Mecliste fikir ve gayelerini ifade ve ilân güçlüğüne düşürmek istiyenler büyük maddî külfetler ihtiyar ederek çıkarcı birkaç Milletvekilini istifa ettirmişti.

Bu suretle grup olmaktan çıkan CKMP Af Kanunu müzakere edilirken onbinlerce mağdurun haklarını müdafaa ile grup teşkili zarureti ile Aydın Milletvekili Reşad Özarda partiye alınmıştı.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 9 Aralık 1966.

HODRİ MEYDAN!

Siz, Adalet Partisi Kongresinden bizim gençleri kovunuz!.. Türkiye’nin partiler üstü, mücadeleci, mukaddesatçı gazetesi “Yeni İstanbul”u yakınız, Milliyetçilere, Mukaddesatçılara söz ve yer vermeyiniz!

* * *

Kızılaylarda, Mülkiyelerde, size, Başbakanımıza yuha çeken, “Morison istifa! Morison istifa” diye nâra atan, Mülkiyede Başbakanın kafasına çanta fırlatan soysuzlarla mücadele eden bu soylu gençleri hırpalayınız, Örtülü Ödeneği yağmacılara, çıkarcılara peşkeş çekiniz. Bütün bunları yapınız bakalım.. Âkıbetiniz ne olacak?..

* * *

Artık biz ve bizi seven gençlerimiz, meydanlarda yokuz.. Gelsin süklüm püklüm polisiniz, gelsin toplum polisiniz!. Kızılay’ı Kızılmeydan haline getirmek isteyenlerin hakkından gelin bakalım.. Hodri Meydan!

* * *

Adalet Partisi bu gün tam mânasiyle, hususiyet ve şahsiyetini kaybetmiş, İnönü’nün, Halk Partisinin vesayeti altına girmiştir. Bahar havası, balık tavası falan, filân derken, kılçıksız balık gibi İnönü, Adalet Partisini yemiştir. Bu servisi yapan da Süleyman Demirel’dir..

* * *

Bunu parti içindeki idealistler, milliyetçi, mukaddesatçılar, bir gayesi ve fikri olan insanlar biliyor, biliyorlar.. Keza uyanık, imânlı gençlerimiz de biliyorlar.. Siz buraya işin iç yüzünü bilmeyen adamları delege diye toplayınız. Onların particilik damarına basarak, Allah, Peygamber diyerek, sureti haktan görünerek kendinizi alkışlatınız ve bunu bir zafer sayınız.. Kıratı İnönü’nün gayya kuyusuna doğru sürünüz.. Sizi solcular, sizi Halkçılar da alkışlasın. Milliyet, Cumhuriyet, Akşam gazeteleri alkışlasın.. “Adalet Partisi sağcıları tasfiye etti”, “Adalet Partisinin zaferi!” misillû başlıklar atsınlar. Bizim akıllı geçinen ahmaklar da buna sevinsinler..

Hakikatta bu “sağcıların tasfiyesi” değil, Adalet Partisinin kendi kendini tasfiyesidir.

Hiçbir esasa, fikre, ideale dayanmıyan bu muvaffakiyet bakalım ne zamana kadar devam edecek, ne gibi meyveler verecektir?

Bir gün gelecek, aldatanlar pişman olacak, aldananlar uyanacak, aldatanlara düşman olacaktır. Hakikat yerini alacaktır. Biz buna inanıyor ve bunun mücadelesini yapıyoruz..



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 10 Aralık 1966.

BU OLMAZ İŞTE!

Demirel, “Hem partinin içinde ol, hem partinin aleyhine yazı yaz; bu olmaz işte” demiş. Acaba biz Adalet Partisinin aleyhinde mi yazıyoruz? Yoka Demirel takımının, tutumunun aleyhinde mi?

* * *

Adalet Partisinin biz özüyüz. Onlar sözü.. Sözünü ediyorlar. Bu partiyi iktidara getiren de bizim mücadelemizdir.

* * *

Kapıdan pencereden kaçanlar, şuna buna bol keseden para saçanlar değil. Hem bu partinin başına otur, hem de partiyi Beynelmilel kökü dışarıda teşekküllere peşkeş çek. Bu olmaz işte! Olmıyacak şey, bu işte..

* * *

Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış! Bir an için herkes yalancının sözüne kanarmış. Amma bu günlerin bir de yarını var.

Partinin gidişini, hükûmetin icraatını samimiyetle tenkid etmek, “partinin aleyhine yazı yazmak” değildir. Tam aksine, bizim vatan, millet endişesinden başka endişemiz yok. Ne locaların emrindeyiz, ne mahfellerin. İmanımızın, vicdanımızın emrindeyiz..

* * *

Sayın Demirel ve adamları, Türk milletinin müşterek gayretiyle kurulan bu partiyi babasının çiftliği, yahut Morison Şirketinin yazıhanesi sanıyorlarsa çok aldanıyorlar.

* * *

Bizim pabucumuzu dama atacaklarmış. İsterlerse Şama atsınlar. Halep orada ise, arşın burada. Yanlış hesap Bağdat’tan döner. Amerika’dan bile döner. Şimdiye kadar bizim bütün dediklerimiz, yazdıklarımız çıkmıştır.

