« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

16 Eyl

2024

RUHİ KILIÇKIRAN, 1968 YILI (34)

16 Eylül 2024

RUHİ KILIÇKIRAN

HATİCE BABACAN

MEHMED ŞEVKET EYGİ’NİN TAHRİKLERİ; USKENT ATİLHAN’DAN KUR’AN YIRTILMA TEVATÜRÜ

OSMANİYE OLAYLARI

ÇETİN ALTAN: İLÂHİYATÇI GENCİ VURAN, SOLCU DEĞİL BİR AP’LİDİR

MAHALLİ SEÇİMLER

KURTUL ALTUĞ’UN HABİS YAZI DİZİSİ



Millî Hareket, Ocak 1968, Sayı 18.

ÜÇ HİLÂL

Dergimizin kapağında üç hilâlli bir kompozisyon var. Bilen, bilmiyen bu hilâlleri tefsir ediyor. Kimi <<çark>>, kimi <<gamalı haça nazire>> diyor. Aslında gamalı haç, hristiyan temeline dayalı ve tek adamın icat ettiği, kendi ömrü ile hudutlu bir sembol idi; maziden gelmediği için istikbale gidemedi.

Türk Millî Hareketi, hiçbir milleti taklit etmez. Zira, milliyetçilik her millet için kendine özgü kıymetlerin yaşatılması, korunması ve uygulanmasıdır. Bu hareketi temsil eden işaretler de, milletin mazisine dayanan; ona geçmişte güç vermiş ve gelecekte de tesiri devam edecek olan; mefhumları yine tarihte var olan işaretler olması gerekir.

Varisi bulunduğumuz Osmanlı devleti üç kıt’a üzerinde, üç büyük otoriteyi nefsinde toplamış bir devletti. Bu otoriteler, padişahların ünvanlarında ifade edilmişti. (Hakan - Dinî liderlik - Kayzer) Hakan sıfatıyla Türk âleminin ve Asya’nın, Dinî lider sıfatıyla İslâm ümmetinin, Kayzer sıfatiyle Roma mülklerinin varisi ve hâkimi idi. O asırlardaki bayrak da üç kıt’ada, üç otoriteyi temsil eden üç hilâlle bezenmişti. Bu otoriteler vardı ve vakıa idi. Üç kıt’adaki hâkimiyet vardı ve mer’i idi. Onun için de hilâl bayrak üzerinde statik bir biçimde yerleşmişti.

Bugün Türkiye devletinin bulunduğu topraklar, eski kudretlerinin ortasında ve sıkışmış durumdadır. Bugün Türkiye engin bir görüş ve tarihinden alacağı cesaretle, esaret altında yaşıyan Türklerin lideri, Ortadoğu ve dünyanın diğer yerlerindeki müslümanların önderi olabilir. Gasbedilen Roma mülkleri ise, tarihin tabii akışıyla gene Anadolu’nun hâkimiyeti altına girecektir.

Bugünün Millî Hareket’i mazide var olan kudretlere, istikbâlde de sahip olmak çabasıdır. Onun için mazideki sembolleri istikbal istikametinde hareketlendirmeliyiz. Üç hilâl, statik yapısı ile mazi idi. Bir merkezde birleşerek hareketlenmiş durumu ile haldir; hareketin yönü Türk milliyetçiliğinin yönüdür.

MİLLÎ HAREKET



Ocak, 1 Ocak 1968, Sayı 1.

Sahibi: Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Talebe Cemiyeti

AYIN OLAYLARI

BASİRETSİZ İDARE VE ONUN DİSİPİN KURULU

Geçen ayın ilk haftasında, Ankara Yüksek Öğretmen Okulunda bir grup gözü dönmüş, gözlerini hırs bürümüş; silâh deposu ve eşkiya yuvası haline gelen Öğrenci Derneği idare odasından sopalarını kaparak arkadan iki üç öğrenciye saldırmıştı. Önceleri kimsenin pek bulunmadığı bu olayın geçtiği yer, eşkiya yuvası Öğrenci Derneği idare odasından sopalarını kapıp gelenler ve yemekten çıkan seyirciler tarafından doldurulmuş, bu kalabalık arasında birkaç iyi niyetli, saldırganları durdurarak olayın büyümesini önlemişti.

Olay hem okul idaresine, hem de adliyeye aksetti; adlî tabip, olayda yaralananların birine üç, diğerine beş gün rapor verdi. O akşam okuldaki olaylardan sorumlu tutulması veya herhangi bir olay vukuunda kendisine haber verilmesi gereken nöbetçi muavin tiyatroya gitmişti. Bir başka muavin olay yerinde ve daha sonra idare odasında çeşitli öğrenci grupları tarafından olaydan haberdar edilmiş ve kendisine etraflıca bilgi verilmişti.

DİSİPLİN KURULUNUN ADALETİ

Olaydan sonra okul disiplin kurulu aralıksız çalıştı. Neticede okulda cereyan eden olayları idareye haber vermemek ve gruplaşma yaratmak iddiasiyle olayda adı geçenleri cezalandırdı. Yaralananlardan ve adlî tabipten üç gün rapor alana üç gün uzaklaştırma; 5 gün rapor alana da 15 gün uzaklaştırma; yine mütecavizlere aynı oranda ceza verildi. Yaralıları tedavi eden de, tedavi ettiği için bir tekdir aldı.

Bu zamana kadar varlığından şüphe edilen, basiretsiz, iktidarsız idare de; mazlumları yakalayıp, âdeta onlara “Biz varız!” dercesine, adaletinden ve iyi niyetinden şüphe ettiğimiz disiplin kurulu tarafından cezalandırdı.


KAYNAĞI OKUL İÇİNDE DEĞİL

Adaletsizlik, olayların kaynağını okul içinde aramak hatasından ileri gelmiştir. Derginin baskıya verildiği ve basım hazırlıklarının yapıldığı sırada Atatürk Yurdunda cereyan eden bir başka olay, bu tip olayların belli bir kaynak tarafından tertiplenip, belli uşaklarına tertip ettirildiği gerçeğini ortaya koymuştur. Çünkü Atatürk Yurdunda yaralananla, Yüksek Öğretmen Okulunda yaralanan aynı düşünce; Atatürk Yurdunda tabanca çekenle, Yüksek öğretmen okulunda sopayla kafası yaran aynı düşünce aynı tip insanlardır.

OCAK



Bugün, 6 Ocak 1968.

İSLÂMİYETİ SAVUNDUĞU İÇİN SOLCULAR TARAFINDAN VURULAN R. KILIÇKIRAN ADLI TALEBE ÖLDÜ!

İslâmiyeti savunduğu için solcuların kurşunlarına hedef olan müslüman Üniversite talebesi Ruhi Kılıçkıran, evvelki gün Ankara Hastahanesinde Hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Bir hafta kadar önce Ankarada <<Kredi ve Yurtlar Kurumu, Ankara Site Yurdu>> nda yapılan, Talebe Cemiyeti Başkanlık seçiminde, seçimi kaybeden solcu grup temsilcisi ve eski başkan Şahin Saraloğlu, kendi propagandasını yaptırmak ve hâdise çıkarmak için sözde halk şairi olan bir mecnunu sahneye çıkarmıştır. Sözde halk şairi sahnede, dine, imana, İmam Hatip okullarına ve hükümete küfür derecesinde galiz kelimelerle çatmaya başlayınca, müslüman Üniversiteliler buna mani olmak istemiş ve sözde şairi susturmaya çalışmışlardır. Buna ve seçimi kaybetmiş olmasına sinirlenen solcu Şahin Saraloğlu ve kardeşi tabancalarını çekip mukaddesatçı gençlerin üzerine ateş etmişler ve müslüman Üniversiteli Ruhi Kılıçkıran’ı ağır şekilde yaralamışlardır. Hastaneye kaldırılan Kılıçıran’a ameliyat yapılmış ve barsaklarının onüç yerden delindiği görülmüştür. Ruhi Kılıçkıran ameliyata rağmen bu ağır yaralar yüzünden evvelki gün vefat etmiş, cenazesi ailesine teslim edilmek üzere Osmaniye’ye gönderilmiştir. Hadise bilhassa mukaddesatçı çevrelerde büyük üzüntüye sebep olmuştur.

Seçimi kaybedince tabancaya davranan solcu öğrenci halen mevkuf bulunmakta, fakat serbest dolaşanlar tahriklerine devam etmektedirler. Resmî makamların bu hususta alacakları tedbirlerin neler olacağı merak edilmektedir.



Bugün, 7 Ocak 1968.

SOSYALİSTLERİN ŞEHİD ETTİĞİ GENÇ İÇİN BİLDİRİ NEŞREDİLDİ

Sosyalistlerin kurşunlarıyla şehid edilen Müslüman Üniversite talebesi Ruhi Kılıçkıran’ın vefatı büyük teessür uyandırmıştır. Milliyetçi ve mukaddesatçı bir talebe teşekkülü olan ÜFAB (Üniversiteliler Fikir ve Aksiyon Birliği) bu münasebetle aşağıdaki beyannâmeyi neşretmiş ve ve menfur hâdiseyi tel’in etmiştir:

<<Atatürk Talebe Yurdu Cemiyet seçimlerinden birkaç gün sonra yurt kantininde tabanca ile vurulan Ruhi Kılıçkıran isimli üyemiz şehid edilmiştir.

Türk üniversitelilerinin en çirkin tipleri böylece adi bir sonuca ulaşmış bulunuyorlar. Tam da Site Talebe Yurdundaki arkadaşlarımızın seçim zaferlerinin arkasından, bu zaferi çekemiyenlerin meydana getirdiği yaralama sebebiyle ölen Ruhi Kılıçkıran isimli arkadaşımıza Allah’tan rahmet dilerken, mes’ullerinin yakasının bırakılmıyacağını ilân ediyoruz.>>

Aslında Ruhi Kılıçkıran, ölümüyle ahmakların hayvanca mücadelelerinin ölüm fermanını imzalamış oldu.

Adî bir tabanca ile ölen Ruhi belki öldürücü fikirleri boğan bir ruh olarak ebediyyen yaşayacaktır.

ÜFAB>>



Babıâlide Sabah, 7 Ocak 1968.

MİLLİYETÇİ GENCİ ÖLDÜREN SOLCULAR PROTESTO EDİLDİ

Üniversiteliler Fikir Aksiyon Birliği seçiminden bir kaç gün sonra solcu gençler tarafından tabanca ile vurulan Ruhi Kılıçkıran adındaki milliyetçi ve mukaddesatçı genç Ankara Hastahanesinde Hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Bu hususta gazetemize bir beyânat vererek merhum Ruhi Kılıçkıran’ın ailesine başsağlığı dileyen ve fikir hürriyetine saygı göstermesini dahi bilmeyen solcu gençleri nefretle protesto eden milliyetçi gençler, <<Aslında inancının mücahidi Ruhi Kılıçkıran arkadaşımız ölümüyle ahmakların gayrî insânî mücadelelerinin ölüm fermanını imzalamış oldu. Adî bir elin ateşlediği tabanca ile hayata gözlerini yuman Ruhi Kılıçkıran, belki, öldürücü fikirleri boğan bir ruh olarak ebediyen yaşayacaktır. Bunun yanında mes’ullerin yakasının bırakılmayacağını da ilân ediyoruz.>> demişlerdir.



Bugün, 8 Ocak 1968.

KUDURMUŞ SOLUN BAŞI EZİLECEKTİR

MTTB: Cebir ve şiddete aynısı ile mukabele edeceğiz

Ankara İlâhiyat Fakültesinde okuyan değerli talebe arkadaşlarımızdan Ruhi Kılıçkıran cemiyet seçimleri dolayısiyle hedef olduğu TİP’e kayıtlı bir solcu talebenin kurşunlarıyla 13 yerinden aldığı yaralarla kaldırıldığı hastahanede şehit olmuş bulunmaktadır.

Solun <<eylem>> safhasına geçtiği bir devrede, menhus fikirler yanında tabancaların konuşmaya başlaması tehlikeli bir yola, uçuruma doğru gidişin bir ifadesidir.

Hukuk devleti ilkelerine bağlı kişiler olarak bizler solun son günlerdeki aşırı cür’eti karşısında sabrımızın son noktasına geldiğini beyan etmek isteriz. Genç bir üniversitelinin, berrak memleketçi fikirlere sahip bir arkadaşımızın şehid edilmesinin ifade ettiği mânâ çok derindir, ürkütücüdür, ders vericidir. Biz verdiğimiz şehit için değil, azgın solun tecavüzlerine hâlâ seyirci kalındığı için müteessiriz.

Sol bütün şiddetiyle gemi azıya almıştır. Her yerde serbestçe ve fütursuzca sürmektedir. Millî şeref ve haysiyetimizi, örf, âdet ve an’anemizi, dinimizi tahkir ve tahrip gayretleri artık aleniyete dökülmüştür, serbestçe salyalarını akıtmaktadır.

Bir meczup, Nesimî adlı bir hain, küfrü sazıyla kusmakta, bütün mânevî inançlarımızla alay etmektedir. Solun baykuşları her dalda, her tarafta ötmektedir.

İdarî ve adlî makamlar, bu memleketin selâmeti için mücahit olanlarla uğraşmayı mârifet sayarak mesaisini bu yolda harcamakta, yurdun her yerinde milliyetçi fikirlere karşı aşırı bir ciddiyetle takip ve cezalandırma hevesi içinde bulunmaktadır.

Ne olduğu belli bir Aziz Nesin, Türk polisini sanık sandalyesine oturtabilir ve bir çok deliller olduğu hâlde tevkif edilmezken; sırf gösteriş saikiyle Milliyetçiler sudan bahanelerle tevkif edilmektedir. Konya, Isparta, Van, Erzurum, Mersin, Trabzon ve daha bir çok şehirlerimizin hapishâneleri beraatleri mutlak ve mecburî fikir sahipleri ile doludur.

Solun fikir sahasındaki cür’eti ve bu cür’etin silâha aktarılabilmesi ve bir talebe yurdundaki temsilcilik seçiminin kaybedilmesi neticesi, bir arkadaşımızın öldürülmesi, artık tahammül gücümüzü kaldırmıştır.

Milliyetçi, memleketçi gençler olarak Solun bu hainane davranışlarını bizzat tecziye yoluna gideceğiz. Türk gençliği susması icap edenleri derhal susturacaktır. Küfre, salyaya, meczupluğa, hainliğe; paydos diyoruz.

Ruhi Kılıçkıran ölümü ile yaşamaya başlıyan, bir mücahid olarak sembolleşecektir. Rahmetli arkadaşımızın ailesini ziyaret için memleketi olan Osmaniye’ye bir MTTB ekibi gidecektir. Şehit arkadaşımızın mezarını yaptırmak için faaliyete geçmiş bulunuyoruz. Milliyetçi Türk gençliğinin bir ferdi olan arkadaşımıza Allah’tan (C.C.) rahmet dilerken milletimizin müsterih olmasını dileriz. Cebir ve şiddete aynısı ile mukabele edilecektir. Nesimî ve benzerleri ne şekilde olursa olsun susturulacaktır.

Zafer inananlarındır…

M.T.T.B.



Babıâlide Sabah, 8 Ocak 1968.

SOLCULARIN CİNAYETİ CEZASIZ KALMIYACAKTIR

Bir cemiyet seçimi dolayısiyle, TİP’e kayıtlı bir solcu talebenin kurşunları ile Hakkın Rahmetine kavuşan İlâhiyat Fakültesi talebesi Ruhi Kılıçkıran’ın vefatı, milliyetçi çevrelerde büyük üzüntüye sebep olmuş ve gençliği infiâle sevketmiştir.

Millî Türk Talebe Birliği Genel Başkanı İsmail Kahraman tarafından hâdiseyle ilgili olarak neşredilen bildiride cinayetin cezasız bırakılmıyacağı açıklanmıştır.

Menhus fikirler yanında tabancaların da konuşmaya başlamasının tehlikeli bir yola, uçuruma doğru gidiş olduğu ifade edilen bildiride özetle şöyle denilmektedir:

<<Solun fikir sahasındaki cür’eti ve bu cür’etin silâha aktarılması ve bir talebe yurdundaki temsilcilik seçiminin kaybedilmesi neticesi bir arkadaşımızın öldürülmesi artık tahammül gücümüzü tüketmiştir.

Milliyetçi, memleketçi gençler olarak solun bu hainâne davranışlarını bizzat tecziye yoluna gideceğiz. Türk gençliği susması icabedenleri derhal susturacaktır. Küfre, meczupluğa, hainliğe; paydos diyoruz.

Ruhi Kılıçkıran, ölümü ile yaşamaya başlayan bir mücahid olarak sembolleşecektir. Rahmetli arkadaşımızın ailesini ziyaret için memleketi Osmaniye’ye bir MTTB ekibi gidecektir. Şehit arkadaşımızın mezarını yaptırmak için faaliyete geçmiş bulunuyoruz. Milliyetçi Türk gençliğinin bir ferdi olan arkadaşımıza Allah’tan rahmet dilerken, milletimizin de müsterih olmasını dileriz.

Zafer inananlarındır.>>



Babıâlide Sabah, Mustafa Polat, 8 Ocak 1968.

<<KANA KAN, DİŞE DİŞ!>>

Adamlar ihtilâlci değillermiş; kan dökmekle, isyan çıkarmakla iktidara gelmiyeceklermiş de, seçimle, normal yollarla geleceklermiş… Aylardan beri bu masalı devam ettirip memlekette anarşi çıkarmak için var güçleriyle çalışıyorlardı.

Netice ne oldu?

Kaybettikleri bir talebe teşekkülü seçiminin acısını çıkarmak için bir Üniversiteli genci şehid ettiler. İlk fiilî cinayetlerini, hem de Ankara’nın göbeğinde işlediler. Buna rağmen hâlâ demokratik sosyalizm safsataları ile milleti oyalamaya, gafil başları uyutmaya çalışıyorlar. Ve hâlâ gazetelerinde <<Biz Lenin gibi düşünüyoruz ama, onun gibi ihtilâlci değiliz>> diye utanmaz yüzlü kalemlerine yazılar döktürüyorlar.

Nasıl olurmuş şu ihtilâl? Ne şekilde iktidara gelirmiş <<Demokratik sosyalizm>>?

Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi talebelerinden Din kardeşimiz, kan kardeşimiz Ruhi Kılınçkıran’ın kanına giren gözü dönmüş sosyalist alçaklar, bu memlekette demokratik sosyalizmi böyle mi tatbik edecekler?

Artık kim ne derse desin, bıçak kemiğe dayanmak üzeredir. Bütün tahrik ve tertipleri fiyasko ile neticelenen; işçileri, köylüleri, çiftçileri kandıramıyan, marabaları, dar gelirli vatandaşları aldatıp peşine düşüremiyen sosyal itler, bütün bu hezimetlerinin acısını Müslümanları şehid etmekle çıkarmak yoluna baş vurmuşlardır.

Var mı bunun başka bir te’vil şekli?

Al bayrağa sarılmış, al kanlar içerisinde yatan Ruhi kardeşimizin şehadeti, hiç bir Müslümanın hatırından çıkmamalı; hiç bir vatanperver tarafından unutulmamalıdır! İlk fiilî tecâvüz onlardan gelmiş; ilk şehidi biz vermiş bulunuyoruz. Belki daha çok şehid vereceğiz; belki daha çok zararlara uğrayacağız; fakat düşmanımızın takip ettiği metodu, ortaya koyduğu hunharca plânı, gösterdiği kalleşliği kat’iyyen unutmıyacağız!

Bunlar fikir mücadelesinde bulunmuyorlar; bunlar fikirden anlamıyorlar; bunlar insanlıktan nasibsiz mahlûklardır. Onlara karşı demokrasi nutukları çekilmez; onlara karşı hak ve adaletten söz edilemez; zira onlar aç canavar haline gelmişledir; binaenaleyh onlara merhamet edilmez!

Gençlik heyecan içerisindedir. Müslüman Üniversitelinin kaatili iki değil; bütün bir sosyalistler sürüsüdür. Onlar bu zemini hazırlamış, gençler arasında ilk fiilî tecavüzü onlar yapmışlardır. Demek ki onlar, mutasavver ihtilâllerinin ilk kurşununu atmış bulunmaktadırlar. Binaenaleyh bu hiç kimse, hiçbir zaman basit bir zabıta vak’ası olarak kabul etmez, etmemelidir.

Artık şu anda bütün iş kanun ve nizamları korumakla, idâme etmekle mükellef bulunan Devlettedir. Polisini, jandarmasını hâkimini çalıştıracak, aylardan beri korkunç bir propaganda metodu ile faaliyet gösteren kızılları teker teker yakalayıp cinayetlerinin cezasını verecektir; aksi takdirde bu hâdiselerin geçmeye, bu hâdiseleri yatıştırmaya; namlusundan fırlayan kurşunu geri döndürmeye imkân yoktur. <<Tolerans>> devri ölmüştür; hüsnüniyetle mes’eleleri ele almak işi artık sona ermiştir. Ya Devlet bu anarşiye bilfiil <<dur>> diyecek veya bu vatanın, bu devletin, bu bayrağın, bu dinin, bu milletin sahipleri kendi işlerini kendileri görmeye başlıyacaklardır.

Yol ikidir:

Ya kanun ve nizam hâkimiyetini acilen temin;
Yahut da;
<<Kana kan, dişe diş!>>



Bugün, Şûle Yüksel Şenler, 9 Ocak 1968.

<<EY ŞEHİD OĞLU ŞEHİD!>>

İki gün evvelki gazetemizin baş sahifesinde neşredilen bir haber, bütün mü’minlerin kalblerini dilhun, gönüllerini dertnâk eyliyecek kadar hazin ve dehşetengiz…

Ankara’da evvelce solcu talebelerin taht-ı idaresinde bulunan, <<Kredi ve Yurtlar Kurumu>> nun Ankara Site Yurdunda yapılan Talebe Cemiyeti Başkanlık seçiminde, seçimi kaybeden solcu grup temsilcisi ve eski başkan, kendi propagandasını yaptırmak ve karışıklık çıkarmak gayesiyle halk şairi diye geçinen bir divaneyi kürsüye getirmiş. Sahnede dine, imana, İmam – Hatip okullarına ve hükûmete küstahça ve küfür derecesinde galiz sözlerle çatmaya başlayan şair taslağı solcu bedbahta, imanlı Üniversite talebelerinin mani olmak istemelerine ve başkanlık seçimini de kaybettiğine sinirlenen eski solcu başkan ve kardeşi, bir anda tabancalarını çekerek Teksas kovboylarına taş çıkartacak haydudâne gaddarlıkla imanlı gençlerin üzerine ateş etmişler ve Ruhi Kılıçkıran isminde müslüman bir Üniversite talebesinin barsaklarını on üç yerinden delik deşik etmek suretiyle ölümüne sebep olmuşlar.

*

Bu; en vaşiyâne tarzda işlenmiş, tüyler ürpertici bir cinayettir!..
Bu; şehid ataların torunlarına yaraşan ne içli bir şehadettir!..

*

Demek artık fikre karşı silâhlar konuşuyor? Demek bundan böyle tabancalar, tüfekler olacak geçer akçe? Heyhat!..

Sen ey kanun!
Sen ey adalet!
Sen ey fikir ve vicdan hürriyetinden dem vuran heyet-i mahkeme!
Sen ey savcı!
Sen ey milletin ümid-i istikbali erkân-ı hükûmet!
Ve sen ey vicdan-ı âmme!..

Lütfen doğrulun ve cevap verin! Medenî milletler seviyesine yükseliş, medeniyyet icaplarına uyuş, hâsılı medenilik, medeniyyet anlayışımız bu mudur bizim? Cihana yaydıkları hakiki medeniyetle tarihin şanlı sahifelerine altın harflerle geçen şehid atalarımızdan bizlere tevarüs eden şecaat, fazilet, iman, ahlâk ve yüksek irfanla, bugünkü ahlâkî durumumuzu kabil-i te’lif etmek mümkün müdür?

İşte yirminci asır Türkiye’sinin münevver (!) genci! Üniversite talebesi.. Yüksek tahsil öğrencisi!..

Dan.. dan.. dan.. dan!... İş tamam… Tam on üç yerinden delik deşik eder, yere serer adamı.. Ayak takımı serseri canilerden farksız…

Efendiler! Bunca fabrika bacası, bunca üniversite duvarı yükselttiğimiz halde bu milletin hâlâ niçin geri milletler safında olduğunun hakiki sebepleri üzerinde bir gün olsun samimane düşündünüz mü hiç? Materyalist bir görüş ile iktisadî sebepler ileri sürmenin bizi hiç bir sıhhatli neticeye ulaştırmıyacağını idrâk etmenin faideli olduğu artık bedihidir.

Yıllar ve yıllar yılı müşahede etmekteyiz ki, bu millet, ne dev makineleri havi milyonluk tesislerle, ne göklerle yarışan fabrika bacalarıyla, ne yükselen fakülte duvarlarıyla.. hâsılı boş bir kalıptan ibaret olan sadece madde ile yükselmez – yücelmez.

Bünyemizde günden güne gelişen fikrî dejenerasyon ve ahlâkî buhran, gün gibi göstermektedir ki; bu milletin terakkisi iki ana unsura bağlıdır. Din ve maneviyat!

Bir memlekette kanunların tanıdığı <<din ve vicdan hürriyeti>> nin teminatı altında saf ve temiz müslümanlar, sırf dinî inanç ve düşüncelerinden dolayı mahkûm edilirse… Bir memlekette ilk, orta ve lise talebelerine jimnastik ve resim gibi en ehemmiyetsiz dersler dahi mecburî kılındığı halde, <<din>> dersleri ihtiyarî tutulursa… Bir memlekette Marx, Lenin, Nazım Hikmet gibi azılı komünistlerin kızıl kitapları serbestçe vitrinlerde satılır ve buna hiçbir idarî makam karışmadığı halde, tahkiki iman dersleriyle gaflet ve dalâlet ummanlarında bocalıyan milyonlarca insanın ve bahusus genç neslin imanını kurtaran, bunalmış, ümitsiz gönüllere bir nevi âb-ı hayat, diriltici, ayıltıcı bir iksir, uhrevî saadetin yaldızlı bir anahtarı hükmündeki RİSALE-İ NUR eserleri kitap vitrinlerinde serbestçe katılmak şöyle dursun, evinde, ya da cebinde bulunduranın dahi mevkufiyetine sebep olursa… ilh.. Sorarım size efendiler!.. Bu sakat, bu nâkıs, bu acaip gidişatla bu milletin ileri milletler seviyesine yükselmesini beklemek, boş bir hayal değil midir?

*

Sana gelince ey aziz ve mübarek şehid kardeşim Ruhi Kılıçkıran! Müsterih uyu… Arkanda kalpleri senin için dilhun, gözleri senin için yaşlı bir iman ve irfan ordusu bıraktın! Sen bu ordunun her bir neferine İslâmın müdafaası, küffarla mücahede yolunda daha büyük bir mücadele, daha şuurlu bir mücahede ve daha sağlam bir azim kuvveti aşıladın.

İslâmın müdafaası yolunda şehadet şerbetini yudum yudum içen asil ve bahtiyar kardeşim! Müsterih uyu… Günden güne bir çığ gibi gelişen iman ordusu, kurtuluşumuzun, zaferin çok, pek çok yakında olduğunu müjdeliyor. İntikamın, tabanca ve bıçaklarla değil, manevî silâhlarımızla alınacaktır. Sen, şimdi mekânların en güzeli, mertebelerin en erişilmezinde rahat ve sakin uyu! Ve Akif’in senin için yazdığı şu mısralara kulak ver:

<<Ey şehid oğlu şehid! İsteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış, duruyor Peygamber!..>>

Bütün mü’min kardeşlerimi, kahraman İslâm şehidi Ruhi Kılıçkıran’ın ruhuna birer fatiha okumaya davet ediyorum. Allah rahmet eylesin. Âmin.



Bugün, Refik Özdek, 9 Ocak 1968.

TABANCA İLE SUSTURDULAR

<<Mevcut düzeni yıkmak, yeni bir düzen getirmek>> bizim aşırı solcuların ağızlarına sakız yaptıkları bir slogan oldu. Mevcut düzen, demokratik düzendir, gidiş demokrasinin bütün nimetlerinden faydalanarak onu iyice kökleştirmeye, arıtmaya doğrudur. Yıkmak istedikleri, gelişmesini önlemek istedikleri demokratik düzen yerine Marks’çı sosyalizmi yâni komünizmi getirmek istiyorlar. Mâdem ki demokrasi var, halkın istemediği bir düzeni nasıl getirirler? diyenler olur. Onlar halkoyu’nu hiçe saydıklarını her fırsatta gösteriyorlar. Seçimi kazanamazlarsa hileye başvururlar. Yine kazanamazlarsa silâh çeker, fikre kurşunla mukabele ederler. Kanlı bir ihtilâl için ortam hazırlamaya çalışır, ortamı uygun buldukları an vatan topraklarını vatandaş kanı ile boyarlar. Şu son misâl onların bu gidişte olduklarını gösteriyor:

Ankara’da, Kredi ve Yurtlar Kurumunda talebeler cemiyeti başkanlığı için seçime başvuruyorlar. Mâdem ki düzen demokratiktir, işbaşına ancak seçimle gelinir. Ama solcu grup seçimi kaybedince sağcı muarızlarına tabanca çekiyor ve milliyetçi, gencecik bir öğrenciyi, kurşunlarla yere seriyorlar. Ve bu genç, Ruhi Kılıçkıran, kanlar içinde götürüldüğü hastanede ölüyor!

İşte onların işbaşına gelmek için başvurdukları metod! Ve maalesef bu metodu deneme safhasına gelmiş, bu cür’eti göstermiş bulunuyorlar. Aşırı solun temsilcisi TİP, gençleri, bütün taraftarlarını işte bu yola itiyor, yalnız bu yolu gösteriyor.

Katil solcunun şimdi hapishanede olması ne kadar tabiî ise, suçluyu yalnız o olarak görmek ve onu bu yola iten akıl hocalarını sorgusuz bırakmak da o kadar gayri tabiîdir. Eğer öldürülen TİP’li olsa idi, TİP başkanı ve yoldaşları böyle mi dururlardı? TİP başkanı M. Ali Aybar, fikre karşı yumrukla, tabanca ile karşı koymanın doğru olmadığını, taraftarlarının bu yolu tutmamasını neden söylemez?

Demokrasiyi korumakla görevli olanların, iktidarın da tutumu gevşektir. Tahrikçilere bu kadar fırsat vermek, anarşiye gidilmesine seyirci kalmak hatâdır. Bunlar, gereken tedbirler alınmazsa bugün kullandıkları tabanca yerine yarın el bombası, öbürgün makineli tüfek kullanmak isteyecekler ve iktidara seçimle gelemediklerine göre bu yoldan, yâni kanlı bir ihtilâlle gelmeye çalışacaklardır.

Hayret ediyorum: Milletvekilleri, senatörler neden susuyor? Meclis binası hür fikre ve demokrasiye kurşun sıkanları protesto nidaları ile niçin yankılanmıyor?

Aşırı bir solcu Ruhi Kılıçkıran’ı tabanca ile susturdu. Ama parlamento üyeleri niçin susuyor?



Babıâlide Sabah, 9 Ocak 1968.

SOLCULARIN ŞEHİT ETTİĞİ GENÇ İÇİN MİLLİYETÇİ TEŞEKKÜLLER BİLDİRİ YAYINLADILAR

Bir süre önce Ankara Site Talebe Yurdunda solcuların kurşunlarına hedef olan İlâhiyat Fakültesi öğrencilerinden Ruhi Kılıçkıran tedavi gördüğü hastahanede hayata gözlerini yummuştur.

Olay Milliyetçi Talebe teşekkülleri arasında derin bir infial uyandırmış ve bu konuda MTTB İkinci Başkanı Atilla Özer, A.Ü. İlâhiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Şakir Egeli, TİHO mezunları cemiyetleri federasyonu başkanı Şükrü Öztürk ve Atatürk öğrenci yurdu talebe temsilcisi Mustafa Sarıca bir bildiri yayınlamışlardır. Bildiride aynen şöyle denilmektedir:

<<17/12/1967 Pazar günü saat 17.00 sıralarında Ankara Atatürk öğrenci yurdu kantinine gelerek halk şairi olduğunu söyleyen ne idüğü belirsiz biri din ve mukaddesata hakaretle zehirini kusmaya başlamıştır.

Kanun ve nizam tanımayıp senin her an din, iman, mukaddesat ve millî değerlerine küfretmeyi meslek edinen salyalı ağızların, körükleyerek alevlendirdiği yeni bir hâdisede, manevî değerlerin müdafii evlâtların arkalarından kahbece kurşunlanmış ve bir arkadaşımız şehit edilmiştir.

Kuvvetini aziz milleti ve manevi değerlerden alan sağduyu sahibi üniversite gençliği ve mukaddesatcı camia elbette bu gibi adi hareketlere seyirci kalmayacak, milleti ve gençliği bölmek isteyenleri kendi zehirlerinin bataklığında boğacaktır.

Din, iman ve mukaddesat için yapılan iftiralara insanlık ve fikir açısından cevap verirken, fikirlerin susup silâhların konuştuğu bir mücadelede de müfteriler ve mukaddesat düşmanları her zaman asîl Türk gençliğini karşılarında bulacaklar ve gerektiğinde kendileri için hazırlamış oldukları ölüm fermanının imzalandığını göreceklerdir.

Senin öz çocuğun olan ve kuvvetini senden alanlar her zaman muzaffer olacaklardır. Güven ve müsterih ol.

Aziz kardeşimiz Ruhi, seni kalbimizin derinliklerine ve mertebelerin en yükseğine ulaşmış olarak ebedî istirahatgâhına uğurlarken Allah’dan bol bol niyaz eder, izinden yürüyen binlerce Ruhi’ye başsağlığı dileriz.>>



Babıâlide Sabah, Abdurrahman Şeref Laç, 10 Ocak 1968.

BİZİM RUHİ’Yİ ŞEHİD ETTİLER!

Bir üniversite talebesi, İlâhiyat Fakültesi talebesi, İmam Hatip Okulundan yetişme Adanalı Müslüman Ruhi KILIÇKIRAN; Allahsız solcu kurşunları ile, şehid edildi.

Bu, bir basit zabıta vakası, değildir.
Herkesi, ızdıraba sevketmese bile, istisnasız herkesi, düşündürmeğe mecbur edecektir.

Düşünün bir kere, Müslümanların diyarında, Ankara’da, bir talebe yurdunda bir din talebesi, Allahsız solcular tarafından tabanca kurşunlariyle şehid ediliyor! Sebep de; bir azgının, dine küfredişi! Yani kaatiller, hem suçlu, hem güçlü.

Ankara’da Site Talebe Yurdunda ikamet eden Ruhi Kılıçkıran, tahminen onbeş yirmi gün evvelki bir Ramazan akşamı, iftar etmiş, akşam namazını kılmağa hazırlanmaktadır. Aynı yurdda bulunan solcu talebeler, bizim garip müslüman Ruhi’nin karşısına, küfürbaz, din ve mukaddesât mütecavizi, sözde şâir bir Allahsızı dikiyorlar; Alabildiğine, dine, Allaha, oruca topyekûn mukaddesata hakaret ettiriyorlar. Bizim Ruhi dayanamıyor:

<<- Ayıp yahu, bu mübarek günde, dinimize bu hakaretler reva mıdır? Çekin şu adamı karşımdan!>> derdemez, solcuların hücumuna maruz kalıyor, tam onüç kurşun yarasiyle delik deşik edilerek yere seriliyor.

Derhal hastahaneye kaldırılan imanlı genç, nihayet iki gün evvel gözlerini bu fani aleme kapıyor.

Şehid Ruhi.
Temiz Ruhi.,
Bizim Ruhi.
Millî Türk Talebe Birliği’nin Ruhi’si
Allah Resulünün sevgilisi.
Ne mutlu ona.
Vay bize!
Vay bize ki; onun, ancak şehid edilince kıymetini biliyoruz.

Ne mutlu, Millî Türk Talebe Birliğine ki, daha yüz binlerce imanlı Ruhi’leri, sinesinde barındırmaktadır.

Vay o zalimlere ki, bizim Adanalı Ruhi’mizi şehid etmekle, işlerini kolaylaştırdıklarını zannederler.

