« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

07 Eki

2024

KOMANDOLAR (37)

07 Ekim 2024

BEYAZIT KULESİNE KIZIL BAYRAK ASILDI

“ORTADOĞU” TAMAMEN İŞGAL EDİLDİ, REKTÖRÜN KOLTUĞUNDA ÖĞRENCİLER OTURUYOR

KOMANDO KAMPLARI AÇILIYOR, BOZKURTLAR DİRİLİYOR

ÖZARDA: KOMANDO KAMPLARI, DÜPEDÜZ VATANA İHANETTİR

TAŞER: KOMANDOLAR TÜRK MİLLETİNİ YABANCI AJANLARA ÇİĞNETMEYECEK

MHP’Lİ KOMANDOLAR NAZİ’LERİ DÖVDÜ

BAYKAL: MHP’DE ATATÜRK DÜŞMANLARI VAR!

TÜRKEŞ: LÂİKLİK , DİNDARA VE İSLÂMİYETE HAKARET ETMEK DEĞİLDİR!..

BEŞ VAKİT NAMAZ ESASINA GÖRE KAMP EĞİTİMİ

TÜRKEŞ DEMİREL’E, “GELİN SİZİ BİZİM PARTİYE KAYDEDELİM” DEDİ

TÜRKEŞ’İN KIZKARDEŞİ DERVİŞE KOÇOĞLU: KADINLAR ARASINDA DA KOMANDO YETİŞTİRMEK LÂZIMDIR

KOMANDOLARDAN SONRA “DİŞİ BOZKURTLAR ORTAYA ÇIKTI”

BAYAN TÜRKEŞ DE KOMANDO OLUYOR



Günaydın, 11 - 16 Şubat 1969.

BİR KOMANDONUN İFŞAATI

BUGÜN 5. SAYFAMIZDA BAŞLADIK

Röportaj ve Fotoğraflar: Ergin Konuksever

Yaptıkları hareketlerle günlerden beri ortalığı birbirine katan Türkiye’nin düzenini değiştirmeye uğraşan CKMP’li BOZKURT “Komando”lardan bir tanesini nihayet konuşturabilmiştim.


1

YÜCE BAŞBUĞUMUZ TÜRKEŞ’İN EMİRLERİNİ UYGULAMAYA ÇALIŞIYORUZ

Zayıf ve çelimsiz yüzünün üst dudağından sarkan “Moğol” tipi bıyıklarını itina ile düzeltmişti.

“Biz günümüzün şartları içinde Türkiye’ye yeni bir düzen getirmek için Yüce Başbuğumuz Türkeş’in emirlerini uygulamaya uğraşıyoruz” diyerek sözlerine başladı.

Sonra da “Ama bu konuştuklarımız aramızda kalmalı sonra beni aralarında yaşatmazlar. Ben artık onların bir parçası oldum, onların arzularının dışında bir hareket yapmam düşünülmez.” diyordu.

CKMP yöneticilerinin “Bozkurt” kamu oyunun ise Komando adını verdiği genç partili içinde yaşadığı olayları titreyen sesi ile şöyle anlatıyordu. Oysaki günümüzün düşüncesi içinde Komando kelimesinin anlamı bambaşkaydı. Asker düşüncesi içinde üç komando bir alaya bedel demekti.

Başbuğları Türkeş’in emirlerine göre hareket eden üniversiteli komando ise içinde yaşadığı olayları birbirinin ardına şöyle itiraf ediyordu:

“Memleketimden okumak için Ankara’ya gelmiştim… Büyük şehirin havasının yanında parasızlık da kısa zamanda yakama yapıştı. Çok sıkıntılı günler geçirdim. İşte parasızlıktan çok bunaldığım günlerin birinde Fakülteden tanıdığım arkadaşım Erdoğan yanıma gelerek Cengiz rahata kavuşmak istiyorsan gel seni bizim Komando kampına götüreyim.. Orada hem karnını doyuracak hem de yatacak bir yer bulacaksın dedi. Onların hareketlerini de beğeniyordum ister istemez kabul ettim. “ Ankarada binbir güçlükle kendisiyle konuşma imkânı bulduğum CKMP’li gencin bu şekilde konuşması beni oldukça şaşırtmıştı.

Merakla “Peki sonra ne oldu kampa gittin mi, orada neler yaptınız?” diye sordum. Yüce Başbuğ Türkeş’in aracıları ile verdiği emirleri yerine getiren genç üniversiteli nasıl komando olduğunu bu uğurda geçtiği kademeleri şöyle anlatmaya başladı. “CKMP’nin eski ihtilalcilerden Dündar Taşer’in yönettiği kampta kalmaya başladım. Sabahın ilk ışıkları ile birlikte çalınan Mehter Marşı bizi namaza çağırıyordu. Yıkandıktan sonra namaza duruyor ve daha sonra kendimizi ilerdeki günlerde vereceğimiz büyük kavgalara hazırlıyorduk.

Bu kampları CKMP’nin yardımları sayesinde yaşatıyorduk, ama on kişilik çadırlarda yirmi kişiyle geçirdiğimiz geceler bizim için çok zor oluyordu. Yataklarımız yoktu. Otlar üzerinde yatıyor gece ayazında battaniyelerimizi ortaklaşa kullanarak sabahı güç belâ buluyorduk. Sonra iki saat süren yorucu bir beden eğitimi çalışması yaparak yakın döğüş kurallarını bizden tecrübeli arkadaşlarımızdan daha doğrusu fikirleri dolayısıyla Türk Ordusu saflarından ayrılarak Başbuğumuz Türkeş’in fikirleri yanında yer alan genç subaylardan öğreniyorduk. Öğle, ikindi ve akşam ve ezan vakitlerinin hiç birini kaçırmayarak çeşitli sosyal konular üzerinde de ders yapıyor, arazide saatlerce devam eden uzun gece ve gündüz yürüyüşlerine çıkıyorduk.”

Karşılıklı bir an sustuktan sonra,

- “Peki bütün bunlar bir insanın komando olması için yeterli midir? Her önüne geleni içine alır mısınız? diye sormaktan kendimi alamadım.

Genç Komando bu soruma şu cevabı veriyordu.

“Elbetteki her bize yakın görünen insanı içimize alamayız. Bir insanın gerçek bir Bozkurt olabilmesi için bir çok sınavlardan geçmesi gerekir. Her komandonun bu noktaya gelebilmesi için bir çok sorumlukların altından kalkması gerekir. İnsanlar idealleri için en güç şartlar altında yaşamayı öğrenmelidirler… İşte yazın kurduğumuz kamplarda “Üç komando bir alaya bedeldir.” sözünü kendimize hedef olarak kabul etmiştik. Gerçek bir Ergenekon Aslanı olmak için bir kaç tecrübeden geçtik… Bunlar da öğrenci kavgalarında gösterdiğimiz başarılar ve bize verilen bazı ödevleri tam olarak yerine getirmemiz sonunda oluyordu.”

YARIN: GEÇİRDİĞİMİZ İMTİHANLAR


2

SOPALAR ELİMİZDE İNTİKAM GÜNÜNÜ HIRSLA BEKLİYORUZ

Orta Asya’nın büyük Türk Kahramanı KÜRŞAD’ın adını verdiğimiz kumandanlar kurduğumuz mangalara kumanda eder.

Komando olmak, komünistlere karşı savaşmak için kendi aralarında bir çok usüller ve parolalar kullanan “Bozkurtlar” bütün işlerini de gizli şifre ile görmeye başlamışlardır.

Bunları da geçirdikleri çeşitli sınavlardan sonra öğrenmişlerdi. Okulları ellerindeki yontulmuş odunlardan ve biraz da yöneticilerin desteklerinden faydalanarak basan ERGENEKON ASLAN’larının içinden gelen genç, kullandıkları parolaları ve geçirdiği sınavları şöyle ifşa ediyordu:

Komando olmak kolay değildir.

“Kolay değildir komando olmak. Zaten biz komando falan değiliz. Bunu bize gazeteciler yakıştırdı. Biz de sevdik ve kabullendik… Oysa biz ilk teşkilâtımızı kurarken orta Asya’daki Anayurdu terk ederek göç eden Atalarımızdan kuvvet alarak kendimize Bozkurt adını vermiştik. Dikkat ederseniz Başbuğ Türkeş de bize hiç bir zaman Komando demedi ve her zaman Bozkurtlar ismini kullandı. Bizim aramızda kurduğumuz mangalar vardır. Her mangaya Çin Seddi’ni aşarak Sifango Sarayını otuzdokuz arkadaşı ile birlikte basan ve döğüşerek can veren büyük kahraman KÜRŞAD’ın adını verdiğimiz kumandanlar komuta eder.

Ayrıca baskın’a gittiğimiz zaman aramızda hiç isim kullanmayız. Hepimizin daha önceden tesbit ettiğimiz bir takım isimlerimiz vardır. Bunlar bazen A, B, C, D gibi harfler olduğu gibi Orta Asya’yı titreten eski kahramanların da isimleri olabilir. Komünistleri paniğe uğratan baskınlarımız sırasından bir takım parolalar da kullandık. Bütün döğüşlerimizde baskın basanındır taktiğini uyguluyoruz. Çünkü kavgayı daima ilk yumruğu vuranın kazandığını biliyoruz.

Kendi hücumlarımızın ve taktiklerimizin de bize göre bir çok şekilleri vardır. Bu güne kadar denediğimiz taktiklerden biri de şudur:

Basmayı kararlaştırdığımız fakültelere kendi içimizden seçtiğimiz bazı arkadaşlarımızı ihbarcı olarak gönderdik… Bu arkadaşlarımız düşmanlarımıza devamlı olarak okullarının basılacağını, yurtlardan sopalarımız altında dışarı atılacaklarını söylüyorlardı. Arkadaşlarımızın yaptığı bu ihbarlar onları günlerce gece nöbeti tutmaya sev ediyordu. Fakat biz C 19 adını verdiğimiz gerçek hücum gününü bekliyorduk… Solcular günlerce bu şekildeki ihbarlara değer vermekten bıkmışlardı. İşte o zaman bizim için hücum saati gelmişti. Bu taktiğimiz tam zaferle sonuçlandı onları dağıttık.

Siyasal Bilgiler Fakültesine yaptığımız baskında çok iyi bir hareket planı da uygulamıştık. Okulun bütün kilit noktalarını ele geçiren Bozkurtlar parolayı bilmeyen hiç kimseyi bırakmıyordu. O geceki baskında parolamızı “Nereden geliyorsun? ALTAYDAN. Nereye gidiyorsun? ERGENEKONA” olarak kararlaştırılmıştır.

Sonra “Kürşad” olan Yılmaz Yalçıner A 20 komutunu verdi bu bizim için hücuma geçin demekti. Verilen emri bir anda yerine getirdik. Yalnız bu parolalarımızın yanında daha bir çok kendi aramızda kararlaştırdığımız işaretlerimiz var… Mücadelemiz hâlâ devam ediyor. O geceki baskında Kürşadımız olan Yılmaz Yalçıner’i birkaç gün sonra solcular döverek hastanelik ettiler. Elbet bu yaptıkları onların yanında kalmayıcaktır. Şimdi onlar ellerindeki Siyasal Bilgiler Okulunda biz de onların tam karşısındaki yuvamız olan MİLLİYETÇİ TÜRK GENÇLİK TEŞKİLÂTINDA ellerimizde sopalar sabaha kadar nöbet tutup intikamımızı alacağımız günü bekliyoruz.”

* Kaz adımlarıyla yürüyüş yapan komandolar.

YARIN: TÜRKEŞ BAŞBUĞUMUZDUR


3

BİZİ BU ÇIKMAZ DURUMDAN TÜRKEŞ KURTARACAKTIR; BAŞBUĞUMUZDUR O!..

Türk ulusu mutluluğa Ergenekon yolundan varacak. “Demirden dağları delerek geçeğiz”

Bugün yüzlerce genç binlerce yıl öncesinin havası içinde Demir dağları delmenin hayaliyle okudukları okulların camlarını delerek kendi kafa yapıları içinde yeni bir mücadele veriyorlar.

Türk’ün binlerce yıl önce verdiği kavganın temellerine dayanılarak ondan fikir alınarak verilen yeni bir savaştır bu. Karşımda oturan ve “Yüce Başbuğ Türkeş’in” en ufak bir emriyle kendi çağının gençlerinin yattıkları yerleri basabilecek, onlara karşı amansız bir savaş düzenine giren Cumhuriyet Türkiyesinin genç Bozkurt’u, fikirlerinin temelinde yatan, kendisine güç verdiğini söylediği eski efsaneyi şöyle dile getiriyordu:

“Bozkurt, Türk neslinin temelini meydana getirdiği söylenen mitolojik bir unsurdur. Tarihimizde yazılanlarla ve bugüne kadar gelen söylentilere göre ilk Türk İmparatoru olan ASENA bir dişi Bozkurttan türemiştir. Bu eski imparatorun üstün kuvvetleri vardı. Rüzgâra, yağmura kumanda ederdi. Bu efsaneye göre; Kök-Türkleri komşuları olan bir düşman ulus yok etmişti. Bu katliamdan yalnız bir ufak çocuk kurtulmuştu. Onu bulan düşman askerileri de öldürmeye kıyamamışlardı. Elleri ayakları kesilerek bataklığa bırakılan bu çocuğu bir dişi kurt besledi ve ondan çocuk sahibi oldu. Kurt bu elsiz ayaksız genci korudu, düşmanlarından kaçırdı. Her ikisinin yaşadığı mağara, daha sonra Türk Hakanları tarafından kutsal olarak ilân edildi.”

Binlerce yıl öncesinin efsanesi böyle söylediği hâlde bir çok CİNGİZNAME’lerde dağları delip geçen Türkleri anlatan efsane böyle söylediği hâlde, müslüman tarihçiler bugün “Biz Müslümanlık uğruna kan dökmeye hazırız diyen Bozkurtlardan çok ayrı olarak Kurt’a hiç yer vermedikleri tarihlerinde bu olayı şöyle anlatıyorlardı.:

“Türk tarihinde KURT olarak adlandırılan bu kültür şekli, Türk Ulusu yükseldikçe bu biçimsel davranış bayağı kurt olmaktan çıkmış ve yerini KURS şekline bırakmış ve gökten inen tanrıda ışık olarak kabul edilmiştir.”

Karşımda oturan ve bana itiraflarını anlatan genç BOZKURT ise bu olayı hiç bir şekilde kabul etmediğini kesin olarak söyledikten sonra fikrini şöyle dile getirdi:

“İşte bugünün şartları altında bize yol gösteren Başbuğ Türkeş’in ana prensiplerini koyduğu Dokuz Işık’ı gerçekleştirmek için bütün gücümüzle çalışıyoruz. Türkeş bizim yüce BAŞBUĞUMUZDUR onun fikirlerinde kendimizi ve ulusumuzun yaşantısını bulduk.

Türk ulusu eski mutlu günlerine bizlerin açtığı yeni bir Ergenekon yolundan varacaktır. Bu defa deleceğimiz demirden dağ, karşımıza çıkıp bize set çekmek isteyen komünistler ve onların yardımcılarıdır. Bizi bu çıkmaz durumdan Türkeş kurtaracaktır. Onun için BAŞBUĞUMUZDUR O…

* “Yüce Başbuğ” Türkeş’in bir emriyle davranacak komandolardan biri. Başında kalpak ve sarkık bıyıklarıyla Göktürklere benzemeye çalışmış…

* Komandoların “Bizi bu çıkmaz durumdan o kurtaracaktır” dedikleri Türkeş son CKMP kongresinde görülüyor.

YARIN: İLKELERİMİZ


4

UĞRUNA BİR ÖLÜM KAVGASI VERDİĞİMİZ DOKUZ IŞIK İLKESİ

Türkiye’deki düzene karşı harekete geçen BOZKURT’ların ve Cengiz’in anlattığına göre bir tek ana hedefleri var. temelini “TÜRK’ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR” diyen Büyük Vatan Şairi MEHMET EMİN YURDAKUL’dan alan ve kollarına taktıkları ÜÇ HİLAL’li pazubendin verdiği güçle sopa sallayan genç komando kısa zamanda günün konusu olan DOKUZ IŞIK DOKTRİNİ’ni isteğim üzerine şöyle anlatmaya başladı.

ÖLÜM KAVGASI

“Herşeyimizi Dokuz Işık yasalarına göre hazırlamış bulunuyoruz. Dokuz Işık, temel felsefesini memleketimizin bugünkü durumundan almış günümüzün şartlarına en uygun doktrindir. Bizim uğrunda bir ölüm kavgası verdiğimiz ilkelerimiz şu esaslar içinde toplanmaktadır.

1. MİLLİYETÇİLİK
2. ÜLKÜCÜLÜK
3. AHLÂKÇILIK
4. TOPLUMCULUK
5. İLİMCİLİK
6. HÜRRİYETÇİLİK
7. KÖYCÜLÜK
8. GELİŞMECİLİK ve HAKLÇILIK
9. ENDÜSTRİCİLİK ve TEKNİKÇİLİK

Dokuz Işık Umdeleri Türkiye’nin bugünkü şartlarında ayrı bir faaliyet gösterir. Garb Medeniyeti eskiden beri sınıf düşmanlığı üzerine kurulmuştur. Avrupa toplumu sınıf esasına göre bölündüğü için ve sınıfların mücadelesi maddi menfaat üzerinde yapıldığı için daima ezenler aşırı zenginlik, ezilenler ise fakirlik içinde yaşamışlardır.

Orta halli bir sınıf yaratma gayretleri ancak iki cihan harbi arasında faaliyete geçebilmiştir. Ama Türklükte ise bu böyle değildir. Yusuf Has Hacib’in KUTADGU BİLİG adlı kitabında bunun örneği vardır. Orada Hakan’a “Senin milletin orta halli olursa sen ancak mutlu olabilirsin” der.

SİSTEM MİLLÎ OLMALI

Bizim bu durumda bulacağımız sistemlerin millî olması gerekir. Onun için biz her şeyin Dokuz Işık sayesinde gerçekleşebileceğine inanıyoruz. Her hareketimize bu yönden bir anlam vermekteyiz.

Bunun için yazın yaptığımız Komando Kamplarında köy gezileri ve bazı araştırmalar yaptık. Ve köylülere her şeyden önce bir Türk çocuğunun önce kendisini tanıması gerektiğini ve milletinin tarihini tanıtmak ve Türk gözüyle her şeyi görebilmeleri için çalışmalar yaptık.

RAPORLAR

Memleketin çeşitli yerlerinden gelen BOZKURT’ların hepsine burada düzenlenen seminerlerde yöneticilerimiz Dokuz Işık Doktrini’ni anlatarak Türkiye’nin temel meseleleri hakkında görüşlerimizi rapor halinde hazırlamamızı istediler. Bu raporlar daha sonra değerlendirilmek üzere CKMP genel merkezine gönderildi.

ÇOĞALIYORUZ

Süratle çoğalıyoruz. Her gün bize bir çok arkadaşımız BOZKURT olmak isteğiyle baş vuruyor. Bugünkü mücadele bizim anlayışımıza göre Milletin Mücadelesidir. Komünistlerin söylediği gibi sınıf mücadelesi değildir. Türk Eğitin sistemi çağın gerçeklerine uygun değildir. Bizim düzenimizde gençlik yetiştirilirken memleket gerçekleriyle üniversite arasında körü kurulacaktır.

Bugün bize doğru yolu gösteren 9 Işık Doktrini çok yakında üçyüz sayfalık bir kitap olarak yayınlanacak ve daha sonra her ilkemiz ayrı bir kitap halinde bütün memleket gençlerine öğretilecektir.”

KADRO PARTİSİ

Birkaç saatten beri karşı karşıya oturup konuştuğumuz komandoyu hayal de olsa inanmış olduğu düşüncelerini dile getirmek oldukça coşturmuştu. İstikbalini bu fikirlere bağlayan ve dünya görüşünü bu açıdan dile getiren CENGİZ “Biz sağlam ekipleri olan bir kadro partisiyiz” diyerek gelecek günlere hazırlanıyordu.

YARIN: 9 IŞIK ve 9 İLKESİ


5

43 BİN KÖYÜ BİRLEŞTİRECEĞİZ

Başı Papaklı sarkık bıyıklı genç “Ergenekon Aslanı”, “Dokuz Işık için canımız feda” diyor, Başbuğ Türkeş’in fikirlerini şöyle anlatıyordu…

“Dokuz temel ilkemizin en önde gelen maddesi MİLLİYETÇİLİK’tir. Biz Türk Milletinin bir parçası ve onun dünden bugüne süren kuşakları olduğumuza göre elbette ki kendi milletimize karşı derin bir bağla olacağız… Bu milletin yükselmesi için, bu milletin haklarının daima her çeşit tesirden uzak her şeyin üstünde bulundurulması için çalışmayı görev tanıyacağız. İşte bu görüşümüzün yanına TÜRKÇÜLÜK anlayışımıza ekliyoruz.. Türkçülük Türk Milletinin hayatının her safhasında yapacağı herşeyin Türk ruhuna Türk geleneğine uygun olması ve Türke yararlı olması fikrinin ön planda tutulmasıdır.” Ergenekon Aslanı bu sözlerden sonra görüşlerinin bütün yurt sathına yayıldığı gerekçesini savunarak sözlerine şöyle devam ediyordu.

“Aksiyonu fikir yaratır… Biz bunun için her şeyden önce fikre değer vermek kararındayız. Biz gençlik kolları kamuoyuna yanlış tanıtılıyoruz.” Bu sözlerden sonra Parti Komandosu sözlerine şöyle devam ediyordu.

“Ülkücüyüz diyoruz. Ülkücülüğümüz Türk Milletini en kısa yoldan en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmak, mutlu müreffeh hale getirmek, bağımsız ve kendi haklarına sahip hayata kavuşturmaktır… Başkalarının boyunduruğu altında tutsak bulunan Türklerin tutsaklıktan kurtulmalarını istemek, bunun için niyetler taşımak Türk olan herkes için en tabii ve kutsal bir haktır.

AHLAKÇILIK görüşümüz de Türk ruhuna ve Türk milletinin inançlarına uygun olacaktır. Ahlâkçılıkta gözettiğimiz tek şey Türk Milletinin yükselmesi, yaşaması ve korunmasını sağlayacak esaslar bunun içinde toplamak olacaktır.

ÖZEL TEŞEBBÜS

Dördüncü prensibimiz toplumculuktur. Görüşümüzü biz üç ayrı bölümde inceliyoruz.

1. Özel Teşebbüs
2. Küçük sermayelerin birleşmesi
3. Sosyal Yardım ve Güvenlik

Toplumun kalkınmasında özel teşebbüs desteklenerek himaye edilecektir. Ayrı ayrı kimselerin elinde bulunan küçük tasarruflar onbinlerin birleşmesiyle büyük sermaye haline gelecek ve bununla da büyük sermaye kuruluşlarının meydana gelmesi sağlanacaktır.

GERÇEK DOKTRİN

Başbuğ Türkeş partinin istikbalini söylediğim fikirler üzerinde gerçekleştirmek istemektedir. Dokuz Işık bugün bizim gerçek doktrinimiz değildir. Çünkü gerçek doktrin günün birinde hareketlerimiz zafere ulaştıktan sonra doğacaktır. Bugün başbuğ buna yalnız bir istikamet vermektedir.”

Birkaç saatten beri başbaşa konuştuğumuz genç komando İlimcilik konusu için de “Her işimizde ilmi kendimize önder kabul etmek istiyoruz ve HÜRRİYETÇİLİK prensibimizle de bu konuyu bütün bölümleriyle beraber düşünerek bu arzumuzu kabul ediyoruz” diyordu.

43 BİN KÖY

Dokuz Işık Doktrininin önemli konularından biri de Köycülük maddesiydi. On köyü bir ünite kabul ederek Türkiye’deki 43 bin köyü birleştirmek için çalışmalar yaptıklarına işaret eden komando, toprak reformuna da taraftar olduklarını belirterek GELİŞMECİLİK VE HALKÇILIK prensiplerini şöyle özetliyordu.

“İnsanlar daima daha iyiye ve yeniye doğru gidiyorlar. Bu durumda kalkınmamızın dayanacağı temel prensiplerinden biri de elde ettiğimizle yetinmiyerek daha mükemmelini bulmak için yaptığımız uğraş olacaktır. Dokuz Işık’ımızın son maddesi ise Endüstricilik ve Teknikçiliktir.
Bugün Dünya Atom ve Füze çağının içinde yaşıyor. Endüstri tekniğe dayanır. O halde teknik sahada ileriye gitmek, yükselmek kurtuluşumuz için düşündüğümüz temel prensiplerin bir başkasıdır.

YARIN: BAYRAK


6

ÜÇ HİLÂL’İ OSMANLI BAYRAĞINDAN ALDIK NAZİ HAÇINDAN DEĞİL

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in fikirlerinin tümü olan ve komandoların daha doğrusu Ergenekon Aslanlarının kendilerine temel ilke olarak seçtikleri bu yepyeni doktrin, olayların içinde yaşıyan, fakülteleri basan gençler tarafından benimsenmiştir.

Fakat bu açıdan hareket eden gençler devamlı olarak CKMP’nin komandoları olduklarını kabul etmemekte fakat bu partinin toplantılarında Emekli Albay Türkeş’i “Yüce Başbuğ” diyerek alkışlamaktadırlar.

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş de “BOZKURTLAR” diyerek komandolarına şöyle sesleniyordu.

“Anadolu’da Millet sefalet içinde ordu dağıtılmış, cephane ve silâh yok. İmkânsızlık içinde yoklarla yetinmek düşüncesi geçer akçe sayılıyordu. Bu suretle galip devletlerin insafı ölçüsünde Türk Devleti var olacaktı. Halbuki Erzurum’da toplanan kalpaklı KUVAYI MİLLİYECİLER ise millî hedefi tayin etmişlerdir. Hedef, hür millet olmak, hür bir devlet kurmaktı.”

“İşte Yüce Başbuğ Alparslan Türkeş’in bu fikirlerinden güç alarak mücadeleye başladık. Ama bizim bu hareketimiz bazı çevrelerde Hitler’in nazi hareketini andırır bir hareket olarak gösterilmeye başlandı. Halbuki biz Milliyetçi Toplumcu insanlarız. Osmanlı bayrağındaki ÜÇ HİLÂL’den ilham alarak bunu daha yeni bir şekilde kendimize bayrak olarak kabul ettik. Fakat bunu nazi dünyasının meşhur gamalı haçına benzetmek çirkin bir yakıştırmadan başka bir şey değildir. Çünkü TÜRKÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR. Bu bakımdan kimseden bir şey kapmış değiliz. Yaratıcılık bizim ruhumuzda vardır.

Biz bu memleketi sahipsiz zannedip sokaklarda hâkimiyet kurmak isteyen Komünistlere karşı kanımızın son damlasına kadar döğüşeceğiz. Bunun için hiç durmadan çalışıyor, her gün bir gün öncesinden daha kuvvetli ve daha tecrübeli olarak yeni kavgalara hazırlanıyoruz. Bunu da yapacak gücü Başbuğ Türkeş’in Dokuz Işık’ından ve dünyayı titreten ulusumuzun gelişiminden alıyoruz.

BOZKURT

Biz demirden dağları eriten Türkün sesini dünyaya duyuran Bozkurtların torunuyuz. Göktürklerin ilk hakanı da bir dişi Bozkurttan türemişti. Eski Türk Hakanları karargâhlarının kapılarına Kurt Başlı Sancak dikerlerdi. Biz de buna dayanarak Bozkurt’u işaretimiz, Üç Hilâl’i de bayrağımız kabul ettik. İşte biz Türk ulusunun yine o günlerdeki mutluluğuna kavuşması için kendimizi adadık.” diyordu karşımdaki, yüreği titrek, bileği henüz adale tutmamış genç ERGENEKON ASLANI.

Turan’a gitmek için iki çizgi halinde parlayan bir çift göze göre karar vermişti kendi dünyası içinde ama kolay değildi oraya gitmek. Kendisini o günlere hazırlayan düzen içinde birbirinden güçlü bir çok sınav veren genç daha sonra yine kaldığımız yerden anlatmaya başladı.

DOKUZ IŞIK

“Millî Medeniyetimizin belli kaynaklara dayandığı inancındayız. Millî Medeniyetimizin kendine has kaynağı Türklük ve İslâmiyettir. Biz bu kaynaktan hareket ediyoruz. Dokuz Işık bugünkü şartlar altında bunun genel plânlamasıdır. Dokuz Işık umdeleri Türkiyenin bugünkü şartlarında ayrı bir faaliyet gösterir. Türk cemiyetinin meselelerini Batıya adapte edip çalışma imkânsızdır. Biz Türk Milletini sosyal bünye itibariyle batıdan ayırmaktayız… Halbuki Müslüman Türk Medeniyetinde Türk Devlet Felsefesi kendini vatandaşın iktisadî ve sosyal dertlerine adamak mecburiyetindedir. Bu vazifeyi ihmal eden devlet devlet değildir. bu durumda bulacağımız sistemlerin millî olması gerekir. Aksi halde faydalı olacağı kanaatinde değiliz. Bunun için Yüce Başbuğ Türkeş’in Dokuz Işık prensiplerini kabul ediyoruz.” SON



Yeni Gazete, 11 Şubat 1969.

6. Filoyu protesto eden gençleri polis coplayarak dağıttı

KANLI ÇATIŞMA: 15 YARALI VAR

Beyazıt Kulesine “KIRMIZI BAYRAK” çeken öğrenciler de polisleri “Taş”a tuttular



Bugün, 12 Şubat 1969.

TARİHİMİZİN EN KARA GÜNÜ

BEYAZIT KULESİNE KIZIL BAYRAK ASILDI



Bugün, 13 Şubat 1969.

MİLLETİN SABRI TÜKENMEK ÜZEREDİR



Adalet, Başmakale, 13 Şubat 1969.

KIZIL BAYRAK

Bazı Moskova ve Pekin uşakları, tarihimizin mümtaz şehri İstanbul’da Beyazıt Kulesine kızıl bayrak çekmişlerdir.

Ne oluyoruz? Nereye gidiyoruz?.

Onlar memleketi Sibirya’ya çevirmek isteyecekler ve biz seyirci mi kalacağız?

Bu memlekette bir tek bayrak dalgalanabilir, o da rengini bize hür bir vatan şehitlerimizden alan, Ay-Yıldızlı bayrak…

Bütün vatanseverleri kanun yollarından vazifeye çağırıyoruz.

Müttefiklerimiz Amerika Birleşik Devletlerinin dost Altıncı Filosu aleyhine nümayiş yapanlar, bu son hadise ile hakiki çehrelerini bütün çıplaklığıyla ortaya koymuşlardır.

<<Millî Egemenlik>>, <<Bağımsız Türkiye>> sloganlarının altında yatan, özlemi çekilen esir bit Türkiye’dir.

Hürriyet anarşi değildir. Hürriyet, bir memleketin esareti için vasıta olarak kullanılamaz.

Bu satılmışlar Kızıl Bayrağın ne mânaya geldiğini bilmiyorlar mı?

Bunun gerçek mânasını anlamak istiyenler, Dr. Jivago filmini görmelidirler.

Her halde kimse bu filme Amerikan propagandası diyemeyecektir. Çünkü Kızıl Bayrağın mânasını ünlü Sovyet yazarı Pesternak anlatmaktadır.

Göreceklerdir ki, <<Kızıl Bayrak>> demek, esaret demektir, açlık demektir, zulüm ve işkence demektir.

Devlet gücü nerededir?

Yargı gücü nerededir?

İlgililerden rica ediyoruz, Türkeş’i haklı çıkarmayın. Kızıl bayrağın hesabını sormazsak, gamalı bayrağın dalgalanmasına sebebiyet vereceğiz.

Vatanseverler de, vatansızlar kadar cüretli olmalıdır bu memlekette…



Adalet, Esin Talu, 13 Şubat 1969.

HİTLERİZM HORTLUYOR MU?

Hitler bir rüküş idi. Borazancılıktan diktatörlüğe atlamak istediğinde kendisini bir Mesih sanıyor, Tanrı tarafından Almanya’ya yollanmış kurtarıcı olarak ilân ediyordu. Münih’teki meşhur ve sonu başarısızlıkla biten Birahane darbesi için bizzat kendisi <<Eğer 1923 de yürüyüşe geçen adamlarımızı görmüş olsaydınız, bu zavallılar da nereden kaçmış dersiniz>> demişti. Bu <<zavallılar>> kendisini hapse, partisini de boşluğa gönderivermişlerdi.

Hitler bir rüküş idi ve herkes gülerdi Hitler’e. Partisi, büyük çoğunluk partilerinin yanında esamisi okunmayacak bir halde idi, rüküş liderin rüküş partisine Almanya’da pek yüz veren de yoktu, pek oy veren de…

Ne var ki, küçük düşmek, alaya alınmak korkusu çekmeyen, rüküşlüğünü bir <<Başbuğluk>> olarak halkın kahkahaları arasında benimsetmeğe kalkışan bir pervasızlığı vardı Hitler’in. Bu karakterine dikkat ediniz…

Nasyonal Sosyalist Partisi <<Yeni bir devlet kurmak ve Ulusun kaderini değiştirmek>> iddiasında olan ve başlangıçta üç buçuk serseriden meydana gelmiş bir parti idi. Yalnız bir şeyi iyi bildi. Alman halkının <<Üstünlük kompleksi>> diye belki de kendisinin dahi farketmediği bir hissi vardı. Onu sembollerle istismar etti. Gamalı Haçı getirdi. Kara Gömlekliler Teşkilâtı’nı kurdu. Führerprinzip yani başbuğluk prensibi getirdi. Partinin prensiplerini 9 maddede değilse bile bir kaç madde içinde anlaşılır biçimde ortaya çıkarttı. Bunlar hep çocuk oyuncağı gibi şeylerdi. Ne prensiplerde iş vardı, ne kişilerde, ne de siyasî hayatta, böyle askercilik oyunu gibi renkli gömlek teşkilâtı kurarak iktidarı almak işinde… Ama Hitler, o rüküş borazancı, iktidarı ele geçirdi. Hem de eski devleti, darbe ile yıkmadan, görünüşte çok usulü yollardan yürüyerek ortadan kaldırdı. İktidara geldiği gün ilk sözü <<Alman milletinin kaderi değişecektir>> olmuştur.

Neden geldi Hitler iktidara? Bir kaç noktada özetlemek gerekirse başlıca sebebi şudur. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra perişan olmuş Almanya’da kurulmuş olan Cumhuriyet, etkili, kuvvetli bir Cumhuriyet değildi. Devlet ve hükûmetin zaafı, sokak gösterilerinin, grevlerin her Tanrı’nın günü tekrarlanmasına yol açıyordu. Halk orta sınıf ve huzur isteyenler Almanya’daki solcuların azıtmasından şikâyetçi idiler. Hükümetin demokrasi ilkesi gerekçesi ile bunlara karşı hiç bir şey yapamayışı, halkı, bunlara karşı başka yollarla mücadele etmeğe başlamış, <<Komando Teşkilâtlı>> Nazi partisine ısındırır olmuştu. Bir de Nasyonal Sosyalist Partisi adındaki sosyalisti haklı çıkartmak için bütün miting ve toplantılarında alt gelir gruplarının dertlerini ele alıyordu. Üst gelir gruplarının parasını almağı ihmâl etmeksizin…

Bütün bunlar 1923 – 1933 ler arasında cereyan eden olaylardı. 1933 Hitler’in artık iktidarı ele aldığı yıldır. Ondan sonrası malûm!

Bütün bu geçmişi, bugün artık CKMP’likten çıkıp da Millî Hareket Partisi adını alan Türkeş’in partisi için andığımız bellidir.

Başbuğ Alparslan Türkeş, Führer Adolf Hitler’in özentisi içinde görünmektedir. Metodları da, düşünceleri de, sözleri de taklittir, tıpkı Hitler gibi bir kere o da gülünç olmaktan sakınmayan bir insandır. Bugüne kadar hakkında yazılanlar, partisinin aldığı oy, gördüğü siyasî itibar, kendisi ve partisi için çizilen karikatürle ve buna benzer yargılar, bu siyasî parti başkanının kalpağını önüne alıp düşünmesini gerekirdi. Bu düşünce, belki siyasî hayattan çekilme gibi bir karar ile de sonuçlanabilirdi. Türkeş tıpkı Hitler gibi alaya alınmaktan korkmadığını göstermektedir. Hattâ belki o da, tıpkı Hitler gibi nerelerde gülünç olduğunun farkında dahi değildir. Birinci psikolojik benzerlik buradan gelmektedir.

Sayın Başbuğ metodlarında da Hitler vârî çalışmaktadır. Bir kere Nazi’lerde nasıl bir Führer var ise bizimkilerde de bir Başbuğ vardır. Nazilerde nasıl bir kara ve kahverengi gömlekliler var ise bizimkilerde de mavi gömlekliler vardır. Nazilerde nasıl bir Gamalı Haç varsa, bizimkilerde de Üç Hilâl vardır. Nazilerde nasıl S.A.’lar ve S.S.’ler var ise, bizimkilerde de <<Komando birlikleri>> vardır.

Felsefesi de hemen hemen aynıdır. Alman Nazi Partisi, iki fikir sapığının geliştirdiği düşünce akımının üstüne oturuvermişti. Bu iki sapıktan biri Gobineau, diğeri Chamberlain adında bir yarı deli İngiliz idi. Her ikisi de bir üstün ırktan bahsediyor ve bu üstün ırkın Aryenler olduğunu, bu Aryenlerin en safını da Almanlar ve eski Tötonların teşkil ettiğini yazıyordu.

Almanların üstünlük kompleksi ile eski günleri arayış hasreti bu felsefede geldi birleşiverdi.

Türkiye’de hemen herkeste, Turancı olsun olmasın, Osmanlı İmparatorluğu’nun debdebeli günlerinin, haşmetinin, taaa Avrupa ortalarına kadar gidişin, Akdeniz’i bir Türk denizi haline getirişin bir gururu ve hattâ bir, ne idik, ne olduk, yakınması vardır.

20. yüzyılda Kanunî fütuhatında bulunmanın imkânsızlığı bilinse dahi, o Almanların Töton övünmeleri gibi bizim de eski ile övünme itiyadımız ve gücümüzü ispat etme hevesimiz vardır. 16 Türk Devletinin bayraktarlığını yapmak siyasî sembol bakımından aptalca bir hareket değildir. üç Hilâl ile hem eski Türk’ü hem de İslâmcılığı harekete geçirmek de iyi bir siyasî yatırım sayılır. Milletin kalbinin derinliklerinde yatan aslanı uyandırmak hedefi kamçılayıcı bir etki yaratır.

1925 Almanya’sı ile 1969 Türkiye’si arasında bazı benzerlikler de vardır. Cumhuriyet değil ama, demokratik rejim biraz Weimar Cumhuriyetine benzemektedir. İş başındaki iktidarın, demokratik ilkelerden ayrılmamakla beraber öyle etkili ve aşırı sol ile aşırı sağın meydanı boş bulup her gün nârâ atmaktan çekinecek bir manevî otoriteye sahip olduğunu söylemek de zordur. Türk siyasî hayatında ve sokaklarda görülen taşkınlıklardan bezmiş ve bunu demokrasinin gevşekliğinden geldiğini sananlar az değildir.

Bütün bunlardan sonra acaba Türkiye’de tıpkı Almanya’daki gibi bir 1933 darbesi olacak mıdır suali gelmektedir. Yani bir başka deyimle, Almanya’daki Nazi Partisi’nin sembollerini, örgütünü, felsefesini benimsemiş olan bugünkü Türkeş Partisi bir tehlike midir? Bunu önce önümüzdeki seçimler sonra da ilerisi gösterecektir. Ama asıl kötü olan nedir bilir misiniz? 1969 Türkiye’sinde böyle bir hareketin doğabilmesi, modası geçmiş sandığımız metodlarla ortaya çıkması ve ufak ya da büyük, taraftar bulabilmesidir.

Bu, Türkiye’deki demokrasinin sıhhatsizliğini gösteren emarelerden işte sadece bir tanesidir.



Bugün, 14 Şubat 1969.

KIZIL BAYRAK ASANLARA SON İHTAR



Bugün, 15 Şubat 1969.

KIZILLARI BOĞMANIN VAKTİ GELDİ



Tercüman, 15 Şubat 1969.

BEYAZIT KULESİNE KIZIL BAYRAK ÇEKENLER LANETLENDİ



Bugün, 17 Şubat 1969.

KOMÜNİSTLER HALKA HÜCUM ETTİ DÖRT ÖLÜ YETMİŞ YARALI

KIZILLARIN BOMBA, TAŞ VE DEĞNEKLE YAPTIĞI HÜCUM TAKSİM’İ HARP MEYDANINA ÇEVİRDİ

TÜRKİYE ANARŞİ ÜLKESİ OLDU, ADANA’DA DA 30 YARALI VAR



Günaydın, Babıalide Sabah, 18 Şubat 1969.

CKMP, 34 VİLAYETTE YENİ KOMANDO KURSLARI AÇACAK

Anamur’dan gelen CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, yaptığı basın toplantısında, bu yıl yurdun 34 ilinde komando kurslarının açılacağını ve partisinin genel af çıkarılması isteğinde bulunacağını açıklamıştır.

Gençlerin kahve köşelerinden ve diskoteklerden kurtulması için komando eğitim kamplarının bu yıl 34 ilde açılacağını bildiren CKMP Genel Başkanı bu konuda şunları söylemiştir:

“Yirmi bir gün süreli gençlik kamplarında uygulanacak programda beş vakit namaz, Türk tarihi hakkında geniş bilgi, komünizmin içyüzünün öğretilmesi, miting düzenleme ve miting dağıtma usûllerinin gösterilmesi, judo ve güreş eğitimi yer alacaktır.



Türk Yolu, 24 Şubat 1969, Sayı 3.

CKMP MARDİN MİLLETVEKİLİ RİFAT BAYKAL: HER ÇEŞİT EMPERYALİZME KARŞIYIZ

Millî Hareket Partisi (CKMP) Mardin Milletvekili Rifat Baykal, 18 Şubat Salı günü saat 11 de Parti İl Merkezinde 6. Filo olayları ile ilgili olarak bir basın toplantısı yapmış ve şunları söylemiştir:

“Her gelişi başka bir kanlı olaya sebep olan 6. Filo’nun Amerika’nın dostluğuna, iyi niyetine artık inanmıyoruz. Dost ve misafir, ev sahiplerini bu kadar tedirgin edip, iç huzursuzluğa ve karışıklığa sebebiyet verip, huzursuz etmez. Aklını, mantığını ve varsa iyi niyetini kullanır, bir süre gözükmez. İyi niyetli olduğunu iddia eden elçiler, bir takım emrivakilerle ordu karargâhlarında özgürlüğünü ön plânda tutan kahraman subaylarımıza konferans vermezler, suret-i Haktan görünerek milletimize ve onun hükümetine nasihatler verip bilgiçlik taslamazlar, hele hele kısa fasılalarla yaptıkları ziyaretlerle kanlı olaylara sebebiyet verip, Türk halkı önünde günden güne sevimsizleşen bir diken haline gelmezler. Millî bütünlüğümüzü bozmaya çalışan doğu ve batı emperyalistlerinin uşakları maskelerini indirmişler, kardeşi kardeşe düşürmeye ve kardeş kanının akmasına sebep olmuşlardır. Asil milletimiz, İstiklâl ve hürriyetine göz diken, kanını iliğini sömürmek isteyen kızıl komünistlerle batı emperyalistlerine geçmişte olduğu gibi, elbette dur diyecektir.

Müslümanlıkla ilgisi olmayan, neye, ve kime hizmet ettiği belirsiz din istismarcısı bir güruh, saf vatandaşlarımızın temiz dinî duygularını istismar ederek, olaylara sahne olacak yerlerdeki camilerde maksatlı namazlar kıldırıp, vaazlar verdirerek kin ve intikam duygularını körükleyip, öz kardeşlerinin, din kardeşlerinin üzerine saldırdıp kan akıtmışlar, Adana’da mukaddes cihad demişlerdir.

Müslümanlıkta kardeşi kardeşe düşürmek, kin ve intikam hırsını körüklemek yoktur. Müslümanlıkta kanuna ve cemiyet nizamına hürmet vecibedir. Kanun teminatı altında yürüyüş yapan vatandaş topluluğunun tümünü komünistlikle suçlamak, ahlâk ve millî şuura olduğu kadar, Müslümanlığa da aykırıdır. Öz kardeşlerine karşı yabancı devletlerin menfaatlerini koruyarak şuursuz bir şekilde saldıran bu kimselere ortada bir hükümetin olduğunu, bu vazifenin de ona düştüğünü hatırlatmak isterim.

Aldığı hapis cezasından korkup memleketin kanunlarından kaçarak Suudi Arabistan’a sığınan tahrikçi ve nifakçının, din ticareti yapan gazetesinde Hac mektupları adı altında milletimizi birbirine düşürmek ve anarşi çıkarmak, hattâ ihtilâle teşvik için yazdığı iğrenç yazılar, din istismarcılarının anarşiye ve her türlü emperyalizme en şeni örnekleridir. Geçmiş Vatan Cephesi ocakları gibi bugünün iktidarı, teşkilâtı ile, esnaf dernekleri ile komünizmle mücadele derneği ile bu anarşist hareketlere katılmaktadır.

Moskova’ya uşaklık eden kızıl komünist ajanlar da yürüyüşten çok evvel anarşi yaratmak üzere komünist yuvalarını harekete geçirip, büyük hadiseler doğuracaklarını hükümetin bilmesi icap ederdi. Hükümetin bütün istihbarat ve emniyet teşkilâtı ile önceden çıkacak olayları bilmemesine veya tahmin etmemesine imkân yoktur. Kaldı ki yürüyüşe karşı koyacak hareketlerin başlayacağını sokaktaki adam dahi biliyordu. Vali tedbirden aciz ve tedbir almamakla suçlu polis, eli bıçaklı gözü dönmüşlere dahi müdahale etmemekte âdeta kararlı, ortada hükümet ve devlet otoritesi yok, halkla karşı karşıya getirilmek istenen silâhlı kuvvetler görevlerini büyük bir sükûnet ve tarafsızlık içinde yapmammış olsalardı, memleketimiz için sonu meçhul kötü olaylar beklenebilirdi. Sağ sol, ilerici gerici çatışmalarını terkedelim. Bu kör çatışma şahıs ve partilere olduğu kadar, aziz vatanımıza da büyük tehlikeler getirir. Gerçek Türk milliyetçileri, nereden gelirse gelsin, her türlü emperyalizmin karşısındadır. Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.”



KOMANDO MESELESİ MECLİSTE: ECEVİT – TÜRKEŞ - DEMİREL

Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 25 Mart 1969.

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUPU ADINA BÜLENT ECEVİT (Zonguldak) – …

Adalet Partisi iktidardan bu yıl yerinin altı ve üstü, en zengin madenleri, en verimli doğal kaynakları, en umutlu endüstri dalları yabancı sömürüsüne açılmış bir Türkiye devredecektir. Sokaklarında sık sık çarpışmalar olan, kan dökülen bir Türkiye, bir kısım Müslüman halkın bir kısım Müslüman halka karşı cihada çağrıldığı bir Türkiye, koca Alman ulusunu felâkete sürüklemiş <<Es – Es>> birlikleri özentilerinin Hükümet tarafından gençlik üzerine yüksek okullara saldırtıldığı bir Türkiye. Yasalar içinde gösteri yapanların üzerinde Devlet kuvvetlerinin koruyuculuğunda silâhlı, gözü dönmüş kimselerin saldırtıldığı bir Türkiye, huzursuz bir Türkiye, kardeş kanına bulanmış bir Türkiye, güvensizlikten, yoksulluktan, haksızlıktan bunalmış bir Türkiye. İşte böyle bir Türkiye devredecek Adalet Partisi.

Bu iktidarın yöneticileri başarısızlıklarının mazeretini geçmişte arayacaklarına, 4 yılda Türkiye’yi nasıl bu duruma getirmiş olmanın hesabını vermelidirler. Her yıl olduğu gibi bu yıl da bu kürsüde yine yıllar önce Adalet Partisi binasının taşlanmış olmasından söz edildi. Bu yıl aynı konuyu deşerken Başbakan Sayın Demirel şöyle dedi:

<<O anda Hükümetin kim olduğu belli değil. Sokak mı Hükümet, yoksa hakikaten bir Hükümet var mı, yok mu belli değil. O günlerden bu günlere gelmişiz.>> Böyle dedi Sayın Demirel.

O günlerden hangi günlere gelmişiz? Sayın Başbakanın yeniden hatırlattığı o üzücü olaylar olduğu sırada Türkiye’de bir askerî ihtilâlin etkileri hâlâ devam ediyordu, darbe üstüne darbe teşebbüsü oluyordu. İnönü Hükümetleri milletin ve ordunun yardımıyla bütün bunları önlemek için her çabayı gösterirken Adalet Partisi normal rejime geçici kolaylaştırıcı değil, güçleştirici ne yapılabilirse onları yapıyordu. …

O zamanki Hükümet böyle olayları önlemeye çalışıyordu. Kimi zaman önleyebiliyor, kimi zaman bir ölçünün ötesinde önliyemiyor, ama her halde, her zaman önlemeye çalışıyordu. Bugünkü Hükümet ise, bırakınız önlemeyi, bu gibi olayları hem de çok daha ağırlarını adam öldürme ölçüsüne varanlarını bizzat tertipliyor. Hükümet bu ithamımızı reddedebilmek için en azından şunları yapmalıdır:

1- Geçen yaz yer alan Konya olaylarında suçlu görülüp de mahkûm edilenlerin bâzı sorumlu ileri gelen Adalet Partililer oldukları bilinmektedir. Hükümet bunun hesabını vermelidir.

2- Konya’da Öğretmenler Derneği Lokali yağma edilir, öğretmenler canlarını korumakta güçlük çekerken lokalin hemen karşısındaki karakolda bulunan polisler görev yapamadan bekliyorlar. Polisin niçin görev yapamadığını Hükümet açıklamalıdır.

3- Konya olaylarından birkaç saat sonra Konya’ya giden İçişleri Bakanı, olayın Adalet Partili tertipçileriyle saatlerce bir odaya kapanıp da neler konuşmuştur. Hükümet bunları açıklamalıdır.

4- Komando adı verilen sokak saldırganlarının Hükümet tarafından tahrik edildiğini ve korunduğunu C.H.P. nin en yetkili organları haftalardır ısrarla ileri sürüyorlar. Hükümet bu ağır ithamlara bugüne kadar niçin cevap vermediğini açıklamalıdır.

5- İstanbul’daki son kanlı olaylar sırasında özel kişilerin çektikleri bir filim Ankara Televizyonunda gösterilecekken Hükümet bir çeşit sansür kullanarak bunu önlemiştir. Niçin önlediğini açıklamalıdır.

6- Soldan gelen en küçük bir hareket karşısında demediğini bırakmıyan Başbakan, İçişleri Bakanı, sağdan gelen kaba saldırılar karşısında neden susarlar? Hükümet bunu açıklamalıdır.

7- Sayın Demirel Başbakan olduğu sıralarda kendi partisinin taraftarı olan sivil vatandaşları niçin silâhlanmaya çağırmıştır? Hükümet bunu da açıklamalıdır.

Komünizm hiçbir yerde kanunla önlenememiştir. Komünizm ancak sosyal adalet tedbirleriyle, sınıf çatışmasına yol açan sosyal ve ekonomik koşulları ortadan kaldırıcı tedbirlerle önlenebilir. Yani kanunla din esasına göre devlet amacını güden propagandalarla önlenecekmiş bu.

Devlet memuru durumundaki bir din adamının her gün camilerde bu propagandayı yapmasını önliyebilmek için yeni kanun çıkartmak gerekmez. Her gün açıktan yapılan kanlı cihad çağrılarını önliyebilmek için yeni kanun gerekmez. Anayasaya saygılı bir Hükümetin varlığı bugünkü kanunlarla bunları önlemeye yeter.

Partilerin askerî eğitim yaparak, faşist birlikler yetiştirmelerini, üniformalar, kalpaklar giymelerini yürürlükteki kanunlar yasaklamıştır. Bunları önlemek için yeni kanuna ihtiyaç yoktur. Ancak bu gibi kanun dışı kuvvetlerle işbirliği yapmıyacak bir Hükümete ihtiyaç vardır.

Sayın milletvekilleri; şimdi kısaca gençlik konusuna değinmek istiyorum:

Gençlikten A.P. iktidarı kadar kopmuş bir iktidar ne çağımızın gidişine ayak uydurabilir, ne de Türkiye’nin kaderine hâkim olabilir. Çağımız bir gençlik çağıdır. İnsanlık tarihinde gençlik hiçbir zaman bugünkü kadar etkili olamamıştır, sesini duyuramamıştır. Bunun nedenleri vardır. Hızla değişen bir dünyada yaşıyoruz, insanlık kendi yarattığı tehlikelere hızla yaklaşıyor. Geleneksel kurumları ve davranışları ile bu tehlikeleri önliyemiyor, yeni sorunları çözemiyor. Ön yargılarından daha çabuk kurtulabilen, tabuları daha kolay yıkabilen gençlik, bu durumda, insanlığın kendi kendini koruma ve sürdürme güdüsünü harekete geçirmiştir, büyüklerini, yetişkinleri sarsmaya başlamıştır.

Bu çağın gençliği dünyanın neresinde olursa olsun daha çok özgürlük, daha çok adalet arayan bir gençliktir. Nükleer dengeye, ölüm dengesine dayanan bir barış yerine, insan sevgisine dayanan bir barış aramaktadır.

Gençliğin yönelişi hızla bütün insanlığa yön vermektedir. Köhnemiş kurumlar da, Demirperdeler de onun için çatırdamaktadır. Gençliğin böylesine güçlü ve etkin olduğu bir çağda gençlikten kopmuş bir iktidar onun için tutunamaz, hele Türkiye’de hiç tutunamaz. Neden Türkiye’de hiç tutunamaz? Çünkü Türk Gençliğinin bir özelliği vardır; Atatürk Cumhuriyeti ona emanet etmiştir. Kırk yılı aşkın süredir Türk gençliği bu emanetin sorumluluğunu ve bilincini yüreğinde ve kafasında taşır. Fakat bugün öyle bir hükümet var ki, iktidarda tek bir üniversitenin, tek bir yüksek okulun açılış törenine katılamaz; gençlikten öylesine kopmuş bir Hükümet. İktidar gençlikten koptukça halktan da kopmaktadır; çünkü gençler de halkın çocuklarıdır. Hükümetin düşman gözüyle baktığı, üzerlerine silâhlı adamlarını sevk ettiği gençlerin anaları, babaları, ağabeyleri hep bu toplum içindedir.

Bu gençlerin zaman zaman taşkınlıkları, ölçüsüz hareketleri olmuyor mu? Oluyor. Bu türlü davranışların karşısına herkesten önce C.H.P. çıkıyor C.H.P. gerektiğinde gençleri uyarma ödevini daima yerine getirdiği gibi, onların temiz heyecanını istismar heveslerini önlemek için de elinden geleni yapıyor. Fakat A.P. iktidarı gençlerin en mâsum davranışları ve istekleri karşısında bile gereken anlayışı göstermemektedir.

Gençleri sindirmek için Hükümetin hele son zamanlarda başvurduğu usuller başlıbaşına birer kanunsuzluk örneği ve toplum için başlıbaşına huzursuzluk kaynağı olmaya başlamıştır.

Kimlerle yöneteceklerdir ülkeyi, Devleti? O açılış törenlerine, diploma törenlerine gidemedikleri okulları, yüksek okulları, üniversiteleri bitiren gençlerle, yatakhanelerini komandolar, toplum polisleri marifeti ile bastırıp, öldürmeye kalktıkları gençlerle! Dünyanın hiçbir yerinde bu duruma düşmüş bir kadro ülkeyi yönetemez.

Ama itiraf etmek gerekir ki A.P. iktidarının yönetici kadrosu boş durmuyor bu kadro Atatürkçü gençliğin karşısına, çağdaş gençliğin karşısına bir Ortaçağ gençliği çıkarmak istiyor, bir ihtiyar gençlik, bir yapma gençlik, bir sözde gençlik çıkarmak istiyor.

Çağımızın ekonomik emperyalizmi karşısında bu iktidar kadrosu yabancılarla işbirlikçi bâzı sermaye gruplarının parası ile beslenen ve onların çıkarlarına bekçilik eden bir gençlik çıkarmak istiyor. Yapamıyacaklardır, yapamayacaklardır bunu! O kendi yetiştirmek istedikleri gençlik de karşılarına dikilecektir. Aşırı solda yobazlar yok mu? Var. (A.P. sıralarından, <<Senin gibi>> sesleri) Aşırı solda da yobazlar var. Kafası 50 yıl, 100 yıl öncesinin dogmalarına saplanıp kalmış bir avuç insan var. Fakat çağımızın gerçekçi, özgürlükten yana, insancıl düşüncesinin güneşinde onlar da eriyip gidecektir. Bütün dogmalar, bütün tabular bu güneşin önünde buzdan kalıplar gibi eriyecektir. En kapalı kafaların en karanlık köşeleri bile bu güneşin ışığı ile aydınlanacaktır. …

ADALET PARTİSİ GRUPU ADINA İBRAHİM ETEM KILIÇOĞLU (Giresun) - ... Şimdi bakıyorum üzerinde durulan şeylerden biri de gençlik. Nedir gençlik? Gençlik, bir nevi vurucu kuvvet, öyle kabul ediliyor. Hattâ diyor ki komando. Komandonun hakiki sahipleri kim ise, bunları kim kurmuş ise, kim destekliyor ise alâkadarız diyorlar, milliyetçiyiz diyorlar, haysiyete inanıyoruz diyorlar. Buraya çıkarlar, müdafaasını burada yaparlar.