* * *

Ehliyetsiz, basiretsiz, kabiliyetsiz bir yârânlar ekibi Genel Başkaniyle beraber, partiyi, iktidarı, memleketi korkunç bir âkıbete doğru sürüklemekte, batmak üzere bulunan bu geminin tayfaları, kaptanlariyle birlikte, zafer türküleri söylemektedir.

Allah, bunların basiretlerini bağlamış. Başka değil. Ne yapsak, neylesek faydasız..

Gemi, meçhul mukadder âkıbetine doğru yol almakta.. İnşallah selâmete ulaşır, ama zannetmiyorum..



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 11 Aralık 1966.

AÇIK!

Açık!.. Bizim her şeyimiz açık.. Gönlümüz, kalbimiz açık.. Elimiz, kapımız açık! Fikrimiz, zikrimiz açık.. Söylediklerimiz, yazdıklarımız açık.. Gelirimiz, giderimiz açık.. Yediğimiz, içtiğimiz, yattığımız, kalktığımız her şeyimiz belli ve açık..

* * *

Gazetelerde okuduk.. Başbakan Demirel ekibini toplamış, “Osman Turan ve Osman Yüksel hakkındaki vesikaları toplayınız” emrini vermiş. Biz vesikalı yarlardan, ağyarlardan değiliz ki vesikalarımızı toplasınlar. Bize kalırsa böyle bir zahmete katlanmasalar iyi olur.. Çünkü bizim her şeyimiz açık.. Daha yazdıklarımız, elden ele, dilden dile, ilden ile dolaşmakta. Biz ne gizli toplantılar yapanlardanız, ne hayalî kabineler kuranlardan, ne parti vuranlardan.

Ne arsacı, ne porsacı, ne borsacı.. Ne kotacı, ihracatçı, ithalâtçı, komisyonculardan!..

Mücadelemiz açık; erkekçe, yazdıklarımız Türkçe, bunda anlaşılmayacak hiçbir taraf yok.. Ne vesikası, hangi vesikalar..

Bu vatanın yerli, aslî unsuru, bu Milletin özüyüz biz.. Bir Allaha inanır, bir türlü konuşur, yer içeriz. Türlü çeşit insanlardan değiliz. Yüzümüz bir, sözümüz bir, gayemiz birdir.

* * *

Adalet Partisi iktidara bizim gibi tok sözlü, tek yüzlü, mücadeleci, çilekeş insanların sayesinde gelmiştir.

* * *

Hacıbayram’da namaz kılıp ondan sonra “Biz ilhamımızı gaipten, gökten almadık” diyerek ilâhi vahyi inkâr eden münafıklardan da değiliz.

* * *

Biz inanmış insanlarız.. Sözlerimiz, yazdıklarımız, kanaatlerimiz, kalblerimizin atışları kadar samimidir.

* * *

Biz Adalet Partisini parçalamak için mücadele etmiyoruz. Bilâkis Adalet Partisini esas renginden, esas hüviyetinden, esas yolundan uzaklaştırmak isteyenlere karşıyız..

Adalet Partisi, sahte görünüş ve gösterişlerle halkı aldatarak, halkı atlatarak alkış toplayanların, oy toplayanların partisi değildir.

* * *

Biz gerçek Adaletçi, Milliyetçileriz.. Biz, atılırız, fakat satılmayız.. Bizde kiralık vicdan, kiralık kalem yoktur. Ne riyaset, ne siyaset, ne kıyaset.. Bizim böyle şeylerle alışverişimiz yok.. Biz hakikati görüyoruz.. Biz, dosdoğru görüyoruz. Virajlı, tirajlı, makyajlı insanlardan değiliz.

* * *

Doğruyu görüyor, o yolda yürüyoruz.. Halkımıza da doğru yolu gösteriyoruz.. Her türlü tehlikeyi göze alarak.. Halkımız parti taassubundan kurtularak bizi dinlerse ne âlâ!. Dinlemezse artık kendisi bilir. Bizden günah gitti. Bu iş bitti!.



Yeni İstanbul, 11 Aralık 1966.

TÜRKEŞ: PARTİZAN İDARE ALDI YÜRÜDÜ

Partisiyle ilgili temaslarda bulunmak üzere dün şehrimize gelen CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, parti il merkezinde, kendisiyle görüşen gazetecilere, hükûmetin partizanlık yaptığını iddia etmiş “bu hukuk düzeni için en büyük tehlikedir” demiştir.

Dün gece Sağmalcılar’da bir kapalı salon toplantısında konuşan ve partisinin “Dokuz Işık” prensiplerini anlatan Türkeş özetle şunları söylemiştir:

- “Demokrasi, çeşitli fikir ve kanaatlara hürriyet tanıyarak müsamaha gösterme rejimidir. Hukuka tam bağlılık ve hürmet demektir. İktidar sahiplerinin tek başlarına hükûmet etmelerini sağlayacak müsamahasız ve haksız davranışlara girişmeleri haksızlık olur. İktidar yöneticilerinin devamlı olarak söz konusu ettikleri millî irade bu demek değildir. Vatandaşları vicdanlarının sesini dinleyerek, her çeşit baskıdan azade olarak hareketlerine, kendi aleyhlerine bile olsa iktidarın destek olması şarttır. Böyle yapılmadığı takdirde, bunun en büyük zararını iktidar partisi çekecektir.”