Bu milletin imanını, adam öldürmekle yok etmek, asla mümkün değildir. İslâm dini, Türke, Allah Resulü Hazreti Muhammedden mirâstır. Ve Türk milleti, bu büyük mirasın, en büyük, en âsil sahiblerindendir. İslâmiyeti nasıl muhafaza edeceğini bilir.

Fakat bugün, işi çok azıtmış bulunan solcular, müslümanlara, İslâmiyetin ilk zamanlarında, kâfirlerin ettikleri eza ve cefayı etmeğe başlamışlardır. Ama, sabır Türkün en büyük hasletidir.

İslâmın ilk günlerinde, Mekke’de üç cesur müslüman vardı:

Yâsir, oğlu Ammar, karısı Semiyye

Mekke kâfirleri, bu üç cesur müslümanın imanlarındaki salâbeti, bir türlü hazmedemiyorlardı. Kuvvet ellerinde idi. Ammar’ın babası ve anasını, kollarını bağlayarak, gün ortasında, çölün yakıcı kumlarına arka üstü yatırıyor, göğüslerine kor haline gelmiş büyük taşlar diziyorlar, sonra karşılarına geçerek:

<<- Putlarımız, Lat ve Uzza’nın, Muhammedden daha büyük olduğunu söyleyin, sizi serbest bırakalım?>> diyorlardı.

Muzdarip fakat imanlı üç müslümanın cevabı:

<<- Allah birdir. Hazret-i Muhammed, Allahın Resulüdür.>>

Bir gün, bu üç müslümanı bu halde gören Allah Resulü, kendilerine:

<<- Sabredin, ey Yasir ailesi. Size cennet vadedildi.>> buyurdular.

Kâfirler, bundan ibret alacakları yerde, Ammar’ın anacığını, iki devenin arasına bağladılar. Develeri sürdüler. Ebû Cehil mel’unu da, müslüman anayı, arkadan hançerlerdi ve şehid etti.

Kâfirlerin eza ve cefası arttıkça artıyordu. Bir gün bir melek geldi ve

<<- Ya Resulâllah, dedi, Allah tarafından geliyorum, emir buyur, Mekke’nin iki tarafındaki dağları bir biri üzerine getirip, mekkeyi ve mekke kâfirlerini pestil edivereyim?>>

Allah Resulünün cevabı şu oldu:

<<- Hayır istemem. Ben, halkın helâk olmasına sebep olarak dünyaya gelmedim. Mümkündür ki, bu azgın kâfirlerin evlâdları, Allahın birliğine imân getirir ve Müslüman olurlar.>>

Bu gün biz müslümanlar da, bu azgın kâfirlerden ümid kesmiş durumdayız. Onların masûm evlâdlarına hidâyet, bizim şehidimiz Ruhi’mizin kederli ailesine, Ankara’lı imanlı talebe arkadaşlarına, İmam Hatiplilere, İlâhiyatçılara ve Millî Türk Talebe Birliğine sabır ve ecir ihsan buyurmasını Cenabı Allahtan dua ve niyaz ederiz.



Bugün, 10 Ocak 1968.

DİN DÜŞMANLARINI HAKLIYACAĞIZ!...

Ankara’da milliyetçi ve imânlı talebelerden Ruhi Kılıçkıran’ın Site Talebe Yurdundaki seçimi kazanması üzerine bu durumu hazmedemeyen anarşist solcu bir talebe tarafından şehit edilmesinin akisleri devam etmektedir. Hâdise, yurdun her tarafında çeşitli bildirilerle protesto edilmektedir.

Dün de, şehit Ruhi Kılıçkıran’ın mensup olduğu Türkiye İslâm Enstitüleri Birliği bir bildiri yayınlamıştır. Bildiri şöyledir:

BASIN BİLDİRİSİ

A.Ü. İlâhiyat Fakültesi talebelerinden ideal kardeşimiz Ruhi Kılıçkıran’ın bir talebe yurdundaki temsilcilik seçimi yüzünden, seçimi kaybeden solcu bir talebe tarafından 13 yerinden tabanca ile yaralanarak şehit edilmesi Müslüman Türk Gençliği olarak bizi son derece müteessir etmiştir.

Bu hadiseyi basit bir zabıta vak’ası olarak kabul edemeyiz. Bu, her türlü memleket, din ve ahlâk sevgisinden uzak yetişmekte olan aydın (!) neslin medeniyet ve çağdaşçılık (!) anlayışının tipik bir misalidir.

Müslüman Türk Gençliği olarak şunu hatırlatmak isteriz ki, genç nesle İslâm imânı ve vatan sevgisi şuuru aşılayacak bir sisteme sahip olmazsak veya bunu idrak etme cehdinde bulunmazsak, memleketimizde anarşi çıkarmak için her türlü zemin hazırlanmak istenmektedir.

Bu aziz vatanın, tarihine, şeref ve izzetine düşman mahut kişilerin eserleriyle gençlik, korkunç bir uçuruma doğru sürüklenmektedir.

Mukaddesat düşmanlarının imânlı fikirler karşısında bu kadar insanlık dışı hareket edebilmeleri bizi şaşırtmadı.

Müslüman Türk Gençliği olarak kardeşimizin şehit edilmesine değil, memleketimiz içinde her türlü kayıt ve murakabeden uzak solcu mütecavizlere seyirci kalındığına ve köklü tedbirler alınmadığına üzülmekteyiz.

Sıkılan bu kurşun yalnız Ruhi’ye değil bu memleketin refah ve saadetini ideal edinmiş ve bunun için çalışan herkesedir.

Hal ve keyfiyet ne olursa olsun Allah’ın huzurunda bir daha yemin ediyoruz ki, bu vatanın ve İslâmiyetin düşmanları ile icap ederse kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz.

Yüksek İslâm Enstitülü kardeşlerimden şehit Ruhi’ye binlerce Fatiha…

Ruhi’nin uğrunda şehit olduğu fikir için mücadele eden imânlı gençliğe binlerce selâm olsun.

Türkiye İslâm Enstitüleri Talebe Federasyonu
Genel Başkanı
Mahmut Özakkaş



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, 11 Ocak 1968.

VAZİFEYE DÂVET EDİYORUM

Haberi duyduğum zaman inanamadım. Hadise şu:

Cebeci’deki Atatürk Site Talebe Yurdu’na, bir akşam bir adam gelir. Elinde Kıbrıs destanları var. Güya yurtta bu destanları satacak. Bu sene yurttaki cemiyet seçimini kaybeden ve ikidebir hâdise çıkarmaya çalışan, bundan evvelki cemiyetin başkanı, Şahin isminde bir talebe, bu adamı masasına alır. Adam Kıbrıs Destanı yerine Kitaba, Kur’an’a, İmam Hatip Okullarına, İlâhiyat Fakültesi’ne söven …… okur. Bunu gören gençler, müdahale ederler. <<Adamın, yurttan çekip gitmesini>> isterler.

Fakat geçen yılki Cemiyet Başkanı adamı müdafaa eder… Çıkacaktı, çıkmayacaktı, derken bazıları genci aralarına alırlar. Bu şahin denilen talebenin geçen sene yurt kantinine yerleştirdiği kardeşi (Garson) tabancasını çekerek, İlâhiyat Fakültesi öğrencisini vurur. Kaçışan, bağırışan… Yurt ana baba gününe döner…

En ufak cinayet vakâlarını birinci sahifelerinde büyük manşetlerle veren gazetelerimiz, her nedense bu cinayeti yazmazlar… Yazmadılar…

Hâdise üzerine, Şahin denilen talebe ile kardeşi tevkif olunur. O şair geçinen şahıs da gider. İlâhiyat Fakültesi talebesi, Adana’lı Ruhi de hastahaneye kaldırılır.

Sonradan tahliye edilen Şahin şimdi yurtta kalmaktadır. Bir çoklarının iddiasına göre de, esas kaatil Şahin’dir. Fakat kardeşi onu kurtarmak için cinayeti üzerine almıştır. Böyle olmasa bile, hâdiseye sebep olan kavgayı çıkaran Şahin’dir. Bu adam kollarını sallaya sallaya geziyor! Bu nasıl iştir!..

Şimdi haber aldığıma göre Ruhi, 4-1-1968 Perşembe günü akşamından sonra ruhunu Allah’a teslim ediyor.

Bu hâdise, dağ başında olmuyor. Hükûmet merkezinde oluyor. Şu veya bu barda, kumarhanede olmuyor. Aydın kişilerin toplandığı bir yerde, üniversiteler talebe yurdunda oluyor.

Bu fikre indirilen darbe, imanla göğüslere sıkılan bir kurşundur. Derhâl bu şebekenin meydana çıkarılmasını, meydanda olanların tevkifini istiyoruz.

Bir talebe yurdunda ne istediği belirsiz bir şahıs Allah’a, Peygamber’e, Kur’an’a söğüyor, söğdürülüyor. Milliyetçi gençler, bu şahısa çıkıp gitmesini söylüyorlar. Bundan daha tabiî ne olabilir?

Bazı talebeler inadına bu adamı tutuyorlar. Teşvik, tahrik ediyorlar. İlâhiyat Fakültesi’nden bir delikanlıyı da vuruyorlar. Çocuk kanlar içinde yere yıkılıyor. Ve sonra, hastahanede ölüyor. Tevkif edilen sadece bir garsondur. Asıl hâdiseyi çıkaranlar, tertipçiler dışarıdalar. Kollarını sallıya sallıya geziyorlar.

Artık Türkiye’de silâhlar konuşmaya başlamıştır. Vaziyet vâhimdir. Yetkilileri vazifeye dâvet ediyoruz.



Bugün, 11 Ocak 1968.

MUKADDESATA SALDIRANLARI SUSTURACAĞIZ

Sosyalistlerin kurşunlarıyla şehit edilen A.Ü. İlâhiyat Fakültesi talebesi Ruhi Kılıçkıran’ın vefatı ile ilgili olarak MTTB II. Başkanı Atila Özer ve İlâhiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Şakir Egeli dün müştereken yayınladıkları bildiride azgın solu ikaz etmiş ve <<halk şairi olduğunu söyleyen neidüğü belirsiz biri, din ve mukaddesata hakaretle zehrini kusmaya başlamıştır>> demiştir.

Altı cemiyet ve dernek tarafından yayınlanan bildiriyle, mukaddesat düşmanlarına, Asîl Türk Gençliğinin imanlı yumruğu bir defa daha vurulmuştur.

<<Aziz Türk Milleti>> Başlığı altında yayınlanan bildiri şöyle devam etmektedir: <<Kanun ve nizam tanımayıp senin her an din, iman, mukaddesat ve millî değerlerine küfretmeyi meslek edinen salyalı ağızların, sürükliyerek [körükleyerek] alevlendirdiği yeni bir hâdisede, manevî değerlerinin müdafiî evlâtların arkalarından kahbece kurşunlanmış ve bir arkadaşımız şehit edilmiştir.

Kuvvetini aziz milleti ve manevî değerlerinden alan sağduyu sahibi üniversite gençliği ve mukaddesatçı camia, elbette bu gibi âdi hareketlere seyirci kalmayacak, milleti ve gençliği bölmek istiyenleri kendi zehirlerinin bataklığında boğacaktır.

Din, iman ve mukaddesat için yapılan iftiralara insanlık ve fikir açısından cevap verirken, fikirlerin susup silâhların konuştuğu bir mücadelede de müfteriler ve mukaddesat düşmanları her zaman âsîl Türk gençliğini karşılarında bulacaklar ve gerektiğinde kendileri için hazırlamış oldukları ölüm fermanının imzalandığını göreceklerdir.

Senin öz çocuğun olan ve kuvvetini senden alanlar her zaman muzaffer olacaklardır. Güven ve müsterih ol.

Aziz kardeşimiz Ruhi, seni kalbimizin derinliklerine ve mertebelerin en yükseğine ulaşmış olarak ebedî istirahatgâhına uğurlarken Allah’dan bol bol niyaz eder, izinden yürüyen binlerce Ruhi’ye başsağlığı dileriz.>>



Bugün, Babıâlide Sabah, 11 Ocak 1968.

SOLMAZ’IN TELGRAFI
ŞEHİT TALEBE İÇİN ADALET BAKANLIĞINA BAŞVURULDU

Türkiye Din Görevlileri Yardımlaşma Dernekleri Federasyonu Başkanı dün Adalet Bakanı Hasan Dinçer’e 17 Aralık’da meydana gelen olayla ilgili olarak şu telgrafı göndermiştir:

<<Memleketimizde solculuk ve komünistlik hareketleri son senelerde hızını hayli artırmıştır. Konferans salonlarında, gazete ve dergi sütunlarında, çeşitli toplantılarda hattâ eğitim müesseselerinde çekinilmeden sosyalizm perdesi arkasında komünizm propagandası yapılmaktadır. Karl Marks, Lenin ve komünist ideologların eserleri serbestçe satılmaktadır. Maalesef idarenin müsamahasından da cür’et alan solcu ve sosyalistler adam öldürmeye kadar işi götürmüşlerdir.

17 Aralık tarihinde mübarek iftar zamanı Site Talebe Yurdunda dine, mukaddesata ve müesses nizamın kurmuş olduğu müesseselere küfreden solculara müdahale ettiği için tabanca kurşunları ile barsakları delik deşik edilen üniversite öğrencisi bugün aramızda değildir. Ruhi Kılıçkıran’ın öldürülmesine bir zabıta vak’ası olarak bakmak büyük hata ve gaflet olur.

Muhterem Vekil beyefendi.

Komünist kundakçılarının hareketlerine ne zamana kadar seyirci kalacağız. Tedbir almak için mutlaka solcuların Allah göstermesin orak çekiç ellerinde sokaklara dökülmesini mi bekleyeceğiz?

Halkımız sosyalizm çığırtkanlarının yaygaralarından bunalmış hâldedir.

Bir an önce milletimizin, vatanımızın düşmanı olan kökü Moskova’da bulunan sosyalizm, solculuk ve komünistlere karşı kanunî tedbirlerin alınmasını en derin saygılarımla rica eder, bilvesile Allahtan sıhhat ve afiyetler dilerim.>>



Babıâlide Sabah, 11 Ocak 1968.

SOLCULARIN ŞEHİT ETTİĞİ GENÇ İÇİN 16 TEŞEKKÜL BİR BİLDİRİ NEŞRETTİ

Bir süre önce Site Talebe yurdunda solcular tarafından bir ilâhiyat fakültesi talebesinin şehit edilmesi üzerine dün 16 çeşitli teşekkül kamuoyuna bir beyanname dağıtmışlardır. Beyannamede aynen şöyle denilmektedir:

<<Millete beyanname

Tanzimattan beri materyalizmin saçma doğmalariyle milletimizi yıkma yolundaki oyunlarını açıkça oynayan emperyalist uşakları, milletimizi boğaz boğaza getirme zamanına ulaştıkları kanaatiyle, âdi bir cinayet işlediler. Mücahid bir üniversiteli müslüman, milliyetçi kardeşimizi komünistlere has bir iptidâilikle şehid ettiler.

Türk Yüksek Öğrenim gençliği olarak huzurlarınızda şu hususları rejimin mes’ul şahıslarına açıkça ihtar ediyoruz:

1) Bu âdice cinayet şekliyle, fikrimizi imhâ yolunda artık edepsizleşen şahıslar ve merkezler devlet eliyle cezalandırılmayacak olurlarsa, bizzat, gene devletin haysiyetini korumak için, şahsî öc yoluna başvuracağımızı,

2) Aynı zamanda, mücadelemizin, tutulmuş uşaklardan ziyade himayecilerine tevcih edileceğini ilân ediyoruz.

Bizi aksiyonda merak edenler, müstevliler Anadolu’yu işgal ederlerken, tek başına ortaya atılarak, dalgalanan gâvur bayraklarını işaret edip, <<Bu bayrakların hâkimiyeti devam ettikçe ben Cuma kıldıramam>> diyen ve gâvur süngüleriyle şehid olup, istiklâl tablosunu yaşatan Maraşlı imamı düşünebilirler..

Selâm milletimize olsun.>>


Bugün, 12 Ocak 1968.

ŞEHİT RUHİ 17 GÜN ÖLÜMLE PENÇELEŞTİ

Sen de Anadolu çocuğu idin ve Anadolu’nun bir köşesinde doğdun. Çiçeği burnunda fidan gibiydin. Büyük bir sevinçle İlâhiyat Fakültesine geldin ilim, irfan öğrenmek için. Ama sana çok gördüler yükselmeyi, yaşamayı, dâvâna hizmet etmeyi…

Şehid edilmek ne büyük bir şey, sen de şehit oldun. İslâmiyeti rezillerin diline düşürmediğin ve buna müsaade etmediğin için. Ama zâlim erkekçe karşına çıkmalıydı, kahbece arkadan kurşunlamakla değil.

SİTE YURDU

Sisli başkentin bir yağmurlu günü Cebeci semtindeki Atatürk Talebe Yurduna (namı diğer Site Yurdu) koşar adımlarla yaklaşıyoruz. Karşımıza ilk çıkan yer Ruhi’nin hain kurşunlarla vurulduğu talebe kantini.. Sosyalistlerin oyunundan sonra kantin faaliyetten menedilmiş. Yalnız tabancanın patladığı masada yedi sekiz kişinin oturduğunu görüyoruz. Talebe grupuna yaklaştığımızda sanki bizleri bekliyorlarmış gibi hâlleri vardı.

Olay anında görgü şahidi Fevzi Taşdemir adlı şahıs Ruhi’nin çok temiz ve imânlı bir talebe olduğunu anlatıyordu. Hem İlâhiyat Fakültesinde ve hem yurdunda arkadaşları ve hocaları tarafından çok sevilen bir kimse olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyordu:

<<Olay yerine tabanca patladıktan sonra geldim. Ortalık karmakarışıktı. Bütün talebeler kapılara hücum ediyordu. Solcuların kışkırttığı şair müsvettesi de bu kaçanların arasında idi. Tabanca sesi arkadan, tezgâh tarafından geldi. Kantinci Şahin Saraloğlu’nun tabanca ile sekiz el ateş ettiğini söylüyorlar. İlâhiyat Fakültesinde okuyan arkadaşı kanlar içinde gören talebeler hemen dışarı çıkardılar ve taksi tutarak Ankara Hastahânesine naklettiler.>>

Saat 17.00 sıralarında vukua gelen hâdisede olaya ismi karışan solculardan ve Hukuk Fakültesinde okuyan Kâzım Saraloğlu, Site Yurdunun eski talebe cemiyeti başkanlığını yapmış. Talebe cemiyet seçimlerini kaybettikleri söylenen solcular mübarek Ramazan ayında bu meş’um olayı tertipliyorlar.

17 Aralık 1967 Pazar günü vukua gelen hâdise hakkında Yurtlar Genel Müdürü Ali Rıza Erkan, İlâhiyat Fakültesi talebesi Ruhi Kılıçkıran’ın koma halinde hastahâneye yatışından sonra üç defa ziyaretine gittiğini söyliyerek üzüntülerini ifade ediyor ve şunları söylüyor:

<<Kantine ve yurda yabancı kimselerin müsaadesiz girmesi yasaktır. Kantindeki hâdisede yurtla ilgisi olmayan herhangi bir yabancının girmemesi gerekirdi. Hukuk Fakültesinde okuyan Kâzım Saraloğlu, yurtla alâkası olmayan bu şairi alıp getiriyor. O zamanki Kıbrıs hâdiseleriyle ilgili şiirlerin okunmasıyla Ruhi müdahale ediyor. Ruhi ile Kâzım arasında söz kavgası çatışmaya yol açıyor. Sonunda da tabanca olayı meydana geliyor.>>

Genel Müdür Erkan, yurt talebe ve sakinlerinin dolap ve eşyalarını kontrol etmeye haklarının olduğunu, yurt cemiyet seçimlerinde ise ihbar olsa da müdahaleci olmadıklarını söylüyor.

Yine Genel Müdür, Ruhi’nin hastahânede kaldığı 17 gün zarfında iyi bir durumda olmadığını, ilk gününden son gününe kadar durumunun daha da kötüleştiğini ve yapılan ameliyatların bir fayda vermediğini ifade ediyordu.

*

Rahmetin sağnak hâlde gökten boşaldığı biz zamanda Atatürk Yurdunu üzüntüyle terkediyoruz. Mücahit bir imânlı kardeşimizin bir sosyalist kurşunuyla aramızdan ebediyen ayrılması bizler ve idealist kardeşlerimizi mateme boğmuştu. İlâhiyat Fakültesi ikinci sınıf talebesi olan Ruhi, din, îmân ve mukaddesat için yapılan saldırı ve iftiralara fikirle cevap vermişti. On bir ayın sultanı Mübarek Ramazan ayında şehit edilmişti, müsterihti ve mutluydu o. Kuvvetini aziz milleti ve yüce dininden almıştı. Sağduyu sahibi Üniversite gençliği, mıkaddesatçı câmia ve sevenleri elbette unutmayacaklardı onu. İslâmiyeti tahkir etmeye yeltenen bir meczuba îmânın asîl yumruğunu indirmişti.

Binlerce Ruhi ölse de yine bu îmân, bu dâvâ ayakta kalacak.



Babıâlide Sabah, 12 Ocak 1968.

SOLCULARIN CİNAYETİ TEL’İN EDİLDİ

Cebeci Atatürk Site Talebe Yurdu’nda solcu gençler tarafından bir milliyetçi gencin öldürülmesi hadisesinin uyandırdığı teessür devam etmektedir. Bununla ilgili olarak talebe teşekkülleri tarafından neşredilen bildirilerde, solcular lânetlenmektedir. Nitekim dün de Erzurum Atatürk Üniversitesi Talebe teşekkülleri müşterek bir bildiri neşretmişlerdir. Erzurum Yurtlar Kurumu Talebe Derneği, Ziraat Fakültesi Talebe Cemiyeti, aynı üniversitenin Fen Edebiyat Talebe Cemiyetleri adlarına neşredilen bildiride şöyle denilmektedir.

<<- Menfur emellerini tahakkuk ettirmek isteyen kendini bilmez ve sapıtmış kişilerin kurşunlarına kurban giden Rûhi Kılıçkıran kardeşimizin ölümünü teessürle öğrendik. Kederli ailesine başsağlığı diler iğrenç hadiseyi tel’in ederiz. Gün geçtikçe çoğalan böyle hadiselerin normal gibi görünmesi bizlerin yüz karası olarak tarihin derinliklerine gömülmektedir. Yüce adaletin tecellisini bekler, dâva kardeşlerimizin müsterih olmalarını dileriz. Allah, inananlarla beraberdir.>>



Bugün, Mehmed Şevket Eygi, 12 Ocak 1968.

BAYRAKLAŞAN ŞEHİD

Üstad Eşref Edip bey anlatmıştı. Cumhuriyetin ilk yılında Ankara’daymış. İstanbul işgal edilince, Sebilülreşad’ı hür Anadolu’nun merkezine taşımışlar ve mücadeleye orada devam ediyorlarmış. Kurtuluş savaşı boyunca İslâmiyete son derece taraftar, hürmetkâr görünen küfür cephesi, Allah’ın yardımiyle ve din gücüyle kazanılan o mukaddes harpten sonra mel’anetini göstermeye başlamış. Müslüman Türkiye halkının büyük evlâdı, asil ve temiz ruhlu kahraman Trabzon mebusu Ali Şükrü beyi kahpece şehid etmişler.

Ali Şükrü beyin kayboluşu haberi Ankara’da bomba gibi patlamış. Erzurum meb’usu Hüseyin Avni bey, Meclis kürsüsünden yıldırımlar yağdıran bir nutuk okumuş. Nihayet şehd-i milletin nâşını Dikmen tepelerinde bulmuşlar.

Müslüman milletin teessürü, gayzı, nefreti, lâneti taşacak hâle gelmiş. Gelmiş ama iş işten geçmiş. Vatanın fedakâr evlâdı Ali Şükrü bey alçakçasına şehid edilmiş.

İşte bu hava içinde Ankara’da Hacı Bayram civarındaki Sebilülreşad idarehanesinde Eşref Edip bey ve arkadaşları büyük bir teessüre gömülü vaziyette oturuyorlarmış. Ağızlarını bıçak açmıyormuş. Felâketin büyüklüğü karşısında ne diyeceklerini şaşırmışlar.

Bu sırada içeriye o tarihte Ankara’ya gelen Hint müslümanlarından bir zat girmiş, selâm verdikten sonra, hayrola niçin böyle üzgün ve kederlisiniz diye sormuş. Onlar olup biteni anlatınca Hindistanlı müslüman şöyle demiş:

- Kardeşler, evet bir felâket cereyan etmiş; kâfir ve mürtedler bir İslâm mücâhidini öldürmüşlerdir. Allah şehid edilen kardeşimize rahmetler ihsan buyursun. Ancak bu hâdisede bizim için sevinilecek taraflar da vardır. Mübârek İslâm dâvâsı, zuhurundan şu güne kadar hep böyle aziz şehidlerin omuzlarında yükselmiştir. Ali Şükrü beyin şehadeti bu milletin uyanması için muazzam bir fırsattır. Siz bu hadiseyi millete duyurunuz, milleti heyecanlandırıp uyandırınız, demiş.

Sonra ilâve etmiş: Biz Hindistan müslümanları böyle zulümlerden asla korkup, ümitsizliğe kapılmayız. Bil’akis seviniriz. Azmimiz, şevkimiz; mücâdele gücümüz artar. Şehidlerimizi bayraklaştırırız. Hapse atılan kardeşlerimizin her biri bizim için karanlıkları aydınlatan meş’âle gibidir. Kanla sulanan her karış Hindistan toprağında hürriyet güllerinin biteceğine imânımz vardır.

Hindistanlının bu sözleri, Eşref Edip bey’in ve arkadaşlarının yüreğine su serpmiş, üzüntüleri hafiflemiş ve mücadeleye eskisi gibi devam etmişler.

*

Aradan 44 yıl geçti Ali Şükrü beyden sonra bu din bu millet daha çok şehidler verdi ve verecek. Allah’ın kanunu budur.

Son şehidimizi Ankara’da verdik. İsmi Ruhi Kılıçkıran. Hain sosyalistlerin 13 kurşunuyla yerlere serildi. Al kanları Ankara’nın kirli, günahkâr topraklarına yayıldı.

Bir zelzelede 1000 kişi ölür; bir gemi batar 300, bir otobüs devrilir 20 kişi ölür… Ama bir din şehidinin can vermesi başkadır. Zaman o bir tek ölenin tabiî ölümlerle ölen binlerce kişiden daha başka olduğunu gösterir.

Din şehidi millet için hayat iksiri gibidir. Şehidin hatırası inançların alevini parlatır, yüreklerin pasını siler.

Ruhi şimdi şehitler ordusundaki yerini aldı. başlarında Seyyidüş-Şühedâ Hamza Radiyallahü anh var.

Ruhi ölmedi. Çünkü şehidler ölmez. Şehidlik gerçek diriliktir. Şehidi öldü sananlar gâfillerdir.

Onu öldürdüklerini sananlar sevinmesinler, şehidin kanı coşar coşar, oluk oluk kaynayıp bir sel olur taşar ve küfre ait ne varsa siler süpürür.

Şehidler var, şehid olacaklar var Bu milleti kurtaracak İnşaallah.

Şehide rahmet, kaatillere lânet, gaafillere ibret olsun!



Tercüman, Ahmet Kabaklı, 14 Ocak 1968.

SİYASÎ CİNAYET

Polisin, savcılığın, adaletin ve bilcümle devlet hükûmet makamları ile demokrasiye adalete âşık aydınların dikkatine sunarım:

Fesat ayaklanmıştır. Komünist sol, barbarlığa zorbalığa başlamış kanlı felâketli cinayetler işlemeye koyulmuştur. Adam kışkırtma, sınıf kavgası nazariyatı devrini aşarak, meydan okuma çizgisini de geçerek kan dökmeye girişmiştir.

Bu siyasî cinayete, hayır, göz yumulamaz. Mesele Meclis gündemine alınmalı, kıyamet koparılmalı, cânilerin gözü yıldırılmalıdır. Halkın arslan gibi evlâtları, ideoloji cellatlarının önüne, kurbanlık koyun teslimiyeti ile sürülemez. Talebe yurtlarında bu milletin çalışkan ilimsever, faziletli, millî değerlere bağlı çocukları, gizli açık komünistlerin kışkırttığı serserilere boğazlatılamaz…

Şu cüretin işlendiği cinayete bakın siz:

Ankara Cebeci’deki Atatürk Site Talebe Yurduna, bir gece… Âşık İhvânî mi, İzânî mi, Soytârî mi neyse… Serseri, zibidi bir herif geliyor. Beli kuşaklı, ayağı şalvarlı surat mendebur ve pis sakallı kirli, pis bir hayta… Giriyor içeri ve <<ben âşıkım, şairim, ozanım! Size Kıbrıs destanı söyleyeceğim!>> diyor.

Bu salma, bu aylak aslında bir zümrenin sazlı propaganda nanesidir. Yurdda adamları vardır. Sırf kavgayı körüklemek, hâdise çıkarmak için yollanmıştır. Nitekim solcular hemen buyur ederler. İzzet ikram… Ve seninki sazı ayar edip küfürü akortlayarak:

Kur’ana inananın da…
Kitabı olanın da…
İmam Hatip’te okuyan gericilerin de…
İlâhiyat Fakültesine gidip mollalık taslıyanların da…

diye en cibilliyetsiz soydan sövüp saymaya başlar. Bu bir tertiptir. Çünkü İlâhiyat Fakülteli gençler, yurdun idaresini ellerinde tutmaktadırlar. Onlara karşı olan ve geçen yıl çiftlik gibi idare ettikleri yurdu, namuslu gençlere kaptırmaktan pek dertli olan solcular, bu kelpceğizi getirerek arkadaşlarına hakaret ettirmişlerdir.

Milliyetçi gençler çok üzülürler. Bu adamın derhal yurdu terketmesini isterler. Ötekiler döğüşmeye kalkar. Tam ağız kavgası başlamışken uğursuzlardan biri elinde tabanca ile gelir ve İlâhiyat Fakülteli Ruhi adındaki genci arkadan iki el ateşle yere serer. Genç adam kanlar içinde. Hemen hastaneye kaldırılır. Fakat tedaviler kâr etmez. Dünyasına doymadan ölür gider. Şimdi bütün yurt, bütün İlâhiyat Fakültesi matemler içinde. Ve hepimiz susmuşuz. Memleketteki bu ilk komünist cinayetini sabırla, sükûtla karşılıyoruz.

Olmaz bu; Öldürülen genç bir namuslu Türk çocuğu değil de bir sol züppesi olsaydı. O zaman görürdünüz kıyameti! O zaman İsmet Paşa bile ayaklanır: <<Hilâfetçiler, şeriatçiler… 20 yaşındaki çocukları arkadan kurşunluyorlar! Bu iktidarın marifetidir. Bunların yapmıyacağı şey yoktur!>> diye nutuk atardı. O zaman şirret yazıcıların, derneklerin, kulüplerin ne renkte rezalet çıkardığını görürdünüz.

O zaman <<düşün özgürlüğü elden gidiyor, ve de kara güçler, ilerici zinde kuvvetleri öldürüyorlar… Atatürk’ün çocukları kahpe kurşunlara çarpılıyor.>> Edebiyatı gırla giderdi. Ne yürüyüşler, ne bildiriler sokağa dökülürdü.

Eee! Adanalı Ruhi’lerin kabahati ne? Tertemiz Türk çocuğu olmaları mı, İlâhiyat Fakültesinde okumaları mı? Memleket yoldaşların işgali altında mıdır ki onlara Türk çocuklarını katletmeye, şehit etmeye kadar uzanan bir serbestlik veriyoruz? Bu tertip, bütün müsebbibleri, müşevvikleri, suç ortakları ve yatakları ile ortaya çıkarılıp onu kalleşçe vuranlar ipleri boylamadıkça yazacağız ve adalet isteyeceğiz…



Yeni İstanbul, Babıâlide Sabah, 16 Ocak 1968.

ÖLDÜRÜLEN İLÂHİYAT ÖĞRENCİSİ HAKKINDA DÜN ÖNERGE VERİLDİ

Adalet Partisi Kayseri Milletvekili Mehmet Ateşoğlu dün Adalet Bakanı Hasan Dinçer tarafından cevaplandırılması isteği ile Adalet Partisi Grup Başkanlığına bir önerge vermiş, bundan bir süre önce bir solcunun kurşunlarıyla ölen İlâhiyat Fakültesi öğrencisi Ruhî Kılıçkıran’ın katilinin ne şekilde cezalandırıldığını sormuştur.

Ateşoğlu önergesinde şöyle demiştir:

<<Türk milletinin bir vekili sıfatiyle, bu mühim meselede, Adalet Bakanını uyarıyor ikaz ediyor ve aşağıdaki soruların yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ve rica ediyorum:

1) Söylendiğine göre asıl hâdisenin doğmasına ve cinayetin işlenmesine sebep olan Şahin adındaki sosyalist serbest bırakılmıştır, kollarını sallayarak gezmektedir. Bu husus doğru mudur, değil midir? Değilse, hakikat ne merkezdedir?

2) Hâdise, yalnız basit bir zabıta vakası olmadığına göre, dâva elbette ki, Şahin ile kardeşinin tevkifi ve muhakemesi ile halledilemez. Asıl mesele, bu cinayeti işliyenlerin dahil oldukları şebekenin ortaya çıkarılması ve asaletin demir pençesine teslim edilmesidir.

O halde, mesele, Adalet Bakanlığı tarafından, bu mühim zaviyeden de ele alınmış mıdır, yoksa dâva âdi bir cinayet vak’ası gibi mi mütalâa edilmiştir?

3- Kanunî yoldan köklü bir tedbir ve kat’î bir netice alınmadığı takdirde, dökülen bu asil kanın hesabını bir gün bizzat millî imanın çok korkunç bir şekilde soracağını ve böyle giderse er geç Allaha ve millete dayanan milliyetçi cephe ile Moskova’ya dayanan Allahsız solcu cephe arasında, korkunç bir mücadelenin doğacağı ihtimali gözönüne alınmış mıdır?

4- Daha ne zamana kadar, Adalet Bakanlığı, sosyalist maskeli komünistlerin Allaha, Peygambere, Kur’ana, İslâmiyete söğmesine ve hakaret etmesine seyirci kalacaktır?

5- Komünistlerin bu azgınlıkları ve küstahlıkları kanunî yoldan ne zaman durdurulacaktır?

6- Komünistlerle en amansız mücadeleyi yapan ve şu anda mahkemelerde ve zindanlarda bulunan milliyetçi ve mukaddesatçı Müslümanlara yapılan adlî baskı ne zaman sona erecektir?

7- Adalet Bakanının bu hâdiselerdeki tutumu ve görüşü nedir?



Babıâlide Sabah, 16 Ocak 1968.

KILIÇKIRAN OLAYI TELİN EDİLDİ

Cebeci Talebe Yurdu’nda solcular tarafından şehit edilen milliyetçi genç olayının halk ve milliyetçi teşekküller arasında uyandırdığı teessür ve infial devam etmektedir. Bu münasebetle Milliyetçiler Derneği Turgutlu Şubesi tarafından Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanlığına bir telgraf çekilmiş ve duyulan üzüntü bildirilmiştir. Telgrafta şöyle denilmektedir:

<<- Güneş’i sağ elime, Ay’ı da sol elime verseler yine de bu dâvadan vazgeçmem. diyen Ufuk Peygamber’in izinde olmaktan başka bir gayesi bulunmayan Ruhi Kılıçkıran kardeşimizin, bir soysuz anarşistin kurşunlarıyla şehit olmasından duyduğumuz üzüntü ve ızdırap; Allah, Vatan, ve Din düşmanlarından intikam alıncaya kadar devam edecektir.

Bu ulvi yolda, bu büyük ve öksüz dâva uğrunda genç yaşta şehadet mertebesine ulaşan kardeşimize Cenab-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret niyaz eder, aziz şehidin ebeveynine, dâva arkadaşlarımıza başsağlığı dileriz.>>



Adalet, 16 Ocak 1968.

Orhan Taşan - Perde Arkası Politika

Sol Tehlikeli Dönemeçte

Geçen hafta içinde Ankara’da korkunç bir cinayet işlendi. Dinine bağlı bir genç münakaşa ettiği solcular tarafından delik deşik edildi. Sol tandaslı gazeteler bu hâdiseyi bile es geçtiler…



Babıâlide Sabah, 17 Ocak 1968.