ALPASLAN TÜRKEŞ (Ankara) – Çıkacağız.

İSMAİL HAKKI YILANLIOĞLU (Kastamonu) – Çıkacağız, biraz sonra.

ADALET PARTİSİ GRUPU ADINA İBRAHİM ETEM KILIÇOĞLU (Devamla) – Beyefendi, yapamazsınız, çıkamazsınız diye bir şey söylemedim. Bir mütalâa da beyan etmedim. Ben şimdi bir şey anlatıyorum.

İSMAİL HAKKI YILANLIOĞLU (Kastamonu) – Hayır, yani bilesin diye söylüyorum; kendini yorma diye söylüyorum.

ADALET PARTİSİ GRUPU ADINA İBRAHİM ETEM KILIÇOĞLU (Devamla) – Sayın Yılanlıoğlu, eğer bir şeyin müdafaasını yapacaksanız, tabiî yaparsınız, ona bir şey demiyorum. Aleyhinde de bulunabilirsiniz. Yalnız, ben ortada olan bir şeyi söylüyorum.

Kızıl muhafızlar; kızıl muhafızların sahibinin kim olduğunu biz biliyoruz. Şimdi, komando diyor, Ergenekon arslanları diyor. Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlar, <<Nasıl, bu komandolara bir fakülteyi bastırır mısınız?>> diyorlar. Biz de diyoruz ki; <<Bunun sahibi biz değiliz.>> Sahibi biz değiliz. Neden burada bu hakikatler ifade edilmiyor? İkide bir <<Nasıl, şeyi bastırır mısınız?>> diyor. …

Şimdi ben diyorum ki, işte o kızıl muhafızları kim besliyorsa, o talebe teşekküllerini, fikir kulüplerini kim organize ediyorsa, kim parasını veriyorsa, kim gerici uç diye vasıflandırdıkları gerici ve tutucu adamlara böyle işleri yapıyorsa, artık kamu oyu milleti ve gençliği kimin ikiye böldüğü hususunda tereddüt etmez. Bu uçları kim ayırmış ise birbirinden, kim onlara sahip çıkmış ise, talebeleri ayıran onlardır, milleti de birbirinden ayıran onlardır. Biz ayırmadık diyemezsiniz, çünkü fakir – zengin diye ayırımı yapan sizlersiniz. Doğulu – Batılı diye ayırımı yapan sizlersiniz. Fakir – zengin diye ayırım yaparsanız, beri yandan özel sektör – tüccar, komisyoncu – vurguncu dersiniz.. Vatandaşı böyle bölersiniz.

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma saati: 20.00
BAŞKAN – Ferruh Bozbeyli

BAŞKAN – 62 nci birleşimin üçüncü oturumunu açıyorum.

Muhterem arkadaşlarım, Sayın İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Başkanlığa bir önerge vererek diyor ki: <<C.H.P. Grupu adına konuşan Sayın Bülent Ecevit, partimizi ve partimizin gençlik kuruluşlarını hedef tutan sataşmalarda bulunmuştur. İçtüzüğün 95 nci maddesine istinaden itham ve sataşmaları cevaplandırmak üzere söz verilmesini rica ederim.>>

Muhterem arkadaşlarım, biz Başkanlık olarak, Sayın Ecevit’in Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisini sarahaten değil, zımnen istihdaf eden bir sataşmada dahi bulunmadığı kanaatindeyiz. Bütün bunları söylerken, iktidara hücum ediyordu. Bütün bunları iktidarın tahrik ettiğini söylüyordu. Varsa bir iddia, iktidar tarafından gelmek lâzım gelir. Kanaatimiz budur.

İSMAİL HAKKI YILANLIOĞLU (Kastamonu) – Efendim, zımnen, hakikaten partimize sataşma olmuştur. Direniyorum, söz verilmesi için Umumi Heyetin oyuna arz edilmesini rica ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, arkadaşımız sataşma olduğu hususunda ısrar ediyor. Tabiî bu gibi hallerde Yüce Heyetinizin mütalâasını alıyoruz. Şu halde meseleyi Yüce Heyetinizin oyları ile halledeceğiz. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisine sataşma olduğu hususunu kabul edenler lütfen işaret versinler. Kabul etmiyenler… Sataşma olduğunu Heyeti Umumiye kabul etti efendim. Kim konuşacak?

İSMAİL HAKKI YILANLIOĞLU (Kastamonu) – Sayın Genel Başkan, Alpaslan Türkeş.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Türkeş. Şu halde, sataşma olduğunu iddia ettiğiniz hususlara inhisar etsin lütfen.

ALPASLAN TÜRKEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;

C.H.P. nin sayın sözcüsü, bütçenin tümü üzerinde eleştirilerini yaparken, haksız ve yersiz olarak partimize de ağır imalarda ve sataşmalarda bulunmuştur. Bu sataşmalarına huzurunuzda cevap vermek üzere geldim.

Biz, evvelce yapmış oldukları bu konudaki ithamlarına cevaplar vermiştik, ondan sonra da susmuştuk. Fakat, görüyoruz ki, C.H.P. meseleyi kesmiyor, kapatmıyor, her gün ısıtıp ısıtıp ortaya getiriyor ve bu defa Yüce Meclisin huzuruna da getirmiş bulunuyor.

C.H.P. nin sayın sözcüsü neler söylüyor? Kendi konuşmalarından okuyorum; diyorlar ki:

<<Koca Alman Ulusunu felâkete sürüklemiş, S.S. Birlikleri özentilerinin Hükümet tarafından gençlik üzerine, yüksek okullara saldırıldığı bir Türkiye..>>

Yine konuşmalarının bir yerinde, 4 ncü fıkrasında:

<<Komanda adı verilen, sokak saldırganlarının Hükümet tarafından tahrik edildiğini ve korunduğunu, C.H.P. nin en yetkili organları haftalardır ısrarla ileri sürüyorlar; Hükümet bu ağır ithamlara bugüne kadar niçin cevap vermediğini, vermediğini…>>

Yine konuşmalarının bir yerinde: <<Partilerin askerî eğitim yapmak, faşist birlikler yetiştirmelerini, üniformalar, kalpaklar giymelerini yürürlükteki kanunlar yasaklamıştır. Bunları önlemek için yeni kanuna ihtiyaç yoktur. Ancak bu gibi kanun dışı kuvvetlerle işbirliği yapmayacak bir Hükümete ihtiyaç vardır.>>

Bununla da yine partimiz kastedilmektedir.

Daha sonra yine diyorlar ki: <<Atatürkçü gençliğin karşısına, çağdaş gençliğin karşısına bir eski çağ gençliği çıkartılmak isteniyor, bir ihtiyar gençlik.>> deniyor ve daha sonra <<… çağımızın ekonomik emperyalizmi karşısında Türk bağımsızlığını korumak istiyen gerçek milliyetçi gençliğin karşısına…>> dikkat buyurmanızı rica ederim, <<Türk bağımsızlığını korumak istiyen, gerçek milliyetçi gençliğin karşısına …>> şunlar bunlar oluyor.

Muhterem milletvekilleri, iki yıla yakın zamandan beridir üniversitelerimizin özerkliğinden yararlanarak, bu özerkliği kötüye kullanarak, üniversiteler içerisinde komünizm akınları kızıştırılmaktadır.. Komünist gençler kanunları, Anayasayı, nizamları, Türk ahlâk ve törelerini ayaklar altında çiğnemektedirler. Komünist tahrikçiler cam, çerçeve kırmaktadırlar. Profesörlerine, hocalarına en ağır şekilde hitabetmekte, küfretmektedirler. Bunlar, otomobil yakmakta, bayrak yakmakta, Bayazit kulesine kızıl bayrak çekmektedirler. Bunlar mıdır Atatürk gençliği? (Adalet Partisi sıralarından <<Asla>> sesleri) Bunlar mıdır, Türkiye’nin bağımsızlığını savunan gençlik? Bunları himaye etmeye niçin kalkışıyor C.H.P.? Bunların niçin koruyuculuğunu üzerine alıyor? (Adalet Partisi ve C.K.M.P. sıralarından <<Bravo>> sesleri, alkışlar.)

Bu yıkıcı ve dünyanın tanıdığı en vahşi emperyalizm olan komünizmin uşaklığını yapan, bu komünist yardakçılara karşı, Anayasayı başlar üzerinde tutmak istiyen, kanunlara bağlı, milliyetçi Türk gençleri de bunlara karşı kendi inandıkları fikirlerin üstünlüğünü ortaya koymak üzere çalışırlar, harekete geçerlerse bunlar neden sokak saldırganları olurmuş?

Bunlar sokak saldırganları değildir. Bunlar vatansever, hakiki milliyetçi tertemiz Türk çocuklarıdır.

Muhterem arkadaşlarım, bunlara <<Atatürkçü gençlik>> diyor, sayın C.H.P. sözcüsü.

Muhterem arkadaşlarım;

Biliyorsunuz, İstiklâl Savaşımızın cereyan ettiği sıralarda Yunan Kıralı Konstantin İzmir’e gelmiş, çıkmıştır. Çıktığı zaman ayak bastığı rıhtıma bir Türk Bayrağı serilmiş ve bu haysiyetsiz kıral, bayrağımızı çiğniyerek karaya çıkmıştır.

Dumlupınar’da, Yunan kuvvetleri imha edildiği gün Türk Subayları Yunan Başkumandanının karargâhından getirdikleri bir Yunan bayrağını büyük Kurtarıcı Atatürk’ün önüne yere sermişler ve <<Onlar çiğnediler, siz de onların bayrağını buyurun çiğneyin>> demişlerdir. Fakat büyük adam bunu reddetmiş, <<O bayrağı yerden kaldırın>> demiştir. <<Bir milletin bayrağı mukaddestir, hangi milletin bayrağı olursa olsun ona saygı göstermek lâzımdır, o çiğnenemez>> demiştir.

Arkadaşlar, bayrak yakanlar Atatürkçü olamaz. (A.P. ve C.K.M.P. sıralarından <<Bravo>> sesleri, alkışlar) Atatürk’ün bize bıraktığı miras, hangi milletin bayrağı olursa olsun ona saygı göstermeyi gerektirir.

Bayrak yakanları himaye etmeye kalkmakla Atatürk’e ihanet etmek birdir.

Muhterem arkadaşlarım;

Sokak saldırganları diye itham edilen ve komando diye -ki bu isim bizim tarafımızdan verilmemiş ve kullanılmamıştır- birtakım isimler takılan saf, temiz, milliyetçi Türk öğrencileri, Türk çocukları, sizlere sorarım, bir yerde cam çerçeve kırdılar mı, kanunlara aykırı bir harekette bulundular mı bugüne kadar? Her hangi bir yerde otomobil yaktılar mı? Her hangi bir yere kızıl bayrak çektiler mi, astılar mı? Müttefik bir devletin bayrağını yaktılar, hürmetsizlik gösterdiler mi? Bunlar nasıl sokak saldırganı olurlar?

Muhterem arkadaşlarım, sokak saldırganları, gazete idarehanelerini basıp yakıp, yıkanlar, sokak saldırganları siyasi parti genel merkezlerini basıp yakıp yıkanlar ve milletvekillerine dayak atanlardır arkadaşlar ve bunları himaye edenler bunların unutulduğunu zannetmesinler. Bunları himaye edenler, birtakım yeraltı faaliyetleri hazırladıklarını bilmediğimizi zannetmesinler. Sırça köşkte oturanlar başkalarına taş atmamalıdır.

NERİMAN AĞAOĞLU (Manisa) – Siz de dövdürdünüz milletvekilleri (C.H.P. ve A.P. sıralarından gülüşmeler, <<Bravo>> sesleri)

ALPASLAN TÜRKEŞ (Devamla) – Muhterem arkadaşlarım;

Bizim milliyetçi gençlerimiz, her partinin her zaman yaptığı normal gençlik teşekkülleridir. Bu milliyetçi gençler Türk milliyetçiliği üzerinde kültürlerini artırmak, spor faaliyetlerinde bulunmak ve komünist fikir akımlariyle mücadele etmek gayesini güderek hareket etmektedirler. Kendileri, daima kanunlara saygılı, daima kanunlara bağlıdırlar, bağlı kalacaklardır. Başka türlü bir hareketlerini tesbit etmek mümkün değildir.

Muhterem arkadaşlarım;

Adlî makamlara intikal etmiş olan bir meselede neticeyi beklemek lâzımdır. Aylardan beri Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, ki ismimiz değişmiştir, yeni ismimizi henüz Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bildirmek fırsatını bulamadık, halen <<Milliyetçi Hareket Partisi>> yiz, bu parti hakkında adalet makamları soruşturma açmışlardır, bu soruşturma devam etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti bir Devlettir ve bir devletin bütün organlarına sahip bulunmaktadır. Bu Devletin Millî emniyeti var, bu Devletin Emniyet Genel Müdürlüğü var, bu Devletin adliyesi var, Silâhlı Kuvvetleri var. Bunlar uyuyorlar mı; <<C.K.M.P., komando teşkilâtı kuruyor, kanunları çiğniyor, askerî eğitim yaptırıyor>> da Devletin bu organları da yalnız C.H.P. nin sayın sözcüsü mü uyanıktır?

Muhterem arkadaşlarım,

Adalet makamlarının soruşturmalarını bir sonuca ulaştırmadan, bu sonucu beklemeden ithamlara girişmek ve devam ettirmek en azından adalete hürmetsizliktir, hukuk zihniyetine, hukuk anlayışına hürmetsizliktir.

Muhterem arkadaşlarım, burası millet kürsüsüdür, buraya her milletvekili çıkıp görüşlerini söyliyecektir. Fakat buradan itham ileri süren milletvekili arkadaşlarımız ithamlarını ispat etmek mecburiyetindedirler. Bu ithamlarını ispat etmeleri, itham edilenler tarafından istenir ve bu ithamlarını ispat edemezlerse bu kürsüde haysiyet ve şereflerini bırakarak ayrılmış olurlar.

Muhterem arkadaşlarım, biz böyle ithamlara alışkınız, böyle ithamlardan korkumuz yoktur. 1944 yılında da C.H.P. nin en yüksek şahsiyeti birçok vatandaşlar hakkında daha adlî makamlar takibata bile başlamadan en ağır ithamlarda bulundular, fakat o vatandaşların istisnasız hepsi de mahkemeler tarafından suçsuz görülmüşler ve beraet etmişlerdir.

Muhterem arkadaşlarım, C.H.P. sözcüsü bir taktik kullanmakta ve bizim Hükümetle anlaşmalı hareket ettiğimiz ve himaye edildiğimizi ifade ederek böylece bir taşla üç kuş vurmaya çalışmaktadır. Hükümeti bizim üzerimize saldırtacak, Hükümetle bizi boğuşturacak böylece iki rakibini birbirine bertaraf ettirecek, aynı zamanda da üniversitelerde şurada burada yuvalanmış olan komünist gençliğin desteğini ve sevgisini kazanmış olacak. Fakat, biz Hükümetle ne işbirliği yapıyoruz, ne de iktidarın himayesindeyiz. Ama, C.H.P. ve onun Sayın Lideri Anıt Kabrin merdivenlerinden itibaren sayın Demirel’in kolunda, kolkola.. (A.P. sıralarından gülüşmeler) Ve Cumhurbaşkanı seçiminden idare meclisi üyeliklerinin taksimine kadar işbirliği yapmış ve yapmaktadır. Biz, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de daima istiklâlimizi muhafaza etmiş bir partiyiz.

Muhterem arkadaşlarım, bize yapılan ithamlara daima cevap vereceğiz. Aynı ton, aynı hacımla, itham yapanlar cevaplarını alacaklardır. Biz, kanunları, Anayasayı kendimize rehber edinerek hareket etmekteyiz. Bunun için hiçbir ithamdan korkumuz yoktur. Kanunsuz hareketlerimiz varsa adalet makamlarına karşı hesap vermeye ve hareketlerimizin icabettiği her çeşit mesuliyetini yüklenmeye daima hazırız.

Yüce heyetinizi saygiyle selâmlarım. (Alkışlar.)

BÜLENT ECEVİT (Zonguldak) – Efendim, Sayın Türkeş’in sözlerine cevap vermeyi düşünüyordum. Çünkü biz..

BAŞKAN – Talebinizi söyleyiniz efendim, nedir?

BÜLENT ECEVİT (Zonguldak) – Ancak, kendileri konuşmalarında bâzı iddialarımı ispat edemezsem, şeref ve haysiyetimi o kürsüde bırakarak inmiş olacağımı söyledi. Bu durumda takdir edersiniz, benim bu kürsüde kendilerine cevap vermem gerekir.

BAŞKAN – Efendim … bu kürsü ispat vasıtası değildir. Başkaca ispat edilir, ispat başkaca yapılır. Yani burada biz, hem iddiayı, hem müdafaayı dinliyeceğiz, tahkik edilecek, karara varacağız… Böyle bir şey için bu kürsü müsait değildir Sayın Ecevit. Ama bazen böyle şeyler oluyor, yapılıyor. Siz de nitekim konuşmanızda böyle şeyler söylediniz. Bunların ispatı gerekir, gibi şeyler söylediniz. Başkaca ispatlamayı düşününüz.

Şimdi efendim, söz sırası Hükümetindir. Hükümet adına Sayın Başbakan, buyurun efendim.

BAŞBAKAN SÜLEYMAN DEMİREL (Isparta) – Yüce Meclisin Sayın Başkanını ve Yüce Meclisin sayın üyelerini, sözlerime başlarken saygiyle selâmlıyorum. …

Bir şey ifade edeyim, bir Yassı Ada fobisi içinde misiniz, hayır. Hiçbir fobinin içinde değiliz. Ama bir Yassı Ada gerçeği var, ama Yassı Adaya götürülmüş bir Parlâmento var, bunlar gerçek ve Türkiye’de asılmış bir başvekil var, bunlar gerçek.

ALPASLAN TÜRKEŞ (Ankara) – Bunları söylemeye ne lüzum var, tekrara ne lüzum var.

BAŞBAKAN SÜLEYMAN DEMİREL (Devamla) – Sizden öğrenecek değilim neye lüzum olduğunu Sayın Türkeş. Müsaade edin.

ALPASLAN TÜRKEŞ (Ankara) – Sayın Başbakan bunlar unutulsa, örtülse iyi olur.

BAŞBAKAN SÜLEYMAN DEMİREL (Devamla) – Bir türlü unutulamıyor, ve örtülemiyor işte. Memlekette bir yara açılmış, bu yarayı kapatalım uğraşıyoruz.

ALPASLAN TÜRKEŞ (Ankara) - Ama siz açıyorsunuz yarayı.

BAŞBAKAN SÜLEYMAN DEMİREL (Devamla) – Biz onu hep kapatarak geldik. Biz kapatarak geldik!

ALPASLAN TÜRKEŞ (Ankara) – Kabuk, kurusun, düşsün, bırakın.

BAŞKAN – Sayın Türkeş lütfen efendim.

BAŞBAKAN SÜLEYMAN DEMİREL (Devamla) – Üniversiteye polis girer mi girmez mi, bu münakaşa da yapıldı. Üniversiteye polis girer…

Bir defa şunu ifade edeyim, komandoları işte o şekilde tâbir ediyorlar. <<Biz bunların sahibiyiz>> dedi sayın Türkeş, binaenaleyh kendisinin Hükümet tarafından herhangi bir şekilde himaye görmediğini ifade etti. Tamamen teyidediyorum ifadelerini, sahibi kendisidir. Ama bundan dolayı da anamuhalefet partisinin sayın sözcüsü bizi, <<Es – Es>> kıtalarını beslemek, onları muhafaza etmek, müdafaa etmek böylece sokak saldırıları tertiplemekle suçladı. Gayet haksız, hiçbir mesnedi olmayan suçlamalardır. Biz devletin meşrû kuvvetlerinin dışında bir kuvvet tertibine hiç bir şekilde taraftar değiliz.



Saklambaç, 3 Mart 1969.

TÜRKEŞ’E GÖNÜLDEN BAĞLI KADIN KOMANDOLAR KARDA TALİM YAPIYORLAR

Başkentin dişi Komandoları Türk kadınlarını göreve çağırıyor

* MHP’nin gönüllü dişi komandolarından Aylin Anıl, atış talimi yapıyor. Gazetemiz temsilcisi Kâmuran Özbir de onu izliyor.

* Selçuk Gürkan adındaki judocunun nezaretinde karlar altında talim yapan genç ve güzel komandolar bir tel örgüyü aşarlarken.

* Yeşim Akın, Raife Tokyay ve Aylin Anıl, Gölbaşı’nda tüfekli bir kimsenin zararsız hale getirilmesi hareketlerini uyguluyorlar.

Kâmuran Özbir, Ankara (Saklambaç)


Bir kaç gün önce Milliyetçi Hareket Partisi adını alan CKMP’nin Bozkurt adı verilen komandolarından sonra şimdi de Başkentin dört güzel ve genç kızı komando eğitimi ile kendilerini iyice yetiştirdikten sonra MHP saflarına katılıp, gönüllü olarak MHP nin kadın kolunun faaliyete geçmesini temin edeceklerini açıklamışlardır.

Selçuk Gürkan isimli bir judocunun nezaretinde her gün Gölbaşında eğitim yapan Aylin Anıl, Raife Tokyay, Semra Tınaz ve Yeşim akın tabanca ve bıçak kullanmakta, bu arada komandolar için temel şart olan arazi çalışmasının, bütün gereklerini yerine getirmektedirler.

Komando eğitimi faaliyetinde bulunan Aylin Anıl, bu konuda bize şunları söylemiştir:

“Eskiden beri bu işe merakım vardı. Bugün Türkiye’de gerçekten aşırı cereyanlarla mücadele etmek de şarttır. Biz bu işin kadın cephesinde öncülüğünü yapacağız. Her halde erkekler kadar MHP’nin ilkelerine yararlı oluruz. Yüce Başbuğ Türkeş’ten yardım bekliyoruz.”



Hür Anadolu, 4 Mart 1969.

YENİ AD, YENİ AMBLEM

CKMP’nin yeni adı, yeni amblemini gösteren tabelâ parti Genel Merkezine asılmıştır. Ocak ayı içinde Adana’da yapılan olağanüstü kongre sonunda ismi Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirilen ve parti amblemine bozkurtun yanı sıra üç hilâl ilave edilen ve Parti Genel Merkezine asılan yeni tabelâ görülüyor. [Üç hilâl]



Tercüman, 7 Mart 1969.

MHP 500 KİŞİLİK KOMANDO KURSU AÇIYOR

MHP Mardin Milletvekili Rifat Baykal, yaz aylarında açılacak komando kampına 500 gencin katılacağını bildirmiştir.



Türk Yolu, 10 Mart 1969, Sayı 4-5.

Aşırı solun hamiliğini yapan CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, bütçe müzakerelerinin son gününde yine <<Komandolara>> hücum eden bir konuşma yapmış, buna MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş gereken cevabı vermiş <<Sokak saldırganları olarak tarif edilmek istenen bu gençler hakiki vatansever, milliyetçi Türk çocuklarıdır.>> demiştir.

Saat 20’deki oturumda Milliyetçi Hareket Partisine mensup milletvekilleri, Ecevit’in partinin gençlik kuruluşlarını hedef alan iddiada bulunduğunu öne sürerek, söz istemişlerdir. Başkan Bozbeyli, MHP’lilere söz vermemiş, fakat, AP ve GP’lilerin oylarıyla Alparslan Türkeş, söz almıştır. Türkeş, Ecevit’in komandolarla ilgili sözüne değinerek, <<Bu komando denilen gençler, partimizin gençleridir>> demiştir.

<<CHP sözcüsü, haksız ve yersiz olarak ağır itham ve imâlarda, sataşmalarda bulundu. Bu isim tarafımızdan takılmamıştır. Sokak saldırganları olarak târif edilmek istenen bu gençler, hakiki vatansever, milliyetçi, tertemiz Türk çocuklarıdır.>>

Türkeş <<otomobil yakan, kızıl bayrak çeken, parti basan gençler midir Atatürk gençleri?>> diye sormuştur.

Türkeş, <<Bunları CHP niçin himayeye kalkıyor?>> demiş, Komandolar konusunda soruşturmaların devam ettiğini ifadeyle, şöyle konuşmuştur.

<<Türkiye Cumhuriyeti, bir devlettir. Millî Emniyeti var, çeşitli kuvvetleri var. Bunlar uyuyorlar da, yalnız CHP’nin sözcüsü mü uyanıktır? Ecevit, bizim himaye edildiğimizi öne sürmektedir. Biz, hükümet ile ne işbirliği yapıyor, ne de onun himayesindeyiz. Ama, CHP’liler, Anıtkabir’de Demirel’in kolunda kolkola idare meclisi üyeliklerine varıncaya kadar işbirliği yapmış ve yapmaktadırlar.>>



Türk Yolu, 10 Mart 1969, Sayı 4-5.

EGE BÖLGESİNDE, GÜMÜLDÜR’DE 500 KİŞİLİK KOMANDO KAMPLARI AÇILACAK

Bir süre önce İzmir’de açılan ve ilgi ile karşılanan komando kamplarını bu yıl Ege çapında düzenleyeceği Mardin Milletvekili Rifat Baykal tarafından açıklanmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi Milletvekili Rifat Baykal Gümüldür’deki kampa bu yıl Ege’nin çeşitli il ve ilçelerinden isimleri daha önce tespit edilmiş gençlerin katılacağını söylemiş ve <<Geçen defa komando kampını yüz kişi ile açmıştık. Bu yıl daha geniş imkânlar ile komando sayısını 500’e çıkaracağız.>> demiştir.



Türk Yolu, 10 Mart 1969, Sayı 4-5.

ERCİYES TEPELERİNDE KOMANDOLAR
BOZKURTLARIN KIŞ KAMPLARI

“DOKUZ OĞUZ BİRLİĞİ” adı altında kamp yapan 30 üniversiteli yakın döğüş talimi yapıyor

Komandolar Kayseri’de kurulan kış kampında kar ve şiddetli soğuğu hiçe sayarak yakın döğüş eğitimi yapmaktadırlar. Çeşitli Fakülte ve Yüksek Okullarda okuyan 30 gencin katıldığı Erciyes eteklerindeki komando kampında sabahın beşinden akşamın yedisine kadar sıkı bir eğitim düzeni uygulanmaktadır.

Dokuz Oğuz Birliği adı verilen komando grubu mensupları plânlanmış bir program içinde her gün 6 saat yürüyüş yapmakta, karla kaplı arazide boks, güreş, judo ve yakın döğüş öğrenmektedir. Gece nöbetleri ve düzenli eğitimleriyle askerî bir nitelik taşıyan kampta belirli bir fikir eğitimine de yer verilmektedir.

Eğitimleri sırasında askerî tabirle <<Avcı zinciri>> görüntüsüne araziye yayılan komandolar sembolleri olan <<Hilâl>> biçimini almakta ve <<İşte bizim Hilâlimiz. Bunun içinde bir Bozkurtu düşününce Türk ve İslâm Mefkûresinin sembolü çıkar ortaya>> demektedirler.

Komandoların kış kamplarında hayat, sabahın alaca karanlığında hep bir ağızdan edilen <<Büyük Türkiye İdeali ve bağımsızlığımızın korunması>> yemini ve sabah namazıyla başlamaktadır. Geceleri ise kar ve soğuğa meydan okuyup bir battaniye ile yetinilmektedir. Kendi tabirleriyle <<fikirden anlamayanlara gerektiği zaman ders verebilmek için>> av tüfeği ve kalın sopalarla on metrelik yarlardan atlayıp, toplu kavgalara hazırlanmaktadırlar. Kamplarına ancak özel izinle girilebilen Dokuz Oğuz Birliği Komandolarının eğitim lider Hasan Basri Bolak amaç ve yaşayışlarını şöyle anlatmaktadır: <<Bu kampların, iç ve dış düşmanlarımıza hayat hakkı tanımamak ve memleketi selâmete götürmek bakımından faydalı olduğu kanaatindeyiz. Her gün koşu, kültür fizik, boks, güreş ve tırmanma çalışmalarıyla judo dersleri yapılmaktadır. Geceleri çevredeki ağaçlarla ateş yakıyoruz. Esasen komando olabilmek için sağlam bünyeli olmak baş şart.>>



Türk Yolu, 10 Mart 1969, Sayı 4-5.

İZMİR’DE GENÇLER ARASINDA KALPAK MODASI

İzmir’de Milliyetçi Hareket Partili gençler kalpak modasını yaygın bir hale getirmişlerdir. Özellikle MHP gençlik teşkilâtı mensupları ve komandolar bir çok yerde kalpaklı olarak dolaşmaktadırlar. Gençlerin <<Atatürk de Millî Mücadele yıllarında kalpakla dolaşırdı>> diyerek kalpak giymeleri halk ve bazı Üniversiteli gençler tarafından da benimsenmiş ve kalpak İzmir’de yaygın bir moda haline gelmiştir.

Öte yandan başkentte polisin Kıyafet kanununa aykırı olduğu gerekçesi ile kalpaklı gençleri toplaması İzmir’de tepki ile karşılanmıştır. MHP li gençler modanın kanunlarla önlenemiyeceğini ileri sürmüşler ve kalpak giymekte ısrar edeceklerini söylemişlerdir.



Günaydın, 18 Mart 1969.

Türkeş’in komandoları ile Devrimci Grubun üniversiteyi ayrı ayrı işgal etmeleri üzerine

ÖĞRENCİLER TAŞ VE MOLOTOF KOKTEYLLERİYLE ÇARPIŞTILAR

Alparslan Türkeş’çi ve AP’li komandolar, sol sağ çatışması gerekçesine dayanarak dün İstanbul Üniversitesini basmış ve merkez binayı kuşatmışlardır. Sol ve sağ olarak iki gruba ayrılan öğrenciler yakın döğüşe girmeden birbirlerine tabanca ile ateş açarak patlayıcı maddeler savurmuşlardır.

Daha önce üniversitedeki sol topluluğun Hukuk Fakültesi anfisine 6. Filo olayları sırasında ölen Vedat Demircioğlu adını vermesi, sağcı grubu kızdırmış ve bu isim silinerek yerine Ziya Gökalp adı yazılmıştı. Bunu haber alan sol eyilimli gençler, dün grup halinde Hukuk Fakültesi anfisine girmişler ve kısa süre içinde bütün merkez binayı işgal etmişlerdir. Bunun üzerine içeri girmek isteyen sağcı topluluk, ellerinde taşlar, sopalarla hücuma geçmiş ve bu arada molotof kokteyli atılmıştır. Üniversite bahçesi bir anda savaş alanına dönmüş ve atılan molotof kokteylleri ile biri öğrenci olan iki kişi yaralanmıştır.

“Bağımsız Türkiye İsteyenler”in liderleri olan Deniz Gezmiş ve Bozkurt Nuhoğlu, işgalci arkadaşları ile birlikte kendilerini savunmaya devam ederek, atılan tabanca ve Molotof kokteyllerine aynı silahlarla mukabele etmişlerdir. Bu arada Rektör Egeli olayın daha büyümemesi için iki grup arasında aracılık yapma yolunda teşebbüse geçmiş ve sağ kanattan Ufuk Şehri ile sol kanattan Bozkurt Nuhoğlu’nun görüşmelerini sağlamıştır. Yarım saat kadar süren görüşme sırasında karşılıklı çatışmaya ata verilmiş, fakat taraflar arasında bir anlaşmaya varılamamıştır.

Akşam saatlerine kadar üniversite bahçesi kısa fasılalarla tabanca Molotof kokteylinden çıkan seslerle inlerken polis seyirci kalmış ve kendilerine herhangi bir davet yapılmadığı için üniversiteye girmemiştir.

Atılan Molotof kokteylleri ile iki kişi yaralanmıştır. Foto muhabirlerinden bazılarının makinaları öğrenciler tarafından ellerinden alınmış ve tabanca tehdidi ile filmleri çıkarılarak yakılmıştır. Saat 16’da her iki taraf yürüyüşler yaparak üniversiteyi terk etmiştir.



Yenigün, 18 Mart 1969.

AP’li Hamido dün Türkeş’e meydan okudu
Kapıcıları Komandolara karşı silahlandıracağım

Kapıcıların üyesi bulunduğu Hak-İş Konfederasyonu’nun dün sabah Büyük Ankara Oteli salonlarında düzenlediği basın toplantısına şeref misafiri olarak katılan Hamido (AP Malatya Milletvekili Hamit Fendoğlu), gazetecilerle yaptığı sohbette, ikide bir belindeki tabancasını yoklayarak, <<Türkeş’in komandolarına karşı ben de kapıcıları silahlandıracağım. Atalar el elden üstündür demiş. Siz de kimin kimden üstün olduğunu göreceksiniz. Hele bir eğitimlerini tamamlayım, benim kapıcılarımın karşısında Alparslan’ın komandoları kaçacak delik arayacaklardır.>> demiştir.



Günaydın, Aziz Nesin, 20 Mart 1969.

KENDİ BAŞLARINI YİYENE KADAR

Buchenwald Kampını geziyorduk, hani şu Nazi’lerin ünlü toplama kamplarından biri… Hani şu kampta öldürülen kadınların saçlarının tepe tepe yığıldığı, hani şu zehirli gazla boğulan çocukların patiklerinin, ayakkabılarının tepeler yaptığı, hani şu insan kafa derisinden abajurların, kadınların göğüslerinin derilerinden kitap ciltleri yapıldığı ölüm kamplarından biri.. Bu kamp, tüm insanlığın övüncü Goethe’nin kenti Welmar’dan kırk elli kilometre uzakta, tüm insanlığın yüz karası bir yerdir. Bir fıkrayla değil, ciltlerle kitap yazılsa anlatılamaz. İnsanın insana nasıl acımasızca kıydığını anlamak için, ille de gidip bu kampları görmek gerekir, yoksa dille anlatılacak gibi değil…

Rehberimiz, Nazi’lerin yenilgisinden sonra, bu ölüm kampından yarı ölü halde canını kurtarabilen pek az kişiden biriydi. Kendisinin de çırılçıplak kamçılandığı, gözleri önünde kamçılanan arkadaşlarının can verdiği ve insanların duvarlardaki kasap çengellerine benzer çengellere asılarak ve çarmıha gerilerek öldürüldüğü yere gelince baygınlık geçirdi. Herkes ağlıyordu. Önümde bir Alman karı koca vardı. Kadın, hıçkırarak kendini dışarı attı. Kocası gözyaşları içinde,

- Yalnız Almanlığımdan değil, insanlığımdan utanıyorum… dedi.

Benim en çok anlamaya çalıştığım şuydu: Nasıl olmuştu da o denli uygar, o denli ilerlemiş, hatta çoğunluğu romantik tabiatlı olan Alman ulusu içinden bu Nazi canavarları çıkabilmiş, Nazi olmayanlar da nasıl bu canavarlığa göz yummuşlardı? Sorduğum her Alman bu soruya başka başka cevaplar verdi. Rehberimizin şu cevabı, bugün Türkiye’yi yönetenleri çok yakından ilgilendirir.

– Naziler ilkin yalnız komünistleri bu kamplara tıkıyorlardı. Ve destek görüyorlardı. Daha sonra komünist olmayanları da komünist diye kamplara atmaya başladılar. Bundan sonra sıra Yahudilere gelmişti. Yahudilerden sonra sosyalistleri, sosyal demokratları soktular kamplara. Arkasından liberalleri.. Daha sonra bütün muhaliflerini, hiçbir siyasî görüşü olmayıp da bu haksızlığa başkaldıranları, din adamlarını, papazları toplama kamplarına attılar. Komünistlerin kamplara atılışına erinenler, sevinenler ve bu tutumu destekleyenler, sıranın bir gün kendilerine geleceğini hiç sanmadılar.

İmdiii… Gelelim Türkiye’ye… Bir “komando” çıktı başımıza… Bir iki gün önce yine İstanbul Üniversitesini basan bu komandolar, kendilerine “Toplumcu milliyetçi” adını veriyorlar. “Toplumcu milliyetçi”, Nasyonal Sosyalizmin, yani Naziliğin Türkçesidir. Bunları örgütleyen, örgütlenmelerine yardımcı ve destek olan kimdir? Bu sorunun cevabını, sayın Bülent Ecevit, Meclis kürsüsünden şöyle verdi:

“Koca Alman Ulusunu felâkete sürüklemiş SS birlikleri özenlilerin Hükümet tarafından gençlik üzerine, yüksek okullara saldırtıldığı bir Türkiye…”

Elbette CHP Genel Sekreterinin haberalma olanağı bizden çoktur. Bu SS bozuntusu azgınları, üniversiteye hükümetin saldırttığını söylüyorsa, demek ki bu konuda bilgisi, belgesi vardır. Ve diyor ki sayın Ecevit:

“Komando adı verilen sokak saldırganlarının Hükümet tarafından tahrik edildiğini ve korunduğunu, CHP’nin en yetkili organları haftalardır ısrarla ileri sürüyorlar. Hükümet bu ağır ithamlara bugüne kadar niçin cevap vermediğini, veremediğini açıklamalıdır… Soldan gelen en küçük bir hareket karşısında demediğini bırakmayan Başbakan, İçişleri Bakanı, sağdan gelen kaba saldırılar karşısında, suç tahrikleri karşısında neden susarlar? Hükümet bunu açıklamalıdır. … Partilerin askeri eğitim yaparak, faşist birlikler yetiştirmelerini, üniformalar, kalpaklar giymelerini yürürlükteki kanunlar yasaklamıştır. Bunları önlemek için yeni kanuna ihtiyaç yoktur. Ancak bu gibi kanun dışı kuvvetlerle işbirliği yapmayacak hükümete ihtiyaç vardır.”

Demirel Hükümeti, gerçekten, her ne yapıyorsa, bilerek, bir amaçla yapıyor. Bu Nazi özentisi kabadayı bozuntularını, kendi amacına kullanmak için destekliyor. Ama bilmediği bir şey var: bu gerici zorbaların deliliklerine, azgınlıklarına son ve sınır yoktur. Bugün:

- Solcusun! Diye saldırırlarken kendilerini destekleyenlere, yarın da,
- Sen Atatürkçüsün!..
- Sen masonsun!..
- Sen faşist değilsin’.. diye saldıracaklardır.

Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bu azgınlıkları nereye kadar sürer? Büyük ustaları Hitler gibi, kendi başlarını yiyene kadar…



Bozkurt, Rifat Baykal, 21 Mart 1969.

Sahibi: Türkçüler Derneği adına Genel Sekreter Niyazi Adıgüzel
Bu dergi yılda bir kere 21 Mart tarihinde çıkar

MİLLİYETÇİ TÜRK GENÇLERİNE

Dünya hâkimiyetine giden büyük devletler ele geçirmeyi plânladıkları toprakların halkını, kültür emperyalizmi ile uyutup dejenere ederler. Milliyetlerini, tarihlerini, dillerini, köklü gelenek ve ananelerini, Millî kahramanlarını ustaca bir metod dahilinde kötüler, unuttururlar, milleti birbirine düşman ederler.

Bu yolda kendilerine menfaat mukabilinde hizmet edecek hainleri bulmakta güçlük çekmezler. Etrafımıza baktığımız zaman bu hainleri her türlü hüviyette görebiliriz.

Ayrıca hiçbir menfaat beklemeksizin, gönüllü bu işi yapan hainlere yardımcı kimseler de vardır. Bunlar hain değil aptal ve züppedirler. Miktarları, hainlerden çok fazla olan bu kimselerin zararı, çok defa hainlerden fazladır. Hainlerle aynı paralelde konuşan bu sersemler, gaflet içinde <<Anadolu küçük bir Amerikadır, Anadoluda halklar vardır, Türkten gayrı unsurlar vardır, Milliyeçilik yapılamaz. Hem 20. nci asırda Milliyetçilik olur mu? Irkçılık modası geçmiş bir cereyandır. Turancılık ne demek, bizim sınırlarımız dışında kalmış Türklerle hiçbir ilişiğimiz yoktur>> demek sureti ile düşmanlarımıza en büyük yardımı yapmaktadırlar.

Bu tipler şayet milliyetçi topluluklara sızmışlarsa derhal tespit edilerek hain diye damgalanmalı ve boğulmalıdırlar. Türkiyede halklar yok. Yalnız Türk milleti vardır.

Millî politikası olan büyük devletler, hümanizm ve kardeşliği, başka milletleri avlamak için bir silâh olarak kullanırlarken, kendi milletleri için, aşırı milliyetçi bir politika takip ederler. Hangi devlette kuvvetli bir milliyetçi cereyan çıkmışsa onu baltalayıp dejenere etmiye, yok etmiye çalışırlar.

Her memlekette çalışma şekilleri pek az farkla aynıdır.

Komünizm, Masonluk, Millet fikrini reddeden ümmetçilik, hilafetçilik, azınlık ırkçılığı, Hümanizm, dünya kardeşliği gibi zehirli yemlerle milliyetçiliğin kökleşmesine mâni olurlar. Ne zaman bir milliyetçi parti doğar, etrafında Türk Milliyetçilerini toplayıp, milletin ümidi haline gelmiye başlarsa, Doğu Batı bütün emperyalist devletlerin istihbaratları, zehirli yem ve propagandalarını bu milliyetçi teşekküle tevcih ederek satın aldıkları ve kandırdıkları kimselerle, Milliyetçi hareketin yönünü değiştirip, Milliyetçiliği dejenere ederler. Uzak ve yakın tarihimiz buna ait misallerle doludur.

Aslında Türk Milliyetçileri kadrolaşarak hedeflerini iyi çizmeli, safha safha bu plânı gerçekleştirmeliler. Plânın tahakkuku esnasında aslâ taviz verilmemeli, yolundan sapmamalıdırlar. Yapılan hatalar, iyi niyet hâkim olduğu müddetçe daima düzeltilebilir. Yapılan hatalar Türk milliyetçiliğine en ufak bir zarar getirecek olursa, her ne pahasına olursa olsun, gidilen yoldan dönülmelidir. Hatadan dönüş bir fazilettir.

Şunu unutmıyalım, Türk’ün, Türkten başka dostu yoktur.

TANRI TÜRKÜ KORUSUN



Ant, 25 Mart 1969, Sayı 117.

MİLLÎ HAREKET PARTİSİNDE İÇ KAVGA

Geçtiğimiz hafta Perşembe günü, Millî Hareket Partisinde bölünmeler ve iç kavga olduğu yolundaki haberleri yayınlayan gazetelere, üzerinde <<TBMM>> başlığı bulunan iki zarf gönderildi. Zarfların içinden biri Dündar Taşer, diğeri de Mehmet Altınsoy’un imzalarını taşıyan aynı konuda iki yazı çıktı. Yazılarda şöyle deniliyordu:

<<- Millî Hareket Partisi’nde anlaşmazlık olduğu ve bazı partililerin ayrılarak yeni bir parti kuracakları yolunda verdiğiniz haberler yalandır, tekzip ederim…>>

Adana’da yapılan CKMP olağanüstü kongresinde su yüzüne çıkan ve hattâ kavgalara yol açan çatışma, o günden bu yana gelişmiş, Türkeş’çiler, ümmetçiler ve ırkçılar olarak Millî Hareket Partisi içinde üç ayrı grup belirmişti… Bölünme öylesine kesin bir şekil almıştı ki, komandolar bile aralarında gruplaşmış, çok zaman devrimcilerle çatışmalarında bir grup öteki grubun saldırısına katılmamıştı…

Fuat Uluç’un aracılığıyla Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne <<çengel>> atan Türkeş ve arkadaşları, hatırlanacağı gibi kısa zamanda partinin yönetimine el koymayı başarmış ve Nazi metodları ile tam bir egemenlik kurarak, partinin adını ve amblemini değiştirdikten sonra SS kıtaları kurmuşlardır. Partinin askerî bir garnizon halini almasından sonra sivil parlamenterler ve Millî Hareket Partisi bünyesinden ayrılmamayı seçenler, dışardaki eski CKMP’lilerle ilişki kurarak yönetimi yeniden ele geçirmenin hazırlıklarına girişmişlerdir. Sivil MHP’lilerin aklına ilk olarak Türkeş’e karşı Tahtakılıç’ı lider adayı çıkartmak olmuştur. Tahtakılıç ile yapılan temaslar sonunda, partiyi ele geçirmek yerine yeni bir parti kurulmasında karar kılınmıştır. Bunu haber alan Türkeş ve arkadaşları derhal Hüseyin Üzmez’i görevlendirerek, CKMP ve Köylü Millet Partisi imtiyazlarını almayı uygun bulmuşlardır. Fakat, iki isim imtiyazının yeni bir partinin kurulmasını önleyemeyeceği kısa süre içinde anlaşılmış ve seçim arifesinde partinin bölünmesini önlemek için şans görülen aday listelerinde birinci sıralar, partiden ayrılmak üzere bulunanlara vaad edilmeye başlanılmıştır. Bunda da bir dereceye kadar başarı sağlanmıştır.



Ant, 25 Mart 1969, Sayı 117.

FAŞİST KOMANDOLAR ZORBALIĞI ÜNİVERSİTE İÇİNE DE SOKTULAR!

<<Demokratik Üniversite! Sağcı, solcu bütün öğrenciler, herkes, herşeyi tartışacak!.. Kemalizmi – nurculuğu – kapitalizmi – sosyalizmi – turancılığı – siyonizmi – komünizmi – faşizmi. Bilmeden kavga yok, itham yok!>>

İstanbul Hukuk Fakültesi’nde 9 Aralık 1968 günü düzenlenen, 2500 öğrencinin katıldığı forumda, bilinçli gençlerin astığı dövizde bunlar yazılıydı. Yayınlanan bildiride de, <<Demokratik üniversitenin, iktidarın, millî olmayan çevrelerin, emperyalizmin baskılarından uzakta; eğitimini halkın kalkınmasına en uygun yola yöneltmiş, gerçek bilime ve hür düşünceye saygılı olan üniversite>> olduğu belirtilmekteydi.

Ne var ki geçen haftanın olayları, üniversitelerdeki bir faşist azınlığın bu gerçeği anlayamadığını ve fikirleri kaba kuvvete başvurarak kabul ettirmek istediğini göstermektedir.

Olayların başlangıcı, önceki hafta sonunda devrimci gençlerin, Hukuk Fakültesi’ndeki bazı okuma odalarının kapısına <<Vedat Demircioğlu dershanesi>> yazmalarına tahammül edemiyen Türkeş’çilerin, bu yazıları silip <<Ziya Gökalp dershanesi>> yazmaları ile patlak vermiştir.

<<Başbuğ>> un emri ile hareket eden, Siyasi Partiler Kanunu’nun kesin hükmüne rağmen, yeni adı ile <<Milliyetçi Hareket Partisi>> tarafından eğitilen ve bir süreden beri terör yaratmak için çeşitli kaba kuvvet gösterilerine girişen komandolar, bu işi de aynı tahrikçi amaçla yapıyorlardı. Ve bununla da kalmıyor, üniversitenin duvarlarına, sütunlarına gelişigüzel, faşist sloganlarını yazıyorlardı.

Bu olaylar sırasında çıkan kavgada, saldırgan Türkeş’çiler Mustafa Özgül, Erol Kılıç, Niyazi Adıgüzel, Mustafa Kayabaş ve Mustafa Demir adlı öğrencilerin ağır, diğer beş öğrencinin de hafif yaralanmasına sebep olmuşlardır. Kendilerine <<milliyetçi toplumcu>> bozkurtlar adını veren komandolar, bununla da yetinmemiş, hafta başında üniversiteyi basmaya, ikinci bir <<Kanlı Pazar>> oyununu da üniversitede oynayıp devrimci gençliği sindirmeye karar vermişlerdir.

Komandoların bu saldırıyı planlarken yalnız Milliyetçi Hareket Partisinden emir almadığı, Adalet Partisi’nden hattâ TMTF ikinci başkanlığını fiilî duruma dayanarak işgal etmekte olan Ekrem Özer ve avanesinden geniş ölçüde destek gördüğü bilinmektedir.

Devrimci öğrenciler bu saldırıyı önceden haber almışlar ve pazartesi sabahı üniversite merkez binasında toplanarak saldırıya karşı koymaya karar vermişlerdir.

Saat 10.00’a doğru Üniversite bahçesine girip kapıları tutan komandolar ve beraberlerindeki AP’liler, önce ellerindeki silahları ve molotof kokteyllerini devrimci öğrencilere göstererek tahrike, sonra da camları kırıp içeriye tabanca ve molotof kokteylleri atmaya başlamışlardır. Olaylar sırasında İktisat Fakültesi öğrencisi İbrahim Eryılmaz ile Hukuk Fakültesi öğrencisi Cemal Saygıner yaralanmışlardır. Üniversite bahçesinden geçmekte olan bir çocuk ise, kulağının arkasından isabet eden bir tabanca kurşunu ile yaralanmış ve Cerrahpaşa Hastahanesine kaldırılmıştır.

Bir süre sonra iki tarafın liderleri rektörlüğe çağırılmış, sabahtan beri toplantı yapan, fakat olayların gelişmesini bekleyen ve bir karar alamayan Yönetim Kurulu üyelerinin bulunduğu salona alınmışlardır. Burada yapılan toplantıda komandoların lideri Ufuk Şehri çekilmeyi kabul etmiş, devrimci öğrencileri temsil eden Bozkurt Nuhoğlu da, komandolar çekildiği takdirde kendilerinin de üniversiteyi terk edeceklerini söylemiştir.

Rektörlükte yapılan toplantıda üniversiteyi terkedeceklerine dair söz veren komandolar, bir süre daha beklemişler ve ancak saat 16.00’da Üniversite bahçesinden çıkarak TMTF’nin Cağaloğlu’ndaki binasına kadar kanunsuz bir şekilde yürüyüş yapmışlardır.

Olaylardan sonra İstanbul Üniversitesi yönetim kurulunun aldığı kararla, üniversitede ders dışı toplantılar yapılması ve duvarlara yazılar yazılması yasaklanarak, bundan sonra vuku bulabilecek muhtemel olayların tedbiri (!) alınmıştır.

İzinsiz gösteri yürüyüşü yapan komandoları görmezlikten gelen polis, devrimci öğrencilerden Deniz Gezmiş ile Selahattin Okur’u olaylarda tahrikçilik yaptıkları iddiasıyla nezarete almıştır. Ayrıca Fındıkzade’deki Trabzon Öğrenci Yurdu’na <<tabanca aramak>> bahanesi ile bir baskın yapılmış ve Bozkurt Nuhoğlu da İkinci Şube’ye götürülmüştür.

Gezmiş, Nuhoğlu ve Okur, nezarette 24 saatten fazla bekletildikten sonra savcılığa sevkedilmişlerdir. Deniz Gezmiş, 9. Sulh Ceza Mahkemesi kararı ile <<yaralamaya sebebiyet vermek ve ruhsatsız tabamca taşımak>> suçlarını işlediği iddiasıyla tevkif edilmiş, Bozkurt Nuhoğlu ve Selahattin Okur serbest bırakılmıştır. Nuhoğlu, serbest bırakıldıktan sonra, yakalanmaları ile ilgili olarak, <<Bu da Türkiye kanunlarının tek taraflı ve çıkarcıların lehine işlediğinin en güzel delilidir>> demiştir.

Devrimci gençler, olaylardan sonra yayınladıkları bildiride, olayların emperyalist ve faşist güçlerin saldırısı yüzünden meydana geldiğini, demokratik üniversiteyi gerçekleştirmek yolunda savaşan gençlerin bütün güçleriyle üniversiteyi savunacaklarını belirtmişlerdir.

İktidarın, onun dümen suyundaki faşist çevrelerin ve hattâ polisin, amaçları demokratik üniversiteyi gerçekleştirmek, böylece faşistlere bile kendilerini fikren savunmak imkanını sağlamak için savaşan devrimci gençleri kaba kuvvetle ya da çağ ve insanlık dışı kanunsuz baskılarla susturmak yolundaki çabaları elbette sonuç vermeyecektir!



Türk Yolu, 31 Mart 1969, Sayı 8.

“BOZKURT GECESİ” MUHTEŞEM OLDU

* TÜRKEŞ, ATSIZ, ÖZDAĞ, BAYKAL VE ORUZ BİR ARADA – Ananevî Bozkurt Gecesi her bakımdan muhteşem olmuş ve büyük ilgi toplamıştır. MHP lideri Alparslan Türkeş ve Türkçüler Derneği genel başkanı Nihâl Atsız’a Spor ve Sergi Sarayını dolduran 5 bin kişi tezahürat yapmıştır. Resimde Türkeş, Atsız, Özdağ, Baykal ve Oruz davetliler arasında folklor ekiplerinin millî oyunlarını seyrediyorlar.

Türkçüler Derneği’nin geçen hafta Spor ve Sergi Sarayı’nda düzenlediği “Bozkurt” gecesinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş’e büyük tezahürat yapılmıştır.

Türkeş beraberinde Genel Başkan Yardımcısı Muzaffer Özdağ, Mardin Milletvekili Rifat Baykal olduğu halde saat 20.30’da hıncahınç dolu salona girince gençler hep bir ağızdan “Başbuğ Türkeş” diye tezahürat yapmışlar ve “Türkeş” marşını söylemişlerdir. Bozkurtlu afişlerle üzerinde “Tanrı Türk’ü Korusun”, “Her ırkın üstünde Türk ırkı”, “Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir” yazılı pankartların dört bir yana asıldığı salona bir bozkurt getirilmiştir. Bozkurt ortaya çıkarılınca yer yerinden oynamıştır. Daha sonra, Kırım, Üsküp ekipleriyle, Elazığ, Bursa, Artvin, Bayburt ve Erzurum ekiplerinin folklor gösterileri seyredilmiştir. Seyirci ve davetliler, folklör oyunlarını seyrettikten sonra sıra “Bozkurtların” judo ve karate gösterilerine gelmiştir. Başlarında bir hafta sonra siyah kemer takacağı öğrenilen kahverengi kemerli Hakkı Koşar olduğu halde piste gelen kız ve erkek judocular, birbirlerini yerden yere vurmuşlar, bu sporun bütün inceliklerini göstermişlerdir. Judocular arasındaki biri iki aylık, diğeri 5 yaşında iki kız çocuğu annesi olan Hikmet Koşar adındaki genç ve güzel kadın, kocası Hakkı Koşar’ı yerden yere vurmuştur. Diğer bir kız judocu da iri yarı erkek hasmını adeta perişan etmiştir. Judocu çiftin 5 yaşındaki kızları Melek de gösterilere katılmış, babasını oyundan oyuna geçerek “pes” ettirmiştir (!). Hakkı Koşar judonun Bozkurtlardan kaçan Çinliler tarafından Japonya’ya götürüldüğünü, Japonların da sonradan bu sporu kendilerine malettiklerini, aslında judo ve karatenin Türk asıllı olduğunu bildirmiştir. Judocular bu arada üstüste dizdikleri tuğla ve kiremitleri bir vuruşta kırma gösterisi yapmışlardır.

Geceyarısından sonraya kadar devam eden Bozkurt Gecesinde Türkeş gelişinde olduğu gibi “Bozkurtlar” tarafından büyük tezahüratla uğurlanmıştır.



Türk Yolu, 31 Mart 1969, Sayı 8.

ERZURUM’DA PALANDÖKEN KAMPI İÇİN HAZIRLIKLAR BAŞLADI

Milliyetçi Toplumcu ülkünün, yani Türklük ülküsünün savaşı bütün yurtta başarı ile devam etmektedir. Milliyetçi Toplumcu Bozkurtlar, yarının daha güçlü savaşlarına hazır olmak, fikrî ve bedenî eğitimlerini pekiştirmek amacıyla, Doğu’da Palandöken dağında açılacak <<Komando Kampı>> nın kuruluş hazırlıklarına başlamışlardır.

Palandöken’de 15 gün süreli kamp yapılacak

Erzurum Üniversitesinde okuyan Milliyetçi Toplumcu gençlerin katılacağı Palandöken kampında Bozkurtlar 15 gün süreyle Doğu’nun meseleleriyle ilgili seminerler düzenleyecekler, bunun yanı sıra judo, karate, güreş ve yakın dövüş çalışmaları yapacaklardır.

Hâlen kayak eğitimi ile meşgul olan Bozkurtlar önümüzdeki yıl kayak çalışmalarına daha geniş yer verileceğini bildirmişlerdir.

Milliyetçi Toplumcular, Üniversite içindeki çalışmalarında olumlu bir gelişme gösterdiğini ve Türkçü akımın gün geçtikçe güçlendiğini belirtmişlerdir.

Doğunun dert ve meselelerini inceliyorlar

Bozkurtlar kendileriyle görüşen Türk Yolu muhabirine bugüne kadar yapılan seminer çalışmaları hakkında da bilgi vermişler ve şunları söylemişlerdir:

“Bu seminerlerde daha çok Doğu’nun meselesi üzerinde durduk. Bu arada köylüler ile de sık sık temas fırsatı bulduk. Doğu’nun Türk oğlu Türk olan evlâtları son günlerde yine azgınlaşan kürtçülere nefret duyuyorlar. Köylümüz komünistlerden, kürtçülerden şikâyetçi olduğu gibi emperyalistlerin oyunlarını sürdüren ağalardan da bıkmış vaziyette. Orta çağın yerleşme düzenini hâlâ muhafaza köylerimiz ve ağır iklim şartları bölgenin yoksul kalmasına yol açmıştır. Hayvancılığın geliştirilmesi ile yalnız Doğu Anadolu’nun değil Türkiye’nin iktisadî gücüne büyük katkıda bulunmak imkânı bu topraklarda yatmaktadır. Varto depreminden sonra felâketzede vatandaşlarımıza yapılan yardım arasında konserve etlerin Arjantin’den gelmiş olması ne kadar düşündürücüdür.