Yeni İstanbul, 14 Aralık 1966.

SERDENGEÇTİ’NİN DOSYASI MÜŞTEREK HAYSİYET DİVANINA VERİLDİ

AP Müşterek Haysiyet Divanı dün saat 16.00 da Millet Meclisinde Arif Atalay’ın başkanlığında ilk toplantısını yapmıştır. Toplantıda usule mütedair görüşmeler cereyan etmiş, tüzüğe göre Müşterek Haysiyet Divanının nasıl çalışacağı tesbit edilmiştir.

Diğer taraftan AP Genel İdare Kurulunca yeniden Müşterek Divana sevkedilen gazetemiz yazarlarından Antalya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti’nin dosyası da Müşterek Haysiyet Divanına gelmiş fakat üzerinde henüz herhangi bir işlem yapılmamıştır.

Divanın önümüzdeki günlerde toplanarak gündeminde bulunan bu ilk dosyayı görüşüp, Osman Yüksel Serdengeçti’den müdafaasını istemesi beklenmektedir.



Yeni İstanbul, 14 Aralık 1966.

AP İÇİNDE GÜÇBİRLİĞİ CEPHESİ KURULUYOR

HERHANGİ BİR İHRAÇ OLAYINA KARŞI GRUP DİRENME KARARINDA…

Üçüncü Büyük Kongrede çeşitli oyunlara başvurarak Genel İdare Kuruluna ve Haysiyet Divanına kendi adamlarını seçtiren Genel Başkan Demirel’e karşı Adalet Partisindeki idealist - Milliyetçiler bir güçbirliği kurmaya karar vermişlerdir.

Bu hususta kendi aralarında istişarelerde bulunan idealist - Milliyetçiler, Türkiyenin siyasî ve idarî hayatı bakımından böyle bir direnme ve frenleme hareketinin zarurî olduğunu belirterek “Çünkü Adalet Partisi’ne güven ve ümidini bağlamış olan milyonlarca fakir vatandaşı parti yönetimini ele geçiren mason ve zengin entellektüelin elinde istismar ettirmeyeceğiz.” demişlerdir.

Bu görüş açısından organizasyonlarını yapacaklarını bildiren idealist – Milliyetçiler teşkilâtla da ilişkilerini arttırarak, hükûmetin ve yönetici kadronun her türlü faaliyetini izliyerek teşkilâta ileteceklerini ifade etmişlerdir. İdealist – Milliyetçi bir milletvekili, güçbirliği halinde çalışmaların Demirel ve adamları tarafından ihraç tehditleri ile baltalanması karşısında yine birlikte hareket edileceğini söylemiştir. Nitekim Antalya Milletvekili Serdengeçti’nin tamamen Demirelcilerden kurulu Haysiyet Divanları tarafından ihracına karar verilmesi halinde, buna karşı konacağı ve bundan böyle aynı şekilde kararların verileceğini belirtmiştir.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 15 Aralık 1966.

EĞİLME

Anıtkabirden birlikte dönerlerken, İnönü, Demirel’in omuzuna elini koyarak:

“Bu merdivenleri saydın mı kaç adet?” demiş. Demirel’in yeni mürşidine ne cevap verdiğini bilmiyoruz.. Her halde İnönü: “Sen, “Biz ilhamımızı gökten almıyoruz” gibi konuşmalar yapıyorsın ama, dur bakalım ona kadar yükselmek için kaç basamak, kaç merdiven lâzım” demek istemiş olacak..



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 16 Aralık 1966.

İNÖNÜ’NÜN KUCAĞINDA HALK PARTİNİN OCAĞINDA

Demirel, Halk Partisinin birer propaganda yuvası olan Halk Evlerini övdü.

* * *

Demirel, İnönü’nün kucağına düştü.. Niğde’de Halk Partisi Ocağında bir konuşma yaptı. Demirel’in yaveri Refet Sezgin, alenen ve resmen Mecliste “Biz Sayın Coşkun Kırca’nın fikirlerine katılıyoruz. Lâiklik meselesinde CHP ile aynı anlayış içindeyiz” dedi.

* * *

Demirel takımı, büyük kongrede AP’yi iktidara getiren sağduyu sahibi, sağ cepheye taarruz ve tecavüz etti.. karakterli, seciyeli insanları tasfiye etti..

* * *

Cumhuriyet, Akşam, Milliyet gibi mukaddesat düşmanı gazeteler, Barış Dünyası, Durum, Meydan, Söz, Doz, Politika (Son zamanlarda satın alınan sözde Müslüman bir gazete de dahil) iktidarcı, ödenekçi, yağcı Dergiler ve gazeteler bu hareketi öğdüler.

Partinin özü ve ruhu olan Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’i hafife aldılar. Prof. Dr. Osman Turan gibi bir adama sövdüler.. Benim yazılarımı “tehlike çanları” şeklinde nitelediler.