15 TALEBE TEŞEKKÜLÜ KILIÇKIRAN OLAYINI PROTESTO ETTİ

Şehrimiz Site Yüksek Öğrenim öğrenci yurdunda İlâhiyat Fakültesi talebesi Ruhi Kılıçkıran’ın sosyalistler tarafından tabanca ile ateş edilerek şehit edilmesi üzerine İlâhiyat Fakültesi başta olmak üzere 15 talebe teşekkülü Millî Eğitim, İçişleri ve Adalet bakanlıklarına birer tel çekmişler ve fikre silâhla mukabelenin bir vahşet olduğunu ifade ile bu tip davranışları tel’in etmişlerdir. Tel metni aynen şöyledir:

<<17 Aralık 1967 Pazar günü Atatürk öğrenci yurdunun kantininde yapılan fikir münakaşasında sapık ideoloji taraftarlarınca fikre silâhla mukabele edilerek bir arkadaşımızın vurulup, şehid edilişinden bu yana devam eden olayları büyük bir vekar ve olgunluk içinde izlemekteyiz.

Fikri silâhla katletmek isteyenler, yüksek öğrenim yurtlarında eli tabancalı dolaşanlar ve hâdisede ihmali görülenler hakkında Millî Eğitim, İçişleri ve Adalet Bakanlıklarınca alınacak tedbirleri sabırsızlıkla beklemekteyiz.

15 Teşekkül adına:
M. Türk Talebe Bir. II. Başkanı Atilâ Özer – A.Ü.İl.Fak.Tal.Cem.Bşk. Şakir Egeli – Atatürk Yurdu Temsilcisi Mustafa Sarıcı – T.M.G. Derneği Bşk. Ünsal Çakı.>>



Bugün, 17 Ocak 1968.

RUHİ KILIÇKIRAN İÇİN MEVLİD OKUNACAK

Türkiye Din Görevlileri Yardımlaşma Dernekleri Federasyonu yarın yatsı namazından sonra Hacıbayram camiinde mevlit okutulacağını bir bildiri ile açıklamıştır. Federasyon bildirisinde aynen şöyle demektedir:

<<Ankara Site Talebe Yurdunda dine, imana küfredenlere mâni olmaya çalıştığı esnada şehit olan üniversiteli Ruhi Kılıçkıran ve şimdiye kadar vatan ve islâm uğrunda şehit olan bütün şühedanın ruhuna ithafen perşembe günü yatsı namazından sonra Hacıbayram Camiinde Federasyonumuzca Mevlidi Şerif okutulacak ve konuşmalar yapılacaktır.>>



Millî Hareket, Ocak 1968, Basıldığı tarih 18 Ocak 1968, Sayı 18.

CKMP’Lİ BİR GENÇ ÖLDÜRÜLDÜ

Gazetelerin basit gangsterlik olaylarını büyük manşetlerle verdikleri günlerde Ankara İlâhiyat Fakültesinde CKMP’li bir genç fikirlerinden dolayı, aynı fakültede öğrenci olan bir solcu gencin garson ağabeyi tarafından dokuz kurşun ile öldürüldü.

Geçen yıl yapılan cemiyet seçimlerini kaybeden solcular, bunun hıncını alabilmek ve gençleri tahrik etmek için fakülte içinde karışıklık çıkarmak için vesile arıyorlardı. Bu arada Şahin adlı solcu genç fakülteye, ne idüğü belirsiz, halk şairi geçinen birini getirir ve dine imana söven şiirler okutur. Bu harekete Ruhi Kılıçkıran aslı milliyetçi genç müdahale eder, halk şairi geçinen adamı susturmak ister. İlk önce yumruklarla başlayan kavgaya Şahin adlı solcu gencin, fakültede garson olarak çalışan ağabeyi karışır, tabancasını çekerek Ruhi Kılıçkıran’a tabancasını boşaltır. Bundan sonra yapılan tek şey katilin tutuklanmasıdır. Aslında yapılacak iş, bu olaya sebep olanların tutuklanması, böyle olaylar yaratmakta hünerli olan solcu gençlerin hemen okuldan uzaklaştırılmasıdır. Biz, haberi yeterince vermiyen gazetelerin bu davranışını normal karşılıyoruz. Çünkü, onların içine gömüldükleri karanlık böyle davranmalarını normal kılıyor. Fakat, yöneticilerin bu olayı duyurmamak için gösterdikleri faaliyetleri normal karşılamıyoruz.



Son Havadis, Tekin Erer, 21 Ocak 1968.

RUHİ’Yİ KATLEDEN HAİNLER

Komünist kaatiller, daha şimdiden cinayetlerine başladılar. Üniversiteli bir gencimizi tabanca ile sırtından vurarak öldürdüler. Cinayet Ankara’da Cebeci’deki Atatürk Site talebe Yurdunda işlendi. İlâhiyat Fakültesi öğrencilerinden olan Adanalı Ruhi’nin öldürülmesinin tek sebebi aşırı solcu olmayışı, komünizmden nefret etmesi, bu vatanın ancak hürriyet ve demokrasi içinde yükseleceğine inanmasıydı. Onun öldürülmesine tek sebep bu olduğuna göre, vatanperver Ruhi’nin bir demokrasi şehidi bulunduğunu izaha bilmem lüzum var mı?

* * *

Ankara’daki Atatürk Site talebe Yurdunun idaresi milliyetçi gençlerin elindedir. Aşırı solcular buradaki hâkimiyetlerini kaybetmişlerdir. İdare milliyetçilere geçince bütün talebeler dersleriyle, işleriyle, güçleriyle meşgul olmaktadırlar. Aşırı solcu tahriklere meydan verilmemektedir. Bu durumun devamından rahatsız olan aşırı solcular, yurtta hâdise çıkarmak, ortalığı karıştırmak, sonra da bundan istifade suretiyle tekrar yurt idaresini ellerine geçirerek tahriklerine devam etmek için bir plân hazırlarlar..

Avrupa’da çalgı çalarak geçinen dilenciler vardır. Türkiye’de de saz çalarak dilenen ve kendine saz şairi, âşık ünvanını veren bu dilencilerden birine üç beş kuruş fazla nafaka vererek bu talebe yurduna sokarlar. Orada izzet ikramdan sonra verdikleri talimat gereğince bu sokak dilencisi sazcıya başlatırlar söyletmeğe:

<<- Kitabı olanın da, Kur’anı olanın da anasını… İmam Hatip’te okuyan gericilerin de anasını… İlâhiyat Fakültesine girip mollalık taslayanların da anasını…>>

Bir çalgıcı dilenci için kaybedebileceği hiç bir şey yoktur. Onun âdeta bu düşkünlüğünden dolayı özel bir dokunulmazlığı vardır. Beş kuruş fazla veren için her türlü türküyü söyleyebilir. Bundan dolayı sokak dilencisi sazcılara ne diyebiliriz. Bunlara plâk doldurdup İstanbul’da satışa çıkartıyorlar. İsmini de: <<Saz şâiri falan…>> diye ilân ediyorlar. Avrupa şehirlerinde köşe başlarında mendil açıp, yahut önüne şapka koyup akordeon çalan dilenciler bu sazcılardan çok daha haysiyetlidirler. Çünkü onlardan üç beş kuruş için <<Kitabı olanın da anasını…>> diye şarkılar işitemezsiniz. Sadece eğlendirerek gönlümüzü hoş ederek sizin içinizden gelen üç beş kuruşu isterler.

İşte o gün aşırı solcuların üç beş kuruşuna kendini kaptırarak bu türküleri çalan dilenci sazcının sözleri karşısında milliyetçi gençler son derece üzülürler. Aşırı solcu arkadaşlarına, yurda getirdikleri gibi bu sazcıyı aynı şekilde götürmelerini isterler. Aşırı solcuların maksadı esasen bu sokak dilencisini getirip kavga çıkarmak olduğu için hemen dövüşmeğe girişirler. Yumruklaşma devam ederken aşırı solculardan biri tabancasına asılır ve Adanalı Ruhi adındaki İlâhiyat Fakültesinde okuyan genci sırtından iki el ateşle öldürülür. Ölen genç yirmi yaşındadır. Hayatının baharında bu fâni âleme doyamadan gitmiştir. Bütün arkadaşları, bütün yurt, bütün Adana, hattâ bütün Türkiye matem içindedir.

* * *

Hâdise olalı günler geçmiştir. Fakat memleketin büyük gazetelerinde şu cinayet haberi basit bir yaralama vak’ası kadar sütunlara geçmemiştir. 1950 doğumlu bir ortaokul talebesi <<Lenin dünyanın en büyük adamıdır>> diye övgüler düzüp komünizmin methiyesini yapan konpozisyon vazifesi dolayısıyle üç gün hapishaneye atılınca, bu basın, kıyameti kopardı. İsmet Paşa, <<onbeş yaşında gençler hapse atılıyor>> diye hem yüce Mecliste, hem yurt sathında bu hâdiseyi tam iki sene sermaye yaptı. Ama şimdi komünist kurşunuyle bir genç öldürülüyor, kimsenin sesi sedası çıkmıyor. Komünist kurşunu diyorum, çünkü komünistlerden başka hiç kimse, yirmi yaşındaki üniversiteli bir genci basit bir münakaşa yüzünden kıyıp öldüremez.

Elbette yüce Türk adaleti kaatilin cezasını verecek, sokak dilencisi tahrike âlet olan sazcıların hesabını görecektir. Bundan şüphemiz yoktur.

Bizim şaştığımız nerede o her gün tebliğ yayınlayan profesörler? Talebe Birlikleri? Öğretmen Federasyonları? Haksızlığa karşı yürüyenler?

Bu vesileyle yüzdeki maskeler biraz daha aydınlığa çıkmamış mıdır? Türk polisine taşlarla hücum eden ve <<Bizim Radyo>> nun Türkiye’deki gizli komünist partisi üyesi olduğunu defalarca açıkladığı Turhan Emeksiz seken bir kurşunla vurulduğu için bu memlekette ihtilâl yapıldı. Şimdi bir genç aşırı solcu olmadığı için öldürülüyor ve kimseden ses seda çıkmıyor.

Milliyetçiler bunları görünüz ve komünistler karşısında birbirinizi tutmanın, kenetlenmenin lüzumlu oluğuna bir kere daha inanınız!



Bugün, 22 Ocak 1968.

RUHİ KILIÇKIRAN’I ŞEHİD EDENLERE KARŞI LÂNET VE NEFRET YURT SATHINDA DEVAM EDİYOR

SAKARYA – Ankara Erkek Talebe Yurdu’nda bir süre önce îmânlı ve mukaddesatçı cephenin genç ve kudretli temsilcilerinden, İlâhiyat Fakültesi öğrencisi Ruhi Kılıçkıran’ın pek alçak ve kahbece şehid edilmesinin yurt sathında uyandırdığı lânet ve nefret devam etmektedir.

Olayı lânetleyen ve daima İslâm tefekkürü karşısında acze düşerek, Müslüman Türk Milliyetçiliğine kudurmuş köpekler gibi saldıran komünizmi tel’in eden 20 kadar gençlik teşekkülünden sonra, dün de ilimizde dört dernek dağıttıkları bir bildiri ile olayı takbih ederek, bu gibi tecavüzlere misli ile mukabele edileceğini ilân etmişlerdir.

Dört derneğin şehrimiz Orhan Câmiinde genç şehidin ruhuna okuttukları Mevlid-i Şeriften sonra müştereken neşrettikleri bildiri aynen şöyledir:

Ankara Erkek Talebe Yurdu’nda, Milliyetçi Türk Gençliğinin güzide mensuplarından, İlâhiyat Fakültesi öğrencisi Ruhi Kılıçkıran, bir solcu tarafından tabanca kurşunu ile şehid edilmiştir.

Hâdise başlangıcından sonuna kadar maksatlı ve tertipli bir şekilde idare edilmiştir. Böylece, imân cephesinin düşmanları, Ruhi Kılıçkıran’ın şahsında, Milliyetçi Müslüman Türk Gençliğine silâhlı bir saldırı yapmışlardır.

Bu hâdise ile Milliyetçi Türk Gençliği solcularla ve komünistlerle olan mücadelesinde ilk şehidini vermiş bulunmaktadır.

Basit zabıta vak’alarını bile istismarda büyük hüner sahibi solcu çevrelerin bu hâdiseden hiç bahsetmemesi dahi mânidardır. Hâdise aksi istikamette olsaydı veya kendi maşa ve uşaklarından birinin burnu kanasaydı, <<Menemen hâdiseleri tekerrür ediyor>> diye feryatlar koparacakları muhakkak olanların, bu sükutları kendilerini kurtaramayacaktır.

Biz, Müslüman Türk Gençliğinin mensupları olarak, solcuların ve komünistlerin her çeşit tecavüz ve tertiplerine misli ile mukabeleye azimli ve komünizmi bu memlekette hüsrana uğratmağa kararlı olduğumuzu bir defa daha ilân eder, Ruhi Kılıçkıran’a Allahtan rahmet dileriz.

Komünizmle Mücadele Derneği, Aydınlar Kulübü, Din Görevlileri Derneği, Türkiye Yeşilay Derneği



Yeni İstanbul, 26 Ocak 1968.

BU VESİKA KARŞISINDA LÜTFEN SAYGI İLE EĞİLİNİZ SAYIN DEMİREL

BU, “TÜRLÜ ÇEŞİTLİ” RİVAYET DEĞİLDİR!

Şimdi bu vesikaya dikkatle bakınız sayın Demirel. Ve iyi düşününüz. Elinizi vicdanınıza koyunuz.. Hatırlamaya çalışınız. Bu vesika Masonların Ankara Bilgi locasına ait olup 15. sahifesini göstermektedir. Orada 43 sıra nümerosu ve MAT (…) 48 de kayıtlı 1924 Isparta doğumlu, sayın Nazmiye hanımefendi ile evli bir Süleyman Demirel’e rastlıyacaksınız. Aynı sahifenin altında Şekür Ökten ve Rasim Fenmen biraderleriniz de vardır. Bilmeyiz, daha başka söylenecek söz kaldı mı?

MASONLUK GİZLİLİK, GİZLİLİK KARANLIK, KARANLIK İSE DEMOKRASİ DÜŞMANIDIR SAYIN DEMİREL

Türkiye’de masonların durumu ve yaptıkları, YENİ İSTANBUL’UN memleketçi, milliyetçi bir açıdan ele aldığı yazı serisi ile aydınlığa kavuşmuştur. Sayın Demirel de, ispat hakkına dayanarak yayınladığımız inkâr kabul etmez vesikalardan da anlaşılacağı gibi bir MASON’dur. Ve iktidara gelişinde MASON biraderleri rol oynamıştır.

MASONLAR DEMİREL’İ SAHNEYE İTİYOR

Ragıp Gümüşpala’nın vefatı üzerine AP’nin şüphesiz yeni bir lidere ihtiyacı vardı. Çeşitli namzetler arasında Mühendis Süleyman Demirel’in adına rastlamak biraz tuhaf olmadı mı?

Sadettin Bilgiç gurubu, Demirel’in Mason olma ihtimali üzerinde durarak bu <<Roket hızıyla yükseliş>>in karşısında ilk şüphelerini, açıkça belli etmişlerdir. İddianın <<Gelenekçi AP seçmenleri arasında doğuracağı muhtemel tepkiler gözönünde tutularak mutlaka bir tedbir alınmalıydı… Ve alındı da…

Fakat ne yaptı Süleyman Demirel? AP kongresinde, mason teşkilâtından aldığı <<Kendisinin Mason olmadığını belirten>> bir uydurma belge ibraz edince akan sular durmuştu. Genel Başkan olması için gerekli diğer şartlar ve bütün müsait ortam önceden hazırlandığına göre artık hiç bir engel kalmıyor ve AP’nin başına lider olarak geliyordu…



MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ, 26 Ocak 1968.

BAŞKAN – Muhterem arkadaşlarım, üniversite sitesinde bir talebenin vurulmasiyle alâkalı gündem dışı söz istiyen bir hayli arkadaş vardır. Bunlardan en evvel söz istiyen Adana Milletvekili Sayın Aksay’a söz veriyorum.

HASAN AKSAY (Adana) – Vazgeçtim efendim.

BAŞKAN – Sıra Hamit Fendoğlu’ndadır. Buyurun Sayın Fendoğlu, beş dakikayı geçmiyelim, lütfen.

HAMİD FENDOĞLU (Malatya) – Pek muhterem arkadaşlarım ve Muhterem Divan Başkanı, beş dakikayı geçirmemeye çalışacağım.

Sayın milletvekilleri arkadaşlarım, üniversitenin Atatürk Öğrenci Yurdunda vukubulan hâdiseyi, şahsen duyduğum mecburiyet ve bâzı arkadaşlarımın tazyiki neticesi bu kürsüye getirmiş bulunuyorum.

Çok elem verici olan bu hâdise 17 Aralık 1967 günü Atatürk Öğrenci Yurdunda vukubuluyor. Burada genç, mukaddesatçı öğrencilerimiz iftar sonrasında yemeğini beklerken, yine aynı öğrenci yurdunda komünistler tarafından bilhassa beslenen otuz yaşını aşkın bir öğrenci -ki, yönetmeliğe göre otuz yaşını aşkın olan öğrencilerin yurtlarda kayıtlı olmaması gerekir.- Şahin ismindeki bu arkadaş sadece oradaki milliyetçi ve mukaddesatçı gençlerle mücadele etmek için kaydını sureti mahsusada yaptırtmış, o günü Elbistanlı Şair İmam diye bir şairi getirmiş. Şair’in bilhassa okuduğu şiirin bir cümlesini sizlere duyurmak isterim, diyor ki: <<Eller aya giderken Türkiye’de kadınların göğsüne muska yazılması için imam hatip okulları açılıyor>>. Bunu söylemekten maksat mukaddesata hücum etmek ve sadece oradaki mukaddesatçı gençlere küfretmekti. Bunun üzerine Ruhi Kirişkıran ismindeki Osmaniye’li genç arkadaşımız <<Biz iftar sofrasındayız, bu şiirin burada yeri yoktur, mukaddesatımıza küfretmeye senin hakkın yoktur>> diye müdahale etmiş. Bu hâdiseden evvel Şahin ismindeki bu arkadaş bir kaç gün evvel…

MURAT ÖNER (AfyonKarahisar) – Mahkemeye intikal etmiştir.

HAMİT FENTOĞLU (Devamla) – Evet, mahkemeye intikal etmiştir ama, Parlâmentoya bunu duyurmak ve dünya efkârında da mukaddesatçılara nasıl çatıldığını ve imam hatip okullarının ne maksatla açıldığını iddia eden bu şairin sıfatını bilhassa bilmemiz gerekir. Bu arkadaş, bu olaydan onbeş gün evvel seçimleri kaybettiği için hırs neticesi bu hâdiseyi yaratmış oluyor. Ve nihayet kardeşiyle beraber orada o lokalin müsteciri olan Şahin Salıoğlu isimli bu çocuk derhal Ruhi Kılıçkıran’ın üzerine hücum ediyor, sen beni susturamazsın, biz burada konuşacağız, konuşmaya hakkımız var, diyerek iş nihayet kavgaya çevriliyor ve tabancasını çeken bu solcu uşağı, yani komünistler tarafından beslenen bu zavallı, tabancasının tetiğini çekerek bu kıymetli genç arkadaşımızı yere sermiş oluyor.

Arkadaşlar, bu çok vahîmdir. Ben en evvelâ Yurtlar Umum Müdürlüğünü suçlandırırım. Çünkü, böyle bir sosyalist, hattâ komünist olan bir şairi yurt içerisine sokup bu şekilde bir hâdiseye meydan vermiştir. İlgili makam olarak Millî Eğitim Bakanından bilhassa istirham ediyorum, bunun üzerinde hassasiyetle durulmadığı takdirde, grup mevzuu yapacağımı da huzurunuzda arz ederim.

BAŞKAN – Sayın Fendoğlu, bir dakikanız var, lûtfen toparlayın.

HAMİT FENDOĞLU (Devamla) – Türk Ceza Kanunu, bilhassa mukaddesata küfredilen durumlarda kifayetsizdir. İlgili maddenin takviye edilerek mukaddesata, dine küfredenler hakkında ağır bir müeyyidenin getirilmesi suretiyle bu gibi hâdiseleri önlemek hepimize düşüyor. Milletvekili arkadaşlarımız bu hâdise üzerine eğilmezlerse yarın gene mukaddesatımıza, kitabımıza, Allah’ımıza küfredenler çıkacaktır. Fakat bu defa karşılarında Hamido’yu bulacaklardır. O zaman buna mecbur olacağım. Hürmetlerimle.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın İçişleri Bakanı.

İÇİŞLERİ BAKANI FARUK SÜKAN (Konya) – Sayın Bakan, sayın milletvekilleri. Hamit Fendoğlu arkadaşımız tarafından bahis konusu yapılan Site Talebe Yurdunda cereyan eden hâdiseye ânında zabıta kuvvetleri derhal müdahale etmek suretiyle suçluyu yakalamışlar ve adliyeye tevdi etmişlerdir.

Mesele her yönü ile, idarî, adlî ve Millî Eğitim Bakanlığı yönünden tetkik konusu yapılmaktadır. Adalete intikal etmiş bir konu olması hasebiyle, Anayasamız muvacehesinde, daha fazla tafsilât vermeyi uygun bulmuyorum. Saygılarımla arz ederim.



Babıâlide Sabah, 27 Ocak 1968.

KILIÇKIRAN OLAYI MECLİS’E AKSETTİ

Site Talebe Yurdunda sosyalistler tarafından şehid edilen İlâhiyat Fakültesi Ruhi Kılıçkıran hakkında Mecliste gündem dışı bir konuşma yapan AP Malatya milletvekili Hamit Fendoğlu (Hamido) <<Eğer Millî Eğitim Bakanlığı bu olay üzerinde durmayacak ve gereken alâkayı göstermeyecek olursa bunu bir grup meselesi olarak ele alacağız>> demiştir.



Bugün, 28 Ocak 1968.

İLÂHİYAT DEKANI BAŞÖRTÜLÜ KIZA HAKARET ETTİ

Ankara İlâhiyat Fakültesi talebelerinden Hatice Babacan’a Fakülte Dekanı Prof. Hüseyin Gazi Yurdaydın: <<Meşhur olmak için mi gazetelerde resimlerini ve yazılarını neşrettiriyorsun? Nefsine hakim olamadığın için başını örtüyorsun>> demiş ve kendisine hakaret etmiştir.

Bu durum karşısında Hatice Babacan fenalık geçirmiş, bayılmış ve hemen Tıp Fakültesi Hastahânesine kaldırılmıştır.

Fakülte Dekanı Dr. H. Gazi Yurdaydın daha sonra kendisine: <<Senin yüzünden, gazetelere vermiş olduğun beyanatlardan dolayı okulun hocaları da umumî efkârda dinsiz olarak tanınmaktadır. Buna sen sebep oluyorsun!>> diye bağırmıştır.

<<Nûr Sûresinin 31’nci âyeti evlilere aittir. Bu bakımdan senin bu âyete uyarak giyinmen doğru değildir. Senin fakültede, arkadaşlarının arasında böyle gezmen yersizdir. Burası bizim evimiz sayılır.>> demiştir.

Ankara Tıp Fakültesi Hastahânesine kaldırılan Hatice Babacan, Dr. Ergin Atasu tarafından tedavi edilmiş ve kendisi hemen taburcu edilmiştir.

Hatice Babacan’ı hastahânede ziyaret etmek için gelen ağabeyi Hanefi Babacan ve Yük. Mühendis Mustafa Yeşilyurt’u Dr. Engin Atasu kabul etmemiş ve kendileri tersyüz edilmişlerdir.

Asistan Dr. Ergin Atasu Hatice Babacan’a: <<Senin Nurcu gazetelerde resim ve yazıların çıktı. Sen de muhakkak Nurculardansın. Biz Nurculara normal insan gözüyle bakmayız. Sende bir anormallik var. Onun için tedavi görmen lâzım. Biraz istirahate ihtiyacınız var.>> diyerek hekimlik yeminine aykırı bir davranış göstermiştir.



Babıâlide Sabah, 28 Ocak 1968.

İLÂHİYAT FAKÜLTESİNDE BÜYÜK SKANDAL!
PROFESÖRLER, BAŞINI ÖRTÜYOR DİYE BİR KIZI HASTANELİK ETTİ

* Bu baş bu vücuttan ayrılmadıkça bu örtü açılmıyacak>> diyerek profesörlerin tazyiki karşısında İslâmî tesettürden vazgeçmiyen İlâhiyat Fakültesi birinci sınıf talebesi Hatice Babacan’a halen tebrik telgrafları yağmaktadır. Resimde Hatice Babacan görülmektedir.

İlâhiyat Fakültesi öğretim üyelerinden bazılarının, kız talebelerin başlarındaki örtülerini çıkartmaları için giriştikleri gayretler bir anarşi halini almıştır.

Bir müddet evvel öğretim üyesi Neşet Çağatay, Hatice Babacan adındaki kız talebeye başının örtüsünü çıkartmasını aksi halde derse alınmayacağını ihtar etmiştir. Kızın baş örtüsünü çıkartmaması üzerine aynı öğretim üyesi kız talebeyi dersten çıkartmıştır.

O günden beri Hatice Babacan’a kin besleyen bazı öğretim üyeleri, talebeyi Eda Armaner adındaki asistanın odasına çağırmışlardır. Hiçbir şeyden habersiz olarak asistanın odasına giden Hatice Babacan, uzun müddet burada kaldıktan sonra baygın vaziyette dışarıya çıkartılmıştır. Hatice Babacan’ın çıktığı odadan daha sonra bazı öğretim üyeleri de çıkmıştır. Hatice Babacan baygın vaziyette çağrılan bir ambulansla Cebeci Tıp Fakültesi’ne kaldırılmıştır. Fakültenin acil hastalar servisine yatırılan Babacan buradan asabiye servisine nakledilmiştir. Doktorlar kız talebeye gereken müdahaleyi yaptıktan sonra evine göndermişlerdir.

Bu konuda kendileriyle konuştuğumuz doktorlar Babacan’ın şiddetli bir asabî buhran geçirdiğini, herhangi bir darbe izine rastlanmadığını söylemişlerdir.

Doktorlar ayrıca Babacan’ın katî bir istirahate ihtiyacı olduğunu da ifade etmişlerdir.



Babıâlide Sabah, 29 Ocak 1968.

HAKARETE UĞRAYAN KIZI, TEDAVİ EDEN DOKTOR DA TEHDİT ETMİŞ

Bundan bir müddet evvel başı örtülü olarak dersi takip ettiği için Prof. Neşet Çağatay tarafından sınıftan atılan İlâhiyat Fakültesi talebesi Hatice Babacan’a profesörlerin bir tertip hazırladığı meydana çıkmıştır.

İlâhiyat fakültesi dekanı Prof. Hüseyin Gazi Yurtaydın evvelki gün Hatice Babacan’ı Psikoloji asistanı Neda Armaner’in odasına çağırmış ve bayıltıncaya kadar hakaret etmiştir. Kız bayıldıktan sonra dekanın yakını olan Ankara Tıp Fakültesi psikiyatri doktoru Fenni Ergin Atasoy’a bir ambulansla gönderilmiştir.

Kız talebenin gazetelerde çıkan resim ve haberlerini bir türlü hazmedemeyen dekan ve aynı zihniyetteki iki öğretim üyesi ile Hatice Babacan’ı fakülteden atacak hiç bir hukukî mesnet bulamadıkları için hazırladıkları tertibe göre, dekan kızı çağırtarak hakaretler edecek ve kız hakaretlere tahammül edemeyip dekan’a hücum edecek olursa kapı önünde bekliyen iki kişi tarafından doğruca hastahaneye götürülerek sinir hastası olduğuna dair rapor verilecek ve bu rapora istinaden talebe fakülteden uzaklaştırılmış olacaktır.

YALVARMA VE RİCA

Hatice Babacan Ankara Üniversitesinde ayıldıktan sonra dekanın adamı olan doktor Ergin Atasoy tarafından da tehdit edilmiş <<senin haberin gerici ve nurcu gazetelerde çıktı, biz gericilere ve nurculara normal insan gözüyle bakamayız; istersem sana bir rapor verir fakülteden attırırım ve artık hiçbir fakülteye giremezsin>> demiştir.

Komplo neticesiz kaldığı için Neda Armaner ismindeki psikoloji asistanı kızın evine gelerek babasına yalvarmaya ve bu durumun bir daha tekerrür etmeyeceğini bu hususta bütün öğretim üyelerine bu işin tekrarlanmaması için söz verdireceğini söylemiş ve hâdisenin gazetelere aksetmemesi hususunda dakikalarca rica ve yalvarmalarda bulunmuştur. Hatta bu arada gazetecileri kovmaya kalkmıştır.

BABASI NE DİYOR

Diğer taraftan Hatice Babacan’ın babası Ali Babacan <<ben kızımı sırf başını açtırmamak için ve İlâhiyat fakültesi dinî bir okul olduğu için gönderdim yoksa başka fakültelere gönderir veya okutmazdım>> demiştir.

DERİN İNFİAL UYANDIRDI

Bir çok fakültelerde kız talebeler istedikleri kıyafette sınıfta oturabildikleri halde İlâhiyat fakültesindeki bu vahşice hareket bütün talebeler öğretim üyeleri ve halk tarafından nefretle karşılanmıştır. Hadisenin millet meclisine getirileceği söylenmektedir.



Bugün, 30 Ocak 1968.

TÜYLER ÜRPERTİCİ ALÇAKLIK: DİNSİZ GENÇLER KUR’ANI ÇİĞNEDİLER

Kadıköy’ün Kalamış’ında, Kalamış Palas isimli blok apartmanında inşaat Müteahhidi M.S.’ye ait bir dairede oğlu A.S. (Kadıköy Belediyesinin tahakkuk kısmında memur olup aynı zamanda Üniversiteye devam etmektedir.) Doğum gününü kutlamak için 20.1.1868 Cumartesi günü saat 15 de arkadaşlarına bir davet veriyor.

20.1.1968 Cumartesi saat 15, davetliler hazır. Tam eğlenceye geçileceği sırada 10 tane üniversiteli genç ellerinde birer tepsi, içinde de birer paket olduğu halde içeri girerler.

Tepsinin içindeki paketler açılır ve kimsenin aklının ucundan dahi geçirmediği Kur’an-ı Kerimler çıkar. Ellerindeki Kur’an-ı Kerimleri parçalamaya ve yırtmağa başlarlar. Parçalayıp yırttıklarını bir taraftan yerlere saçarken bir taraftan da <<İşte bunlar, bu paçavralar! (Hâşâ) bizleri birbirimizden ayıran birbirimize düşman eden. Bu paçavraları yok edelim içimizden söküp atalım ki bu kin bu düşmanlık kalksın böylece gayet rahat ve huzur içinde yaşayalım. Bu paçavra (hâşâ) nedir? Güya insan onun kılına dokunamazmış, zira derhal çarpılır perişan olurmuş. Arkadaşlar görüyorsunuz kılına dokunmak değil param parça edip ayaklarımızın altında üzerinde ter ter tepinip geç vakitlere kadar dans edip eğleneceğiz. Çarpsın perişan etsin de görelim.>> derler. İçlerinden iki üç kız birden bire oturdukları yerden fırlayarak bu hayasızlara hücum eder, sille tokta birbirlerine girerler. <<Allah işte böyle çarpar adamı>> diyerek Allah ne verdiyse vurmaya başlarlar. Ve derhal oradan çıkıp giderler.

Bize bu hâdiseyi anlatan gençten duyduğumuza göre bu kızlar o gün oradan çıktıktan sonra doğruca Eyüp Sultan’a Merkez Efendi’ye ziyârete giderler perişan bir halde hüngür hüngür ağlayıp tövbe istiğfar ederler.

Sonuna kadar sesini çıkarmadan oturan genç, kızlar ayrıldıktan sonra <<gördünüz mü arkadaşlar? bizi birbirimize düşman eden birbirimize vurduran (hâşâ) bu paçavralardır.>> derler.

Ve geç saatlere kadar yırtılan ve ayaklar altına serilen Kur’an yaprakları üzerinde dans edip eğleniyorlar.

Bu hadiseyi nakleden genç bir taraftan ağlıyor bir taraftan da <<ağabey daha bitmedi, bunların kendi aralarında bir de parolaları var. Mintanların koluna düz lâstik başlamakta ve bir birlerini bu işaretle tanımaktadırlar.

Ağabey <<bu A.S. denilen namussuz, alçak hani geçenlerde gazetelere akseden Fenerbahçede basılan çıplaklar kampının sahibinin yeğenidir.

Önümüzdeki Cumartesi günü Klüp 12 yi basacaklarmış bu grup orada eğlenecek eğer görmek istersen kollarındaki işaretleri tanırsın onları teker teker.

– Hâdiseyi nakleden gence hâdisede bize şahitlik edeceklerin ismini verebilir misin diye sorduk.

– <<Hay hay ağabey isimlerini değil adreslerini vereyim. Bunlar M.Ş., ; İ.D., A.B., U.Y.>> dedi.

– Diğerlerinin de isimlerini ve adreslerini tespit ettikten sonra kendisine teşekkür edip durumu umumî efkâra aksettirmeye karar verdik.



Bugün, 31 Ocak 1968.

KUR’ANI YIRTIP ÇİĞNİYENLER LÂNETLENDİ, SAVCILIK DÜN TAHKİKAT AÇTI, MÜSLÜMANLAR İNFİAL HALİNDE

DİNİMİZE VE KİTABIMIZA YAPILAN SAYGISIZLIKLARA ARTI SEYİRCİ KALAMAYIZ

Önceki gün, Kalamış semtindeki Kalamışpalas isimli blok apartmanda Müteahhit M.S.’ye ait dairede, bazı üniversiteli gençlerin hazırladıkları dâvette, Dinlerin En Mükemmeli olan İslâmın Mukaddes Kitabı Kur’anı Kerimin, parçalanarak ayaklar altında çiğnenmesi, bütün yurtta haklı bir infial uyandırmış, olay çılgınlık, alçaklık ve cinnet olarak vasıflandırıldıktan sonra şiddetle lânetlenmiştir.

Olay, intişar eden haberimizle birlikte öğrenilir öğrenilmez hemen bütün talebe teşekkülleri, dernekler ve halk efkârı galeyana gelmiş, bizzat gazetemize uğrayarak veya telefonla arayarak hâdisenin detaylarını ve adresle, şahısların kimliklerini istemişlerdir.

Gazetemiz, olayın bütün detayını bildiği halde, Savcılığın talebini beklemiş ve herhangi bir yanlışlığa meydan vermemek üzere isim adres ve hâdisenin teferruatını savcılığın isteği ile sadece Emniyete teslim etmiştir.

Türk ve Müslüman cemaati, olayın kanunî yollarla da açıklık kazanmasını beklemekte, temkinli ve vakur tahkikatın alacağı neticeye intizar etmektedir.

Muhtemelen Emniyet tahkikatını perşembeye kadar tamamlamış olacak ve herhangi bir tereddüde mahal kalmayacaktır.

Olay kamu oyunda bir taktik olarak da vasıflandırılmaktadır. Halk, bir süredenberi bâzı çevrelerin maksatlı olarak <<İrtica>> tehlikesi varmış gibi göstermelerini, son zamanlarda dine yapılan hücumlarla birleştirmekte ve hâdiselerin bir merkezden tahrik edildiği ve vasatı bulandırmak isteyen bu çevrelerin, müslüman Türk kütlelerini tahrik ederek müessif olaylar meydana getirmeye çalıştıklarına yorumlamaktadır. Bu çevreler böylece bundan sonra <<Ya nasıl, bakın biz size söylemedik mi? İşte görüyorsunuz. Kendini bilmez üç beş çılgın bir kabahat yaptı>> diye şeklinde fetvalarla harekete geçecekler ve yıllar yılı elde edemedikleri iktidarı, akıllarınca böylece vasatı bulandırarak elde edeceklerdir.