Tarım Kentleri için

Okul, Sağlık Evi, imalâthane, tamir atelyesi v.s. gibi tesislere sahip ve 4000 nüfusu barındıracak Tarım Kentlerinin öncelikle bu bölgede kurulması şarttır. Doğu’nun ümidi, müreffeh ve kudretli Türkiye’yi kuracak olan Milliyetçi – Toplumculardadır.

Bozkurtlar, gazetemiz vasıtasıyla yurdun her tarafındaki ülküdaşlarına selâm göndermişlerdir.

* GARİP KAFKASLI – Erzurum Atatürk Üniversitesi İngiliz filolojisinde okuyan Milliyetçi – Toplumcu Garip Kafkaslı, Türk Yolu objektifi karşısında.



Yeni Gazete, 1 Nisan 1969.

TÜRKEŞ GÖÇMENLER İÇİN ORDUNUN EV YAPMASINI İSTEDİ

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelecek göçmenler için yeterli tedbir alınmasını isteyen bir demeç vermiş ve <<Göçmenlerle ilgili bir devlet politikası tâyin edilmesini>> istemiştir. Türkeş demecinde bundan önceki yıllarda gelen göçmenlerin devletin bilgisizliği ve ilgisizliği yüzünden güç durumda kaldıklarını belirterek şöyle devam etmiştir:

<<Türkiye’ye gelecek soydaşlarımızın büyük çoğunluğu ziraatçi olduğu gözönüne alınarak devlet elinde bulunan geniş çiftlikler gözden geçirilmeli ve seçilecek olan arazi üzerinde 500 haneli modern köylerin hemen kurulmasına başlanılmalıdır. Bu köylerin kurulmasında ordumuzun büyük gücünden faydalanılmalıdır. Arazi göçmenlere adil bir şekilde tevzi edilmelidir.



Yenigün, 2 Nisan 1969.

TÜRKEŞ İLE KOMANDOLARI GÖSTERİ YAPTI

Millî Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş ile komandoları önceki gün Orta Doğu Teknik Üniversitesinde <<Dış Politika ve Türkiye>> konusunda konferans vermek için gelmiştir. Çeşitli yerlerden getirilen siyah pardesülü, siyah zemin üzerine kale, bozkurt ve ay yıldız amblemi bulunan kolluklu komandolar liderlerini tezahüratla salona almışlardır. Türkeş konferansına başlamış, biraz sonra elektrikler sönmüştür. Bunun solcular tarafından yapıldığını öne süren Türkeş <<Arkadaşlar bizi sosyalistler sabote ediyor ama onlara pabuç bırakmayacağız. Şu anda sosyalistlerin mağlubiyetini, milliyetçilerin galibiyetini ilan ediyorum. Biz karanlıkta da konuşuruz.>> demiştir. Türkeş konferansına 17 dakika karanlıkta devam etmiş, daha sonra ışıklar arıza giderilip yakılmıştır. Bozkurt lideri izlenecek dış politikada 12 Adaların alınması, Avrupadaki sınırlarımızın Yugoslavya’da Vardar, kuzeyde Tuna nehrine dayatılması hedefine yöneltmek gerektiğini söylemiş Güney komşularımızda da Türklerle işbirliği yapabilecek hükümetlerin işbaşına gelmesi için çaba sarfedilmesi görüşünü savunmuştur.



Vatan, 5 Nisan 1969.

DİL TARİH KOMANDOLAR TARAFINDAN GECE BASILDI

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesine gece belirsiz bir saatte meçhul şahıslar tarafından baskın yapılmıştır.

Sabahleyin Fakülteye gelen okulun boykotçu öğrencileri boykotla ilgili bütün pankart ve afişlerin yanmış olduğunu görmüşlerdir. Yapılan tahkikat ve soruşturma sonunda Okulun gece bekçisi gelenleri gördüğünü ve okulun içerisine girmelerine engel olmak için okul kapılarını kilitleyerek kendisinin de üst katlara çıktığını söylemiştir. Tek görgü şahidinin ifadesine göre gece saat 1 sıralarında 60 kişi oldukları tahmin edilen komandolardan kurulu bir grubun fakülte bahçesine girerek okul boykotu ile ilgili ne varsa koparıp bir araya getirerek yakmışlardır. Bu arada giriş kapısı önündeki Ata’nın Bursa nutkunu toplayan gece bekçisi, bunu saldırganların tecavüzünden kurtarmıştır.

Büyük bir tesadüf eseri boykotçu öğrencilerden bir tek kişinin bulunmayışı, çıkması muhtemel herhangi bir olayı önlemiştir.

DTCF Boykot Komitesi, geceki saldırı ile ilgili olarak sert bir bildiri yayınlayarak bundan sonra her türlü kaba kuvvete karşı ön tedbir alınacağını belirtmiştir.



Bizim Anadolu, 6 Nisan 1969.

TÜRKEŞ AYDINLARI KÖYLERE ÇAĞIRDI

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, <<Halk ile aydını birbirleriyle kaynaştırıp elele çalışır duruma getiremedikçe, memleketimizin dertlerini genel ölçüde ve hızla çözüme ulaştırmak mümkün değildir.>> demiştir.

Türkeş, dün Parti Genel Merkezinde düzenlenen gençlik kolları toplantısında yaptığı konuşmada, halktan uzak kalmış aydınlar konusu üzerine de önemle eğilmek gerektiğine işaret ederek konuşmasını özetle şöyle tamamlamıştır:

<<- Aydınlarımızı Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerin konforlu hayatından feragat gösterip vazgeçirerek köylere ve halkın içine göndermenin çarelerini bulmak zorundayız. Türkiyemizin çağdaş medeniyete erişmesi halk enerjisinin seferber edilerek değerlendirilmesine bağlıdır.>>



Türk Yolu, 7 Nisan 1969, Sayı 9.

TÜRKEŞ’İN KIZKARDEŞİ DERVİŞE KOÇOĞLU: KADINLAR ARASINDA DA KOMANDO YETİŞTİRMEK LÂZIMDIR

Yüzüne dikkatlice her bakanın, hele ağabeyisini tanıyanın mutlaka o’nu da tanıyacağına şüpheniz olmasın. Hani meşhur bir söz vardır:

<<- Hınk, demiş burnundan düşmüş.>> derler ya. Dervişe Koçoğlu’nu da gördükten sonra kendinizi yormadan:

<<- Alparslan Türkeş’in kardeşi’dir!>> dersiniz.

Kendisiyle konuşurken sesi ve ağabeysinde bulunan mütehakkim tavrının onda da mevcut oluşiyle, Türkeş’in bir modelinin Bandırma’da mevcut olduğuna şüphe kalmıyor.

Türkiye’de tek kadın sendika başkanı

Alparslan Türkeş’in kızkardeşi Dervişe Koçoğlu, Türkiye’de, <<tek kadın sendika başkanı>> sıfatını yıllardır taşıyor. Kendi ifadesine göre:

<<- 1952 yılından bu yana sendika ile uğraşıyorum ve tek kadın başkan olarak bulunuyorum.>> derken, bu mesleğini ne kadar sevdiğini ve iddialı olduğunu da ortaya koyuyor. Sonra da hayatını anlatıyor:

<<- 1944 yılında ağabeyim Alparslan Türkeş, Türkçülük ve Turancılık’tan tevkif edilince çalışmak mecburiyetinde kaldım. Selçuk Kız Sanat Enstitüsü 1942 mezunuyum. Tekel Tütün Fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladım. 1951 yılında aynı yerde muhasebe servisinde Sabahattin Koçoğlu ile evlendim ve iki çocuk sahibiyim.>>

“Hanımlar arasında politikayı ben yaydım”

700 üyeli <<Bandırma – Balıkesir – Çanakkale ve Havalisi Tütün, Müskirat ve Gıda İşçileri Sendikası>> nın başkanlığını yapan Dervişe Koçoğlu, politika konusunda diyor ki:

<<- Hanımlar arasında politikayı ben yaydım, hattâ Bandırma köylerine kadar bunu yaydım. Ben her köylü kadının politika ile meşgul olmasına çalışıyorum…>>

Alparslan Türkeş’in kardeşi, aynı zamanda MHP’li de. Nitekim bu konuda da diyor ki:

<<- Ağabeyim hangi partiden olursa ben de ondan yana olurum, zira biz aile terbiyesini böyle aldık, birbirimize karşı bağlılığımız büyüktür…>>

Sabahları 6.30 da sendikaya gelen, evdeki işleri görümcesiyle, aylıkçı bir kadının paylaştıkları Dervişe Koçoğlu’nun sendika sosyal faaliyetleri sayılmakla bitmiyor. İşçiler için dikiş kursu açmış ve burada Bandırma’nın ileri gelen öğretmenleri, avukatlar ve subayları da kendileriyle ilgili dersler veriyorlar ve buraya işçi çocukları devam ediyormuş.

47 yaşından aşağı olanlar okuma yazma biliyor

<<47 yaşından aşağı olanların hepsi okuma yazma biliyorlar. Hepsi de öğrendi.>> diyor ve sonra dertleniyor, <<Bir hastanemiz yok, hasta işçileri ambulans yokluğundan taksi ile Balıkesir Hastanesine naklediyoruz, dispanserler yetersiz. Erdek’te 250 işçi için bir kamp açtırdım, günde 3 – 4 lira ile yemek bile yediriyoruz, ama bunun bütün Türkiye’de olmasını da istiyorum…>>

Sendika Başkanı sonra, <<Komandolar>> konusundaki düşüncelerini açıklayarak:

<<- Kadınlar arasında da, genç kızlar arasında da komando yetiştirmek lâzım. Ben politikayı, sendikacılığa sokmuyorum. Fakat yakın bir zamanda bunlar gerçekleşecek ve (kadın komandolar) yetişecektir.>> diyor. Sonra sözlerini şöyle tamamlıyor: <<Komando kadınların önemli hizmetleri olacaktır…>>

Bandırma’da herkes tarafından sevilen Türkiye’nin ilk kadın sendika başkanı, ağabeysinin her yaptığı işin bugün de doğru olduğuna inanıyor.



Türk Yolu, 7 Nisan 1969, Sayı 9.

TÜRKEŞ: SINIRLARIMIZI TUNA VE VARDAR’A KADAR UZATMALIYIZ

MHP LİDERİ KONUŞURKEN ORTADOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİNDE SOLCULAR IŞIKLARI SÖNDÜRDÜLER

* MİLLİYETÇİ TOPLUMCULAR TÜRKEŞ VE TAŞER İLE. Ankara’da solcuların merkezlerinden biri olan Orta Doğu Teknik Üniversitesinde geçtiğimiz hafta Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş hâdiseli bir konuşma yaptı. Günden güne bir çığ gibi büyüyen Milliyetçi – Toplumculardan korkan solcular Türkeş’in büyük önem taşıyan konuşmasını sabote etmek için salonun ışıklarını kestilerse de bu beyhude gayret bir işe yaramadı ve konuşma yapıldı. Resimde Türkeş ve Dündar Taşer bu konuşmadan sonra görülüyor.

Ankara’da solcuların ve komünistlerin yuvalandığı merkezlerden biri olan Orta Doğu Teknik Üniversitesinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş geçen hafta Dış Politika konusunda bir konferans vermiş ve <<BOZKURTLAR”ın zaferini>> ilân etmiştir.

Binden fazla dinleyici ve öğrenci tarafından takip edilen konferans sırasında solcular elektrikleri kesmek suretiyle toplantıyı sabote etmek istemişlerdir.

ÖNCE KARANLIKTA SONRA GEMİCİ FENERLERİ IŞIĞINDA KONUŞMA DEVAM EDİYOR

Bozkurtların marşları, alkışları ve çeşitli gösterileri arasında konuşmasına başlayan Türkeş, sabotaj üzerine mikrofonsuz ve karanlıkta daha sonra da temin edilen lüks lâmbalarının ışığı altında sözlerine devam etmiş, elektriklerin solcular tarafından kesildiğini belirterek <<Böyle eşkıyaca kaba kuvvete başvurmak yenilmektir. Şu anda Dokuz Işık’ın, Milliyetçi ve Toplumcu hareketin zaferini kutluyoruz.>> demiştir. MHP olarak kaba kuvveti tasvip etmediklerini ve daima karşısına dikildiklerini söyleyen Türkeş’in konferansı sırasında elektriklerin kesilmesi, konuşmaya bir süre ara vermesine yol açmış, konuşmasına karanlıkta devam eden Genel Başkan, ODTÜ’ne geldiği zaman saldırıya uğrayacağı yolunda ihbarlar aldığını ifade etmiş, <<Biz onların toplantılarında kaba kuvvete başvurmadık. Bu yola gitmek yenilmektir.>> demiştir.

Konuşmasına daha sonra getirilen iki gemici fenerinin ışığı altında devam eden Türkeş, dış politikada hislere ve heyecanlara yer olmadığını, böyle bir politika izlemenin mağlûbiyeti kabul etmek olduğunu belirtmiş, devamla şunları söylemiştir.

KÖKÜ DIŞARDA FAALİYETLER

<<Türkiye’de görülen marksist hareketlerin kökü dışarıdadır… Ve komünist Rusya’dan beslenmektedir. Türkiye’de başka hareketler de vardır. Bu da bölgeciliktir, kürtçülüktür, kökü dışarıda olan alçaklıktır. Bunların arkasında çeşitli devletler vardır. Hatta İsrail bile bununla ilgilenmektedir. Türkiye’yi pazar olarak kullanmak, ne ölmesini, ne de dirilmesini istiyorlar. Sadece sürünmesini bekliyorlar. Bunları süratle söndürmek zorundayız.

Yunanistan’ın Batı Dünyasının şımarık çocuğu olduğunu söyleyen Türkeş, bu ülkenin kaydettiği gelişmeleri anlatarak; <<Yunanistan’ın gelişmesi, Türkiye’nin aleyhine olmaktadır. Yunanistan’ı baskı altında tutmak lâzımdır.>> demiştir.

<<Türk’e kendisinden başka dost olmaz>> diyen MHP lideri, şunları söylemiştir:

<<Türkiye’nin millî hedefleri arasında, 12 Ada’yı almak, Batı’da Vardar, Kuzeyde Tuna’ya kadar genişlemek de vardır. Dış Türkler, Türkçe eğitim görmelidir. Bu, bir macera politikası değil, coğrafyanın jeopolitiğin çizdiği yoldur.>>

Türkeş konuşmasından sonra öğrenciler tarafından <<Başbuğ Türkeş>> marşı ile rektörlük binası önüne götürülmüştür. Rektörlük binası önünde: <<Milliyetçi Türkiye>> diye bağrılarak gösteri yapılmış, Türkeş daha sonra ODTÜ Rektörü Kurdaş’la görüştükten sonra Üniversiteden ayrılmıştır.

Bilindiği gibi bir süre önce Orta Doğu Teknik Üniversitesini ziyaret eden Amerika Birleşik Devletleri Büyük Elçisi Komer’in makam arabası solcular tarafından yakılmış, olay yurt içinde ve dışında büyük çapta tepki ve tartışmalara yol açmıştı.

Olaydan sonra Rektör Kurdaş Üniversite içinde vahşi hayvanlar bulunduğu gerekçesiyle Emniyet Müdürlüğüne müracaat ederek tabanca taşıma ruhsatı almıştı.

* TÜRKEŞ BOZKURTLARIN ARASINDA – Milliyetçi Hareket Partisi lideri Türkeş’in konferansı bine yakın öğrenci ve dinleyici tarafından takip edilmiştir. Konuşma sırasında Bozkurtlar tarafından kürsünün etrafında emniyet zinciri kurulmuştur. Amerika’dan geniş ölçüde yardım gören ve aynı zamanda Ankara’daki komünist öğrencilerin yuvalandığı merkezlerden biri olan Orta Doğu Teknik Üniversitesine TÜRKEŞ’in gelişi ve gidişi sırasında Bozkurtlar gövde gösteri yapmışlardır. Resimde, Türkeş, gençlere hitap ederken görülüyor.

* BALKAN HUDUTLARI MESELESİ – Orta Doğu Teknik Üniversitesinde Dış politika konusunda konferans veren TÜRKEŞ, Balkan Harbi bozgunundan sonra Bulgaristan’la Türkiye arasında çizilen bugünkü hududun değiştirilmesi gerektiğini de söylemiştir. Türkeş, jeopolitik sebeplerle hududun Tuna nehrine kadar uzatılması icap ettiğini ileri sürmüş ve bugün olmasa bile ilk fırsatta Türkiye’nin bu değişikliği yapması lâzım geldiğini söylemiştir.

* Türkeş’in konferansı sırasında elektriklerin solcular tarafından kesilmesi üzerine temin edilen gemici fenerleri ile salon aydınlatılmıştır. Fotoğrafta getirilen gemici feneri görülüyor.



Türk Yolu, 7 Nisan 1969, Sayı 9.

SAVAŞÇI ÖNCÜLER YETİŞTİRİLMELİ

MHP Genel Başkanı Türkeş, partinin Gençlik Kollarında kalkınma için görüşlerini de şöyle açıklamıştır: Türk milletini uyandırma, gayeyi ve tehlikeleri anlatma, dâvayı ona mal etme ve güzel sanatları halk hizmetine koşarak, halk enerjisini seferber edip, halkı harekete geçirmek lâzımdır. Ayrıca millete önderlik edecek aydınların, savaşçı öncüler halinde yetiştirmek halk ile aydını kaynaştırmak gerekmektedir. Yabancı memleketlerin tecrübelerinden faydalanmakla beraber taklitçilikten sakınmak gerekir.



Türk Yolu, 7 Nisan 1969, Sayı 9.

TÜRKEŞ: MEDENİYETLER İNANÇLA KURULUR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Keskin’de düzenlenen bir toplantıda da <<Aziz Türk milleti, uyan ve kendine dön, medeniyet ufuklarından bir güneş gibi yükselme yarışına sen de katıl!>> demiştir. Türkeş özetle şunları söylemiştir:

<<Bugün sizlere bir siyasî parti merkezinden değil, her karış toprağı şehitler, her dağı, tepesi evliyalar yatağı olan şirin Türkiyemizin bir köşesinde, bu aziz vatanı yoğuran imanlı, çilekeş insanların arasından sesleniyor ve müslüman Türk milletini bir parti flamasının altına değil, insanlığın hayatındaki tarihî göreve çağırıyorum. Aziz Türk Milleti uyan ve kendine dön, medeniyet ufuklarından bir güneş gibi yükselme yarışına sen de katıl. Unutulmamalıdır ki tüm medeniyetler para ile değil, inançla kurulmuş ve parasızlıktan değil, inançsızlıktan çöküp gitmişlerdir.>>



Dünya, Zafer, Bizim Anadolu, 8 Nisan 1969.

“Yarın gene geleceğiz” diyen
MHP’Lİ KOMANDOLAR DOĞUM KONTROLÜ SEMİNERİNİ BASTILAR

Dünya Sağlık Günü münasebetiyle düzenlenen <<Üremenin temel klinik ve halk sağlığı yönlerindeki bilimsel gelişmeler>> konulu seminer MHP Gençlik kollarına mensup oldukları söylenen komandolar tarafından basılmış, salonda patlayan molotof kokteylleri bir çok üyenin pardesü ve çorabının yanmasına sebep olmuş ve bir çok kadın üye baygınlık geçirmiştir.

Semineri protesto için MHP ne mensup komandolar Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Vedat Ali Özkan’ın açış konuşmasını yapıp oradan ayrılması üzerine salonun muhtelif yerlerine molotof kokteylleri yerleştirmişler ve salonun giriş kapısını abluka altına almışlardır.

Çalışmalar devam ederken komandoların molotof kokteyllerini ateşlemeleri üzerine salonun her yanında meydana gelen patlamalar delegelerin paniğe kapılmasına sebep olmuştur. Bu arada bir kaçının palto ve çoraplarının yanmasına sebep olmuştur.



Günaydın, 8 Nisan 1969.

KOMANDOLAR SEMİNER BASIP BOMBA ATTILAR

ANKARA, (HA) - Milli Hareket Partisi Gençlik kolları mensuplarından 40 kişilik bir grup dün Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Teşkilâtının işbirliği ile düzenlenen nüfus plânlaması seminerini basarak dinleyicilerin üzerine büyük ses çıkartan küçük bombalar atmışlar, seminer çalışmalarını engellemişlerdir.

Türk Standartlar Enstitüsü Salonlarında düzenlenen seminerde bir Amerikalı kadın uzmanın konuşması sırasında salonun kapıları gürültüyle açılmış ve ellerinde rulo halinde kartonlar bulunan 40 kadar genç içeriye girmiştir.

Kıyafetleri ve gürültülü konuşmaları ile salondakilerin ilgisini çeken gençler, bir süre sonra konuşmacıların sözlerini kesmişlerdir. Ellerindeki “100 Milyonluk Türkiye” yazılı dövizi kürsünün önüne asmışlar ve dinleyicilerin şaşkınlıktan açılan gözleri önünde salonu terketmişlerdir. Gençler dışarda toplu halde Atatürk’ün büstünün önünde saygı duruşunda bulunmuşlardır.

Saygı duruşundan sonra bazı gençler ceplerinden çıkardıkları “Bomba” denilen ve çok gürültü çıkaran maytapları patlatmaya başlamışlardır.

Bu durum karşısında seminer yöneticileri, toplantıyı tatil etmişlerdir. Gençler de bunun üzerine içlerinden biri tarafından verilen bir komutla dışarda sıraya girmişler ve uygun adımla Türk Standartları Enstitüsünden u-

Hadiseyi çıkaran gençler uzaklaştıktan sonra gelen polisler, sadece ne olup bittiğini anlayamıyan dinleyicilerle karşılaşmışlar, Milli Hareket Partisi Gençlik Kolu üyelerinden kimseyi bulamamışlardır. Polisler sadece gençlerin attıkları bombaların hartuçlarını emniyete götürmüşlerdir.

* Milliyetçi Hareket Partisi Gençlik Kolları üyeleri Nüfus Plânlaması Seminerinin yapıldığı salonda ellerindeki dövizleri yapıştırırken.

* Nüfus Plânlaması Seminerini basan Türkeş’in Komandoları Türk Standartları Enstitüsünün camlarına ellerindeki dövizleri yapıştırırken.



Dünya, 9 Nisan 1969.

BASILAN SEMİNER POLİS NEZARETİNDE TOPLATILDI

Komandolar tarafından baskına uğradıkları için çalışmalarına ara veren Doğum Kontrol Semineri dün ancak polis kordonu altında toplanmıştır. Toplantıya bayan delegeler, önceki günkü baskın sırasında pardesüleri ve çorapları yandığı için korkudan katılmamıştır.

Komandoların baskınına uğrayan delegelerden bir kısmı komandoların hemen hepsinde sustalı bıçak gördüklerini ve mütecavizlerin bu bıçakları kendilerine gözdağı vermek için gösterdiklerini ileri sürmüşlerdir.

Seminerin yapıldığı Standartlar Enstitüsünde Çankaya Emniyet Âmiri Necmi Arat’ın başkanlığında 30 kişilik bir polis ekibi bina etrafında gerekli tertibatı aldıktan sonra üyeler çalışmalara geçebilmişlerdir.

Polisin garanti vermesi karşısında dün Hacettepe Üniversitesinde yapılacağı bildirilen toplantıya böylece tekrar aynı yerde devam edilmiştir.

Seminere katılan yabancı delegelerin hemen hepsi dün yaptıkları konuşmalarının başında <<Türkiye’de çok iyi karşılandık ama bu karşılama biraz gürültülü oldu.>> demişlerdir.



Vatan, 9 Nisan 1969.

REKTÖRÜN KOLTUĞUNDA ÖĞRENCİLER OTURUYOR

“ORTADOĞU” TAMAMEN İŞGAL EDİLDİ



Akşam, 9 Nisan 1969.

MHP KOMANDO KAMPLARI MAYIS AYINDA AÇILIYOR

M.H. Partisinin komando kampları Ege Bölgesinde Mayıs ayında açılacaktır. Gümüldür’de açılacak komando kampına, Ege illerinden 500 genç katılacaktır.

Komando kampına katılacak olan gençleri, parti yöneticileri seçeceklerdir. Komando kampı iki ay devam edecek, gençler burada judo öğrenecek ve lider Alparslan Türkeş’in fikirleriyle eğitileceklerdir.



Vatan, 11 Nisan 1969.

SİYASAL BİLGİLER İŞGAL EDİLDİ
ÖĞRETİM ÜYELERİ FAKÜLTEYE ALINMADI

HACETTEPE’DE DE İŞGAL BAŞLADI



Akşam, 11 Nisan 1969.

TÜRKEŞ YARGILANACAK

Millî Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, Başbakanlık kasalarından kaybolduğu öne sürülen 50 bin lira değerindeki dolar ve öteki yabancı paralarla ilgili olarak önümüzdeki günlerde yeniden yargılanacaktır. 27 Mayıs devriminin ilk günü sabahı Başbakanlığa girerek el koyan ve bu arada kasalarda bulunan belge ve paraları tesbit ettiren Alpaslan Türkeş’i, kaybolduğu öne sürülen 50 bin liralık dövizden sorumlu tutan hazinenin açtığı dâva 13. Asliye Ceza Mahkemesince, <<Hazinenin dâva açmaya yetkili olmadığı>> gerekçesiyle reddedilmişti. Ancak, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, önceki gün mahkemenin bu kararını bozduğu için önümüzdeki günlerde Türkeş’in yargılanmasına yeniden başlanacaktır.



Bizim Anadolu, Zafer, 11 Nisan 1969.

MHP’Lİ BOZKURTLAR TRT ÖNÜNE SİYAH ÇELENK KOYDULAR

MHP Gençlik kollarının <<Bozkurt>> diye adlandırılan mensuplarından 20 – 25 kişi, dün sabah saat 11’de Türkiye Radyo Televizyon Kurumu önüne gelerek üzerinde <<TRT’nin bugünkü haline hayır>> yazılı siyah bir çelenk bırakmışlardır. Bir süre bina kapısında bekleyen <<Bozkurt>>, kendilerine herhangi bir müdahale yapılmadan olay yerinden uzaklaşmışlardır. Bir polis jeep’i kapıya bırakılan çelengi alıp götürmüştür.



Vatan, 12 Nisan 1969.

CHP YÖNETİM KURULU BİLDİRİ YAYINLADI: “BOYKOT VE İŞGAL SON BULMALIDIR”



Bizim Anadolu, 12 Nisan 1969.

TAŞER: İNANCA ENGEL TASARI TERKEDİLSİN

MHP, SİYASÎ HAKLARIN İADESİNİ İSTİYOR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan vekili Dündar Taşer dün basına yazılı bir demeç vererek <<memleketin her zamandan fazla sükûn, huzur ve beraberliğe ihtiyacı olduğunu>> belirtmiş, <<kalkınma savaşının ancak birlik ruhunun teşekkülüyle kazanılabileceğine>> işaret etmiş ve huzur, sükûn ve beraberliğin teşekkülü için siyasî hakların derhal iade edilmesini tavsiye etmiştir. Taşer’in bu konudaki tavsiyeleri şunlardır:

- Komünist hareketlere girişenlerin dışında hiç kimsenin siyasî hakları, vatandaşlığa bağlı yetkileri kısıtlanmamalı, kısıtlanmış hak ve yetkiler derhal iâde edilmelidir.

– Milletin, inanç ve itikatlarına engel olmak düşüncesiyle hazırlanan Anayasayı Koruma Kanunu tasarısı terkedilmelidir.



Yeni Gazete, 14 Nisan 1969.

TAŞER: KOMANDOLAR TÜRK MİLLETİNİ YABANCI AJANLARA ÇİĞNETMEYECEK

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer dün gençlik hareketleri ile ilgili olarak bir demeç vermiş ve <<Komando denilen gençler Türk milletinin varlığını, örfünü, âdetini, inancını yabancı ajanlara çiğnetmeyeceklerdir.>> demiştir. Taşer yazılı olarak verdiği demeçte Türkiye’deki <<azıtan solcu>> ların sayısının 10 bini geçmediğini belirtmiş ve şöyle devam etmiştir:

<<Türkiye’deki sol azıtmanın tertipçisi, tahrikçisi ve teşvikçisi olan anarşist klik, eline geçirdiği en eski partinin sevk ve idaresini iftira, isnad ve tezvirle yürütmektedir.

İşgalle boykota aynı manayı veren, 5000 yıllık bir emel ve çabanın mahsulü olan hukuk nizamını Doğa Kanununa çiğnetmeyi mübah sayan bu anarşist klik, meydana getirdiği çirkin manzaranın millet tarafından reddedilmesi karşısında her zamanki metoduna başvurmakta ve günahlarını iktidardan Milliyetçi Hareket Partisine kadar hasımlarına yüklemek gayretine girişmektedir.>>



Yeni Gazete, 14 Nisan 1969.

MHP’Lİ KOMANDOLAR NAZİ’LERİ DÖVDÜ

Alparslan Türkeş’in tutumunu beğenmedikleri için MHP’den ayrılıp, Nasyonal Aktivite Zinde İnkişaf (N.A.Z.İ.) cemiyeti kurmak isteyen bir grup, dün sabah Konak Meydanındaki Atıf Gazinosunda yapacakları basın toplantısı için geldikleri sırada, Türkeş’in 50 komandosunun hücumuna uğramışlardır.

Arbede sırasında N.A.Z.İ. cemiyetine mensup sekiz kişiden Gündüz Kapani, Alpaslan Çakır ve Sabahattin Bilginer adında üç genç yaralanmış, gazinonun sandalya ve masaları kırılmıştır. Ayrıca gazino helasına bakan Fatma Uluçay Kutlu adındaki yaşlı kadının da korkudan dili tutulmuştur.

Olaydan sonra kanlar içinde Emniyet Müdürlüğüne kaçarak sığınan Gündüz Kapani şöyle konuşmuştur:

<<- Türkeş Türk ırkçılığına ihanet etmiştir. Gençleri kendi hırsı uğruna sokaklara dökmüş ve hepsinin hayatına malolacak bir macera yolu açmıştır. Nasyonalizmin reddettiği particilik ve politikacılığı tamamen kaybetmiş ve Yahudi mekanizmasının alçakça oyunlarına gelmiştir. Biz bunlara karşı olmak için N.A.Z.İ. Cemiyetini kurmaya karar vermiştik. Bu sabah sekiz arkadaşımızla birlikte gazetecileri beklerken komandoların hücumuna uğradık. İçeri girenler benim omuzuma vurup <<Sen Nazi misin?>> diyerek ellerinde getirdikleri sopa, zincir ve demirlerle üzerimize hücum ettiler. Diğer arkadaşları da sandalye ve masaların bacaklarını kırıp bize vurdular.>>

Olay yerine toplum polisi sevkedilmiş ve suçluların yakalanacağı açıklanmıştır.

* MHP Gençlik Kollarından ayrılan bir grubun kurduğu N.A.Z.İ. Cemiyetinin düzenlediği toplantıyı basan komandoların hücumu sonrasında dili tutulan temizlikçi Fatma Uluçay Kutlu olayı işaretle anlatmaya çalışıyor.



Yeni İstanbul, 14 Nisan 1969.

NAZİ KURUCULARI DAYAK YEDİLER

* MHP İl Teşkilâtı bir bildiri yayınlayarak NAZİ üyelerinin partileri ile bir ilişkileri bulunmadığını açıkladı.

MHP’den ayrılarak, Nasyonal Aktivite Zinde İnkişaf kısaca <<N.A.Z.İ.>> adlı bir cemiyet kuracak olan eski gençlik teşkilâtına mensup 8 gencin yeni cemiyetleri ile ilgili olarak düzenledikleri basın toplantısının yapılacağı bir kafeterya MHP’li komandolar tarafından basılmış ve çıkan olaylarda 10 kişi yaralanmıştır. MHP’li komandolar olaydan sonra hemen ortadan kaybolmuşlardır.

Hadiselerden sonra hastahaneye kaldırılan NAZİ cemiyeti kurucularından Gündüz Kapani <<Türkeş kendi hırsı için gençleri sokaklara dökmektedir. Hepsinin hayatına mâl olacak bir macera yol açmıştır. Eskiden sempati duyduğumuz MHP’ye şimdi kin beslemekteyiz.>> demiştir.

* Komandolarla NAZİ Teşkilâtı kurucuları arasında çıkan kavgaya tanık olan bir kadının dili tutulmuştur.



Dünya, 14 Nisan 1969.

NAZİ’NİN BASIN TOPLANTISI BASILDI

KOMANDOLAR MHP’DEN AYRILANLARI DÖVDÜ

MHP Gençlik Kollarından ayrılan bir grup gencin kurduğu NAZİ (Nasyonal Aktivite ve Zinde İnkişaf Cemiyeti) nin dün düzenlediği basın toplantısı komandolar tarafından basılmış, çıkan olaylarda 10 genç ağır ve hafif şekilde yaralanmıştır.

Üç hilâlli amblemi kabul etmeyen MHP Gençlik Kollarına bağlı gençlerden 50 kişilik bir grup <<NAZİ>> cemiyetini kurmak üzere teşebbüse geçmişlerdir. Dün bu konu ile ilgili olarak bir basın toplantısı düzenliyen gençler Konak semtindeki bir kafeteryada toplandıktan 10 dakika sonra elleri sopalı 50 – 60 kişilik bir grubun <<Başbuğ Türkeş>> bağırışları ile saldırısına uğramıştır. Her iki taraf arasındaki çatışma 15 dakika kadar sürmüş, bu arada kafeteryanın bütün camları kırılmıştır. Kendilerini kırık masa ve sandalye ayakları ile korumağa çalışan NAZİ Cemiyetine bağlı gençler, muhtelif yerlerinden yaralanmışlardır.

Çatışma sırasında kafeteryada oturan bir kısım müşteri de kaçmak isterken ayaklar altında kalarak ezilmiştir.

Dayak yiyen ve çeşitli yerlerinden yaralanan NAZİ cemiyetine mensup gençlerden isimleri tesbit edilenler şunlardır: Gündüz Kapani, Yaşar Demiralp, Özcan Konut.

Emniyet Müdürlüğüne 100 metre mesafede cereyan eden kavgada her iki taraf ta polis gelmeden önce olay yerinden kaçmıştır.



Türk Yolu, 21 Nisan 1969, Sayı 11.

N.A.Z.İ. CEMİYETİ VE İZMİR’DEKİ OLAYLAR

İzmir’de hafta içinde NAZİ adı verilen bir teşkilâtın kuruluş amaçlarını basına açıklamak için bir toplantı düzenleyen Gündüz Kapani ve arkadaşlarının MHP’li bozkurtlar tarafından dövülmesi mahallî basın tarafından “Komandolar Birbirine Düşüyor” başlıkları ile kamuoyuna aksettirildi. Olaylar sırasında deniz kenarındaki Atıf Gazinosu tahrip edilmiş, bu arada bozkurtların anî baskınından dehşete düşen 45 yaşındaki Fatma Olcay isimli kadının ise korkudan dili tutulmuştu.

OLAYIN SEBEPLERİ

NAZİ, yani “Nasyonal Aktivite ve Zinde İnkişaf” adlı bir cemiyeti kurmak isteyen Gündüz Kapani, bir süre önce arkadaşları ile birlikte MHP!ye girmek istemiş, ancak daha önce DP Gençlik Kolları Başkanlığı yapan ve arkadaşları tarafından “Dengesiz” olarak nitelenen bu genç, parti yöneticileri tarafından şüphe ile karşılanmıştı. Kapani’nin bazı peşin ard düşüncelerle MHP’ye kapağı atmak amacında olduğu görüşünü paylaşıyorlardı ve Kapani grubu partiye kabul edilmemişti.

Eski DP’nin, daha sonra ise AP’nin bu dengesiz çocuğu, parti dışı bırakılmasına rağmen, Karşıyaka’da ve İzmir’de “Milliyetçiler Birliği” adı altında bol bol MHP sempatizanı bildiriler yayınlamış, böylece yöneticilerin sempatisini kazanacağını ümit etmişti. Oysa evdeki hesap çarşıya uymamış ve Kapani bütün çabalarına rağmen, MHP’li olamayınca, ihanet yolunu tercih etmişti.

İHANETİN CEZASI

Kapani ve 8 arkadaşı bir gün önceden ilân ettikleri basın toplantısına gazetecilerin gelmesini beklerken karşılarında Milliyetçi Toplumcu Bozkurtları bulmuşlardı. Üç dakikalık kısa bir süre içinde Kapani ve arkadaşları, ihanetlerinin cezasını ödemişler ve “NAZİ”ler üç ağır yaralı ile basın toplantısını ancak Devlet Hastanesinde yapabilmişlerdir.

* Milliyetçi Toplumcu Bozkurtların NAZİ cemiyetine mensup Gündüz kapani ve arkadaşlarını dövdükleri Atıf Gazinosunun olaydan sonraki hali. Resimde sopalı polisin yanında duran korkudan dili tutulan 45 yaşındaki Fatma Olcay isimli kadındır.

* NAZİ teşkilâtının amaçlarını açıklamak isterken karşısında Milliyetçi Toplumcu Bozkurtları bulan Gündüz Kapani olaydan sonra basın mensupları ile konuşurken. [Yüzü gözü kan içinde]



Ekspres, 15 Nisan 1969.

KOMANDOLAR KIYASIYA DAYAK YEDİ

Hukuk Fakültesinde dün çeşitli fakültelere mensup komandolarla solcular gene birbirlerine girmişler, bu arada tabancalar ve molotof kokteylleri patlamıştır. Çatışma, Hukuk Fakültesi anfisinde toplanarak aralarında kapitalizm ve komünizme karşı forum yapan, bu arada üniversitedeki boykotlara son verilmesi konusunu görüşen komandoların toplantısını, <<devrimci gençler>> adı altında gruplaşan solcuların basması ile başlamıştır. Anfiyi basan solcularla komandoların kavgası daha sonra üniversitenin arka bahçesinde taş ve sopalarla devam etmiştir. Solcular komandoları iyice hırpalamışlardır.



Vatan, Oktay Akbal, 16 Nisan 1969.

SOPAYA KARŞI SOPA

Milli Hareket… Herşeyimiz tamamdı, bu eksikti. O da oldu. Memnunuz, mutluyuz. Milli hareket’imiz var. Davrandık türkçesi. Davranma dedik karşımızdakine. Çektik kalıptan yeni çıkmış sopaları, kuşandık, doğru hareket düşmanlarının karşısına. Kimmiş onlar? Aydınlar, yazarlar, gazeteciler, öğretmenler, toplumcu partilerin üyeleri. Gördüler dünyanın kaç bucak olduğunu. Öyle böyle değiliz biz. Kamp gördük, kursta yetiştik. Yetiştirildik bu günler için. Başımızda usta komandocular. Özel birlikler halinde tertiplendik. Marşsa marş var. Führer’se Başbuğ var. Kılık kıyafet hepimizde bir. Bıyıklar özel belirtimiz. Lacivert giysiler, kalpaklar. Bir çıktı mı ortaya devrimci ara da bul! Atatürk çocuklarıymışlar! Biz bozkurt çocuklarıyız. Dokuz Işık kitabı elde. Kalpak kafada. Var mı bize şöyle, ama şöyle bir yan bakan…

MHP Kozan’da ilçe kongresi yapmış. Yapsın. Her parti kongre yapar. Ama MHP nin bozkurtları kongreden önce şöyle bir çarşıpazar dolaşıvermiş, gözlerine ilişen TÖS binasını yerle bir edivermişler. Ellerine geçirdikleri iki öğretmeni de sopadan geçirmişler. Artık bekleyelim. Nerde bir MHP kongresi yapılacaksa orada dayak yiyecek üç beş aydın, yerle bir edilecek bir iki yapı var, demektir. Bozkurt olmak kolay mı, kabına sığmaz Başbuğun erleri! Orta Asya’dan kopup gelenlerin çocukları. Başka yerlere kopup gidemiyorlar bunlar öğretmenleri, aydınları sopadan geçirirler. İçleri boşalır böylece…

İşte birkaçı da tutmuş bizim Coşkun Bölükbaşıoğlu’na gözdağı vermeye kalkmış. Bölükbaşıoğlu bu, korkar mı telefonda atılan üç beş kuru sıkıdan. <<Gelirseniz göreceğiniz var>> diye yanıtlamış <<Geliriz gösteririz>> korkutmalarını… Ne sanıyorlar? Kalpağı kafana oturttun, iktidar himayesinde bir küçük partinin bozkurtunu yakana geçirdin, eline de sopa aldın diye devrimciler, aydınlar, yazarlar gazeteciler sinecek mi? Avuçlarını yalasınlar!

MHP başında Albay Türkeş var. 27 Mayıs devriminin <<erkek>> sesli albayı. O günlerde boyuna sorarlardı <<Eski ırkçılık heveslerini>>… Yarı kapalı yarı açık yadsımaya kalkardı ırkçılık turancılığını. Yıllar geçmişti aradan. Türkeş daha olgunlaşmış, daha yaşlanmıştı. 14’ler serüveninden sonra Delhi’de üç dört yıl kaldı, okudu, dünyayı gördü. Ama 1944 yılının Türkeş’i şimdi gene karşımızda. Turancılıktan mahkûm olan genç subay bugün Bozkurtçuluk ülküsünü, hem de eli sopalı partizanlarıyla yürütmeye, zorla kabul ettirmeye kalkıyor.

Milli Hareket!... Bu çeşit <<millî>> hareketler gerçek <<ulusal>> davranışları önlemenin umutsuz çabalarıdır. Üç beş eli sopalı genci ona buna saldırtmakla olmaz ulusallığa yakışan davranış. Olsa olsa bilinçlenmeyi baltalamak, durdurmak, körletmektir bu. Sopasız çıksınlar düşünenlerin karşısına. Yok ille de sopa isterlerse, o sopayı da bulacaklardır karşılarında…



Dünya, Falih Rıfkı Atay, 17 Nisan 1969.

SOL KOL GEZERSE, SAĞ DA GEZER

Bazı hürriyetleri sınırlayan demokrasiler vardır. Ama yalnız sola hak tanıyan rejim demir perde arkası rejimidir. Bizde solun istediği rejim bu olsa gerek.

Sağdan, bir ses çıktı mı sanki kıyamet kopmuştur. Solda ise, Maoculuk ta, Moskofluk ta, anarşi de <<kol gezer>>.

Madem ki <<egemenlik kayıtsız şartsız milletindir>> milletin çoğunluğuna da hak ve hürriyetlerini tanımak lâzım gelir. Marksist hoca üniversite salonunda konferans verirse, softa Şûle Hanım da öbür salonda konferans verir. Aynı üniversite içinde <<komandolar da kol gezer>>.

Çoğunluk sağdadır. Sol sokağa çıkarsa sağdan dayak yer. Polisi döven solun bu sağcı dayağına hak vermesi gerektir. Sol üniversite duvarları içindedir. Sağ bütün ülkenin enine boyuna yayılmıştır. İktidar ona da sola da sınırlama disiplini koymak istedikçe sol çığlığı basmaktadır. O vakit sol, sağcı hiç bir hareketten şikâyet etmemelidir. Eğer TİP ve ortanın solu kendi taraflısı profesör, doçent ve asistanlara üniversite kürsüsünde marksizm telkinleri yaptırırsa, üniversiteyi bir politikacılık kaynağı haline sokarsa, sağ da imamlara, hatiplere camide şeriatçılık telkinleri yaptırır. Göstericilerine Taksim meydanında namaz kıldırır.

Türkiye’nin aşırı sola tahammülü varsa aşırı sağa da tahammülü olmalıdır. İkibuçuk gazete, iki üç bin marksistle sol, otuzdört milyonluk yığın üzerinde hüküm süremez.

Mantıklı olalım: Ya aşırı sola ve aşırı sağa karşı disiplin lâzımdır, yahut değildir. Eğer lâzım değilse sol da sağa, sağın sopasına dayanmalıdır. Yalnız polisten solun sopasına dayanmayı beklemeğe hakkımız yoktur.



Vatan, 19 Nisan 1969.

TÜRKEŞ: İŞÇİLERE 25 YILDA EMEKLİLİK HAKKI TANINMALIDIR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bu gün merkez ilçede düzenlenen toplantıda işçi mes’elelerine değinmiş, işçilerin emekli yaşını 55’e indiren kanun tasarısının meclise verilmiş olmasını memnunlukla karşıladıklarını bildirmiştir. Türkeş özetle şunları söylemiştir:

<<İşçilere 55 yaşında emekli olmak hakkını tanıyan kanunun meclise verilmiş olmasını büyük memnunlukla karşılamaktayız. Ancak bu kanunda 25 yıllık çalışma süresini dolduran işçilerin istedikleri takdirde emekli olabilmelerini sağlıyacak bir madde bulunmamaktadır. İsteyen işçinin 25 yıllık çalışma süresinin sonunda amil olması çok yerinde bir haktır.>>



Türk Yolu, 21 Nisan 1969, Sayı 11.

EGE ÜNİVERSİTESİNDE KONUŞAN TÜRKEŞ: YURDUN TEMEL MESELELERİ 9 IŞIK DOKTRİNİ İLE ÇÖZÜLECEK

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, hafta içinde Ege illerini kapsayan bir seyahat yapmıştır. Türkeş, bu gezisinde hemen her il ve ilçede Milliyetçi Toplumcular tarafından sevgiyle karşılanmıştır. Nitekim MHP Genel Başkanı, “Bu defaki gelişimde Ege’yi çok canlı ve hareketli buldum.” Demekle etrafındaki sevgi ve sempati çemberinin ne denli geniş olduğunu açıkça söylemiştir.

İZMİR’DE BOZKURTLAR KARŞILADI

Balıkesir ve Akhisar’dan sonra İzmir’e gelen Genel Başkan Türkeş’in Manisa yolunda karşılanması, disiplinli bir şekilde düzenlenmiştir. Erken saatlerde Sabuncubeline çıkan partililer ve gençler, hafiften yağan kara rağmen Genel Başkanlarını “Türkeş” marşı söyleyerek beklemişlerdir. MHP lideri, Sabuncubeli’ne geldiği saatlerde basının Komando adını taktığı yüz kadar Milliyetçi Toplumcu genci “Hazırol” vaziyetinde bulmuştur. Gençlerin Türkeş marşını bitirmesini bekliyen Lider, daha sonra, “Merhaba Bozkurtlar” selâmına hep bir ağızdan “Sağol…” cevabını almıştır.

Önde 9 motorsikletli gencin, arkada ise 50’ye yakın arabanın bulunduğu konvoy, topluca İzmir’e doğru yola çıkmış ve Konak’ta yüzlerce M.H.P.’li tarafından karşılanmıştır.

Türkeş ve Ahmet Er ile beraberindekiler, Parti İl Merkezi’nde bir süre istirahat ettikten sonra, aynı gün Menemen’de bir konferansa katılmışlar, ve sayısı 3000’e yaklaşan Menemenliler tarafından “Bütün ümidimiz sende Başbuğ!..” şeklinde tezahüratla karşılanmışlardır.

Ege Üniversitesinde konferans ve basın toplantısı

M.H.P. lideri, aynı gece Balçova’da bir toplantıya daha katılmış ve ertesi gün Parti İl Merkezi’nde bir basın toplantısı düzenlemiştir. Türkeş, basın toplantısında ekonomik durumun daha da kötüye gittiğini ileri sürmüş ve “Hükümet adamları nurlu ufuklardan bahseden parlak nutuklarla halkı uyutmaya çalışmaktadırlar. Kendileri bize nurlu ufuklar sağlayacak yolda değildirler.

Türk Milletinin yükselebilmesini, gerçekçi ve cesur olmalarına bağlayan Türkeş, Marksist – Komünist kaynakların devamlı şekilde kışkırtıcı olduklarını ifade ederek “Güçlü Türkiye’yi” şöyle tanımlamıştır: “Ahlâkta, Millî Eğitimde ileri gitmiş, sanayileşmiş, başkalarına avuç açmadan yaşayan bir Türkiye.”

Yılda yurdumuza beş milyar lira kâr sağlayan ithalat ve ihracatın, memleket iktisadiyatında önemli yeri olduğunu belirten Türkeş, bu gelirin yatırımlara ayrılmasını, yabancı ülkelere kaçmamasını isteyerek şöyle devam etmiştir: “Bütün ithalat ve ihracat, sayısı en çok beş yüzü bulan kişilerin elindedir. Bunların da dörtte üçten fazlası Yahudi ve Rumlardır. İthalat ve ihracatın, vatandaşlarımız için adaletli bir düzenle yönetilmesini istiyoruz. Onun için ithalat ve ihracat millîleştirilmelidir.”

Aşırı akımlarda komünist tahriklerinin çok olduğunu ve Türkiye’de komünist partisi kurulmasının faydasız olduğunu ifade eden Türkeş, dini istismarın ticaret haline geldiğini belirtmiştir.

Bu arada “Komandolar için kaba kuvvet deniliyor. Sizin düşünceniz nedir?” şeklinde sorulan bir suale Türkeş şu cevabı vermiştir:

“Benim gençlerim kaba kuvvet değildirler. Onlar komünist tahriklere karşı milletten aldıkları güçle meşru direnme hakkını kullanmaktadırlar. En kısa zamanda yurdun her yerinde sayıları artacaktır.”

SOLCULARIN KONFERANSINDA SALON BOŞTU

M.H.P. Liderinin aynı gün öğleden sonra Ege Üniversitesinde, “Türkiye’nin Temel Sorunları” konulu bir konferansta konuşacağını öğrenen F.K.F.’li gençler de karşı hareket olarak aynı Üniversitenin bir başka anfisinde solcu Doktor Çetin Özek’i konuşturmak istiyorlardı. Dr. Çetin Özek, Türkeş’in konuştuğu saatlerde konferansını vermiş, ama bir farkla ki, M.H.P. Liderinin bulunduğu salonda üç – dört bin Milliyetçi Toplumcu genç bulunurken, Özek’in konferans verdiği salonda sadece 50 solcu toplanabilmişti. Hattâ, solcular, salonun boş kısımlarının resmini çekmek isteyen bir gazetecinin fotoğrafçısına da saldırmışlar ve dövmek istemişlerdir. Bu solcu takımının Milliyetçi Toplumcu gençlik karşısında Ege Üniversite’sinde uğradıkları bir bozgun olmuştu… Zira solcular için Ege Üniversitesi “Ege’de bir kale” idi ama, Türkeş bu kaleyi de fethetmesini bilmişti.

M.H.P. Lideri, Ege Üniversitesi’ndeki konferansında da özellikle batı taklitçiliği, seçkin yönetici kadroların yetiştirilmeyişi, aydın - halk arasındaki kopukluk, millî eğitimdeki yetersiz ve fırsat eşitsizliği konularını işlemiş ve yurdun temel meselelerinin ne şekilde çözümlenebileceğini de şu sözlerle özetlemiştir:

“Ne faşizm, ne komünizm, ne liberalizm. Türk milliyetçiliğinin geleneklerine uygun bir hareket geliyor. Biz buna 9 Işık Doktrini diyoruz. Yurdun temel sorunları 9 Işık Doktrini’yle çözümlenecektir…”

Bugünkü yöneticilerin tutumları karşısında dışarıya muhtaç duruma geldiğimizi söyleyen Türkeş, tüketimde batıyı taklit ettiğimize değindikten sonra “Millî Eğitim sistemi yetersiz. Fırsat eşitliği olması lazımdır, sanayimiz gelişmiştir.” demiş, halktan uzak oldukları için, aydınlara çatmıştır.

Aydınla halk arasında bir soğukluk ve itimatsızlık olduğunu ileri süren Türkeş, bu konuda şöyle demiştir.:

“- Aydın fildişinden yapılmış kulelerde oturmakta ve halka tepeden bakarak, gerici demektedir. Aydın batının tüketim tipini taklit ederek kendisinin batılı olduğunu zannetmektedir. Böylece egoizmin içinde bulunmaktadır. Bu çözümlerden yurt kalkınması olmaz.”

Türkeş memleket yönetimindeki görüşünde, batı ülkelerinin kapitalist parlamenter şeklinin dış görünüşünün alındığını, bunun yanlış bir tutum olduğunu belirterek, “İslâm Marksizmi, Komünizmi, Liberalizmi taklit etmekle davaların halledileceğini sananlar vardır. Milliyetçi hareket olarak başlattığımız hareketle kendine dön diyoruz. Kurtuluş yolu budur.” demiştir.

* Başbuğ Türkeş İzmir İl merkezinin önünde Bozkurtları teftiş ediyor. Yanında İzmir İl teşkilâtından Şeref Üsküp bulunmaktadır.



Türk Yolu, 21 Nisan 1969, Sayı 11.

EGE’DE VATAN SATHINA YÜKSELEN MİLLİYETÇİ TOPLUMCULARIN SESİ…

Geçtiğimiz haftanın İzmir için önemli olaylarından biri, Milliyetçi Toplumcu Gençliğin Dokuz Işık ülküsünü yaymak ve halka benimsetmek amacını taşıyan yürüyüşü oldu.

Sayıları bine yaklaşan ve basının <<Komando>> adını taktığı gençleri disiplinli şekilde Basmahane meydanından Fevzipaşa bulvarı yolu ile Cumhuriyet Alanına kadar yaptıkları yürüyüş sırasında halktan da büyük ilgi gördüler. Halk, “Milliyetçi Türkiye” sloganını haykıran gençler yürürken, onları içten gelen bir sevgi ile alkışlıyordu.

Cumhuriyet Alanı’nda Atatürk Anıtı’na çelenk koyan gençlere aynı dakikalarda Alana gelen M.H.P. Lideri Alparslan Türkeş hitap ediyor ve “Türkiye’de yeni bir hareket başlamaktadır. Bu hareketi başlatan siz Bozkurtlar’ımı candan kutlarım…” diyordu.

İzmir’de yapılan bu yürüyüş başarılı geçmiş ve Milliyetçi Toplumcu gençler, seslerini Ege’den bütün vatan sathına duyurmuşlardır.

* BOZKURTLAR YÜRÜYOR – M.H.P.’li Bozkurtlar bir ucu Çankaya’da diğer ucu Basmahane’de olmak üzere disiplinli şekilde yürürken halk bu tabloyu alkışlıyordu. Egeliler böylesine bir yürüyüşün özlemini uzun yıllar çekmişlerdi ve konvoyu <<Varolun Türkeş’in arslanları>> diye yürekten gelen bir sevgi ile destekliyorlardı.



Devlet, Kâmil Turan, 21 Nisan 1969, Sayı 3.

KOMANDOLAR

Kalplerinde komünizmin kinini yumruk yumruk saklayanlar bile Türkiye’de sola karşı <<Dur!>> azmiyle çıkan komandoları, <<Solun şirretliğine tepki olarak doğan bir hareketin temsilcileri>> olduklarını tahmin etmektedirler. Hattâ diyalektik sisteminin akıl ve mantığa boş veren bönlüğünü kanlarına sindirmiş bulunan solcuları, komando hareketini durdurmanın ellerinde olduğunu sanmaktadırlar. Çünkü komando hareketinin solun faaliyetlerinin durduğunun ertesi günü son bulacağına inanmaktadırlar.

Türkün devlet idaresi felsefesinden, beş bin yıllık sağlam tarih şuurundan bihaber olan, beyinleri deniz anasına dönmüş bu politika miyopları, mukallit garp mantığının gargarasını yaparlarken, yüz elli yıldan beri Türk Milletini aldattıkları gibi aldanmaktadırlar. Ayakları altında yerin kaydığını duyamamakta, maddî ve manevî kuruluşa susamış milyonlarca Türkün sabırsızlığının, kininin ve kurtuluş aşkının milliyetçilik volkanından, komando lavları şeklinde Türkiye’yi Türk’e göre yeniden şekillendirmek için taşacağına inanmamaktadırlar.

Oysa Türk tarihi dikkate değer bir safhayı yaşamaktadır. Müthiş bir kemiriliş, milletimizi can evine kadar incitmiş; açık veya kapalı düşmanlık hareketleri, bizi şerefsizlik çukurundan şerefsizlik çukuruna atmış, kendi ocağımızda bizi bizden olmayanların dilencisi yapmıştır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi Vatanın sathında hayasızlık itibar, şerefsizlik şöhret, hıyanet vatanseverlik, hürriyet anarşi, haysiyet kusur, ahmaklık akıllılığın yerini almıştır.

Bir zamanlar Başbuğlarının nal izlerini ağyara öptürmeyen bu milletin bitişi ve tükenişi asla kabullenmiyeceği neden düşünülmemiş? Neden yüz milyonluk kardeşinin esaretinin matemini gizli gizli tutan ve yumruğunu, hürriyet havarileri gibi dolaşan esir satıcılarının yüzünde bir gün patlatacağı muhakkak olan Türkiye Türklerinin güçlerini terazinin kefesine atacakları bilinmemiş? Neden <<Esaret içinde yaşamak bir gün ölmek demektir.>> sözünü bu milletin tarih boyunca rehber aldığı öğrenilmemiştir? Neden günümüzde komando ismi takılan asil milliyetçi gençlerin hiyanetin kanını donduran kükreyişleri biraz da bu yönden değerlendirilmemiş?