Bütün bunlar oldu; oluyor.. acaba Adalet Partililer bunları görmüyorlar mı? Yoksa görüyorlar da görmemezlikten mi geliyorlar?!

* * *

Başbakanın en yakını, Hükûmet adına konuşan bir Bakan, “Biz lâiklik konusunda CHP ile beraberiz.” dedikten sonra, artık ortada ne kalır? Nerede AP’nin dine hürmetkâr olan tüzüğü.. Nerede Hükûmet programı? Nerede o vaktiyle Hacıbayramlarda namaz kılan, Mevlit okutan Süleyman Demirel?

* * *

Refet Sezgin’in, Bitlis’ten Çanakkale’ye sürülen babasının hoca olduğundan bahsetmesi, kendisinin Müftü çocuğu olmasını söylemesi, bu büyük açığı kapatamaz ve artık kimseyi atlatamaz; aldatamaz!

* * *

Ey millet uyan!

Bu sefer tekme kendi adamlarından, kendi başına geçirdiğin adamlardan geliyor. Parti taassubunu, Kırat sevdasını bırak.. Hakikati gör.. Bunu ben yazıyorum. Ben, 25 yıldır dinsizlerle, mukaddesat düşmanlarıyle kıyasıya, amansız bir mücadele yapan ben.. Benim mücadelem, kimsenin hesabına, yararına değil..

Hiç bir adamın, partinin, hizbin kölesi değilim. Hak için, hakikat için mücadele ediyorum. Maalesef, hakikat yazdıklarım gibidir. Hakikatin tâ kendisidir.

Tevilcilerin, tefsircilerin, yatık, yılık, silik adamların sözüne bakma!.. Kısa zamanda milyonlara yükselen, Müslüman zenginlerinden, iktidardan mukaddesat vergisi tarheden adamların yazılarını da okuma, okuduklarına da inanma!.

* * *

Biz yalın kılınç hakikatı savunuyoruz. Ezbere konuşmuyoruz. Bu Meclisin, bu partinin içindeyiz. Olup bitenleri herkesten iyi biliyoruz.

* * *

Bazı adamları, Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil gibi zatları tutuyorsak, bu zatların dinimize, milletimize yaptıkları hizmet yüzündendir. Yoksa menfaatimiz için değil. Esasen bu adamlar menfaat dağıtacak durumda değiller..

* * *

Ben Ankara’da suyun başındayım.. Hakikatleri görüyor, gösteriyorum. Bu benim şahsî yararıma değildir; bilâkis zararımadır. Amma dinim, milletim, vatanım mevzu bahsolunca kendimi cesaretle ortadan siliyorum. Bu işler böyledir kardaşlar. Böyledir Müslümanlar..

Uyanın, uyanın!..



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 18 Aralık 1966.

TAKTİKLER!..

Bu haftaki Mason, Komünist, CHP’li gazete ve dergiler de Başbakan ve ekibinin tutumunu alkışlıyorlar.. Ama bunu kâfi görmüyorlar. Partiyi daha da sola itmeye çalışıyorlar.

* * *

Bunlardan Millî Damadın Dergisi, hafta kapağına bir resim koymuş., (Akis, Sayı 651), Kırat bir Müslümana çifte atmış, teşbihi bir tarafta, takkesi bir tarafta.. Bu resim kadar AP’nin tutumunu belirten canlı bir misâl verilemez.

* * *

Metin Toker, Osman Turan’la şahsımı hedef aldığı uzun bir makalesinde, bakınız, kayınpederleri İnönü gibi, AP’lilere nasıl yol gösteriyor..

“Yeni İstanbul’da geçtiğimiz Pazar günü “Ben hamdolsun Ümmetçiyim” diye açık açık yazı yazan Osman Yüksel Serdengeçti, aşırı sağın en sivri ucu olarak şu anda hâlâ AP Milletvekili sıfatını taşımaktadır. AP aşırı sağı gerçekten tasfiye etmek istese, tüzük kendisine 10. madde ile imkân da vermektedir. Bu maddenin ilk fıkrası şöyledir:

“Gazete ve dergilerde doktrin, program ve metod münakaşaları, kritiği partili yazarlar için serbesttir. Ancak fiil ve hareket, parti disiplininin, Kongre kararlarının, Merkez Temsilciler Meclisi ile Genel İdare Kurulu kararlarının aksine olamaz.”

Serdengeçti’nin söyledikleri ve yazdıkları çoktan parti disiplinini aşmış, lâiklikten bahseden parti programını ihlâl etmiştir. Serdengeçti, Demirel için “İnönü’nün ikinci baskısı” demekte ve şöyle devam etmektedir: “İnönü, Demirel’e merdivenleri nasıl saydırdı. AP’yi kendisine doğru nasıl kaydırdı?” Buna rağmen AP’de ihraç mekanizmasını işletmeye pek eğilim yoktur.”

Burada Bay Toker’e şunu söyliyelim: “AP işletmeye eğilimli değilse, sen eğilimli ol! İşlet bakalım.. Zaten tezvir, tahrik makinasını kurmuş işletiyorsun..”