Bu konuda Millî Türk Talebe Birliği Genel Başkanı İsmail Kahraman millet çoğunluğunun ifadelerine tercüman olan bir beyanat vermiş ve Ankara yolculuğunda kendisiyle karşılaşan muhabirimize şunları söylemiştir:

Ankara Ünivesitesindeki Hatice Babacan olayını, mahallinde tetkik etmek üzere bir heyet halinde Ankaraya gidiyorum. Arkadaşlarımla beni bu yolculuğun hemen başında karşıladınız. Emin olunuz, daha bir olayın acısı bitmeden ve onu tahkik etmeye çıkmışken bu ikinci acı haberle karşılaştık. Son zamanlarda mukaddes, ulu dinimizi böylesine tahkir eden üzücü olaylar çoğalmıştır. Savcılığın tahkikatı ve bizim özel tahkikatımız bitince, hattı hareketimizi buna göre tanzim edeceğiz. Aciz değil, muktediriz, vakur ve sabırlıyız. Bu dinsizler bunu böylece bilmelidir.>>



Babıâlide Sabah, 31 Ocak 1968.

KUR’AN-I KERİM’İ ÇİĞNEYEN DİNSİZLER TEL’İN EDİLDİ

Kur’an-ı Kerim hakkında saygısızlık yapan gençler için Kadıköy Din Görevlileri Yardımlaşma Derneği bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride aynen şöyle denilmektedir:

Bir gazetede <<dinsiz gençler Kur’anı çiğnediler>> başlıklı yazıyı hayret ve nefretle okuduk. Kadıköyümüzde Mukaddes Kitabımız Kur’an-ı Kerim’e bu hakareti yapmak cür’etinde bulunan azılı ateistleri bütün nefretimizle tel’in eder, savcılarımızın bu haberi ihbar telâkki ederek hainleri tesbit edip adalet huzuruna çıkaracaklarını ve alçakların lâyık oldukları cezaya çarptırılacaklarını ümit ederek, şimdilik neticeyi beklediğimizi efkâr-ı umumiyeye arzederiz.



Ocak, 1 Şubat 1968, Sayı 2.

ŞEHİT: RUHİ KILIÇKIRAN

Bugün Türkiye’de gençlik arasında müthiş bir gerilim mevcuttur. İmanlı gençlikle sosyalist maskesine bürünmüş, inanç mefhumlarını yıkmaya çalışan gençlik arasındaki bu gerilim artık son haddine ulaşmış ve yer yer kıvılcımlar sıçratmaya başlamıştır. Bu iki grup arasında cereyan eden mücadelenin ilk kurbanı da dergimizin geçen sayısında vurulduğunu haber verdiğimiz İlâhiyat Fakültesi Öğrencisi Ruhi Kılıçkıran olmuştur.

Atatürk Erkek Talebe Yurdu seçimlerini imanlı gençlerin kazanmasını hazmedemiyen ve mağlubiyet acısı içerisinde kıvranan sosyalist maskeli imansız gençler Ramazan ayında Yurt lokaline “halk şairi” (!) dedikleri bir solcuyu sokup din ve milliyete küfreden şiirlerini öğrencilere zorla dinlettirmek istemişler. Kendilerine müdahale eden imanlı gençlere de insanlık ölçüsüne sığmayan şekilde silâhlı hücuma geçmişlerdir. Bu silâhlı hücum esnasında Şahin Saroğlu’nun tetiğini çektiği tabancanın kurşunlarına ilk hedef olan Ruhi Kılıçkıran muhtelif yerlerinden yaralanmıştır. Hastanede bağırsaklarının onüç yerinden delindiği tesbit edilen Ruhi Kılıçkıran, Ramazan bayramının üçüncü günü son nefesini vererek Hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Türk adaleti kendilerinden yaptıklarının hesabını soracaktır. Bu memlekette kutsal müesseseleri yıpratmayı gaye edinen maskeli kişiler unutmasınlar ki; karşılarında imanlı ve en tehlikeli şartlar içinde dahi düşmanlarını mahveden büyük Türk Milleti vardır.

Dava uğruna şehit olan Ruhi Kılıçkıran’a Allah’tan rahmet dilerken mesullerinin yakasının bırakılmıyacağını ve bu uğurda kendimize düşeni yapacağımızı ilân ederiz.

Rifat TÜNAY



Bugün, 1 Şubat 1968.

BU KAÇINCI FACİA?, BUNLARIN HESABI SORULMALI

* Solcuların alçakça şehit ettikleri Ruhi.
* Dinî mevzuların tedris edildiği bir fakültede Dekan tarafından başı zorla açılmak istenen Hatice Babacan.

Ruhi’yi şehit ettiler. Hatice Babacan’ın zorla başını açmak istediler. Şimdi de Kur’an-ı Kerim’i ayaklar altında çiğniyorlar. Yapılan bunca fiillerden sonra seyirci mi kalınacak? Bu şenaetlerle dolu hareketlerin hesabı ne zaman sorulacak ve ne zaman efkârı umumiye huzura kavuşturulacak?



Bugün, 1 Şubat 1968.

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ ZORBA YATAĞI OLDU

Mini etekli kızlara, acaip kılıklı uzun saçlı erkek talebelere göz yumanların, başı örtülü müslüman çocuklarına yaptıkları baskı utanç vericidir.

İlâhiyat Fakültesi talebelerinden Hatice Babacan’ın son defa maruz kaldığı ağır baskı ve tehdit karşısında çeşitli protesto telgrafları çekilmekte ve bildiriler neşredilmektedir.

Komplo karşısında baygınlık geçiren ve Tıp Fakültesinde tedavi gören Hatice Babacan ile ilgili olarak MTTB İkinci Başkanı Atilla Özer dün bir beyanat vererek, Anayasayı hiçe sayan, menfur oyunlarını oynamaya kalkan sol zihniyeti ikaz etmiş ve <<Bu hareket tarzları hiç bir şekilde Demokratik bir memleketin hukuk anlayışı ile bağdaşamaz.>> demiş, daha sonra şunları söylemiştir.

<<İlâhiyat Fakültesinde bir kız arkadaşın vicdanına yapılan baskıya dayanamıyarak bayılması, bizleri fazlasıyla müteessir etmiş, milleti galeyana getirmiştir.

Anayasanın teminat altına aldığı vicdan hürriyeti maalesef bazı kişiler tarafından nazarı dikkate alınmamaktadır. Fakültelerde mini etekli kızlara, uzun saçlı acaip kılıklı erkeklere karşı herhangi bir koğuşturma açılmazken, muayyen bir şekilde giyinen arkadaşlar nedense devamlı baskı altında tutulmak istenmektedir. Sorumlu kişiler arkadaşları <<Sizleri okuldan atacağız>> diye tehditkâr şekilde sözler sarfetmektedirler.

Bu hareket tarzları hiçbir şekilde Demokratik bir memleketin hukuk anlayışı ile bağdaşmıyacağı aşikârdır. Bu hareket kanunsuzluk, aynı zamanda zorbalıktır. Bunlar kaybettiğimiz şehit Ruhi’nin acısına yeni bir acı daha mı katmak istiyorlar? İlgilileri, vicdan hürriyetine ve demokratik hukuk anlayışına saygı göstermeye davet eder, kendilerini ikaz ederiz.>>



Bugün, 1 Şubat 1968.

AZİZ MİLLETİMİZE!

Ankara’da İlâhiyat Fakültesi Öğrencisi Ruhi KILIÇKIRAN solcuların kahpe kurşunlariyle şehit edilmiştir.

Adana İmam Hatip Okulunu bitirdikten sonra lise imtihanlarını da veren ve İlâhiyat Fakültesine giren Ruhi KILIÇKIRAN, dinine, milliyetine bağlı katıksız bir Türk evlâdıdır.

Son zamanlarda, Türk’ün, imanlı öğretmenlerine dil uzatan ve artık iyice azıtanların kimler olduğu ve hangi emeller peşinde koştuğunu bilmiyen kalmamıştır.

Kıbleleri Moskovadan geçen bir avuç kendini bilmeze bu büyük millet şüphesiz lâzım gelen dersi vermeğe muktedir, bir kuvvet ve güce sahiptir.

İlgililerin gereken tedbirleri alacağına inanarak, şimdilik şu kadarını söylüyoruz ki:

Tarihin efendisi Allahsızın ve hainin en büyük düşmanı imanlı Türk gençliği komünizmi ve onun yardakçılarını bu vatanda asla yaşatmıyacak ve lüzumunda ona gereken dersi verecektir. Biz Antalyalılar olarak bu vatansız ve Allahsızların Endonezya’da başına gelenlerin Türkiye’mizde tekrar edilmesini arzu ve temenni etmiyoruz. Fakat, mecbur olursak, Ruhi KILIÇKIRAN kardeşimize atılan kurşunların hesabını, bu zihniyeti çarpık solak ve bunak fikirli, yönleri kuzeyden başka bir yeri göstermiyenlerden almasını biliriz. Milletçe bunda kararlı ve azimliyiz.

En yüksek millî ve dinî hislerle memleketine ve milletine hizmet aşkiyle dolu olarak genç yaşında solcular tarafından kahpece arkadan kurşunlanan bu imanlı kardeşimizi asla ve kat’a unutmıyacağız.

Şehit olan kardeşimiz şüphesiz Cenab-ı Hakkın rahmetine gark olmuştur. Fakat insafsızca işlenen bu cinayetin kuş beyinli yardakçılarına şunu hatırlatırız ki:

Burası her karışı imanlı, ecdadımızın kanıyla sulanan Türkiye’dir. Arzu ettiğiniz hayatı yaşamak istiyorsanız Moskova’nın kapısı açıktır. Bir an önce defolup gidin.

Hükûmetimizden bu hainlere örnek teşkil edecek cezanın verilmesini bekliyoruz. Büyük milletimizin bu ne idüğü belirsiz mukaddesat düşmanı ve vatan hainlerine karşı daima uyanık olmasını temenni eder bu menfur hadiseyi de şiddet ve nefretle tel’in ederiz.

T. Komünizmle Mücadele Derneği Antalya Şubesi
İmam Hatip Okulu Mezunları Cemiyeti
Din Görevlileri Yrd. Derneği



Bugün, 1 Şubat 1968.

ALÇAKÇA YAPILAN TECAVÜZLERİN FAİLLERİNE EN AĞIR CEZA VERİLMELİDİR

Kadıköy’ün Kalamış semtindeki bir apartmanda tertip edilen doğum gününde mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerimin parçalanıp ayaklar altında çiğnenmesinden dolayı yurt çapında uyanan nefret ve infial devam etmektedir.

Önceki gün ve dün hemen bütün talebe teşekkülleri, din görevlileri dernekleri ile komünizmle mücadele dernekleri birer bildiri neşretmişler ve olayı nefret ve şiddetle telin etmişlerdir.

Müslüman halk efkârı dün de bütün gün gazetemize bizzat gelerek, telgraf, mektup göndererek ve hattâ şehirlerarası telefonla görüşerek olayı şiddetle lânetlemişler ve netice hakkında bilgi istemişlerdir.

Bu gibi olaylarda daima tertip olabileceğini dikkate alan Müslüman Türk halk efkârı ve büyük teşekküller, sabır, tevekkül ve vekârı elden bırakmamışlar ve tahkikatın neticesine intizar etmişlerdir.

Kendileri ile dün bütün gün temasta olduğumuz savcılık ve Emniyet mensupları hâdiseyi bütün detayları ile incelediklerini ve tahkikatı büyük bir ketumiyetle yürüttüklerini açıklamışlardır. İlgililerin yarın bâzı açıklamalar yapmaları muhtemel görülmektedir.

CAMİLER DE LÂNETLEDİ

Dün Yeni Camii Şerif’de Öğle namazını müteakip kısa bir konuşma yapan Yeni Cami Başimamı h. Burhan Aslanoğlu, müslümanları şu şekilde ikaz ve teskine çalışmıştır: <<Muhterem Müslümanlar, Müslümanlık yalnız günde beş defa tek başına veya toplu olarak kılınan namazlardan ibaret değildir. Size bugün maalesef çok acı ve müessif bir haberim var. Korkunç bir tecavüzden bahsedeceğim. Elbette bu alelâde bir hâdise değil, müslümanları tahrik için tertiplenmiş bir hâdise Müslüman Türk tarihinde bir benzerine tesadüf edilmeyen utanç verici yüz kızartıcı bir olay. Bu olayı İstanbul’da intişar eden Bugün isimli takdir ettiğimiz mukaddesatçı bir gazete aynen şöyle naklediyor. <<Tüyler ürpertici alçaklık. Dinsiz gençler Kur’anı Kerimi çiğnediler.>> Evet müslümanlar belki bir çoğunuz bu haberi bizzat okudunuz. Ey müslüman kardeşim senin memleketinde senin koynunda beslediğin, senin oğlun, senin Kitabını <<Bazı yasaklar koymuş diye>> ayakları altına alıp çiğniyor. Ey Müslüman Türk milleti ve Türkiye, biz Millî Mücadeleyi niçin yaptık. İstiklâl Savaşı kime karşı yapıldı ve bu ulvî savaşlar hangi mânâyı taşıyordu. Burada kupkuru tel’in kâfi değil, Müslüman vatandaşım, gözünü açacak ve uyanık olacaksın. 10 tane yolunu şaşırmış, nefsinin esiri din terbiyesi almamış Üniversite öğrencisi meselesi değil bu. Asıl biz bunun baş failini bulmak zorundayız. İşte şimdi size o baş faillerden birini açıklıyorum… Senelerdenberi müdafaasını yaptığımız, münevver din adamı yetiştiriyor diye övdüğümüz, <<Ankara İlâhiyat Fakültesi>> ve bu İlâhiyat Fakültesinin acayip dekanı. Mini eteklilere mâni olacak yerde, bir yanlışlık eseri olsa gerek, koca Fakültede bir din fakültesinde başörtülü bir kızımıza, öyle ağır hakaretlerde bulunuyor ki, mesture kızı, bir nevi iffetsizlikle itham ediyor ve öğrenciyi hastahanelik derecesine getiriyor. Evet, asıl bu zihniyeti lânetliyeceğiz. Lânet olsun bu zihniyete. Aziz dindaşlarım huzurunuzda Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanını istifaya davet ediyorum.

Ey Müslüman Büyük Türk Milleti, evet dâvâ senin dâvân, her çeşit maddî çekişmeleri bir tarafa bırakarak Allah adına, Peygamber adına, dost ve düşmanını tanıma zamanının geldiğini idrak et. Düa müminin silâhıdır. Maddî çalışmanın yanına, mânevî çalışma da şart ve elzemdir. Allahu Zülcelâl Hazretleri asil milletimizin gizli ve aşikâr düşmanlarını elbette kahredecektir.>>



Bugün, 2 Şubat 1968.

<<KUR’ANI KERİME TECAVÜZ OLAYI MECLİSE GETİRİLİYOR
HÂDİSE BÜTÜN YURTTA BÜYÜK NEFRET UYANDIRDI
Tahkikatın yavaş yürütülmesi ve hiçbir açıklama yapılmaması halkın sabırsızlanmasına sebep oluyor.

<<BAŞIMIZI AÇMAMAK İÇİN YEMİN ETTİK>>
Hatice Babacan, Şule Yüksel Şenler ve pekçok üniversiteli kızımız ölünceye kadar başlarını açmamaya azimliler.



Bugün, 3 Şubat 1968.

GAZETEMİZ SAHİBİ 2 YIL AĞIR HAPSE VE 1 YIL DA SÜRGÜNE MAHKÛM EDİLDİ

Mahkûmiyete sebep olan yazının mevzuu din ve şeriat idi.



Bugün, 3 Şubat 1968.

KUR’AN-I KERÎMİ ÇİĞNEYENLER SERBEST DOLAŞIYOR

KALAMIŞ OLAYININ AKİSLERİ BÜYÜYOR

Kadıköy’de Kalamış semtindeki bir apartman dairesinde cereyan eden hâdisenin 5 nci gününde ilgililerin yürüttüğü tahkikat hâlâ açıklık kazanmamış, adı geçen kimselerin ifadelerinin alınmasına devam edilmiştir.

İlgililerden alınan bilgilerden çıkarılan mânaya göre, olayda Hristiyan misyonerlerin rolü olduğu sanılmakta ve tahkikata büyük gizlilik içinde bu yönden devam edilmektedir.



Babıâlide Sabah, 3 Şubat 1968.

KUR’ANI KERİM YIRTMA OLAYININ TEPKİLERİ DEVAM EDİYOR

Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Nureddin Pakyürek, Kadıköy’deki Kur’anı Kerim çiğneme hâdisesi ile ilgili bir bildiri neşrederek bu hareketi yapan sanıkları tel’in etmiş ve <<Kur’an çiğnenemez!... Doğusu batısı güneyi ve kuzeyi ile bölünmez bir bütün olan Türkiye parçalanamaz. Bu menfûr ve alçakça teşebbüslere göz yumulamaz ilgilileri vazifeye çağırıyoruz.>> demiştir.

Doğu mitingleri paravanası altında bölgecilik ve bölücülük faaliyetlerinin <<Doğu Gecesi>> ve buna benzer gecelerle biraz daha geliştirilmek istendiği belirtilen bildiride ayrıca şöyle denmektedir:

<<Yurt içinde sosyalist geçinenler yurt dışında İtalyan Komünist partisinin düzenlediği Akdeniz Komünist Partileri Toplantısına kollarını sallıyarak rahat rahat katılırken, bir takım ne idüğü belirsiz islâm düşmanları da Kalamış’ta, Rus modeli bir dinsizlik hummasına kendilerini kaptırarak Mukaddes Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i parçalayıp üzerinde hora tepiyorlar.

Millî tarih anlayışımız, coğrafî bütünlüğümüz, ırzımız, namusumuz ve mukaddes olan herşeyimizle hürriyetimizin tamamı tahrip ve imha edilmek tehlikesi ile karşı karşıyadır. Milliyetçilerin sabrı tükenmiş vaziyettedir. İlgilileri vazifeye çağırıyoruz.>>



Babıâlide Sabah, 4 Şubat 1968.

KUR’ANI KERİM ÇİĞNENMESİNİN İNFİALİ DEVAM EDİYOR

Kitabımız Kur’anı Kerim’in, bazı soysuzlar tarafından çiğnenmesinden doğan infial devam etmektedir. Soysuzların cezalandırılması için vatandaşlar Başbakan Demirel’e telgraflar çekmektedirler. Başbakan Demirel’e dün çekilen telgraf aynen şöyledir:

<<Bir zamanlar solcu bir gazetecinin çiğnenmesini bazı gazeteler hatta radyomuz endişe ve heyecanla yayınlıyordu. Şimdi ise manevi ve kutsal anayasamız olan Kur’an-ı Kerim’imiz solcular tarafından ayaklar altında çiğnenmektedir. Bizler Türk ve Müslüman olarak teessür duyar bu olayı şiddetle tel’in eder lütfen alakanızı bekleriz, 32 kişilik imza.>>

Tosya – Tosya Milliyetçiler Birliği Başkanı Avukat Zeki Bağatur dün bir bildiri yayınlayarak Kur’an-ı Kerim ve İslâmiyet aleyhinde olanları protesto etmiştir.

FATİH DİN GÖREVLİLERİ DERNEĞİNİN BİLDİRİSİ

Fatih Din Görevlileri Yardımlaşma ve Koruma Derneği Mehmet Arıkan imzasiyle bir bildiri neşrederek son zamanlarda İslâmiyete ve Müslümanlara yapılan tecavüzleri protesto etmiştir. Bildiride aynen şöyle denilmektedir:

<<Son zamanlarda mübarek topraklarımız üzerinde İslâma karşı bir kısım kaba ve âdi davranışların aziz milletimizi tiksindirecek bir hale geldiğini hayretle ve üzüntü ile görmekteyiz.

Bir tarafta imanı uğruna şehit edilen Ruhi Kılıçkıran’ın kanları henüz kurumamışken; diğer tarafta Müslüman Türk kızı sırf İslâm’dan aldığı tesettür emrine uyduğu için en yüksek akademik din tedrisatının yapıldığı (!) İlâhiyat Fakültesinde hem de Prof. ünvanlı öğretim üyeleri tarafından bayıltılıncaya kadar hakarete maruz kalıyor.

Gazetelerden öğrendiğimize göre sanki bunlar yetmiyormuş gibi şu günlerde de İstanbulumuzun bir semtinde çılgın ve asi bazı gençler tarafından bütün beşeriyetin hidayet rehberi, dünya ve ahiretin seadet ve selâmetini tekeffül eden; Mukaddes ve aziz kitabımız Komünist Rusya’da dahi eşine rastlanması çok güç olan türler ürpertici bir tecavüze uğruyor.

Bütün Müslümanları hattâ tarafsız gayri Müslimleri dahi rencide eden bu hazin vak’ayı Müslüman Türk Milletinin ve İslâm camiasının Ma’şeri vicdanında şiddet ve nefretle tel’in eder hâdisenin faillerine Türk adliyesinin haddini bildireceği günü sabırla beklediğimizi ilân ederiz. Allahın selâmı doğru yola tâbi olanlara olsun.>>



Bugün, 5 Şubat 1968.

İSTANBUL POLİSİ VE SAVCILIĞI, İFADESİNİ DEĞİŞTİRMEK İÇİN BASKI YAPINCA… <<KUR’AN YIRTMA>> HADİSESİNİN 1 ŞAHİDİ İNTİHARA TEŞEBBÜS ETTİ

Merhum Cevat Rifat Atilhan’ın kızı Uskent Atilhan son dakikada midesi yıkanarak ölümden kurtarıldı.

Polis ve Savcılık, hem şahitlere hem de gazetemize defalarca baskı yaparak hâdisenin neşrinden vazgeçilmesini ve <<zaten Kur’an yırtmanın suç da olmadığını>> (!) ısrarla telkine çalışmaktadır.

Kadıköy Kalamış semtindeki bir apartman dairesinde bundan bir süre önce meydana gelen ve yurtta pek haklı bir infiale sebep olan Kur’an-ı Kerim’in yırtılmasını örtbas etme dolapları bütün karanlığı ile devam ederken olaya dün yeni bir esrar halkası daha eklenmiş, olayın şahitlerinden 26 yaşındaki Uskent Atilhan intihara teşebbüs etmiştir.

Önceki akşam bâzı ilâçlar alarak intihara teşebbüs eden genç kız, durumundan şüphelenen eniştesi tarafından hastahaneye kaldırılmış ve komaya girdiğinden oksijen çadırına alınmıştır.

7 saat komada kaldıktan sonra kendine gelen genç kız, annesinin Hastahanede bize verdiği bilgiye göre, <<Yaşamak istemiyorum. Beni neden kurtardınız>> demiştir.

Yine annesinin ifadesine göre, olayın şahitlerinden biri olan genç kız devamlı şekilde takip edilmiş ve hattâ Emniyet ve Savcılıktan dönüşünde sinir krizleri geçirmiştir.

Kızının neden intihara teşebbüs edebileceği sorumuzu annesi: <<Diğer şahitler olayı inkâr etmişler, kızım yalnız kaldı. Henüz çok yorgun, biz de tam mânâsı ile intihar sebebini bilmiyoruz. Kur’an-ı Kerim’in yırtıldığının haber verilmesinden bu yana diğer şahitleri bilmiyoruz ama, bizim kapımız ve penceremiz zorlanıyor ve kızım takib ediliyordu.>> şeklinde cevaplandırmıştır.

Hastahanede Uskent Atilhan ile görüşmek isteğimize hastahane ilgilileri mâni olmuş ve intihar olayının esrar perdesini aralamak mümkün olmamıştır.

Öte yandan polis ve savcılığın olayın üzerinden bir haftaya yakın bir zaman geçmesine rağmen, hâdisenin müsebbipleri hakkında bir açıklama yapmamasına bir mânâ verilememektedir.



Babıâlide Sabah, 5 Şubat 1968.

KUR’AN YIRTMA OLAYI ŞAHİTLERİNDEN BİR KIZ HASTANELİK OLDU

ÜSKENT ATİLHAN, MARUZ KALDIĞI AĞIR MUAMELELERE DAYANAMADI

Kadıköy Kalamış semtindeki bir evde, dinî inançlardan yoksun bazı gençlerin tertipledikleri ve Kur’an’ı Kerim’in yırtılmasıyla son bulan iğrenç âlemin şahitlerinden bir olan Üskent Atilhan adındaki genç kız evvelki gece Hastahanelik olmuştur.

İddiaya göre, Merhum Cevat Rifat Atilhan’ın kızı olan Üskent Atilhan, olaydan sonra sıkı bir takip altına alınmış ve bazı şahıslar tarafından sokakta ve evinde rahatsız edilmeye başlanmıştır.

Kızıltoprak Çeşme Sokak 14 numaralı evde oturan Üskent Atilhan evvelki gece fazla miktarda ilâç almak suretiyle canına kıymak istemiştir. Gece durumu eniştesi tarafından fark edilmesi üzerine Haydarpaşa Nümune Hastahanesi’ne kaldırılan Üskent Atilhan, 20 saat kadar komada kalmıştır. Midesi yıkandıktan sonra, oksijen çadırına alınmak suretiyle hayatı kurtarılan kızın, kendisine geldikten sonra <<Yaşamak istemiyorum. Beni neden kurtardınız?>> dediği öğrenilmiştir.

İfade edildiğine göre, Üskent Atilhan, birkaç gün önce Emniyet Müdürlüğüne çağrılarak ifadesi alınmıştır. Genç kızın annesinin belirttiğine göre, bundan sonra da Üskent Atilhan bazı haksız muamelelere maruz kalmıştır. Hadiseyle ilgili olarak anne Atilhan şunları söylemiştir:

<<Diğer şahitler olayı inkâr etmişler, kızım yalnız kaldı. Henüz çok yorgun, biz de tam manasiyle intihara teşebbüs sebebini bilmiyoruz. Kur’an-ı Kerim’in yırtıldığının haber verilmesinden bu yana, diğer şahitleri bilmiyoruz ama, bizim kapımız ve penceremiz zorlanıyor ve kızım takib ediliyordu.>>



Bugün, 6 Şubat 1968.

SAVCILIK VE POLİS <<KUR’AN YIRTMA>> OLAYINI ÖRTBAS ETMEK Mİ İSTİYOR?

İntihara teşebbüs eden şahit Uskent Atilla’nın tedavisi dün de devam etti.

* Polisin ve Savcının baskısı üzerine intihara teşebbüs eden <<Kur’an yırtma>> olayı şahidinin hastahanede yattığı oda ve kapıda bekleyen annesi. (Foto: Nâzım Türkoğlu)

Görgü şahitlerinden birinin intihara teşebbüs etmesi ile yeniden alevlenen Kalamış’daki Kur’an-ı Kerimi yırtma olayının üzerinden günler ve günler geçmiş olmasına rağmen polis ve Emniyetin hâlâ susması efkârı umumiyenin üzüntüsünü artırmaktadır.

Kendi yaptığımız özel istihbarata göre Usken Atilhan’ın intihara teşebbüs olayı şöyle cereyan etmiştir:

Uskent Atilhan gazetemizin neşriyatından sonra ifadesi alınmak üzere Emniyete çağrılmış, ifadesini değiştirmesi için zorlanmıştır. Bu cümleden olmak üzere, bir odaya alınmış, başında ve etrafında 4 kişi bulunduğu hâlde üzerine her taraftan projektörlerle kuvvetli ışık sıkılmıştır.

Usken, bu azap verici hâle daha fazla dayanamamış ve ifadesini emniyet ilgililerinin arzu ettikleri şekilde değiştirerek, polis tarafından hazırlanan tekzibi imza etmiştir. Usken’e polis: <<Diğer şahitler olayı inkâr ediyorlar. O hâlde bu iddia senin uydurmandır. Belki de Kur’an-ı Kerîmi sen yırttın ve arkadaşlarının üzerine attın>> diyerek baskı yapmışlardır.

Genç kızın, <<Bu gün dahi beni o odaya soksalar ve hattâ o odanın kapısını dahi görsem, bütün doğru bildiklerimin tersini de yazsalar imza ederim>> dediği öğrenilmiştir.

İşin en dikkate değer tarafı, olayda adı geçen suçluların takip edildiğine, zorlandığına dair hiçbir emare olmayışı ve bu konuda, Kadıköy Savcılığı ile Emniyetin muhafaza ettikleri ölüm sessizliğidir.



Millî Hareket, Ocak 1968, Basıldığı tarih 18 Ocak 1968, Sayı 18.

BABIÂLİ’DE BASIN REZALETLERİ

Türk siyasî hayatındaki etkisi inkâr edilemeyen basın, maalesef son zamanlarda ahlâkça ve fikirce en alt kademelerde olanların elinde bulunmakta ve milleti aldatma yarışını, millete hizmet yarışı şeklinde göstermektedirler. Dış görünüşleri bakımından birbirleriyle çatışıyor havası yaratan, fakat aslında birbirlerine hizmet eden Babıâli patronlarının son faaliyetleri bu kişiler hakkında iyi fikirler vermektedir.

SABAH VE AKŞAM

Biri İslâmcı, diğeri marksistlerin dayanağı görünüşündeki bu gazete patronlar yoluyla menfaat birliği yapmaktan çekinmediler. Akşam gazetesi okuyucularına kumaş dağıtmak istemişti. Sabah gazetesinin patronu ise kumaş fabrikaları olan bir kapitalistti. İkisi anlaştılar ve Akşam gazetesi bir yıllık vade ile Sabah gazetesinin patronundan bir milyon lirayı aşan kumaş aldı. Bundan iki tarafta kârlı çıkıyor, Akşam gazetesinin patronu vade ile aldığı kumaşları peşin satarak eline geçen parayı işletiyor, Sabah patronu ise satamadığı kumaşları paraya çeviriyordu.

Sabah gazetesinin marifetleri bunlarla kalmıyor, önce bir patron değişikliği yapıyor ve gazete yeni bir kapitaliste devrediliyor, sonra bünyesinde bulunan milliyetçi gazeteciler ayıklanıyordu. Şimdi Sabah gazetesi solcu gazeteciler tarafından dinî neşriyat yapan bir gazete durumundadır.

YENİ İSTANBUL

Bünyesindeki milliyetçileri ayıklamak işine aylarca önce başlıyan bu gazete, Ergun Kaftancı, Atiye Keskin’den sonra Yücel Hacaloğlu ve Ahmet Güner Ergin’i çıkarmak için bahaneler aramağa başlamıştı. Bu arada, yıllardanberi Tercüman gazetesinde dört beş tefrika birden neşreden Alevi olmadığı halde Alevilerin duygularını istismar ederek bu yolda yazılar yazan Murat Sertoğlu ile anlaşan gazete, bu kişinin tavsiyesine uyarak, Babıâlide solcu olarak tanınan Oktay Verel ile de anlaştı. Bu adamla neşriyat müdürü olarak anlaşan Yeni İstanbul’un sahibi, yukarıda adını verdiğimiz iki milliyetçi gazetecinin gururlarını kırma yoluna girdi. Bu yolda iki gazetecinin işlerini bırakacaklarını umuyordu. Sonuç onun haklı olduğunu gösterdi, başlarında bir solcunun olmasını hazmedemeyen iki gazeteci de işlerini bıraktılar.

Yeni İstanbul’daki çözülme burada bitmedi. Tarık Buğra da aynı yolu seçti ve ayrıldı. En yakın günlerde Osman Yüksel Serdengeçti’nin de gazeteden ayrılacağı gazetenin sahibinin seçtiği yoldan anlaşılmaktadır.

TÜRKİYE’DE MİLLİYETÇİ TEK BÜYÜK GAZETE YOKTUR

Yıllardan beri milliyetçiliğin ticaretini yapan Yeni İstanbul’un bu son tutumundan sonra Türkiye’de milliyetçilik dâvasını savunan gazete kalmamıştır. Bundan sonra milliyetçi kişilerin en büyük görevi bir günlük gazete kurmak ve seslerinin duyurulmasını temin etmektir.

AKİS DERGİSİ

Yıllarca memleketin içinde çıkan karışıkları tahrik ve istismar eden, İsmet Paşanın damadı Metin Toker’in dergisi Akis kapandı. Dedikodu dergiciliğinin öncülüğünü yapan Akis’in kapanışı memleket hesabına muhakkak ki iyi oldu. Fakat sanıyoruz ki, karakteri icabı olarak Toker boş durmayacak, bazı kökü nereye bağlı olduğu bilinmeyen kişilerle yeni bir yayın organı kurmak için faaliyete geçecektir.



Babıalide Sabah, M. Mustafa Polat, 6 Şubat 1968.

BU GAZETE İÇİN…

Geçenlerde CKMP lilerin çıkardığı bir mecmua elime geçti; tiksinerek okudum. İsmine <<Millî Hareket>> demişler lâkin <<millî nifak>> hüviyetinde. İftiralar, bühtanlar, okuyucuları yanıltıp aldatmalar ve daha neler neler..

<<Sabah ve Akşam>> başlıklı bir kısım var ki, delilerin bile yazmaktan utanacağı şeyleri, bu adamlar gayet ciddi bir şekilde mecmualarının sütunlarına geçiriyorlar. Şu cümlesine bakınız:

<<- Şimdi Sabah gazetesi, solcu gazeteciler tarafından dinî neşriyat yapan bir gazete durumundadır.>>

Sabah gibi saf İslâm sermayesiyle kurulmuş ve İslâmî esasları neşriyatına gaye edinmiş bir Gazete’ye yaptığı bu iğrenç iftira; solcuların dinî neşriyat yapabileceklerini iddia etmesi ise iğrenç bir taktik! Böylece bu CKMP liler, bir çok Müslümanı solcularla işbirliği halinde göstermek suretiyle emellerine nâil olabileceklerini zannediyorlar. Esasen bugüne kadar takib ettikleri yol, güttükleri dâvâ ve topyekûn idealleri Müslümanlar arasında nifak çıkarmak olan bu adamların suret-i hakdan görünmeleri milletin uzun müddet dikkat nazarından kaçmıyacaktır. Şu anda bile efkâr-ı umumiyeden kâfi not almış ve büyük bir siyâsî hezimete düçâr olmakla da halkı kat’iyyen aldatamayacaklarını anlamış bulunuyorlar. Yine de boş durumuyorlar, <<ne koparırsak kârdır>> diye iftiralarını çeşitli mahfillerden devam ettiriyorlar.

Yukarıda kaydettiğim kısmı, mecmualarında ciddi ciddi yazdıkları isnadlar.. Bir de bunun <<fısıltı>> gazetesiyle yayılanı var ki, CKMP yi sırf bu iftira ve bühtan kampanyası batırmaya kâfi gelir.

Sabah Gazetesinde <<İmtiyaz Sahibi>> değişikliği oldu. <<Hikmet Gazetecilik Şirketi>> Sabah’ın imtiyazını bıraktı, <<Oku Gazetecilik Şirketi>> aldı. Bu, bir nöbet değişikliğinden başka bir mahiyet taşımıyordu. İmtiyaz bir mü’minden diğer bit mü’mine geçmişti hepsi o kadar! Lâkin, çıkardıkları mecmualarında böylesine iğrenç iftiralar neşreden CKMP liler, ayrıca Gazetenin gizli cem’iyetler tarafından satın alındığını, tamamen sola teslim olduğunu, yakın bir zamanda da her şeyin meydana çıkacağını söyleyip durdular. Hatta bâzı okuyucularımız bile bu mevzuda mektub yazıp, Sabah’ın nasıl bir seyir takib edeceğini sordular.

Halbuki Sabah, dün ne ise bugün de odur. Bâzı hatalar olabilir; bâzı zaaflar meydana gelebilir, bütün bunlar okuyucuların zamanında ikazları ile düzelir, halledilir, yoluna girer. Lâkin Sabah, hiç bir zaman komünistlerin eline geçemez, solcularla işbirliği yapamaz, yahut solcuların elinde dinî bir gazete olarak kalamaz. Buna CKMP lilerin bile gücü yetmez.

Sabah, dün olduğu gibi bugün de İslâm’ın malıdır; neşriyatını İslâmi prensiplere göre ayar eder. Esasen biz de, diğer muharrir arkadaşlarımız da Sabah’da bu vasfını muhafaza ettiği için bulunuyor, ona yardımcı olmayı, onun gelişmesini temin etmeyi arzuluyoruz. Elbette ki Sabah bugünkü gayesinin dışına çıksa, el değiştirse, her şeyden evvel onu terkeder ve karşısına çıkarız. Belki bu halden CKMP liler memnun olur ama, biz memnun olmayız.