Türk’ün tarihi, normal seyrinden beş bin yıldan beri zerrece inhiraf etmemiştir. Komandolar işte bu kutsal gerçeğin kahramanlarıdır. Onlar asırlardır millet hayatını tümen tümen kuşatan şan ve şeref hâleleridir. Bugün onlara ne isim verilirse verilsin, bütün tarihimizde onlar, felâket fırtınalarının üzerinde bora misali patlamış, kurtuluşun müjdecileri olmuşlardır. Ergenekon’un vadilerinden süzülerek Türkü Dünya’ya efendi yapan Bozkurtlar bu komandolardır. Malazgirt savaşında Alparslan’ın orduları önünde dörtnal giden, kalın zırh ve tolgaları baltalarıyla doğrayan koçyiğitler bu komandolardı. Rumeli beylerbeyinin serdengeçti alaylarında, ince belli uzun boyunlu bedevi atları üzerinde, Tuna boylarını, Dalmaçya kıyılarını, Macar ovalarını, Kara ormanları Türkün haşmeti ile titreten Akıncılar yine bu komandolardı. Onlar Türkün hakimiyet felsefesini, Kızılelma idealini fikir planından tatbikat planına çıkartan bir soyun ve imanın gücü, maddî ve manevî kurtuluşun yıldırımıdır. Onlar hiyanetin, sinsiliğin tuzaklarını paramparça edecek Türklüğün bedenindeki ruhu, damarlarındaki kanı, tuğlarındaki şanıdır.

Millet sabrının sonuna gelmiştir. Komandolar millî çaresizliğimizin ihtiyaçlarından doğmuş ve kitlelerin yanan bağırlarına su serpmişlerdir. Asırlardır uyuklayanlar uyanmışlardır. Liderlerine, kadrolarına ve aksiyonuna kavuşan Türk Milliyetçiliği, karşısındaki düşman cephelere rağmen artık ayaktadır. Bu savaş sol olsa da olmasa da, düşman enternasyonaller sinse de sinmese de mutlak kurtuluşa kadar devam edecektir. Komandolar yol gösteriyor işte. Şüphe yok hedef Kızılelmadır.



Devlet, 21 Nisan 1969, Sayı 3.

KOMANDOLAR

Evet, komandolar… Son bir yılın en ziyade ilgi çeken kelimelerinden biri, belki de birincisi. Meclis kürsülerinde, ana muhalefet partisi ve fikir ortaklarının söz ve bildirilerinde, basında, okulda, sokakta ve evde hep komandolardan bahsediliyor. Kimdir bu komandolar. Ne yapmak istiyorlar? İnançları, gayeleri nedir?

Komandoları daha doğru bir şekilde tanıtmak bakımından, önce düşmanlarını tanımanın gerekli olduğunu düşünüyoruz. Komandoların düşmanları çoktur ve güçlüdür. Şöyle sıralanırlar.

Basın: Türk basınının sol kanadı komandoların amansız düşmanıdır. Yalan haber yazar, iftira eder, küçük düşürmek ve tehlikeli bir hüviyet taşıdıklarını zannettirmek için ellerinden ne gelirse yaparlar. Komünist tahrikçilere methiyeler düzerken, sıra komandolara gelince hürriyet şampiyonu kesilirler. Basının komünist olmayan, fakat milliyetçilikten de ürken bir kanadı, daha açık bir ifade ile yahudi sermayesinin emrindeki kapitalist – mideci basın da komandolara düşmandır. Memleketi faşist bir diktaya sürükleyeceklerini öne sürer, akla hayale gelmez fikir ve niyetleri komandolara yamarlar. Solcu ve kapitalistler basının komandolardan şikâyeti ortak bir noktada düğümlenir: Komandoların faaliyetini demokrasi ve hürriyete aykırı görürler. Dikkatli ve akıllı bir adam, sadece bu ortak korkuya bakarak, nasıl bir oyun oynandığını rahatça anlayabilir, samimiyetsizliği derhal farkeder. Şöyle ki solcularla kapitalistlerin demokrasi ve hürriyet anlayışları müşterek değildir. Birinin hürriyet dediğini diğeri kölelik sayar. Birinin demokrasisi diğerine göre emperyalizmdir. Şu halde solcu ve kapitalist basının komandolar konusundaki endişesi hürriyet ve demokrasiden başka bir şeydir. Nedir acaba? Son yüzyılların siyaset tarihini hatırlarsak, solcularla kapitalistlerin hangi mefkûreden korktuklarını ve kimlere karşı birleştiklerini kolaylıkla teşhis edebiliriz. Solcularla kapitalistler yalnız milliyetçilikten korkar ve milliyetçilere karşı birleşirler. Hemen bütün mefhumların mânasında çatışırken, milliyetçilik düşmanlığında uyuşur, faşizm adını verirler. Böylece solcu ve kapitalist ittifakının değerlendirilmesi ile komandoların hüviyetlerindeki temel vasıf, yani milliyetçilikleri kendiliğinden ortaya çıkar. Komandoların basında hiç dostu yok mudur? Vardır ama çok az. Muhalefet partileri içinde, Milliyetçi Hareket Partisi hariç komandoların dostu yoktur. TİP ve CHP azılı birer düşmandır. Diğerleri de gocunurlar. İhtiyar şef ve çömezleri, Türkiye’nin gerçek düşmanları ile cilveleşirken, olanca öfkeleri ile komandolara yüklenirler.

İktidar partisine gelince, hâkim kanadı komandoları hiç sevmez, ama sesini de fazla çıkaramaz, saman altından su yürütmekle yetinir. Çünkü Adalet Partisine oy verenlerin çoğu komandı adı verilen gençleri tanır, tutar, sever, dostlarına dost, düşmanlarına düşman olduğunu bilir. Ayrıca, iktidar partisinin milletvekilleri, senatörleri, hattâ bakanları arasında komandoların zararlı değil, aksine çok faydalı olduklarını anlayabilecek milliyetçiler de vardır.

Sosyalist bir ihtilâlin hazırlık denemelerini yapan bazı öğrenci dernekleri de, hiç şüphesiz, komandolara düşmandır. Kendilerini kuvvetli gördükleri an mutlaka kavga çıkarır, hedeflerine giden yolda önlerine dikilen en imanlı engeli yıkmak isterler. Ama çok defa yanılır, temiz bir dayak yer, kaçacak delik ararlar. Aslında komandoların, düşmanlarının hepsinden büyük bir dostları vardır. Aziz Türk milletinin mutlak çoğunluğu. Yazık ki, sesini pek duyuramayan, dua etmekle yetinen bir dost. Düşmanlarını ve dostlarını tanıdıktan sonra, umarız ki komandoların ne oldukları artık iyice anlaşılmıştır. Yine de, birkaç cümle daha ilâve edelim: Komandolar, Türk milliyetçiliğinin genç temsilcileridir. İmanlı, ahlâklı, yiğit çocuklardır. Komando sıfatını, yabancı dillerden gelmiş bir kelime olduğu için hâlâ benimsiyemediler. Akıncılar, Ergenekon arslanları, yahut Alp-erenler ünvanı daha çok hoşlarına giderdi. Milletin bütün değerlerine genç yüreklerinin olanca gücü ile bağlıdırlar; her birinin huzurunda heyecanla, sevgi ile titrerler.

Hiç dövüşmediler mi? Dövüştüler, hem de çok. Ama kanunlara karşı gelmediler, hocalarına sövmediler. Sadece Türklüğün düşmanlarına karşı, milletlerine, Allahlarına ve bayraklarına sövenlere karşı dövüştüler. Hiçbir zaman tecavüz etmediler, daima fikir mücadelesi yapmağa çalıştılar, ama saldırıya uğradıkları vakit kendilerini korumak için dövüştüler; elbette dövüşeceklerdi. Zayıfın üzerine asla gitmediler. Siyasal Bilgiler Fakültesinde olduğu gibi, yüz sosyalistin tek bir milliyetçiyi linç etmeğe kalkışmasına benzer bir utanç belgesi komandoların tarihinde yoktur.

Son aylarda, sosyalist – kapitalist işbirliğinin sahneye koyduğu gülünç bir oyun seyrediyoruz. Sayıca fazla olmalarına ve maddî güçlerinin üstünlüğüne rağmen, milliyetçi Türk gençleri ile başa çıkamayınca başka bir kandırmaca yolu buldular: Sosyalistler, gözlerine kestirdikleri topluluklara saldırıyor, sonra da sosyalist ve kapitalist yayın organlarında <<komandolar dövüldü>> diye cafcaflı manşetler atılıyor. Dil Tarih’teki hâdiselerin verilişi oyunun bir parçasıdır. Aslında orada olanların komandolarla en ufak bir ilgisi yoktur.

Komandoların mücadelesi, Türklüğe düşman bütün ihanet kuvvetlerinin başı ezilinceye kadar sürecektir.



Zafer, 21 Nisan 1969.

TÜRKEŞ: MİLLÎ DÂVÂLAR HALKA GÖTÜRÜLMELİDİR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, dün Çankaya İlçe Kongresinde yaptığı konuşmada Türk Milletinin tarihî gelişimini anlatmış, bilhassa gençlere düşen vazifelere temas ederek <<Yüksek kaliteli, dünya çapında bir teknik ve ilim adamı kadrosu meydana getirmek gerekmektedir>> demiştir. Türkeş, özetle şunları söylemiştir:

<<Türk Milleti daima hak ve adaletin savunucusu olmuş bir varlıktır. Bugün geri bırakılmışlık ve ihmal içerisinde büyük sıkıntılar çekmekte olan halkımız, hiçbir milletten geri olmayan yüksek zekâ ve kabiliyetlere sahip bulunmaktadır. Türk Milliyetçileri olarak bizim gayemiz, en iyiyi, en güzelini Türk milletine sağlıyarak, onu her ne pahasına olursa olsun yer yüzünde en ileri, en medenî ve kuvvetli millet haline getirmektir. Türkiye çok üstün bir potansiyel güce sahiptir. İmkânlarımızın bir an önce ilmî usullerle değerlendirmemiz gerekmektedir.

Çağımızda teknikteki baş döndürücü gelişmeler, bugün ileri memleketlerin hakiki kuvvet kaynağını teşkil etmektedir. Onun için yüksek kaliteli, dünya çapında geniş bir teknikçi ve ilim adamı kadrosu meydana getirmek gerekmektedir. Türkiyemiz sermaye birikimi eksikliğini ve diğer konulardaki milletimizin halk enerjisini seferber etmek yolu ile giderilebilir. Bunun için millî davalarımızı doğrudan doğruya halka götürmek ve vatandaşlarımızı millî ülkü ile dolduracak harekete geçirmek lâzımdır. Bu faaliyetlerin başarıya ulaşması için spor ve millî kültür hamlelerine girişmek ve millî san’atımızı toplum hizmetine koşmak gerekmektedir.>>
.


Akşam, 21 Nisan 1969.

KOMANDOLAR SERGİYİ BASTI, BALABAN HIRPALANDI, TABLOLAR PARÇALANDI

Kendilerine <<Komando>> süsü veren 20’ye yakın genç dün geç vakit Belediye Şehir Tiyatrosu fuayesinde tanınmış ressamlardan İbrahim Balaban’ın sergisini basmış, tabloların bir kısmını kırmışlar, bazılarını da yanlarına alarak götürmüşlerdir. Olay sırasında bir hayli hırpalanan ressam Balaban hayatının korunması için ilgililere başvurmuştur.

İbrahim Balaban’a serginin açılışından bu yana telefon eden bazı şahıslar <<Resimlerinle halka zehir saçıyor, onları vatanlarına düşman etmek istiyorsun. Adana’yı terk et yoka komandolar hesabını görecekler>> şeklinde ihtarda bulunmuş, bu telefonlar üzerine sergiye konan polis ise dün ortalıkta görünmemiştir. Balaban <<Sergiyi açtığım gün beni tebrike gelen gençler son gün kancıkça eserlerimi tahrip ettiler. Fakat sanatıma yılmadan aynı yolda devam edeceğim>> demiştir.



Yenigün, Budak Gençosman, 25 Nisan 1969.

Ananız Ağlar

Adana’da komando varmış. Nereden olmuş? Nasıl olmuş?
Adana’da komandolar, ressam Balaban’ın sergisini basıp, tabloları parçalamışlar. Niçin? Ne isterlermiş?

Türkiye’de komando yetiştiren iki yer var. Biri ordu, öbürü de kendini, <<milliyetçi toplumcu>> diye tanıtan bir siyasî kuruluş. Bu kuruluş yetkililerince komandolara <<Ergenekon aslanları>> da denilir. Demek ki, komandolar, klasik ulusçuluk ruhuyla yetişiyorlar. Bu yüzden onlara ırkçı, kafatasçı gibi nitelikler de yakıştırılmaktadır. Komandoların kendileri ise doktrinlerinin adına <<Türkçülük>> diyorlar. Ziya Gökalp’in bulduğu bir kelime! Belki de ulusçuluk yahut milliyetçilik kelimesinin, <<nationalizme>>in, nazisme ve fascisme akımlarından leke almış olması, hatta bu akımlarla özdeş görülmesi nedeniyle kullanılmak zorunda kalınmıştır. Kavram olarak, ulusculuk’un daha pekiştirilmiş şekli gibi görünüyorsa da, Türkçülerin kendilerini <<milliyetçi toplumcu>> diye tanıtmaları bu görünüşü doğrulamıyor; tersine <<Türkçülük>>ü ulusçuluk’un daha yumuşatılmış bir şekli olarak görmek, yani fanatizme kaçmayan bir ulusçuluk olarak kabul etmek zorunluğunu yaratıyor.

Gelelim Balaban’a… Bu sanatçı tırnaktan tepeye ulusçuluk sorunlarıyla doludur. Balaban’ın resimlerinde ulusça içinde bulunduğumuz acı gerçeklerden başka hiçbir şey bulamazsınız. Köyümüz, köylümüz, boyumuzu aşan yoksulluğumuz ve sayısız yoksunluklarımız. Bu konuları işleyen bir sanatçı Türkçü olmaz da, ulusçu olmaz da ne olur? Konuların yoksul halkın yaşamından seçilmiş olması, sanatçının toplumcu yönünü gösterir. Yani komandolarla özdeş bir fikir çizgisinde bulunuyor. Öyleyse uğradığı bu hakaret niçin?

Olayı düşünsel yani fikrî bir çözümleme ile aydınlığa çıkaramayacağımız ortadadır. Başka sokaklardan yol aramak zorundayız.

Baskın olayı kısaca şöyle olmuş. Telefonla sanatçı tehdit edilmiş. Durum Güvenlik Müdürlüğüne bildirilince kapı için bir polis göndermişler. Ne var ki, tam baskın yapılacak sırada polis ortadan kaybolmuş. Bu bir!

Anlaşıldığına göre, komando veya komando kılığına girmiş kimselerce yapılmış olan bu baskında polisle işbirliği yapılabilmiştir ki, bu durum şimdiyedek yapılmış olan bütün komando baskınlarında da böyle olmuştur. Yani suç polisle birlikte işlenmiştir. Bu da iki!

Demek oluyor ki, bu işin aslında ne ulusçulukla, ne de toplumculukla ilgisi yok. Her köşebaşında toplumcuların önüne çıkan, şu yahut bu şekilde görünebilen, iktidarın kaba kuvvetidir. Kendilerini <<Ulusçu Toplumcu>> olarak tanıtmaları, ancak bir politika taktiği olabilir.

Balaban, parçalanan tabloları için bir tas su içsin. Dilimizde bir deyim vardır: Ananı belleyen kadıyı kime şikâyet edeceksin derler. İşin koğuşturmasını yapacak olan polis saldırganla işbirliği yapınca daha ötesini ne sorarsın!

Yalnız unutmamalı ki, ana belleyenin, bir gün anası ağlar. Onlar <<Sat anasını, yap yuvasını>> formülüyle yaşarlar. Ve ummadıkları bir gün zemberek kırılınca şaşarlar.



Yeni Gazete, Zafer, 23 Nisan 1969.

MHP: TRT SOLCULARIN ELİNDE BİR BEYİN YIKAMA ALETİ HALİNİ ALDI

Milliyetçi Hareket Partisi Başkanlık divanı dün yayınladığı bildiri ile TRT’nin bir beyin yıkama âleti haline geldiğini ileri sürmüştür. Parti Genel Başkanı Alpaslan Türkeş’in başkanlığında toplanan Başkanlık Divanı, Parti Yüksek İstişare Meclisini 27 Nisan günü toplantıya çağırmaya karar vermiştir. Toplantı sonunda yayınlanan bildiride TRT’nin taraf tutucu ve Türk halkını rahatsız edici çalışmaları olduğu bildirilmiş ve şöyle devam edilmiştir:

<<TRT bazı partilerin ilçe kademelerinin bildirilerine dahi geniş yer verirken diğer bazı parti genel başkanlarının ve diğer yetkili kimselerin demeçlerine gerekli ilgiyi göstermemektedir. Fakat iktidarın sadece kendi görüşlerini yayınlamak üzere TRT Kanununda değişiklik yapması da uygun görülemez. Bütün partilerin temsilcilerinin katılacağı bir komisyonda TRT’nin durumunun incelenerek tam tarafsızlığı sağlayacak yeni bir TRT Kanunu hazırlanmalıdır.

Çünkü TRT bugünkü millî menfaatleri çiğneyici, halkı bizar edici tutumu ile solcuların elinde bir beyin yıkama aleti hâline gelmiştir. Buna kesinlikle son vermek lâzımdır.>>



Bizim Anadolu, 26 Nisan 1969.

ÜLKÜ OCAKLARI BİRLİĞİ KURULDU

TÜRKEŞ KONFERANS VERİYOR

İstanbul’daki fakülte ve yüksek okullarda okuyan milliyetçi gençlerin kurduğu Ülkü Ocakları bir araya gelerek İstanbul Ülkü Ocakları Birliği’ni tesis etmişlerdir. Birlik Başkanlığına Osman Nuri Bahadır seçilmiştir.

Birlik ilk olarak İlim Yayma Cemiyetinin Bakırcılar, İbnülemin konferans salonunda seri konferanslar düzenlemiştir. Bugün saat 16’da İlim Yayma’daki ilk konferansı, MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş <<Türkiye’nin Meseleleri>> konusunda verecektir. Konferansa giriş serbesttir.

Türkeş, dün saat 16.30 da beraberinde eşi, kızı ve damadı olduğu halde karayoluyla şehrimize gelmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı, kalabalık bir halk ve öğrenci topluluğu tarafından Üsküdar’a 20 kilometre mesafeden karşılanmıştır.



Bizim Anadolu, 27 Nisan 1969.

TÜRKEŞ KONUŞTU: TÜRKÜN TÜRKTEN BAŞKA DOSTU YOK

MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, Ülkü Ocakları Birliğinin düzenlediği <<Türkiye’nin Meseleleri>> konferansta bir konuşma yapmış, <<Türkiye ancak, Türk milletinin kendi benliğine dönmesi ile kalkınabilir>> demiştir.

İlim yayma Cemiyetinin Bakırcılardaki konferansta yüzlerce gencin alkış ve tezahüratı arasında konuşan Türkeş, <<Türkün Türkten başka dostu yoktur>> demiş, Türkiyenin kalkınmasının MHP’nin Dokuz Işık doktrini ile gerçekleşeceğini ifade ile <<Tanrı dağı kadar Türk, Hıra dağı kadar Müslümanız>> demiştir.

Türkeş devamla; <<Kozmopolit ve Marksistler sadece maddiyat buhranına temas ederler ve mânevi değerlerimizin başında gelen İslâmiyetin memleketimizi geriye götürdüğünü söylerler. Oysa ki İslâmiyet nereye gitmişse oraya medeniyet, ahlâk, inanç götürmüştür>> demiştir.

Memleketimizin iktisadî meselelerine de değinen MHP Genel Başkanı; <<Biz batının tüketimini, doğunun üretimini taklit eden bir ülkeyiz. Şimdiye kadar yapılan devrimler, batının tüketim tipini, lüksünü, modasını memleketimize getirmekten başka bir şeye yaramamıştır.>> demiştir. Konferans 9 Işık Doktrininin izahıyla son bulmuştur.

ÖZDAĞ, BUGÜN KONFERANS VERECEK

Milliyetçi Hareket Partisi milletvekili ve genel idare kurulu üyesi Muzaffer Özdağ, bugün saat 15.00 te Marmara Öğrenci Lokalinde <<Milliyetçi Toplumcuların Gözüyle Emperyalizm ve Türkiye>> konulu bir konferans verecektir. Dün aynı konuda Beşiktaş’ta konuşan Özdağ Üniversiteli gençlerin arzusu üzerine konferansı tekrarlamaktadır.



Akşam, 27 Nisan 1969.

KOMANDOLAR KAYSERİ’DE YÜRÜYÜŞ YAPIYOR

Kendilerine komando adı verilen Milliyetçi Hareket Partisine mensup gençler bugün şehrimizde büyük bir yürüyüş yapacaklardır. Yürüyüş için Valilikten izin alan komandolar şehrin ana caddelerinden geçerek Cumhuriyet Alanında toplanacaklardır. Sabah saat 10.00’da başlayacak yürüyüşe Ankara, İstanbul ve Adana’dan yüzden fazla komandonun katılacağı öğrenilmiştir. Polis geniş güvenlik tedbirleri almıştır.



Ekspres, 29 Nisan 1969.

KOMANDOLAR KAYSERİ’DE GÖSTERİ YAPTI

MHP’li komandolar mensup oldukları parti adına Kayseri’de bir gövde gösterisi yaparak halkı komünizmle mücadeleye davet etmişlerdir.

Özel surette temin edilen otobüslerle İstanbul ve Ankara’dan gelerek şehrimizde toplanan MHP’li komandolar, saat 17’de Düvenönü meydanında 9 Işık yürüyüşüne geçmişler Komando ve Başbuğ marşlarını söylemişlerdir. Ana cadde ve meydanlardan ilerlerken koro halinde <<Moskoflara ölüm>>, <<Yaşasın Başbuğ Alparslan>> diye bağıran gençler, daha sonra MHP’nin Cumhuriyet alanında düzenlediği mitinge katılmışlardır.

Çeşitli öğrenci kuruluşlarını da temsil eden komandoların konuşmaları 2 bine yakın Kayserili tarafından dinlenmiştir. İş başındaki iktidarı komünistlere karşı aciz bir tutum içersinde bulunmakla suçlayan komandolardan Hasan Sami Bolak sert konuşmasını <<ne anayasa ne baba yasa bizler gerektiği zaman sandıktan çıkmasını da nalıdan çıkmasını da biliriz>> şeklindeki sözlerle bağlamıştır.



Türk Yolu, 28 Nisan 1969, Sayı 12.

BOZKURTLAR ATATÜRK ÜNİVERSİTESİNDE SOLCULARIN TOPLANTISI DAĞITTI

Milliyetçi – Toplumcu Bozkurtlar Ziraat Fakültesi anfisinde, Fikir Kulüpleri Federasyonu tarafından komünist şair Nazım Hikmet için düzenlenen şiir matinesini basmışlardır.

Nazım Hikmet’in şiirlerini kendi sesinden dinletmek için yapılan toplantıya <<komandolar>> marşlar söyleyerek gelmişler ve salonun önünde <<Hainler>>, <<Çıkın dışarıya>> diye bağırmaya başlamışlardır.

Ellerine geçirdikleri sopalarla solcuların toplantısını basan komandolar, çevreyi abluka altına almışlardır. Salondaki dâvetliler ve öğrenciler çıkış kapılarının tutulduğunu görünce masaların ayaklarını müdafaa silâhı yapmışlardır. Olayı haber alan Atatürk Üniversitesi Rektörü Raşit Sönmez, durumu yazı ile Emniyete bildirerek yardım istemiştir. Fakülteye derhal polis ve jandarma sevkedilerek olayların büyümesi önlenmiştir.

Olayları müteakip Atatürk Üniversitesi Rektörü Raşit Sönmez, Yönetim Kurulunu âcil bir toplantıya çağırarak, üniversitenin birkaç gün kapatılmasını istemiştir. Yönetim Kurulu da üniversitede derslere üç gün süre ile ara verilmesini kararlaştırmıştır.



Haber, 1 Mayıs 1969.

<<MHP’DE ATATÜRK DÜŞMANLARI VAR!>>

Alparslan Türkeş’in MHP’sinde görüş ayrılıkları başgöstermiş, bu konuda parti ileri gelenlerinden Rifat Baykal, Parti üst kademelerinde Atatürk düşmanlığı yapan bazı kimseler vardır>> demiştir.

Verilen bilgiye göre, parti üst kademelerinde bulunan bazı milletvekilleri, parti programından Atatürk ilkelerinin çıkarılması için teşebbüse geçmişler ve bunun üzerine parti üst kademelerinde geniş bir görüş ayrılığı başlamıştır.

Bu konuda gazetecilerle görüşen Rifat Baykal söylentileri doğrulamış; <<Ben ve benim gibi düşünenler bunların partiden ayrılmasını istiyoruz>> diye konuşmuştur. Rifat Baykal bu konuda, kimlerin Atatürk ilkelerini programdan çıkarmak istedikleri hakkında herhangi bir bilgi vermemiştir.



Zafer, 4 Mayıs 1969.

BAYKAL: MHP’NİN ÜST KADEMESİNDE ATATÜRK DÜŞMANI BAZI KİŞİLER VAR!

Milliyetçi Hareket Partisi Mardin Milletvekili Rifat Baykal, bir soru üzerine, MHP’nin üst kademelerinde görev alan bazı kişilerin Atatürk’e karşı olduğunu, Parti programında Atatürkçülük prensibinin değiştirildiğini ve Genel Merkez binasındaki Atatürk portresinin kaldırıldığını ileri sürmüştür.

Rifat Baykal, bu konularda MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş’i defalarca ikaz ettiğini, parti içersinde sakat bir politika görüşünün hâkim olduğunu belirtmiş ve şöyle devam etmiştir:

<<Partinin taban ve kadrosunu teşkil eden vatandaşları, aydın ve gençlik kuruluşları, Komandolar, bu yöneticilerin program ve gaye ile aykırı düşen fikir ve tutumlarını asla tasvip etmemektedirler.>>



Cumhuriyet, 5 Mayıs 1969.

KOMANDOLAR AZİZ NESİN’İN ESERİNİ OYNAYAN BİR TİYATROYA HÜCUM ETTİ

Aziz Nesin’in <<Hacivat - Karagöz>> oyununun oynamakta olduğu Kadıköy İl Tiyatrosu dün gece komandolar tarafından basılmış ve seyircilerden hafif yaralananlar olmuştur.

Ani olarak saat 23.30’da dışardan salona giren komandolar, son perdenin oynandığı sırada birden sahneye fırlamışlar, orada bulunan dekorları parçalamışlar ve oyuncuları tartaklamışlardır. Ayrıca seyircilere de saldıran komandolar, bazılarının hafifçe yaralanmasına sebep olmuş, paniğe kapılan seyirciler salonu terketmiştir.



Ekspres, 5 Mayıs 1969.

KOMANDOLAR TİYATROYU BASTILAR

Elli kişilik bir komando grubu dün gece, Aziz Nesin’in <<Karagöz Berber Nonoş>> isimli eserinin temsil edildiği Kadıköy İl Tiyatrosunu basmıştır. Saat 23’e doğru, ellerinde sopalar olduğu halde tiyatroya giderek salona dalan komandolar, seyircilerin şaşkın bakışları ve bazı kadınların feryatları arasında sahneye hücum ederek, perdeyi, daha sonra da koltukları sopa ile vurarak ve tekmelerle tahrip etmişlerdir.

Komandolar, salonda büyük hasar meydana getirdikten sonra geldikleri gibi sessizce tiyatrodan çekilmişlerdir. Olaydan haberdar edilen Kadıköy Emniyet Amirliğinin resmî ve sivil memurları derhal tiyatroya giderek, civarını kontrol altına almışlarsa da komandolardan hiç birisini yakalayamamışlardır.

Bu tecavüz olayından sonra temsil yarıda kalmış, paniğe kapılan seyirciler de sür’atle evlerine dağılmışlardır.



Akşam, 6 Mayıs 1969.

KOMANDOLAR “KARAGÖZ”Ü BASTI

Tiyatro: Kadıköy İl
Eser: Bir tiyatro nasıl basılır?...
Aksesuar: Sopa, sustalı bıçak, yangın bombası ve hakiki bıyık.
Dekor: Camları kırılmış kapı, parçalanmış sandalye, dağıtılmış sahne.
Sahneye koyan ve oyunu bozan: Komandolar.

* Komandolar tarafından basılan Kadıköy İl Tiyatrosunun olaydan sonraki hali ve parçalanmış dekorlar…

Devri Süleyman’dan sonra dün gece de komando olduklarını söyleyen ve seyircilerin arasında oturan bir grup <<Berber Nonoş>> adlı piyesin ikinci perdesinde oyunu basmıştır. Komandolar, Hacıvat’ın <<AP pozitif kanı mı istersin?. CHP negatif kanı mı istersin?. Ama en iyisi MHP Bozkurt kanı>> şeklindeki esprisi üzerine <<Sahneye hücum> komutu ile ellerinde sopalar ve sustalı çakılar olduğu halde oyunculara saldırmışlar, dövmek istemişlerdir. Altaylardan gelen Bozkurtlar adı ile fikre ve tenkide kaba kuvvetle karşı çıkan komandolar Hacivatı ve diğer sanatçıları dövmek için kulise kadar takip etmişlerdir. Aziz Çankaya isimli oyuncuyu başından yaralamışlardır. Bu arada seyirciler paniğe kapılmış, fakat bir avukatın uyarıcı konuşması sonunda başkaca ezilen ve yaralanan olmamıştır.



Tercüman, 7 Mayıs 1969.

KOMANDOLAR MÜLKİYELİLER BİRLİĞİNİ BASTI
1 KİŞİ YARALANDI, 2 KİŞİ NEZARETTE

Önceki gece kendilerini komando olarak tanıtan 10 kişi Mülkiyeliler Birliğine giderek kavga çıkarmıştır. Kavga sonunda binanın birinci katının camları kırılmış, mezun Mülkiyelilerden bir kişi bıçaklanmış, 5 kişi de hafif yaralanmıştır.

Önce 3 kişi halinde Birliğe giden kavgacılar, münakaşa çıkarmışlar, daha sonra Birliği terketmişlerdir. Olaydan bir saat sonra gece yarısına doğru 10 kişiyi aşkın bir grup halinde tekrar Birlik binasına gelen kavgacılar, <<Bize komando derler>> diye sataşmada bulunmuşlar, çıkan kavga sonunda orada bulunan mezun Mülkiyelilerden birini bıçakla yaralamışlardır. Kavga sırasında 5 kişi hafif yaralanmıştır. Polis gelene kadar kavgacılar kaçmış, ancak elinde bıçak olanı ile bir diğeri yakalanarak nezaret altına alınmışlardır. Nezarete alınanlar dün suçüstü mahkemesine sevkedilmişlerdir.



Zafer, 9 Mayıs 1969.

MHP Genel Sekreteri İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, dün Polatlı’da tertip edilen mitingde konuşmuş <<Son hadiseler karşısında bütün aydınların ve basının çok basiretli hareket etmesi gerekir. Memleketi felâkete, komünizme doğru itenlere destek olmak vatan ihanetinden başka bir şey değildir>> demiştir.

Yılanlıoğlu ayrıca, bir kaç gün önce bazı gazetelerde bu partiye mensup milliyetçi gençlerin Mülkiyeliler Birliğini bastıkları yolunda verdikleri haberleri yalanlamış ve şöyle demiştir:

<<Partimiz gençleri mukaddes ve ulvî gayeler uğrunda kavga ederler. Bunun dışındaki kavgalara karışmazlar.>>



Cumhuriyet, 9 Mayıs 1969.

FİKİR KULÜPLERİ FEDERASYONU TAHRİP EDİLDİ

Fikir Kulüpleri Federasyonu İstanbul Sekreterliği, dün akşam demir sopalı 40 kadar komandonun saldırısına uğrayarak, tamamen tahrip edilmiştir.

Federasyon üyelerinin çoğunun dışarıda olduğu bir sırada geçen olayda saldırganlar, içeride bulunan 5 genci zorla dışarı çıkarmış, daha sonra ellerindeki demir çubuklarla bir apartman katını işgal eden Federasyon Merkezinin bütün eşyalarını parçalayıp, camları kırmışlardır. Baskın, saat 20.45 de ve FKF binasının hemen arkasında bulunan Adliye Sarayı oto parkında bekleyen bir grup Toplum Polisinin biraz yakınında geçmiştir.

Marşlar

Olaydan sonra bir grup, TMTB binası önünden, marşlar söyleyerek geçmişlerdir.

Emniyet Müdürü Muzaffer Çağlar, olaya el koymuş, Birinci Şube Müdürü de FKF’ye gelerek incelemelerde bulunmuştur.

Yakalananlar

Polis; Hukuk’tan Fikret Köroğlu, Işık Mühendislik’ten Cemil Çetindemir ile Galatasaray Mühendislik’ten Refik Tokgöz’ü nezaret altına almıştır.



Tercüman, 9 Mayıs 1969.

KOMANDOLAR SOLCU FKF’Yİ BASTILAR

Dün akşam saat 21’de, komando oldukları iddia edilen 15 – 20 kişilik bir grup Fikir Kulüpleri Federasyonunun İstanbul Şubesini basmış, camları kırarak içeride bulunan eşyaları tahrip etmiştir. O sırada içeride bulunan ve yemek yemekte olan 3 kişiye “derhal binayı terketmelerini” söyleyen baskıncılar, FKF’li gençler binadan çıktıktan sonra, eşyaları parçalamaya başlamışlar, camları kırmış, Federasyonun daktilo ve koltuklarını pencereden dışarı atmışlardır. Binayı kısa zamanda mezbelelik haline getiren baskıncıların gidecekleri sırada, toplum polisi olay yerine gelmiş, Fikret Köroğlu, Refik Toksöz, Cemil Çetindemir adlarındaki üç kişiyi yakalamıştır.

Yakalananlar nezarete alınmış, sonradan FKF yetkilileri ile hasar tesbiti yapılmıştır. Olay sırasında, şubeye ait bazı evrakların tahrif edildiği de ileri sürülmüştür.



Türk Yolu, Nureddin Pakyürek, 19 Mayıs 1969, Sayı 15

BİR TÜRKÇÜLÜK DÜŞMANINA…

Türk düşmanlığını alabildiğine benimsemiş olan birtakım kuşbeyinliler, yapacak başka işleri yokmuş gibi, son günlerde bu hainliklerini biraz daha hızlandırmış bulunuyorlar. Türk’e ait güzel, doğru ve iyi her ne varsa artık onlar için bir inkâr ve saldırı vesilesidir. Bir zamanlar hümanistlerin; komünist ve bütün materyalistlerin olanca güçleriyle körükledikleri bu tehlikeli oyun, şimdi kimden ve nereden icâzetli oldukları bilinmeyen be kendilerine din mücahidi (!) süsü veren bu üç beş kişi tarafından yürütülüyor…

Türk’ün üstün vasıflarından; eşsiz ahlâk ve sağlam seciyesinden bahseden herkes, onlara göre dinsizdir. Kâfirdir. Hiç aman vermeden bunların üstüne varmak, köklerini kurutmak lâzımdır. Türklük meselesinden, millî şuur uyanıklığından bahsetmek bile onların nazarında bir suçtur. Milliyetçiliğimizin unsurlarını tehdit eden yıkıcı akımlarla her türlü bölücülük ve bölgecilik faaliyetlerine dikkati çekmek… Zamansız ve sevimsiz şeylerdir kanaatlarınca.

Ne yapıp, yapıp bunları tesirsiz bir duruma getirmelidir. Tek ve değişmeyen gayeleri bu!.. Ama milliyetçiliğin temel unsurları tahrip edildikten sonra, din ile imânın da elden gideceğini umursayan kim?! İnsana en büyük sermaye ve nimet olan akıldan o derece yoksun olan bu zavallıcıklar!..

Daha düne kadar ve hâlâ da izledikleri dialektik gereğince hareket etmekte olan komünistlerle, Siyonist ve masonlarla aralarında ne mesafe kalıyor. Sormak, öğrenmek lâzım?..

Ve yine sormak lâzım: Allah’ın bütün insanlara ve âlemlere indirmiş, göndermiş olduğu İslâm dini, kendi yarım yamalak tefsirlerine göre, doğrudan doğruya Araplaşmak, yahut Arapçı olmak mı demektir?.. Kur’an-ı Kerim’de hangi Sûre ve Âyet’te bununla ilgili emir ve nehiyler vardır, lütfen açıklasınlar?..

Şayet bile bile ve maksatlı olarak bu münafıklığı yapıyorlarsa, bilsinler ki, dinsizin de, kâfirin de katran ruhlusu, içi dışı kokuşmuş olanı bizzat kendileridir. Var mı ötesi?!..

Metotsuzluktan; strateji, taktik, propaganda ve genel kültürden yoksun oluşları sebebi ile, komünizmin Türkiye’de gelişip tehlike arzetmesine ve bazı grupların sola doğru meyletmesine bir dereceye kadar bu şaşkınlar alayı sebep olmaktadır.

Bağırmak, çağırmak ve ortalığı velveleye vermekle dünyanın hiçbir yerinde komünistlerin tepelendiği görülmemiştir. Komünistlerin karşısına daima kuvvetli fikir ve tedbirlerle çıkmak, düşmanı açık ve kapalı bütün özellikleriyle tanıdıktan sonra harekete geçmek ve sindirmek mümkündür. Kızıl ve mason Davidli düşman çevremizde ve yakınlarımızda yaşarken ikide bir kalkıp da Türk milliyetçilerine saldırmak; onlara çamur atmağa, hakaretler yağdırmağa çalışmak edepsizlikten de öte bir sapıklıktır. Bayağılıktan başka şey değildir.

Kaldı ki, Türk milliyetçileri arasında bugüne kadar dinsiz ve din düşmanı olan tek bir kimseye rastlanmamıştır. Süper-üstatları nihilizmin ufuklarında serenadlar okurken, büyük Türkçü Nihal ATSIZ, Mehmet Akif’le Namık Kemal’e “putları yıkıyoruz” diye saldıran komünistleri “KIZIL ELMA” dergisindeki yazılarıyla birer paçavraya çeviriyordu. Türkçülüğü sağlam fikri esaslara bağlamış olan merhum Ziya GÖKALP’ın, Prof. Sadri Maksudi’nin, Ömer Seyfeddin ve Mehmet Emin Yurdakul beylerin de bütün eserleri, yazı, hikâye ve şiirleri ortada… Müftüoğlu Ahmet Hikmet ve Remzi Oğuz Arık’ın fikirleri de bütün canlılığı ile ruhumuzun derinliklerinde yaşıyor. Ve elbette yaşayacak!..

“Bir zamanlar biz millet, hem nasıl milletmişiz,
Gelmişiz dünyaya MİLLİYET nedir öğretmişiz.”

Diyen rahmetli Mehmet Âkif bile bunlardan bir aferin alamayacak, anlaşılan.

Adamlar gemi öylesine azıya almışlar ki, büyük islâm âlimlerinden Şeyh Muhammed Abduh, Şeyh Cemâleddin Efgâni (ki aslen Türktür), Pakistan’ın Türk dostu büyük millî şairi Muhammed İkbâl ve hattâ dünya çapındaki islâm âlimi Prof. Muhammed Hamidullah bile nazarlarında bir hiçtir. Dördünün eserlerini de alıp okumamalıdır. Aforoz etmelidir.

Muhammed Abduh, Cemâleddin Efgâni ve Muhammed İkbâl’in yakın dostu ve şuurlu bir hayranı olan rahmetli Mehmet Âkif, yakın bir gelecekte aforoz edilirse hiç şaşmayalım. Gidiş, çünkü o gidiştir.

1960 sonrasında istikballerini ve herşeylerini hiçe sayarak anarşist, komünist, bölgeci, dinsiz, mason ve yardakçılarıyla kıyasıya mücadeleye girişmiş olan TÜRKÇÜ gençleri dinsizlikle suçlamağa senin ne hakkın var, söyler misin, ey sekiz dokuz yaşındaki masûm yavruların küpe ve bileziklerini sermaye olarak kullanan insafsız?.. Allah’tan korkmaz, peygamberden utanmaz adam!..

Yağ fıçısına dönmüş gövdesi tulum tulum yağ başlamış işkembesiyle Peygamber sünnetine yüzdeyüz kesinlikle ters düşen böylelerine aslında ne söylense, ne yazılsa yine de az!..

İttihat (!) adına bölücülüğün ve nifakçılığın en katranlısını yapan ve sırf kıskançlık yüzünden damarlarında kan yerine irin taşıyan bu mütecavizin, öyle sanıyorum ki, defterlerini bir bir açmak zamanı da artık yaklaştı.

Yüzyıllar boyunca İslâmı kılıcıyla, kanı ve canıyla savunan, akıl ve imânıyla üç kıt’ada hükümran kılan soyu güzel, adı güzel yüce Türk milletinin, bu konuda, senin ve benzerlerinin akıl hocalığına hiçbir zaman ve asla ihtiyacı yoktur… Sen işkembeni ve cebini biraz daha şişirmeğe bak!..

Dilini tutmamakta ısrar edecek olursan, Erzurumda münteşir bir gazetenin kendi imzası ile yayınlamış olduğun yazılardan, meselâ 10 Kasım 1960, 24 Eylül 1960 tarihli ve aynı tandanslı olan diğer yazdıklarını köşemde neşrederek seni teşhir cihetine gideceğim. Böylece millete eğlencelik bir konu daha çıkmış olacak. Sonra… umduğun dağlara da yaz mevsiminde karlar yağacak!..

Bunun için, bu milliyetçilik ve TÜRKÇÜLÜK düşmanına tavsiyem: İftira, tezvir kampanyasına, din, ahlâk ve insanlık dışı yayınlarına bir son vermesidir.

Son pişmanlık kendisine hiçbir fayda sağlamaz. Hatırlatması bizden!..

“TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!..”



Hür Söz, M. Mustafa Polat, 10 Kasım 1960.

ATATÜRK’Ü ANLAMAK…

Bir hedef ve gaye olarak Atatürk, bu gün gençliğin ruhuna nakşedilmiştir. 28 Nisan hâdiseleri, Üniversite gençliğinin bir iktidara karşı amansız mücadelesi ve bu mücadelenin 27 Mayıs İnkılâbiyle muvaffak olması Atatürk’e bağlılığın kuvvetli nişaneleridir.

Gerçek mânasiyle bir Atatürk Türkiyesi meydana getirmek ve onun prensiplerini memleketimizde tamamen tatbik etmek veya ettirmek için, Atatürk’ü bütün cepheleriyle tamamen öğrenmek ve öğretmek lâzımdır. Bugün, bu husus nazara alınmasına rağmen, hisden ilme doğru bir akışı görememekteyiz. Aslında Atatürk idealinin gerçekleştirilmesi ilme yönelmekle olur.

Ankara Üniversitesinde bulunan İnkılâp Enstitüsü ve bütün Atatürkçü münevverler, bu idealin gerçekleştirilmesi için seferber olmalı ve bu büyük insanın vatan ve dünya görüşünü, millet ve milliyet görüşünü, askerî ve siyasî cephesini memlekete bütün teferruatiyle tanınmalıdırlar. Bu faaliyete de tamamen fikir hâkim olmalıdır.

Vefatının yıldönümünde Atatürk’ü saygı ve hürmetle anarken, şunu da ehemmiyetle kaydetmek lâzımdır ki, memleketimizde yerleşen Atatürk sevgisi hiç bir faniye nasip olmamış bir sevgidir ve büyük bir mazhariyettir. Esasen buna, o büyük insan lâyıktır.



Hürriyet, 14 Mayıs 1969.

SİYASÎ HAKLARIN İADESİNİ 27 MAYISIN RUHUNA UYGUN BULAN CHP GENEL SEKRETERİ ECEVİT: “İÇ BARIŞ DEMOKRASİYİ SAĞLAMLAŞTIRIR”



Hürriyet, 15 Mayıs 1969.

MECLİSİN TARİHİ OTURUMUNDA SİYASÎ HAKLAR KABUL EDİLDİ

İnönü ile Bayar el sıkıştı.



Milliyet, 15 Mayıs 1969.

İnönü – Bayar dargınlığı sona erdi. Barıştılar. Görüşme İnönü’nün evinde oldu.

Orhan Erkanlı CHP’den ayrıldı

Eski Millî Birlikçilerden CHP milletvekili Orhan Erkanlı’nın İnönü’nün eski DP’lilerin siyasî haklarının iadesini savunması karşısında CHP’den istifa ettiği bildirilmektedir. Halen yurt dışında İsviçre’de bulunan Erkanlı’nın sert bir istifa mektubu gönderdiği bildirilmiştir.


Hürriyet, 7 Haziran 1969.

Orhan Erkanlı milletvekilliğinden istifa etti

Bir süre önce, DP’lilere siyasal hakların geri verilmesi hareketinin başladığı sıralarda, mensubu bulunduğu CHP’nin tutumunu yererek, partiden çekildiğini açıklayan İstanbul Milletvekili Orhan Erkanlı, dün Millet Meclisi Başkanlığına gönderdiği bir yazı ile “Milletvekili görevinden de istifa ettiğini” bildirmiştir. Orhan Erkanlı’nın gönderdiği milletvekilliğinden istifa mektubunda şunlar yazılıdır:

“Milletvekilliğinden istifa ediyorum. Gereğini arz ederim.”



Zafer, 16 Mayıs 1969.

YILANLIOĞLU: HAKLARIN İADESİ BİZİ MEMNUN EDER

Eski Demokrat Partililere siyasî haklarının iâdesi konusunda kendisiyle görüştüğümüz MHP Genel Sekreteri İsmail Hakkı Yılanlıoğlu <<Hakların iâde edilmesinden memnunuz Biz huzur devresinin başlamasına taraftarız.>> demiş, sözlerine şunları ilâve etmiştir:

<<Esasen partimizin lideri bulunan Genel Başkan Alpaslan Türkeş, 27 Mayıs ihtilâlini müteakip eski DP idarecilerinin en üst kademelerinde bulunanların cezalandırılmalarına taraftar değildi. Bunu temin etmek için, o tarihlerde Dışişleri Bakanı bulunan Selim Sarper’le görüşmüş ve eski DP ileri gelenlerinden 25 – 30 kişinin bir süre için yurt dışında bulunmaları hususunda karara varmış, hatta kendilerine pasaport bile temin etmişti. Fakat hatırlandığı üzere, 13 Kasım da, MBK tarafından alınan bir kararla Alparslan Türkeş de dahil olmak üzere 14’ler adıyla anılan 14 kişi yurt dışına çıkarılmışlardı. Böylece de eski DP’liler hakkında alınan yurt dışına gönderilme kararı tatbik mevkiine koyulamamıştı.>>



Hürriyet, 17 Mayıs 1969.

İNÖNÜ: “KANUNUN SENATODAN ÇIKMASINA ÇALIŞACAĞIZ”



Hürriyet, 18 Mayıs 1969.

KUMANDANLARIN SON SÖZÜ: “KANUN ÇIKARSA İSTİFA EDERİZ”

BAYAR konuştu: “Kin ve intikam gayri insanî ve iptaidir.”



Hürriyet, 19 Mayıs 1969.

SUNAY SİYASÎ AFFA KARŞI ÇIKTI



Hürriyet, 20 Mayıs 1969.

TABİÎ SENATÖRLER “SİYASÎ AF ANAYASAYA SUİKASTTİR” DİYOR

Anayasada yapılması öngörülen siyasî haklarla ilgili değişiklik teklifine çeşitli siyasî kuruluş, teşekkül ve gruplardan tepkiler devam etmektedir. Bugün kaderi belli olacak teklif için “Devrimci güçler” adına bir beyanat veren Tabiî Senatör Kadri Kaplan, “Bu yapılanlar politika değil, düpedüz entrikadır.” demiştir.

Senatoda Millî Birlik Grubunu teşkil eden senatörler de dün bir tebliğ yayınlamışlardır. Millî Birlik Grubu adına yayınlanan tebliğde de “Bunun anayasaya karşı girişilen suikast tertibi” olduğu belirtilmiştir.



Hürriyet, 21 Mayıs 1969.

İNÖNÜ, SUNAY’A ÇOK SERT BİR MEKTUP GÖNDERDİ: “ORDUDAKİ KAYNAŞMAYI ARTTIRDINIZ”

Bir ihtilâlin millet nazarında haklı görülecek mesnedi ve sebebi yoktur.



Hürriyet, 22 Mayıs 1969.

SİYASÎ AF KANUNU KOMİSYONA İADE EDİLDİ

Kanun tasarısı Senato’dan 63 lehte oya karşı 83 AP’linin oyu ile döndü.



Bizim Anadolu, 13 Mayıs 1969.

TÜRKEŞ: TARİH ŞUURUNDAN MAHRUM KİŞİLERİN KİBRİ MEMLEKETİ İGTİŞAŞA SÜRÜKLÜYOR!

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş özetle şu beyanatı vermiştir:

<<Tarih şuurundan mahrum, millî hedeflerden gafil, istikbal plânından yoksun heyetler, yalnız korktuğuna tam’olan büyüklük ve asalet duygularından uzak kişilerin kibri ve cebinliği memleketi her an yeni bir iğtişaşa sürüklemektedir.

27 Mayıs Türk Milletinin huzuruna çıkarken <<Bu hareket hiç kimseye ve hiç bir zümreye karşı değildir.>> diye ilân etmiştir. İhtilâlin doğrultusu tayin edilirken, bu çıkış noktası esas alınmalıdır. Olaya sonradan karışmış hırslı ve kindar kimselerin katkıları bu esaslara göre değerlenmelidir.>>



Akşam, 22 Mayıs 1969.

KOMANDOLARDAN SONRA “DİŞİ BOZKURTLAR” ORTAYA ÇIKTI

MHP’li Komandolardan sonra İzmir’de <<Dişi Bozkurtlar>> ortaya çıkmış, MHP İl Kadınlar Kolu kurulmuştur.

Kendilerine <<Dişi Bozkurtlar>> denmesini istiyen MHP li kadın kolları yöneticileri, Türk kızlarının belirli bir süre askerlik yapmalarının gerektiğini söylemişler, Milliyetçi Arap komando kızlarını misal olarak göstermişlerdir.



Türk Yolu, 26 Mayıs 1969, Sayı 16.

MHP İZMİR İL KADINLAR KOLU KURULARAK ÇALIŞMALARINA BAŞLADI

Milliyetçi Hareket Partisinin dokuz kişiden kurulu <<Dişi Bozkurt>> ları İzmirde çalışmaya başlamışlardır.

Milliyetçi Hareket Partisi kadın kolu yaptığı toplantıda muhalif partilerin kadın kollarının tutumunu beğenmediklerini açıklamışlardır.

<<Dişi Bozkurtlar>> yayınladıkları bildiride <<Kadın davalarına büyük kentlerde sosyete dâvası olarak bakan ve sadece büyük otellerde düzenlenen balolarla Türk analarının dâvalarıı çözeceklerini sanan klâsik politikacıları suçlu ilân ediyoruz.>> demektedirler. Milliyetçi Hareket Partisi il kadın kolu Başkanı Gülay Sayın <<Dişi Bozkurt>> ların her zaman Türk kadınının yanında olacağını belirterek <<eli silâh tutan Yahudi ve Arap kızlarının gazete sütunlarında reklâmlarını yersiz buluyoruz>> demiştir.

Dokuz kişiden kurulu kadın kolu çalışmalarını ev toplantılarında yapacaklarını ve bundan böyle misafir toplantılarında dedikodu yerine memleket meselelerine eğileceklerini söylemişlerdir.

* İzmir’de <<Dişi Bozkurtlar>> faaliyete geçtikleri gün bayrağa el basarak yemin ederlerken görülüyor.



Akşam, 23 Mayıs 1969.

KAPLAN: “KÖTÜ NİYETLİ OYUNLAR BOŞA ÇIKTI”

Siyasî haklar konusunun son durumu hakkında Devrimci Güçler adına görüşlerini açıklayan tabiî senatör Kadri Kaplan <<İnönü Bayar ittifakının isabetsizliği ve güçsüzlüğü anlaşılmıştır>> demiştir. Kaplan özetle şöyle demiştir: <<27 Mayıs’a gönülden bağlı olanlar geçmişi ihya etmek isteyenlere karşı azimlerini göstermişlerdir. Bütün siyasî afçıların, rejimi buhrana sürükliyen oyunları boşa çıkmıştır. Bu oyunlara devam edilmiyeceğini ümid ederiz.>>



Adalet, Milliyet, Tercüman, 23 Mayıs 1969.

MHP GENEL BAŞKANI: MECLİS’E BİR ZİLLET BULAŞTIRILMIŞTIR!

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, parti divanı toplantısından sonra bir bildiri yayınlayarak siyasî haklar teklifinin kanunlaşması ihtimali belirince AP nin korku, tereddüt ve dehşet nöbetlerine kapılarak teklifi geri aldığını bildirmiş, şunları söylemiştir: <<Bu hareket yalnız AP Başkanını değil, iki meclisi <<hâcil< hâle düşürmüştür. Milletin verdiği reylerin yüreğinde iman, damarlarında kan, ruhunda cesaret bulunmayan kimseler elinde sefil ve perişan olduğuna bir delildir. Hükûmet Başkanı, kendi zaafını grubuna sirayet ettirmiş, nefsine ağır gelmeyen bu zilleti büyük meclise de bulaştırmıştır.

Bu hareket bir başka yönden de dikkat çekicidir.

AP’nin Başbakanı ve davranışı ile Cumhurbaşkanı, ordu erkânı, siyasî partiler ve bütün Anayasa kurullarıyla irtibatsız olduğunu, devlet kurullarının her birinin kendi başına be kendi adına hareket ettiğini de ortaya koymuştur. Artık Türkiye’de bir hükûmet olduğundan bahsedilemez.>>

HÜKÛMET HAKKINDA GENSORU

MHP Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ, siyasî haklarla ilgili kanun teklifi konusunda, Hükûmet hakkında gensoru açılmasını istemiştir. Özdağ dün Meclis Başkanlığına verdiği gensoru önergesinde, <<Hükûmetin millete karşı aslî vazife ve sorumluluğunu ifadan kaçındığını, rejimi basiretten ve iyi niyetten uzak tutumuyla buhrana sürüklediğini>> belirtmiş, gensoru açılmasının lüzumuna işaret etmiştir. Özdağ önergesinde özetle şunları ileri sürmüştür:

<<İktidarlar, hükûmetler sadece icraatlarıyla yatıkları ile değil, ihmalleri ile, yapamadıkları ile de sorumlu tutulurlar. Demirel Hükûmeti vazife ve sorumluluk mevkiine geldiği andan günümüze kayıtsızlığın, umursamazlığın ehliyetsizliğin örneği olmuştur. Siyasî af konusu Demirel Hükûmetinin menfi politika zihniyetine küçük bir misaldir.>>



Hürriyet, 24 Mayıs 1969.

BAYAR KONUŞTU: MÜCADELEME DEVAM EDECEĞİM

TÜRKEŞ İLE GÖRÜŞME

Eski Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, dün saat 17 de MHP Genel Merkezine giderek, Genel Başkan Alparslan Türkeş ile bir görüşme yapmıştır.

27 Mayıs ihtilâlinden bu yana ilk defa karşı karşıya gelen 27 Mayıs’ın liderlerinden Türkeş ile DP’nin başı Bayar arasındaki görüşme tam 31 dakika devam etmiştir.

Görüşmeden sonra MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş görüşme hakkında şunları söylemiştir.

– “Meclise getirilen siyasî af teklifi hakkında olumlu oy kullandığımız için teşekkür ettiler. Bu konu üzerinde anayasanın kendilerinin medeni haklarını sağlayacak bir değişikliğin yapılmasının anayasayı zedelemediği ve anayasaya aykırı olmadığı üzerindeki görüşlerinden bahsettiler.”



Bizim Anadolu, 24 Mayıs 1969.

MHP’Lİ GENÇLER DÜN DANIŞTAY’A MÜRACAAT ETTİ

Düzenledikleri Dokuz Işık Yürüyüşü için kendilerine gösterilen güzergâhı beğenmeyen Milliyetçi Hareket Partisine mensup gençler kararın iptal edilmesi ve istedikleri yolda yürümek için Danıştaya başvurmuşlardır.

Bilindiği gibi bir süreden beri hazırlıkları yapılan Dokuz Işık Yürüyüşüne izin almak için müracaat eden gençlere izin verilmiş, ancak yürüyüş güzergâhı olarak şehrin kenar semtleri gösterilmiştir. Bunun üzerine, kenar mahallelerde yapılacak yürüyüşün gereken ilgiyi görmeyeceğini ve kamuoyu üzerinde hiçbir tesir bırakmıyacağını ileri süren tertip komitesi kararın bozulması için Danıştay’a başvurmuşlardır.

HAKİMLERE NİÇİN <<EVET>> DENİLDİ?

İtirazlarına gerekçe olarak yüksek hakimlerin yürüyüş güzergâhını gösteren MHP’li gençler <<Hakimler istedikleri yolda yürürken güzergâhın yürüyüşün istenilen güzergâhta Danıştay yapılacağına karar verdi ve vilâyetin kararını durdurdu, onların yürüyüş güzergâhlarnın kanunsuz olduğunu ileri süren bir makam çıkmadı. Biz de bu vatanın evladıyız. Vatanımızı en az hâkimler kadar severiz. Yürüyüşümüzle anarşinin de bir ilgisi yoktur. Bizim de vatan bütünlüğü ve milletimizin emniyeti, geleceği konusunda diyeceklerimiz var.