Kendilerinin de belirttiği gibi Tüzüğün onuncu maddesi her türlü doktrin ve fikir münakaşalarına yer veriyor.. Eh o halde.. Amma velâkin ben Ümmetçi imişim. Öyle yazmışım. Yazdım, yine de yazıyorum.. Ben Ümmetçiyim. İslâm Ümmetinden, halkımızın dediği gibi “Elhamdülillah Ümmeti Muhammeddenim”. Bütün Türk Milleti de Muhammed Ümmetinden. Toker olmayabilir. Hele Başbakanımız, o Bayram makalesi ile, o ilk Başkan seçileceği sıra söylediği: “Ben, Kur’an okumadan kahvaltı yapmayan bir ailenin çocuğuyum” diyen Başbakanımız da Muhammed Ümmetinden.. Benim yazılarım lâikliğe aykırı ise, Başbakanınki haydi haydi aykırı.. Üstelik o inanmadığı halde böyle yapıyor, yazıyor. Kelimenin tam mânasiyle dini siyâsete âlet ediyor. Hem o bir Başbakan, bir Başvekil. Ben ise düpedüz inandığım şeyleri yazıyorum. Sonra ben siyaset adamı da değilim. Bir iman ve dâva adamıyım. Dini, siyasete âlet etmek şöyle dursun, elimden gelse siyaseti dinime âlet edeceğim.

* * *

Lâikliğe gelince, bu da bir fikirdir, prensiptir, bu da bir doktrin meselesidir. Tüzüğümüzün 10. maddesine göre bu da tartışılabilir. Kaldı ki, AP’nin lâiklik anlayışı Halk Partisinin lâiklik anlayışı gibi değildir. Bu da AP’nin tüzüğünde vardır. Asıl parti tüzüğünü çiğneyen, Mecliste “Biz Halk Partisinin lâiklik anlayışına katılıyoruz” diyen Refet Sezgin ve emsâlidir.

Bunların katıldığı anlayışa göre, din, din adamları, Müslümanlar devlet işlerine, dünya işlerine karışmaz.. ama devleti idare edenler dine, din adamlarına, dinî müesseselere istedikleri gibi karışırlar, tasallût ederler. Bu türlü lâiklik anlayışı ancak Moskova’nın anlayışıdır. Madem ki lâikliği getirdiniz; hiç olmazsa tahrif etmeyin..

* * *

Din görevlilerinin Büyük Kongresinde delegeler beni alkışlamışlar. Bu da lâikliğe aykırı tabiî. O gün ben rahatsızdım. Gitmiyecektim.. Doktor bir arkadaşın zoruyla gittim.. Bir de baktım ki, parti içinde din aleyhine çalışan, kara listeye dahil Milletvekilleri de orada, Ataöv gibi, Çakmak gibi..

Bir ara Kongreye gelen meb’usların isimlerinin okunması istendi. Okudular, nâçiz ismim geçince Kongrede büyük tezahürat yapıldı. Bu olayı Akis’in sahibi ve Başyazarı Metin Toker şöyle anlatıyor:

“O gün, Din Görevlileri Yardımlaşma Dernekleri Federasyonunun Genel Kurul toplantısı yapılıyordu. Saat 19’a doğru tenkidler sona erdi ve toplantıyı başındanberi dikkatle izleyen 20 kadar Milletvekili -ki çoğu AP’liydi- takdim edildiler. Kısa boylu, saz benizli ve kravatsız bir Milletvekilinin ismi söylendiğinde, görülmemiş bir tezahüratla Kongre ayağa kalktı, “Kürsüye, kürsüye!” sesleri koro halinde tekrarlanıyordu. Osman Yüksel Serdengeçti’den başkası olmayan bu Milletvekili kürsüye geldi ve bir şiirle başladığı konuşmasında: “Yüce dinimizi politika esnafına çiğnetmeyeceğiz.” Bu söz de büyük tezahüratla alkışlandı ve hatip, kabadayı bir edâ ile kürsüden indi.”

Daha sonra, Said ve Sadettin Bilgiç’in pederleri Sadık Bilgiç’in bana yazmış olduğu şiirden bahsetmekte:

“Sadık Bilgiç sonunda, AP ilgililerine, böyle bir ihraçtan sakınmalarını tavsiye etmekte ve “Osmancığım, sen de yavrum Hak yolunda devam et! Hiç durmadan ve yılmadan benim senden bu ricam” demektedir. Görülüyor ki AP’lileri asıl korkutan oyların yarıya inmesi veya en azından bir milyon oyun kaybıdır..

Zaten dikkatli gözler, oynanan oyunu daha kongrede farketmişlerdir. Aşırı sağı tasfiye etmek isteyen bir partinin Genel Başkanı, kongre konuşmasında, lüzumlu lüzumsuz defalarca asgarî dokuz defa Allah ve Cenabıhak mı derdi? Nitekim bu çelişmeyi, Osman Yüksel Serdengeçti de tesbit etmiş ve 2 Aralık tarihli Yeni İstanbul gazetesinde Demirel’e hitaben şunu yazmıştır.

“Sen bir taraftan Allah de, bir taraftan da Allah yolunda yürüyenleri yallah partiden ihraç etmeye kalk.”