Sabah’ı darbelemek, CKMP nin organı olmaması sebebiyle onu yok etmek için gizli kapaklı oyunlar peşinde koşan bu adamlar, yine aynı mecmuada <<Türkiye’de milliyetçi tek büyük gazete yoktur>> iddiasını ileri sürüyorlar.

Onlar milliyetçilikten ne anlıyorlar; bunu henüz sarahate kavuşturmamışladır. Zira ciddi fikir anlayışları, milliyetçilik telâkkileri mevcûd değildir. Bu noktada kendilerine göre bir milliyetçi gazete bulamıyorlar, esasen hiç bir zaman bulamayacaklardır buna bir şey demiyoruz. Ancak <<Milliyetçi>> kelimesinin ihtiva ettiği hakiki mânâ i’tibariyle Türkiye’de bir değil, iki günlük Milliyetçi gazete vardır. Bunlardan birisi Sabah, diğeri Bugün’dür. Her ikisinin de yegâne gayesi İslâm milliyetçiliğinin bayraktarlığıdır. Bu iki bayraktarı göremiyen ve Türkiye’de milliyetçi gazete olmadığını ileri süren adamlar, elbette ki Milliyetçilik telakkilerinde hastalığa tutulmuş adamlardır. Binaenaleyh onların bu noktadaki iddiaları nazarı i’tibara alınacak ciddiyetten uzaktır.

Okuyucularıma şunu ifade edeyim ki, kim ne derse desin bugün neşriyatına çok güç şartlar altında devam eden Sabah gazetesi, sadece islâmî hizmet için çalışmakta ve biz böyle bildiğimiz için de bu gazetede bulunmaktayız. Esasen Sabah, bugüne kadar yüzbinlerce lira zarar etmiştir, fakat kapanmamıştır; kimseye de satılmamıştır. Ortakları İslâmî bir hizmet yapılsın, Müslümanlar bir neşir vasıtasını elinde bulundursun diye bu zarara rıza göstermekte ve Gazetenin neşriyatını devam ettirmektedirler. Böylesine fedakârlıklarla intişar eden bir gazeteye satılmışlık isnadını ancak, satılmışlar yapar, vesselâm!



Millî Hareket, Şubat 1968, Basıldığı tarih 17 Şubat 1968, Sayı 19.

BİR GAZETE HAKKINDA

* Sabah Gazetesi’nde Millî Hareket ve CKMP aleyhinde bir yazı çıktı. Biz, Babıâli’nin kurallarına uyarak, kanunî yollara başvurmadan bir cevap gönderdik. Bu cevap henüz çıkmadı. Çıkma ümidi az olduğu için, gönderdiğimiz cevabı dergimizde yayınlıyoruz.

Sayın Sabah okuyucuları;

Bu sütunda yazı yazan şahsın yerine davetsiz olarak gelmek aklımızdan bile geçmezdi. Fakat, gazeteyi şahsî kini için kullanan ve muhterem Sabah okuyucularını yanlış kanaatlere sürüklemek istiyen yazarın, kalem hassasiyetiyle bağdaşmayan satırları bizi böyle davetsiz bir misafir durumuna düşürdü. Biz, yazara değil, sizlere hitap ederek okuduğunuz gazete ve bu sütunun sahibi hakkında malûmat vermeyi vicdanî borç biliyoruz.

Bu sütunun yazarı, gazeteyi takip edenler hatırlayacaklardır, İslâm âleminin sayılı bilginlerinden Muhammed Hamidullah’ın İslâm Peygamberi adlı eserini tenkit ve yazarını kötülediği için imânlı gençler tarafından dövülmüştü. Bunu tam mânasıyla ters göstererek, eskiden babasının mensup bulunduğu, fakat milletvekili olamayınca aleyhine döndüğü CKMP’ye zarar vermek için bu parti mensuplarını suçladı ve onları din aleyhtarı göstermeğe yeltendi.

Gene bu sütunun yazarı, sigara dahi kullanmayan CKMP genel başkanı Sayın Alparslan Türkeş için, ramazanda sigara içti, diye yazdı.

Yazarın karakteri hakkında böylece kısa malûmat verdikten sonra, kendisinin bize hücumunun sebebi olarak gösterdiği meseleye gelelim: Sabah gazetesi ilk çıktığı zaman milliyetçilerin elinde idi. Fakat kapitalist ve masonist zümrelere dayanmayan milliyetçiler devamlı para sıkıntısı çekiyorlardı. Kapitalist iktidar durumu sezerek Muammer Topbaş adlı bir kumaş tüccarına gazeteyi alması için teşvikte bulundu ve aldırdı. Bu şahsın ise ilk işi gazeteden bir kısım milliyetçiyi çıkarmak oldu. Son zamana kadar yarı kadrosu milliyetçilerden teşekkül etmiş şekilde çıkan Sabah, yeni bir statü içine girdi ve bu kere geride kalan milliyetçileri de bünyesi dışına çıkardı.

Millî Hareket dergisi, Türkiye’deki gazeteleri ele alırken bunu anlatmak istiyor, kumaş tüccarı, kapitalist Topbaş’ın, Sosyalistlerin gazetesi Akşam ile nasıl işbirliği yaptığını anlatıyor, Muammer Topbaş’ın milyonlarca liralık kumaşı, okuyucularına kumaş dağıtan Sosyalist Akşam gazetesine nasıl kolaylıklar göstererek, krediler açarak verdiğini, yani sosyalistlerin ve kapitalistlerin Türkiye’de nasıl işbirliği içinde olduklarını okuyucularına bildiriyordu. Bunlar yalan ise bu sütunun sahibi açıklayabilir.

Gazeteye, kumaş fabrikası yönetir gibi yön veren Topbaş’ın, <<Aman Yahudilere çatmayın, ticarî münasebetlerim zedelenebilir.>> dediğini de bu sütunların sahibi yalanlasa da, gazetenin koleksiyonu isbatlar.

Sayın Sabah okuyucusu, şimdi yazı sahibine şunları sorunuz:

Allah’ın kitabı Kuran’ın birçok âyetlerinde ve peygamberimizin hadislerinde defalarca lânetlenen bir ırkın (Yahudi ırkının), zararlarını her gün göstermek çabasında olan milliyetçiler mi müslümandır, yoksa bu âyet ve hadislere kulaklarını tıkıyarak, kazanç hırsıyla bu yönde neşriyatı baltalıyan Sabah patronları mı?

Biz iktidara geldiğimiz zaman Hazreti Ömer adaletini getireceğiz diyen Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi mi müslümandır, yoksa sosyalistlerle ticarî anlaşmalar yaparak, onlara kolaylıklar göstererek para kazanan kapitalistler mi?

Türklük gurur ve şuuru ile İslâm ahlâk ve fazileti bizim temel felsefemizdir, diyen milliyetçiler mi müslümandır, yoksa biz ilhamımızı gökten almadık diyen kişilerin partisini destekleyen kalemler mi?

Kendi kin ve garezleriyle hareket ederek Müslüman Türk’ün birleşmesini ve küfür cephesine karşı bir millî harekete geçmesini önleyen kişilere bu soruları yönelttiğimiz zaman alacağımız cevaplar bizim ne yönde gitmemiz gerektiğini gösterecektir.

Zamanınızı aldığımız için özür dileriz sayın Sabah okuyucuları.

MİLLÎ HAREKET DERGİSİ



Bugün, 6 Şubat 1968.

892 İMZA İLE BAŞVURDULAR

Sırası ile son günlerde ard arda gelen ve Milliyetçi, Mukaddesatına ve geleneklerine bağlı Müslüman Türk halk efkârını rencide eden olayların yurt sathındaki infiâli her geçen gün biraz daha şiddetlenerek büyümektedir.

Dün de Sağmalcılar esnafından ve Sağmalcılar halkından 892 kişi imzaladıkları bir dilekçe ile Başbakana, İçişleri Bakanına ve Adalet Bakanına müracaat etmişler ve Müslüman Türk’ün canevine hançer saplamak isteyen bu ne idüğü belirsiz, mason, siyonist ve sosyalist bozuntularının bir an evvel yakalanarak tecziye edilmesini istemişlerdir.

Gazetemizi, ellerinde dilekçeleri olduğu halde ziyaret eden Sağmalcılar halkı, ayrıca Milliyetçilikleri ile tanınan CKMP Lideri Alpaslan Türkeş ile Güven Partisi Lideri Turhan Feyzioğlu’na da telgraf çekeceklerini ve kendilerinin de, meseleyi Meclise aksettirmelerini isteyeceklerini söylemişlerdir.



Babıâlide Sabah, 6 Şubat 1968.

BAŞBAKAN DEMİREL’E 892 İMZALI BİR TELGRAF ÇEKİLDİ

Kadıköy’de dinî inançları bulunmıyan bazı gençlerin Kur’an-ı Kerim’e yaptıkları çirkin tecavüz hâdisesinden duyulan infial devam etmektedir. Bu cümleden olarak dün de Sağmalcılar halkı, esnafı ve özel dispanserin mensup ve müşterileri, Başbakan Süleyman Demirel’e 12 metre uzunluğunda ve 892 imzayı havi bir telgraf çekmişlerdir. Suçluların yakalanıp ceza görmeleri için, Başbakan’dan re’sen harekete geçmesi istenilen telgrafta şöyle denilmektedir:

<<Dinî inançlardan mahrum bırakılmış bir şuursuzlar güruhunun, Kadıköy’de Kur’anı-ı Kerim’e yaptıkları menfur tecavüz, bütün milleti tarifsiz bir üzüntü ve infiale sevketmiş bulunmaktadır.

Şen’î hâdisenin üzerinden bir hayli zaman geçmiş bulunmasına rağmen, esefle müşahede ediyoruz ki, suçlular hâlâ ellerini kollarını sallıyarak aramızda dolaşabilmekte; ilgili adalet mekanizması ise, semere vermekten uzak bir tahkikatla neticeyi geciktirmektedir. Üstelik tecâvüz hâdisesinin şahidi durumunda bulunanlara ise inanılmaz derecede baskılar yapılarak, susturulmalarının temini cihetine gidildiği rivayetleri dolaşmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olarak; mes’eleyi milletin haysiyet ve imanına indirilmek istenen bir darbe şeklinde telâkki edeceğinizi ve derhal harekete geçerek mes’ullerin cezalandırılması yönünde gerekli ikazlarda bulunacağınızı ümit etmekteyiz.

Öyle ki, dine ve dinî inançlarına saygı göstermemenin de kanunlar nezdinde suç teşkil edeceği ve cezayı mucip olacağı hakikatı, münkirlerin nifak ve fesat unsurlarının suratında bir şamar gibi patlasın. Saygılarımızla.

Sağmacılar’dan 892 imza adına Halil Atmaca, Mehmet Ali Eroğlu, Ahmet Gemici>>

Aynı mahiyettte iki telgraf da İçişleri Bakanı ile Adalet Bakanı’na gönderilmiştir.



Bugün, 7 Şubat 1968.

USKENT ATİLHAN TABURCU EDİLDİ

Kalamış’da bir apartman dairesinde meydana gelen <<Kur’an-ı Kerîmi yırtma>> olayının şahitlerinden Usken Atilhan tedavi gördüğü Haydarpaşa Nümune Hastahânesinden taburcu edilmiştir.

İstanbul Başsavcısı Nedim Demirel dün kendisi ile görüşen arkadaşımıza, Kadıköy’ün müstakil bir savcısı bulunduğunu ve buna rağmen teamüle uyularak kendileri tarafından da Kadıköy Savcılığına ihbar ve ikaz yapıldığını bildirmiştir. İstanbul Emniyet ilgilileri ise dün bir açıklama yapmış, neşriyatımızla ilgili olarak kendilerine bildirilen suçluları hassasiyetle takip ettiklerini ve en ufak bir ihmallerinin dahi mevcut olmadığını söylemişlerdir.

Öte yandan İçişleri Bakanı Dr. Faruk Sükan’ın, gazetemizi bizzat tetkik ettiği ve bâzı direktifler verdiği öğrenilmiştir.



Bugün, 8 Şubat 1968.

<<KUR’AN YIRTMA>> HÂDİSESİNİN İLK RESMÎ AÇIKLAMASI

KADIKÖY SAVCISI GAZETEMİZE AŞAĞIDAKİ YAZIYI GÖNDERDİ

Bugün Gazetesi Yazıişleri Müdürlüğüne

Kalamış olayı ile ilgili soruşturma sür’atle yapılmakta olup en kısa zamanda neticelendirilecektir.

Gazetenizin 30 Ocak 1968 gün ve 407 sayılı nüshası ile başlayıp bugüne kadar devam eden ve devam edeceği anlaşılan yazılarınızda

Kalamış olayı ile ilgili soruşturmanın yavaş yürütüldüğü ve hâlen açıklık kazanmadığı bildirilmektedir.

Olay memuriyetimize 31.1.1968 günü ihbar edilmiş ve derhal olaya el konularak ilgili mercilerle temasa geçilmiş ve en seri yollarla delillerin toplanmasına başlanmış olup soruşturma sadece hasta olan ve bu sebeble ifadesi alınamayan bir tanığın ifadesi ile ilgili mercilerden istenen bâzı belgelerin gönderilmesine kalmıştır. Soruşturmanın en kısa bir zamanda intacına çalışıldığı ve sonucunun kamu oyuna arzedileceği hususunun tavzihen aynı sahife ve sütunda neşrini rica ederim.

Rıfat Aslanoğlu
Kadıköy Cumhuriyet Savcısı



Babıâlide Sabah, 12 Şubat 1968.

DİZSİZLERİ TAKBİH MİTİNGİ YAPTIRILMADI

OMANİYE’DE HALK GALEYANA GELDİ… 12 MÜSLÜMAN NEZARETE ALINDI

Bir süre önce Ankara’da öldürülen İlâhiyat Fakültesi öğrencisi Ruhi Kılıçkıran ruhuna dün Osmaniye büyük cami’de okunan mevlütten çıkan halk, kaymakamlık önünde toplanarak, bazı gösterilerde bulunmuştur.

Adana Valisi Ömer Lütfi Hancıoğlu bir müessif olay meydana gelmeden sükûnetin tamamen sağlandığını söylemiş, bu konuda şu bilgiyi vermiştir.

<<İstanbul’da yayınlanan bir gazete, Kadıköy’de kuran’ın yakıldığını yazmış. Bunun üzerine birkaç kişi kaymakamlığa müracaat ederek, düzenleyecekleri protesto mitingi için müsaade istemiştir. Kaymakamlık mitinge müsaade etmemiştir.

Mevlütten çıkan halk, bu haberin etkisinden kurtulamamış olacakki, kaymakamlığın önünde toplanarak bazı gösterilerde bulunmak istemiştir. Adana’dan gönderilen toplum zabıtası, kalabalığı dağıtmış, ayrıca kışkırtıcı faaliyetlerde bulundukları ileri sürülen 12 kişi nezarete alınmıştır.



Cumhuriyet, 12 Şubat 1968.

BİR GAZETENİN “KUR’AN YAKILDI” HABERİ ÜZERİNE
OSMANİYE’DE HALK KAYMAKAMLIK BİNASINI TAŞLADI

Osmaniye, Çoban Yurtçu Bildiriyor - İstanbul’da yayınlanmakta olan bir gazetenin verdiği <<Kadıköy’de Kur’an yakıldı>> şeklindeki haber, Osmaniye’de olayların çıkmasına sebep olmuş, Kaymakamlık binası taşlanmış, Emniyet Müdürlüğünü basan halk, zorlukla dışarı çıkartılabilmiştir.

Adana’dan getirilen toplum polisi tarafından bastırılan olaylar sırasında, kışkırtıcı faaliyetlerde bulundukları ileri sürülen 12 kişi hakkında kovuşturma açılmıştır.

Müracaatları daha önce Kaymakamlıkça reddedilen Osmaniye Komünizmle Mücadele Derneği tarafından organize edilen gösteriye, bir süre önce öldürülen İlâhiyat Fakültesi öğrencisi Ruhi Kılıçkıran’ın Mevlidinden çıkanlar da katılmış ve birden büyüyen halk kaymakamlık binası önünde aleyhte gösteriye başlamıştır.

Kalabalığın kontrol altından çıkması üzerine Adana’dan yardım istenmiş ve ancak gönderilen toplum polisi geldikten sonra halk dağıtılabilmiş ve kışkırtıcı faaliyette bulundukları ileri sürülen 12 kişi nezarete alınmıştır.

İlçe ve çevresinde olağanüstü emniyet tedbirleri alınmış Komünizmle Mücadele Derneği basılmış ve mitingden önce dağıtılan beyannameler ele geçirilmiştir.

Önce nezarete alınıp daha sonra ikamete rapten serbest bırakılan 12 kişinin isimleri şunlardır:

Osman Bayrı, İbrahim Açlık, Mustafa Coşkun, Müslim Çınar, Tahsin Eryol, Dede Kahraman, İsmail Ozan, Osman Çelik, Basri Çıralıoğlu Mehmet Demir, Kerim Bozkurt, Mahir Kubat (Bursa Eğitim Ens. öğrencisi).

Haklarında kovuşturma açılan sanıklar bugün mahkemeye sevkedileceklerdir.

MÜFTÜOĞLU İLE TOPALOĞLU ADANA’DA

Bu arada Devlet Bakanı Sadık Tekin Müftüoğlu ile Millî Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu, dün gece saat 21.00’de uçakla Ankara’dan Adana’ya gelmişlerdir.



TBMM TUTANAK DERGİSİ, 12 Şubat 1968.

İÇİŞLERİ BAKANI FARUK SÜKAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün Osmaniye’de cereyan eden bâzı olaylar dolayisiyle bugün Türk basınında çıkan neşriyat karşısında, yanlışlıklara mahal vermemek ve olay hakkında alınan resmî malûmatı arz etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum. Müsaade buyurulursa kısaca olayın cereyan tarzı hakkında mâruzatta bulunacağım.

Dün, yani 11 Şubat günü Osmaniye’de, öğleden sonra kanun dışı toplantı ve gösterilerde bulunan bir grup vatandaş idarenin aldığı tedbirler neticesinde dağıtılmış ve müsebbiblerle tahrikçiler adalete teslim edilmiştir. Hâdisenin cereyan tarzı şöyledir:

Komünizmle Mücadele Derneği Osmaniye Şubesi, 6 Şubat ve 9 Şubatta İstanbul’da Kalamış’ta olduğu söylenti halinde bildirilen ve neşriyat konusu yapılan Kuranı Kerimi yırtma olayı dolayısiyle bir tel’in mitingi yapmak üzere kaymakamlığa müracaatta bulunuyorlar. 6 Şubatta ve 9 Şubattaki bu müracaat karşısında Osmaniye Kaymakamı, hâdisenin fevkalade hassas bir konu olduğunu, çeşitli yönlerden istismara müsait bulunduğunu ve muhtemel hâdiseler karşısında kendilerinin de müşkül durumda kalabileceğini izahla ve esasen hâdisenin mahiyetinin tam gün ışığına çıkmadığını da izah suretiyle, böyle bir toplantının yapılmasının doğru olmadığını, müracaat sahiplerine bildiriyor. Müracaat sahipleri bu izahat karşısında böyle bir toplantıyı yapmaktan sarfınazar ediyorlar.

Dün, bir müddet önce Site yurdunda öldürülen Ruhi Kılıçkıran ismindeki öğrencinin Osmaniyeli olması dolayısiyle, dayısı tarafından Osmaniye’de bir mevlüt okutuluyor. Mevlüt 13.30 da hitama eriyor. Mevlütten sonra 14.30 da bine yakın bir kalabalık Hükümet meydanında toplanıyor. Bu toplantının gayrikanuni olduğu, 171 sayılı Kanuna muhalif bulunduğu alâkalılar tarafından ihtar ediliyor. Toplantıda, iki kişi, birisi öğretmen, birisi emekli bir astsubay, sandalye üzerine çıkmak suretiyle, kendilerinin maksadının kötü olmadığını, ancak Kuranı Kerim yırtma hâdisesini tel’in etmek istediklerini ve dinlerine bağlı olduklarını, ondan gayri her hangi bir niyetleri bulunmadığını beyan etmeleri üzerine, yine kendilerine ikâzda bulunuluyor. Bunun üzerine gruplar dağılıyor, Osmaniye’deki şehitliğe gidiliyor, orada dua ediliyor. Bu sırada, gayrikanuni toplantıya sebebiyet veren ve muharrik durumunda bulunan iki kişi savcının talebiyle ifadesi alınmak üzere emniyet makamları tarafından nezarete alınıyor. Bu haber üzerine şehitlikten dönen gruplar tekrar birleşiyorlar. Bunların ekserisi 15 yaşında, 20 yaşında gençlerdir ve tutuklanan arkadaşlarının bırakılması talebinde bulunuyorlar. Bunun üzerine kaymakam ve savcı harekete geçiyorlar. Kaymakam, kendilerinin yaptıklarının suç olduğunu ve dağılmalarını, dağılmadıkları taktirde kanuni icabın yapılacağını hatırlatıyor ve ihtar ediyor. Bir taraftan da Adana Valiliğine keyfiyet duyuruluyor ve İçişleri Bakanlığına da, bendenize de malûmat veriliyor. Gerekli tedbirler alınıyor. Esasen mevlütten sonra böyle bir hâdise olabileceği düşünülerek, daha evvelki talepler de nazarı itibare alınmak suretiyle, idari makamlar tarafından hassas noktalarda gerekli tedbirler alınıyor ve ilgili makamlar da ikaz ediliyor. Alınan tedbirler neticesinde topluluk dağılıyor ve hâdiseye sebebiyet veren muharrik durumda, müsebbip durumda bulunan 14 kişi ifadeleri alınmak üzere savcılığa davet ediliyor, savcılığa getiriliyor ve savcılıkta da ifadeleri alındıktan sonra kefalete rapten serbest bırakılıyor. Bugün sabahleyin de bu ondört kişi adliyeye sevk ediliyor. 171 sayılı Kanunu ihlâl ve keza zabıtaya menfi mukavemet ve suça tahrikten dolayı bu ondört kişi adliyeye verilmiş bulunuyor. Hükümet binasının taşlandığı veyahut ta <<şeriat isteriz>> gibi irticaî bâzı faaliyette bulunulduğu ve sözler sarf edildiği yolundaki haberler hilâfı hakikattir.

Hükûmet olarak da kanun çerçevesi içinde, maneviyât ve mukaddesat düşmanlarına ve millî mefahire karşı gelenlere de elbetteki gerekli şekilde, aynı tarzda istismara yeltenenlere de müsamaha ve müsaade etmiyeceğimizi bir kere daha bu kürsüden arz etmek isterim. (<<Bravo>> sesleri)



Cumhuriyet, 13 Şubat 1968.

OSMANİYE’DE 10 KİŞİ TEVKİF EDİLDİ

Osmaniye, Özer Öztepe Bildiriyor - Komünizmle Mücadele Derneği’nin asılsız bir haberi istismarı üzerine önceki gün meydana gelen olaylar sonunda dün akşam 10 kişi, <<Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet ve lâikliğe aykırı hareket>> suçlarından tevkif edilmiştir. Osmaniye Komünizmle Mücadele Derneği yöneticileri hakkında da, <<Bildiri dağıtmak ve amaç dışı çalışmalarda bulunmak>> iddiasıyla soruşturma açılmıştır.

Osmaniye Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı Osman Bayrı ile İbrahim Açlık (Assubaylıktan ayrılma, DSİ memuru) ve Basri Çıralıoğlu (Buzdolabı bayii) ise, delil yetersizliğinden serbest bırakılmışlardır

<<11 Şubat vak’ası diye adlandırılan olayın doğuşuyla gelişmesi, şöyle olmuştur:

OLAYIN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ

İstanbulda yayınlanan Bugün gazetesinin verdiği ve yalan olduğu Adliye Bakanlığınca da belirtilen, Kadıköyde Kur’an yakma haberi ile Ankarada İlâhiyat Fakültesinden Osmaniyeli bir gencin öldürülme olayını protesto etmek amacıyla bir miting yapılmak istenmiştir.

Komünizmle Mücadele Derneğinin <<Kur’an’a karşı girişilen hareketleri protesto etmek>> amacıyla istediği izne Kaymakam, <<Lâik Türkiyede böyle bir hareketin kanunlara aykırı olacağı>> gerekçesiyle izin vermemiştir.

Bunun üzerine Pazar günü öğle namazından sonra mevlit için camide biriken bine yakın cemaat, dini törenden ziyade dini siyasete âlet eden bir atmosfer içinde toplanmış, mevlitten sonra yürüyüşe sevkedilmiştir.

Camide okutturulan mevlidin yarattığı havanın etkisiyle mitinge izin verilmemesini hoş karşılamıyanlar, toplu bir halde nümayiş yapmaya ve <<Kahrolsun Komünizm.. Kur’an yakılıyor.. Din elden gitti!>> diye bağırıp çağırmaya başlamışlardır. Kanunsuz bir hareket olmaması için emniyet kuvvetlerinin tedbir almasına rağmen, gösteriye katılanlar Osmaniye Şehitliğine giderek dualar etmeye ve tekbir getirmeye başlamışlardır.

Şehitlikten dönen ve yollarda rastladıkları şahısları da zorla aralarına alan büyük kalabalık, olayın ilk başladığı sırada nezaret altına alınanları kurtarmak amacıyla Hükümet Konağını sarmışlar ve tekbir sesleri arasında Kaymakamlığın önünde toplanmışlardır. Şeriatı över mahiyette sözler de sarfedlerek zorla içeriye girilmek istenip tecavüzler edilmiştir.

Osmaniye Kaymakamı durumu telefonla Adana Vali ve Emniyet Müdürüne de bildirmiş ve oradan yardım istemiştir. Polis, Osmaniye’de doğabilecek olayları önlemek üzere tedbir almış ve kalabalığı dağıtmıştır.

Kaymakam Salih Taşkın, ayrıca askeri birliklerden de yardım istemiştir. Böylece kaymakamın basireti sayesinde kanunsuz hareketler daha fazla gelişme göstermeden önlenmiştir.

Bu arada Komünizmle Mücadele Derneği’nin Cuma ve Cumartesi günü dağıttığı bildiride <<Bu gaddarca ve hunharca hareketi lânetlemenin ilk defa gazi ve şehit beldesi olan Osmaniye’den başlaması istenmekteydi.

TEVKİF EDİLENLER

İlgililerin asılsız olduklarını belirttikleri ve Adalet Bakanlığının da kesin olarak yalanladığı Kur’anın yakıldığı hakkındaki uydurma haberi istismar ederek sokaklarda heyecan yaratanlardan 14 ünün dün Osmaniye Asliye Ceza Mahkemesinde ilk sorguları yapılmıştır. Geç saatlere kadar süren duruşma sonunda 10 kişi tevkif edilmiş, diğerleri serbest bırakılmıştır. Tevkif edilenler şunlardır:

Mustafa Coşkun (Sebzeci), Müslim Çınar (Kalaycı), Ziya Baykal (İşçi), Bekir Altınbüker (Elektrik malzeme satıcısı), Tahsin Eryol (Kalaycı), İsmail Ozan (Keresteci), Osman Çelik (İşçi), Mehmet Demir (Kunduracı), Kerim Bozkurt (Köylü) ve Mahir Kubat (Bursa Eğitim Enstitüsü Öğrencisi).

Adana Emniyet Müdürü alınan emniyet tedbirlerini yerinde incelemek amacıyla, dün de Osmaniye’ye geçmiştir. İlçede geniş güvenlik tedbirleri alınmış, polis ve jandarma takviye edilmiştir.



Cumhuriyet, 13 Şubat 1968.

KUR’AN YIRTMA OLAYININ UYDURMA OLDUĞU ANLAŞILDI

Osmaniye, Özer Öztepe Bildiriyor - Osmaniye’de halkın Kaymakamlık binasını taşlamasına yol açan <<Kadıköy’de Kur’an yakma>> olayının bazı kişiler ve gazeteler tarafından kasıtlı olarak yaratıldığı anlaşılmıştır. Kadıköy Savcılığınca yapılan tahkikat sonunda, ne böyle bir apartmanın, ne de Kur’anı yakmakla itham edilen isimde bir şahsın bulunmadığı ortaya çıkmış, yalan neşriyat yaparak halkı tahrik eden şahıslar ve gazeteler hakkında tahkikat açılmıştır.

Bundan bir süre önce bazı gazeteler manşetten verdikleri haberlerde Kalamış’taki bir evde gençlerin Kur’anı Kerimi yırtıp üzerinde dans ettiklerini ileri sürmüş, olayı dinsizlik, büyük skandal olarak değerlendirmişlerdir. Aynı gazetelerde günlerce devam eden aynı konudaki neşriyatlarında olayın bütün yurtta nefret uyandırdığını, halkın galeyana geldiğini belirterek, polis ve savcılığın şahitlere baskı yaptığı ifade edilmiştir.

Halkı tahrik etmek için gerici çevrelerce vâsıta olarak kullanılan <<Kur’an yakma>> olayının gerçekle hiç bir ilgisi olmadığı ve bazı çevreler tarafından kasıtlı olarak uydurulduğu Kadıköy Savcılığının bu konuda açtığı tahkikat sonunda anlaşılmıştır. Neşriyatı yapan gazetelerden birinin muhabiri olan Koşuyolu camii imamı Salih Güler’in yaptığı ihbarın asılsız olduğunu tesbit eden Kadıköy savcılığı takipsizlik kararı vermiş, uydurma neşriyat yapan gazeteler hakkında tahkikat açılması için İstanbul Savcılığına tezkere göndermiştir.

Kur’an yırtma olayının cereyan ettiği yer için verilen adres ve evin sahibi ile Kur’an yırtma olayının elebaşısı olarak gösterilen Ahmet Soner isminde bir şahıs da bulunamamıştır.

Nüfus kütüklerinde yapılan araştırma, bu ismin de uydurma olduğunu ortaya çıkarmıştır. Diğer taraftan olaya şahit olarak gösterilen şahıslar da gençlerin düzenlediği bir eğlence partisine gidemeyecek kadar yaşlı olmaları, olayın hayalî olduğu gerçeğini kuvvetlendirmektedir.

Olaya şahit olduğu ve polisin baskısıyla ifade değiştirdiği ileri sürülen Uskent Atilhan ise böyle bir olaya şahit olduğu şeklindeki iddiayı şiddetle reddetmiş ve bu konuda neşriyat yapan gazetelerin tekzip edilmesi için mahkemeye müracaat etmiştir.



Cumhuriyet, 14 Şubat 1968.

KUR’AN YIRTMA OLAYININ ŞAHİDİ EMNİYETTEN YARDIM İSTEDİ

Şükran Soner

Üzücü hâdiselerin yaratılmasına vasıta olarak kullanılan ve yapılan Savcılık tahkikatı sonunda yalan olduğu ortaya çıkan, <<Kur’an yırtma>> olayı şahitlerinden olduğu iddia edilen Uskent Atilhan , hayatının emniyet altına alınması için polise müracaat etmiştir.

Olay yeri olarak gösterilen Kalamış semtinde yaptığımız araştırma ve olay şahidi olarak gösterilen şahıslarla yaptığımız görüşmeler sonunda yalnız olayın değil, olayda verilen yer, isim ve diğer bilgilerin de tamamen uydurma olduğu ortaya çıkmıştır.

İHBARIN İÇYÜZÜ

<<Kur’an yırtma>> olayını Savcılığa ihbar eden Koşuyolu İmamı Salih Güler (aynı zamanda haberi neşreden gazetelerden birinin muhabiridir), olayın hikâyesini Üskent Atilhan’dan dinlediğini söylemiş, soruşturma açılmasını talep etmiştir. İlk sorgusunda Salih Güler’in iddiasını kabul eden fakat çok kısa bir süre sonra bizzat polise müracaat ederek birinci ifadesinin yalan olduğunu, Salih Güler’i güç durumda bırakmamak için ilk ifadesini vermek zorunda kaldığını, böyle bir olaya şahit olmadığı gibi, olayın evinde cereyan ettiği iddia edilen Ahmet Soner isminde birini tanımadığını belirtmiştir. Üskent Atilhan ifade değiştirmesinin ardından intihara teşebbüs etmiş, <<Kur’an yırtma>> ortaya atan gazeteler Üskent Atilhan’ın intiharını <<Savcılığın ve polisin baskısına dayanamıyarak ifade değiştirmesinin sonucu>> şeklinde değerlendirmişlerdir.

<<HAYATIM TEHLİKEDE>>

Üskent Atilhan daha sonra Savcılığa bir dilekçe ile müracaat ederek, gazetelerdeki hakikate uygun olmıyan neşriyat dolayısıyla ailesine ve şahsına çeşitli çevrelerden tazyik ve hattâ hayatına kastedici hareketlerin gelebileceğini bildirmiş, korunmasını talep etmiştir. Üskent Atilhan dün kendisiyle yaptığımız görüşmede, <<Kur’an yırtma>> olayının gerçekle bir ilgisi olmadığını bir kere daha belirtmiş, <<Çok gerici değilim, bununla beraber böyle bir olaya şahit olsaydım, başka türlü hareket eder, herhalde gidip de imam efendiye anlatmazdım>> demiştir. Üskent Atilhan intihara teşebbüsünün ise sadece ciddî bir üzüntü sonucu olduğunu belirtmiş şöyle devam etmiştir: <<Sizin başınıza böyle kötü bir olay gelse ve böyle güç bir durumda kalsanız ne yapardınız? Üskent Atilhan ayrıca olayın şahidi olduğu ve polisin kendisine baskı yaptığı şeklindeki haberleri mahkeme yoluyla tekzip ettiğini açıklamıştır.

ŞAHİTLER NE DİYOR?

<<Kur’an yırtma>> olayının kahramanı olarak ihbar edilen ve olayın evinde geçtiği bildirilen Ahmet Somer isminde bir şahıs mevcut değildir. Ahmet Somer’in çalıştığı yer olarak bildirilen Kadıköy Belediyesi Tahakkuk Şubesi Müdürü Osman Ziyalar bu isimde bir memurun ne şimdi ne de daha önce olmadığını belirtmiştir. Olayın şahitleri olarak gösterilen aynı şubenin memurlarından Molla Şahinoğlu, İnci Deprem ve Ayfer Baytur ise böyle bir olaya şahit olmadıklarını ve Ahmet Soner isminde bir şahsı tanımadıklarını söylemişler, neye dayanılarak şahit gösterildiklerini anlıyamadıklarını ifade etmişlerdir.

BÜTÜN BİLGİLER YALAN

Yapılan bütün araştırmalara rağmen Ahmet Soner isminde bir şahsın bulunması mümkün olmadığı gibi, olay yeri olarak belirtilen yer de hayal mahsulüdür. Çünkü adres yerinde <<Kalamış>> apartımanı yoktur. Hayalî isim Ahmet Soner’in babasının çıplaklar kampı açmak istediği şeklinde çıkan haber üzerine yapılan araştırmada ise, Kadıköy’de hiç bir zaman böyle bir kamp için teşebbüse geçilmediği anlaşılmıştır. Yine Ahmet Soner’in babasının işlettiği kulüp olarak verilen ismin de yanlış olduğu, Kadıköy’de bu isimde bir kulüp olmadığı ortaya çıkmıştır.



Bugün, 14 Şubat 1968.

KİMİN DOĞRU KİMİN YALAN SÖYLEDİĞİNİ İSBAT EDECEĞİZ

* Kur’ân yırtma hâdisesine şahit olan, bu hâdiseyi bir imam, bir tüccar ve iki gazeteciye ikrar eden Uskent Atilhan, şimdi de inkâr yoluna sapmıştır. Resimde Uskent Atilhan, sol gazetelere beyanat verirken görülüyor.

* Nazım Türkoğlu, Gazeteci – Foto Muhabiri.

<<Evet hâdise oldu>>

Uskent bize dönerek: <<Yalnız sizinle konuşacağım>> dedi ve odada bulunan annesini, kardeşini ve hastabakıcıyı dışarı çıkardı. <<Korktuğum için ifademde böyle böyle bir hâdise olmadı dedim. Aslında bu Kur’an yırtma hâdisesi oldu.>> dedi.

* Mehmet Ali Atkın, Muhabir.

Hâdisenin ikrarı

Hastahanedeki odasında ziyaret ettiğimiz Uskent Atilhan bize <<Poliste verdiğim ifade yanlıştır ve baskı altında verilmiştir. Hâdise sizin yazdığınız gibidir>> dedi. Odada ben, Nazım ve Uskent’ten başka kimse yoktu.