Madem ki istediğimiz güzergâh kanunsuz da o halde niçin Yargıtay üyelerinin yürüyüş güzergâhına evet denildi de bizimkine hayır deniliyor>> demişlerdir.

Yargıtaycıların yürüyüşünde olduğu gibi kararı bozduğu takdirde Dokuz Işık Yürüyüşü bugün saat 14.00’te yapılacaktır.



Cumhuriyet, 25 Mayıs 1969.

“SİYAS’İ HAKLAR” ŞİMDİ DE TÜRKEŞ’İN PARTİSİNİ KARIŞTIRDI

Celâl Bayar ile eski DP lilerin siyasî haklarının verilmek istenmesi meselesi, CHP ve AP’den sonra, şimdi de Milliyetçi Hareket Partisini karıştırmıştır.

MHP de daha önce komando olarak yetiştirilen gençler Alpaslan Türkeş ile arkadaşlarının, siyasî hakların verilmesi yolunda bir politika gütmesini tasvip etmediklerini dün açıklamışlardır.

MHP nin Dokuz Işık yürüyüşüne katılmak üzere İstanbul’dan gelen 200 kadar komando, Parti Genel Merkezinin bu görüşünü protesto etmek amacıyla, yürüyüşe katılmama kararı almışlardır.

Genç MHP liler Ankara’daki diğer komandolarla dün gece yaptıkları toplantıda, birlikte hareket etmeyi kararlaştırmışlar ve partinin bu yoldaki politikasının <<27 Mayıs ilkelerine ihanet>> olduğunu basına açıklamışlardır. Bu gençler, MHP den ayrılma yoluna gideceklerini ifade etmişlerdir.



Bizim Anadolu, 26 Mayıs 1969.

TÜRKEŞ: HEDEFİMİZ TÜRK MİLLETİNİN MUTLULUĞUDUR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, dün Kırıkkale’de düzenlenen Dokuz Işık yürüyüşüne katılan gençlik kolları üyelerine bir mesaj göndermiştir. Türkeş’in mesajı şöyledir:

<<Gayretlerimizin hedefi olan ve Türklük şuuru ve gururu ile İslâm ahlâk ve faziletini temel alan yeni düzende, ne aç hürler, ne tok esirler olacaktır. Ne sömürü ne de sövgü olacaktır. Bunun yerine hizmetlerde kabiliyet ve ehliyet, nimetler ve hizmetler arasında denge, sınıf teorisi ve sınıflar arasında kavga değil, topyekûn milletin mutluluğu ve milliyetçilik şuuru olacaktır. Unutulmamalıdır ki, Türkiye’yi yüzde yüz yerli ve millî bir ruh yükseltecektir. Ve bu ruh da Dokuz Işık olacaktır.>>



Hürriyet, Akşam, Türk Yolu S. 17, 26 Mayıs 1969.

YOLDA KARŞILAŞTILAR VE MHP LİDERİ TÜRKEŞ DEMİREL’E

“GELİN SİZİ BİZİM PARTİYE KAYDEDELİM” DEDİ

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün sabah, AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel’i, kendi partisine kaydetmek istemiştir. Türkeş teklifini, kendi partisi önünde karşılaştığı Başbakan Süleyman Demirel’e bizzat bildirmiştir.

Başbakan Süleyman Demirel, AP Genel Merkezinden, Temsilciler Meclisi çalışmalarına katılmak üzere Konur sokaktaki İspartalılar Lokaline giderken, Milliyetçi Hareket Partisinin önünde bu partinin lideri Türkeş ile karşılaşmıştır.

Beraberinde bazı AP Genel Yönetim Kurulu üyeleri ve partililer olduğu halde, Türkeş’le karşılaşan Demirel, elini Türkeş’e uzatmış. “Nasılsın Alparslan Bey?” demiştir. Bundan sonra Demirel ile Türkeş arasında şu konuşma geçmiştir.

TÜRKEŞ: “Çok iyiyim Süleyman Bey. Sizler nasılsınız?”
DEMİREL: “Ben de iyiyim. Teşekkür ederim.”

TÜRKEŞ: “Buyurunuz bizim partiye. Sizi partiye kaydedeyim.”
DEMİREL: Ben yalnız değilim ki. Arkamda beş milyon oyum var.”

TÜRKEŞ: “Ben de onun için istiyorum zaten. Bize gelirseniz, daha büyük bir kuvvet kazanırız.

Başbakanla Türkeş arasındaki bu şakalaşma ve konuşmalar kendilerini dinleyen bütün AP’lilerle Milliyetçi Hareket Partililerin gülüşmelerine sebep olmuştur. Başbakan bu konuşmadan sonra Türkeş’in elini yeniden sıkmış ve “Allahaısmarladık” demiş, doğruca lokaldeki toplantıya girmiştir.



Hürriyet, 27 Mayıs 1969.

MHP’NİN TEBLİĞİ

Milliyetçi hareket Partisi Genel İdare Kurulu iki gün devam eden toplantısı sonunda dün bir tebliğ yayınlamıştır. Tebliğe, “Türkiye siyasî hayatı tedbirsiz, iradesiz ve kararsız bir Başvekilin idaresinde, vahim bir duruma girmiştir.” diye girilmiştir. Başbakanın siyasî af konusundaki tutumu da yerilmiş, “Hükümet Başkanı iş yapmak değil, bahane bulmak istediği için bunu gerçekleştirmedi.” denilmiş, şunlar yazılmıştır:

“Netice olarak Türkiye’de genel bir çözülme vardır. Her kurum kendine ve kendisi için çalışmakta, bu kurumları millet için koordine etmekle yükümlü olan Hükümet Başkanı acz içinde bu hali seyretmektedir.

Aldatma, uyutma, seyretme bir hükümetin politikası olamaz. İktidar muktedir olmalıdır.”



Hürriyet, 28 Mayıs 1969.

TÜRKEŞ, TABİÎ SENATÖRLERİ SUÇLADI

Bir kısmı Tabiî Senatör olan eski Millî Birlik Komitesi üyeleri ile, bu komitenin ilk üyelerinden MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş arasında söz düellosu başlamıştır. Düello, Türkeş’in Celâl Bayar’ın siyasî haklarının iadesi lehinde oy kullanması üzerine Tabiî Senatörlerin kendisini kınamaları üzerine başlamıştır.



Ekspres, Adalet, Son Havadis, 28 Mayıs 1969.

TÜRKEŞ: 13 KASIM HAREKETİ AÇIK BİR İHANETTİR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bazı tabiî senatörlerin iddialarıyla ilgili olarak dün bir açıklama yapmış, 13 Kasım hareketinin bir Anayasa ihlâli ve hıyanet olduğunu öne sürmüştür. Türkeş’in parti genel merkezi tarafından basına dağıtılan açıklaması şöyledir:

<<- 27 Mayıs devrimini çalarak, ana hedeflerinden ayıran ve şahısları için ebedi istirahat sandalyesi sağlamaya yönelten bir grub Tabiî Senatör, bize sataşmaktan kendilerini kurtaramamaktadırlar.

* MBK 38 kişi ile kurulmuş ve 1 sayılı Anayasanın 9 ncu maddesi bu kurul üyelerinin kuruldan çıkarılamayacağını bildirir.

* 13 Kasım hareketi bir Anayasa ihlâlidir. En açık ve en belli ölçüde bir hıyanettir.

* Bir siyasî hey’et Yassıadada Anayasa ihlâli ile suçlanırken, suçlayanların bir kısmı aynı suçu apaçık işlemekten haya etmemiştir.

* Bugün anayasa ihlâli ile suçlananların bir kısmı ebediyen siyasî haktan mahrum bırakılmış, buna karşılık aynı suçu daha açık işleyenler ebediyen siyasî yetki sahibi yapılmıştır. Tabiî Senatörlerin bu gayri tabii hali Türkiye’nin başlıca huzursuzluk kaynağıdır.

* Tabiî Senatörler bizim mektubumuzun infazdan önce gelmesi lâzım geldiğini söylemektedirler. Biz Hindistan’da sürgün bulunurken onların ne zaman idamların icra ve infaz edeceklerini bilmezdik. Bu husustaki iddiaları akıl ve mantık ölçülerine uymaz.

* Hukuk nizamından ve dürüstlükten sık sık bahsetmemeleri kendileri için daha faydalıdır. Zira kendilerinin tasarruflarına rağmen, MBK; 38 kişidir ve infazlarda 14’ünün reyine müracaat edilmediği için tatbikatları gayri meşrudur.

* Haziran 1961 den itibaren MBK’nın otoritesinden de bahsedilemez olduğu olayları bilenler için bir bedahattır. O günden itibaren iktidar SKB nin eline geçmiş ve 13 Kasımcılar bir kanun makinesi haline gelmiştir.

Tabiî Senatörlere tavsiyem şudur: Kendilerini unutturmaya çalışsınlar.>>



Bugün, 28 Mayıs 1969.

TÜRKEŞ: İDAMLAR MEŞRU DEĞİL



Zafer, 30 Mayıs 1969.

TÜRKEŞ, KABİNENİN İSTİFASINI İSTEDİ

MHP Genel Başkanı Türkeş, teşkilâta gönderdiği genelgede şöyle demiştir:

<<Sayın Demirel, son olaylardaki basiretsiz ve hâtalı tutumuyla sorumlu aramaya devam etmektedir. Bu telâş için bir bolsözlülüğe girmiştir. Af kanununun Meclisten çekilmesi yalnız ve yalnız kendi korkaklığıdır. Bu korkuyu millete bulaştırmaya hakkı yoktur.

a- Bu af kanununu Meclis’e sevkeden kendisidir.
b- MHP, CHP, GP ve diğer partiler AP nin teklifini desteklemiştir.
c- Bu desteği isteyen kendisidir. Teklifi getirirken Orduyu kaale almamak gibi bir cür’et göstermiş, disiplin ve merasim icabı gösterilen saygıyı şahsına bağlılık ve itaat saymıştır.
d- Mâruz kaldığı tehdit karşısında derhal teslim olmuş ve teklifini geri almıştır.

Olay bundan ibarettir. Buna bahâne bulmak, şu veya bu partiye oyınbazlık isnat etmek siyasî dürüstlüğe aykırıdır. Kendi zaafını örtmek için bütün bir mâziyi tezyif etmek, bugünkü topraklarımızı kılıçlarının gölgesine borçlu olduğumuz İmparatorluk devrini Padişah köleliği gibi göstermeye çalışmak ve geçmişi hortlatmak doğru yol değildir.

Sayın Başbakan korkusunu ve kısa görüşlülüğünü itiraf etmeli ve mâkamını ehil olana bırakmak dürüstlüğünü denemelidir.>>



Ekspres, 30 Mayıs 1969.

Alparslan Türkeş’in idamlar konusunda Gürsel’e yazdığı özel mektup aynen açıklandı

İdamlar Huzuru Bozar

<<Şayet cezalar infaz edilirse bunun sorumluluğu size ait olacaktır!>>



Tercüman, Ahmet Kabaklı, 30 Mayıs 1969.

27 MAYIS’IN ASIL YÜZÜ

Sayın Bayar’ın son temaslarından birinde MHP Lideri Sayın Alparslan Türkeş’i, partisi merkezinde ziyaret etmiş olması ve MHP’nin siyasî affa taraf çıkması bazı çevrelerde yadırganmış görünüyor.

Bu maksatlı bir yadırgayıştır veya 27 Mayıs’ın o sabah, millete <<İhtilâlin kudretli albayı>> Türkeş’in sesiyle ilân edilen gerçek maksadını bilmemek veya unutmuş görünmekten ileri gelmektedir. Bazıları, işlerine gelmediği için bile bile unutuyorlar ki, Atatürk’le 27 Mayısa siperlenerek her türlü melâneti ve bölücülüğü yapabilsinler. Çünkü bu hareketi bürokrasi dalkavukluğuna, halk düşmanlığına ordu ile milleti birbirine düşürmeye, CHP partizanlığına, hattâ TİP’ciliğe âlet etmiş olanlar vardır. Bazı ihtilâlciler dahi bu havaya çekilip aldatılmışlardır.

Sonuçta, 27 Mayıs’ı ve onu temiz niyetle yapanları çok küçülten yorumlar ortaya çıkmıştır. Yalnız yorumlar değil, İhtilâlden hemen sonra faziletine gölge düşüren hareketler, davranışlar da olmuştur. Bu davranış ve yorumlar halkı 27 Mayıs’tan soğutmuş, hattâ düşman etmiş ise neden şaşıyoruz. Onu halk gözünde bu derekeye düşürenler, kimse değil, bizzat yapıcıların bir kısmı ile onu benimsemiş görünen çıkarcı ve zalim çevrelerdir. Onlar;

İhtilâli bir Askeri cunta gibi göstermekten tutun da, onun bir CHP hareketi olduğuna, sırf DP’yi yıkmak için yapıldığına, hattâ onun sola açık ve sosyalist bir devrim idüğüne kadar her şeyi söylemişler ve yapmışlardır. Millî Birlik Komitesi içindeki hedef sanki, ihtilâlin özüne bağlı kalan 14’leri tasfiye etmek ve bir Başvekille iki vekili asmaktan ibaret görülmüştür. Siyasî amaçları da sanki, sözlerini Peygamber buyruğu saydıkları İsmet Paşa ve partisini iktidara getirmek olmuştur.

Sonra 10 yıldan beri MDO çeteleri kurmak, emoglobinli ihtilâl, zinde kuvvet saçmaları söylemek, komünist partilerin ve dergilerin avucu içine düşüp sokak bozgunculuğu etmek, seçimli demokrasiyi yere sermek, halkın üzerine gerici, yobaz küfürleri ile yürümek gibi şeyler, 27 Mayıs koruyuculuğu ve ona mensup olmak sayılmıştır. İtiraf edeyim ki, bunu halk da böyle biliyor, artık biz bile öyle görmeye başlamışızdır. Çünkü, 27 Mayıs o değildir, etmeyin eylemeyin, diyenleri kulak asan olmamıştır.

İşte o zihniyette ve davranışta olanlar şimdi Alparslan Türkeş’in siyasî affa taraftar olmasını ve Bayar’la görüşmesini yadırgamak ayıplamak istiyorlar. Oysa asıl ayıp olan kinciliktir ve Kansız ihtilâli bu hale getirmiş olmaktır.

Biz, Türkeş ve arkadaşlarının hiçbir vakit DP zümresine, halka ve demokrasiye bir düşmanlıklarını görmüş değiliz ki, yadırgayalım. Üstelik, sözde arkadaşlarının ihanetine uğrayıp dışarıya sürüldüğü sırada, merhum Gürsel’ gönderdiği mektup ellerde dolaşmıştır. Türkeş bir gün neşretmesini beklediğimiz o mektubunda, yapılacağını işittiği idamlara şiddetle karşı çıkmakta ve Orgeneral’e bunun tarihî mesuliyetini hatırlatmakta idi.

Şimdi, Bayar’la görüşmesi ve siyasî affa taraftar olması dolayısiyle, Türkeş’in yaptığı bir konuşma, bizce 27 Mayıs’ın hakikî mânâsını bir daha gözler önüne sermektedir. MHP lideri diyor ki:

<<Siyasî hakları iade olayı, bir kısım çevrelerin iddia ettiği gibi 27 Mayıs’a tevcih edilmiş bir darbe olamaz. Bu hareketin sorumlu ve yetkililerinden biri ve asıl gayesinin şaşmayan takipçisi olarak açıklıyorum:

27 Mayıs bir sayılı tebliğ ile ortaya çıktı. Ordu adına yapılan resmî ve fiilî senet budur ve millet bu garantiye inanarak hareketi kabul etmiştir. Tebliğin özü şunlardır:

a) Hareket hiçbir kişi ve zümreye karşı yapılmamıştır.
b- Hareket hiçbir blok ve cephe değişikliği için yapılmamıştır.
c- Hareketin gayesi: Millet arasındaki anlaşmazlığı gidermek, kardeş kavgasını önlemektir… Bunun dışında yapılan her yorum art niyetlerden ibarettir. Bu beyan, 27 Mayıs’ın hüccetidir ve sonradan yapılan herşey bu beyanata uygunluğu nisbetinde 27 Mayıs’a uygun sayılır.

Zaman içinde bir kısım ihtilâlciler, bazı tesirlerle bu esasların dışına çıktı ve muayyen kimseleri cezalandırmak gibi mânâsız bir yola girdiler… Ana gayeyi unutmak, ıslahat yollarını terketmek, yalnız bir kısım kimseleri cezalı tutmaya savaşmak; siyasî, iktisadî, kültürel reformları bir kenara atıp kişilerle uğraşmak… Bu tahriptir ve ihtilâli küçültmektir…>>



Adalet, Fatin Fuad, 30 Mayıs 1969.

UTANABİLMEK GÜZEL ŞEY..

27 Mayıs 1960’ın sene-i devriyesi olan 27 Mayıs 1969 da, ihtilâlin bir numaralı adamı, en kudretli Albayı, hattâ ihtilâl hareketinin başı ve lideri de konuştu.

Bu konuşan adam, ihtilâli müteakip, kendini rütbesinin kifayetsizliği sebebiyle Başbakanlık Müsteşarlığına getiren fakat aslında Başbakan ve Başbakan muavini gibi kendisinden çok üstün rütbedekilere, memleket idaresiyle rabıtalı siyasî mevzularda aylarca kumanda eden ve Millî Birlik Komitesi mensuplarını tiril tiril titreten Alparslan Türkeş’in ismi geçti mi 27 Mayıs’ın fedai olunmaması mümkündür.

Alparslan Türkeş, başına geçtiği ihtilâl hareketini, sonradan Millî Birlik Komitesinde birleştiği ve bugün bir kısmı tabiî senatör olarak, başlarına devlet kuşu kondurmasını maharetle becermiş bulunan arkadaşlarını da emrine ve maiyetine alarak başarıya ulaştırmıştır. Fakat sonradan bu hâlin karşı taraftakilerde yarattığı kompleksler Millî Birlik Komitesini ikiye bölünce, Türkeş’in gurubu bir sabah, öyle yaş, öyle kaygan bir tahtaya bastırılmıştır ki; hepsi de; bir anda kendilerini, dünyanın on dört bucağına dağılmış olarak buluvermişlerdir.

Ancak, Irak’ta Kral Hanedanına karşı gerçekleştririlen ihtilâlin gerek tertibi, gerek başarısı, gerek mes’uliyeti, bilâhare arkadaşları tarafından öldürüldüğü için Abdülkerim’in omuzlarından sökülüp nasıl alınamazsa, 27 Mayıs 1960 dan tam altı ay sonra Türkeş’in apar topar yurd dışı edilmesi de ihtilâlle arasındaki ruh ve mâna bağını hiçbir suretle kopartıp bir kenara atamaz. Nitekim sonradan 27 Mayıs’ın binbir çeşit nimetini görüp, bugün dahi devlet içinde devlet, devlet üstünde devlet tavrı ile çalım süren ve keyfini çıkaranların 27 Mayıs’a nisbeti, sadece ihtilâl adına kurdukları idare zamanında işlenmiş zulüm ve işkencelerin çok ağır mes’uliyetinden ibarettir.

İhtilâlden tam dokuz yıl sonra, bir 27 Mayıs yıldönümünde, o ihtilâlin hakikî başının ve aslî liderinin yaptığı konuşma pek çok bakımdan mühimdir ve bir o kadar da ibret vericidir.

Bir seher vaktinde radyo mikrofonunun başına geçip Türk milletine yüreğini ağzına getiren sesin sahibi ve hemen az sonra ihtilâlin hiç bir şahsa, hiç bir zümreye karşı yapılmadığı teminatı ile aynı yüreklere bir dereceye kadar su serpen adam, işte dokuz yıl sonra eline geçen fırsattan istifade ederek, Türk milletine karşı sözünde duramamış, ona yalancı çıkmış olmanın mahcubiyetiyle, bir bakıma içini dökmektedir.

Alparslan Türkeş, bugün Senato’da her biri birer fuzulî işgalci olarak koltuk kapan ve kabadayılıklarını millet emirlerine dil çıkartmakla, milli iradeye karşı ard ceplerdeki tabancalarını okşamakta bulan Tabiî Senatörleri, 27 Mayıs’ı çalmakla itham ediyor.

<<TEMELLİLER 27 Mayıs’ı çaldılar>>

Bu konuşma; hele aynı mevzu ile alâkalı bir yıldönümüne rastlaması bakımından, velevki bu rastlayış bilhassa, düşünülerek yapılmış veya sadece bir tesadüften ibaret bulunmuş olsun, o derece ibret vericidir ki; okuyucularımın arasında sadece bir tanesinin bile gözünden kaçmış olması, benim onu bu sütunda tekrarlamam için kâfi sebeptir.

Türkeş Tabiî Senatörleri, yâni eski ihtilâlci arkadaşlarını şöyle tarif etmektedir:

<<27 Mayıs devrimini çalarak ana hedeflerinden ayıran ve şahısları için ebedî istirahat sandalyası sağlamıya yönelten bir gurup Tabiî Senatör …>>.

Bundan sonra Türkeş, Ondörtler’in yurd dışına sürgün edilmesiyle neticelenen meşhur tuzak hakkında da diyor ki:

<<13 Kasım hareketi bir Anayasa ihlâlidir, en açık ve en belli ölçüde bir hıyanettir.

Bir siyasî hey’et Yassıada da Anayasa ihlâli ile suçlanırken, suçlayanların bir kısmı aynı suçu apaçık işlemekten haya etmemiştir.

Bugün anayasa ihlâli ile suçlananların bir kısmı ebediyen siyasî haktan mahrum bırakılmış, buna karşılık aynı suçu daha açık işleyenler ebediyen siyasî yetki sahibi yapılmıştır. Tabiî Senatörlerin bu gayri tabiî hali Türkiye’nin başlıca huzursuzluk kaynağıdır.>>

Alparslan Türkeş, merhum Adnan Menderes’i, Fatin Rüştü Zorlu’yu ve Hasan Polatkan’ı darağacına teslim eden bu adamlar ve böyle bir fiil hakkında da, 27 Mayıs’ın mânevi liderliğini yapmış bir kimse olarak hükmünü şöyle vermektedir:

<<İnfazların tatbikatı gayr-î meşrûdur..>>

Türkeş bu hususta şöyle konuşuyor:

<<Hukuk nizamından ve dürüstlükten sık sık bahsetmemeleri kendileri için daha faydalıdır. Zira kendilerinin tasarruflarına rağmen MBK, 38 kişidir. Ve infazlarda 14’ünün reyine müracaat edilmediği için tatbikatları gayrı meşrudur.

8 Haziran 1961’den itibaren MBK nin otoritesinden de bahsedilemez olduğu olayları bilenler için bir bedahattir. O günden itibaren iktidar SKB nin eline geçmiş ve 13 Kasımcılar bir kanun makinesi haline gelmiştir. Tabiî senatörlere tavsiyem şudur, kendilerini unutturmaya çalışsınlar.>>

Kısa zamanda öyle hakikatler ortaya çıkmıştır ki; samimi, haysiyetli, namuslu hislerle ihtilâle katılmış olanlar dahil ve ancak Tabiî Senatörler takımı hariç, bugün artık memlekette, Adnan Menderes’e, Fatin Rüştü Zorlu’ya ve Hasan Polatkan’a yanmıyan, ciğeri sızlamıyan hiçbir ferd kalmamıştır.

Evet gönülden yanılmaktadır ama, kalanlarımızın da pek yanılmayacak bir talihin ve kaderin sahipleri olduğunu iddia etmekte acaba isabet var mıdır?...

Bu memlekette kimin kimden daha bahtsız olduğunu kestirebilecek bir zekâyı, maalesef Cenab-ı Hak kullarından esirgemiş bulunuyor…



Ekspres, 31 Mayıs 1969.

TÜRKEŞ YENİ AÇIKLAMALAR YAPTI

Menderes habersiz asılmış

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve eski Millî Birlik Komitesi üyelerinden emekli Albay Alparslan Türkeş, İnönü tarafından idamların önlenmesi için Cemal Gürsel’e yazılmış olan tarihi mektubu açıklanmasından sonra bir beyanat vererek, <<O mektubun bir eşini de biz yazmıştık, ama fayda etmedi, çünkü idamlar Cemal Gürsel’in haberi olmadan infaz edildi.>> demiştir.

Türkeş konuşmasına devamla, 13 Kasım komitesinden 6 kişinin idamların aleyhinde oy kullandıklarını ve böylece 14’lerle beraber, idamların aleyhinde olanların sayısının 20’yi bulduğunu ve ihtilâl anayasasına göre çoğunluk aleyhte olduğu müddetçe idamların yapılmasına imkân bulunmadığını ileri sürdükten sonra şunları söylemiştir:

- <<Biliyorsunuz, ben 21 Mayıstan sonra tutuklandım. Bu sırada Talat Aydemir’in bana anlattığına göre, idam kararları 13 Kasım komitesinden geçtikten sonra, Gürsel Paşa kesin emir vererek infazların kendisinin emri olmadan yerine getirilmemesini bildirmiş.

Bunun üzerine, bazı çevreler telâşa kapılmış, bu arada Menderes’in ilâç alarak intihara teşebbüs etmesi bu telâşı arttırmıştır.

Talat Aydemir, Halim Menteş, şimdi CHP’li Hüsnü Özkan, Başsavcı Egesel ve daha bazılarının baskısı ile Menderes’in idam hükmü usulsüz olarak infaz edilmiştir.

Bilindiği gibi infazlar sabaha karşı şafak sökerken yapılır. Oysa, Menderes hakkındaki hüküm öğleye doğru infaz edilmiştir.

Ve böylece, Cemal Gürsel Paşa’nın infazlardan haberi olmadığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Tabiî bunlar vesika ve belgelere dayanmamaktadır. Ben, Talat Aydemir’in bana anlattıklarını naklediyorum.>>



Zafer, 1 Haziran 1969.

A.TÜRKEŞ: DÜNYADA DÜZENLER DEĞİŞECEK

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Erzurumda Dokuz Işık yürüyüşü yapan gençlere gönderdiği mesajda <<İçinde bulunduğumuz feza çağında yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada düzenler değişecektir.>> demiştir. Türkeş mesajına şöyle devam etmektedir:

<<Dünkü insan varlığını tam ve doğru olarak kıymetlendirmeden inşa edilen doktrin ve tatbikatlar ergeç islâha muhtaç ve yıkılmaya mahkumdur.

Bugün güvenilmiyen ihtiras ve önlenemiyen sömürüyü temsil eden kapitalist düzende derebeylerin şatoları büyük şehirlerin merkezlerine taşınmıştır. Komünist düzende ise devlet kendisini derebeyi ilân etmiş ve hürriyetler devlete ipotek edilmiştir.

Gayretlerimizin hedefi olan dokuz ışıkçılığa temel olan yeni düzende ne aç hürler, ne tok esirler olacaktır.>>



Türk Yolu, 2 Haziran 1969, Sayı 17.

DOKUZ IŞIK YÜRÜYÜŞÜ KIRIKKALE’DE YAPILDI

MHP li gençler Kırıkkale’de <<Dokuz Işık Yürüyüşü>> yapmışlardır. Sanayi Mahallesinden başlayıp İstasyon caddesinde sona eren yürüyüşten sonra Genel İdare Kurulu üyelerinden Oğuz Özgür bir konuşma yapmıştır.

BÜTÜN DÜNYADA DÜZENLER DEĞİŞECEKTİR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, geçen hafta Kırıkkale’de düzenlenen <<Dokuz Işık>> yürüyüşüne katılan gençlik kolları üyelerine bir mesaj göndermiştir. Türkeş mesajında <<yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada düzenler değişecektir>> demiştir.

Türkeş’in mesajı şöyledir:

<<İçinde bulunduğumuz feza çağında yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada düzenler değişecektir. Çünkü insan varlığını tam ve doğru olarak kıymetlendiremeden inşa edilen doktrin ve tatbikatlar er geç ıslaha muhtaç veya yıkılmaya mahkûmdurlar.

Milliyetçi Hareketin güçlenmesini önlemek için çaba gösteriyorlar. Bu günkü şartlar içinde Türk halkı üç ekonomik gücün baskısı altındadır.

1- Gayrı Millî Ekonomiler Türkiye’nin millî hasılasının kaymağını almaktadırlar.
2- Göstermelik Ekonomiler. Bu göstermelik Ekonomilerin ön perdesinde Türkler görünür arka oyuncusu gayrı millî unsurlardır.
3- Türk halkı ile göstermelik veya gayrı millî Ekonomiler arasında araçlar Ekonomisi. Bu zümre Türk olmasına rağmen göstermelik Ekonomilere ve gayrı Millî Ekonomilere bağlı hareket ederler.

Bugün gemlenemeyen ihtiras ve önlenemeyen sömürüyü temsil eden kapitalist düzende derebeylerin şatoları büyük şehirlerin merkezine taşınmıştır. Komünist düzende ise, devlet kendini derebeyi ilân etmiş ve hürriyetler devlete ipotek edilmiştir.

Devlet ne derebeyidir, ne de derebeylerin şatolarında bekçi.

Gayretlerimizin hedefi olan yeni düzende, ne aç hürler, ne tok esirler olacaktır. Ne sömürü, ne de sövgü olacaktır. Bunun yerine hizmetlerde kabiliyet ve ehliyet, nimetler ve hizmetler arasında denge, sınıf teorisi ve sınıflar arasında kavga değil, topyekûn milletin mutluluğu ve milliyetçilik şuuru olacaktır. Unutulmamalıdır ki, Türkiye’yi yüzde yüz yerli ve millî bir ruh yükseltecektir. Ve bu ruh da Dokuz Işık olacaktır.>>



Türk Yolu, 2 Haziran 1969, Sayı 17.

KİM İDAM ETTİRDİ?

Millî Birlik Grubu üyelerinden Suphi Kahraman <<İnönü’nün Menderes’in idamları için Millî Birlik Komitesine baskı yaptığı iddiası tarihî gerçeklere aykırıdır.>> demiştir. Türkeş’in mektubule ilgili olarak Karaman şunları söylemiştir:

<<Türkeş bu sıralarda Hiindistan’daydı ve oradan gönderdiği 13 Eylül tarihini taşıyan mektup 18 Eylülde elimize geçti. Hatırlayacağımız gibi ilk iki infaz ayın on dördünde üçüncü infaz ise on beşinde yapılmıştı. Türkeş eğer idamlara karşı olmuş olsaydı her halde mektubunu daha önceden postalardı.>>

İNFAZLAR GAYRİ MEŞRUDUR

Suphi Karaman’ın beyanatına cevap veren MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş huzursuzluğun kaynağı olarak gördüğü tabiî Senatörleri itham ederek, şunları söylemiştir:

<<1- 27 Mayıs devrimini çalarak, ana hedeflerinden ayıran ve şahısları için ebedî istirahat sandalyesi sağlamaya yönelten bir grub Tabiî Senatör, bize sataşmaktan kendilerini kurtaramamaktadırlar.

2- MBK 38 kişi ile kurulmuş ve 1 sayılı Anayasanın 9 ncu maddesi, bu kurul üyelerinin kuruldan çıkarılmayacağını bildirir.

3- 13 Kasım hareketi bir Anayasa ihlâlidir, en açık ve en belli ölçüde bir hiyanettir.

4- Bir siyasî hey’et Yassıadada Anayasa ihlâli ile suçlanırken, suçlayanların bir kısmı aynı suçu apaçık işlemekten haya etmemiştir.

5- Bugün Anayasa ihlâli ile suçlananların bir kısmı ebediyen siyasî haktan mahrum bırakılmış, buna karşılık aynı suçu daha açık işleyenler ebediyen siyasî yetki sahibi yapılmıştır. Tabiî Senatörlerin bu gayri tabii hali Türkiye’nin başlıca huzursuzluk kaynağıdır.

6- Tabiî Senatörler bizim mektubumuzun infazdan önce gelmesi lâzım geldiğini söylemektedirler. Biz Hindistan’da sürgün bulunurken, onların ne zaman idamları icra ve infaz edeceklerini bilemezdik. Bu husustaki iddiaları akıl ve mantık ölçülerine uymaz.

7- Hukuk nizamından ve dürüstlükten sık sık bahsetmemeleri kendileri için daha faydalıdır. Zira kendilerinin tasarruflarına rağmen, MBK 38 kişidir. Ve infazlarda 14’ünün reyine müracaat edilmediği için tatbikatları gayri meşrudur.

8- Haziran 1961 den itibaren MBK’nın otoritesinden de bahsedilemez olduğu olayları bilenler için bir bedahattır. O günden itibaren iktidar SKB nin eline geçmiş ve 13 Kasımcılar bir kanun makinesi haline gelmiştir. Tabiî Senatörlere tavsiyem şudur: Kendilerini unutturmaya çalışsınlar.>>



Türk Yolu, 2 Haziran 1969, Sayı 17.

SELÇUK DEVLETİNİN 929. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ KUTLANDI

* Büyük Selçuklu İmparatorluğunun kuruluşunu sağlayan Dandanakan Zaferinin 929 ncu yıldönümü münasebetiyle Ankarada “Bozkurtlar” tarafından bir yürüyüş yapılmıştır. Yukarıda yürüyüşe katılan MHP Gençlik Koluna mensup kızlar görülüyor.

Selçuk Devletinin 929 uncu kuruluş yıldönümü münasebetiyle MHP tarafından düzenlenen <<Dokuz Işık Yürüyüşü>>, geçen hafta kız ve erkek Bozkurtların iştirakiyle Ankara’da yapılmıştır.

MHP’li <<Komandolar>> mangalar halinde gruplara ayrılmışlar ve mehter takımının arkasında yer almışlardır. Her manganın başında, kolunda Bozkurt işaretli pazubent bulunan bir genç bulunmuş ve mangalar emirle hareket etmişlerdir.

Komandoların ellerindeki rengârenk ve üzerinde Bozkurt resmi bulunan flâmaları dikkati çekmiştir. Bu arada <<Kağnıdan füze çağına>>, ve <<Tanrı Türkü Korusun> sözleri yazılı dövizler de Komandolar tarafından gösterişli bir şekilde taşınmıştır.

YÜRÜYÜŞ BAŞLIYOR

Bozkurtlar kendilerinden daha kalabalık bir kitlenin meraklı bakışları arasında mehter takımının çaldığı marşlarla yürüyüşe geçmiştir. Bozkurt mangaları yürüyüşe disiplinli bir şekilde başlamışlar ve uygun adım yürümüşlerdir.

Mehter takımının çaldığı millî marşlardan sonra gençlik kahramanlık türküleri söylemişlerdir.

Bozkurtlar SBF ne yaklaştıkları sırada polis kendilerini durdurmuş ve gerekli tertibatı aldıktan sonra yürüyüş tekrar başlamıştır. Gençler SBF önünden geçerken <<Bozkurtlar Geliyor>>, <<Milliyetçi Türkiye>> ve <<Milliyetçi Hareket>> diye bağırmışlardır.

Gürsel Meydanına gelen Komandolar burada da askerî bir disiplin ve intizam içinde yerlerini almışlar ve Genel Başkan Alparslan Türkeş’in gelmesini beklemişlerdir.

TÜRKEŞ GELİYOR

Komandoların büyük tezahüratı arasında gelen ve bir kamyonetin üzerine çıkarak konuşan Türkeş özetle şunları söylemiştir:

<<İstanbul’dan, Toroslardan gelen ve Ankara’da olan Bozkurtlar bugün Büyük Selçuk Devletinin 929 ncu kuruluş yıldönümünü kutlamak için Dokuz Işık yürüyüşünü yaptınız. En kısa yoldan şanlı bir geleceğe doğru büyük bir varlık olarak yürüyeceksiniz.

Türk Milletini soysuzlaştırmaya yönelen aşırı akımlara ölüm. Komünizme ölüm. Ayırıcılığa, bölücülüğe ölüm.>>

Türkeş’in bu konuşmasına Bozkurtlar <<ölüm>> diye bağırarak karşılık vermişlerdir. Bu arada Bozkurtlar, <<Milletimin gözü yaşlı, Kurtar onu Başbuğ Türkeş>> marşını söylemişlerdir.

Türkeş bundan sonra daha büyük yürüyüşlerin yapılacağını da söylemiş ve toplantı hiçbir hâdise olmadan sona ermiştir.

Yürüyüş ve mitingden sonra, Bozkurtlar MHP önüne gelmişler ve burada davul ve zurnayla geç saatlere kadar gösteri yapmışlardır.



Yeni Gazete, Bizim Anadolu, 3 Haziran 1969.

ANARŞİ HAREKETLERİNİN BAŞI ÜNİVERSİTEDEKİ İŞGALLERDİR

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün Ankara Merkez İlçe Teşkilâtında yaptığı toplantıda üniversitelerdeki boykot hareketlerini yermiş ve <<Sayın baylar, anarşiye, boykot ve işgale paydos, laboratuvarlara, dershanelere marş marş>> demiştir. Öğrenci hareketlerinin memleketin huzurunu bozduğunu da ifade eden Türkeş şöyle devam etmiştir:

<<Memleketimiz yıllardan beri anarşi ve karışıklığın içine yuvarlanmış bulunmaktadır. Siyasî ve iktisadî huzursuzluk ve perişanlığı arttıran anarşi hareketlerinin başında üniversitelerimizdeki boykotlar, işgaller ve istifalar gelmektedir. Öyle görülüyor ki, üniversitelerimiz ilim ile uğraşmaktan ziyade politikayla meşgul olmayı benimsemektedir. Bütün ileri, modern memleketlerde üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri ilim yapmayı ve teknik araştırmaları her şeyin üstünde tutmaktadırlar. Bizde ise her gün işgaller, boykotlar, fiilî durum meydana getirmeler alıp yürümekte, öğrenim ve ilim yapmaya hiç zaman kalmamaktadır.>>



Yeni Gazete, 3 Haziran 1969.

TÜRKEŞ’İ <<DİŞİ BOZKURTLAR>> VE KOMANDOLAR KARŞILADILAR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün saat 18.20’de uçakla Ankara’dan İstanbul’a gelmiş Yeşilköy Havaalanında kızlı erkekli komandolar tarafından marşlarla karşılanmış, <<Yüce Başbuğ>> diye tezahürat yapılmıştır.

Partinin Bakırköy ilçesine bağlı <<Dişi Bozkurtlar>> Alparslan Türkeş’e bir buket vermişlerdir. Polis herhangi bir olayı önlemek için iki buçuk saat süreyle Yeşilköy Havaalanında güvenlik tedbirleri almıştır. Uçaktan inen Türkeş taraftarlarını askerce selâmlamış, basın mensuplarına, <<İstanbul’a iki gün için geldim. Teşkilâtımla temaslar yapıp Adana’ya gideceğim>> demiştir.



Türk Yolu, 9 Haziran 1969, Sayı 18.

TÜRKEŞ İSTANBUL’DA

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, geçen hafta uçakla Ankara’dan İstanbul’a gelmiş Yeşilköy Havaalanında kızlı erkekli komandolar tarafından marşlarla karşılanmış, <<Yüce Başbuğ>> diye tezahürat yapılmıştır.

MHP nin Bakırköy ilçesine bağlı <<Dişi Bozkurtlar>> Alparslan Türkeş’e bir buket vermişlerdir. Polis herhangi bir olayı önlemek için iki buçuk saat süreyle Yeşilköy Havaalanında güvenlik tedbirleri almıştır. Uçaktan inen Türkeş taraftarlarını askerce selâmlamıştır.

BOZKURTLARLA ÖVÜNÜYORUZ

Hava alanından MHP İl Merkezine gelen Türkeş burada yaptığı konuşmada <<Dişi ve erkek Bozkurtlarla övünüyoruz>> demiştir. Türkeş daha sonra şunları söylemiştir:

<<Kendilerine Komando adı verilen Bozkurtlarımız ve dişi Bozkurtlarımız Büyük Türk Milletinin aydın üniversiteli gençleri ile yarının şerefli ve faziletli anaları olan genç kızlarımızdır. Onlarla ne kadar iftihar etsek azdır. Bunu çekemeyenler bu gençleri ve yürüyüşlerini bilmem hangi milletin gençliğine ve hareketine benzetmeleri tamamen yersiz ve mantıksızdır.>>



Bizim Anadolu, 4 Haziran 1969.

TÜRKEŞ: TÜRKÜN TARİHİNDE SINIF DÜŞMANLIĞI YOKTUR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün akşam MTTB konferans salonunda <<Türk milletini kalkındırma yolları>> adlı bir konferans vermiştir. Kalabalık bir halk ve öğrenci topluluğu huzurunda özetle şunları söylemiştir:

- <<Bugün Türkiye’miz kapitalist yoldan kalkınmak için çaba gösteriyor. Oysaki kapitalizm Avrupa’lı milletlerin şartlarına göre düşünülmüş bir sistemdir. Bizim değer ölçülerimiz Avrupa’nın ölçülerinde hiçte oymaz. O Avrupa ki içtimai geleneği sınıf düşmanlığına dayanır. Türk milletinin tarihinde sınıf düşmanlığı yoktur.

Son yıllarda yine milletimize yabancı bir sistemin görünüşte sosyalist, aslında komünist olan ikinci bir yolun tavsiye edildiğini görüyoruz.

Komünizmin Türk Milletine neler getireceğini merak etmek, bari bir de şunu deneyelim demek mevkiinde değiliz. Çünkü, elli yıllık uygulamanın sonunda soyları, dilleri, dinleri ve kültürleri ile bizden olan insanlara altmış milyonluk Türk İslâm kitlesine neler yaptığını gayet iyi biliyor, neler getirdiğini inkâr edilmez bir açıklıkla görüyoruz.

İşte biz Milliyetçi Hareketçiler Türk Milliyetçileri olarak kapitalizm ve komünizm gibi yabancı sistemlerin dışında ülkemizin millî gerçeklerine uygun, milletimizin millî, dinî, tarihî değerlerini örf adet ve ananelerini göz önüne alarak modern ilmi ve tekniği de kendine rehber edinen, milletimizin iktisaden ve manen kalkınması ve büyük MİLLİYETÇİ TÜRKİYE’NİN kurulması için millî bir sistemi teklif ediyoruz.

Bu millî sisteme <<ÜÇÜNCÜ YOL, DOKUZ IŞIK YOLU>> diyoruz. Ve inanıyoruz ki, milletimiz teklifimizi mutlaka kabul edecek ve böylece yeniden kendine dönecektir.>>



Ekspres, 4 Haziran 1969.

KOMANDOLAR DÜN İKİSİ AĞIR OLMAK ÜZERE 11 ÖĞRENCİYİ YARALADILAR!.

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in akşam MTTB’deki konferansını dinleyen komandolardan tahminen 500 kişilik bir grubun Site Talebe Yurdunu basması sonunda devrimciler ile çıkardıkları kavgada biri tabancayla olmak üzere 11 öğrenci ve bir kaç toplum polisi yaralanmış, 13 öğrenci yakalanarak nezaret altına alınmıştır.

Cağaloğlu’ndan muntazam saflar halinde yürüyüşe geçen komandolar saat 21 de Şehzadebaşı’na giderek Site Erkek talebe yurduna baskın yapmışlardır. Bu baskına saat 17’de yurda giden iki komandonun Türkeş’in MTTB’deki konferansına ait ilanı, ilan tahtasına asmak isterken talebe temsilcisi 18 öğrenci tarafından döğülmeleri sebep olmuştur.

Olayın yatıştığının zannedildiği bir sırada komandolar tekrar yurdun önüne gelerek solcu olarak niteledikleri Site yurdundaki öğrencileri yuhalamaya başlamışlardır. Bu anda yurdun içinde birkaç el tabanca sesi duyulmuş ve iktisat fakültesi öğrencilerinden Şinasi adındaki bir öğrenci bacağından vurularak hastaneye kaldırılnıştır. Dışardan takviye alan ve kendilerini devrimci olarak niteleyen öğrenciler ellerinde iskemle bacakları ve sopalar olduğu halde yurdun alt kat pencerelerinden atlayıp <<Atatürk geliyor>>, <<kahrolsun faşistler, kahrolsun Türkeş>> diyerek komandoların üzerlerine yürümüşlerdir. Toplum polisinin güçlükle ayırdıkları kavga sonunda tabancayla yaralanan öğrenciden başka 8 öğrenci bıçak, sopa ve taş darbeleri ile yaralanarak Gureba ve Cerrahpaşa hastanelerine kaldırılmışlardır. Gureba hastanesine yatırılan ve ikisinin durumu ağır olan öğrencilerin isimleri şunlardır: Ahmet Büyükakça, Şevki Ertem, Şinasi Demirbaş, Sefer Özdemir, Cengiz Erat, Edebiyat fakültesi coğrafya bölümü öğrencisi Hamza Sarıyıl da başından ağır yaralı durumda Cerrahpaşa hastahanesine kaldırılmıştır. Olaylar sırasında hafif şekilde yaralanan iki öğrencinin de Site yurdunda arkadaşları tarafından tedavi edildiği öğrenilmiştir.



Cumhuriyet, 4 Haziran 1969.

KOMANDOLAR BİR ÖĞRENCİ YURDUNU BASTI

11 GENÇ VE 3 TOPLUM POLİSİ YARALADI

500 kadar Komando, dün akşam Site Erkek Talebe Yurdunu basmış, <<Sitenin Sesi>> isimli duvar gazetesini, <<Sol fikirler savunuluyor>> iddiasiyle parçalamışlardır. Daha sonra yurdun dışına çıkan Komandolar, yatmak üzere olan içerdeki öğrencileri yuhalamış ve <<Türkeş Marşı>> nı söylemişlerdir. Olay yerine gelen polisin dağılmalarını söylemeleri üzerine Komandolar, askerî yürüyüşle yurdun önünde gösteri yapmışlardır.

TABANCA DA PATLADI

Daha sonra takviye alan <<Devrimci>> öğrenci grup, <<Atatürk Geliyor>> diyerek Komandoların üzerine yürümüştür. Kıyasıya birbirine giren öğrencilerin çatışması sırasında 10 kadar öğrenci taş, sopa ve bıçakla yaralanmıştır.

Toplum polisleri, Komandoları taş yağmuru altında önlerine katarak, Hürriyet Meydanına doğru sürmüşlerdir. Komandolar, bu arada yüksek yerlere çıkarak yağdırdıkları taşlarla 3 Toplum Polisini de yaralamışlardır.

13 KİŞİ NEZARETTE

Çatışma sırasında 13 öğrenci, polisler tarafından suç delilleri ile yakalanarak nezaret altına alınmıştır.

Baskın olayının, daha önce yurda gelip MHP Genel Başkanı Türkeş’in MTTB’deki konferansına ait ilânları tahtaya asmaları sorasında 2 Komandonun yurttaki öğrenciler tarafından hırpalanmasından ileri geldiği ileri sürülmektedir.



Cumhuriyet, 5 Haziran 1969.

YARALI KOMANDOLARDAN BİRİNİN DURUMU AĞIR

Site Talebe Yurdunda komandolarla öğrenciler arasında meydana gelen çatışmada ağır surette yaralanan dört öğrenciden Şevki Ertan adındaki bir hukuk öğrencisi, akciğerlerinden aldığı derin yaralar sonucu büyük kan kaybına uğramış ve dün üst üste üç defa ameliyat edilmiştir. Akciğerlerinden derin bıçak yarası alan Şevki Ertan’ın tansiyonu yediye düşmüş ve oksijen verilmeye başlanmıştır. Önceki geceden beri devamlı kan verilen öğrencinin durumu ağırdır.

Ağır yaralılardan Cengiz Erat, dokuz yerinden bıçaklanmıştır. Şinasi Demirbaş ve Sefer Özdemir adlarındaki öğrenciler de kalça ve göğüslerinden derin bıçak yaraları almışlardır.

Diğer yaralı öğrenciler, tedavilerini takiben taburcu edilmişlerdir.

Site Talebe Yurdunun basılması olayı ile ilgili olarak polis tarafından yakalanarak nezaret altına alınan 32 komandonun Beşiktaş Emniyet Amirliği’nde iki Savcı Yardımcısı tarafından ifadeleri alınmıştır. Neticede 32 komandodan 30’u serbest bırakılmış, Mustafa Çarkçı ve İ. Gürsel adlarındaki komandolar, polise mukavemet ve bıçak taşımak suçlarından gece Adliye’ye sevkedilmişlerdir.

Nöbetçi 5. Sulh Ceza Mahkemesinde sorguları yapılan bu iki komandonun, hâkim tarafından serbest bırakılmasına Savcı bir üst mahkeme olan 5. Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz etmiştir. Bu mahkeme hâkimi de bu iki sanığı mahkemeleri umumî hükümleri gereğince devam edilmek üzere ikâmetgâhlarına rapten serbest bırakmıştır.



Ekspres, 5 Haziran 1969

TUTUKLU KOMANDOLAR SERBEST BIRAKILDI

Site Talebe Yurdunun basılması olayı ile ilgili olarak polis tarafından yakalanarak nezaret altına alınan 32 komandonun Beşiktaş Emniyet Amirliği’nde iki savcı yardımcısı tarafından ifadeleri alınmıştır. Neticede 32 komandodan 30’u serbest bırakılmış Mustafa Çarkçı ve İbrahim Gürsel adlarındaki komandolar polise mukavemet ve bıçak taşımak suçlarından gece adliyeye sevkedilmişlerdir.

Nöbetçi 5 nci Sulh Ceza Mahkemesinde sorguları yapılan bu iki komandonun hakim tarafından serbest bırakılmasına savcı bir üst mahkeme olan nöbetçi 5. Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz etmiştir. Bu mahkeme hakimi de iki sanığı mahkemeleri umumi hükümler gereğince devam edilmek üzere ikametgâhlarına rapten serbest bırakmıştır.



Milliyet, 5 Haziran 1969

TALEBE YURDUNDAKİ OLAYLA İLGİLİ OLARAK YAKALANAN 32 KİŞİ SERBEST BIRAKILDI

MHP’li Komandoların önceki gece Vezneciler’deki Site Talebe Yurdunu basması ile meydana gelen olayla ilgili olarak nezaret altına alınan 32 kişiden 30’u Beşiktaş’taki Toplum Polisinde ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakmıştır.

Öte yandan diğer iki öğrenci Mustafa Çarıkçı (Edebiyat), ve İbrahim Gürsel (Hukuk) ise bıçak taşımak ve polise mukavemet suçlarından tevkif talebi ile sevkedildikleri adliyede 5. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından ikametgâhlarına rapten serbest bırakmıştır.

Komandolarla yurttaki öğrenciler arasında çıkan ve Toplum Polisinin müdahalesi sonunda güçlükle bastırılan olayda yaralanan öğrencilerden dördünün yarası ağırdır. Hafif yaralanan dört öğrenci ile iki Toplum Polisinin durumlarının ise iyi olduğu bildirilmektedir.



Milliyet, 5 Haziran 1969

TÜRKEŞ İFTİHAR EDİYOR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, İstanbul’da partililerle yaptığı bir toplantıda <<Basın tarafından komando adı verilen bozkurtlarımız ve dişi bozkurtlarımız büyük Türk milletinin aydın üniversiteli gençleri ile yarının şerefli ve faziletli anaları olan genç kızlarımızdır. Onlarla ne kadar iftihar etsek azdır.>> demiştir.



Bizim Anadolu, 6 Haziran 1969.

MİLLİYETÇİ GENÇLER <<KOMÜNİSTLERDEN ÖÇ ALACAĞIZ>> DEDİ

Site yurdu olayları sırasında muhtelif yerlerinden yaralar alıp Gureba hastanesinde tedavi altına alınan Milliyetçi öğrencilerden Şinasi Demirbaş, Cengiz Erat ve Şevki Erkan’ın sağlık durumları normale dönüştür. Dün milliyetçi gençleri ziyarete giden bir muhabirimize gençler olayı şöyle anlatmışlardır.

<<Milliyetçi arkadaşlarımızın bizim intikamımızı komünistlerden alacaklarına ve Allahın izniyle Türkiyemizin komünistlere mezar olacağına bütün kalbimizle inanıyoruz.>>



Bizim Anadolu, 6 Haziran 1969.

TÜRKEŞ: TÜRKİYE MİLLÎ EKONOMİ ÖZLEMİ İÇİNDE

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün İl Merkezinde toplanan gençlik kollarına şu konuşmayı yapmıştır:

<<Türk milleti ve gençliği tek kalb halinde çarpmalı, tek fikir ve ülkü etrafında toplanmalıdır. Bu fikir Türkçülük ve Milliyetçi toplumculuk fikir ve ülküsüdür. Tek kurtarıcı yol budur.

Biz kapitalizme de, komünizme de karşıyız. Kapitalizm bugün Batının, Komünizm de Doğunun bir emperyalizm vasıtasi ve aleti halindedir. Bunları kat’i olarak reddedişimizin bundan daha kuvvetli sebebi olabilir mi? Milletlerin hürriyet içinde kalkınacağına inanıyoruz. İstanbul’da toplanan son beynelmilel kongrede kozmopolit insanlar bunları söyleyedursunlar, bunlara bizim karnımız toktur, kulaklarımız tıkalıdır. Biz tamamen millî bir ekonominin özlemini çekiyoruz.>>



Bizim Anadolu, 6 Haziran 1969.

DÜN AÇILIR AÇILMAZ SOLCULARIN İŞGAL ETTİĞİ İSTANBUL ÜNİVERSİTESİNE POLİS VE ASKER GİRDİ

<<Dikkat… Dikkat… Burası İşgal Komitesi Yüksek İcra Konseyi… Türk kamu oyuna bir nolu bildiri…>>

<<Dikkat… Dikkat birden yüzelliye kadar numara alan Savunma kuvvetleri merkezde toplansın…>>

Evet, bu sözler dün İstanbul Üniversitesi merkez binasını işgal eden Marksist öğrenciler tarafından söylenmiştir. …



Hürriyet, 7 Haziran 1969.

ADANALI KOMANDOLAR TÜRKEŞ’İ NAZİ SELÂMI İLE KARŞILADILAR.

* Adana Havaalanında başbuğları Türkeş’i “Nazi selâmı” ile karşılayan Adana’lı komandolar.
* Türkeş de komandoları aynı şekilde selâmlıyor.

Ziya AKÇAPAR

Milliyetçi Hareket Partisinin özel eğitim görmüş komandoları, Adana’ya gelen “Başbuğ” larını nakaratı hep “Türkeş” ile biten marşlar ve Nazi selâmı ile karşılamışlardır.

MHP Genel Başkanının, konuşmalarında faşizme de komünizme de karşı olduğunu defalarca açıklamasına rağmen, komandoların yeni uygulamaya başladıkları Nazi selâmı, Adana Havaalanında bulunan yolcuları, özellikle yabancı turistleri çok şaşırtmış ve heyecanlandırmıştır.

Birçok siyasîlerin karşılanışına sık sık şahit olan Adana Havaalanında, Başbuğ’un karşılanışı da alışılanın dışında olmuştur. Alanda iki sıraya ayrılan ve 40 derece sıcak altında bütün güçleriyle marşlar söyleyen komandolar Başbuğları uçaktan indikten sonra da yerlerini hiç terketmemişler, askerî bir disiplin içerisinde marşlarına ve selâmlarına devam etmişlerdir.

Türkeş şeref kıtasını denetleyen bir “Başbuğ” gibi, genç Bozkurtlarını selâmlamış, bu sırada gençler, yerlerinden hiç kımıldamamışlardır.

ÇOK ŞAŞIRDILAR

Türkeş’in kim olduğunu bilmeyen ve gençlerin hareketlerini merakla izleyen özellikle yabancı yolcular, bu duruma çok şaşırmışlar, “Acaba film mi çevriliyor?” diye çevrede gözleriyle boş yere kameraları aramışlardır.

Merakla, her önüne gelenden bilgi isteyen yabancılar, Türkeş’in bir siyasî partinin lideri olduğunu “Nazivari” selâm veren gençlerin ise, partinin gençlik kollarına mensup olduğunu öğrenince çok şaşırmışlardır.



Bizim Anadolu, Dünya, 8 Haziran 1969.

TÜRKEŞ: KOMÜNİSTLER ÜNİVERSİTEDE İHTİLÂL PROVASI YAPIYOR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, Ankara İl Merkezinde partililer, Bozkurtlar ve vatandaşlarla memleketin çeşitli konuları üzerinde konuşmuştur.