Evet. Bay Toker böyle yazıyor.. Daha neler neler yazıyor.. Ama uzun sürer. Hem nalına, hem mıhına.. Böyle şaşkın atı bulunca, daha doğrusu sahipsiz atı bulunca nallar bu atı elinoğlu..

Ne hale geldik, partiyi ne hale getirdiler yarabbi!.



Yeni İstanbul, 23 Aralık 1966.

TÜRKEŞ, BAZI GAZETELERİ YALANLADI

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün bir açıklama yaparak, Ankara ve İstanbul gazetelerinin bazılarından şikâyet etmiştir.

Türkeş, “Hükûmet içinde hükûmetim. İhtilâlin tek kahramanıyım” gibi sözleri katî olarak söylememiş olduğumu bu bakımdan hakikatle hiç bir ilgisi olmadığını açıklarım. Beyanlarım kasten değiştiriliyor.” demiştir.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 25 Aralık 1966.

İNEK VE KIRAT

Demirel’in anasının inek sağarken resmini almışlar. Bu resim o kadar rağbet görmüş ki. Neredeyse kıratı geçmiş! AP bundan böyle kırat yerine inek resmini kullansa daha yerinde olacak.. Milletin inek gibi nasıl sağıldığını göstermesi bakımından da çok yerinde ve manidar bir işaret…



Yeni İstanbul, 26 Aralık 1966.

OSMAN YÜKSEL BEY HAYSİYET DİVÂNINDA

Yazanlar: Ord. Prof. A. F. BAŞGİL, Profesör Osman TURAN

Osman Yüksel Bey’in Haysiyet Divânına sevki yakışıksız ve hazîn bir hâdisedir. Bu münasebetle haysiyet ve disiplin işlerinin birbirinden ayrılmasının doğru olacağına işaret etmeliyiz. Anadolu halkının ıztırapları içinde yoğrulan ve kökünden kopmayan aydın evlâdları arasında Osman Yüksel çok dikkate şayân bir şahsiyettir. O daha üniversite iken mihneti kendine zevk ederek millî ıztırapların ciddî bir temsilcisi olduğunu göstermiş; Halk Partisinin kötü idâresine, din aleyhdarı lâiklik siyâsetine ve Cemiyet hastalıklarına karşı isyan etmiştir. Çok erkenden fikir mücadelesine atılan Osman Yüksel kuvvetli imanı, zekâsı ve geniş kültürü ile beslenen güzel yazıları ve zarîf nükteleri sâyesinde sur’atle halk kitleleri arasında zevkle okunan, aranan ve onları sürükleyen bir yazar olmuştur.

Hem serâzâd ruhunun îcabı ve hem de hakikat, vatan ve hürriyet aşkı dolayısı ile de imanının ve dâvâsının emrindedir. Bu sebeple ne şahsî endişeler ve ne de dostluk nezâket ve siyâset kaideleri onun davranışlarına bir sınır teşkil edemez. Nitekim talebeliğinden bu güne değin onun dâvâ ve mücâdele azminde hiç bir inhiraf ve fedakârlık görülmemiştir. Bundan dolayı da hayatı iztiraplar ve hapishane çileleri ile doludur. Onun bu sarsılmaz irâde ile giriştiği mücâdeleler kendisini bir mücâhid mertebesine yükseltmiştir.

Eski serhad gazilerinin, hudud boylarında, din ve vatan uğrunda, yaptıkları cihâd ne ise Osman Yüksel’in mânevî buhrana uğramış bir milletin şaşkın aydınlarına karşı giriştiği mücâdele ve yaşadığı hayat da odur. O bu benzerliği bizzat görmüş ve bu sebeple de onlara mahsus olan “Serdengeçti” unvanını çok sevmiş ve kendi adına da eklemiştir. Hakîkatı ve bazan da nükteyi fedâ edemeyen veya kafiyeyi Safiyeye tercih eden Osman Yüksel bu hüviyeti dolayısiyle, büyük kitlelerin sevgisi yanında bir çok muarızlar da yaratmıştır. Esasen herkesi dost ve memnun eden bir dâvâ ve mücadele adamına da rastlanmış değildir. O, bazan ülküdaşlarının da küçük tenkidlerine uğrar. Lâkin ağır bir mânevî buhran içerisinde maddenin ve küçük hesapların kurbanı olarak daima kanaat ve şahsiyetini değiştirmiş, millî şuûr ve kökünü kaybetmiş bir sözde aydınlar ordusu karşısında memleketin ne derekeye düştüğü göz önüne getirilirse onun gibi hayatı istiskar eden dâvâ uğrunda bütün imtihanları kazanan idelistlerin kıymetini daha iyi anlarız. Gerçekten son devirde dâvâcısı çok ve fedaisi yok veya sapık olan bir memlekette sahte aydınların hazan yaprakları gibi her gün gözümüz önüne döküldüğünü, fikir ve siyaset meydanlarının mevtâlarla dolduğunu gördükten sonra fedâilerimizi fedâ edemeyecek kadar akıllı ve onları korumağa daha fazla mecbûruz. Zîra biz de fitne ve fesâdın tesirinden kurtulamaz ve dedikodunun kurbanı olursak dâvâmızı dâvâcısız bırakmak gafletini göstermiş oluruz.