Bugün, 14 Şubat 1968.

İRTİCA YOK, KÜFÜR YOBAZLIĞI VAR!

Osmaniye Kaymakamı açıkladı: <<Hadise sırasında Osmaniye halkından hiç kimse şeriat isteriz diye bağırmamış, tekbir getiren de olmamıştır. Bu mevzuda ileri sürülen iddialar asılsızdır.>>

Vicdanlarını Rus rublelerine, İsrail altınlarına veya mason banknotlarına kiralıyan küfür basınının müslüman halkımız ve gazetemiz aleyhine giriştiği yalan, tezvir ve iftira kampanyasının paslı çarkları yine dönmeye başladı. Sosyalistler tarafından alçakça şehid edilen üniversiteli bir hemşehrileri için okutulan mevlidden sonra, heyecanlarına kapılarak kanunsuz yürüyüş yapan ve bu arada Kur’an-ı Kerim’e ve mukaddesata karşı girişilen tecâvüzleri de tel’in eden Osmaniye halkının bu hareketini fırsat bilen solcu, mason ve yahudi tahrikçiler, şimdi kalemlerinin bütün zehrini bütün Türkiye’nin milyonlarca müslüman halkına karşı akıtmağa başlamışlardır.

Bu arada gazetemizi de yalan neşriyat yapmakla suçlayan küfür basını ve onların işlerini oynatanlara şunu bildirmek isteriz ki:

Hâdise gazetemize şahitli ve isbatlı olarak intikal etmiştir. Bunu bize getiren ve anlatanlar dürüst, imânlı ve sözüne güvenilir insanlardır. Hâdisenin meydana çıkarılmasında baştan beri titiz ve vazifeşinas davranmayan ilgililer her türlü ikâz ve açıklama taleplerimize de bigane kalmışlardır. Nihayet hâdiseyi 3 kişinin aracılığı ile gazetemiz vasıtasıyla ifşa eden (hüviyeti mâlûm) tek görgü şâhidi, intihara teşebbüs ettiği hastanede 2 muhabirimize itiraf ettiği veçhile, gördüğü baskı karşısında şahadet ve ifşaatından rücu etmiştir.

BUGÜN, gazete olarak vazifesini yapmıştır. Mes’uliyet vazifelerini yapmıyarak hâdiseyi örtbas edenlere aittir.

Elimizde tam 5 şahidimiz vardır. Gerekirse bu şahitleri mahkemeler önünde konuşturacak ve hakikati yalancıların yüzüne çarpacağız.


OSMANİYE KAYMAKAMININ AÇIKLAMASI

Osmaniye Kaymakamı Salim Taşkın, pazar günkü kanunsuz toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkında bir basın toplantısı yapmıştır. Olaylar hakkında geniş bilgi veren Kaymakam, özetle şunları söylemiştir.

<<- Kur’an’a yapıldığını iddia ettikleri hakaretleri tel’in etme maksadiyle, Osmaniye Komünizmle Mücadele Derneği tarafından yapılan miting müracaatı, savcılıkla gerekli temaslar yapıldıktan sonra, böyle bir hareketin kanunlar çerçevesinde suç olacağı gerekçesiyle reddedildi.

Bunun üzerine Komünizmle Mücadele Derneği yeni bir müracaat yaparak mitingten vazgeçtiklerini bildirdi.

Buna rağmen bir süre önce Ankara’da öldürülen İlâhiyat Fakültesi öğrencilerinden Ruhi Kılıçkıran adına büyük camide bir mevlit okutulacağı ilân edildi. Mevlit hâdisesiz bir şekilde bittiyse de saat 14.30 sıralarında sayıları 800’e yaklaşan bir kalabalık toplanmağa başladı. Kendileri zabıta marifetile dağıtıldı.

Sonradan bir kısım halk, şehitliğe doğru yürüyüşe geçerek burada dualar okudular. Bu sırada kanunsuz toplantıya iştirak ettiği zabıtaca tesbit edilenler nezaret altına alındılar.

Nezaret altına alınanların serbest bırakılması için karakol önünde büyük bir kalabalık birikmeye başladı. Bunun üzerine Osmaniye Zabıtasına takviye olarak Adana Toplum polisi ve jandarma komutanlığından yardım talep edildi. Ayrıca hâdiselerin inkişaf etme ihtimali üzerine Valilik kanalı ile askeri makamlardan yardım talep olundu.

Karakol önünde toplananlara gerekli ihtar yapıldıktan sonra, çeşitli vasıtalarla dağıtıldılar.

Hâdiseler sırasında <<Şeriat isteriz>> gibi sözlerle, <<Tekbir getirme>> gibi bir durum tesbit edilmemiştir. Nitekim şu ana kadar adlî makamlarca yapılan tahkikatta, 171 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefettendir.>>

Kaymakamın bu ifadesine rağmen, kanunsuz toplantının aslında lâikliğe aykırı toplu gösteri kapsamına girip girmediği hususu tahkik konusu edilmiştir. Bu arada, Komünizmle Mücadele Derneği tarafından usulsüz olarak dağıtıldığı bildirilen ve halkı tahrik edici mahiyette görülen bildiri dolayısiyle dernek hakkında kovuşturma açılıp açılamıyacağı hususu Savcılıkça araştırılmaktadır.


TEVKİF EDİLEN ON KİŞİ

Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan duruşma neticesinde sanıklardan Mehmet Demir (Kunduracı), Osman Çelik (işsiz), Mustafa Coşkun (sebzeci), Tahsin Eroğlu (kalaycı), İsmail Ozan (keresteci) Ziya Baykal (işçi, AP İlçe Başkanının kardeşi), Bekir Altınbüker (elektrikçi), Kerim Bozkurt (işsiz), Mahir Kubat (Bursa Eğitim Enstitüsünde öğrenci) tevkif edilmişlerdir.

Elebaşı oldukları iddiasiyle mahkemeye sevkedilen ve bundan bir süre önce ordu’dan ihraç edilmiş olan astsubay İbrahim Aşnuk, öğretmen Orhan Bayır, Komünizmle Mücadele Derneği Yönetim Kurulu üyesi Dede Kahraman ve bozdolabı bayii Basri Ciralioğlu delil yetersizliğinden serbest bırakılmışlardır.

Tevkif edilenler duruşma salonunda, <<Adalet bu mu?>> diye konuşmuşlardır. Bunun üzerine duruşma hakimi Kemal Tektunalı, <<Bu hareketinizle dahi yeni bir suç işliyorsunuz. İsterseniz bir üst mahkeme nezdinde tevkif kararına itiraz edebilirsiniz.>> cevabını vermiştir.

Daha sonra haklarında tevkif müzekkeresi kesilen 10 kişi topluca Osmaniye cezaevine sevkedilmişlerdir.



Akşam, 14 Şubat 1968.

OSMANİYE’DE SAVCI SERBEST BIRAKILANLAR İÇİN İTİRAZ ETTİ

Osmaniye Savcı Yardımcısı Cemal Kaplan, Osmaniye olaylarının elebaşıları olarak mahkemeye sevkedilen, ancak ilk duruşmadan sonra delil yetersizliği gerekçesiyle serbest bırakılan İbrahim Açlık, Dede Kahraman, Osman Bayrı ve Basri Çıralıoğlu adlı şahısların serbest bırakılmalarına itiraz etmiştir. Savcı Yardımcısının itirazı incelenmektedir.

Vilayet yetkililerinin Topaloğlu ve Müftüoğlu’na <<Olayların irticai nitelik taşıdığı>> sözlerine karşılık Osmaniye Kaymakamı dün düzenlediği basın toplantısında, yürüyüş yapan topluluğun Tekbir getirmediğini <<şeriat isteriz>> diye bağırmadığını belirtmiştir.



Babıâlide Sabah, 14 Şubat 1968.

TİETTF BAŞKANI BALTACI: SOLCULAR OSMANİYE OLAYINI İSTİSMAR ETMEKTEDİRLER

Türkiye İslâm Enstitüleri Talebe Federasyonu Genel Başkanı Cahid Baltacı dün saat 11’de, Osmaniye’de zuhur eden hâdiselerle ilgili olarak bir basın toplantısı yapmıştır. Hâdisenin gerçek sebebini izah eden Baltacı <<Bunu, bir aydan beri Türkiye’nin muhtelif yerlerinde tertip edilen sol tahriklerde aramak gerekir. Yoksa sol basının iddia ettiği gibi gericilik ve yobazlığın hortlaması değildir.>> demiştir.

<<Ankara’da Osmaniyeli Ruhi Kılıçkıran kardeşimizin sol tahrikçiler tarafından kahpece şehit edilmesiyle başlayan ve halkımızın büyük infialine sebep olan bu tahrikler, bazı solcu şair taslakları tarafından İstanbul’da Site talebe yurdunda, Şehzadebaşı büyük tiyatroda, Spor ve Sergi Sarayındaki Doğu Gecesinde devam ettirilmek istenmiştir. Tekirdağ ve Çorlu müftülerine komplolar hazırlanmış, Polatlı müftüsüne bıçak çekilmiş, Taşköprü müftüsü dövülmüş ve Zonguldak’ta asil Türk işçisi kışkırtılmış ve nihayet Ruhi’sini kaybetmekle kalbi dağlanan Osmaniyelilerin infialine sebep olmuştur. Osmaniye hâdisesi, böyle derin sebeplere dayanan sol tahriklerden başka bir şey değildir.

İmanlı Türk gençliği adına, 32 milyonun vicdanında terör kurmak isteyen ve her hâdiseyi dindarların üzerinde Demokles’in kılıcı gibi kullanmayı san’at edinen çarpık zihniyeti şiddetle protesto ederiz.>>



Akşam, Çetin Altan, 14 Şubat 1968.

İLÂHİYATÇI GENCİ VURAN, SOLCU DEĞİL BİR AP’LİDİR

Şimdi genellikle aydınlarımızın düşünce tarzına ters gelecek bir şey söyliyeceğim.

Geri ülkelerdeki orta çağa dönük fanatik kıpırdanışların artması toplumun büyük bir devrim arifesinde olduğunun habercisidir.

Bütün büyük devrimlerin arifesinde önce geriye dönük kıpırdanışların arttığını görürüz.

Bunun nedeni çokta karmaşık değildir.

Tutucu sınıflar, güçlerin erdiğini gördükçe son çare olarak fanatizmin körüklenmesine sarılırlar. Böylece halk kütlelerini iç ve dış olayları izlemekten ve bilinçlenmekten koparacaklarını sanırlar.

Oysa objektif koşullar öyle bir yere gelmiştir ki toplum mutlaka bir aşama yapmak zorunluğunu duymaya başlamıştır. Bu zorunluk duygusu geriye dönük kıpırdanışların artmasıyla büsbütün gerilime uğrar ve ateşlenir.

Fanatik bir uyku başka şeydir. Bu uykunun dinamik bir kıpırdanışa dönmesi başka şeydir. Fanatik uykunun devamı henüz sosyal bünyenin gerekli gerilim noktasına gelmediğini gösterir. Bu uyku hızlanan dinamik bir kıpırdanışa geçti mi, mutlaka karşısında da ilerici bir birikim hızlanmıya başlamıştır ve bu kıpırdanış onun tepkisidir. Ancak ilerici birikim muhakkak geriye dönük kıpırdanışı ezecek ve bu freni belirli bir yerde patlatacaktır.

Emperyalist ülkeler sömürmekte oldukları gerici bölgelerde bir uyanma gördükleri zaman onları yeniden uyutabilecekleri hayaline düşerler. Ve o zamana kadar sürmüş olan fanatik uykuyu devam ettirmek için çalışmalara girişirler. Ancak toplum gerilim seviyesine yaklaşmaya başlamıştır. Fanatik uykunun fanatik kıpırdanışlara dönüşü derhal ilerici güçlerin hareketine hız verir ve birden büyük bir devrimin içine girilir.

Bizim görüşümüze göre Türkiye de böyle bir noktaya doğru kaymaktadır.

Fanatik kıpırdanışlardan medet umanlar, ve onları besleyerek kendilerine sırtlarını dayıyacak bir duvar arıyanlar beklenmedik bir anda pek büyük sürprizlerle karşılaşabileceklerini unutmamalıdırlar ve 1789 Fransız İhtilâli arifesindeki Katolik kilisesinin tutumuyla 1905 ve 1917 Rus ihtilâlleri arifesindeki Ortodoks Kilisesinin tutumlarını ve oralarda ortaya çıkan fanatik dinamizmi iyi incelemelidirler.

Her büyük devrimin ilk habercisi Ortaçağa dönük fanatik kıpırdanışların artmasıdır. Bu, toplumda da yansıyan doğal bir kanun, bir etki tepki olayıdır.

* * *

Türkiye’de ilerici güçlere karşı yapılmakta olan kışkırtmacılığın iç yüzünü ortaya koyan bir mektubun özetini sunuyorum şimdi size…

Mektubu gönderen, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencilerinden Şahin Saraloğlu’dur. Şahin Saraloğlu Atatürk Site Öğrenci Yurdunda İlâhiyat Fakültesi öğrencilerinden Ruhi Kılıçkıran’ı tabancayla öldüren Kâzım Saraloğlu’nun küçük kardeşidir.

Mektubun özeti şöyledir:

1- İlahiyât Fakültesinden Ruhi Kılıçkıran’ın ölümüyle sonuçlanan Atatürk Site Yurdu olayı, sağcı teşekküller tarafından hâlâ sömürülmektedir.

2- Sağcı gençlik teşekkülleri ve sağcı basın olaydan bir ay sonra birdenbire galeyana gelerek <<Solcular milliyetçi ve mukaddesatçı bir üniversiteliyi şehit ettiler>> şeklinde çığlıklar koparmaya başladılar. Bakanlıklara teller çektiler. AP Milletvekilleri Meclis’te konuşmalar yaptılar. Bu üzücü olayı kendi çıkarlarına göre değiştirip, kamu oyuna öyle yansıtmaya, ortalıkta bir düşmanlık havası estirmeye çalıştılar.

3- Oysa hiçbir kasdı olmadığı halde elinden kaza çıkan kişi ağabeyimdir. Kendisi Ardeşen AP Teşkilâtı üyesidir. Sağcı basının ve teşekküllerin <<Solcular komünistler milliyetçi bir öğrenciyi öldürdüler>> derken ne kasdettiklerini bu yüzden anlıyamadım. Ağabeyim Kâzım Saraloğlu’nun solculukla hiç bir ilişkisi yoktur. Öteki ağabeylerim gibi o da AP’lidir.

Elbette Hükûmet elinden kaza çıkan gencin AP’li olduğunu biliyordu. Ama hiç bir açıklama yapmamayı tercih etmiştir.

Dinsel duyguların kışkırtılmasına ve İlâhiyat Fakültesinde bir öğrencinin sosyalistler tarafından öldürüldüğü iddiasının yayılmasına kasden seyirci kalmıştır.

Bu iş değildir.

Böyle bir tutum bu tutumdan yarar uman siyasetçilerin başına sonunda belâ getirir.

Şimdi bir de üzücü olayın nasıl cereyan ettiğini kamu oyunu aydınlatmak için özetleyiverelim.

17 Aralık 1967 Pazar akşamı Atatürk Kantini Yurdunda gençler otururken içeri İmam Şahin adında Elbistan’lı bir halk şairi gelir ve elindeki <<Kıbrıs’a Doğru>> adlı şiir kitaplarını satmaya çalışır.

Kantindeki İlahiyât Fakültesi öğrencileri şairin Alevi olduklarını anladıkları için kendisini dışarı atmak isterler.

Gençlerin bir kısmı da şairi savunur.

Şahin Saraloğlu bir hafta öncesine kadar Talebe Cemiyeti Başkanı olduğu için havayı yumuşatmak ister. Şairi masasına oturttuktan sonra beş dakikaya kadar birlikte gideceklerini söyler.

Şaire kızanlar gazoz şişeleriyle her ikisinin de üstüne hücum ederler.

Şahin Saraloğlu’nun ağabeysi Kâzım kardeşinin hücuma uğradığını görünce tabancasıyla havaya ateş eder. Bu sırada biri Kâzım’ın üstüne yürür ve tabancayı elinden almak ister. İtişme sırasında çıkan kurşun lokantadayken yemeğini bırakıp kavgaya gelen Ruhi Kılıçkıran’ı öldürür.

Alevi bir saz şairine İlâhiyat Fakültesi öğrencilerinin kızmasından ve olayı yatıştırmaya çalışan bir gence hücum etmeleri karşısında, gencin AP’li ağabeysi Kâzım’ın tabanca çekmesinden doğan olayın iç yüzü budur.

Olay bir süre Adana’lılarla Karadenizlilerin kavgası olarak değerlendirilmiş, daha sonra sosyalistlere karşı kamu oyunu kışkırtmak için bir propaganda olarak kullanılmıştır.

Ve iktidar kasden susmuştur.

Böyle iktidarların bu tür tutumlarla uzun süre iktidarda kalmalarına imkân yoktur.

Unutmayınız fanatik kıpırtıları kışkırtarak ondan medet ummak devrimci hareketleri hızlandırmak demektir..



Cumhuriyet, 15 Şubat 1968.

İLAHİYAT FAKÜLTESİ ÖĞRENCİSİNİ ÖLDÜREN ADALET PARTİLİYMİŞ

Bir süre önce öldürülen Ruhi Kılıçkıran adındaki İlâhiyat Fakültesi öğrencisini öldürmekten sanık olarak yakalanan Kâzım Saraçoğlu’nun Ardeşen ilçesi teşkilâtına kayıtlı bir AP’li olduğu, kardeşi tarafından açıklanmıştır.

Açıklama, Kâzım Saraçoğlu’nun Ankara Hukuk Fakültesinde okuyan kardeşi Şahin Saraçoğlu’nun, TİP İstanbul Milletvekili Çetin Altan’a yazdığı bir mektupla anlaşılmıştır.

Kılıçkıran’ın öldürülmesi olayı önce Karadenizlilerle Adana’lıların kavgası olarak nitelendirilmiş, bilâhare bazı çevreler tarafından olay, bir sosyalistin bir mukaddesatçı genci öldürmesi şeklinde istismar edilmiştir.

Bu arada bazı çevreler tarafından <<şehit>> olarak vasıflandırılan Ruhi Kılıçkıran için Osmaniyede okutulan Mevlidin sonunda da bilinen olaylar meydana gelmiştir.

Öte yandan Çetin Altan’a mektup yazdığı bildirilen Şahin Saraçoğlu’nun olaydan önce yurtla ilişkisini kestiği, Atatürk Site Yurdu ilgililerince açıklanmıştır. İlgililer <<Şahin Saraçoğlu olayla ilgili olarak tutuklanmış, sonra serbest bırakılmıştır. Hâlen hangi yurtta kaldığını bilmiyoruz>> demişlerdir.

HÜKÛMET BİLİYORDU

Mektubu açıklayan Çetin Altan ise bu konu ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

Hükûmet de Kâzım Saraçoğlu’nun AP’li olduğunu tesbit etmiş, ancak sosyalistlere karşı bir hücum vesilesi olduğu için gerçeği açıklamamış ve susmuştur.



Bugün, 15 Şubat 1968.

HÂDİSENİN ŞAHİTLERİ KONUŞUYOR

ŞABAN KIRBOZ VE ALİ TERCÜMAN KONUŞULANLARI TEYİD ETTİLER

* ŞABAN KIRBOZ: Böyle bir iyi âile çocuğunun nasıl olup kendilerine anlattığı hâdiseyi sonradan inkâr ettiğine bir mânâ veremedi.

* ALİ TERCÜMAN:<<Hayret nasıl da inkâr edebiliyor? Gazetenize aksettirilmese ben gazetelere aksettireceğim>> derken. (Foto: Nâzım Türkoğlu)

U. Atilhan; <<Bu muhitte dinsiz bir topluluk var!...>>, <<Kur’an yırtma olayını gören sosyalist bir kız bile iğrenerek toplantıyı terketti>> diyor.

Kuvvetli deliller, güvenilir şahidlere istinad ederek haber verdiğimiz <<Kur’an yırtma olayı>> bilindiği gibi bütün hukukî ve adlî teamülleri şaşırtan garip bir seyir takip ederek birkaç defa şekil ve veçhe değiştirmiş, ilgililerin mes’uliyet ve ihmalleri göz önünde dururken, ve açıklama yapılmazken gazetemiz yüzde yüz komünist bir ülkede dahi rastlanmayacak şekilde bâzı sol gazeteler tarafından müfteri durumunda gösterilmek istenmiştir. Olayda bize ulaştırılan bilgilerin hayal mahsulü olmadığına dair canlı, namuslı beş tane şahidimiz bulunmaktadır. Sırası geldikçe bunları açıklamaya devam edeceğiz.

Olayın tek görgü şahidi Uskent Atilhan’ın, intihara teşebbüs ettikten sonra olayı ve ifadesini teyid ederek Emniyetin kendisine baskı yaptığını anlattığı iki arkadaşımızın ifadelerini ve resimlerini dün yayınlamıştık.

Müslüman halk efkârının senelerden beri olduğu gibi bugün de hâlâ nerelere götürülmek istendiğini pek iyi bilen gazetemiz bu art maksatlı gazetelere karşı hakikatleri muhterem halk efkârına arzetmeyi vazife saymaktadır. Bugün de gazetemize gelen iki şahid hâdiselerin nsıl bu kadar yüzde yüz ters aksedebildiğine şaştıklarını söylemişler, olayı kendilerine yüzbeyüz anlatan Uskent Atilhan ile yüzleşmek istemişlerdir. İki şahidin ifadeleri aşağıdadır:

ŞABAN KIRBOZ NE DİYOR?

Cevat Rifat Atilhan’ı anma merasimi münasebetiyle merhumun kitaplarını sergilemek üzere Kızıltoprakta Kent sineması arkasındaki evlerine gittik. Salih Güler, Ali Tercüman ile birlikte üç kişiydik. Anma gününden bahsettik, kitap istedik, sergileyeceğimizi söyledik. Memnun oldular. Arkadaşımız Salih Güler MTTB nin ricasını duyurmaya ve kendi arzu ve isteklerini duyurmaya gelmişti. Bütün konuşmalarımız bitmek üzereydi. Kalkacaktık, Uskent hanım bizlere hitaben <<Bu muhitte bir dinsiz topluluk var. Biraz imanı olan gençleri aralarına alıp onu da çökertmeye çalışıyorlar, türlü türlü toplantılar, çayla yapıp rezilce eğleniyorlar.>> diye başladı ve <<Size bu toplantılardan birini anlatayım, dinleyiniz>> dedi. <<Kur’an yırtma>> olayına aid bütün tafsilâtı anlattı. Bu arada gazetenize intikal etmeyen şu hususlar da vardı.

Bu grup içine girebilmek için herkesin takma isim kullandığını, kendisinin de grupta Uskent Atilhan değil de Uskent Yurdagül olarak bilindiğini, grupta bulunan İnci Deprem isimli judocu sosyalist bir kız arkadaşlarının bile, bu manzaralardan tiksinerek grupu terk ettiğini ve bir daha aralarına girmeyeceğini de anlatmıştı.

KLÜP 12 DE TOPLANIYORLAR

Aynı gün Şaban Kırboz ve Salih Güler beylerle beraber olan Ali Tercüman da Uskent Atilhan’ın ifadesini çevirmesine şaştığını söyledi ve şunları anlattı:

<<Arkadaşlarla beraber evlerinde idik. Anlattığı çirkin olaydan tüylerimiz ürpermişti. Salih Güler arkadaşımıza <<İsterseniz takma isimle sizi de götüreyim, kepazelikleri gözlerinizle görün>> demişti. Böyle muhterem bir zâtın evlâdının neden ifade değiştirdiğini ben de anlayamadım. Gerekirse yüzleşelim. Annesi de yanımızda idi. Hattâ o Cumartesi Kulüp 12 de toplanacaklarını ve birbirlerini tanımak için kollarına lâstik bağladıklarını söylemişti.

Bundan sonra arkadaşımız Salih Güler Uskent hanıma bu mes’eleyi mutlaka basına aksettireceğini söyledi, şahidlik yapacak mısınız dedi. Uskent hanım <<memnuniyetle, elbette>> yapacağını söyledi. Salih Güler <<başka şahidler de var mı?>> dedi. Uskent hanım kendisiyle birlikte 4 isim saydı. Eğer Salih Güler bu hâdiseyi gazetenize getirmeseydi, bu korkunç hâdiseyi ben gazeteye bildirecektim.>>



Bugün, Necip Fazıl Kısakürek, 15 Şubat 1968.

DİKKAT, DİKKAT

Küfür çevreleri, son zamanlarda, kanun yolundan enfes bir ilerleme kaydetmeye başlayan İslâmi davranışı kösteklemek için korkunç bir fırsat kazanmış bulunuyorlar. BUGÜN’ü Kur’ân’ın bir sefahet töreni içinde yırtıldığı şeklinde uydurma haberler vermek ve bellibaşlı bir maksat gütmekle suçluyorlar ve 31 Mart hâdisesinden, Derviş Vahdetî’den misaller getirerek, halkı kanunlara karşı ayaklanmaya tahrik etmek gibi bir itham altına çekmek istiyorlar.

Küfür çevrelerine bunca kıyak bir fırsat kazandıran hâdiseyi BUGÜN’ün değil, kendilerinin uydurması akla daha yakın olurdu. Bu da, ancak, onu bir olta yemi şeklinde mukaddesatçı bir gazeteye mal etmekle tecelli edebilirdi.

Acaba nasıl oldu?

Böyle bir tertip, bazı safdilleri, çıplak surat ve vücutları üstünde naylondan İslâmi bir nikap bulunduğu yalanına inandırabilen hasta bir kaynaktan çıkmış olabilir; veya kaynak, hâdiseyi BUGÜN’ün habercisine fısıldadıktan ve ard plânda onun mihverini teşkil ettikten sonra birdenbire ortaya çıkıp:

- Hepsi yalan ve uydurma! Benim böyle bir şeyden haberim yok!

Gibi bir role zorlanmış olabilir. Hadise, sırf, yarı deli ve entrika düşkünü bir mizacın marazî oyunu da olabilir.

Dikkat, dikkat!

Bundan 20 yıl önceki Büyük Doğularda haykırdığımız gibi, malûm küfür çevreleri, Anadolunun hücra bir köşesinde parayla tuttukları birtakım maşa tipleri <<Şeriat isteriz!>> diye bağırtabilirler ve bu noktadan faydalanıp olanca hınç ve zulümlerini İslâmî davranışa yöneltebilirler. <<Kıldan ince, kılıçtan keskince>> bu Sırat Köprüsü geçidinde bize düşen dikkat payını hesaplayınız



Cumhuriyet, İlhan Selçuk, 16 Şubat 1968.

YALAN İLE TALAN TÜRKİYEDE KOLKOLA

Bir süreden beri sözüm ona mukaddesatçı -ama gerçekte din bezirgânı- kalemler bir meseleyi durmadan işliyorlardı. İslâmı oy goygoyculuğunun keşkülü yapmak isteyen bu kalemlere bakılırsa İlâhiyat Fakültesi öğrencilerinden Ruhi Kılıçkıran adındaki genç, bir sosyalist tarafından öldürülmüştü.

– Ruhi Kılıçkıran bir sosyalist eliyle şehit edilmiştir.. diye kıyameti koparıyordu gericiler.. Sonra bu kıyamete bir ikinci kundak daha eklendi: İstanbulda Kur’anı Kerim yakılmıştı! Kadıköydeki bir apartmanda iki dinsiz delikanlı Kur’anı yırtıp yere atmışlar sonra da üstünde ter ter tepinmişlerdi. Bu namussuzluğun karşılıksız kalması mümkün mü idi? Bir yandan sosyalistler mukaddesatçıları şehit ederken ve bir yandan da Kur’anı Kerimi paçavra gibi yırtıp üstünde tepinirlerken bütün bu <<gaddarca ve hunharca hareketleri lânetlemek gazi ve şehitler diyarında>> Müslümanların başgörevi oluyordu.

Sağcı basın bu inançla alev alev alevleniyor, yayın üstüne yayın yapıyordu. <<Gaziler ve şehitler beldesi>> nin yabancılara peşkeş çekilmesi, aziz Anadolunun yabancı nüfuzu altına girmesi, Türk milletinin sömürülmesi onları ilgilendirmiyordu. Millî bağımsızlık mücadelesini zerrece umursamıyanlar, abanmışlardı bu iki olayın üstüne…

Nitekim Komünizmle Mücadele Derneği’nin öncülüğünde <<11 Şubat Vakası>> patladı. Osmaniyede <<Şehit Ruhi Kılıçkıran’ın mevlidine toplananlar, gazetelerde hepimizin okuduğu acıklı ve gülünçlü olaylara sebep oldular.

Ne var ki, olaylar büyüdüğü zaman işin içyüzü anlaşıldı. Müslüman ve mukaddesatçı olduklarını iddia eden sağcı kalem erbabı, baştan sona dek yalan söylemişlerdi millete…

1- Kadıköyde Kur’ân yakılmamıştı. Mukaddesatçıların Kalamışta verdikleri adres uydurmaydı. İddiaya göre bu olayın kahramanı Ahmet Soner adında bir vatandaştı. Kadıköy Belediyesi Tahakkuk Şubesinde çalışır, Kalamış Apartmanında otururdu. Oysa ne bu isimde bir vatandaş yaşıyordu, ne Belediye Tahakkuk Şubesinde böyle bir kişi çalışıyordu… Verilen adreste Kalamış Apartmanı diye bir bina dahi yoktu.

2- Bir sosyalist tarafından öldürülen Ruhi Kılıçkıran hikâyesi de yalanla donanmıştı. Çünkü Ruhi Kılıçkıran’ı öldüren Kâzım Saraçoğlu sosyalist değil, Adalet Partili idi; hem de kapitalist partisinin kayıtlı üyesiydi. Bu gerçek Kâzım Saraçoğlu’nun kardeşi Şahin Saraçoğlu’nun Çetin Altan’a yazdığı bir mektupla ortaya çıkmıştı (Çetin bu mektubun özetini köşesinde yayınlamıştır). Sözün kısası, eğer Ruhi Kılıçkıran <<şehit>> sayılmak gerekirse bir Adalet Partili eliyle bu mertebeye ulaşmıştı.

Bütün bu yalan, dolan ve düzen, eğer Osmaniye olayları patlak vermese ortaya çıkmayacak ve halk, mukaddesatçı Müslüman olduğunu iddia eden çevrelerin yalanlarını doğru bilip inanacaktı.

İslâma sığar mı idi yalan söylemek?

Hele şu fâni dünyada politika çıkarları için yalan söylemek Müslümanlığın ve Kur’anın neresinde yazılı idi? Hangi âyet, hangi hadis, Müslümana:

- Politika için yalan mubahtır, yalan söyle ve cemaati aldat! diye ruhsat ve yetki vermişti?

Bu konuda haftalardan beri yayın yapan mukaddesatçılar herkesin bildiği gibi iktidar partisinin kalemşorlarıdır. Herhalde Ruhi Kılıçkıran’ı öldüren Kâzım Saraçoğlunun bir sosyalist değil de AP üyesi olduğunu yetkili ve sorumlu makamlar biliyorlardı.

Niçin bu gerçeği açıklamamışlardı?

Yalan ile talan Türkiyede kolkola yürüyordu.

Bir yandan yalanlar halka sunulacak, gözler başka yönlere çekilecek, millet afyonlanacak; öte yandan talan devam edecek, millî kaynaklar sömürülücekti.

Her yanda talancılarla yalancılar tam bir işbirliğinde idiler. Vietnam savaşında bile resmî ajansından tutunuz tarafsızlık numarasına yatan gazetelere kadar her yanda yalan piyasaya sürülmekte ve Amerikanın Türkiyedeki talan ekonomisini devam ettirmek isteyenler Türk milletini aldatmaktadırlar.

Bunların Vietnam yalanlarını da Amerikada yaşayan yetkili ama namuslu çevreler tekzip etmektedirler. Amerikan Korgenerali Gavin:

<<- Ho Şi Minh’in Sovyet veya Çin kuklası olduğuna inanmıyorum. Elde ettiğimiz bilgilere göre Ho Şi Minh, bir vatansever, koyu bir milliyetçi, fakat bir komünisttir>> demiştir. Amerikan Yeni Delhi Büyükelçisi ise Vietnam Savaşına sağlam bir teşhis koyuyor:

<<- Millî kurtuluş hareketleri denen savaşları önliyemiyeceğimizi anlamamızın artık zamanı geldi>> diyor.

Namuslu Amerikalılar bizim talancı Amerikanofillerin yalanlarını ve dolanlarını tekzip ediyorlar. Komprador ve mukaddesatçı yalancıların da bir damlacık utanma duygusu olsa ne ellerine kalem alabilir, ne halkın karşısına çıkabilirler…

Ne var ki, artık hizmetlerinin lüzumlu marifeti haline gelmiştir yüzsüzlük.. ve utanç duvarını çoktan aşmışlardır.



Bugün, Necip Fazıl Kısakürek, 16 Şubat 1968.

MAHUT GAZETE

Allah kelâmını yırtma hâdisesi, küfür çevrelerinin tahrikiyle mi, kendi marazî bünyesinin teşvikiyle mi, , ml bulmuş ne olduğu belirsiz şekilde garip bir kadının ileriye atması yüzünden en haklı ve mazur tepkilere yol açarken, şimdi mahut gazete, mal bulmuş Mağribî misali, durumu istismar etmekte ve süt kardeşleri sustuğu halde küfür arenasına çıkmış, İslâma kılıç sallamakta…

Bir devirde liberal, bir devirde faşist, son devirde komünist fikirlere yataklık eden mahut gazete, yegâne sabit karakteri olarak her devirde İslâm düşmanıdır. İttihatçıların <<Merkez-i Umumî dedikleri meşhur Kırmızı Konağa konan mahut gazete, orasını kızıl bir yuva halinde İslâm düşmanlığının karargâhı yapmıştır. Önce <<Allah, Resul, Kur’an, ve Şeriat>> isimlerinden daha bunaltıcı ve lûgat kitaplarından silinmesi gereken kelimeler yoktur. İslâmın daima kanuna uygun olarak her geçen gün tezahür perdesinde kazandığı parlaklığı çekemeyen ve hıncını bağısağında betonlanmış bir madde gibi taşıyan mahut gazete, elbette son hâdiselerden faydalanacak ve bir şişe hindyağı içerek <<def’i hâcet>> tecrübesine girişecekti.

Böyle oldu!

Fakat asıl dâva mahut gazetenin fikir adına iman cephesin saçtığı pislik değil, utanmadan giriştiği sefil tahriktedir: Korkaklık ve hareketsizlikle suçlandırdığı devrim gençliğini üzerimize saldırtmak istiyor! Kanun bakımından açık bir suç olan bu tahrikin hukuk yönünü savcıya havale ederken mücerret hak ve hakikat yönü üzerinde ölçülerimizi belirtelim:

- Küfür yobazları sıfatiyle, ayaklandırmak ve yeşil çatıları yıktırmak üzere münezzeh ürk gençliği içinde küfür yeniçerisi arayanların âkibeti, kendi Kırmızı Konaklarının yerle bir edilmesinden başka bir şey olamaz! Hepiniz birden kuyruğunuzu apış aranıza sokup susunuz! Yoksa …….



Babıâlide Sabah, 16 Şubat 1968.

KILIÇKIRAN’IN KATİLİ TİP’Lİ SOLCULARDIR

İki gündür, Ankara Atatürk Talebe Yurdunda solcular tarafından şehit edilen İlâhiyat Fakültesi talebesi Ruhi Kılıçkıran hadisesi, bazı gazetelerde özellikle kimliği herkesçe iyi bilinen iki gazetede tahrif edilerek verilmiştir.

Son yaptığımız araştırmalara göre hadiseye şahit olan kimselerin beyanı aynen şöyledir:

<<Hadisenin cereyan ettiği gece İmam Şahin ismindeki halk şairi olduğu iddia edilen bir kimse yurdun kantinine gelmiş ve dine, mukaddesata hakaret edici bazı şiirler okumuştur. Bunun üzerine bazı dindar talebeler mübarek Ramazan ayı dolayısıyla böyle şeylerin yapılmamasını rica etmişlerdir.