Konuşmasında son üniversite olaylarına da temas eden MHP genel başkanı Türkeş, Türkiye’nin gün geçtikçe tehlikelere, tehlikeli maceralara sürüklenmekte olduğunu söylemiş, üniversitelerdeki karışıklıkları, işgal ve boykot olaylarını, sadece öğrencilerin sınavlardan kaçma, asistan ve profesörlerin haklarını savunma gibi sebeplere bağlamanın korkunç bir aldanış olduğunu ileri sürmüştür. Türkeş’in konuşması şöyledir:

<<Türkiye son derece güç şartlar içindedir. Vatanımızı ekonomik ve politik anarşiye yuvarlamak isteyen komünizm ve diğer kökü dışarıda olan yabancı akımlar bu arada bölgecilik gayret ve faaliyetleri gittikçe azgınlaşmaktadır. Türkiye gün geçtikçe tehlikelere, tehlikeli maceralara sürüklenmektedir. Üniversitedeki karışıklıkları, işgal ve boykot olaylarını, sadece öğrencilerin sınavlardan kaçma, asistan ve profesörlerin haklarını savunma gibi sebeplere bağlamak korkunç bir aldanıştır. Bu hareketler maksatlıdır, bir tek gaye gütmektedir; memleketi bir kızıl ve kanlı ihtilâl ortamına sürüklemek. Üniversiteler solcu profesörüyle, sosyalist (!) öğrencileriyle işte bu ihtilâlin provalarını yapmakta ve sürdürmektedir. Aziz milletimizin dikkatini tekrar bu noktaya çekmekte büyük millî menfaatler görmekteyim. Sözlerimin doğruluğunu isbat için İstanbul üniversitesinde polis tarafından yapılan iki arama sırasında bina damlarında, çatı aralarında ve fikir kulüpleri adlı kızıl anarşi yuvalarında bulunan bombaları, adı bile Rusça olan Molotof kokteyli denilen patlayıcı maddeleri gösteririm. Bundan daha açık ve kuvvetli suç delili mi olur? Memleket düşman işgali altında mıdır ki, bu cephaneler hazırlanıyor ve stoklar yapılıyor? Belliki bunlar kardeş kardeşi boğazlarken kullanılacak. Hükûmet bu açık durum karşısında hâlâ ne beklemektedir, neyi beklemektedir? Kızılca kıyametin kopmasını, kanın gövdeyi götürmesini mi? Hükûmetin bu aczini ve vurdum duymazlığını bir türlü anlıyamıyoruz. Komünistlerin nefes alış verişlerini duymak kâfi değildir. İcraat ve şiddetli takibat lâzımdır. Komünistler kuvvetten ve şiddetten anlar.

Bozkurtlarımızın mücadelesi; aziz milletimiz tarafından işte bu sebeple tamamen tasvip görmektedir. Bu mücadelemiz devam edecektir. Allah ve yüze milletimiz bizimle beraberdir.



Zafer, 9 Haziran 1969.

TÜRKEŞ: KIZILLAR KÜLTÜRÜMÜZÜ TAHRİP ETMEK İSTİYORLAR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün Merkez ilçesinde düzenlenen toplantıda partililere ve gençlere hitaben yaptığı konuşmada, Türkiyemiz’de sanat ve kültür buhranı olduğunu, bilhassa komünistlerin son zamanlarda Türk kültürünü yıkmak, fikir ve düşünce haysiyetini de imha etmek için gayret gösterdiklerini belirtmiş <<Komünistler ve kökü dışarıda olan akımların âlet ve vasıtaları olan kimseler, Türk Milletini manen çökertmek, bozup dağıtmak için seferber olmuşlardır.>> demiştir.

Konuşmasında komünistlerin son zamanlarda kat ettiği mesafeleri de dile getiren ve bu konuda hükûmeti de uyaran Alparslan Türkeş, intihar etme hürriyetinin olmadığı gibi hürriyeti kıyma hürriyetinin de asla mevcut olmadığını söylemiş ve özetle demiştir ki:

<<İrili ufaklı gazete ve dergileriyle, roman, hikâye, piyes hatta resim ve heykelleriyle Türk san’at ve kültürünü yıkmağa, fikir ve düşünce haysiyetini zedelemeğe, san’at zevkini yok etmeğe çalışmaktadırlar. Ve bütün bunları yalnız kendi şahsî emelleriyle menfur ideolojilerine yarayacak şekilde kullanmaktadırlar. Bir köy ve köylü edebiyatıdır tutturmuşlar, bütün gerçeklere aykırı olayları köyümüze, köylümüze maletmişler, onun iffet ve namusuna tecavüz etmişlerdir. Bunlar Anadolu’yu bilmezler, köy olarak da Kadıköy, Karaköy ve Çengelköyü tanırlar. Ama bu işin esnafı oldukları için bu edebiyat (!) sayesinde sömürmenin yolunu bulmuşlardır. Kaldı ki bu sefalet edebiyatı yapanların aylıkları 10 – 15 bin liraya gelmektedir. Asıl komprador işte bunlardır. Fikir uğruna bu kadar fikirsizlik, san’at uğruna bu kadar pespayelik onların seviyelerinin derecesini gösterir. Ama düzmece jürilerde bu kişilerin eserleri seçilip, mükâfata lâyık görülmektedir. Yâni hâkim de kendileri, savcı da…

Memleketimizde yapılan bütün kötülükler, yıkıcı faaliyetler, aşağılık hareketler hep DEMOKRASİ VE HÜRRİYET PERDESİ altında yapılmaktadır. Biraz dokunan olursa kıyametler koparılmaktadır: DEMOKRASİ, HÜRRİYET ELDEN GİDİYOR diye… Aslında bu hareket ve davranışlar demokrasi ve hürriyete suikasddır, ihanettir. Biz Türk insanının, Türk milletinin yararına olmayan fikir, sanat ve kültür faaliyetlerini asla kabul etmiyoruz. Bunların ayrıca vatanımız ve milletimize bir ihanet olduğunu iddia ediyoruz. Ülkede Bolşevik Kültür Emperyalizmi kol gezerken ve bir kanlı komünist ihtilâline zemin hazırlanırken yumrukları sıkıp “Kahrolsun Komünizm!” diye bağırmakla mücadele olmaz. Ciddi tedbirler almak lâzımdır.

Kısaca durumu özetlersek, bu hürriyetler nerelere kadar varacaktır. İntihar etme hürriyeti var mıdır? Hürriyetleri yıkma hürriyeti var mıdır? Bu oyunlara hükûmet artık bir son vermelidir. Ben buradan gerek fikir adamlarımız ve sanatçılarımıza sesleniyorum. Millî ruhu şahlandıran, millî uyanıklığı sağlayan yazılar ve eserlerinizle Türk milleti artık sizi kendi yanında görmek istiyor. İyi eserler kötülerini mutlaka koğacaktır. Çünkü Türk milleti iyiye, doğruya ve güzele çok hasret kalmıştır.>>



Devlet, 9 Haziran 1969, Sayı 10.

ERZURUM HABERİ

Erzurum Milliyetçi Hareket Partisinin 9 Işık Yürüyüşü 31 Mayıs 1969 Cumartesi günü saat 14.00 de bine yakın Üniversitelinin yürüyüşü ile başladı. 9 Işığı temel alan 9 motosikletli gencin öncülük yaptığı yürüyüşü millî kıyafetler giymiş olan gençler takip etti. Ellerinde 9 Işığı ifade eden pankartlar ve bayraklarla ana caddelerden geçilerek hükümet meydanına gelindi. Binlerce Erzurumlu’nun sel gibi akarak hükümet meydanı ve cumhuriyet caddesini doldurduğu görüldü. Gençlik kolu başkanı Yılma Durak, Kıbrıs Türkleri adına Kıbrıslı Üniversiteli bir genç, Trabzon gençliği adına Karadeniz Üniversitesinden bir gencin heyecanlı konuşmalarından sonra MHP Genel İdare Kurulu üyesi Oğuz Özgür şöyle konuştu.

<<Doğu Anadolumuzda Moskof emperyalizmine dur diyen kahraman mücahitler diyarı gâzi ve şehitler bölgesi kahraman Dadaşların Türk İslâm ruhunun asil öncüleri sevgili gençler, aziz bozkurtlar! Türkiyemizde Milliyetçi hareket başlamıştır ve bütün hızıyla devam etmektedir. Türkiyemizin muhtaç bulunduğu idarî, sosyal, eğitim gibi reformlar ancak Milliyetçi Hareketimizle gerçekleşecektir. Büyük milletimizin talihsizliği acı kaderi mutlaka yenilecek yepyeni büyük ve müreffeh Türkiye inşa edilecektir.

Sen Dadaşım, sen demir yumruğunu bizden olmıyanların, olmıyacakların kopası başları üzerine indirmelisin. Bugün Erzurum’da yükselen gür ve erkek sesler, Milliyetçi Hareketimize yurt sathında ışık tutacaktır. Şehitleri hoşnut, gazileri memnun ettiniz. Var olunuz kahraman Erzurumlular, mücahit dadaşlar.>> Halkın coşkun tezahüratıyla yürüyüş 17.30 da son buldu.



Türk Yolu, 9 Haziran 1969, Sayı 18.

ERZURUM’DA 9 IŞIK YÜRÜYÜŞÜ YAPILDI

Milliyetçi Hareket Partisi İl Gençlik Kolu tarafından geçen hafta şehir içinde 9 Işık yürüyüşü yapılmıştır.

Mahallebaşı’ndan başlayan yürüyüşe katılan mavi gömlek giymiş ve yakalarında bozkurt amblemi taşıyan MHP li gençler, ellerinde 9 Işık’ın temel ilkelerini teşkil eden dövizler olduğu halde hükûmet meydanı’na gelmişlerdir.

Dövizlerin altında toplanmış muntazam birlikler halinde, kol kola kenetlenmiş olarak yürüyen Bozkurtlar hükûmet meydanında, komünizmi ve masonluğu yeren konuşmalar yapmışlar, <<Kahrolsun komünizm>>, <<Kahrolsun masonlar>> ve <<yaşasın Başbuğ Türkeş>> diye tezahürat yapmışlardır.

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in gönderdiği mesaj da, coşkun tezahüratla karşılanmıştır.



Türk Yolu, 9 Haziran 1969, Sayı 18.

TEFECİ VE MADRABAZLAR YOK EDİLMELİDİR

MHP Genel Başkanı Türkeş İstanbul’da pahalılık ve kontrolsüzlük konusunda verdiği demeçte <<Tefeci, aracı, madrabaz gibi millet kanını emen sülükleri yok etmek lâzımdır.>> demiştir.

<<Piyasa ve ticaret hayatımız kontrolsüzdür. Kimin ne yaptığı belli değildir. Hükümet basiretsiz ve beceriksizdir. Bir türlü ipin ucunu tutamamaktadır. Üretici olan köylünün, bahçıvanın, bağcının malı bir sürü aracı, murabahacı ve madrabazın aç gözlülüğü ve hırsı yüzünden şehirlinin, dar ve sabit gelirli vatandaşın eline gelinceye kadar ateş pahasına yükselmektedir. Köylüye bir lira ödenerek elinden alınan mahsulün beş, altı liraya satılması haksızlıktır, hırsızlıktır. Bu düpedüz ihtikârdır. Bunlar nasıl vatandaşlardır ki, kendi öz vatandaşlarının rızkına el uzatmakta, göz dikmektedirler. Bilhassa büyük şehirlerde halk korkunç bir geçim sıkıntısına düşmüş bulunuyor. Maaş ve ücretler olduğu yerde kalırken pahalılık fezaya fırlamaktadır. Vatandaşlar darlık ve yokluk içinde bunalmakta, ıstırap çekmektedir. Hükümet ve iktidarlar da nurlu ufuklar masalıyla milletimizi avutmaktadır. Köylünün mahsülünü mutlaka değerlendirmek lâzımdır. Aksi halde köylünün cebi para yüzü görmeyecek ve huzursuzluklar gittikçe artacaktır. Köylü efendimiz demekle bu dâva yürümez. Kooperatifler kurmak, üreticinin doğrudan doğruya halka satış yapabileceği pazar ve çarşılar tesis etmek ilk akla gelen tedbirlerdir. Tefeci, aracı, murabahacı ve madrabazlar aradan kaldırılmadıkça ucuzluk hayaldir. Asîl fakat bakımsız ve desteksiz milletimizin kanını işte bu sülükler emmekte, gittikçe şişmektedirler. Bunları bir an önce yok etmek lâzımdır.>>



Türk Yolu, 9 Haziran 1969, Sayı 18.

SİTE TALEBE YURDUNDA KOMANDOLARLA KOMÜNİSTLER ÇARPIŞTI

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in geçen hafta MTTB deki konferansa ait bildirileri Site Talebe Yurdu ilân tabelalarına asan <<2 Komandonun>> Komünistler ve Kürtçüler tarafından hırpalanması üzerine, gece 500 Komando talebe yurdunu basmıştır.

Çarpışma sırasında 2 taraftan da 15 öğrenci yaralanmıştır.

OLAY BAŞLIYOR

Milliyetçi öğrencilerin dövülmesinin duyulmasından sonra Cağaloğlunda toplanan 500 kadar Komando muntazam saflar halinde yürüyüşe geçerek saat 21 de Şehzadebaşında yurda gelmişlerdir.

Bozkurtlardan bir grub yönetimi solcuların elinde olan yurda girerek, <<Sitenin sesi>> başlığı altında Nazım Hikmet ile komünist Çin Lideri Mao Che Tung ve Kübalı ihtilâlci Che Guevera’nın fikirlerinin yazıldığı duvar gazetesini, vitrin camını kırdıktan sonra param parça etmişlerdir. Yurtta kalan ve bir kısmı yatmaya hazırlandıkları için pijamalı olan 1000 kadar öğrencinin şaşkın bakışları altında yurttan dışarı çıkan Komandolar içerdeki solcu öğrencileri yuhaladıktan sonra hep birlikte <<Türkeş>> marşını söylemişlerdir. Olay yerine gelen toplum polisleri ile ekipler amirliğine ve birinci şubeye mensup polisler bir çatışmaya meydan verilmemesi için kendilerine dağılmalarını ihtar etmişlerdir. Bunun üzerine Komandolar <<Hazır ol, uygun adım marş>> komutuyla askerî yürüyüşe geçerek sert adımlar ile yurdun önünden uzaklaşmışlardır.

SOLCULARIN HÜCUMU

Olayın duyulması üzerine diğer yurtlardaki solcu öğrenciler Site’ye gelerek yurtta kalan milliyetçilere hücum etmişlerdir. Tabanca, bıçak, muşta ve şişlerin kullanıldığı kanlı kavgaya müdahale eden Toplum Polisi marksistlerin taş yağmuruna tutulmuş, bazı polisler yaralanmıştır.

Ancak polis, solcuları taş yağmuruna rağmen Hürriyet meydanına sürmüştür. Yakalanan 13 solcu nezaret altına alınmıştır.

Kavgada ağır yaralanan Milliyetçi öğrencilerden Şevki Ertem 3 kere ameliyat edilerek hayatı kurtarılmıştır.

ORMAN FAKÜLTESİNDEKİ KAVGA

Site Talebe Yurdundaki kavgadan sonra Orman Fakültesindeki solcularla Komandolar arasında çıkan kavgada 6 solcu öğrenci dövülerek yaralanmışlardır.



Devlet, 16 Haziran 1969, Sayı 11.

ONDALIKÇILARIN SALDIRISI

Geçen hafta İstanbul’da Komünistler yine milliyetçi gençlere tuzak kurarak saldırdılar. Olay Çarşamba günü Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş’in Marmara öğrenci lokalinde vereceği konferansla ilgili afişi Milliyetçi bir gencin Site yurduna asmak istemesi üzerine başlamış, iki tarafın da pek çok yaralı vermesi ile neticelenmiştir.

Alpaslan Türkeş’in konferansı ile ilgili afişleri asmaya giden milliyetçi gençlerle yurt temsilcileri arasında afişin asılıp asılmaması hususunda uzun bir tartışma olmuş ve sonunda afiş zorla asılmıştır. Konferans saatine yakın, yurtta bulunan milliyetçi gençlerden bir grup konferansa gitmek üzere aşağıya indiklerinde yarım saat önce astıkları afişin yırtıldığını görmüşlerdir. Bunun üzerine yurt temsilcisine giden gençler afişin niçin yırtıldığını, halbuki aynı yerde Che Guveara, Mao ve Lenin’in resimlerinin, Nazım Hikmet’in şiirlerinin ve daha bir çok solcu yazarların çeşitli yazılarının asılı olduğunu söyleyerek kendi afişlerinin de bulunmasının en tabii bir hak olduğunu ihtar etmişlerdir.

Bunun üzerine yurt temsilcisi <<size gösteririm>> şeklinde bir tehdit savurarak oradan uzaklaşmıştır. Afişin yırtıldığı konferans salonunda duyulmuş ve büyük üzüntü yaratmıştır. Konferanstan sonra topluca Site yurduna gidilerek yurt temsilcisinin ve solcuların bu tarz davranışları protesto edilmiştir. Sonra da sessizce dağılmışlardır.

Önceden tedbir alarak hazırlanan solcular, grubun gittiğini görünce normal olarak yurtta kalan öğrencilerin az oluşunu fırsat bilerek üstlendikleri Kadırga yurdundan her türlü öldürücü âletle mücehhez olarak Site yurduna gelip olanlardan habersiz odalarında ders çalışmakta olan birkaç genci yurdun salonunda kıstırmışlar ve ellerinde hiçbir şey bulunmayan bu üç beş kişinin üstüne 100 - 150 kişi birden saldırmışlardır. Tabanca, bıçak, şiş ve çeşitli öldürücü aletlere karşı bu üç beş genç yumrukları ile son güçlerine kadar mücadele etmişlerdir. Cehennem suratlı kızılların saldırısına uğrayan bu gençlerden Baba Şevki Erhan, Cengiz Erat ve Sefer Özdemir muhtelif yerlerinden beşer onar tabanca ve bıçak yarası almışlardır.

Her gün binlerce milliyetçinin hastahanede ziyaret ettiği bu yaralı bozkurtlar’ın, komünistlerin sandığı gibi moralleri bozulmuş değil, bilakis mücadele azimleri daha da kuvvetlenmiştir. Hatta yaşlı bir bozkurt, yaralı yavrusunun başında şunları söylemekten kendini alamamıştır: <<Oğlumun bu yolda kurban olmadığı için üzülüyorum. Ben onları milletimin uğrunda toprak olsun diye büyüttüm. Gerektiğinde sevkedeceğim daha sekiz evladım var. Üzülmeyin, benim gibi sevinin. Yarın bizim olacak.>>

Yaralı Bozkurtlar kendilerini ziyaret edenler yanlarından ayrılırken, <<dışardaki Bozkurtlara selâm, mücadeleye devam>> işaretini gönderiyorlardı.

Milliyetçiler olarak Kadırga yurduna üslenen cehennem suratlı kızıllara bir daha şunu ihtar ediyoruz ki: Türk milletini tahrik etmesinler.



Akşam, 10 Haziran 1969.

KOMANDOLAR KAYSERİ’DE TİYATROYU DİNAMİTLEDİ

Sahne Anadolu Tiyatro Topluluğu tarafından önceki gece Yahyalı ilçesinde temsil edilen Dilenciden Dilenen adlı oyun sırasında Komandolar 350 kişilik seyirci topluluğunun üzerine dinamit atmıştır.

Yazlık bir sinemanın bahçesinde temsil edilen ve çevredeki 10 köy halkı ile muhtarlarının seyrettiği oyun sırasında dışardan atılan ve fitili ateşlenmiş bir dinamit yere düşmeden bir ağaca takılıp kalmış ve orada infilâk etmiştir. Seyirciler ve ilçe halkı paniğe kapılmış, komandolar ise karışıklıktan faydalanarak kaçmışlardır.

Eski DP milletvekillerinden Emin Debelioğlu’nun çiftliğinde ders çalışma bahanesiyle kamp kuran komandoların bu olaya karışıp karışmadıklarının tesbiti için Yahyalı Cumhuriyet Savcısı Ekrem Sezen harekete geçmiştir. Çiftlikteki komandolardan ikisinin İstanbul’dan geldiği tesbit edilmiştir.



Bizim Anadolu, 12 Haziran 1969.

TAŞER: KARANLIK BİR AKİBETE Mİ GİDİYORUZ?

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer, dün basına yazılı bir demeç vererek, <<Türkiye’de düzensizlik başıboşluk ve başı bozukluk çamuruna bulanmış karanlık bir akıbete doğru yuvarlanmaktadır>> demiştir.

Dündar Taşer, bu halin tek sorumlusunun Başbakan Demirel olduğunu söyledikten sonra özetle demiştir ki:

<<İstanbul, Ankara ve diğer şehirlerdeki üniversiteler talebelerin boykot ve işgaline uğramış, öğretim üyeleri, dekan ve rektörler istifa etmiştir. Yargıtay, Danıştay, Sayıştay idareyi protesto için yollara dökülüp yürümüştür. İşçiler sokağa dökülmek üzeredir. Asayiş ve emniyet mefhum olarak bile unutulmuştur. TRT dilinden fikrine kadar keyfine göre hareket etmektedir.>>



Bizim Anadolu, 13 Haziran 1969.

TÜRKEŞ: TÜRKİYE NATO’YA GİRMEKLE İSABET ETMİŞTİR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş dün Eskişehir il merkezinde konuşmuş Türk – Amerikan ilişkilerine temasla <<Komünistler Amerikan düşmanlığını yaygın hale getirerek Türkiye’yi komünist hegemonyası altına sokmaya çalışıyor>> demiştir.

Genel Merkezden bildirildiğine göre Türkeş Türkiye’nin NATO’ya girmesinin isabetli olduğunu ifade ederek <<Türkiye Monako prensliği değildir ki dünyadan elini eteğini çeksin. Türkiye dostlukları ve ittifakları mutlaka Batı’da aramak zorundadır>> demiştir. Türkeş, özetle şunları söylemiştir:

<<İktidarlar değişse bile bu devletin temel prensibi ve davası yeni gelecek hükümetler tarafından tıpkı bir vasiyetname hükmü gibi sadakat ve titizlikle takip edilmelidir.

Türkiye hızla gelişmek mecburiyetindedir ve bunun için de batılıların başta Amerikanın yardımına muhtaçtır. Bugün Türkiye’de Amerika ile dostluğumuzu istemiyenler ve NATO’dan ayrılmamızı istiyenler vardır. Sokaklara dökülenler, NATO’ya hayır mitingleri yapanlar devlet vatan ve millet sevgisinden yoksun anarşistler ve komünistlerdir. Üniversiteliler, aydınlar ve politikacılar artık bu gerçeği görmeli ve bu kızıl oyuna gelmemelidir.>>

TAŞER’İN SÖZLERİ

MHP Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer dün basına verdiği demeçte MHP’nin iktidara gelmesiyle kargaşalıkların önleneceğini söylemiştir.

<<- Üniversiteler yalnız araştırma ve için mabet olacaktır. İşgal boykot fiili durum vesair namlar altında sürdürülen rezalete son verilecektir. Millet için faydalı görülen her kanun çıkacak, yutkunan başvekiller görülmeyecektir. Eşkiyalık, rüşvetçilik ve benzeri bütün ahlâksızlıkların kökü kazınacaktır.
– Komünist anarşist Maocu ve benzeri kökü dışarıda gözü dışarda millet tahripçilerine göz açtırılmayacaktır.
– Millet imkânları milletin menfaatlerine en hızlı usullerle sunulacak, <<Bugün git, yarın gel>> usülüne nihayet verilecektir.
– Adalet mekanizmasında işleme süratlenecek 20 sene süren davalar devri kapanacaktır.>>



Bizim Anadolu, 15 Haziran 1969.

BURSA’DA KONUŞAN MHP LİDERİ A. TÜRKEŞ AÇIKLADI: <<AYDEMİR MENDERES’İ DEVİRİP İKTİDARI İNÖNÜ’YE VERECEKTİ

* Milliyetçi Hareket Partisi Bursa teşkilâtını düzenlediği Dokuz Işık yürüyüşü, evvelki gün tarihî Yeşil Camide kılınan Cuma namazı ve Türk İslâm büyüklerinin türbelerinin ziyaretinden sonra yapılmıştır. Fotoğrafta, <<<Komando>> adı verilen milliyetçi gençler Genel Başkan Alparslan Türkeş ve idarecilerin önünden geçerken görülüyor.

Türkeş, 27 Mayıs darbesine katılış sebeplerini de açıkladı

Milliyetçi Hareket Partisinin Bursa’da düzenlediği 9 Işık yürüyüşü münasebetiyle önceki gün şehrimize gelen MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş Tayyare sinemasında tertiplenen konferansta bir konuşma yapmıştır.

MHP Genel Başkanının konuşması sırasında bir dinleyici söz isteyerek Türkeş’e 27 Mayıs ihtilâline niçin katıldığını sormuş ve kafatasçılık iddiaları hakkında açıklama yapmasını istemiştir.

İNÖNÜ İKTİDARA GETİRİLMEK İSTENİYORDU

Türkeş cevap olarak çok ilgi çekici bir açıklama yapmış ve şunları söylemiştir: <<Talât Aydemir ve arkadaşları uzun zamandan beri bir ihtilâlin hazırlığı içinde idiler. Aydemir, Menderes hükûmetini devirip yerine İnönü’yü getirmek istiyordu. Hatta bana ihtilâle katılmam için teklifte bulunduğu gün bu düşüncesini açıklamıştı. Aydemir’e böyle bir şeyin olamayacağını, milletin İnönü’yü tasvip etmediğini söyledim. Fakat bir müddet sonra ihtilâle katılmak lüzumunu duydum. Çünkü gelişmeler CHP liderinin lehine idi. Artık bir ihtilâlin yapılacağı ve İsmet İnönü’nün Türkiye’nin kaderine hakim olacağı muhakkaktı. Biz buna mani olmak için 27 Mayıs’a katıldık.>>

Kafatasçılık konusunda da açıklama yapan MHP lideri <<Böyle bir iddianın sahibi değiliz. Biz sadece Türk Milliyetçisiyiz. Milliyetçiliğin karşısında olan Komünistler, Siyonistler ve masonlar gayet tabiidir ki bizi kafatasçılıkla suçlamağa kalkacaklardır.>> demiştir.

YÜRÜYÜŞTEN ÖNCE NAMAZ KILINDI

9 Işık Yürüyüşünün yapılacağı gün Türkeş ve parti gençlik kollarına mensup 400’ü aşkın genç toplu halde Yeşil Camie giderek Cuma namazı kılmışlardır. Saat 15.30 da Kültür Parkın önünde başlayan yürüyüşü halk coşkunca alkışlamış, komandoların <<Kahrolsun Komünistler>> nidalarına karşılık <<Yaşasın milliyetçi gençler>> diye bağırmışlardır.

Türkeş yürüyüşten sonra gençlere hitaben bir konuşma yaparak <<Bozkurtlar yürümeye başlamıştır. Artık onları hiç kimse durduramaz.>> demiştir.



Vatan, 15 Haziran 1969.

TÜRKEŞ İKTİDARI SUÇLADI

İzmir, 15 – Millî Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bugün saat 11.30 da Türkistanlılar lokalinde düzenlenen bölge toplantısında bir konuşma yapmış, iktidarı samimiyetsizlikle suçlamıştır. Türkeş konuşmasında özetle şunları söylemiştir.

<<Hileyi, iftirayı, samimiyetsizliği politikalarına basamak yapanlar nasıl olur da demokrasinin ahlâk ve fazilet rejimi olduğunu iddia edebilirler?

Geniş caddelerde methiyesi yapılan, arka sokaklarda ıspanak fiyatına satılan bir rejimin adının demokrasi olması ona ve memlekete ne kazandırır.

Gerçekte insan iradesine saygı, insan varlığına sevgi düzeni olan demokrasi yalan söyleme sanatı, adam kandırma gayreti olarak anlaşılan politikanın etkisinde ve insanı sadece bir oy unsuru ve iktidar basamağı olarak ele alan çelişik düşüncelerin kıskacında gitgide mana ve ruhunu kaybetmektedir. Millî iradeyi şahsî kısır menfaate bağlayan meyhane köşelerinde, dar ve karanlık sokaklarda gizlice birbirlerine rüşvet ve bono veren menfaat ortakları ana caddelerde bağırıyorlar <<yaşasın demokrasi>>.



Türk Yolu, 16 Haziran 1969, Sayı 19.

BOZKURTLAR BURSA, ERZURUM VE OLTU’DA 9 IŞIK YÜRÜYÜŞÜ YAPTILAR

KOMANDOLAR BURSA’DA GÖVDE GÖSTERİSİ YAPTILAR

BURSA - Şehrimizde toplanan MHP mensubu ve Komando adı verilen yüzlerce genç, geçen hafta Bursa’da bir gövde gösterisi yapmıştır. Kollarında özel işaretler bulunan ve disiplinli birer asker gibi yürüyen Komandoların yürüyüşü, Kültürpark önünden başlamış, Setbaşında sona ermiştir. Yürüyüşe Genel Başkan Türkeş de katılmıştır.

Komandolar, yol boyunca, <<Milliyetçi Türkiye>>, <<Komünistler kahrolsun!>> diye bağırmışlardır.

TÜRKEŞ: <<TERTİPTİR>>

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, yaptığı basın toplantısında, üniversitelerdeki işgal olaylarını kınamış, <<Bu hareketler millî bütünlüğümüze kasteden bir kısım çevrelerin tertibidir>> demiştir.

<<Üniversiteyi silâh ve sopalarla işgal eden ve bu millî üniversiteleri anarşi yuvası haline getirenlerin sayılarının üniversite camiasına oranla çok küçük olduğunu>> belirten Türkeş, şöyle konuşmuştur.

<<Yaptığımız müşahadelere göre olayların tertip ve tatbikçileri, gizli ve açık faaliyet gösteren komünist ajanlarla, Türkiyenin kaderi üzerinde kumar oynamak isteyen gizli kuvvetlerdir.>>



Türk Yolu, 16 Haziran 1969, Sayı 19.

FEYZİOĞLU VE KOMANDOLAR

Geçen hafta il kongresine katılmak üzere İzmir’e gelen GP Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu, Çiğli hava alanında partililer tarafından karşılanmayınca, MHP Genel Başkanı Türkeş’i beklemekte olan Komandolar kendisine tezahürat yapmışlardır.

Aynı uçakla gelmesi beklenen Alparslan Türkeş’i karşılayacak olan kalabalık bir Komando grubu uçaktan inen Feyzioğlu’nun yalnızlığını görünce kendisine alkış tutmuşlardır. Bu arada MHP İl Başkanı Avukat Sadi Akkent de Feyzioğlu’na bir buket vererek <<hoş geldiniz>> demiştir.

Türkeş, bir sonraki uçakla İzmir’e gelmiş ve Bozkurtlar tarafından karşılanmıştır.



Vatan, Zafer, 17 Haziran 1969.

TÜRKEŞ: AP BİTKİSEL HAYAT YAŞIYOR

İzmir, 16 – Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı düzenlediği basın toplantısında, siyasi hakların iadesi konusunda ordunun hiç bir zaman bir karşı harekete girişmeyeceğini söylemiş, <<148 kişi için ordu ihtilâle kalkışmaz>> demiştir. Türkeş sözlerine şunları eklemiştir:

<<- Siyasi hakların verilmesi, bahse konu olan 148 kişinin yaralarının sarılması, küskünlüklerin giderilmesi içindir. Demirel ve arkadaşları oy istismarı için yıllardan beri bu konuyu kullanmışlardır. İnönü yüksek bir anlayış göstererek, Demirel’in iki yüzlü politikasını ortaya çıkarmıştır.>>

MHP Genel Başkanı, iktidarın ordu alt kademelerinden baskı yapıldığı yolundaki beyanatına da değinmiş, <<Bu asılsızdır>> dedikten sonra şöyle konuşmuştur: <<Türk ordusu, 148 kişi için ihtilâle kalkışmaz. Eğer iddia edildiği gibi bir baskı var idiyse niçin Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu teklifi parlamentoda destekleyen 5 partinin liderlerini toplantıya çağırıp anlatmamıştır?>>

Türkeş son üniversite olaylarına da değinmiş, bunların bir ihtilâl provası havasını taşıdığını söylemiş, gazetecilerin, <<Bu hareketlere hükümet niçin göz yumuyor>> şeklindeki sorusuna ise, <<AP iktidarı bitkisel hayat yaşıyor da ondan.>> cevabını vermiştir.

Türkeş, aynı toplantıda Türk gençliğine bir çağrıda bulunmuş ve <<buluşma yerimiz ne doğudur, ne batıdır, ne sövgüdür, ne de sömürü. Sadece Büyük Türkiye’dir>> demiştir.



Zafer, 18 Haziran 1969.

TÜRKEŞ: SİYASÎ AF İLE KIRGINLIKLAR GİDERİLECEKTİR

İzmir - Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün partisinin il merkezinde konuşmuş, <<Müşterek dertler, müşterek kederi doğurur. Bu sebeplerle Türkiye’de bir genel affın çıkarılmasını, vatandaşlar arasındaki kırgınlıkların giderilmesini önemli bir hizmet saymaktayız>> demiştir.

<<İnsanlar açlığın ve yokluğun sebebini yalnız istihsalin ve imâlatın azlığında, toprağın verimsizliğinde ve kısırlığında aramamalıdır. Toprak verimi, bire ondan bire yüze yükselse de, eğer bir ülkenin insanları saygıda, sevgide, hak ve adalette birleşemiyorsa, o ülkede açlar toklar yine birbirlerile çatışacaklardır. Zamanımızda, sosyal, ekonomik, manevi buhran bütün dünyayı ve insanlığı sarmıştır.

Eskimolardan yamyamlara varıncaya kadar bütün devletlerin iştahını ve emelini üzerinde toplayan güzel Türkiyemizin her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe, kardeşliğe ihtiyacı vardır. Unutulmamalıdır ki, müşterek dertler, müşterek kederi doğurur. Bu sebeplerle Türkiyede bir genel affın çıkarılmasını, vatandaşlar arasındaki kırgınlıkların giderilmesini önemli hizmet saymaktayız. Bu duygu ver düşüncelerle büyük meclis genel şumullü bir af tasarısı getirdik, siyasî hükümlülerin aflarının da böyle geniş ve şümullü bir af çerçevesi içinde ele alınması tepkileri önleyici olurdu. Fakat iktidarın kısa görüşlülüğü buna imkân vermedi.>>



Bizim Anadolu, 21 Haziran 1969.

MHP GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞINA YILANLIOĞLU GETİRİLDİ

MHP başkanlık divanında değişiklik yapılmış, Muzaffer Özdağ’ın istifasıyla boşalan genel başkan yardımcılığına eski genel sekreter İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, genel sekreterliğe de Mıstafa Kemal Erkovan getirilmişlerdir. MHP Başkanlık divanının aldığı yeni şekil şöyledir:

Genel Başkan: Alparslan Türkeş.
Genel Başkan Yardımcıları: Dündar Taşer, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu ve Osman Yüksel Serdengeçti.
Genel Sekreter: Mustafa Kemal Erkovan.
Genel Sekreter Yardımcıları: Kâmil Turan, Süleyman Sürmen ve Oğuz Özgür.
Genel Sayman: Mehmet Yönet.
Genel Sayman Yardımcıları: İbrahim Metin ve Hasan Çulhaoğlu.



Bizim Anadolu, 21 Haziran 1969.

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİ ZİYARET EDEN TÜRKEŞ: <<TÜRK MİLLETİNİ BÜYÜK SİLKİNİŞE ÇAĞIRIYORUZ>> DEDİ

İzmir’den Ezine’ye gelen Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş yaptığı konuşmada; <<Komandolar, kanunları korumak için kurulmuş bir teşkilâttır. Bunlar birer fikir kuvvetidir.>> demiştir.

MHP Genel Başkanı Türkeş, son üniversite olayları karşısında hükümetin takındığı tutumu tenkit etmiş ve olayları <<rejimi temelinden sarsıcı olarak>> nitelendirmiştir.

Ezine’den sonra Çanakkale’ye gelen MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, doğruca şehitler anıtına gitmiş, bir çelenk koyduktan sonra saygı duruşunda bulunmuştur.

Şehitler Anıtı’nda bir konuşma yapan Türkeş <<İmanın küfre, hakkın zulme galebe çaldığı muhakkaktır. Bu kutsal topraklarda bunu binlerce defa ispatlamış olan aziz şehidlerimizin ruhlarını ve hatıralarını saygı ile anarken Türk milletini büyük silkinişe çağırıyorum.>> demiştir.

Türkeş il merkezindeki basın toplantısında af konusuna da temas etmiş <<Biz affı destekledik. Tasarı Senato’ya gittiği zaman Demirel oyununu yine oynadı. Ne imiş, ihtilâl olacakmış! O halde hükümet olarak neden tedbir almamış? Madem böyle bir endişesi varmış niçin İsmet Paşa’yı Türkeş’i ve diğer parti liderlerini Cumhurbaşkanı nezdinde bir toplantıya davet edip görüşmemiş? Gaye o değil. Üçde iki çoğunluk alamamış Demirel’in bu çoğunluğu sağlamak için daha çok milletvekili ile iktidara gelmesi lâzımmış.>> demiştir.



Tercüman, 23 Haziran 1969.

TÜRKEŞ: ÜNİVERSİTELER SIKINTI SEBEBİDİR

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş gençlik kolları toplantısında konuşmuş ve <<Türkiyenin düştüğü ağır buhran ve sıkıntılar üniversite ve aydınlardan gelmektedir>> demiştir. Türkeş kırtasiyecilikten yakınmış, devletin kuvvetli olması ile bütün sıkıntıların sona ereceğini sözlerine eklemiştir.



Devlet, 23 Haziran 1969, Sayı 12.

MHP’NİN BÖLGE TOPLANTISI

Geçtiğimiz hafta sonunda Milliyetçi Hareket Partisi, Ege Bölgesini temsilen il ve ilçelerden gelen delegelerin ve Genel Merkez üyelerinin bazılarının iştiraki ile İzmir’de bir bölge toplantısı yaptı. Toplantıya Trakya ve Marmara havzasında gezilerini tamamlayarak İzmir’e gelen Alparslan Türkeş başkanlık etti.

BURSA 9 IŞIK YÜRÜYÜŞÜ

Geçen hafta içinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, hâlâ devam eden uzun bir geziye çıktı ve bu gezisi sırasında memleketin çok önemli meseleleri üzerinde durdu. Özellikle komünist tahrikler, 27 Mayıs, ırkçılık ve iktidarın yetersizliği hakkında düşüncelerini açıkladı.

Eskişehir üzerinden Bursa’ya gelen Türkeş Tayyare sinemasında bir konferans vermiştir. Konferansında Türkiye’nin temel meseleleri ile kalkınma yolları üzerinde duran ve 9 Işık doktrinini anlatan Türkeş, 27 Mayıs’a katılma sebebiyle ilgili bir soruya: <<Talât Aydemir ve arkadaşları uzun zamandan beri bir ihtilâlin içinde idi. Aydemir Menderes hükümetini devirip yerine İnönü’yü getirmek istiyordu. Hatta bana ihtilâle katılmam için teklifte bulunduğu gün bu düşüncesini açıklamıştı. Aydemir’e bunun olamıyacağını, Türk ordusunun bir parti için ihtilâl yapmayacağını, milletin tümüne ait olduğunu ifade ile İnönü’yü millet tasvip etmiyor dedim.

Fakat bir müddet sonra ihtilâle katılmak lüzumunu duydum. Çünkü gelişmeler CHP liderinin arzusuna uygundu. Artık bir ihtilâlin yapılacağı ve İnönü’nün Türkiye’nin kaderine hakim olacağı muhakkaktı. Biz buna mani olmak için 27 Mayıs’a katıldık.>> cevabını vermiştir. Dinleyicilerin kafatasçılık konusundaki sorusunu da cevaplandıran MHP lideri, <<Böyle bir iddianın sahibi değiliz. Biz sadece Türk milliyetçisiyiz. Milliyetçiliğin karşısında olan Komünistler, Siyonistler ve masonlar gayet tabiidir ki bizi kafatasçılıkla suçlamağa kalkacaklardır.>> demiştir.

Daha sonra Ankara ve İstanbul’dan gelen komandolar Bursalıların coşkun tezahüratı arasında 9 Işık Yürüyüşü yapmışlardır. 9 Işık Yürüyüşü’nün yapılacağı gün Türkeş ve Gençlik kollarına mensup 400 kadar komando toplu halde Yeşil Camii’e giderek Cuma namazı kılmışlardır. Halk tarafından memnuniyetle karşılanan bu Cuma namazından sonra yürüyüşe geçen komandolar, Bursa caddelerini <<Milliyetçi Türkiye>>, <<Bozkurtlar Geliyor>> ve <<Kahrolsun Komünistler>> sözleriyle inletmişlerdir. Yürüyüş sonunda Bozkurtlara hitaben sert ve kısa bir konuşma yapan Türkeş, <<Bozkurtlar yürümeye başlamışlardır. Artık onları hiç kimse durduramaz.>> demiştir.

Bursa’dan ayrılmadan önce İl Merkezinde bir konuşma yapan MHP lideri Türkeş memleketin içine düştüğü anarşi hareketlerine temas etmiş ve bunların zararından memleketi korumakla görevli olan hükümetin tutumunu kınayarak <<İktidar komünistlere ve anarşist hareketleri çıkaran üniversite öğrencilerine müsamahakâr davranıyor. Tecziye edilmesi gerekirken, nasihat ediyor>> demiştir. Konuşmasında 9 Işık doktrini ve partisinin iktidara geldiği zaman yapacağı sosyal reformları misallerle açıklayan MHP lideri Türkeş, memleketin çeşitli yerlerindeki tiyatrolarda yer alan komünist eğilimli eserlere de dikkati çekmiş ve bu konuyu İçişleri ile Millî Eğitim Bakanlarının ele alması gerektiğini ifade etmiştir. Partisinin İzmir’de yapacağı Ege Bölgesi toplantısında bulunmak üzere Bursa’dan ayrılan Türkeş, Çiğli Hava Alanında Bozkurtlar ve partililer tarafından karşılanmıştır. Muntazam sıralar halinde Türkeş’i bekleyen Komandoları, Türkeş’ten önce havaalanına gelen Turhan Feyzioğlu görünce kendi partisinin mensupları sanarak çok memnun bir tavırla onlara doğru yürümüş, fakat komandoların yakalarındaki 3 Hilâlli MHP işaretlerini görünce şaşırmış ve yüzündeki tebessüm bir anda kaybolmuştur. Daha sonraki uçaktan Türkeş inmiş, İzmir Kadın Kolları Başkanının verdiği buket ve muntazam sıralar halindeki gençlerin söylediği marşlarla karşılanmıştır.



Millî Işık, Temmuz 1969, Sayı 27.

GENÇ BOZKURTLAR BURSA’DA YÜRÜYÜŞ YAPTI

Milliyetçi gençlerimizin son olarak Bursa’da yaptıkları gösteri yürüyüşü büyük bir başarı ile geçti. Son zamanlarda gittikçe gemi azıya alan sol militanların karşısında Türklüğün sembolü bir abide heybetiyle yer alan milliyetçi genç bozkurtlar, Türk milletinin geleceğine bağlanan ümitleri her geçen gün biraz daha kuvvetlendirmektedirler. Bursa yürüyüşünde, genç bozkurtlar büyük bir disiplin içinde, vakur ve heybetli bir geçit resmi yapmışlar, böylece dostlara güven, düşmanlara korku vermişlerdir. Resimde yürüyüş yapan milliyetçi gençlerin bir kısmı ile taşıdıkları pankartlardan biri görülmektedir.



Bizim Anadolu, 24 Haziran 1969.

TÜRKEŞ, KARTAL VE PENDİK’TE MİLLÎ ŞUURU UYANDIRACAĞIZ>> DEDİ

Ümit Sinan TOPÇUOĞLU

Evvelki gün saat 18.30 da Pendik’e gelen MHP Genel Başkanı Bozkurtlar, dişi Bozkurtlar ve büyük bir halk kütlesi tarafından karşılanmıştır.

Türkeş’i Pendik çarşısı dışında karşılayan kalabalık Başbuğlarını aralarına alarak toplantının yapılacağı kıraathaneye kadar toplu halde yürümüşlerdir.

Yürüyüş boyunca Başbuğlarını aralarında görmenin sevinci içinde hançerelerini yırtarcasına Türklük marşları söyleyen Bozkurtlar toplantının yapılacağı salonun önünde biriken kalabalık bir grup tarafından çılgınca alkışlandıktan sonra salonu doldurmuşlardır.

Toplantının başlamasiyle mikrofona gelen MHP İl Başkanı Baha Bahattin Erman salonda bulunanların Türklük damarlarını şahlandıran bir açılış konuşması yaptıktan sonra mikrofonu MHP Genel Başkan Yardımcısı Kastamonu milletvekili İsmail Hakkı Yılanlıoğlu’na bırakmıştır. Mikrofona en son gelen MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş özetle şunları söylemiştir:

<<- Türkiye’yi bir anarşiye sürüklemek isteyen komünist taslaklarına karşıyız. Bu komünistler devletin âsayişi korumakla görevli polis kuvvetlerine karşı gelmekte, taş, molotof kokteyli atmakta ve araba yakmaktadırlar. Bunların arkasında bir takım satılmış komünist kışkırtıcılar vardır.

Biz parti değil, millete Türkçülüğü, Türklük sevgisini aşılamaya çalışan Türk Milliyetçileriyiz.

Gayemiz Türkiye’yi, Türk milletini kalkındırmaktır. Bunun için de ilk önce Millî Şuurun uyandırılması lâzımdır.>>

KARTAL’DA AÇIKLANAN REFORMLAR

Pendik’teki konuşmalar bittikten sonra kafileler halinde Kartal’a gidilerek toplantının yapılacağı salonda toplanılmıştır.

Türkeş Kartal’da yaptığı konuşmasında Milliyetçi Hareketin bayrak edindiği altı büyük reformdan söz ederek özetle şunları söylemiştir.

<<- Altı büyük reform Türkiye’nin bütün dertlerini yok edecektir.>>



Bizim Anadolu, 24 Haziran 1969.

TÜRKEŞ: LÂİKLİK , DİNDARA VE İSLÂMİYETE HAKARET ETMEK DEĞİLDİR!..

Dün Parti İl Merkezinde vatandaşlarla bir sohbet toplantısı yapan Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş <<Millî bayramlarda yapılan resmî kabullere Rum, Ermeni, Yahudi cemaatlerinin dini liderleri şeref misafiri olarak davet edilirken, İstanbul Müftüsünün adının anılmaması büyük Türk milletine hakarettir, biz bunu böyle telakki ediyoruz.>> demiştir.

Partisinin laiklik görüşünü izah eden Alpaslan Türkeş <<Bizim lâiklik anlayışımız CHP’ninki ile aynı değildir. Biz lâikliği dindarı küçük görme veya İslâmiyete hakaret olarak telâkki etmiyoruz.>> demiş ve milletimizin geri kalmasına sebep olarak İslâmiyeti gösterenlere sert bir cevap vermiştir.

<<- Türk Milletinin geri kalmasına sebep olarak İslâmiyeti gösteren bazı Yahudi kafalı aydın ve ilim adamları vardır. Halbuki İslâmiyet, cemiyet ve milletleri daima ilerlemeye teşvik etmiş nereye gittiyse ilim, irfan, ahlâk ve medeniyet götürmüştür. Tarih bunun misalleri ile doludur. Hâl böyle iken, dinimize çatanlardan mutlaka şüphe etmemiz gerekmektedir. Şunu söylemek isterim ki; Türk milletini bilek gücü ile yıkamayacaklarını anlayan dış ve iç düşmanlarımız bizi mânen yıkmak istemişlerdir. Bunda ne dereceye kadar başarılı olduklarını din düşmanı bazı parti, politikacı ve Türk Yükseltme Cemiyeti adı altında çalışan Türk mason locaları ve onların açılmasına ve yıkıcı faaliyet göstermesine müsaade edenler göstermektedir.>>

Türkeş daha sonra milliyetçi hareketin Türk milletinin ruhundan fışkıran hareket olduğunu söylemiş ve <<Milliyetçi Hareket milliyetçi gençliğin, müslüman Türk milletinin hareketidir. Mücadelemiz çetindir. Düşen düşer, ayrılan ayrılır, fakat kalan sağlar bizimdir. Bu mücadelede Allah ve yüce Milletimiz bizimle beraberdir.>> diyerek sözlerini bitirmiştir.



Ekspres, 24 Haziran 1969.

TÜRKEŞ <<BÜYÜK ÜLKÜMÜZE KOŞUN>> DEDİ

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş İstanbul İl Merkezinde partililerle bir toplantı yapmıştır. Parti İl Başkanlığının yayınladığı basın bültenine göre, Türkeş yaptığı konuşmada, <Türkiye’nin geri kalmasının İslâmiyete bağlanmıyacağını>> söylemiştir.

Bir millî bayramda yapılan kabulde valinin şeref misafiri olarak Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerinin dini liderlerinin bulunmasına rağmen, İstanbul Müftüsünün davet edilmeyişini yeren Türkeş, saha sonra şunları söylemiştir:

<<Türkiye’nin topyekûn kalkınması ve milletimizi yüzde 74’nü teşkil eden 23 milyon köylünün bu seferberliğe katılmasına köy öğretmenleriyle köy imamı birinci derecede rol oynayacaktır. Şayet bugün bu iki insan birbirine düşman gözüyle bakmaktaysalar, bu milli faciadır.

Milliyetçi hareket bir gençlik hareketidir. Milliyetçi hareket yeni bir akıncılar hareketidir. Milliyetçi hareket bozkurtlar hareketidir.

Bozkurtlar, mücadele çetindir, fakat sonu zaferdir. Bütün engelleri aşarak büyük ülkümüze doğru koşunuz.>>



Zafer, 30 Haziran 1969.

TÜRKEŞ KONUŞTU

ANARŞİSTLER 9 YILDA GEMİ AZIYA ALDILAR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün İl Merkezinde gençlerle bir süre konuşmuş ve sokaklarda ellerinde molotof kokteylleriyle taşlar ve sopalarla polislere saldıranları kınamış ve <<Efendice yürüyüşe evet, sağa sola saldırıp, devlet ricaline edepsizce sataşmak, cam ve çerçeve kırma hürriyetine hayır. Öğrenci haklarının savunulmasına evet, ama sövüp sayma üniversiteyi işgal ederek rektörü tartaklama, hatta öldürmeye teşebbüse hayır. Bizim iktidarımızda böyle rezalet ve kepazeliklere yer verilmeyecek müsamaha edilmeyecektir.>> demiştir.

Türkeş konuşmasında, sosyalist ve komünistlerin bilhassa son dokuz yıl zarfında gemi azıya aldıklarını belirtmiş ve <<komünistler hürriyet diye diye iktidara geçerler sonra da despotluğun, diktatörlüğün dikâlasını tatbik ediverirler.>> demiş konuşmasına özetle şöyle devam etmiştir:

<<Belli çevrelerde sosyalist ve komünistler bilhassa son 9 yıl içinde bir Özgürlük’tür tutturdular. Bu kelime her ne kadar Hürriyet karşılığı olarak mahutlar tarafından kullanmakta ise de bir ilim adamımızın dediği gibi Özgürlük kelimesi Despotizm anlamına gelmektedir. Garip bir tesadüfle bu kelime komünistlerin iç yüzünü ne de güzel açığa çıkarmaktadır. Komünistler Hürriyet diye diye iktidara geçerler sonra da Despotluğun, diktatörlüğün dikalâsını tatbik ediverirler…

Biz tam ve mutlak mânâda Hürriyetçiyiz, ancak yurttaşlık bilgisi kitaplarında bile yer almış olan bir gerçeği ifade etmeliyim; Bir şahsın hürriyeti diğer bir şahsın hürriyeti ile sınırlıdır. Yâni hürriyetimizi, bir başkasının zararına, onun hak ve hürriyetine tecavüz eder şekilde kullanamayız. Kullanmaya kalkarsak kanunu karşımızda buluruz.

Şimdi bunu şumullendirelim; Cemiyet, Millet hayatına tatbik edelim netice yine aynıdır.

Bu kadar açıklığına rağmen hürriyet kavramı bugün sevgili Türkiyemizde çok değişiklik göstermektedir. Her çeşit hürriyet toplumun, milletin menfaatleriyle çelişmekte, çelişmek ne kelime bu menfaatleri ayaklar altına alıp çiğnetmektedir. Biz böyle bir hürriyet anlayışının sahibi değiliz. Türk’e, Türk Milletine yararlı ve lüzumlu olmayan hürriyete aslâ razı değiliz ve müsaade etmiyeceğiz.>>



Bizim Anadolu, 2 Temmuz 1969.

TÜRKEŞ: MİLLET, YENİDEN TÜRK İSLÂM MEDENİYETİNİ KURMAK AZMİNDEDİR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, dün partisinin Düzce il kongresine gönderdiği mesajda, medeniyetlerin imân, ilim, ahlâkla kurulduğunu, yine medeniyetlerin iman, ilim ve ahlâk noksanlığından yıkıldığını ifade etmiş <<Bugün Türkiye’de Türk milliyetçiliğinin büyük gelişmesinden korkanlar, ürkenler yeni yeni tertip ve tedbirler içimdedirler>> demiştir. Türkeş’in Düzce ilçe kongresine gönderdiği mesaj özetle şöyledir:

<<Soruyorum güneşin varlığını inkâr edenler, güneşe zarar verebilirler mi?
Soruyorum dünyanın döndüğüne inanmayanlar, dünyanın hareketini durdurabilirler mi?

Bugün bütün vatandaşlarımı her rüzgâra göre cephe değiştiren siyasetin üzerine çıkarak meseleleri incelemeye ve değerlendirmeye çağırıyorum. Çünkü bir ülkede binlerce kişinin ölmesiyle bir devlet yıkılmaz fakat bir hakkın çiğnenmesile koca bir medeniyet çökebilir.

Kat’i kanaatim şudur ki, Türk milleti siyasî partilerin basit tüzük ve programlarının kapsıyamıyacağı yeni büyük Türk İslâm medeniyetini kurma azim ve kararındadır. Türk milletinin topyekûn imkân ve kabiliyetlerini dar sınırlar içine sokmak yerine, onun temayülleri istikametinde seferber etmek gerekmektedir.

Hatırlatmak isterim ki, Anadolu yaylasının jeopolitik direktifi, bizden, büyük devlet istiyor…

Yine hatırlatmak isterim ki, bir ferdi olmakla şeref ve gurur duyduğumuz Türk milleti devlet kurma kabiliyeti olan bir millettir ve tarih bunlara ait örneklerle doludur.>>



Hürriyet, 3 Temmuz 1969.

TÜRKEŞ AÇIKLADI: 34 İLDE KOMANDO KAMPI AÇILIYOR

BOKSÖRLER, GÜREŞÇİLER, EMEKLİ KOMANDO SUBAYLARI KAMPLARDA DERS VERECEK

Kurdukları kamplarda yetiştirdikleri gençler sayesinde geçen öğrenim yılı içinde üniversite ve yüksek okullarda varlığını hissettiren Milliyetçi Hareket Partisi, bu yıl da 34 ilde daha gençlik kampı altında komando kampı açmayı kararlaştırmıştır. Karar Genel Başkan Alparslan Türkeş tarafından dün resmen açıklanmıştır.

Türkeş’in bizzat açılacağını bildirdiği bu kampları, Genel Başkan yardımcısı Dündar Taşer yönetecektir. Dündar Taşer’e bağlı olarak açılacak olan kamplarda judo, güreş, boks ve diğer çeşitli spor dallarında şöhrete ulaşmış eski kıymetler ders vereceklerdir. Kamplarda emekli subaylara da görev verilmiştir. Emekli subaylar da gençlere komando eğitimi yaptıracaklardır.

Yurdun çeşitli bölgelerindeki 34 ilde kurulacak kamplarda, gençlerin beş vakit namaz kılmaları da serbest olacaktır. Kamplarda gençlerin namazları toplu olarak mı, yoksa ayrı ayrı mı kılacakları hususu açıklanmamıştır.

MHP Genel Başkanı Türkeş dün Parti Merkezinde gençlere hitaben yaptığı konuşmada, bu konularda bilgi vermiş, gençlerin 19 Mayıs’ta ve 23 Nisan’da hatırlandığını belirtmiş ve “Büyük ve kudretli Türkiye, genç omuzlar üzerinde yükselecek ve çağdaş medeniyet ufuklarından bir güneş gibi doğacaktır.” demiştir.

Türkeş, genç nesli devletin teminatı saydığını bildirmiş, genç nesli sokak kavgaları, meydan mitingleri, nümayişler, işgaller, boykotlar, kanun dışı anarşist olaylar içinde görmek istemediklerini, bu davranışları tasvip etmediklerini hatırlatmış, gençlerin bu enerjisinin sanat ve kültür alanında değerlendirilmesi amacı ile kamplar açmayı kararlaştırdıklarını söylemiştir.

Türkeş, eskiden orta dereceli okullarda izcilik ve askerlik kampları açıldığını bildirmiş, bu kampların kapanmasından doğan 30 yıllık boşluğu doldurmak amacı ile “gençlik ve spor” kampları açacaklarını söylemiş, sözlerine şunları eklemiştir:

5 VAKİT NAMAZ

“Bu yıl 34 ilde kamplar açacağız ve beş vakit namaz esasına göre ayarlanan eğitim öğretim, kültür ve sanat faaliyetleriyle Bozkurtlarımızı çelikleştirecek, birer iman, inanç âbidesi haline getireceğiz. Çünkü bizim istediğimiz gençlik, hukuk ve nizam tanımayan, hak ve adalete riayet etmeyen başı boş, anarşist asî ruhlu gençlik değil, kanun ve nizamlara saygılı, hak ve adalete riayetkâr, memleket kalkınmasında seferber olan, ne yapacağı belli, tuttuğu bayrak belli, millî kültür ile yoğrulmuş millî ülkülere gönül vermiş disiplinli gençliktir.”

Türkeş, üniversite olaylarının akıl ve kanun dışı olması sebebiyle bunların “Komünist merkezlerden idare edildiğini anladıklarını” da bildirmiş, gençlere seslenerek, kendi yanlarına gelmelerini istemiş, “Son pişmanlık fayda vermeyecektir.” demiştir.

Türkeş’in bu konuşmasını yorumlayan ve kamplar hakkındaki soruları cevaplandıran Genel Sekreter yardımcısı Süleyman Sürmen de kamplara katılacak gençlere, “Millî mefkûre ruhu yaratmak, beden ve ruhî bakımdan gelişmelerini sağlamak” amacı ile namaz da kılınacağını, ancak namazın mecburî olmadığını da söylemiş, “Kamplarda yetişmiş eski güreşçiler, eski boksörler, judocular ve bazı emekli subaylar hoca olarak ders verecek. Kamplarda silâh eğitimi olmayacak. Bizim silâhla, cephaneyle işimiz yok.” demiştir.