Türk Milleti A. Partisini iktidara getirirken Halk Partisinin acı hatıraları ve solculuğundan kurtulmak için ne derece azimli idise O. Yüksel gibi idealist temsilcilerinin bu safta bulunmalarına da o nisbette ümit bağlamıştı. O, Meclise girince millî dâvâların şevki içerisinde bulunuyor; sürekli beyanları ile millî hislere tercüman olan yeni lidere de bu sebeple inanmış ve onun yakın dostu olmuş bulunuyordu. Arkadaşlarını, sık sık lidere takdim ediyor, bir çok ümit ve vaadlerle memnun dönüyordu. Bu münasebetler af kanunu ile başlayan değişikliğe ve yeni davranışlara kadar devam etti.

Filhakîka, dindarlara aid bazı suçlar grupta affa dâhil edilmiş iken üç gün sonra kararın değiştirilmesi mebuslar arasında bir huzursuzluk yaratıyor; Güdümlü ve solcu matbuat da bu fırsattan faydalanarak grupu kışkırtmaya, onu “ilerici- gerici” olarak ikiye bölerek birbirine düşürmeye uğraşıyordu. O zamana kadar din istismarcısı ve “gerici” olarak hücumlara hedef olan lider artık “ilerici”lerin başına getiriliyor ve yeni keşfedilen “gerici” veya milliyetçilerin karşısına çıkarılıyor idi. Bu münasebetle hücum ve isnatlara marûz kalan O. Yüksel de hem kendisini ve hem de dâvâsını müdafaa zorunda kalmıştı. Bu fesâd ve parçalama kampanyası karşısında liderin, mutad dışı, davranışları ve susması, partinin birliği ve mefkûresini korumak vazifesini ihmali Osman Yüksel’i üzmekte, cevap ve tenkîdlerinin grup içine sıçramasına da sebep olmakta idi. Nitekim “ilerici” tahrikleri onu ve milliyetçileri aşırı sol ile birleşmekle suçlayacak kadar bir idraksizlik ve tenakuz içine bile düşmüştü.

Parti programına ve millî mefkûreye sâdık kalan O. Yüksel bu suretle açılan mücadeleye devam ederken yeni hâdiseler onun daha fazla huzursuzluğuna ve ümitsizliğine sebep oluyordu. Diyânet başkanlığına ve teşkilâtına karşı girişilen haksız baskı ve tasarruflara seyirci kalamadı. Büyük kongre münasebetiyle milliyetçi ve mâneviyatçı unsurların solcu aldırışlara uğraması ve onlara karşı yapılan tasfiyelerin bunların zafer alkışlarına göre gerçekleşmesi Osman Yüksel’e artık dâvâsının ve parti ülküsünün tehlikede, liderin değişmiş bulunmakta olduğu kanaatını teyid ediyordu. Hayatını sadece imânına vakfeden bu idealistin bu inkişaflar karşısında sessiz oturması kolay değildi. Bu sebeple onun yazıları ve nüktelerinde disiplin sınırlarını aşması mümkün idi. Bununla beraber daha ziyâde hükûmete ve lider dokunan bu tenkîd ve nüktelerin çok defa edebi bir san’at çevresinde kaldığı da görülmüştür.

Bu münasebetle iktidarın birliğine ve fikir temellerine karşı girişilen fesâd kampanyası lider ve hükûmetin beyanat ve icraâtı ile ciddî bir mukabele görse idi bir Osman Yüksel hâdisesinin bahis mevzuu olmayacağını da belirtmiş bulunuyoruz. Hattâ bu durumda partinin programına uymayan davranışlarla onun müdafaasından doğan hâdiseler ve disiplin meseleleri karşısında bulunduğunuz da dikkati çekmektedir. Böylece kışkırtılan Osman Yüksel dar disiplin kaidelerine çarpmış olsa bile esasta daha az mes’ûliyete sâhip olarak hareket etmiştir.

Siyasî bir teşekkül olarak disiplin meselelerini ele alırken partinin yüksek menfaatlerini ve umumî efkârı hesaba katmaktaki zarurete de işarete mecburuz. Zira disiplin kararlarına giderken daha zararlı hâdise ve inkişaflara fırsat vermemek ve bunları durdurmak da siyâset ve kiyâset icabıdır. Nitekim siyasî lider ve organlar partilerinin, millî lider ve cephe de vatanın selâmeti için kıymetleri harcamağa değil kazanmağa memurdurlar. Bu kısa muhakeme ile bu parti ve bu memleketin Osman Yüksel gibi idealistler muhtaç olduğunu, hâdiseyi ve onu yatıştırmakla daha faydalı bir netice ulaşılacağını belirtmeyi lüzumlu görüyoruz.



Yeni İstanbul, 31 Aralık 1966.

AMERİKA: “MİLLİYETÇİLERİ ATIN”

AP içerisindeki milliyetçilerin tasfiyesi ile ilgili seri icraat hakkında, Başkent’den sızan haberler, parti kademesinde derin tepiler uyandırmış bulunmaktadır.