Aşırı solcu olarak tanınan Şahin Saraloğlu, mezkûr halk şairini kendi misafiri olduğunu söyleyerek masasına oturtmuş ve manevî değerleri tahkir edici şiirleri söylemesine müsaade etmiştir. Bunun üzerine münakaşa başlamış münakaşa kavgaya dönmüştür.

Tam bu esnada Şahin Saraloğlu ile abisi kantin garsonu Kâzım Saraloğlu birlikte tabancalarını çekmişler ve ateş etmişlerdir. Kâzım Saraloğlu’nun karşısında bulunan Ruhi Kılıçkıran bir kurşun isabetiyle yaralanmış ve hastahaneye kaldırılmıştır.>>

VURAN AP’Lİ Mİ

Çetin Altan’a bir mektup yazarak gerçeği ifade ettiğini ileri süren Ankara Hukuk Fakültesi talebesi Şahin Saraloğlu fakülteye ilk girdiğinde sağcı olarak tanınan bir kimse olmakla beraber sonradan tamamen değişerek aşırı solcu olduğu ve her yerde sosyalist fikirleri savunduğu bütün arkadaşlarınca söylenmektedir. Keza ağabeyisi Musa Saraloğlu da Ardeşen AP teşkilâtına üye ise de bu yalnız kâğıt üzerindedir. Fikren ve davranış olarak kardeşi Şahin Saraloğlu’nu her zaman müdafaa etmesi ve mezkûr hadisede halk şairi olduğu iddia edilen kimsenin dine ve maneviyata hakaret edici şiirlerini tasvip ederek, tenkit edenlere tabanca ile ateş etmesi bunun en açık bir delilidir.

Hadisenin tesadüfen, kazaen olması ihtimali imkân dahilinde değildir. Çünkü hadisenin cereyan ettiği yer kapalı bir salondur. Böyle bir kapalı salonda havaya ateş etme zırvalarının ne derece gerçekle alakalı olduğu meydandadır.

Bu hususta görgü şahidi olarak görüştüğümüz İlâhiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Şakir Egeli, Site Talebe Derneği 2. Başkanı Mustafa Sarıcı, Abuzer Yıldırım <<Hadisenin müsebbibi bizzat Şahin Saraloğlu’dur. İmam Şahin ismindeki halk şairinin dini ve mukaddesatı tahkir edici şiirler söylemesi üzerine bazı dindar arkadaşlar, <<Bu ay Ramazan ayıdır, yapmayın>> deyince münakaşa başladı ve müdür muavinlerinden birinin Şahin’e <<Bu şair buradan çıksın>> demesi üzerine, <<Sen değil, devletin bile bu halk şairini buradan çıkaramaz>> diyerek, diğer arkadaşları tahrik etti ve sonra kavganın ilk yumruğunu da Şahin, Ruhi Kılıçkıran’a attı.>> şeklinde anlatmışlardır.

Zaten, Çetin Altan’ın ve diğer gazetelerin, olayın sanığı olan TİP’e kayıtlı aşırı solcu Şahin Saraloğlu’nun mektubuna isnad etmektedir. Bu şahıs mahkemece aranmaktadır. Hakkında gıyabî tevkif kararı vardır. Bu açıklamayı mahkemeye değil de Çetin Altan’a yapması, üzerinde durulması icab eden bir davranıştır.

Diğer taraftan, hâdisede hem Şahin Saraloğlu, hem de ağabeyisi Kâzım Saraloğlu tabanca çekmişlerdir. Kâzım Saraloğlu ateş ettikten sonra Ruhi’ye küfür etmiş ve <<Seni vurdum!>> demiştir ki, bu, hâdisenin kazaen olmadığının en büyük delilidir.



Babıâlide Sabah, N. Mustafa Polat, 16 Şubat 1968.

FELÂKET SAATİ YAKLAŞINCA…

Hakikaten kudurdular, çılgına döndüler, ne yapacaklarını bilemez hale geldiler. Suratları kıp-kızıl olmuş, heyecandan vücudlarının her tarafı sıtmalılar gibi titriyor, acaib sesler çıkarıyorlar. Esasen tâ Endozenya’daki yoldaşlarının temizlenmeye başladığı günden beri korkulu rüyalar görmeye başlamışlardı. Ya Türkiye’de de böyle bir şey olur, ya kızıllara karşı halk kıyam ederse ne olurdu onların hali? Biliyorlar ki tehlike yaklaşıyor; gün be-gün, saat yaklaşıyor, korkudan, dehşetten adetâ damarlarında kan çekilir gibidir. Ufak bir ses, küçük bir hareket olmayıversin, fücceten gidecekler.

*

Bakınız sosyalist yazıcılara, hep aynı havayı çalıyorlar. Osmaniye hâdiselerini dillerine doladılar, <<Kur’an yırtma hadisesi uydurmadır.>> diye manşet atıyorlar. Artık cinayetlerini örtmeye çalışıyorlar ki, kabarmakta olan millî kin karşısında kahrolmayalar. Nerdeyse düne kadar hakaretler yağdırdıkları Kitabımız için bugün medhiyeler yazacaklar. İş o raddeye gelmiştir.

Ta şu meclisteki tatlı su sosyalistine ne demeli? İlâhiyat Fakültesi talebesi Ruhi Kılınçkıran’ı bir sosyalistin şehid etmediğini, bir AP linin öldürdüğünü ileri sürecek kadar şaşırdı. Öldüren AP’li olursa sosyalistler kurtuldu demektir! Düzme vesikalarla taşçı Çetin şimdi bunun isbatı için uğraşıyor.

*

Ne kadar korkaktır, ödlektir şu ehl-i küfür, ehl-i dalâlet! Müslüman, bir toplantı ile kendini göstermeyiversin; hemen deliklerine kaçışıverir, ortalıkda görünmez olurlar. Spor ve Sergi sarayında 15 binden fazla Müslüman dinî bir toplantımı yaptı; bu onlar için düpedüz felâkettir. Zira yıllardan beri bu toprağın çocuklarını dinden, imândan uzaklaştırmaya, soğutmaya gayret sarfediyor, her şeylerini buna göre ayarlıyorlardı; lâkin bütün hesabları alt üst oldu, cemiyeti dinsiz hale getiremediler. Günden güne kuvvetlenen imân şuurunun Spor Sergi sarayındaki 15 bin kişilik tezahürü, Osmaniye’deki küçük, basit bir gösterisi, dünyayı onlara zindan etti. Hepsi de bir delikte, bir köşede avazı çıktığı kadar bağırıyorlar:

<<- Yetişin, irtica hortladı, 31 Martçılar, Derviş Vahdeti’ler dirildi, yetişin, imdaaat!>>

Kime bağırıyorlar, kimden imdat istiyorlar?

Bu memleket topyekûn Müslümandır. Üç beş parazitin, tufeylinin çığlığını kim dinler? Ve müslümanlar en tabiî, en normal haklarını kullanıyorlar, toplantılarını yapıyor, mevlîdlerini okuyor, şımarık sosyalistlere karşı da basit çok basit ihtarlarda bulunuyorlar. Acaba bundan niçin gocunuyorlar?

*

Bâzıları deliklerinde olsun rahat durmuyorlar: <<Dereler gibi kan aksa da, irticayı bastıracağız.>> diye tehditler savurmaktan kendilerini alamıyorlar?

Kimin kanı akacak, acaba düşündünüz mü?

İş o raddeye gelmeyiversin; bu memlekette kan akmaya başlarsa, <<irtica>> damgası vurulmak istenen İslâmi hareket mümessillerinin değil; kızıl kundakçıların, sosyalist şakşakçıların kanları akar. Bu memleketi Moskof sürülerinden, İngiliz, Fransız, Yunan gâvurundan kurtaran Müslüman Milletimiz, elbette ki onu üç beş satılmış Rus uşağının tasarrufuna terk etmez; mukaddesatına karşı girişilen tasallutlara ilânihâye göz yummaz.

*

Herkes ve her şey, Devlet de, Hükûmet de, polis de, jandarma da, adliye de, Müslüman Milletimin hizmetkârıdır, onun arzusu istikametinde icraatta bulunacak, ona karşı girişilmek istenen tasallutları bertaraf edecektir.

Unutmayınız: Bu memlekette Müslüman’ın hayat hakkına hürmet etmeyene hayat hakkı tanınmayacaktır.



Cumhuriyet, 16 Şubat 1968.

TÜRKEŞ: AP OYUNU ALDIĞI İNSANLARI UNUTTU

CKMP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, <<Türk köylüsü uzun yıllardan beri ihmâl ve bakımsızlık içerisindedir>> demiştir.

Türkeş, dün il merkezinde düzenlediği toplantıda, köylüyü toptan kalkındıracak tedbirlerin biran önce alınması gerektiğini ifade ederek, AP hükümetinin, oy’unu aldığı insanları unuttuğunu söylemiştir.



Bugün, 26 Şubat 1968.

TÜRKEŞ: GENÇLİK İYİ YETİŞMİYOR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş , partisinin Ankara il merkezinde gençlik teşekkülleri temsilcileri ile yaptığı sohbet toplantısında gençliğin iyi yetiştirilmediğini ileri sürmüş, yabancı rejimlerin rastgele taklit edilmemesini istemiştir.

Türkeş, Batı medeniyetinin, hakikate hürmet ve hakikati aramak olduğunu belirtmiş, şunları söylemiştir:

<<- Bugün memleketimiz yanlış bir demokrasi anlayışı ve başıbozukluğa doğru yuvarlanmaktadır. Gençlik, bakımsız ve teşkilatsızdır. Gençliğin yetiştirilmesi ihmal edilmiştir. Türk gençlerine millî ülkü gösterilmelidir. Türk milliyetçiliği şuuru, Türk milletini gerilikten, geri kalmışlıktan kurtarıp hızla yükseltecek başlıca kuvvet kaynağıdır. Rastgele yabancı rejimlerin taklitçiliği ve klişecilik, memlekete fayda yerine daima zarar vermiştir. Her fikir ve görüşün üzerinde Türk milletinin varlığının korunması ve çağdaş medeniyetin üstüne çıkarılması davası yer almalıdır.>>



Millî Hareket, Mart 1968, Sayı 20.

CKMP BİLETLERİ

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin, bir genel merkez binası almak için düzenlediği piyango bir yıl ertelenmiştir. 1969 Şubatının 12’sine ertelenen piyangonun daha önce satılan biletlerini alanlar, ellerindeki biletleri saklamalıdırlar. Piyango neticeleri gazetelerde ilân edilecektir.



Millî Hareket, Mart 1968, Sayı 20.

DOKUZ IŞIK İSTEYENLERE

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi genel başkanı sayın Alparslan Türkeş’in hazırladığı DOKUZ IŞIK kitabının genişletilmiş şekli bazı gecikmelerden dolayı bir süre daha çıkamıyacaktır. Fakat gerek okuyucularımız ve gerek CKMP teşkilâtı bu kitabın hiç olmazsa kısa olanını edinmek için müteaddit müracaatlar yapmaktadırlar.

Bu kitaplardan bir miktar elimizde bulunmaktadır. Fiatı bir lira olan Dokuz Işık’lardan en az 10 adet ödemeli isteyenlere bu kitaplar 75 kuruştan gönderilecektir. Daha az istiyenler posta pulu veya havale ile dergimize müracaat etmelidirler.

MİLLÎ HAREKET



Millî Hareket, Mart 1968, Sayı 20.

LİDER KİMDİR?

YAZAN: SÜLEYMAN SÜRMEN

Fiatı: 5 TL
İsteme Adresi: CKMP Genel Merkezi - ANKARA



Millî Hareket, Nisan 1968, Sayı 21.

CKMP GENÇLİK KOLLARI

Türkiye’nin gençlik kolları en kalabalık partisi olan CKMP, partiye kayıtlı gençleri daha iyi organize edebilmek kaygusuyla yeni bir faaliyete geçti. Genel Yönetim Kurulu üyesi Kâmil Turan’ın organize ettiği CKMP Gençlik kollarının genel başkanlığına Sadi Somuncuoğlu getirildi. Başkan yardımcılıklarına ise, Mehmet Keleş, Yılmaz Yalçıner ve Yıldıray …… getirildiler. Gençlik kollarının kuruluşundan sonra genel merkezde yapılan ilk toplantıda konuşan Kâmil Turan: <<Artık yeni bir düzen içinde çalışılacaktır. Sizlerden tam bir itaat istiyorum. Savunduğunuz dâva, Türk – İslâm medeniyetinin esas alınarak ve batı ilim ve tekniği ile de yuğurularak Müreffeh ve Kuvvetli Türkiye’yi kurma ülküsüdür. Bu dâva gençlerden feragat, fedakârlık ve çok çalışma ister.>> demiştir. Yeni Genel Başkan Sadi Somuncuoğlu ise, gençlik kollarının yeniden organize edileceğini, çok çetin şartlar içinde olduklarını, bu şartlar içinde yılmadan çalışacaklarını arkadaşlarına ve orada bulunanlarla anlattı.

CKMP’YE İLTİHAKLAR

Adana’da kuvvetli bir şekilde çalışan CKMP teşkilâtı, günden güne gelişirken bilhassa AP’den iltihaklar başlamıştır. Ana kademeden gelenlerin yanı sıra, gençlik kollarında kuvvetlenen CKMP’ye Pozantı’da, 25 AP Gençlik Kolları üyesi, partilerinden istifa ederek, katılmışlardır.

Ayrıca, Adapazarı’na bağlı Geyve ilçesinde de AP’den 150 kişi ayrılarak CKMP’ye iltihak ettiler.



Yeni İstanbul, 29 Nisan 1968.

TÜRKEŞ, İSTANBUL RUMLARINA KARŞI MİSİLLEME İSTEDİ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün Genel Merkezde bir konferans vererek Yunanistan’daki Türklerin çok ağır ve sıkıntılı şartlar içinde yaşadıklarını belirtmiş, <<Lozan antlaşması gereğince Batı Trakya Türklerinin İstanbul Rumları ile eşit bir durumda bulundurulması lâzımdır. Eğer Yunanlılar bu antlaşmayı çiğniyorlarsa Türk hükûmetinin de enerjik misilleme tedbirlerine başvurması en tabiî hakkıdır>> demiştir.

Kıbrıs konusuna da değinen Türkeş bu konunun müzakere ile hallolamıyacağını söylemiş ve tek çarenin Ada’nın tümünü veya bir kısmını ele geçirerek orada kuvvete dayanan fiilî bir durum meydana getirmek olduğunu öne sürmüştür.



Babıâlide Sabah, 7 Mayıs 1968.

TURAN VE SERDENGEÇTİ CKMP’YE İLTİHAK ETTİ

AP den ihraç edildikten sonra, yeni bir parti kuracakları rivayeti ortaya çıkan Trabzon bağımsız milletvekili Prof. Osman Turan ile Antalya milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti ani bir kararla CKMP’ye iltihak etmişlerdir.

CKMP ye geçen iki milletvekilinden sonra, halen bir partiye intisab edemiyen bağımsız milletvekillerinden bir kaçının daha mezkûr partiye girecekleri ileri sürülmüştür. Evvelce iki milletvekilinin partiye girişleri münasebetiyle şehrimizde tertip edilen imza merasimi de, Genel Başkanın meşguliyeti sebebiyle Ankara’ya alınmıştır. Merasim önümüzdeki günlerde yapılacaktır.



Yeni İstanbul, 8 Mayıs 1968.

O. YÜKSEL SERDENGEÇTİ CKMP’YE GEÇTİ.

Seçimlere 26 gün kala siyasî partilerin lider ve sözcüleri yurdun muhtelif yerlerine dağılarak yaptıkları gezilerde nabız yoklamalarına devam etmektedirler. AP’den ihraç edilen Antalya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti, Türkeş’in de hazır bulunduğu CKMP’ye kaydını yaptırmıştır.



Millî Hareket, Mayıs 1968, Sayı 22.

SERDENGEÇTİNİN KONUŞMASI

Türk Milliyetçiliği’nin 1944’ten beri gönüllü eri olan, hayatını bu yola adamış, hemen her devirde çile çekmiş mücahit, Osman Yüksel Serdengeçti, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne girdi.

AP’nin kuruluşunda ve iktidara geçişişinde büyük emeği olan Serdengeçti, bu partinin kapitalist menfaatçiler ve masonlar tarafından ele geçirilmeğe başladığını anlayınca, bu hareketi durdurmak için mücadeleye başlamış ve bu yüzden partiden atılmıştı.

Serdengeçti, CKMP’ye İstanbul İl merkezinde yapılan törenle katılmış, bu tören için Ankara’dan özel olarak gelen Alparslan Türkeş’in konuşması ve tebrikinden sonra aşağıdaki konuşmayı yapmıştır:


Muhterem arkadaşlar;

Ben öteden beri parti ve patırtılardan hoşlanmayan bir adamım. Parti denilince içimden birşey kopar, birşey parçalanır…

Ben CKM Partisini bir parti olmaktan ziyade, bir dostlar, arkadaşlar meclisi, bir iman ve fikir ocağı kabul ediyorum. Aranıza bu duygularla katılmış bulunuyorum. Hepinizi sevgi ve saygı ile selâmlarım…

Aziz arkadaşlarım;

Tarih boyunca, büyük milletimiz birçok buhranlı devirler yaşamış, bâdireler atlatmıştır. Fakat öyle sanıyorum ki, bugün içinde bulunduğumuz şartlar daha ağır, tehlikeler daha vahimdir. Eskiden, düşman karşımızda idi. Biz onu görüyor, biliyorduk. Düşman, bugün içimize girmiştir. Okullarımız, Üniversitelerimize, her türlü teşekküllerimize, hattâ aile yuvalarımıza kadar girmiştir. Demokrasi, inkılapçılık, sosyalizm kılığına bürünerek, suret-i hak’tan görünerek girmiştir. Bugün vatanımız bir uçtan bir uca, türlü tahrik ve tahrip merkezlerinin tesiri altındadır. Sağ sol, ilerici gerici, zengin fakir, sünnî alevî, Türk Kürt sloganlarıyla birlik ve beraberliğimiz parçalanmakta, perde arkasındaki kötü niyetler, şer kuvvetler, bu ayrılık ve nifakı teşvik ve tahrik etmektedirler. Milletin oyları ile iktidara gelen iktidarsız iktidarcılar, bu vaziyet karşısında şaşkın, düşkün, perişan haldedirler. AP maalesef bir iktidar partisi değildir. AP bir çoğunluk, yığın partisidir. Sandıktan çıktıkla- milleti usandırmamak bir iktidarın en önde gelen vazifesidir.

Muhterem arkadaşlarım;

Ezbere konuşmuyorum. Ben onların arasından, ben onların içinden geliyorum. Onların ne yaptıklarını biliyorum. Onlar suyu bulandırdılar, onlar milleti dolandırdılar.

Üç senedir mecliste bulunuyorum. Gördüğüm manzara kısaca şudur: Bir tarafta Süleyman beyin deynekçileri, parmakçıları… Her şeye parmak kaldıranlar, diğer tarafta mukaddesata saldıranlar.. Sol ekip: Herşeye parmak atanlar. Biri parmak kaldırıyor, bir parmak atıyor. Fakat yaranın üzerine parmak basan yok!

İşte biz, Türk milliyetçileri, bu mukaddes çatının altında toplananlar, şahadet parmağımızı bu yaranın bu yaranın üstüne basıyoruz.

Arkadaşlar, Türk milleti bir kurtarıcı bekliyor. Millet, bugün buhranlar, hüsranlar içinde çalkalanmaktadır. Biz, bu topraklar için, Malazgirt’ten bu yana kaç nesli birden harcamışız. Biz şehitler diyarı olan bu topraklar üzerinde, bu topraklar için toprağa düşenlerin çocukları perişan, bakımsız, huzursuz bir haldedir.

Başbakan istediği kadar temel atadursun, Türkiye, Türk cemiyeti, bugün temelinden sarsılmaktadır. Memlekette bir damla huzur kalmamıştır. Talebe yurtlarında bu milletin istikbalini ellerinde tutacak olan gençler, aynı toprağın çocukları birbirlerine saldırmakta, hattâ birbirlerini öldürmektedirler. Bir sürü izm’lerin peşine takılan genç insanlar fikri kurşuna, kıtale kadar götürmüşlerdir. Artık bugün iyice anlaşılmıştır ki bu memleketi inanmış, idealist, dinamik bir kadro kurtarabilir. Bu kadro CKMP kadrosudur. Bu milleti, ALLAH – Millet – Vatan yolunda yürüyenler, bu uğurda anadan, babadan, yardan, serden geçmeğe hazır olanlar kurtarabilir.

Aziz kardeşlerim, Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de <<İnanıyorsanız mutlaka üstünsünüz>> buyuruyor. Biz inanıyoruz. O’na inanıyoruz. Hiç ölmiyene, bitmeyene, tükenmeyene, ebedî olana inanıyoruz. Hertürlü ikilikten ve nifaktan uzağız. Biz, TANRI DAĞI KADAR TÜRK, HIRA DAĞI KADAR MÜSLÜMANIZ. Varlığımızın, birliğimizin esası bu iki temel üzerinden yükseliyor.

Kardeşlerim;
İktisadî kalkınma: Evet…
Hayat seviyesi: Evet…
Barajlar, garajlar: Evet…
Bunların hepsi lâzım. Fakat bize herşeyden evvel iman barajları lâzım…

Kafalarının içinde sudan başka bir şey olmayan, sudan gelme, sudan adamlar bunu anlamıyorlar. Bir ataklarını Hacı Bayram’a, bir ayaklarını Moskova’ya basarak milleti aldatmak istiyenlerin sonları hüsrandır. Bir gün gelecek aldananlar uyanacak, aldatanlar cezalarını göreceklerdir.

Aziz arkadaşlarım; Biz bu vatanı; sıra dağları, uçsuz bucaksız ovaları, engin denizleri ile yeniden taze bir heyecan tufanı ile yeniden fethedeceğiz. Yeni bir <<Basübadelmevt>> olacaktır. Bunu imanlı bağırlar, dik seciyeler, eğilmeyen başlar, bu arkadaşlar, bu arslanlar yapacaktır. Bugün onların olabilir, yarınlar bizimdir.

Hepinizi tekrar sevgi ve saygı ile selâmlarım.



Millî Hareket, Mayıs 1968, Sayı 22.

DOKUZ IŞIK İSTEYENLERE

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi genel başkanı sayın Alparslan Türkeş’in hazırladığı DOKUZ IŞIK kitabının genişletilmiş şekli bazı gecikmelerden dolayı bir süre daha çıkamıyacaktır. Fakat gerek okuyucularımız ve gerek CKMP teşkilâtı bu kitabın hiç olmazsa kısa olanını edinmek için müteaddit müracaatlar yapmaktadırlar.

Bu kitaplardan bir miktar elimizde bulunmaktadır. Fiatı bir lira olan Dokuz Işık’lardan en az 20 adet ödemeli isteyenlere bu kitaplar 75 kuruştan gönderilecektir. Daha az istiyenler posta pulu veya havale ile dergimize müracaat etmelidirler.

MİLLÎ HAREKET



Adalet, 23 Mayıs 1968.

CKMP SÖZCÜSÜ: HER ŞEYİ YIKTILAR

CKMP adına yaptığı radyo konuşmasında CHP’ne şiddetle hücum eden Antalya Milletvekili Osman Yüksel; <<Bu yurdu ne kadar batırdılarsa o kadar kurtardık, ne kadar yıktılarsa o kadar yaptık, ne kadar öldürdülerse o kadar yarattık dediler. CHP tam 27 yıl bu memlekette Tanrılar gibi konuşup Firavunlar gibi saltanat sürdü. Milletin tahammülü kalmadı.>> demiştir.



Babıâlide Sabah, 28 Mayıs 1968.

TÜRKEŞ: 27 MAYIS HAREKETİ HEDEFİNE ULAŞAMADI, İHANETE UĞRADI

Partisi adına dün Türkiye radyolarında bir konuşma yapan CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş 27 Mayıs ihtilâlinin içine niçin girdiklerini anlatmış, hareketin gayelerinden uzaklaştırıldığını söylemiş ve <<27 Mayıs hareketi hedefine ulaşmadı>> demiştir.

İHANET ETTİLER

<<Bütün hedefler 27 Mayıs’da varmak istediğimiz, plânladığımız ve başladığımız işlerdi. Yazık ki kalanlar ve onları alet eden politikacılar tarafından terk edildi. İhanet edildi. Bütün bu yarım kalan işlerden acı ve daha kötü olan şudur ki, 1919’dan beri pusuda bekleyen yeraltında yaşayan bir komünist gayret, su yüzüne çıktı. 27 Mayıs’ı siper ederek ilerliyor ve büyük demogoji ile kendine yapılan her müdahaleyi 27 Mayıs’a yapılmış göstermeye de muvaffak olmaktadırlar.>>



Yeni İstanbul, 31 Mayıs 1968.

Bugün Radyoda Kimler Konuşacak

Hasan Doğan BP 17.05-17.15
Tahsin Banguoğlu YTP 17.20-17.30
İsmet İnönü CHP 17.35-17.45
Muzaffer Özdağ CKM 19.50-20.00
Turhan Feyzioğlu GP 20.00-20.10
Çetin Altan TİP 20.20-20.30
Osman Bölükbaşı MP 20.35-20.45
Süleyman Demirel AP 20.50-21.00



Yeni İstanbul, 31 Mayıs 1968.

SEÇİME ÜÇ GÜN KALDI

TÜRKEŞ MERSİN’DE KONUŞTU: MEMLEKETİ HIZLA SANAYİLEŞTİRMEK KARARINDAYIZ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün Mersin’de konuşarak “Memleketi hızla sanayileştirmek kararındayız” demiştir. Türkeş konuşmasını şöyle tamamlamıştır: “Rüşvet, iltimas, adam kayırma, partizanlık ve benzeri yolsuzlukları bir hamlede ortadan kaldırmak iddiasındayız. Biz sür’atli bir ekonomik kalkınma istiyoruz. Türkiye’yi sanayileştirmeyi hedef almış bulunuyoruz. Öyle bir sanayileştirme ki, atom, füze ve ileri bütün araçları kendi fabrikalarında, kendi çocuklarının emeği ile, bilgisiyle yapabilecek. Bunun için her engeli devirmek ve memleketi hızla sanayileştirmek kararındayız.”



Akşam, 21 Mayıs 1968.

Bugünkü radyo konuşmaları, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu CKMP, Yaşar Kemal TİP, …



Akşam, 22 Mayıs 1968.

Bugünkü radyo konuşmaları, Osman Yüksel Serdengeçti CKMP, Yaşar Kemal TİP; …



Akşam, 23 Mayıs 1968.

Bugünkü radyo konuşmaları

Tahsin Sevinç BP
Tahsin Banguoğlu YTP
Nihat Erim CHP
Muzaffer Özdağ CKMP
Orhan Öztrak GP
Sadun Aren TİP
İbrahim Elmalı MP
Aydın Yalçın AP



Akşam, 24 Mayıs 1968.

Bugünkü radyo konuşmaları, Sadrettin Tosbi CKMP, …



Akşam, 25 Mayıs 1968.

Bugünkü radyo konuşmaları

Rahmi İnceler CKMP,
Aşık İhsani TİP, …



Akşam, 26 Mayıs 1968.

Bugünkü radyo konuşmaları

Ahmet Er CKMP
Mustafa Uyar GP
Naci Eren TİP
MP Belli değil
Ekrem Barlas AP
Haydar Özdemir BP
Ali Karahan YTP
H. Oğuz Bekata CHP



Hürriyet, 27 Mayıs 1968.

Kimler Konuşacak

Coşkun Kırca GP
Murat Koğacıoğlu TİP
Osman Bölükbaşı MP
Osman Kibar AP
Abidin Özgüner BP
İsmet Lengir YTP
Bülent Ecevit CHP
Alparslan Türkeş CKMP



Hürriyet, 28 Mayıs 1968.

Kimler Konuşacak

Şinasi Kaya TİP
Osman Bölükbaşı MP
Haldun Menteşeoğlu AP
İbrahim Karaman BP
Lebibe Karahan YTP
İsmet İnönü CHP
Rifat Baykal CKMP
Fehmi Alpaslan GP



Akşam, 29 Mayıs 1968.

Bugünkü Radyo Konuşmaları

Osman Bölükbaşı MP
İsmet Sezgin AP
Mehmet Güner MP
Alâttin Yalçın TİP
Kemal Satır CHP
Osman Yüksel Serdengeçti CKMP
T. Feyzioğlu GP
Behice Boran TİP



Akşam, 30 Mayıs 1968.

Bugünkü Radyo Konuşmaları

Seyfi Öztürk AP
Ahmet Coşkun BP
Reşat Şengüler YTP
Bülent Ecevit CHP
Mustafa Kaplan CKMP
Turhan Feyzioğlu GP
Hayrettin Abacı TİP
MP Belli değil…



Yeni İstanbul, 1 Haziran 1968.

Bugün Radyoda Kimler Konuşacak

YTP Y. Azizoğlu 15.50
CHP B. Ecevit 15.05
CKMP A. Türkeş 16.20
GP T. Feyzioğlu 16.35
TİP Nihat Sargın 16.50
MP O. Bölükbaşı 17.05
AP S. Demirel 17.20
BP Hüseyin Balan 17.35



Yeni İstanbul, 1 Haziran 1968.

AP KAZANDI CHP OYLARI ARTTI



Millî Hareket, Haziran 1968, Sayı 23.

YURTTA GEÇEN AY

MİLLİYETÇİ PARTİ CKMP

Türk milliyetçiliğini siyasî bir güç durumuna getiren CKMP bu son seçimde rey oranı artan ikinci parti idi. Birçok yerlerde seçimlere girememiş olmalarına rağmen artış bu parti için umud vericiydi. Rey oranının artması dışında bazı illerde, umumî oran düşük olmasına rağmen reyi artmıştı. Meselâ İstanbul, Çankırı ve Bolu illerinde bütün partilerin oyları 1965’e göre düşüyor CKMP’ninki ise artıyordu.

KAZANILAN BELEDİYELER

Son seçimlerde CKMP, 5 ilçede ve 6 nahiyede belediye seçimlerini kazandı. Ayrıca bağımsız olarak adaylıklarını koyan iki belediye reisi adayının da kazanmalarını sağladı.

CKMP’li adayların kazandıkları ilçeler şunlardır: Tercan, Kurşunlu, Yahyakent, Pazaryeri, Polatlı.

* * *

MİLLÎ HAREKET YÜRÜYÜŞÜ YAPILDI

Ankara Emniyet Müdürlüğünün bütün engellemelerine rağmen, Ankara’da ÜLKÜ OCAKLARI tarafından düzenlenen MİLLÎ HAREKET YÜRÜYÜŞÜ yapılmıştır.

1 Haziran Cumartesi günü Tandoğan meydanında toplanan Milliyetçi – Toplumcu yüzlerce gencin etrafı, toplum polisleri tarafından sarılmış, gençlerin bütün çabalarına rağmen yürüyüşe mani olunmuştur. Bunun üzerine Tandoğan meydanından dağıtılan gençler az bir zaman sonra Samanpazarı’nda aniden toplanmışlar ve muntazam sıralar halinde Kurtuluş meydanına doğru yürüyüşe geçmişlerdir. Polis gençlerin bu yürüyüşüne mani olamamıştır.

KAHROLSUN MASONLAR

En önde bir Türk bayrağı, arkasında üç hilâlli bir flama, daha geride Milliyetçi – Toplumcular yazılı bir döviz olduğu halde geride asker adımlarla yüzlerce genç, bu sırayı takip etmiştir. Milliyetçi – Toplumcular yazılı dövizin arkasında <<Dokuz Işık>> doktrininin 9 ana umdesi taşınmıştır. Gençler Atatürk Talebe Yurdu’nun önünden geçerken, üzerinde AP bayrağı bulunan bir tayyare gençler üzerine AP beyannamesi atmaya başlayınca, gençler <<Kahrolsun masonlar, kahrolsun siyonizm>> şeklinde bağırarak bu hareketi protesto etmişler, buna halk da katılmış, halkın yuh sesleri arasında tayyare uzaklaşmıştır.

Dikimevinde yürüyüş devam ederken yavaş yavaş yağmur yapmaya başlamış, Siyasal Bilgiler Fakültesi önünde ise doluya çevirmiştir.

Sokaklardan ve caddelerden halk kaçarken, Milliyetçi – Toplumcu gençler hiç dağılmadan muntazam adımlarla, marş söyliyerek yürüyüşlerine devam etmişler, bu halk arasında hayret ve hayranlık uyandırmıştır.

Yağmur ve dolu altında gençler Kurtuluş meydanına gelerek yürüyüşlerini bitirmişler ve dağılmışlardır.



Yeni İstanbul, Kurtul Altuğ, Partilerin İki Yüzü, 17 Haziran 1968.

TÜRKEŞ’İN PARTİSİ CKMP

BİR BAŞBUĞ NASIL YARATILIR?

“Koşan elbet varır, düşen kalkar,
Kara taştan su damla damla akar.
Birikir, sonra gümüş bir göl olur,
Arayan hakkı sonunda bulur…”

Esmer, gaga burunlu, kalın sesli, sert bakışlı adam, konuşmasını böyle bitirmişti. Takvimler 1965 yılının Ağustos ayını gösteriyordu.

Yüce Başbuğ konuşmasını bitirdiği zaman salonda bulunanları bir heyecan dalgası sardı. Salon birden karıştı ve “Yaşa Türkeş, yaşa Başbuğ, yaşa Türkeş” sesleri ayyuka çıktı.

Sonra, kongrenin başladığından beri iki hece halinde kafalara yerleştirilen, “Tüüür – keeeş, Tüüür – keeş” nidaları çınlamağa başladı.

Kongrenin yapıldığı Ankara’nın Büyük Sinemasının salonu, böylesine gümbürtü ile ilk defa karşılaşıyordu…

CKMP kongresinde, siyasî darbeyi, 27 Mayıs’ın kudretli albayı böyle hazırlamıştı. Evvelâ konuşacak, sonra alkışlanacak, sonra partiyi devir alacaktı!.

Siyasî hayata askerlikten gelmişti, daha doğrusu ihtilâlden gelmişti ve başa oynamak istiyordu..

Alpaslan Türkeş ve 14’lerin bir kısmı, sürgünden döndüklerinde, anayurttaki havayı hiç de verimli bulmadılar.

İhtilâl teşebbüsleri birbirini kovalamıştı. İsmet Paşa demokratik rejimi yaşatma çabası içindeydi. Türkeş ve kendisi gibi düşünen bazı eski MBK üyeleri başlarını sokacak bir siyasî dam aramaktaydılar. Türkeş, Rifat Baykal, Fazıl Akkoyunlu, Numan Esin, Muzaffer Özdağ, kendilerinin katılabilecekleri bir siyasî örgüt bulmakta güçlük çekiyorlardı.

AP’ye giremiyorlardı. Karşılarında ihtilâl yaptıkları eski DP’nin iktidardaki yeni temsilcileriyle, aynı çatı altında, “icra-i lûbiyat” eylemek kendileri için mümkün değildi.

CHP, Türkeş için söz konusu olamazdı. Türkeş’in yurt dışında sürgünde iken, çevresinde örülen hale “İsmet Paşa düşmanlığına” dayanmaktaydı. Zaten kudretli Albayın, “İsmet Paşa kininden” başka bir siyasî yatırım aracı yoktu ki!..

Bu nedenle, bazı arkadaşları, CHP saflarına katılırken o başka kapılarda, şansını denemeğe çalıştı.

Türkeş’in ilk hedefi, bir yeni parti kurmaktı. Ama o partinin şansının ne olacağı henüz belli değildi. Yeni bir parti yerine hazır bir partide darbe yapmak daha akıllıca bir iş olarak kabul edildi.

Nitelim, Türkeş ve arkadaşları, tantanalı törenlerle CKMP’ye katıldılar; CKMP o zamanlar, Bölükbaşı’ndan ayrılanların aldıkları parti idi. Bölükbaşı, kafası kızdığında adamları ile gidip MP’yi kurunca, geride kalanlar, Hasan Dinçer ve Öztürk’ün etrafında toplandılar. Türkeş takviyesi ile CKMP’nin hiç değilse paçayı kurtaracağı ümit ediyordu.

Alpaslan Türkeş, CKMP’ye girdikten kısa süre sonra, kafasındaki plânı uygulama alanına koydu. Kongreye kadar “herkese ağa” denilecek, kongrede bir “baskın”la partinin üzerine oturulacaktı.