Bizim Anadolu, 3 Temmuz 1969.

BEŞ VAKİT NAMAZ ESASINA GÖRE KAMP EĞİTİMİ

TÜRKEŞ: GENÇLİK MİLLÎ KÜLTÜRDEN MAHRUM

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Türkeş, dün parti genel merkezinde gençlere hitaben yaptığı konuşmada, çeşitli gençlik meselelerine temas etmiş, Türk gençliğine güvenin sonsuz olduğunu belirterek, <<Büyük ve kudretli Türkiye gene omuzlar üzerinde yükselecek ve çağdaş medeniyet ufkundan bir güneş gibi doğacaktır.” demiştir.

Türkeş konuşmasında, genç nesli devlet ve milletin bir teminatı olarak gördüklerini, gençliğin büyük enerjisinin sokak kavgaları, meydan nümayişleri ve kanun dışı olaylar içinde kaybolmasına asla razı olamıyacaklarını belirtmiş ve şunları söylemişti.

BEŞ VAKİT ESASINA GÖRE KAMP EĞİTİMİ

Biz Türk milliyetçileri olarak, sağlam kafa ve sağlam beden prensibine inanıyoruz. Ve husule gelen 20 yıllık boşluğu gençlik ve spor kamplarıyla doldurmağa çalışıyoruz. Bu yıl da 34 ilde kamplar açacağız ve beş vakit namaz esasına göre ayarlanan eğitim, öğretim, kültür ve san’at faaliyetleriyle Bozkurtlarımızı çelikleştirecek, birer iman, inanç âbidesi haline getireceğiz. Çünki bizim istediğimiz gençlik, hukuk ve nizam tanımayan, hak ve adalete riayet etmeyen başıboş, anarşist, âsi ruhlu gençlik değil, kanun ve nizamlara saygılı, hak ve adalete riayetkâr, memleket kalkınmasında seferber olan, ne yapacağı belli, tuttuğu bayrak belli, millî kültür ile yoğrulmuş, millî ülkülere gönül vermiş disiplinli gençliktir.>>

GENÇLİK MİLLÎ KÜLTÜREN YOKSUN BIRAKILMIŞ

Bir kere daha gelmiş geçmiş iktidarları, hükümetleri suçluyorum. Bütün bu olaylar ve bu gençlik buhranları sizin eserinizdir. Sizin 30 yıldır millî şuur ve kültürden mahrum bıraktığınız gençlik, tutunacak dal arayınca önüne işte komünistler, kozmopolitler, züppeler, masonlar ve siyonistler çıktı ve tutunacak dal diye zevk ve sefahati, materyalizmi, din ve millet düşmanlığını, başıbozukluk ve anarşizmi sundu ve gençlik bölündü, parça parça oldu. Siz halka dönüksünüz, bu gençler ve akıl hocaları bir kısım milletten kopmuş profesör halka dönük öyle mi? Sizin yüzünüzü bilmem, ama hep sırtınız zavallı halkımıza dönük kaldı. Siz bu milleti ne zaman anlıyacak ve ona hizmetkâr olacaksınız?



Vatan, 3 Temmuz 1969.

TÜRKEŞ: GENÇLİK SADECE 23 NİSAN VE 19 MAYISTA HATIRLANIYOR



Haber, 4 Temmuz 1969.

MHP’NİN KOMANDO KAMPLRINDAN BİR KISMINDA EĞİTİM ŞİMDİDEN BAŞLADI

MHP Genel Sekreter Yardımcısı Süleyman Sürmen, dün verdiği bir demeçte, gençlik kollarına mensup gençlerin katılmasıyle bu sene 34 ilden bazılarında 1 Temmuz tarihinden itibaren eğitime başlanıldığını açıklamıştır.

MHP Genel Sekreter Yardımcısı Süleyman Sürmen, Haber Ajansına verdiği demeçte, kış aylarında partinin kurmay heyetleri tarafından komando eğitimi için bir plân hazırlandığını, bu plâna uygun olarak gençlerin eğitime tabi tutulduğunu söylemiştir. Sürmen, gençleri kahve köşelerinden, dejenere olmaktan kurtarmak için bu kampların düzenlendiğini, parti programına ve millî mefkûreye uygun olarak hazırlanan ideolojilerin benimsetildiğini ileri sürmüş, bu arada gençlerin muharip sınıf halinde yetiştirildiklerini de bildirmiştir.

Genel sekreter yardımcısı, bir çok illerden kampların kurulması için müracaat alındığını, bunun üzerine de 34 ilde kamp teşkiline karar verildiğini ifade etmiş, bu kamplardan bazılarında 1 Temmuz’dan itibaren eğitime başlanıldığını söylemiştir.

Sürmen, komando eğitimleri konusunda halk arasında çeşitli dedikoduların çıkarıldığını ifade etmiş, <<bazı vatandaşlarımız, komünizme karşı kontro hareket olarak gördükleri için, bizlere maddî veya manevî yardımda bulunmaktadırlar. Yoksa, ne isim yapmış kimselerden ne de AP Hükümetinden bir yardım aldığımız yoktur.>> demiştir.

Sürmen’in yaptığı açıklamaya göre, açılmasına karar verilen 34 Gençlik kampının bulunduğu illerden bazıları şunlardır.

Çorum, İstanbul, Çanakkale, İzmir, Adana, Tarsus, Kayseri, Sivas, Antalya, Ankara, Bursa, Erzurum, Erzincan, Adıyaman, Malatya, Adapazarı, Konya, Muğla, Çankırı, Zonguldak, Ordu ve Trabzon.



Bizim Anadolu, 4 Temmuz 1969.

YILANLIOĞLU: AHLÂK BUHRANI TÜRKİYE’MİZİ TEHDİT EDİYOR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı İsmail Hakkı Yılanlıoğlu dün Kastamonu’da verdiği bir demeçte <<açılış törenlerine temasla>> bir milletin sadece madde alanında yükselmek suretiyle huzura kavuşacağını sanmak gaflettir>> demiştir. Yılanlıoğlu’nun demeci özetle şöyledir:

<<İşte bu gafletin devamıdır ki üniversite gençliğini, Üniversiteleri kapattıracak hale, Millî Eğitimi gayri millî, kozmopolit bir eğitime, edep ve haya timsali Türk kızlarını edep dışı hareketlere, güzel Türk ve İslâm ahlâkını tahrife sürükledi. Bugün bir tehlike halini alan ahlâk buhranı, sosyal düzen buhranı, ideoloji buhranları halinde karşımıza çıkmakta ve bütün bunların kaidesinde iktisadî düzensizlik ve yetersizlik bir temel taşı gibi yatmaktadır. Temeldeki yetersizlik yüzünden bina kayıyor, yaldızlı sütunlar kaymaya başlamıştır.>>



Bizim Anadolu, 6 Temmuz 1969.

TÜRKEŞ: ROMA’YI YIKAN FESTİVALLER TÜRKİYE’YE BİR ŞEY KAZANDIRMAZ

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş partisinin Düzce’de düzenlediği bir toplantıda konuşarak <<Hükümetin bu günkü politikası yüzünden ciddi tehlikelerle atıldığını>> ileri sürmüştür.

MHP Genel Başkanı Türkeş daha sonra turist çekmek için Efes ve Fethiye’de düzenlenen festivallerde Roma’yı yıkıntıya sürükleyen ahlâksızlıklara yer verildiğini söyliyerek <<Bunlar Türkiye’ye bir şey kazandırmak şöyle dursun, Türk Milletini çökertir.>> demiştir.

Gelişinde MHP’li komandolar ve partililer tarafından marşlarla karşılanan Türkeş diğer partililerle birlikte bir süre sohbet etmiştir.



Saklambaç, 6 Temmuz 1969.

YÜZLERCE GENÇ KIZ KOMANDO OLMAK İÇİN TÜRKEŞ’İN PARTİSİNE GİRİYOR

* Komando yetiştirmek için 34 kamp kuracak olan Milliyetçi Hareket Partisine kızlar da ilgi duymaya başlamışlardır. Ankara’da “Bizim erkeklerden nemiz eksik?” diyen yüzlerce genç kız komando olmak için MHP’ye girmeye başlamışlardır. Resimde komando kurslarına katılacak olan genç kızlar parti tüzüğünü incelerken toplu halde görülmektedirler.

* Alparslan Türkeş’in Genel Başkanı bulunduğu Milliyetçi Hareket Partisi’nin komando kurslarına girmek için genç kızlar da müracaat etmektedirler. Yukarıdaki fotoğrafta partiye giriş beyannamesi dolduran Emine Özkan adlı bir genç kız görülmektedir.

Kâmuran Özbir, Ankara, (Saklambaç)


İsrail ve Ürdün’den başlayarak Orta-Doğu’da yaygın hale gelmeye başlayan kadın komandolar şimdi de Türkiye’de teşkilatlanmak üzere harekete geçmişlerdir. İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerimizde bir kısım yüksek öğrenim gençliğinin sokak kavgaları, meydan mitingleri, nümayişler, işgaller, boykotlar gibi hareketleri karşısında yüzlerce genç kız da milliyetçi gençliğin Dokuz Işık fikri etrafında toplanarak mücadeleye karar vermişler ve bu amaçla Milliyetçi Hareket Partisine kaydolmayı başarmışlardır.

Alparslan Türkeş’in, gençleri kendi partisine çağırması ve MHP’nin 34 komando kampı daha açacağını açıklaması üzerine Türkiye’de kadın komandoların öncülüğünü yapacaklarını bildiren Emine Özkan, Sevgi Akın ve Fatma Doğan isimli 3 kız öğrenci şöyle konuşmuşlardır: “Komando olabilmek ateşiyle yanıyoruz… Türkiye en kritik günlerini yaşamakta… Bizler ise bugünkü ortamda milliyetçiliğe, ahlâka ve de ülkücülüğe dayanan bir toplulukta birleşip yarının Türkiyesi’nin mücadelesini yapacağız.”

İDARECİLER MEMNUN

“Biz işte bunu temel prensip olarak kabul ediyoruz… Toplumumuz içinde vatandaşlarımızı mutluluğa ve refaha götürmek için de çalışacağız… Bunun için icap ederse komando kamplarında erkeklerimizin yanı sıra güreşiriz de, boks da ederiz, judo da öğreniriz…”

Öte yandan parti ileri gelenleri son günlerde özellikle genç kızların partiye girmek için müracaatların arttığını ve bu durumu memnuniyetle karşıladıklarını açıklamışlardır.



Akşam, 7 Temmuz 1969.

KOMANDOLARA ÖZDAĞ DERS VERECEK

KURSLAR 17.500Ü ÜNİVERSİTELİ BAŞVURDU

MHP’nin Ağustos’da açılacak, <<Komando>> kurslarına 17.500 Üniversiteli gencin başvurduğu bildirilmiştir.

Kursa katılacak bu öğrencilerden bir çoğunun fikrî eğitime tâbi tutulduktan sonra kursa kabul edildikleri, bir kısmının da geçen yıl açılan kurslara iştirak edip başarı gösterdikleri için otomatikman iştirak hakkını kazandıkları açıklanmıştır.

Türkiye’nin 34 ilinde açılacağı bildirilen komando kursları iki kategori üzerinden faaliyet gösterecektir. İlk 15 günlük kurslarda komandolar arasında fikrî bakımdan seçme yapılacak, bunlarda başarı kazananlar ikinci kategorideki fiziki eğitim kurslarına katılmaya hak kazanacaklardır.

<<Fikrî kurslarda>> MHP Genel Başkan Yardımcısı Muzaffer Özdağ ve dokuz doçent komandolara fikrî dersler verecekledir.

Komandolara fizikî eğitim dersleri ise Gerilla ve komando eğitimi görmüş olan ve yeni emekliye ayrılmış subaylar, millî güreşçiler ve partiye mensup judo ekipleri tarafından gösterilecektir.

Fizikî eğitim kurslarının Ankara Beyşehir gölünde, Adana’da, Akçaabat, Bandırma, Söke, Murat dağı, Belen yaylası, İstanbul, Antalya ve Toroslarda açılacağı parti yetkililerince ifade edilmiştir.



Bizim Anadolu, 7 Temmuz 1969.

9 DOÇENT KOMANDOLARI EĞİTECEK

MHP KAMPLARINA 17.500 ÜNİVERSİTELİ GENÇ MÜRACAAT ETTİ

MHP’nin Ağustos’da açılacak, <<Komando>> kurslarına 17.500 Üniversiteli gencin baş vurduğu bildirilmiştir.

Kursa katılacak bu öğrencilerden bir çoğunun fikrî eğitime tâbi tutulduktan sonra kursa kabul edildikleri, bir kısmının da geçen yıl açılan kurslara iştirak edip başarı gösterdikleri için otomatikman iştirak hakkını kazandıkları açıklanmıştır.

Türkiye’nin 34 ilinde açılacağı bildirilen komando kursları iki kategori üzerinden faaliyet gösterecektir. İlk 15 günlük kurslarda komandolar arasında fikrî bakımdan seçme yapılacak, bunlarda başarı kazananlar ikinci kategorideki fiziki eğitim kurslarına katılmaya hak kazanacaklardır.

Fikrî kurslarda dokuz doçent komandolara fikrî dersler vereceklerdir.

Komandolara fizik eğitim dersleri ise gerilla ve komando eğitimi görmüş olan ve yeni emekliye ayrılmış subaylar, millî güreşçiler ve partiye mensup judo ekipleri tarafından gösterilecektir.

Fizikî eğitim kurslarının Ankara’da Beyşehir gölünde, Adana, Akçaabat, Bandırma, Söke, Murat dağı, Belen yaylası ile İstanbul’da ve Antalya Toroslarında açılacağı, parti yetkililerince ifade edilmiştir.



Ant, 8 Temmuz 1969, Sayı 132.

KOMANDOLARI HİMAYE

Geçen yıldan beri yetiştirdiği faşist komandolarla hem Partiler Kanunu’nu ihlal eden, hem de Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde terör yaratan MHP, bu yıl da 34 ilde gençlik kampı adı altında komando kampı açacaktır. MHP Genel Başkanı Türkeş, bu kararını açıklarken, kampların beş vakit namaz esasına göre ayarlanacağını söylemiştir. En masum ve kanuni gösterilerinde dahi solculara karşı bütün baskı imkanları kullanılırken bir siyasi partinin bu kanunsuz örgütlenmesi iktidar tarafından açıkça himaye edilmektedir.



Babıâlide Sabah, 8 Temmuz 1969.

TÜRKEŞ: YILLARDAN BERİ MİLLÎ EĞİTİM SİSTEMİMİZ BOZUK METODLA ÇALIŞMIŞTIR

MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, parti genel merkezinde düzenlenen gençlik kolları toplantısında konuşmuştur. Türkeş, <<Türkiye’nin çağdaş medeniyete erişmesi halk enerjisinin seferber edilerek değerlendirilmesine bağlıdır>> demiştir. Alpaslan Türkeş özetle şunları söylemiştir:

<<Memleketimiz geri kalmış bir ülkedir. Sür’atle kalkınmak ve bunun için de gerekli bütün tedbirleri almak zorundayız. İlim alanında büyük gelişmeler göstermek ve bu sahada kıymetli teknik elemanlar yetiştirmek zorundayız.

Yıllardanberi Millî Eğitim sistemimiz ve memleketimizde uygulanan insan seçme usullerimiz dünya çapında büyük ilim adamları yetiştirmemize imkân vermemiştir. Türkiyemizin kalkınabilmesi her şeyden önce uzman ve seçkin ilim adamları kadrosu teşkil etmemize bağlıdır. Halk kitlelerinin eğitimi kadar, çok daha acele olarak seçkin teknisyen… Aydınlarımızı Ankara ve İstanbul …>>



Hür Anadolu, Erdoğan Örtülü, 8 Temmuz 1969.

TÜRKEŞ’İN ŞAŞKINLIĞI

Alparslan Türkeş, 27 Mayıs Devrimiyle Türk siyasî hayatına girmiş ve ihtilâlin ilk beş ayında büyük sorumluluklar almış bir eski subaydır. Kendisini tanımıyan çok az kimsenin bulunması lâzımdır. Çünkü, ihtilâl bütün Türkiye’de onun ağzından duyulmuş, daha sonra <<İhtilâlin Nasır’ı>> olarak tanıtılmış, 13 Kasım operasyonu ile yurt dışına çıkarılmış, döndükten sonra 21 Mayıs ihtilâline adı karışarak tutuklanmış, sonunda da siyasî hayatını bir gün içinde ele geçirdikleri partide devam ettirmeyi uygun bulmuştur.

Atatürk’ün talihsiz bir tarafı vardır. Hangi inançta olurlarsa olsunlar, kendilerine bir yol çizmek ve taraftar toplamak gayretinde olanlar daima ona sahip çıkar görünmüşlerdir. Sosyalistler bile önceleri Atatürk ilkelerini gerçekleştirmek amacıyla ortaya çıkmışlar, hattâ onun millî kurtuluş savaşına, Lenin gibi bir lider olarak başladığını, fakat sonradan bu yoldan ayrıldığını söylemişlerdir. Onların bu sıralarda ikinci kurtuluş savaşından bahsetmelerinin sebebi budur. Atatürk’ün başlattığı noktadan birinci kurtuluş savaşını ele alacaklar ve ayrıldığı noktadan ikincisini başlatacaklardır.

Neyse konumuz, sosyalistlerin Atatürk’ü nasıl istismar etmeye çalıştıklarını anlatmak değildir. Biz, bunların tam karşısında yer aldığı anlaşılan Türkeş’in şaşkınlıklarından bahsetmek istiyoruz.

Türkeş, ihtilâl devrinde söz sahibi iken, hemen seçimlere gidilip idarenin politikacılara devredilmesine, Atatürk devrimlerinin yıpranmış olduğu ve bunlar eski hayatiyetine kavuşturulmadan seçimlere gidilmesinde memleket için bir fayda sağlanamıyacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştır.

Bu yüzden, o sıralarda politikacılardan sıtkını sıyırmış bulunan bazı aydınlar Türkeş’i haklı görmüşler, hattâ desteklemişlerdir.

Bugünün Türkeş’i ile o günün Türkeş’i arasında bir bağlantı kurmak, hele, son günlerde iyiden iyiye imkânsız hale gelmiştir. Milliyetçi Hareket Partisinin Genel Başkanlığını yapan Türkeş, yolundan ayrılmıyacağını söylediği ve bu uğurda savaşacağına and içtiğini Atatürk’le tamamen irtibatını kesmiş gibidir. Daha ileri giderek, Atatürk ilkeleriyle bağdaşmıyan tutumlarıyla, bu ilkelere taban tabana zıt bir pozisyona girdiğini söylemek ise haksızlık sayılmamalıdır.

Alparslan Türkeş, Genel Başkanlığını yaptığı partiye milliyetçi geçinen bir takım dinci unsurları almış, bu kadarla da kalmayıp onları partinin politikasında söz sahibi durumuna getirmiştir. Bu dinci grup yüzünden Türkeş’in partideki ideal arkadaşlarıyla bile anlaşmazlıklara düştüğü bilinmektedir. Zira, parti bugün iki grubun devamlı mücadele ettiği bir tartışma yeri haline gelmiştir. Böylece parti, aşırı milliyetçi ve aşırı dinci iki grubun yönetiminde Atatürk ilkelerinden uzaklaşmıştır.

Bu parti bazı gençleri komando adı altında askerî eğitime tabi tutmaktadır. Bu gençlerin birer milis gibi yetiştirildiği ileri sürülmektedir. Oysa, Atatürk ilkelerinin en bariz niteliği, devlet kuvvetlerinin dışında hiçbir teşekkülün güvenlik kuvveti meydana getiremeyeceğidir. Nitekim, Atatürk millî mücadeleden sonra bu gibi kuvvetlerle çok çetin bir kavgaya tutuşmuş, Türkiye’nin kurtuluşunda büyük hissesi bulunan mücadele arkadaşlarını bile bu yüzden feci akıbetlere sürüklemeyi göze almıştır.

Şimdi öğreniyoruz ki, Türkeş, bunları bile yeterli görmemekte, komando kamplarındaki eğitimi din esaslarına dayamaya çalışmaktadır. Bunu 27 Mayıs Devrimini gerçekleştirmekte emeği geçmiş bir eski subaya yakıştırmak insana pek ağır gelmektedir. Beş vakit namaz kılarak, büyük Türkiye hayaliyle zihinleri yıkanarak ve askerî usullerle eğitilerek meydana getirilecek gençlerden kurulu bir milis kuvveti bu memlekete neyi kazandıracaktır ve Atatürk’ün gösterdiği hangi yoldan gidebilecektir?

Bu yolun daniskasını, büyük şöhretiyle rahmetli Mareşal Çakmak takip etmek istemiş, ama bir adımlık bir başarı bile sağlayamamıştır. Türkeş’e yakışan, Atatürk ilkelerine karşı bir tutumla politika takip etmek değil, Atatürk’e sadık kalarak bu yolda yürümek yakıştırılabilir. Bu yakıştırmayı bile kendisine lâyık görmüyorsa, o halde yolu sonuna kadar açıktır.



Saklambaç, 12 Temmuz 1969.

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ AYVALIKTA KOMANDO GENÇLER İÇİN KAMP KURDU..

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Yönetim Kurulu, partisine mensup komando gençler için yurdun çeşitli bölgelerinde kamp yerleri kiralama kararı almış ve ilk olarak Ayvalık’ta çevresi tamamen çam ağaçları örtülü bir yer, Genel Başkan Alparslan Türkeş tarafından kiralanmıştır.

Kiralanan kamplarda MHP’nin dişi – erkek komando gençleri 15 er gün süre ile eğitim görecekler ve böylece tatil yapma imkânını da bulacaklardır.

Kiralanmasına karar verilen kampların özellikle deniz kıyılarında olmasına dikkat edilecektir. Parti ileri gelenlerinin verdikleri bilgiye göre, gençlerin son zamanlarda kitleler halinde MHP saflarına katıldıklarını ve bunlar arasında genç kızların da yer almasının sevinçle karşılandığını belirtmekte olan Türkeş’in “Kuvvetli bir Türkiye için, komando eğitiminin şart olduğunu ve bunun örneğinin de İsrail’de bulunduğunu” söylediği kaydedilmektedir.



Saklambaç, 12 – 16 Temmuz 1969.

Komando kızlarla iki hafta Adlı yazı serimiz bugün 6’ncı sayfamızdadır.

KOMANDO KIZLARLA İKİ HAFTA

Yazan: Kamuran Özbir


1

Eksi 14 derecede fişekler 2 çabuk hareketle tüfeklere sürüldü ve 3 rakkamı sayıldığında tetikler çekildi

Ne bulvar kahvelerinde oturuyorlardı, ne de diskoteklerde.. Parfüm kokuları yerine barut kokusundan, sigara dumanları arasında kulakları tırmalayan dans müziğinden ziyade nal seslerinden hoşlanıyorlardı. Kafalarında moda tartışmalarının yerine yarının Türkiye’si için yapacakları işler vardı. İsimlerinin başına da “Komando” sıfatını almışlardı.

FAYDALI ELEMAN

Tabiat ile mücadele eden ve kendilerini vatanlarına faydalı birer eleman haline getirmeye çalışan bu genç kızlarla biri kışın biri de yazın olmak üzere iki hafta geçirdik. Kamplarındaki çalışmalarını, silâh kullanmadaki ustalıklarını, azimlerini dikkatle izledik. Kaleme aldığımız bu yazı serisinde sizlere gördüklerimizi anlatmaya çalışacağız…

Onları sıfırın altında 14 derece olan bir ocak günü tanıdık. Bozkır en soğuk ve en titretici günlerinden birini yaşıyordu.. Ve komando genç kızlar tüfeklerini omuzlarına vurmuşlar, her zamanki atış talimlerini yapmağa gidiyorlardı.

Her gün ayrı bir çalışma programları vardı. Bindiğimiz kamyonet ile başkentin 25 kilometre ötesindeki Gölbaşı semtine doğru giderken, soğuk bir rüzgâr camlarda ıslık çalıyor, tipi zaman zaman yolun 10 metre ilerisini bile görmemize mani teşkil ediyordu. Yanımda oturan komando Selçuk Gürkan “Havanın böylesini seçmekteki gayemiz, eziyetin her türlüsüne alışmalarını temin içindir. Yoksa bu havada, bu iş katiyyen akıl kârı değil” dedi.

Gölbaşı’na geldiğimiz zaman tipi durmuştu ama sert bir ayaz elimizi ve yüzümüzü kavurur bir hal almıştı.. Hoca Gürkan öğrencilerini etrafına toplamış, onlara gereken nazarî bilgiyi vermeye başlamıştı ve sanki biraz önce arabada şakalaşan genç kızlar onlar değildi.

Hoca Gürkan komandolarına tüfeğin nasıl tutulacağını, fişeğin namluya sürülmesini, nişan almayı, ateş etmeyi ve tüfek hakkında bir sürü şey daha gösterdi. Sonra tatbikata geçti. Bugüne kadar tüfeği vitrinde bile görmeyen bu gençler artık ellerinde tüfeklerle usta bir atıcı haline gelmeye başlamışlardı bile..

* Dişi komandolardan dördü Başkent’e 25 kilometre mesafede olan Gölbaşı’nda atış talimi yaparlarken görülüyorlar.

* Dört dişi komando Semra Tınaz, Raife Tokyay, Yeşim Akın ve Anıl. Sıfırın altında 14 derecede atış talimine başlamadan önce.

YARIN: KENDİNİ KABİLİYETSİZ ZANNEDEN BAŞARILI OLAMAZ


2

Sokak hareketlerinde mücadele gücü kazanmak için komando olan kızlar 70 metreden boş kovan vuracak kadar keskin bir nişancı olarak yetişiyor..

Yatarak ve çömelerek yapılan atışlarda büyük başarı gösterdiler komando kızlar. Bundan sonra nişan talimleri başladı. İşte bu talimler sırasında Aylin Anıl bana parmaklarımı ısırtıracak atışlar yaptı. Takriben 70 metre kadar mesafeye konan boş bir kovana üç defa arka arkaya isabet ettirerek değil kadınların, erkeklerin bile güç başaracakları bir şeyi gerçekleştirdi.

Diğer taraftan dişi komando Yeşim Akın da başarılı atışlar yapıyordu. Bir aralık yanına yaklaşıp neler hissettiğini sordum kendisine…

“Bir insan kendisini kabiliyetsiz hissederse, o insanın büyük iş yapması mümkün değildir. Bir insan bir hendeğe doğru “Ben bu hendeği atlayamam, gücüm yetmez” endişesiyle gelirse, o hendeği aşamaz, atlayamaz.” dedi, Yeşim Akın.

Genç komandodaki hırsa ve ideale diğer bütün komando kızlarımızda rastladık 15 günlük izlenimleriniz boyunca. Komando kızların amaçları şunlar:

“Türkiye bugün için en kritik günlerini yaşıyor. Memlekette sağ ve sol gruplar bütün güçleri ile çarpışıyorlar. Tahrikler çeşitli kuruluşlarda her gün tamir edilmesi güç gedikler açıyor… Bu memleketin yarınlarından, elbetteki gençler sorumludur. Sol kadar, aşırı sağın da tehlike yarattığına inandığımız için bütün partilerin program ve tüzüklerini inceledik. Neticede Milliyetçi Hareket Partisini kendimize en uygun teşekkül olarak gördük. Ancak partiye girmeden önce çoğu meselelerin sokaklarda halledildiği bu devirde, kendimizde müdahale gücünü yaratabilmek için komando olmaya karar verdik.

* Hocaları Selçuk Gürkan’ın nezaretinde tabanca atışı yapan Dilek Caner’i izleyen Raife Tokyay ve Sema Tunay.

* Ankara’da komando eğitiminde Dilek Caner tüfekle atış yaparken görülmektedir.

YARIN: ATA BİNME TALİMLERİ


3

En huysuz atlara bile binen Dişi komandolar “Bizim için güçlük yok, güçlüğü yenmek var..”

“Kişilere hürriyet, milletlere istiklâl başta gelen prensiplerimizdendir” diyordu Semra Tınaz. Komando kızlarımızın hepsi böyle düşünüyordu.

Komando kızlarımıza sorduğumuz sorulardan biri de “Ülkücülüğünüzün içine bugünkü sınırlarımızın dışında bulunan Türkler de girer mi?” şeklindeydi. O anlara kadar kenarda sessizce duran Raife Tokyay’ın birden bire gözlerinin ışıl ışıl yandığımı farkettim. Büyük bir davanın inanına yaraşır bir olgunlukta verdiği cevap şu oldu: “Türk adını taşıyan herkes, bizim sevgi ve ilgimizin çevresi içindedir. Bundan vaz geçmeyiz. Bu her milletin tabii hakkı olduğu gibi Türk milletinin de tabii hakkıdır. Başkalarının boyunduruğu altında tutsak bulunan Türklerin, tutsaklıktan kurtulmasını istemek, dilemek için iyi niyetler taşımak, Türk olan herkes için en tabii ve kutsal bir haktır.

Birkaç gün sonra yine bir araya geldik. Yapılacak iş tahta engelleri aşmak, ata binmek ve çeşitli atlamalar yapmaktı. Arada tabanca kullanmak ve birbirlerinden tüfek almak gibi çalışmalar da o günkü programda yer almıştı…

Önce kilot pantolonlar giyildi. Üzerlerine çizmeler çekildi. Bu arada en sert başlı atlar getirildi. Bunların üstüne manej yapıldı…

Daha sonra başlayan tahta engelleri aşmak ve saman balyalarından atlamak gerçekten güçtü. Ama komando için güçlük yoktu. Güçlüğü yenmek vardı…

* “Güçlük yok, güçlüğü yenmek var” diyen dişi komandolardan biri açık havada maniaların nasıl açılacağının tatbikatını yaparken.

* İki dişi komandoya hocaları birbirlerinin elinden silâhın nasıl alınacağını gösterirken görülmektedir.

YARIN: JUDO VE PARAŞÜT EĞİTİMİ


4

Komando olmayı aklına koyan ve bunun gereğini yerine getireceğim diyen biz kızın yüreğinde korkudan iz kalmıyor

Bütün komandı kızların hocalarına çok derin bir saygıları vardı. Onun azarlamaları, bazen beğenilmeyen hareketleri arka arkaya tekrar ettirmesi bütün kızlarda kırgınlık yerine neşe ve zevk yaratıyordu. Komando olmayı aklına koyan ve ille de bunun gereğini yerine getireceğim diyen bir kızın yüreğinde korkudan iz dahi kalmıyor.

JUDO ÇALIŞMALARI

Yine bir gün hep beraber judo çalışmalarına gittik. Burada eğitimi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinden Nurdan Sanerk yaptırıyordu. Nurdan bu işin bugün için Türkiye’de en ustasıydı.. O günkü eğitimde komando kızlar judo, aykido ve karete çalışması yaptılar. Karate judo oyunlarının en sert karakterlisiydi. Bu hareketin her darbesi, ölüm darbesiydi. Bir komando için en önemli şey de karate. Öylesine ki bu darbeyi ustalıkla yapabilen bir kişi, rakibini veya düşmanını öldürmese bile, felçli hale getirebilir.

Komando eğitimi yapan kızlar son derece güç olan çalışma, paraşüt çalışmaları oluyor her halde. Çünkü bu iş hem uzun vadeli ve hem de çok tehlikeli. Ama bu tehlikeye aldırış eden yok içlerinde. Ergazi’de yapılan bu çalışmalara Paraşüt Okulu müdürü Cahit Berk nezaret ediyor. Önce yerde yapılan eğitimde, paraşütle atlamanın gerektirdiği bütün hareketler tam manâsı ile gösterilip öğretiliyor. Bu tipte bir haftalık çalışmadan sonra uçaklarda yapılan tatbikat ve atlamaya sıra geliyor…

* Dört komando judo çalışmaları sırasında.

* Nurdan Sanerk, Raife Tokyay’a bir hareketi gösteriyor.

YARIN: GÖLGEDE 38 DERECEDE ÇALIŞMA


5

Midesi daima yarı boş durması lâzım olan bir komandoya yağlı ballı yiyecek de yasaktır

*Komando eğitimine katılan kızlar, en çetin şartlar altında bile vazife yapabilmek için engel atlama eğitimine tabi tutulmaktadır. Resimde Raife Tokyay ve Semra Tınaz bir engeli aşarken.

Kış günlerinin eziyetli çalışmaları yazın çok defa yorucu bir ortamda devam ettiriliyordu… Yaz güneşinin insaf bilmeyen sıcaklığı çevreyi kavururken, bu gençler bazen motorlar üzerinde, bazen de sert yamaçlarla biten tepeler üzerinde eğitim yapıyorlar. Büyük yerlere tırmanmak, buralardan aşağılara inmek bir genç kız için herhalde çok güçtür ama, kafalarına komando olmayı yerleştirmiş kişilere vız geliyor bu tabiî güçlükler. Bir de ısının 38 derece olduğunu düşünecek olursanız, hayranlığınızı gizleyemezsiniz herhalde.

GECE YÜRÜYÜŞLERİ VE ÇADIRLARDA GECELEMEK

Yaz çalışmalarında tatbik edilen diğer bir eğitim tarzı uzun gece yürüyüşleri ve çadırlarda gecelemektir. Uzun gece yürüyüşleri arka arkaya yapılmakta ve vücudun direnci ortaya çıkmaktadır. 5 km’den başlayan yürüyüşler şimdilik 15 km’ye kadar uzatılmakta ve bu yürüyüşler 20 kg’lık bir teçhizatla yapılmaktadır. Bozkırın kışı ne kadar delicesine ise yazı da aynı karakteri taşır. İşte böylesine gecelerde insan çadırda yatmayı ve hele geceyi çadırda geçirmeyi çok kolay arzulamaz. Ama komando için olmayacak iş, yenilmeyecek güçlük yok tabiî ki…

MİDELER DAİMA YARI BOŞ

Bu kızların çalışmalarının en zor yönlerinden biri de yemekleri… Öyle tıka basa karın doyurmak olmadığı gibi kelimenin tam deyimiyle yağlı ballı yiyecekler de yok… Mideleri daima yarı boş.

Komando eğitimi yapan kızların yaşantılarına 15 gün ortak oldum. Tartışmalarına iştirak ettim, çalışmalarını izledim. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki bu işe gönül bağlayanlar, hiç bir zaman özentide değil, bir ideal uğruna çalışıp didiniyorlar.

SON



Vatan, 13 Temmuz 1969.

TÜRKEŞİN KOMANDOLARI YÜRÜYÜŞ YAPTI

Milliyetçi Hareket Partisi Gençlik Kolları bugün saat 16’da Zeytinburnunda 9 Işık yürüyüşü yapmıştır. İstasyon meydanında toplanarak, bayrak, döviz ve flamalarla Yeşiltepe Asmalı Kahve Meydanına kadar disiplinli bir şekilde yürüyen gençler yol boyunca, <<Kahrolsun Komünistler>> diye bağırmışlardır.

Yürüyüş, Zeytinburnu’lular tarafından ilgi ile izlenmiş, ufak tefek bazı olayların dışında herhangi bir taşkınlık olmamıştır. Gençler gösteri yaptıkları sırada, kafilenin arkasından gelen bir motosikletin yolu kesilerek laf atan bir gurup susturulmuştur. Yürüyüşten sonra bir konuşma yapan Genel Başkan Vekili Dündar Taşer, <<Türkiye’nin kendisinden başka dostu yoktur. Türk varlığını, kültürünü ve medeniyetini dünyaya siz duyuracaksınız.>> diyerek sağ elini dikine havaya kaldırarak gençleri selamlamıştır.



Bizim Anadolu, 13 Temmuz 1969.

SAMSUN KOMANDO KAMPINI TÜRKEŞ TÖRENLE AÇACAK!..

Samsun, A. F. Akdoğ bildiriyor – MHP İl teşkilâtı, bir çok şehirlerde olduğu gibi şimdi de şehrimizde bir komando gençlik kampı açılmasına karar vererek gereken hazırlıklara başlamıştır.

15 Temmuz 1969 tarihinden itibaren 1 ay sürecek olan Komando Gençlik Kampı Bafra istikametinde 8 nci Km, de faaliyete geçecektir.

Terme, Çarşamba, Bafra ve merkezden iştirak edecek 800 kadar MHP gençlik kolları müntesiplerinden meydana gelecek gençlik komando kampında, fikri ve bedeni eğitim yapılacak, kampta günlük meşgaleler ise beş vakit namaz esasına göre organize edilecektir.

MHP Genel Başkanı Sayın Alparslan Türkeş de Karadeniz Bölgesini kapsamına alacak bir geziye çıkarken, 15 Temmuz 1969 günü Samsun’da faaliyete başlayacak gençlik komando kampının açılışında hazır bulunacaktır.

Türkeş, 13 Temmuz 1969 Pazar günü saat 13.00 de de Şehrimiz Belediye Nikâh Salonunda Samsunlulara <<Türkiye’nin Meseleleri>> konulu bir konferans verecektir.



Bizim Anadolu, 14 Temmuz 1969.

TÜRKEŞ: MİLLÎ AHLÂK BİR ÇOK MESELEYİ HALLEDER

SAMSUN – Karadeniz Bölgesinde propaganda gezisine çıkan MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş dün sabah Samsun’a gelerek Yıldız açık hava sinemasında yaptığı toplantıda <<Dengesiz olan dış ticaretimizi lüks mallar ithaliyle sarsacağımıza sanayi yatırımlarına yararlı malların ithaline çalışmalıyız>> demiştir.

Türkeş sabah 9.30 sıraları geldiği Samsun’da komandolar tarafından Başbuğ marşıyla karşılanmıştır. Türkeş şehre girişinde kortejin önünde partisinin Dokuz Işık fikrini temsil eden dokuz motosiklet yer almıştır. Türkeş parti binası önünde Samsun Judo Okulu öğrencileri tarafından selamlanmıştır. Saf halinde bekliyen judocular Türkeş gelirken <<dikkat>> çekmişler ve esas duruşa geçmişlerdir.

Türkeş <<Bunlar bizim bozkurtlar mı?>> diye sorunca <<Evet>> karşılığının verilmesi üzerine yakında Samsun’da da bir <<Bozkurtlar Kampı>> açacaklarını açıklamıştır.

Taraftarlarıyla birlikte öğle namazı kılan Türkeş öğleden sonra açık hava sinemasında yaptığı konuşmada memleketimizde eksikliği görülen millî ahlakın yerleşmesiyle çeşitli sosyal meselelerin halledilebileceğini söylemiştir. Türkeş <<Bugün ticaretimiz dengesizlik içindedir. Üreten ile alan satan arasında dengesizlikler vardır. Dış ticaretimizde lüks mallar ithali yerine sanayi yatırımlarına yardımcı olacak mallara öncelik tanınmalıdır.>> demiştir.



Bizim Anadolu, 14 Temmuz 1969.

MHP AKSARAY’DA KURS AÇIYOR

NİĞDE – Millî Hareket Partisi Aksaray ilçesinde komando kursu açmayı kararlaştırmıştır. Yüksek Öğrenim gören kız ve erkek öğrencilerin katılacağı kursa şimdiden 150 kişi kaydedilmiştir.



Devlet, 14 Temmuz 1969, Sayı 15.

KAMPLAR AÇILMAYA BAŞLADI

Son gümlerde iki kişinin bir araya geldiğinde konuştukları konulardan biri mutlaka MHP’nin GENÇLİK VE SPOR KAMPLARI oluyordu. Hele politik mahallerde, konu daha da cazip şekillere bürünüyordu. Korkanlar, fiilen başa çıkamayınca dille saldıranlar, sevinenler devam ediyor. MHP Genel Başkanı TÜRKEŞ ise kamplarla yakından ilgileniyor, kampların açılışlarına mesajlar gönderiyor veya bizzat açılışta bulunuyordu. TÜRKEŞ, İzmir kampına gönderdiği yazılı mesajda;

<<Türk milletinin büyük ümidi sevgili gençler, aziz Bozkurtlar,

Yeryüzünde en büyük güç kaynağı sağlam fikir ve sağlam iman sahibi olmaktır. Sağlam fikir ancak sağlam vücutta bulunur. Gençlik kamplarında Türkçülük ülküsü ile ve millî kültürümüzü öğrenerek hakikî bir yarışçı ve sporcu ruhu kazanacaksınız. İnsanların yaşama mücadeleleri zaten geniş şümûllü ve müsamaha kabul etmez bir spordur. Kampınızda kahve köşelrinde pineklemek yerine açık havada varlığınızı geliştirmek ve yüceltmek, böylece 9 Işıkçılar olarak millete hizmet için hazır olmaya çalışacaksınız.

Uzay ve füze çağından da daha yükseklere çıkacak büyük Türkiye kurulacaktır. Mutlu yarınlar Türk milletinin olacaktır. Çalışmalarınız uğurlu ve başarılı olsun. Selâm ve sevgilerim, bakışlarım daima üzerinizde bulunacaktır.>> diyordu.



Bizim Anadolu, 20 Temmuz 1969.

TÜRKEŞ: KOMÜNİSTLER KÜRTÇÜLÜĞÜ KIŞKIRTIYOR

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün Erzurum’da yaptığı konuşmada TİP’in doğuda Kürtçülük hareketlerine öncülük ettiğini iddia ederek, kendilerinin ırkçı olmadıklarını söylemiştir. Türkeş, kendilerinin ırkçı olup doğulu halkı küçük gördükleri yolundaki iddiaların uydurulmuş olduğunu öne sürmüş ve özetle şunları söylemiştir.

<<TİP ile bunun dışındaki diğer komünistler bir taraftan Kürtçülük kışkırtması yaparak milleti kandırmaya çalışmakta, diğer taraftan da tertipledikleri bu ırkçılık hareketlerini partimizin üstüne yıkmaya gayret göstermektedirler. Türkiye’de Kürt, Lâz, Arnavut v.s. isimleri ile anılan vatandaşlarımız ayrı ayrı varlık olmayıp hepsi Türk milletinin öz evlâtlarıdır.>>



Devlet, 21 Temmuz 1969, Sayı 16.

KOMANDO KAMPLARI AÇILIYOR

BOZKURTLAR DİRİLİYOR

Çağımız dünyasında olduğu gibi Türkiyemizde de gençliğin her zamankinden daha tesirli bir kuvvet haline geldiği ve gençlik hareketlerinin son derece dikkatle takip olunduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Milletimiz özellikle son yıllarda, aşırı solcular tarafından mütemadiyen kışkırtılan bir gençlik zümresinin aşırı davranışlarından hiç memnun değildir. Solcu gençler, mücadeleyi fikir çerçevesinin dışına taşırmış ve kendi tabirleri ile <<eylem>> e geçmişlerdi. Eylemin manâsı önceleri pek anlaşılmadı. Ama daha sonra görüldü ki, eylem demek, anarşi demektir, huzursuzluk demektir. Üniversitelerimiz işlemez bir duruma sokan işgâl ve boykotlar, milletin tedirginliğini iyice arttırdı. Aslında, sayıları bakımından gençliğin küçük bir bölümünü teşkil eden, fakat iyi teşkilâtlanmış bir kitlenin tutumunu memleketimizin yüksek menfaatleri ile bağdaştırmak mümkün değildir. Sosyalist olduklarını öne süren gençler, ders çalışıp sınıf geçmeyi bir tarafa bırakmışlar, bütün güçlerini siyasetin emrine vermişlerdi. Hükûmete sövüyor, rektörleri tartaklıyor, öğretim üyelerini yuhalıyor, derslere ve imtihanlara girmek isteyen arkadaşlarını dövüyorlardı. Herkesin bıkkınlık getirdiği ve öfke dalgalarının her tarafa yayıldığı bir sırada, solculara hiç benzemeyen bir başka gençlik hareketinin doğduğunu ve hızla geliştiğini gördük. Bu sonunculara KOMANDO adı verildi.

KOMANDO GELİYOR

Komando kelimesi nereden geldi? Türk Milliyetçiliği mefkûresinin emrindeki genç yiğitlere ilk defa bu ünvanı kim yakıştırdı? Yukarıdaki soruların cevabı kesinlikle bilinmiyor. Yalnız, şu kadarını söylemek mümkündür. Komandoluk, milliyetçi gençlerin benimsediği bir sıfat değildir, dışardan gelmiştir. Kendilerine kalsa Bozkurtluğu tercih ederlerdi. Türk milliyetçiliğinin fikir ve hareketine, eskiden kalma bir alışkanlıkla ve kötülemek gayesi ile Hitler Almanya’sı veya Mussolini İtalya’sından mutlaka bir şeyler bulaştırmak hevesinden kurtulamayanlar, NAZİ gençlik teşkilâtına benzetmek hevesi içinde, KOMANDO ismine öncülük etmişlerdir. Böylece bir taşla iki kuş vuracaklarını umuyorlardı. Bir taraftan, milliyetçiliği faşistlikle damgalamak imkânını bulacaklardı. Diğer taraftan da komando eğitiminin ancak askerlikte verilebileceğini ve siviller için yasak olduğunu ileri sürerek, pek korktukları bir teşkilâtı daha kurulmadan dağıtacaklardı. Hesaplarını yanlış tutmuşlardı, oyunlarını yürütemediler. Milliyetçi Türk Gençliği, her çeşit yabancı tesirlerin ve bütün şüphelerin dışında, hayatını bile esirgemediği büyük davanın, Türk İslâm Medeniyetini yeniden kurmak ve yaşatmak davasının emrinde idi. Yalnız, KOMANDO adı kendilerine yadigâr kaldı. Şimdi Türkiye’nin her tarafında ve hattâ yabancı ülkelerde artık bu isimle tanınıyorlar.

İLK YILIN MANZARASI

Alışılmış bir yanlışlıkla KOMANDO kampı denilen, GENÇLİK EĞİTİM KAMPLARI geçen yılın yaz aylarında açılmaya başladı. İlk yıl umulduğundan fazla bir başarı sağlandı. Komandolar, hüviyetlerini açıkça ortaya koymuş, mücadelelerinin kime karşı olduğunu mertçe ilân etmişlerdi. Milliyetçi Türk Gençliği, milletimizi tehdit eden bütün tehlikelerin önüne dikilmeye yemin etmişti. Kapitalist ve sosyalist emperyalistler arasında paylaşılan bir dünyada Türk varlığının kıyamete kadar yaşatılması için çalışacaklardı. Tarih şuuru, iman ve millet sevgisi en kuvvetli silâhları idi. Komandolar, fikir mücadelesini elbette tercih ederlerdi. Ama, mecbur edilince dövüşmekten de asla kaçınmadılar. Bütün imkânsızlıklarına rağmen verdikleri kavgalar destanlara konu olabilecek kadar güzeldir, yiğitçedir. Aşırı solcular tarafından kışkırtılmış kimselerle yaptıkları mücadelelerde sayı bakımından daima azınlıkta kalmışlar yine de çoğunu kazanmışlardır. Aşırı solcular, Siyasal Bilgiler Fakültesinde ve Site Öğrenci Yurdunda yaptıkları gibi bir veya birkaç kişinin üzerine büyük bir kalabalıkla gitmedikçe üstünlük kuramadılar. Şimdi, KOMANDO kelimesinin duyulması bile malûm çevrelerin yüreğini hoplatmaya yetiyor. Allah ve Millet düşmanlarına saldıkları korku, Milletçe benimsenmeleri ve sevilmelerinin asıl kaynağıdır.

PARTİ VE BOZKURTLAR

Milliyetçi Türk Gençliği asla partizan değildir ve siyaset hırsına alet olmaz. KOMANDOLAR’ın yegâne değer ölçüsü MİLLİYETÇİLİK’tir. Hangi parti milliyetçilik bayrağını taşıyorsa, gençlik de onun safındadır. Böyle olmakla birlikte Milliyetçi Türk Gençliği’nin mutlak bir çoğunlukla, MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ’ne bağlandığı ve Alparslan TÜRKEŞ’i davanın Başbuğ’u saydığı da bir gerçektir. Siyasî partilerimizin yapıları incelendiği vakit görülür ki, böyle olması da gayet tabiî bir sonuçtur. Çünkü, partiler içinde gençlikle ilgilenen ve gençlik arasında taraftarı bulunanlar, MHP, TİP ve CHP’den ibarettir. Hiçbir fikri temsil etmeyen YTP, MP ve Güven Partisi ile mezhepçilik üstüne kurulan Birlik Partisinin gençlik içinde itibarı yoktur. AP, milliyetçiliklerinden şüphe edilmeyen bazı kimselerin varlığına rağmen hâkim kadrosu bakımından bir kitle partisi karakterindedir. Ortanın Solcuları CHP’de, aşırı solcular da TİP’de yuvalanmışlar, Milliyetçi Türk Gençliğine de MHP kalmıştır. Hemen belirtilmesi gerekir ki, MHP yöneticileri gençliğin milliyetçilik mefkûresi etrafında toplanmasını kâfi görmüşler, partizan bir hüviyete bürünmelerini istememişlerdir. KOMANDOLAR, bütün milliyetçilerin güvenebileceği bir kuvvettir. Particilik endişesi milliyetçiliğin önüne geçememiştir.

HÜKÜMET VE BOZKURTLAR

KOMANDOLAR’ın daha önce de belirttiğimiz gibi, çoğunlukla MHP li olmalarına rağmen, iktidar partisini ve hükümetini tedirgin eden bir faaliyetleri yoktur. İlk bakışta garip gibi görünen ve ihanet kuvvetlerinin <<Hükümet KOMANDOLAR’ı himaye ediyor!>> demelerine yol açan bu durumun gerçek sebebi, sosyalizm maskesine bürünmüş komünistlerin diğer bütün tehlikeleri ihmal ettiren şuursuz bir hüviyet içine girmeleridir. Bu yüzden, Genç Bozkurtların başlıca hedefini aşırı soldan gelen kışkırtmaların ve yıkıcılıkların önlenmesi teşkil etmektedir. Böyle olması, hiç şüphesiz ihtilâlci sosyalistlerin devamlı baskısı altında bulunan Hükümetin de işine yaramaktadır. Fakat, izahında güçlük çekilen bir başka durumu da ifade etmek zorundayız. AP Hükümeti, bilhassa Başbakana bağlılığı ile tanınan İç İşleri Bakanı Faruk Sükan, KOMANDOLAR’a iyi bir gözle bakmamakta, aşırı solun yıkıcı zümresinden ayırmamakta, hattâ zaman zaman, sol faaliyetlere gösterdiği müsamahayı bile esirgemektedir. Sayın Sükan’ı yakından tanıyanlar, bir zamanların ateşli milliyetçisinin şimdi şifa bulmaz bir koltuk hastalığına yakalandığını söylemektedirler. Milliyetçi Gençlerin AP’ye hâkim olan kadro’yu sevmemeleri de hükümetçe baskı altında tutulmak istenmelerinin diğer bir sebebidir.

KİMLER BESLİYOR

Genç Bozkurtlar’ın faaliyetlerini yakından takip etmek imkânına sahip olmayan vatandaşlar, kısa bir süre içinde ciddî bir kuvvet haline gelmesinin maddî kaynakların zenginliği ile mümkün olabileceğini düşünerek en ziyade, şu soruyu sormaktadırlar: <<Değirmenin suyu nereden geliyor?>> Milliyetçilik düşmanlarının propaganda ustalığı, şüphelerin artmasını sağlamaktadır. Aşırı solcular, akla hayâle gelmeyecek yalan ve iftiranın her türlüsünden çekinmemektedirler. Bizim Radyo’ya sorarsanız, KOMANDOLAR’ı besleyen Amerikalılardır. Oysa Genç Bozkurtlar Amerika’nın verdiği milyonlardan söz açılınca masum masum gülmekte ve çok defa bir simit parasına bile hasret kaldıklarını düşünmektedirler. Söke’li bir zenginin, Fahri Tanman’ın yardım ettiği hikâyesi de aşağılık bir uydurmadan ibarettir. Meçhul kaynaklar tarafından beslenmeye alışık olanlar herkesi kendileri gibi sanmakta, mefkûre uğruna katlanılan fedakârlıkları akılları almamaktadır. Aslında, değirmenin suyu hiçbir yerden gelmiyor; daha doğrusu değirmen susuzdur. Ama, yine de dönüyor! Nasıl diye sorarsanız, İMAN kuvveti ile diyeceğim. Kamp masrafları, çoğu dar gelirli ağabeylerinin verdiği ufak tefek paralarla ve küçük esnaftan toplanan yiyecek yardımı ile karşılanmaktadır.

BU YILKİ KAMPLAR

Bu yılın öğrenci eğitim kampları büyük bir ilgi gördü. Memleketimizin hemen her köşesinde kamp hazırlıkları yapıldı. İstanbul, İzmir, Samsun kampları şimdiden açıldı. Diğerleri de açılmak üzere. Bütün kampların gayesi, Milliyetçi gençlerin eğitilmesidir. Hedef; imanlı, bilgili ve kuvvetli bir gençlik yetiştirmektir. Kamplar konusunda bir fikir vermek üzere, gazetelerde yayınlanan en son haberi alıyorum: <<MHP İl Kurulu adına açıklama yapan İl Başkanı Kemal Bozkurt, halkımızın ve basının KOMANDO adını taktıkları, bizlerin ise AKINCILAR veya ALP ERENLER dediğimiz Bozkurtlarımızı yetiştirmek üzere bu ayın sonuna doğru başlayacak olan 15 gün süreli bir kamp açmak için kayıtlara başlamış bulunuyoruz. Kayıtlar 20 Temmuz’da bitecektir. Kamp programı şöyledir:

1- Beş vakit toplu namaz.
2-Türk ve İslâm tarihinden bilgiler.
3- Komünizm ve komünistlerin iç yüzü.
4- Miting düzenleme ve dağıtma usullerinin öğretilmesi.
5- Judo, Güreş, Boks, Yakın Döğüş, Kültür Fizik.

Kemal Bozkurt, kampın açılış gayesini şöyle anlatıyor: Son aylarda iyice azıtan aşırı solcu ve komünistlerin Üniversite kesiminde yürüttükleri tahrik kampanyasını bu defa bazı şehir ve kasabalarda da yapmaya başladıkları görülmektedir. Hedefleri daha çok, gençliktir. Gayesiz ve Maarif sistemindeki aksaklıklar dolayısiyle Millî Şuur’u gelişmemiş bazı gençlerimizin bunlar tarafından yanlış yollara saptırılmak istendiği görülmektedir. İşte gençlerimizin kahve köşelerinden ve diskoteklerden kurtarılması ve birer Milliyetçi olarak yetiştirilmesi için bu kampları açıyoruz.>>

MHP

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve Genel İdare Kurulu üyeleri seçim öncesinde hummalı bir faaliyet içerisinde bulunmaktadır. Geçtiğimiz haftalar içinde bir yandan gençlik kampları açılırken, parti ileri gelenleri de yurt gezisinde bulunuyorlardı.

Gezisine Çorum’dan başlayan Türkeş, Amasya, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Gümüşhane illerini dolaşarak buralarda memleket meseleleri ile ilgili konuşmalar yaptı ve bölgelerde açılmış olan kampları ziyaret etti. Türkeş daha sonra ayın 20 sinde Erzurum’da bir bölge toplantısı tertipledi, toplantıya yurdun diğer bölgelerinde bulunan Genel İdare Kurulu üyeleri de katıldı.

Bu arada Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer de İstanbul’da bulunmaktaydı. Küçüksu’da açılan gençlik kampında birkaç gününü geçiren Taşer, gençlerle birlikte, yine Genel Başkan Yardımcısı Osman Yüksel Serdengeçti’nin de bulunduğu bir seminere katıldı.

Seminerde konuşma yapan Serdengeçti, <<İslâm imanı ve fazileti, Türklük şuur ve gururu, Türk harsı ile 21 nci yüzyıl medeniyeti, feza, atom, elektronik çağının yeni müslüman Türk Medeniyeti; davamız budur. Bu amaçla Türk Milletini yeniden teşkilâtlandırmaya, devleti yeniden kurmaya kararlıyız. Hür ve mes’ut insanların barış ve refah yurdu büyük, kudretli Türkiye’yi inşa edeceğiz. Bu inşada en büyük görevi siz genç kardeşlerim yükleneceksiniz. Hedef belli. Bu inanç ve bu imanla çalışınız.>> dedi.



Günaydın, 23 Temmuz 1969.

Türkeş önce namaz kılıp sonra nutuk atıyor

Karadeniz’de AP’ye sırt çeviren bazı din adamları MHP lehine propagandaya başladı

Günaydın seçim kervanından Erdoğan Arıpınar yazıyor –

* KOMANDO MUHAFIZLARI CAMİDE BİLE YANINDA BULUNUYORDU – Milliyetçi Hareket Partisi Başkanı eski ihtilâlci Albay Alparslan Türkeş genel seçim kampanyasındaki işlerini hassas bir saat gibi ayarlamıştı. Her gittiği şehirde önce öğle namazını kılıyor ve sonra konuşuyor. Yukarıdaki resimde Türkeş’i Samsun’da Büyük Camide öğle namazında görüyorsunuz.. Türkeş’in sağında namazda oturan sakallı şahıs Samsun’un ünlü kitapçılarından Mustafa Bağışlayıcı’dır. İki yanda yakalarında “Üç Hilâl” rozeti bulunan gençler Milliyetçi Hareket Partisi mensubu komando muhafızlardır. Türkeş’in solundakinin adı Selahattin Şahinkaya’dır.