İdealist milliyetçilerin tasfiye edilmesinde Amerikanın büyük rolü olduğu mahiyetini taşıyan haberler arasında bir de Amerika’nın Demirel’e bu konuda yazmış olduğu özel bir mektuptan bahsedilmekte ve mektubun mahiyeti için “tam bir direktif havası taşıyor” denmektedir.

Yalnız AP içerisinde değil, bütün yurttaki milliyetçi cereyanların baltalanması ile ilgili mektup hakkında Başkentte ortaya atılan iddialar, parti ileri kademesindeki bazı kimseleri de yakından ilgilendirmekte olup “plânlı bir tasfiye hareketi”nin şümulü hakkında geniş bilgi vermektedir.

Gene Başkentten sızan haberlere bakılırsa mektup “Türkiye’de en ideal ortamın milliyetçi sınıfı tasfiye etmekle mümkün olabileceğinden” söz etmektedir.



Son Baskı, 31 Aralık 1966.

MİLLÎ HAREKET PARTİSİ KURULUYOR

AP’de barınamayacaklarını anlayan dinci ve muhafazakâr bir grup, Ali Fuat Başgilin liderliği altında toplandı

Partinin Parlamentoda 25 – 30 üyesi bulunacak

Nihad ULUKAYA

AP içersindeki bazı senatör ve milletvekilleri, <<Millî Hareket Partisi adı ile yeni bir parti kurmak üzere çalışmalara başlamışlardır. Partinin tüzüğünü hazırlamak üzere İstanbul Milletvekili Ali Fuat Başgil görevlendirilmiştir.

Aşırı muhafazakâr ve dinci olarak tanınan şahıslardan teşkil edilecek olan kurucuların, bilhassa AP’li milletvekillerinden meydana geleceği öne sürülmektedir.

AP nin 3. Büyük Kongresinde umduklarını bulamayan muhafazakârlar, kendi fikirlerini AP içersinde gerçekleştiremiyeceklerini anlayınca böyle bir teşebbüse girişmişler ve yeni partinin hazırlıklarına başlamışlardır.

<<Millî Hareket Partisi>> adını alacak partinin parlâmento içinden 25-30 temsilcisi olacağı ifade edilmektedir.

Ali Fuat Başgil’in Genel Başkan olacağı ve aşırı muhafazakâr olarak tanınan Osman Turan ve Osman Yüksel Serdengeçti gibi şahısların da yeni partinin kurucuları arasında yer alacağı ileri sürülmektedir.

DEMİREL’İN TUTUMU

AP Büyük Kongresinden sonra, AP yönetici kadrolarında, özellikle Haysiyet Divanlarında, grup içersindeki bu gibi şahısların hareketlerine müsamaha edilmemesi ve Genel Başkan Süleyman Demirel’in de kat’î surette taviz verilmemesi konusundaki temennisini dikkate alan, aşırı sağcı ve muhafazakârların, AP içersinde barınamayacaklarını anlayınca böyle bir davranışa giriştikleri tahmin edilmektedir.



Haber, 1 Ocak 1967.

MİLLÎ HAREKET PARTİSİ KURULUYOR

AP İÇİNDEKİ MUKADDESATÇI GRUP BİRLEŞTİ

Ankara’dan Nihad Ulukaya bildiriyor

AP içerisindeki bâzı Senatör ve Milletvekilleri, Millî Hareket Partisi adı ile yeni bir parti kurmak üzere çalışmalara başlamışlardır. Partinin tüzüğünü hazırlamak üzere İstanbul Milletvekili Ali Fuat Başgil görevlendirilmiştir.

Aşırı muhafazakâr ve dinci olarak tanınan şahıslardan teşkil edilecek olan kurucuların, bilhassa AP’li milletvekillerinden meydana geleceği öne sürülmektedir.

AP nin 3. büyük kongresinde umduklarını bulamayan muhafazakârlar, kendi fikirlerini AP içerisinde gerçekleştiremeyeceklerini anlayınca böyle bir teşebbüse girişmişler ve yeni partinin hazırlıklarına başlamışlardır.

<<Millî Hareket Partisi>> adını alacak partinin parlâmento içinden 25 - 30 temsilcisi olacağı İfade edilmektedir.

Ali Fuat Başgil’in Genel Başkan olacağı ve aşırı muhafazakâr olarak tanınan Osman Turan ve Osman Serdengeçti gibi şahısların da yeni partinin kurucuları arasında yer alacağı ileri sürülmektedir.

DEMİREL’İN TUTUMU

AP Büyük kongresinden sonra, AP yönetici kadrolarında özellikle haysiyet divanlarında, grup içerisindeki bu gibi şahısların hareketlerine müsamaha edilmemesi ve Genel Başkan Süleyman Demirel’in de kat’î surette taviz verilmemesi konusundaki temennisini dikkate alan, aşırı sağcı ve muhafazakâr olarak tanınanların, AP içerisinde barınamayacaklarını anlayınca böyle bir davranışa giriştikleri tahmin edilmektedir.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 113,30 M - Bugn : 57753

ulkucudunya@ulkucudunya.com