Bu plânda Türkeş’e yardımcı olanları birkaç grupta toplamak mümkündür:

İLK GRUP: Türkeş’i lider kabul eden bir takım eski emekli subay takımıdır. Bunların çoğunluğunun, 27 Mayıs emeklilerinden meydana gelmesi ilginçtir. Zira “Eminsu” olayının kahramanlarından biri Türkeş’tir. Ne var ki sonradan beyanları, “kudretli albayı” Eminsu mensupları üzerinde ümid bağlanan etkili bir adam haline getirmiştir.

İKİNCİ GRUP: Genellikle, Orta Anadolu’da yaşayan muhafazakâr, milliyetçi CKMP’lilerdir. Bunlar Türkeş’in bilinmeyen bir olumlu tarafı olduğuna, Müslüman muhafazakâr – milliyetçi olduğuna inanmaktadırlar.

ÜÇÜNCÜ GRUP’ta ise, Türkeş’in, gelecek bir askerî hareketin lideri olacağına inanan ve parolaları “Tanrı Türk’ü Korusun” olan eski Turancılar yer almaktadır.

Bunların içinde cidden milliyetçi, ama kafa yapıları, dünyanın gelişen şartlarından çok geride olanlar vardır. Bunlardan biri geçenlerde yazdığım “İhtilâl Hastaları” başlıklı bir yazı sebebiyle bana aynen şu satırları yazmıştı:

“O.R.W.T. (Organization of Revulation of the World Turks” -Böyle bir teşkilât ne mene şeydir- nin yetiştirdiği bir genç olarak, size sonucunu arz etmek arzusundayım: “Tanrı Türk’ü Korusun” diyenden korkmayınız. Biz vatanî hıyanet içinde bulunmayız. Neslimizin, büyük ve kudretli Türkelinde, saadet içinde yaşayabilmesi için mücadele edeceğiz. Bu mücadele, gerekirse, bizi “ihtilâl hastası” yapacak, fakat Türk’ün, yüce idealini rayına oturtacağımıza inancımız tamdır.

Yüzyıllardan beri, ilk defa, Türk militanizmi büyük tehlike sebebiyle hortlayacaktır. Büyük harpten beri, ilk defa bir geri kalmış, sömürülen, süratle komünizme kayan bir ülkede gerçek milliyetçiler, Türkçülerle, ihtilâlci askerler bir siyasî parti içinde birleşmişlerdir. Ancak vatan haini, kapitalist, emperyalistlerle, devrim ve Atatürk düşmanı yobaz – vahdettincilerle, pusudaki ve faaliyetteki komünist Maocular ve Lenin hayranlarının gözü milliyetçilerin partisi CKMP’de, ve sloganı “Tanrı Türk’ü Korusun”dur.”

* ALPASLAN TÜRKEŞ: 27 Mayıs’ın bu “Kudretli Albay”ı sürgünden döner dönmez başına çare aradı. CHP ya da AP’ye kapılanmak söz konusu değildi. Üstelik Türkeş, rakipsiz kalmak istiyordu. Bu nedenle, talihsiz CKMP’nin başına çöreklendi. Türkeş’i destekleyenler, bu eski “Turan”cının kafasındaki niyetleri önceleri farketmediler. Nitekim Türkeş, partiyi ele geçirince, eski CKMP’liler yuvayı terkettiler. Türkeş ise yeni bir takım kurdu..

YARIN: BİR BİYOGRAFİ VE BİR ASKER



Yeni İstanbul, Kurtul Altuğ, Partilerin İki Yüzü, 18 Haziran 1968.

TÜRKEŞ KENDİNİ ÜLKENİN BEKLEDİĞİ BİR ÖNDER SANIYORDU

Bu heyecanlı içten satırların sahibi CKMP saflarında, Türkeşe bel bağlayan üçüncü grup militan CKMP lilere örnektir.

Bu satırları yazan delikanlı, CKMP militanıdır. Ve yazdığı adres doğru ise İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesinde okumaktadır.

Bunun gibi pek çok genç, Türkeşin şahsında, milliyetçilikle, militanizmin atbaşı gittiklerini sandılar ve kafalarındaki “hedef Turan” idealinin gerçekleşmesi için CKMP de birleştiler.

Birinci ve ikinciler değil ama, bu üçüncüler, yani fanatik milliyetçiler, 19 asır milliyetçilik kavramından hareket ettiler, gözlerini, kafalarının pencerelerini, batıya kapattılar ve Türkeşin peşinden gittiler, hatta onu tutup, CKMP’nin başına geçirttiler.

Oysa, Türkeşin hesabı bambaşkaydı. Türkeş, kendisini, ülkenin beklediği bir “mesih” sanmaktaydı ve 27 Mayısta kursağında kalan hevesi siyasi yoldan gerçekleştirmeği arzuluyordu.

Nitekim, Türkeş 1965 seçimleri arefesinde, birden önemli bir şahsiyet haline geliyordu. Protokola Parti Genel Başkanı olarak girdi.

BİR BİYOGRAFİ VE BİR ASKER

Alpaslan Türkeş, 1333 yılında Lefkoşe’de dünyaya geldi.. O zamanki adı Hüseyin Feyzullahtı. Sonradan adını değiştirdi ve ülkülerine uygun gidecek Alpaslan Türkeş adını, Kuleli Askeri Lisesine yazıldığı sıralarda aldı.

Garip bir rastlantı Hitler de tıpkı Türkeş gibi eski adı olan ve “komik” anlamına gelen “Schicklgruber” adını, ilerideki adımlarına ket vurur kuşkusu ile değiştirmiş ve Hitler adını almıştır.

Türkeş -Hüseyin Feyzullah- tahsil hayatını düzenli fakat silik bir şekilde tamamladı. 1938 de Harbiyeyi bitirdikten sonra çeşitli görevlerle yurt dışına gitti bu arada Amerikayı da gördü. 1957 de yurda döndü. 1958 de Elazığ’da kıta hizmetine başladı. 27 Mayıs devrimini hazırlayan subayların dikkatini o zamanlarda çekti. Komiteye alındı ve Ankaraya nakli sağlandı. Naklettiklerine göre Türkeş daha Komiteye yeni alındığı sıralarda bile, uzun vadeli; gerekirse zora dayalı bir yönetimden bahsetmiş, hatta bu nedenle Sami Küçükle arasında sert tartışmalar olmuştur. Sami Küçük aynı zamanda, Türkeş’in sınıf arkadaşı da olduğundan kendisi hakkında, fikirleri hakkında daha bilgi sahibi bulunmaktaydı ve bu nedenle sinirlenmişti.

Kudretli albay, bilinen odur ki, sert bir yönetim taraftarıydı. Ülke sorunlarını, uzun vadeli plânlarla çözmek istiyordu ve bu nedenle MMK nin ikiye bölünmesine sebep olan Ülkü ve Kültür birliği tasarısını, daha o zamanlarda kafasında besliyordu.

Hatta Mustafa Kaplanın evinde ihtilâl öncesinde yapılan bir toplantıda Sami Küçüğün;

“- İhtilâlden sonra ne yapacağız?” şeklinde sorduğu bir soruya, ateşli albay, ateşli ve uzun bir nutukla cevap vererek, uzun vadeli ve icabında zora dayanan bir programdan söz etmiştir. Bu nutuktan sonra Küçük, diğer arkadaşlarının da aynı fikirde olup olmadıklarını sormuş ve şöyle demiştir:

“- Bu söylenenler, ihtilâlden sonra diktaya gitmek demektir. Siz de aynı fikirde misiniz, eğer öyle ise ben yokum.”

Bunun üzerine “Kudretli Albay” tebdili isim ettiği gibi, tebdili fikir de ederek.

“- Hayır, asla, seçim yapılmasının aleyhinde değilim.” demiştir.

Türkeşi, bu ülkenin insanları, 27 Mayıs sabahı radyodan okuduğu tebliğle tanımışlardır. Ama bu tebliğ okuma faslı, Türkeşin emellerine yaklaşmak için kullandığı ilk basamak olmuştur. MBK idaresinin Başbakanlık Müsteşarlığı böyle elde edilmiştir ve “Kudretli Albay” sıfatı Türkeşe hazır elbise gibi böylece giydirilmiştir.

Çok kimse Türkeş ile Hitleri biribirine çok benzer bulurlar.

* CKMP’LİLER BİR MİTİNGTE: Türkeş, CKMP’yi ele geçirince, kafasındaki plânını tatbike koyuldu. Sokak gösterileri, Şahlanış mitingleri, bandolu yürüyüşler, tıpkı 1930’ların Almanyasını hatırlatıyordu. Türkeş de, adeta o yıllardan kalma bir sesi aksettiriyordu. Nitekim, çok kimsede Hitler ile Türkeş arasında benzer taraflar aramak moda oldu.

YARIN: İNANILMAZ BENZERLİKLER



Yeni İstanbul, Kurtul Altuğ, Partilerin İki Yüzü, 19 Haziran 1968.

İNANILMAZ BENZERLİKLER

Bu benzetmeleri yapanların ortaya attıkları şunlardır:

- Hem Hitler hem de Türkeş iktidara göz dikmişlerdir.

– Her ikisi de, iktidarına göz diktikleri ülkenin sınırları dışında doğmuşlardır. Hitler Avustıryada, Türkeş Kıbrısta; Milliyetçilik heyecanları bu komplekse bağlanabilir.

– Her ikisinin de, çocukluğu ve gençlik yılları nefret ettikleri başka bir ırkla yanyana geçmiştir. Hitler Viyanada yahudilerden, Türkeş Kıbrısta rumlardan nefret etmiştir.

– Her ikisi de, öğrenim yıllarında silik kişilikleri nedeniyle göze çarpmamışlardır.

– Her ikisi de, bir lider için, söyleniş bakımından son derece kötü birer ismi taşımak bahtsızlığına uğramışlardır. Hitlerin asıl adı Schicklgruber komik anlamına geliyor, Türkeşinki Hüseyin Feyzullahtır.

– Her ikisi de, gençlik yıllarında ırkçılık cereyanlarına kendilerini kaptırmışlardır. Hitler o yıllarda Pancermenist Milliyetçi Partinin ateşli bir taraftarıydı. Türkeş ise, Hitlerin son devirlerinde 1944 lerde İstanbul’da, Turancılık cereyanından tevkif edilerek aylarca hapis yatmıştır.

– Her ikisi de, politikaya, cılız, dinamizmden yoksun küçük partilerde katılmışlardır. Hitler 1919 da İşçi Partisine katıldığında, Alman İşçi Partisi, adı var kendi yok bir cılız partiydi. Türkeş’in partisi CKMP ise, ölüm halinde bir partidir.

– Her ikisi de partilerine girdikten sonra Nasyonal Sosyalist bir programı partilerine kabul ettirerek partiye hakim olmuşlardır. Bir farkla, Hitler partiye girdikten 4 yıl sonra sulta kurabilmiştir, Türkeş 4 ay sonra.

Bütün bu benzerliklerin ötesinde, her ikisinin de, yani hem Hitlerin hem de Türkeşin başka benzer tarafları daha vardır.

Her ikisi de, iktidara gelmeden önce toplum için oldukça değişik fakat tehlikeli sayılabilecek düşüncelerini açıklamak cesaretini göstermişlerdir.

Hitler, Mein Kampf ile, Türkeş Dokuz Işık ile, partilerinin kongrelerinde düşüncelerini, toplum için gerekli gördüklerini açıklamaktan çekinmemişlerdir.

DİSİPLİNLİ BİR PARTİ

CKMP Genel Merkezi, Anakarada, Yüksel Caddesi ile Konur sokağın kesiştiği noktada bulunmaktadır. İki katlı beton binanın içinde Türkeşin takımı, tıpkı askerî bir karargâhtaki gibi ciddi ciddi toplanırlar, kendilerince önemli olan konuları tartışırlar.

CKMP’LİLER BİRBİRLERİNE RÜTBELERİYLE HİTAP EDERLER

CKMP Genel Merkezinde esen havayı diğer partilerin genel merkezlerindeki havadan ayıran, bu genel merkezde bulunanların birbirlerine rütbeleriyle hitap etmeleridir. Genel Başkandan <<Albay>> diye bahsedilir. Genel Merkezdeki hâkim hava tam anlamıyla bir ast üst havasıdır. Sohbetlerde, üzerinde en çok durulan konular, Osmanlı İmparatorlarının bilinmeyen taraflarıdır. Bu arada kudretli albayın genel merkezde bulunduğu sıralarda, özellikle, Napolyon’un ve Hitler’in maceraları anlatılır. Bir başka sohbet konusu da, eski Türklerin gelenek ve adetleridir. Bazı masalarda eski Türk kahramanlarının fotoğrafları bulunmaktadır. Örneğin, Türkeşin sekreteri olarak görev yapan zatın masasında Doğu Türkistanlı kahraman Osman Baturun bir dergiden kesilmiş resmi bulunmaktadır: <<1941 den 1951’e kadar komünistlerle Altay dağlarında amansızca savaştıktan sonra esir düşen Doğu Türkistanlı kahraman Osman Baturalp İslambay>>..

CKMP Genel Merkezinde üzerinde en çok durulan bir konu da, CKMP ye Türkeş el attıktan sonra, “Irkçı” denilmesidir. Genel Merkezdekiler her vesile ile bunun aksini ifade ederler ve şöyle derler:

<<- Bize ırkçı, kafatasçı, milliyetçi diyorlar. Ne ilgisi var bunların. Biz Dokuz Işık adlı broşürümüzde ve programımızda ırkçılığa, milliyetçiliğe ve kafatasçılığa karşı olduğumuzu açıkça belirtmişiz.

Şurası muhakkak ki, soyunu inkâr eden tek millet biziz.>>

* CKMP KONGRESİNDEN BİR SAHNE: Türkeş, eski CKMP’yi Nasyonal Sosyalist bir parti yapmak için bu kongrede harekete geçti. Türkeş’in 9 Işık broşürü tıpkı Hitler’in Mein Kampf’ı gibi elden ele dolaştı ve Ankara’daki Büyük Sinema salonu “Yaşa Tüür – Keeeş” sesleri ile çınladı. Talihsiz CKMP’nin talihsiz yöneticileri partiyi bu heyecan havası içinde “Beg”lere bıraktılar.

YARIN: BİR PARTİNİN HİKÂYESİ



Yeni İstanbul, Kurtul Altuğ, Partilerin İki Yüzü, 21 Haziran 1968.

BİR PARTİNİN HİKÂYESİ

CKMP <<Kudretli Albay>> Türkeş’in eline geçmezden önce de talihsiz parti olduğunu her fırsatta belli etti. CKMP aslında 18 yıllık bir maziye sahiptir ama, sahip değiştirmesi o kadar çok olmuştur ki, her yeni CKMP bir başka eğilim göstermiş, bu nedenle de CKMP <<keçiboynuzu parti>> olmaktan bit türlü kendisini kurtaramamıştır.

CKMP, DP den ayrılanların kurdukları bir partidir. O zamanlar adı MP idi ve Osman Bölükbaşının etiketini taşıyordu. MP bir süre sonra, dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle kapatıldı. Ama o zamanlar MP deyince akla Bölükbaşı geldiğinden, MP nin kapatılması büyük etki yapmadı. Bölükbaşı vardı ve bir başka parti kurup seçmen karşısına mutlaka çıkardı. Nitekim öyle oldu. Bir süre sonra -DP’nin en azgın devrinde- CMP olarak tekrar siyaset sahnesine çıkmıştır. Ne var ki, bu yeni parti de birden gericilerin kümelendiği parti sıfatını alıverdi. CMP o sırada, CHP ile işbirliği haline girmekte fayda görerek güçlenmek istedi. Kalktı, o zaman adı var sanı yok bir başka parti ile Köylü Partisi ile birleşerek CKMP adını aldı. Bölükbaşı’nın CKMP’de değişmez Genel Başkan sıfatını kimseye bırakmaması sonucu, bu parti içinde de bir süre sonra anlaşmazlıklar başgöstermeye başladı. Anlaşmazlık kısa zamanda büyüdü ve Bölükbaşı ile arkadaşlarının partiden ayrılmaları ile sonuçlandı. Ancak o sırada CKMP iktidar ortağı bulunuyordu ve zaten yaşamasına devamını da bu ortaklık sağladı.

27 Mayıs’ın kudretli albayı, CKMP’ye işte bu kriz anında el atmıştır. Türkeş’e kapıları, aslında, CKMP’nin kurucuları ardına kadar açtılar. Onlarca, Türkeş demek, taze kan demekti. Hele Genel Başkan Ahmet Oğuz’un fevri bir hareketle, hırsa kapılıp istifayı basması Türkeş’in ekmeğine yağ sürdü. Türkeş, önce, Ahmet Oğuz’un istifasiyle başlayan iç krizden istifade ederek Genel Yönetim Kurulunda çoğunluğu elde etti. Sonra, süratle kongreye gidilmesini ısrarla istemeye başladı. Eski CKMP’lilerin akılları o zaman başlarına geldi ama, artık iş işten geçmiş, Türkeş ağlarını örmüştü. Türkeş, bundan sonra tüm teşkilâtı dolaştı ve kendini Genel Başkan olarak CKMP’lilere alıştırdı.

Kongrede de CKMP bir “Beg”ler karargâhı haline geldi.

“BEG”LER KARARGÂHI

CKMP bugünkü şekil ve karakteri ile, diğer partilerden çok farklı bir parti manzarası göstermektedir. Türkeş’in çevresinde hep eski asker arkadaşları yer almışlardır. CKMP’nin 2 numaralı adamı şimdi 27 Mayıs’ın”Harika Çocuğu” Muzaffer Özdağ’dır.

Özdağ, cidden incelemeye değer bir insandır.

CKMP’NİN HARİKA ÇOCUĞU M. ÖZDAĞ’DIR

Muzaffer Özdağ 27 Mayıs ihtilâli olduğunda Kurmay Yüzbaşı idi. Hep sivri, hep garip fikirleri savunduğu için, önce basında sonra aydınlar arasında garipsendi. Özdağ, hâlâ hafızalarda taze kalan “Babıali’den geçeceğiz, Üniversiteyi dümdüz edeceğiz” diyen askerdir. Ne var ki, Özdağ’ın hayalleri gerçekleşmemiş ve Babıâli, kendilerini dümdüz edivermiştir ki, Özdağla aynı grupta bulunan Orhan Erkanlı, İstanbul’da liste sürükleyerek CHP’den Milletvekili seçilirken, Özdağ bu gafı unutulmadığı için koltuk değneği ile Meclise girebilmiştir.

RAKAMLARIN GÖSTERDİĞİ

İşte bu CKMP 1968 ara seçimlerine büyük iddialarla girdi. Radyolarda konuşan sözcüleri, sanki iktidara hemen geliyorlarmış gibi bir eda ile konuştular, açıklamaya mezun olmadıkları bir takım eski defterleri karıştırarak oy avcılığı yaptılar. Türkeş, o kalın, o monoton sesiyle radyolardan “Tanrı Türk’ü Korusun” dedi, durdu ama, ne yazık ki seçmen palavralara kulak asmadı ve Türkeş’i korumadı. Türkeş’in partisi, kendileri için önem taşıyan 1968 seçimlerinde silindi gitti. Oysa çalışmalarını daha çok kapalı odalara inhisar ettiren Türkeş, yaygın bir milliyetçi eğilimin ve o eğilime bağlı militanların CKMP’ye oy sağlayacaklarını ümit ediyordu.

* CKMP içinde kurulan askerî disiplin dış gezilerde de geçerlidir ve CKMP’liler Türkeş’in arkasında yer alırlar.

YARIN: İŞİN ASIL HAZİN TARAFI



Yeni İstanbul, Kurtul Altuğ, Partilerin İki Yüzü, 22 Haziran 1968.

CKMP’YE GÖNÜL VERENLER ŞİMDİ HÜSRAN İÇİNDELER

Türkeş’e bu umudu veren, AP’nin de burnunu soktuğu “Şahlanış” mitinglerinde, CKMP sempatizanı “ırkçı” gençlerin faal “iş” yapmaları, hattâ kongre basmaları, adam dövmeleriydi. Bu, Türkeş’e muhtemel bir hareket için cesaret verdi.

Ne hazindir ki, umudlar boşa gitti ve Türkeş’in hesapları tıpkı Hitlerin hesapları gibi yanlış çıktı. Bir farkla ki, Hitler uzun yıllar iktidara yaklaşan yolda başarıdan başarıya koşmuştu. Türkeş ilk raundda hükmen mağlûp oldu.

1968 seçimlerinde kullanılan 3 milyon 596 bin 594 oydan CKMP’nin payına düşen sadece 65 bin 934 oydur. Bu seçime katılan bağımsızların aldıkları oy sayısı ise 61 bin 387 dir. Yani bağımsızlar, bir parti haline gelseler Türkeş’in CKMP’sinden daha çok oy toplayacaklardı. CKMP’nin bu seçimlerde aldığı oyların katılma oranına yüzdesi de devede kulak mesabesindedir. CKMP % 1,98 oy alabilmiştir.

Şimdi, CKMP Genel Merkezinde büyük bir sessizlik hüküm sürmektedir. CKMP’nin demokratik seçim tarzı ile iktidara gelemeyeceği aşikârdır.

İşin asıl hazin tarafı şudur:

CKMP’ye gönül vermiş, Türkeş’ten çok şeyler beklemiş bir Milliyetçi kanat, şimdi elleri böğründe sızlanıp durmaktadır. Bunlar, güvendikleri dağlara yağan karların soğukluğunu hissetmekte ve inandıklarının gerçekte pek öyle “ahım şahım” şeyler olmadığını elle tutulur şekilde görmektedirler.

CKMP’li gençlerin iyiniyetleri, yüreklerindeki temiz milliyetçilik hisleri Türkeş tarafından bir güzel sömürülmüş ama sonuç alınamamıştır. “Tanrı Türk’ü elbette koruyacaktır” ama seçmen CKMP’yi korumak istememektedir.

Zorla güzellik olmaz ki?



Yeni İstanbul, Kurtul Altuğ, Akisler, 30 Haziran 1968.

OKUYUCU MEKTUPLARI ÜZERİNE…

Zaman zaman mektuplar alıyoruz. Bu mektupların bir kısmında sövgüye, bir kısmında da övgüye büyük yer ayrılıyor. Bu tür mektupların yazar üzerindeki tepkisi hissidir. Okunulur, ya gülünür geçilir, ya da duygulanılır...

Başka bir çeşit mektup var ki, ister istemez üzerinde durulmağa, hatta yazmağa değiyor. Bu tip mektuplar, okuyucuların, ülke sorunları üzerinde kafa patlattıklarını gösteriyor. Ayrı şekilde de düşünsek, bu toplum içinde birbirimizin inanışlarına saygı duymağa, fikre fikir ile karşılık vermeğe zorunluyuz.

Bugünlerde aldığımız mektuplardan çoğunluğunu, bu gazetede yayınlanan <<Partilerin İki Yüzü>> yazısı ve o yazının özellikle CKMP ye ayrılan bölümü teşkil ediyor. Okuyucularımızın CKMP li olanları, bizi tarafsızlıkla suçluyorlar. Türkeş ile Hitler arasındaki benzerliğin yazılmış olmasını yadırgıyorlar ve bizi kınıyorlar.

Kendilerine hak vermemek mümkün değil. Nihayet, bu okuyucularımız CKMP sempatizanlarıdır ve <<güvendikleri dağlara kar yağdığını>> görmenin tedirginliği içindedirler. Ama ne çare ki, gerçekleri, benzeyişleri örtmeğe imkân yok..

Türkeşin partisi olmazdan önce, CKMP hayli taraftarı olan muhafazakâr demokratik yolu seçmiş bir parti idi. Şimdi görünüyor ki, CKMP bir takım heveslerin at oynattığı bir siyasî örgüt halini alıyor.

47 gündür, <<Partilerin İki Yüzü>> adlı yazı serisinde, siyasî partilerin <<İki Yüzünü>> mümkün olan nispette olaylar zikrederek, tanık göstererek ve objektif olmaya gayret sarfederek anlatıyoruz. Anlatıyoruz ki, politika ile ilgisi, seçimden seçime sandık başına gitmekten ibaret olan ama, partilerden çok şeyler bekleyen, güvendikleri partilerin yönetici kadrolarını kendilerine göre kişiliklere bürüyen amatör particiler ve hırslı militanlar gerçekten anlasınlar ve ona göre davransınlar. Siyasî partilerimizin yapısının, bir parça rejimin yapısı ile ilgili olduğu hesaba alınırsa, değer yargılarının da önemi büyür.

Ama gelin görün ki, bazı genç okuyucularımızı ikna etmeğe imkân yoktur. Zira onlar, bir saplantı içindedirler ve gerçekleri görmezden gelerek, bizim tarafsızlığımızın tartışmasını yapmaktadırlar.

Bilinmesi gerekir ki, tarafsızlık bizim ülkemizde <<ne kokar ne bulaşır>> cinsinden nitelenmekte ve arzuları tiplere, hazır elbise gibi giydirilmektedir. Oysa, her devrimcinin bir <<tarafı>> olduğu gibi, her yazarın da bir <<tarafı>> vardır.

İşte, tarafsızlığı bu biçimde niteleyen ve CKMP yi bu açıdan değerlendirecek, tanımını yapan bir genç okuyucumuz, İzmir İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi öğrencilerinden, Faruk Işık’ın mektubundan bir kaç satır:

<<İşte Türkeş bunun için milliyetçi gençliğin lideridir. Artık millî hareket rayına oturmuş ve liderini bulmuştur. Yalnız eksik olan taraf bu harekete atılanların <<siyaset politikası>> nı bilmemeleridir. Bu eksiklik ise, bir kaç senede halledilecek bir mevzudur. İster demokratik yoldan ister antidemokratik yoldan olsun Türkiye meselelerini on beş yirmi sene gibi bir zamanda halletmek mecburiyetinde olan bir ülkedir.>>

Uzun mektubun ana fikrini, bize öyle geliyor ki, bu satırlar teşkil ediyor. Okuyucumuzla bir olduğumuz taraflar var, ayrı kalacağımız taraflar var. Okuyucumuz işte bu noktada yanılıyor. Bu nedenle okuyucumuza göre biz <<tarafsız>> değiliz.

Bir kere biz de ülkemizin sorunlarının çözüm yolu beklediğini elimizden geldiği kadar yazıyoruz. Biz de, halkı aldatıp iktidar koltuğuna oturanlardan, en az kıymetli genç Faruk Işık kadar dertliyiz. Ama biz inanıyoruz ki, bu ülkenin sorunlarını, giderek gelişen bilinçli bir kadro, demokratik yoldan halledecektir. Sorunlarımızı 1930 Almanyasında uygulanan ve koca bir ülkenin felâketine sebep olan taşlı, sopalı baskınlar yoluyla değil, halkımızı bilinçlendirerek, sandıklardan çıkacak oylarla halletmeyi kaçınılmaz, terkedilmez yol olarak kabul ediyoruz. İşte CKMP’li gençle ve de onun ulu başbuğu ile ayrıldığımız taraf burasıdır. O Milliyetçi lider ki, 1960 ihtilâlinin hemen akabinde, bir başka gazeteci ile kendisini ziyarete giden bu satırların yazarına, o zamanki Başbakanlık Müsteşarlığı makamından, tıpkı bu genç gibi, fikir söylemiştir. Türkeş de, o zaman ülkenin sorunlarının gerekirse <<kırbaç>> kullanılarak üstesinden gelineceğini söylüyordu? Ama bu mümkün olmadı ve bir gün kendisini yurt dışında buldu.

Gelelim okuyucumun iddia ettiği <<Milliyetçi Partinin rayına oturduğu>> meselesine…

2 Haziran 1968 de, ülkemizde bir seçim yapılmıştır. Bu seçim siyasî örgütler açısından büyük önem taşımaktadır. AP oy kaybetmiş, CHP iç çekişmeler ve GP handikapına rağmen hiç değilse durumunu korumuş, TİP küçük ölçüde bir ilerleme kaydetmiş, MP durumunu korumuş, GP sürpriz yapmıştır. Peki, ya Milliyetçi hareketin öncüsü olduğu iddia edilen CKMP’nin halk indindeki itibarı ne âlemdedir? Bunu rakamlardan anlamak mümkündür. CKMP; katılmış olduğu 1968 Cumhuriyet Senatosu seçimlerinde, seçime katılan, oy kullanan, 3 milyon 596 bin 594 seçmenden ancak 65 bin 934 oy alabilmiştir. Aynı seçime katılan bağımsız adayların topladığı oy ise, 61 bin 387 dir. CKMP nin oy oranı ise % 1,98 dir. Yani CKMP büyük iddialarına karşılık ancak bağımsızlarla yarışmıştır.

Güçlü örgüt CKMP milletin ancak bu kadarının ilgisini çekebilmiştir.

CKMP li olmak, bağlı olmak, ülkenin sorunlarını gerekirse antidemokratik yoldan çözümlemeğe kararlı bulunmak gözleri gerçeklere bu derece kapayabilir mi?



Millî Hareket, Temmuz 1968, Sayı 24.

YENİ İSTANBUL’DA REZALET

Bir süre AP’nin maşalığını yaptıktan sonra milliyetçilere sokulan ve bu yönde yayın yapan, daha sonra Türkiye’deki mason şebekesinin üyelerini açıklayan Yeni İstanbul gazetesi, sahibinin [Kemal Uzan] karakterine uyarak zikzaklar çizmekte devam ediyor. Mason isimleri açıklarken büyük menfaatler sonucu bu yayını kesen ve kadrosundakileri kadro harici bırakan Yeni İstanbul, kadrosuna mezhep ticareti yapan bir kadroyu almıştı. Buna paralel olarak solcularla da işbirliğine girişen bu gazete patronu, kapanan Akis dergisi kadrosunu gazetesine aldı. Kısa bir süre içinde sağdan sola çark eden gazetenin hemen bütün okuyucusu dağılmıştı. Bunu önlemek istiyen gazete, sansasyon haber ve röportajlar yayınlama yolunu seçti.

BİR GARİP ADAM

Batan Akis dergisinin yayın müdürü olan Kurtul Altuğ adlı bir adam, gazetenin bu tutumuna paralel bir yol izliyerek ve seçimlerin yaklaşmasını fırsat sayarak, partileri eleştiren bir yazı serisine başladı. Bu arada dikkati çeken husus CHP’den başka bütün partileri çeşitli yönlerden tenkit etmesiydi. Bu arada CKMP ye ve onun önderine de çirkin benzetmelerde bulunuyordu.

Altuğ’un CKMP’ye saldırması milliyetçi gençleri harekete geçirdi. Telefon ve mektuplarla bu davranışının nedenini soruyorlar, cevap istiyorlardı. Altuğ bunlara birkaç kere cevap vermek istedi. Fakat bunlar okuyanları tatmin etmekten uzak şeylerdi. Bir ara kendisinin ölümle ve dayakla tehdit edildiği şeklinde yayın yaptıysa da bu pek ciddiye alınmadı. Çünkü birini dövecek adamın daha önce haber verdiği sadece filmlerde görülen bir saçmalıktı. Aşağıda, Kurtul Altuğ’a bir üniversite öğrencisinin gönderdiği mektubu yayınlıyoruz:

Sayın Kurtul Altuğ,

Sizi bir mektupla da olsa rahatsız etmeyi istemezdim. Fakat çalışmakta olduğunuz Yeni İstanbul gazetesinde yayınlanan bir seri yazınız beni buna mecbur etti.

Yazınız malûm olduğu üzere siyasî partileri eleştiren bir yazı serisi olmaktan çok diğer partileri kötüleyen sadece kendi eylemini aksettiren bir hava taşımaktadır. Ben şahsen Akis dergisi yazı işleri müdürlüğü yapmış bir kimseden bunu beklemiyordum. Çünkü Akis dergisi gibi bir siyasî dergi müdürü yazılarını objektif ölçülerin dışında tutmazdı ve tutmamalıydı. Her neyse biz tenkite konu olan bahislere geçelim.

Yazı serinizde mensubu bulunduğumuz CKMP ve onun Genel Başkanı sayın Türkeş hakkında bir çok yakıştırmalarda bulunuyorsunuz. Türkeş’i Hitler ile mukayese ediyorsunuz. Herşeyden evvel şu bir gerçektir ki, liderleri zorunluklar yaratır. Memleketimizin içinde bulunduğu iktisadî, siyasî ve sosyal buhran mutlaka bir lideri yaratacaktır. Bizler de iktisadî dengesizliğin acılarını hissediyoruz. Bir yandan emperyalist kuvvetlerin yurdumuz üzerindeki ekonomik ve kültürel baskıları, öte yandan aydın denilen zümrenin yurt gerçeklerine ihaneti, içinde bulunduğumuz çıkmazın yurt sathındaki yaygınlığını daha da arttırmaktadır. Bir yandan siyaset bezirganlarının türlü delaveraları, öte yandan cahil bırakılmış Türk halkının meselelerini görememe durumu çıkmazların çözümlenememelerinin amili olmaktadır.

Bütün bu sebeplerin neticesi olarak Türk milleti kurtuluşunu ancak bir liderin eline bırakmaktadır. Siyasî hayatımızda denenmiş ve her meseleyi yüzüne gözüne bulaştırmış bir İnönü ise yaraların merhemi olma durumunda değildir. Türk halkına yeni bir hareket, yeni bir ses ve yeni bir metod icabetmektedir. Bu durum mutlaka gerçekleşmeye muhtaç bir sosyal problemdir.

İşte Türkeş bunun için milliyetçi gençliğin lideridir. Artık millî hareket rayına oturmuş ve liderini bulmuştur. Yalnız eksik olduğu taraf bu harekete atılanların <<Siyaset Politika>> sını bilmemeleridir. Bu eksiklik ise birkaç senede halledilecek bir mevzudur. İster demokratik yoldan olsun, ister antidemokratik yoldan olsun Türkiye, meselelerini onbeş yirmi sene gibi bir zamanda halletmek mecburiyetinde olan bir ülkedir.

CKMP Türk siyasî hayatında yerini bulmuştur. Diğer partilerin seçime katıldıkları vilâyetlerden on üçünde seçime katılamayan partinin oyları elbette arzu edilen neticelerden uzak sonuçlar doğurur. Türkiye’nin dertleri halledilmek bir yana, gün geçtikçe artan bir grafik gösteren durumdadır. Hiçbir siyasî düşünce bunun tedavisine gitmemekte, aksine yaraların kangren olmasına sebep olmaktadır. Hangi siyasî düşünce yurt gerçeklerine dönük gözüküyor. Fakir ve muhafazakar zümrenin oylarıyla iktidara gelen AP fakirin yanında olacağına memleket düşmanı, kafası ve gönlü başka memleketlerde çarpan nüfus cüzdanı vatandaşı, bir avuç azınlığın yanında gözükmektedir. Senelerin denenmiş CHP’si ise <<Ortanın Solu>> sloganı gibi, bir çok kimsenin anlıyamadığı ekonomik gerçeklerle bağdaşmıyan programı ise meselelerin çaresi olmaktan uzaktır. Zaten bu partinin seneler evvelki icraatları halkın tepkisi ile karşılaştığı için milletimizin karşısında AP gibi bir ucubeyi çıkarmıştır. TİP’e gelince gülü tarife ne gerek. Memleket menfaatlerini parti menfaatine değişen bu zihniyetten ne beklenebilir? Partisinin oylarını çoğaltmak için <<Doğu>> mitingleri tertipleyen, doğudaki vatandaşlarımızın meselelerini istismar ederek onların Türkiye’den kopması için faaliyetler düzenliyen sözde nasırlı ellerden yana olduğunu söylediği halde, tatbikte pamuk elleri meclise sokan bir siyasî ihanet şebekesinden herhalde medet ummak safdillik olur. İşte bu gerçeklerin mevcudiyetinden CKMP ve Türkeş. Bütün bunlarla beraber, bu görüş sadece Üniversite talebesi bir gencin görüşleri. Belki yanılabilirim. Fakat Türk siyasî hayatında bir dergi yazı işleri müdürününki kadar sert ve katı değil. Daha ne diyelim ki gün ola harman ola…

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN

İzmir, İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi son sınıf öğrencilerinden
Faruk IŞIK
No. 8228

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 113,85 M - Bugn : 28542

ulkucudunya@ulkucudunya.com