* TÜRKEŞ TEKBİR ALIRKEN – Milliyetçi Hareket Partisi Başkanı Alparslan Türkeş seçim kampanyasını açtığı Samsun’da Saathane Meydanındaki Büyük Camide öğle namazında tekbir alırken.

Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Alparslan Türkeş 12 Ekimde yapılacak olan Genel Seçimlerin kampanyasını açarken kendisine Ay’ın fethine giden astronotlar gibi saatli bir takvim yapmıştır.

Türkeş geçen Pazar günü Samsun’da tatbikine başladığı bu takvime göre, ziyaret edeceği il’e 10 kilometre kala Milliyetçi Hareket Partisinin konvoyları ile karşılanmakta, saat 11.00’de şehire girmekte, saat 12.30 civarında il’in namaz vaktine göre en büyük veya tarihi bakımdan en çok tanınan camiinde komandoları işe birlikte namaz kılmakta, 14.00’de yemek yemekte ve saat 16.00’da da evvelce tespit ve ilân olunan bir mahalde halka hitap etmektedir.

AP’DEN KAYAN TOPLULUK

Özellikle Karadeniz kıyısındaki illerde, Samsun, Ordu, Giresun ve Trabzon’da Milliyetçi Hareket Partisi son altı ay içinde büyük gelişme göstermiş, Başbakan Süleyman Demirel’in son konuşmalarından dolayı partiye sırt çeviren din adamları, imam ve hatipler özellikle camilerde ve topluluklarda Milliyetçi Hareket Partisi lehine konuşmaya başlamışlardır.

Ordu’nun en ünlü hatibi olan İlâhiyat Fakültesi mezunu Osman Nuri, köy köy gezerek kendini “Süleyman Demirel’in işine son verdirdiği din adamı” olarak takdim etmekte ve Karadeniz’de “Maneviyata Dönüş” sloganı ile kampanya açan Milliyetçi Hareket Partisi adına konuşmaktadır. Özellikle din konusundaki tutumundan dolayı Adalet Partisi’ne sırt çeviren küçük esnafın çoğunlukta olduğu bir topluluk da ümidini Milliyetçi Hareket Partisi’ne bağlamış durumdadır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin kısa bir süre önce kabul edilen kırmızı zemin üzerine üç hilâlli rozeti halen Anadolu’da Kırat’tan sonra en çok tanınan rozet haline gelmiştir. Türkeş tarafından “Tarihteki Türk ordularının zafer sancaklarından ilham alınarak yapıldığı” belirtilen rozetten ilk planda 500.000’e yakın yaptırılarak teşkilât kanalı ile dağıtılmıştır.



Babıâlide Sabah, Abdurrahman Şeref Laç, 23 Temmuz 1969.

TÜRKEŞ

Millî Hareket Partisinin muhterem Genel Başkanı Alparslan Türkeş bey, bir solcu gazetenin yazdığına göre: “Biz komanizmaya düşman olduğumuz kadar, kapitalizmaya da karşıyız. Biz Türkiye’ye mahsus bir iktisadî düzen kuracağız.” demiş! Eğer hakikaten, muhterem Türkeş böyle dedi ise, büyük hata işlemiştir. Çünki, sermaye düşmanlığı, komünizmadan başka bir şey değildir. Sermayeye düşman olan, komanizmaya düşman olamaz. Türkiyeye mahsus, uydurma bir iktisadî düzen de asla olamaz.



Vatan, 24 Temmuz 1969.

KOMANDOLAR PAROLA BAŞBUĞ DEMEYENE ADIM ATTIRMIYORLAR

İzmir, Özden Şeker

İzmir’den batı yönüne doğru 55 kilometre gidip, sonra Karaburun yoluna sapacak olursanız, 10 kilometre kadar ötede, asfalt yolun sağındaki şose üzerinde, ellerinde silahlar, belden yukarısı çıplak iki genç görüsünüz. Vücutları güneşten bronzlaşmış, sportmen yapılı delikanlılar size önce parola sorarlar. Ancak <<Başbuğ>> dediğiniz an, şose yolun ağzındaki geçitten aşağıya kadar inebilirsiniz. Bir kumsal, sağında masmavi deniz. Denizin bittiği yerde başlayan kumsalın üzerinde beş altı çadır ile üstü otlarla kapatılmış bir gölgelik ve tam karşınızdaki dağın yamacında, beyaz kayalarla iri iri yazılmış üç kelime: <<Tanrı Türk’ü korusun>>.

İşte bu tarif edilen yer, Milliyetçi Hareket Partisi’nin komando gençlerinin tatlı sert disiplin altında eğitildiği kamp yeri.

BİR GÜNLÜK YAŞANTI

Komandolar kampında hepsi birbirinden dinç, kuvvetli, atik 30 genç, asker gibi sıraya geçmişler, komutanları milli sporcu Akın Özbek’i can kulağı ile dinliyorlar, o’nun yaptığı hareketleri tekrarlıyorlardı. Bu, sabah 6.30’daki ilk kültür fizik çalışması idi. Yarım saat sonra, ellerinde bıçak ve sopalarla, eşler halinde ayrılarak, yakın döğüşmeye başladılar. 8.30’da bal, tereyağı ve süt ile yaptıkları kahvaltıyı, kayalara, dağlara tırmanış ve iniş izledi. Sarp ve dik kayaların en yükseğine, ölmek pahasına tırmanan gençler, iki saatlik zamanda her an ölümle burun burunaydılar. Bu, bir günlük yaşantının en heyecan verici saniyeleriydi. Sonra mecburi denize giriş, öğleyin nefis karavanaya sallanan kaşık sesleri ve serin serin esen rüzgârın altında çekilen tatlı uyku. Saat 17’deki 10 - 15 kilometrelik yorucu dağ yürüyüşünü akşam yemeği izliyor.

En önemli anlardan biri de, akşam yemeğinden sonra, bağdaş kurup halka şeklinde oturarak, kendi doktrinleri hakkında konuşmalar düzenlemeleri. Bu konuşmalara, haftanın iki gününde üniversite öğretim üyeleri de katılarak konferanslar veriyorlar.



Akşam, 27 Temmuz 1969.

KOMANDOLAR KAMP SAHİLİNİ <<YASAK BÖLGE>> İLÂN ETTİ

* Fotoğrafta MHP’li gençler Yumurtalık’taki kampta yarı çıplak halde toplu eğitim yaparken görülüyor.

Türkiye’nin çeşitli yerlerinde açılan Milliyetçi Hareket Partisi Komando Kamplarının en büyüğü Adana’ya 100 kilometre uzaklıktaki Yumurtalık ilçesinde kurulmuştur.

MHP’li komando ve komando adaylarının askerî bir disiplinle eğitildikleri kamp bölgesi <<yasak bölge>> ilân edilmiş, giriş çıkışı kontrol için çevresinde silâhlı nöbetçiler görevlendirilmiştir. Kamp yakınlarında kuş uçurtmayan bronz tenli çoğu üniversite ve lise öğrencisi genç komandolar, belden yukarıları çıplak olarak dolaşmakta, eğitimlere katılmakta, dış dünya ile ilişkilerini kestikleri bu yerde her gün değişen parolalarla sıkı bir gizlilik içinde yaşamaktadırlar.

350 KOMANDO ARASINDA

Zeytinbeyli Köyü yakınlarındaki bir sahile kurulan komando kampını sıkı gizliliğinden ötürü ancak iki günlük bir araştırma sonucu bulabilen gazetecileri, yasak bölge sınırında çatık kaşlı gençler ve muhafız köpekleri karşıladı.

Kendi inançlarına göre ülkü birliği yapan bu gençlerin dudaklarından yalnız bir cümle dökülüyordu; <<Buraya girilmez, geri dönün…>> Bu söz kavurucu Temmuz güneşi altında bir asker komutu kadar kesin, bir askerî birlik nöbetçisininki kadar sertti. Ve hiç birisi gazeteci ile görüşmek istemiyordu…

GAZETECİ TEHLİKELİ İNSAN

Hepsi şüpheciydi komandoların. Kampa almak istemedikleri halde sonunda uzaktan fotoğraf çekmek kaydıyla giriş izni vermişlerdi. İçlerinden biri kamp hayatını anlatmak isterse bir başkası engel olup, önemli bir sırrın açıklanmasını önlemek istercesine sözü değiştiriyordu. Gazeteci onlar için insanların en tehlikelisiydi.

KAMPTA HAYAT

Komandoların ilk şartı herkesi kardeş saymak ve Allahın birliğine inanmaktı. Ama komandolar vurucu, kırıcı, haşin bir eğitim görüyorlardı.

350 kişilik komando kampında hayat “ti” sesiyle başlayıp, sabah ezanı ve namazın ardından sıkı eğitimle devam ediyordu. Her gün iki saat uzun yürüyüş ve kültür fizik, belirli saatler içinde deniz sporu yapılıyordu. Bu gençlerin her biri korku nedir bilmiyorlardı. İlâhiyat Fakültesinde okuyan Mehmet Bilâl’in öğretmenlik yaptığı MHP’li gençlerin komando kampında en belirgin unsur katı bir disiplin oluyordu. Günlük sekiz saat sıkı eğitim ve halk efkârı, halk psikolojisi ile istihbarat dersleri… İşte Yumurtalık ilçesi sahillerindeki komando kampı buydu.

Gençler parolayı bilmeden <<kendi başbuğlarını bile>> kampa sokmayacaklarını söylüyorlardı. Garip bir gizlilik hakimdi her şeye… <<Ülkümüz ileri Türkiye’dir>> diyen bu gençler, neyi, niçin, kimden gizliyorlardı? Bu cevapsız bir soru olarak kalıyordu.



Milliyet, 5 Ağustos 1969.

İKİLİK ÇIKARAN 12 KİŞİ KOMANDO KAMPINDAN ÇIKARILDI

ADANA, THA

Yumurtalık ilçesinin Zeytinbeyli köyü sahillerine kurulmuş olan ve Millî Hareket Partisine mensup 350 kişinin katıldığı komando kampında ikilik çıkmıştır.

Maraşlı olan kamp hocalarından Mehmet Bilâl, gazetecilerle ilişki kurarak, kamp sırlarını ifşa ettiği iddiasiyle hemşehrisi olan bâzı Maraşlı komandolar tarafından <<istenmiyen adam>> ilân edilmiş ve kampı terke zorlanmıştır.

Sızan haberlerden anlaşıldığına göre, disipline aykırı olarak, diğer komandoları arkadaşları ve hocaları aleyhine kışkırttıkları tesbit edilen 12 komando kamptan ihraç edilmiştir. Ayrıca sekiz komando da çadır cezasına çarptırılmıştır.



Devlet, 28 Temmuz 1969, Sayı 17.

MHP

MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş Karadeniz bölgesinde 12 Temmuzdan 19 Temmuza kadar süren uzun bir geziye çıkmış, partililer ve halk tarafından her gittiği yerde büyük alakâyla karşılanmış ve bu gezi müddetince düzenlenen açık ve kapalı spor toplantılarında konuşmuş, partisinin görüşlerini anlatmıştır.

12 Temmuz’da Çorum’a hareket eden MHP lideri, şehrin dışında büyük bir kalabalık tarafından karşılanmış ve konvoy halinde Çorum’a girilmiştir. Açık bir jip içinde şehri gezen Türkeş, Çorum meydanında düzenlenen Açıkhava toplantısında konuşmuştur. Türkeş konuşmasında; milletler arasında amansız bir mücadelenin mevcudiyetinden, bunun yükselme ve varlığını koruma mücadelesi olduğundan, bu hakikatten haberi olmayanların geri kalmaya hattâ yok olmaya mahkûm olduklarından bahsetmiş, sözü AP iktidarına getirerek, <<AP 1965 seçimlerinde tek başına hükümeti teşkil edecek kadar oy aldı. 4 seneye yakın iktidarı sırasında vatandaşa verdiği sözlerin hiçbirini hatırlamadı. Asayiş, nizam, iktisadî kalkınma, zararlı cereyanlarla mücadele gibi ana davalarda beceriksiz, ehliyetsiz ve korkak tutumuyla memleketin bir anarşi ortamına itilmesine meydan verdi..>> demiştir. Daha sonra, memleketimizdeki diğer parti ve grupların Türkiye’nin kalkınması için hep yabancı memleketlerden kopya edilmiş idare sistemlerinin savunucuları olduklarını, buna karşılık MHP’nin Türk İslâm medeniyetinin özüne uygun millî bir doktrinin, 9 IŞIK’ın savunucusu bulunduğunu ifade ile <<Tarihte büyük bir yeri olan Türk milleti yine eski yerini alacaktır>> diyerek konuşmasını tamamlamıştır. Büyük bir kalabalık tarafından alâka ile takip edilen ve yer yer alkışlarla kesilen bu konuşmadan sonra Çorum’dan ayrılan Türkeş, Merzifon ve Suluova’da düzenlenen toplantılarda konuşmuş ve dinleyenlerin çeşitli sorularını cevaplandırmıştır.

YAPILACAK ISLAHATLAR

Aynı gün Amasya’ya gelen Türkeş geceyi burada geçirmiştir. Daha sonra Samsun’a hareket edilmiş ve burada 9 motosikletli Bozkurt ile uzun bir konvoy tarafından karşılanan Türkeş Yıldız sinemasında <<Türkiyenin Meseleleri>> konusunda bir konferans vermiştir. 3 binin üstünde bir kalabalık tarafından takip edilen konferansta Türkeş, Türkiye’nin tarihi, iktisadî, siyasî ve içtimaî açıdan tablosunu çizmiş ve <<Görüyorsunuz ki tarihin büyük milleti bugün hiç de iyi bir durumda değildir. Bu gidişi durdurmak ve kuvvetli ve müreffeh Türkiye istikametine yönelmek lâzımdır.>> demiştir. Türkiyenin kalkınma hamlesini başarabilmesi için 6 reformun yapılması gerektiğini söyleyen Türkeş bunları ayrı ayrı anlatmıştır.

* Türkeş Samsun’da namazda. (Bu resim Günaydın Gazetesinden alındı)

SİLİNDİR GİBİ GEÇERİM

13 Temmuzda Dikbıyık üzerinden Çarşamba’ya gelen Türkeş Parkta düzenlenen açık hava toplantısında kalabalık bir vatandaş grubuna hitab etmiş ve çeşitli memleket meseleleri hakkında görüşünü anlatmıştır. Daha sonra Terme, Fatsa’da da toplantılarda konuşan Türkeş dinleyenlerin, <<Bir zamanlar 240 milletvekilim olsa Meclisin üzerinden silindir gibi geçerim demiştiniz. Bu doğru mu?>> sorusuna <<Evet bu miktar dahi çoktur.>> demiştir. Bu sırada enteresan bir durum meydana gelmiş, TİP lilerin düzenlediği <<Fındık mitingi>> nde ne kadar kalabalık varsa hepsi de Türkeş’in konuşmasını haber alır almaz orayı terketmişler ve TİP liler kendi kendilerine Fındık mitingi yapmışlardır. Türkeş’i Ordu’ya götürmek üzere, 9 Işık’ı temsil eden 9 motorsikletli Bozkurt buraya gelmiş ve hep birlikte Perşembe’ye gidilmiştir. Perşembe’de düzenlenen açık hava toplantısında konuşan Türkeş büyük bir kalabalık tarafından Ordu’ya uğurlanmıştır. Ordu’ya gelişinde coşkun bir kalabalıkla karşılanan Türkeş’in gelişini haber alan Ordu Açık Cezaevi’ndeki hapisler binaların üzerine çıkarak Türkeş’e tezahüratta bulunmuşlardır.

Ordu’da yazlık bir sinemada konferans veren Türkeş’i 3 - 4 bin kişilik bir vatandaş grubu dinlemiştir. <<9 Işık ve Türkiye’nin Kalkınması>> konulu konferans çok ilgi çekici geçmiş ve dinleyenlerin çeşitli soruları cevaplandırmıştır.

Daha sonra Bulancak’a hareket eden Türkeş, şehrin giriş kısmında 500 kişilik bir kalabalık tarafından karşılanmış ve millî kıyafetler giymiş kızların ikram ettiği fındıkları almıştır. Şehre girişte Bulancak köprüsüne asılan <<Tek kurtarıcı hoş geldin>> yazılı döviz dikkati çekmiştir. Burada 5 – 6 bin kişinin katıldığı bir açık hava toplantısı yapılmıştır. Buradan Giresun’a gidilmiş, yağmur altında kalabalık halk topluluğu tarafından karşılanmıştır. Türkeş’in gelişiyle günlerden beri süren kuraklığın sona ermesi, halk tarafından uğur sayılmıştır.

Giresun ve Espiye’de de düzenlenen toplantılarda konuşan Türkeş, Beşikdüzü, Tirebolu ve Vakfıkebir’de vatandaşlarla sohbet etmiş ve daha sonra Trabzon’a geçilmiştir.

İKTİDARIMIZ 73’E KALMAZ

Trabzonlu milliyetçi gençler bütün caddelere, <<Milliyetçi Türkiye>>, <<Başbuğ Türkeş>>, <<Bozkurtlar>> gibi sloganlar yazmışlar. Şehir Türkeş’in gelişiyle hareketlenmiş ve sinema salonunda yapılan konferansa katılanları salon almamıştır. Kalabalık ve meraklı bir dinleyici önünde verdiği konferansta Türkeş, özellikle kalkınma meseleleri üzerinde durmuştur. İktidarın İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planını yaparken yatırım stratejisini iyi ayarlıyamadığını söyleyen Türkeş, dar imkânlarla meydana getirilen paralar ölü sahalara yatırılmaktadır, misal olarak da, <<Bütün vilâyetlerimize kapalı spor salonları yapılıyor. Bunların her biri milyonlara maloluyor. Pek az kişinin istifade edebildiği bu salonlar memlekete hiçbir değer kazandırmadığı gibi gençliğin ve aydınlarımızın dikkatlerini memleket meselelerinden uzaklaştırır. Milyarlara malolan İstanbul Köprüsü ile 35 milyona çıkan Kültür Sarayı da aynı durumdadır.>> demiştir. Daha sonra TRT, Tekel maddelerine yapılan zam ve komünist tahrikler üzerinde hükûmetin yetersiz kaldığından bahseden Türkeş sözü Üniversite muhtariyetine getirerek: <<Üniversite muhtariyeti ilmî çalışmaların selâmeti içindir. Komünistlerin hücre çalışmalarına meydan veren Üniversitelerde muhtariyetten bahsedilemez. İktidarımızda bunları yerin dibine geçireceğiz.>> demiştir.

Ekonomimizin de gayri millî ellerde bulunduğunu ifade eden Türkeş, ekonomimiz millîleştirilmeden hiç bir hamlenin yapılamayacağını söylemiştir. Geç vakte kadar devam eden Konferansta çok enteresan sualler sorulmuştur.

Rize ve Of’a da giden Türkeş buralarda düzenlenen toplantılarda da çeşitli meseleler üzerinde görüşlerini açıklamıştır. Tekrar Trabzon’a gelen Türkeş bir sohbette <<Bu seçimde 100 Milletvekili çıkarsak 1973 yılında iktidara gelebilir miyiz>> sorusuna <<Türk milleti bana 100 milletvekili verse iktidarımız 1973 yılına kalmaz>> cevabını vermiştir.

Maçka üzerinden Gümüşhane’ye gelinmiş, İl Teşkilâtı mevcut olmıyan Gümüşhane’de AP ve tarafsız vatandaşlardan bir grup Türkeş’e gelerek partiyi kuracaklarını söylemişlerdir. Bunun üzerine İl Teşkilâtı hemen orada kurulmuş ve hep birlikte Bayburt’a gidilmiştir. Yapılan karşılamada MHP nin çok kuvvetli olduğu anlaşılan Bayburt’ta yazlık bir sinemada bir toplantı düzenlenmiş ve bu toplantıda Türkeş Türkiye’nin 150 senedenberi içine düştüğü kalkınma çıkmazını çeşitli misallerle anlatmış ve kurtuluş yolunun 9 IŞIK etrafında toplanmak olduğunu söylemiştir. Akşamüzeri Erzurum’a hareket eden Türkeş geceyi burada geçirmiş, 19 Temmuz günü düzenlenen açık hava toplantısında Erzurumlulara hitap etmiştir. Türkeş konuşmasında kalkınmanın merkezden muhite göre değil, muhitten merkeze doğru olması lâzım geldiğini anlatarak <<Bugüne kadar Türkiye’nin belirli yerleri yatırımlara hedef teşkil edilmiş, bilhassa Doğu bölgesi ihmale uğramıştır. Kalkınma topyekûn ve bölgeler arası dengeye dayanmak mecburiyetindedir.>> demiştir.

Ertesi gün partisinin bölge toplantısına katılan Türkeş, Erzincan, Sivas ve Yozgat’ta yapılan toplantılarda da birer konuşma yaparak Ankara’ya dönmüştür.

Bu uzun gezide gerek parti teşkilâtına mensup olanların gerekse çok sayıda toplantılara iştirak eden halkımızın memleketin gidişatından endişeli olduğu ve kurtuluşu Komandoların da partisi olan MHP de aradığı dikkati çekmiştir.

BÖLGE TOPLANTISI

Memleketimizin bütün bölgelerinde toplantılar düzenleyen MHP İstanbul, İzmir bölge toplantılarından sonra 20 Temmuzda Erzurum toplantısını yapmıştır. Seçimler yaklaşırken çok sıkı ve ciddî bir çalışma içerisine giren MHP için 1969 seçimleri çok önem taşımaktadır.

Erzurum’da yapılan bölge toplantısına davet edilen bütün İl ve İlçe temsilcileri katıldılar. Hepsi de çok arzulu ve enerjik görünüyordu. Bu toplantıda ön seçimler, seçim faaliyetleri ve 1969 seçimleri üzerinde delegeler görüşlerini açıklamışlardır. Toplantılarda delegelerin konuşmalarındaki ortak noktalar: MHP ye başta AP olmak üzere MP, CHP ve YTP den büyük iltihaklar olduğu, vatandaşın kendilerine devamlı surette partinin görüşlerini sorduğu, bunlara karşılık yapılan çalışmalarda maddî sıkıntı çekildiği merkezinde idi.

Van İl Başkanı çeşitli meseleler üzerinde uzun bir konuşma yapmış ve Üç Hilâli <<İman, İlim ve Hareket>> olarak tarif etmiştir. Daha sonra Erzincan ve Hakkâri İl Başkanları da çok dikkate değer konuşmalar yapmıştır. Delegelerin Türkeş ve arkadaşları tarafından yürütülen Türk Milliyetçiliği fikrini her geçen gün daha iyi anladıkları ve memleket meselelerine bu açıdan baktıkları dikkati çekmiştir. Toplantının diğer enteresan yönü ise; şimdiye kadar hiç bir partide görülmediği şekilde gençlik konusuna önem verilmekte ve gençliğin tarifi olarak da sadece yüksek tahsil yapanlar değil orta tahsildekiler, esnaf ve sanatkâr gençliği de anlaşılmakta idi. Bütün delegelerin verdiği habere göre bulundukları bölgelerde gençlik diğer partilere cephe almış ve MHP nin etrafında toplanmıştır. Bu MHP nin istikbali bakımından çok önem taşıyan bir haberdi.

Delegelerin konuşmalarından sonra söz alan TÜRKEŞ konuşmaların hepsini tel tek ele alarak görüşlerini anlatmıştır. Daha sonra partiye ve şahsına tevcih edilen tenkit ve maksatlı propagandaları bir bir cevaplandırmış ve bizim her yerde alnımız ve hesabımız açıktır, demiştir. TÜRKEŞ konuşmasında af, işçi ve memur meseleleri, 27 Mayıs, Tabiî Senatörler, Turancılık ve 1944 Milliyetçilik Olayları hakkında düşüncelerini ve partinin bu güne kadar takip ettiği politikayı anlatmıştır.

TÜRKEŞ konuşmasında MHP nin Türkiye’nin en kuvvetli partisi olduğunu söyliyerek, <<bizim kuvvetimizin, büyük denizlerde yüzen buz dağları gibi ancak % 20’si görünür, % 80’i ise görünmez>> demiştir.



Millî Hareket, Ağustos 1969, Sayı 37.

KOMANDO KAMPINDA

YURTTA GEÇEN AY

Yurtta geçen ay, Üniversitelerin kapalı oluşu sebebi ile, gençlik yönünden durgun, siyasî partilerin çalışmaları yönünden hareketli geçti. Milliyetçi Hareket Partisi, teşkilât kurma çalışmalarına devam ederken bir yönden de komando kamplarının kurulması için çalışmaları hızlandırmıştır.

Gene MHP, Erzurum’da yaptığı bölge toplantısı ile, çalışmaları bir daha gözden geçirmek fırsatını buldu.

KOMANDO KAMPLARI

Zinde bir gençlik yetiştirmek için, MHP ve ona bağlı teşkilâtlar tarafından kurulan komando kampları her tarafta açılmağa başlandı. İlk olarak Ayvalık’da açılan kamptan sonra, Adana, İzmir, İstanbul, Çukurova’dan kamplar açılmış yüzlerce genç çalışmalara başlamışlardır.

Bu yıl yurdun muhtelif yerlerinde 34 komando kampı açılacak ve bunlara on binin üzerinde genç katılacaktır. Bu kamplara katılmak için müracaat eden onyedi bin beş yüz kişinin mühim bir kısmı kış kamplarında eğitilecektir.

TÜRKEŞ’İN GEZİLERİ

Devamlı olarak yurt gezisine devam eden Türkeş, bir Karadeniz seyahati yapmış, birçok ile ve ilçeye giderek konuşmalar yapmıştır. Samsun’da yapılan konuşmalar çok başarılı olmuş, Trabzon’da ve Vakfıkebir’de halk yağmur altında saatlerce Türkeş’in konuşmalarını dinlemiştir

TÜRKEŞ SAMSUN’DA

Turhan Saral

13 Kasım Pazar sabahı Samsunlular bir bayram günü yaşadılar. Hiçbir devlet adamına nasip olmayan tezahürat Türkeş’e yapılıyordu. Çorum- Amasya yoluyla Samsun’a gelmekte olan Başbuğ Türkeş’in 10 km. mesafede Samsunlular tarafından karşılanırken, Çarşamba teşkilâtının özel motosikletli komandoları da oraya yetişmiş bulunuyorlardı. 50 km. mesafeden Başbuğu karşılamağa gelen Çarşambalı Komandoların başında teşkilât başkanı Osman Nuri Kurt bulunuyordu. Başbuğ Türkeş’e özel yetiştirilmiş Çarşambalı komandolar takdim edildikten sonra konvoy harekete geçti.

Motosikletlerin öncülüğüyle Türkeş Samsun’a geldi. Caddelerde yürüyüş yapıldı, motosikletli gösteriler oldu, caddeler tıklım tıklım doldu. Trafik aksadı, halk Türkeş’in konferans vereceği sinemaya koşuyordu. Öğle namazı Türkeş’le birlikte büyük camide kılındıktan sonra Başbuğ, Başbuğ nidalarıyla marşlar okuyarak konferans yerine gelinmiştir. Kızgın güneşin altında binlerce dinleyici “Türkiye’nin Meseleleri” konulu konferansı dinlemeye başladılar.

Türkeş, şahsına yapılan coşkun alkış ve tezahürattan sonra şöyle konuştu: 90 küsur milyona yapılan Opera binasından kimler istifade edebiliyor. Yabancılar ve zenginler. Bu bina ne bütçemize bir fayda ne de fakir halkımıza bir katkıda bulunabiliyor. 21 milyona Antep’te, 4,5 milyona Kilis’te yapılan spor salonlarına milyonlar yatırılacağına bu paralarla Anadolu’ya fabrikalar yapılsaydı Türk Halkı sefaletten büyük ölçüde kurtulmuş olurdu. Devamlı bütün yatırımlar İstanbul’a yapılmaktadır. Yapılan bu yatırımlar ölü yatırımlardır. Bunun önüne geçilmeli yatırımlar Anadolu’ya yapılmalıdır, demiştir.

Bu günkü kalkınma hızıyla 249 yıl sonra bir Fransa olabileceğimizi ileri süren Türkeş, TİP’i eleştirdikten sonra AP yöneticilerine şiddetle çatmış, idarecileri yalancılıkla suçlamıştır. Konferans bittikten sonra partiye gidilmiş bir müddet sonra da Çarşamba’ya hareket edilmiştir.

TÜRKEŞ DİKBIYIK’DA

Dikbıyık’a gelindiğinde köylerden akın eden halkın başında Saim Ersan bulunuyordu. Yol boyunca yapılan komando gösterilerini seyreden halk Türkeş’i yolda karşılayarak tezahürat yapmışlar, sohbet edip beraberce resimler çektirmişlerdir.

Köylünün biri Türkeş’e <<Albayım, 240 millet vekilim olsa çiğner geçerim diyorsunuz. Bugünkü anayasa var>> sorusuna Türkeş: -<<ben herşeyi silindir gibi çiğner geçerim.>> cevabını verince halk büyük tezahürat yapmıştır.

TÜRKEŞ ÇARŞAMBA’DA

Karadenizde en kuvvetli teşkilât şüphesiz ki, Çarşamba’dır.

Çarşamba teşkilâtı bütün elemanlarını okumaya mecbur tutmaktadır. İdarecilerin Millî Hareketi, Devleti, Işık’ı, Türkeş’in kitaplarını ve buna benzer kitapları okumak mecburiyeti vardır. Türkeş’in hayatını bilmiyen, Türkeş’in fikirlerine inanmıyan ve ona saygı duymıyan hiç kimse partiye kayıt yapılmaz. Gelenler mutlaka inanarak gelmelidirler. Çarşamba’da MHP’liler Türkeş’ten bahsetmiyen gazeteleri bile okumazlar..

Bu prensiplerle hareket eden İlçe Başkanı Osman Nuri Kurt partiyi burada hiç yoktan zirveye çıkarmıştır. Yepyeni inanmış bir kadro bugün Çarşamba’da çalışmaktadır.

9 EYLÜL YÜRÜYÜŞÜ

Milliyetçi Hareket Partisi, yapılan Ege toplantısında, Millî Kurtuluş Savaşı sonunda düşmanın denize dökülmesiyle sonuçlanan taarruzu temsilen bir yürüyüş düzenlemeğe karar verdi. 26 Ağustos Mehter takımı ve komandolarla başlıyacak yürüyüş ekibi, kurtuluş bayramlarını kutlayan il ve ilçelere uğrayarak 9 Eylül’de İzmir’e varacak. Bu yürüyüş için şimdiden hazırlanılıyor.

ÜLKÜ OCAKLARININ BİLDİRİSİ

İstanbul Ülkü Ocakları Birliği Kerkük katliamının 10. yılı münasebetiyle bir bildiri yayınladı.



Günaydın, 31 Temmuz 1969.

TÜRKEŞ’İN HEDEFİ 100 BİN KOMANDO

Çalışma programını 27 Mayıs İhtilâlinin Tank Binbaşısı Dündar Taşer hazırladı

12 Ekimde yapılacak olan Genel Seçimlere bütün Türkiye’de geniş bir kampanya ile hazırlanan Milliyetçi Hareket Partisinin çalışma hedefleri belli olmuştur.

Partinin başkanı Alparslan Türkeş 1973 yılını iktidara gelme yılı olarak tespit etmiş ve MHP’nin gençlik kamplarının hedefinin 100.000 komando olduğunu belirtmiştir.

27 Mayıs İhtilâlinde Tank Binbaşısı olarak görev alan 14’lerden Dündar Taşer’in hazırladığı çalışma programı halen Türkiye’de 34 merkezde faaliyette bulunan MHP’nin komando kamplarında harfiyen uygulanmaktadır.

BÜYÜK YÜRÜYÜŞ

Başkan Türkeş izin verdiği takdirde 34 komando kampında yer almış bulunan gençler, 26 Ağustos günü Afyon’dan yürüyüşe başlayarak 9 Eylül’de İzmir’e gireceklerdir. Gençler bu yürüyüşün adını “Anadolu Savaşını Anma Yürüyüşü” koymuşlardır.

Halen 34 resmi komando kampı var. Bu yaz faaliyette bulunan 34 komando kampında üstün başarı gösteren gençler MHP Planlama Dairesi uygun gördüğü takdirde Hayırsızada’da Ağır Eğitim Kampına alınacaklardır.

TÜRKEŞ KOMANDOLARA “BOZKURTLARIM” DİYOR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş seçimlerde en çok “Bozkurtlarım” dediği komandolarına güveniyor. Türkeş’in hedefi, komando sayısını kısa süre içinde yüz bine yükseltmek ve 1973 seçimlerinde başa güreşmek.. Fotoğrafta taraftarlarının “Başbuğ” dediği Türkeş duvara asılı Bozkurt resmi önünde, komandolarına hitap ederken görülüyor…

DÜNDAR TAŞER’İN KONUŞMASI

Milliyetçi Hareket Partisi komando kamplarının planlayıcısı ve yöneticisi Dündar Taşer dün İstanbul’daki komando kampına gitmiş ve şu konuşmayı yapmıştır.

“Türk Gençliği CHP iktidarı devrinde sol telkinlere tabi tutulmuş ve ilericilik adı altında; Marksist ideolojilerin yayılmasına gayret edilmiştir. Ortanın solu ile ifade edilen yeni CHP politikası ise sol hududu tahdit edilmemiş bir sıfatın sonunda CHP Genel Sekreterine fiilen tecavüz yapacak kadar ileriye gitmiş bir gençlik yetiştirdiğini ortaya çıkarmıştır.

Bu olay sol kanadın başına yağacak her yağmura şemsiye olmayı ilericilik sayanların nelere sebep olduklarını bilmeleri için yeter bir işaret olmalıdır.

Süleyman Demirel iktidarı ise gençlik işine her işte olduğu gibi hiç bir alâka göstermemiş, komünizmle mücadele için didinen gençlere Faşist, aşırı sağ, vesaire kendince kötü sıfatlarla hücum etmiştir.

Komünizmin yayılmasını önlemek için hiç bir tedbir almayan Süleyman Demirel fırsat buldukça aşırı sol ve aşırı sağ kelimelerini birlikte kullanarak komünistle ona karşı çıkanı bir saymaktan geri kalmamıştır.

Solun tahriki, vatandaşın huzursuzluğu, milletin şuuru MHP yi bu mevzuda tedbir almaya sevketmiş ve MHP gençliği başta üniversiteler olmak üzere yurdun her tarafında çığ gibi gelişmiştir. Türk Milleti’nin geleceği bu gençler eliyle emniyettedir.



Günaydın, 31 Temmuz – 2 Ağustos 1969.

KOMANDO KAMPINDA 24 SAAT

Röportaj: Günaydın’ın Dörtyol Muhabiri UĞUR AKYEL
Fotoğraflar: ÜMİT SİNAN TOPÇUOĞLU

1

HER KOMANDO KAMPINI EMEKLİ BİR SUBAY YÖNETİYOR

Komando kampı… Komandolar yürüdü.. Komandolar marş söyledi.. Kimdi bu komandolar, ne yapıyorlardı? İdealleri neydi?

Türkiyede 34 komando kampında ne yapılıyordu?.. Bunlar herkesin aklına çengellenmiş birer sualdi. Komando kampına girmek, objektif olarak olanları yazmak iyi bir gazetecilik görevi idi. İstanbul’da yakında bir kamp vardı. Girdim. 24 saat onlarla kaldım. Bütün konuları birlikte konuştuk. Sordum ve dinledim. Böylece Türkiye’de bugüne kadar yapılan ilk ve gerçek komando kampı röportajı doğdu.

Beni komando kampına götüren arkadaş kısaca anlattı. Komando adı halkın taktığı bir ad idi. Askerî birliklerde en çevik, en cesur, en güçlü ve hareketli erlerden kurulu, düşmana ilk darbeyi vuran birliklere verilen addı bu. Türkeş bu gençlik kamplarına katılanlara BOZKURTLAR, Genel Başkan Yardımcısı İsmail Hakkı Yılanlıoğlu EREGENEKON ASLANLARI demekteydi. Halk bu gençlere KOMANDO adını vermiş ve öyle sürüp gelmişti.

Komando kamplarının planlamasını 27 Mayıs İhtilâline tank binbaşısı olarak katılan ilk Millî Birlik Komitesinde yer alan Dündar Taşer yapıyordu. Taşer kamp çalışma programını hazırlıyor, Anadolu’nun neresinde kamp kurulacaksa oranın yetkilisine bu programı gönderiyordu. Hemen bütün kampların başında bir emekli subay bulunuyordu. Milliyetçi Hareket Partisine kayıtlı şampiyon atlet, judocu ve güreşçiler bu kamplarda gönüllü görev alıyorlardı.

KAMPA GİDİŞ

Küçüksu sırtlarında, Hekimbaşı çiftliğinde kurulan komando kampına kabul edilişimiz oldukça merasimli olmuştu. Bu kampla yakından ilgisi olan eski bir arkadaşın ısrarlı temasları sağlamıştı bunu.

Beni kampa kabul ettiren arkadaş, bozuk olan yolda yavaş bir şekilde yol alan arabadan karşıdaki bir binayı göstererek, buranın kamp yeri olduğunu söyledi. Büyük ağaçlar içine gömülmüş bir köşkün en üzerine Türk bayrağı çekilmişti. Her taraf ağaçlık ve sessizlik içinde idi. Biraz daha gittikten sonra bir çiftlik kapısına gelindi ve orada duruldu. Kapıda iki genç, sessiz bir şekilde bize bakıyorlardı. İndik. Arkadaş yanlarına giderek parola verdi, kamp müdürünü çağırmalarını istedi. Ben bu arada iki gence bakıyor, komandoluklarının ölçüsünü çıkarmağa çalışıyordum. İkisi de sıradan gençler görünümündeydi. Yalnız derileri iyice yanmış, güneş ikisini de iyice kavurmuştu. Biri hızla ağaçlıklara doğru koştu. Biraz sonra yanında kamp müdürü olduğu anlaşılan biriyle geri döndü.

Kampın müdürü ile ağaçlıkların arasında yürümeğe başladık. Oraya vardığımızda zaman öğleyi epey geçiyordu.

Kamp müdürü anlatıyordu: Bu yıl kampa katılanlar bu köşkte kalıyorlarmış. Sadece dışarda, gece nöbetleri için bir çadır kurulmuş. Bütün bu arazi kamp süresince kendilerine tahsis edilmiş.. Birkaç devreli olacak kampın ne zaman biteceğini sonra kararlaştıracaklarını söyledi. Ağaçlara boydan boya ipler gerilmiş, boks çalışmaları için kum torbaları asılmıştı. Birçok tahta manialar vardı çevrede. Bazıları kuru ağaçlar, dallar topluyorlardı. Bunlar, sabahleyin yapılan bir koşuda geride kalanlarmış. Böyle olanlara angarya yüklenir, daha sıkı çalışmaları temin edilirmiş. Bu ağaç dallarının ne işe yaradığını sorduk. Yemeklerini, kurumuş dalları yakarak pişiriyorlarmış. Köşkün hemen yanında eski Anadolu evlerinin ocaklarını andıran ocaklar vardı. Yemekler burada pişer, sonra herkesin tabağına sıra ile yemekleri konurmuş.

Çevrede bir masa, yemek yenecek bir yer görülmüyordu. Gerçi böyle bir kampta bunun pek önemi yoktu. Kamp müdürü biraz ileride kazılmış hendekleri gösterdi. Bu hendekler masa ve iskemle görevindeydiler. Üzerlerini kaplayan otlar ise güzel bir masa örtüsüydü onlar için.

* KOMANO KAMPINDA KOMUTA VE NÖBET ÇADIRI – Komando kampları süresince en yüksek yere Türk bayrağı asılmaktadır. En önemli çadır da kapısında Milliyetçi Hareket Partisinin 3 hilâlli bayrağı ile Gençlik kuruluşunun Bozkurtlu bayrağı bulunan komuta ve nöbet çadırıdır. Burada kampın yöneticisi ve nöbetçisi bulunur.

* HALAT KÖPRÜSÜNE TOPLU TIRMANIŞ - Komando gençlerin çalışma saatlerinde yaptıkları en zor hareket halat köprüsüne toplu tırmanıştır. Aşağısı tehlikelerle dolu köprüden bilek ve ayak kuvvetiyle geçmeyi dener ve alışır komandolar. İşte her gün yaptıkları zorlu çalışmalardan birinde komandolar görülüyor.

* KOMANDOLARIN YATAKHANESİ – İstanbul’da Küçüksu sırtlarındaki komando kampında uyku saati 21.00’dir. Bayrakla süslenmiş yatakhanede gaz lâmbaları kısık olarak yanar ve gece nöbetçisi saati bitene kadar nöbet bekler.

YARIN: BEŞ VAKİT NAMAZ ESASI


2

KAMPTA NAMAZ ŞARTTIR
KAMP BİNASININ BAYRAK ASILAN YERİNDE EZAN OKUNUR

Kamp Alparslan Türkeş’in açıkladığı gibi beş vakit namaz esasına göre kurulmuş. Yüksek İslâm Enstitüsü ve İmam Hatip okulunda okuyan komando gençler ezan ve namaz işlerini üzerlerine almışlardı. Kamp binasının, bayrağın takılı bir nevi burç gibi yerinde ezan okunuyor, en üst katın büyük bir salonunda toplu olarak namaz kılınıyordu.

Binayı geziyoruz. Büyük hattâ muhteşem odalar. Bina eski olmasına rağmen sağlam. Yukarılara ayakkabı ile çıkmak yasak edilmiş. Bir odayı kiler yapmışlar. Her türlü kuru yiyecek ve yağlar, sabunlar, bisküiler, çaylar. Bunların nasıl temin edildiğini sordum. Bazı milliyetçi toptancılara veya bakkallara gidilerek durum anlatılmış ve temin edilmiş.

Partiden para alıp almadıklarını soruyorum. “Partinin durumu zaten iyi değil” diyorlar. MHP zengin olmayanların yakınlık gösterdiği bir parti imiş. Partiye bağlı birkaç zenginin ise yükü zaten ağırmış. Zaten kendilerinin de bu konuda bir istekleri olmuyormuş. Yatakların ve battaniyelerin nereden temin edildiğini sordum. Bunun sır olduğunu söyledi kamp müdürü.

KAMPIN KURALLARI

Binanın içine ve dışarıda duvara kamp programı asılmıştı. Bu programa yüzde yüz itaat şarttı. Buna uymayanlara gereken ceza verildikten sonra kamptan çıkarılıyorlardır.

Komandoların his ve fikir olarak bağlı oldukları MHP Genel Başkanı Türkeş olmasa bu kamplar açılır mı? Bu gerçekten önemle sorulacak bir soru. Benim kanaatimce, kurulsa bile bir çekici yanı olmaz. Burada toplanan, çalışan gençler her an “Başbuğ”ları ile beraberler sanki.

Kampta Türkeş’in partisinin programından başka, bir de kendi hazırladığı ve adına Dokuz Işık dediği, görüşlerini yansıtan bir kitabı var. Bu dokuz görüş, kendi ifadesine göre, millî bir doktrinin temellerini gösteriyor. Sayının dokuz olması da, bu sayının Türker tarafından uğurlu addedilmesinden. 1- Milliyetçilik, 2- Ülkücülük, 3- Ahlâkçılık, 4- Toplumculuk, 5- İlimcilik, 6- Hürriyetçilik, 7- Köycülük, 8- Gelişmecilik, 9- Endüstricilik ve teknikçilik şeklinde sıralanan bu dokuz ilke komandolar tarafından hemen her gün tekrarlanıyor. Hemen hepsi üniversite ve yüksek okul öğrencisi olan komandoların ezberledikleri bu ilkeler bazı orijinal görüşleri anlatıyor. Konuşuyoruz kendileriyle: Söyledikleri şeylere öylesine bir inanmışlar ki anlatırken heyecanlanıyorlar. Realizm ile hayali öyle bir birleştirişleri var ki, insan kendini bir anda onların havasına kaptırıveriyor. Biri tarım kentlerini anlatırken öyle bir heyecanlandı ki. “Bir yollar yapacağız ki, Ankara’dan bakınca Erzurum, İstanbul görülecek” dedi. Bunu şaka niyetine söylemişti. Fakat hayalinde büyük ideallerin yaşadığı hemen belli oluyordu. Teknik Üniversitede okuyan biri ağır sanayiin mutlaka kurulması gerektiğini uzun uzun anlattı. Silâh yapamayan, uçak füze, fabrika yapamayan milletlerin er veya geç batacağını, başka milletlerin tutsağı olacağını izah etti. Büyük tehlike olarak Rusya’yı gösteriyordu. Rusya, sıcak denizlere açılan idealini henüz bırakmamıştı. Ayrıca Türkiye komünistleri bu ideale, milletlerine ihanet ederek yardım ediyorlardı. Yarın bir harp olsa ağır sanayiini kurmamış, füzesini, tankını, uçağını kendisi yapamayan Türkiye bu harpten çok zararlı çıkardı. Bazılarının, Rusya Türkiye ile harp etmez düşüncesi temelden yanlıştı. Esareti altında tuttuğu Türklerin bir nevi ciğeri durumunda olan, onların kurtulma ümitlerini devam ettiren Türkiye’yi Rusya her an boğmak isterdi.

* BEŞ VAKİT NAMAZ – Komando kampının programı beş vakit namaz esasına göre hazırlanmıştır. Kampa katılan gençler her gün beş vakit namaz kılarlar. Komando kampında ezan ve namaz gibi din görevlerini Yüksek İslâm Enstitüsü ile İmam Hatip Okulları öğrenciler üzerlerine almışlardır. Fotoğrafta komando kampında sabah namazı kılan gençler görülmektedir.

* Namaz kıldıktan sonra gençler ellerinde sopalarla ormanda gizlenenleri arama idmanı yapıyorlar.


KAMP PROGRAMI

Sabah namazı saati: Boru çalınarak uyanılıyor. Yıkanma, ezan, toplu namaz.

6.30 – 8.30: Beden eğitimi: Judo, güreş, boks, yakın döğüş, kültür fizik.
8.30: Kahvaltı
8.30 – 12.00: Serbest zaman, okuma, sohbet.

Öğle namazı saati: Ezan, toplu namaz, öğle yemeği.

14.00 -16.00: Beden eğitimi: Judo, güreş, boks, yakın döğüş, kültür fizik, kros. İki grup yaparak, koruluk içinde karşı tarafın saklanan adamını daha çabuk yakalama oyunu. Ayrıca ipte yürüme, duvara tırmanma, duvarlardan atlama hareketleri. Hevesi olanlara karate dersi.

İkindi ezanı zamanı: Ezan, toplu namaz, uzun yürüyüş. Deniz sporları.
Akşam namazı zamanı: Ezan, toplu namaz, akşam yemeği.

18.30 – 20.30: Seminer. Bu seminerleri bazı öğretim üyeleri ve inandıkları büyükleri veriyor. Saatine göre yatsı namazı. Bazı geceler, gece eğitimi. Bu eğitim bazan gece 02.00 03.00 de olur, eğitimin durumuna göre, uzatılıp, kısaltılırmış.

21.00: Uykuya yatış.

TÜRKEŞ İÇİN YAZILAN MARŞ

Hemen hepsi Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelen bu komando gençler pek ileri bir sevgiyle bağlı oldukları Türkeş için marşlar da yazmışlar ve bestelemişler. BOZKURTLARIN TÜRKÜSÜ adlı marş, bir komando tarafından yazılmış ve bu gençleri ve fikirlerini seven biri tarafından da bestelenmiştir. Marş şöyledir.

BOZKURTLARIN TÜRKÜSÜ

Sende bütün umutlar
Göğe yükselsin tuğum
Haykırıyor bozkurtlar
Selâm sana Başbuğum

Türklük bir yiğit arar
Tanrı dağları kadar
Canlansın hatıralar
Selâm sana Başbuğum

Semerkantlar Kerkükler
Yaslı yaralı Türkler
Artık Alparslan kükrer
Selâm sana Başbuğum

Altaylardan Tunaya
Yeniden bütün dünya
Görsün korkulu rüya
Selâm sana Başbuğum

Tanrım güç versin sana
Acısın Türkistana
Selâm selâm Turana
Selâm sana Başbuğum

YARIN: KOMANDOLARIN HEDEFİ


3

BAŞBUĞLARI DEFALARCA “IRKÇI” OLMADIKLARINI SÖYLEMİŞ

Komandoların doğum kontrolü hakkındaki görüşleri tek. Hepsi doğum kontroluna karşı. “İlim adamları Türkiye’de 150 – 200 milyon insanın rahatça yaşayacağını söylüyorlar. Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, İran niçin doğum kontrolü istemiyor. 30 milyonluk Türkiye dünyanın en tenha yerlerinden biridir.” diyorlar. Bu kampanyayı Hristiyan dünyasının ve batının maksatlı desteklediğini söylüyorlardı.

IRKÇILIK, TURANCILIK VE ÜMMETÇİLİK

Irkçılık, Turancılık ve Ümmetçilik ithamları konusunda ne düşündüklerini soruyorum. Akşam yemeğinden sonra yapılan bu konuşmalara, gemici fenerlerinin titrek ışıkları altında yapılıyor. Bu konuları sorunca hemen hepsi heyecanlanıyorlar. Edebiyat Fakültesinde okuyan biri atılıyor ve anlatıyor: “Irkçı değiliz” diyor. “Başbuğ” ları bunu defalarca söylemiş. Fakat Turan ideali hepsinde varmış. Turancılık maalesef yanlış bir şekilde aksettiriliyormuş. Anlattı Turancılıktan ne anladığını, daha doğrusu Turancılığın ne olduğunu. Bu fikir esasta bütün dünya Türklerinin hür ve müstakil birer devlet kurmalarını istemekmiş. Esir milletlerin kurtulmasını istemek Birleşmiş Milletler ideallerinin başlıcasıymış. Bu temin edildikten sonra bütün Türk devletlerinin bir federasyon halinde birleşip, bir güç haline gelişi zaten kendiliğinden olurmuş. İslâmiyeti savunmalarını ümmetçilik şeklinde yorumlayanlara ise cevapları şu: “Evet İslâm ümmetindeniz. Fakat millî benlikten sıyrılarak, bütün İslâm devletlerinin sınırlarını kaldırıp tek bayrak altında toplanması gibi bir iddiamız yok. Buna zaten imkân da yok. Fakat bütün Müslüman devletlerin sıkı bir işbirliğine girmesine taraftarız. Bu Ortadoğu politikamızın da ana görüşüdür.” Türkiye dışında ne kadar Türk bulunduğunu soruyorum. En az yetmiş milyon diyorlar. Bunların çoğunluğu Rusya, Çin ve İran’da imişler. En şuurlu Türkler ise Irak’ın Kerkük şehrinde bulunuyorlarmış.

Komando gençler Kıbrıs’ın topyekûn alınmasına taraftarlar. “Bizim millî hedeflerimiz Kıbrıs, 12 Ada ve Batı Trakya’dır” diyorlar ve Yunanistan Megalo İdeasını, İsrail’in Nil’den Fırat’a kadar büyük İsrail politikasını örnek gösteriyorlar.

İKTİSADÎ DOKTRİNLER HAKKINDA GÖRÜŞLERİ

Komünizme ve kapitalizme iktisadî görüş bakımından karşılar. Bunların Türk milletinin karakterine ve içinde bulunduğu duruma uygun olmadığını söylüyorlar. Kuracakları sistem, Türk milletinin kendi özelliklerine uygun, ahlâkına uygun, iktisadî durumuna, enerji kaynaklarının durumuna uygun bir sistem olacakmış. Bu sistemin temelini Dokuz Işık’ta bulursunuz diyorlar. Kapitalist ve komünist sistemlerin milletleri sömürmek esasına dayanan birer düşünüş olduklarını anlatıyorlar.

Kendilerinin ve “Başbuğ”larının dikta hayranı ve o idealin insanları olduğu iddiasına karşı; öyle bir düşünüş içinde olmadıklarını söylüyorlar. Kendilerini Nazi ve Faşist hayranı gösterenlerin kendilerine hakaret ettiği inancındalar. Bu sistemlerin kurucularının birer Alman ve İtalyan olduğunu, Türk milletinin ise, bu milletlerin üzerinde bir karakter taşıdığını, onların sistemlerini kopya etmelerinin kendilerini düşüreceğini izah ediyorlar. “Türk milleti kendi sistemini kendisi kuracak birilerini içinden çıkarır.” diyorlar.

Komandolar, hemen her konuda kendilerini yetiştirmişler. Kendilerinin sadece birer yumruk olmadığını göstermek için sıkı bir fikri eğitimden geçiyorlar. Bunun kendileri için elzem olduğuna hemen hepsi inanmış. Üniversite yüksek okullarda okuyan bu gençler, buralarda karşılarına dikilecek diğer fikir sahiplerini de fikirleriyle birlikte yere sermek istiyorlar. “Birisi; “Asıl amacımız budur” dedi.

KOMANDOLARIN YAKIN İDEALLERİ

Komandolar, yakın ideallerinin ülküden yoksun gençliğin kahve köşelerinden kurtulması, sağlam, ülkücü birer insan olarak yetişmeleri olduğunu söylüyorlar. Diskoteklerin, fuhuş yuvalarının, içki evlerinin genç neslin mahvolmasına sebep olduğunu belirtiyorlar. Hepsi, üniversitelere gelen genç arkadaşlarına örnek olarak onların da kendileri gibi yetişmelerine yardımcı olmak azmindedirler.

Bunun beden eğitimi yapmadan da sağlanabileceği sözüne karşı, “Bu çalışmalar bizi spora yaklaştırıyor, ayrıca bir başka sebep var.” diyor biri. Bu yıl üniversitelerde kavgaların, işgallerin olacağı gün gibi aşikâr. Hükümet ve polis bu anarşist ve komünist öğrencilerle başa çıkamıyor. Bunlar bazan işi azıtarak hatta bize bile saldırmağa kalkışıyorlar. Biz, bunu önlemek için bedeni çalışma yapıyoruz.” diyorlar.

Komandoların kış çalışma kampları idealleri var. Bunu bu yıl gerçekleştireceklermiş.

Her komandonun gelecek yıl öğretmen olarak bir kamp açmasını istiyorlar ki bu yıl 17.500 kişinin müracaat ettiği komando kampları birdenbire 10 misline çıkacak bu çalışma ile…

Basını ve halkı uzun süredir meşgul eden en büyük komando kamplarından birini tamamen gördüm. Kanaatim bu hepsi üniversiteli gençlerin Türkiye’de çok kısa zamanda büyük bir kuvvet olarak ortaya çıkacakları merkezindedir. Yalnız bu kuvvet dediklerine göre Türkiye’de tek bir şeye karşıdır. O da komünizmdir. Sokakta gezen adam için bir tehlike teşkil etmeyen bu grup, en ufak bir aşırı sol kıpırdanışına karşı çok büyük bir düşman.

Ben kampdan ayrılırken onlar yemeğe oturuyor ve hep bir ağızdan komando duasını ediyorlardı.

“Tanrımıza Hamdolsun,
Milletimiz Sağolsun
Afiyet Olsun
Tanrı Türk’ü Korusun.”

* FİKİRLE DE YENMEK İSTİYORLAR - Komando kampında judo idmanı yapan iki genç. Gençler anlaşmazlıkları sadece yumrukla değil, fikirle halletmek istiyorlar. Ve “Karşı olduklarımızı fikirle de yere vurmak kararındayız” diyorlar..

* KAMPTA TOPLU YEMEK – Komando kampında lüks yoktur. Gençler gemici fenerlerinin ışığında yere oturarak mütevazi yemeklerini yerler. Yemek sırasında görüşler tartışılır, gelecek konuşulur. Fotoğrafta gençler toplu halde akşam yemeklerini yerlerken görülmektedirler.

SON



Günaydın, 2 Ağustos 1969.

Bir zamanların şahane kadını Sevim Çağlayan şimdi de CKMP’li bir komando ile nişanlandı

Beşinci evliliğine hazırlanan bir zamanların “Şahane Kadını” Sevim Çağlayan, dün akşam da CKMP Komandolarından gitarist Ergun Aşıkoğlu ile reklam için nişanlanmıştır.

Gençlik Parkı Japon bahçesinde, sahnede nişanlanan Sevim Çağlayan 23 yaşındaki filinta gibi nişanlısı ile müstakbel kaynanası izin verirse ileri bir tarihte Dünya evine girecektir.

Yüksek okul öğrencisi damat adayı CKMP komandosu ve aynı zamanda gitarist Ergun Aşıkoğlu ile Sevim Çağlayan gazetecilere dudak dudağa poz vermişlerdir. Bu sırada Sevim Çağlayan, “- Ama Ergun sen sahiden öpüyorsun. Evde öpüşmek için sabretsene…” demiştir…

Apollo-11’in Ay’a ulaştığı gün bir uçağa atlayıp İstanbul’a giden Sevim Çağlayan son kocası Cengiz’den bir günde boşanmış ve ertesi gün Ankara’ya dönerek dostlarına şu müjdeyi vermiştir. “- Cengiz’den boşandım. Yakında nişanlanıyorum. Uzay devrini yaşıyoruz şekerim, biraz acele etmek lazım…”

Sevim Çağlayan nişandan sonraki ilk programında “- Sevemez kimse seni, benim sevdiğim kadar” ile başlayan şarkıyı okumuştur. Nişandan önce kulisteki boyacıya pabuçlarını boyatan damat adayı, heyecandan pabucunun bir tekini boyatmayı unutmuştur…

Çağlayan nişandan sonra verdiği demeçte, “- Ne yapalım şekerim, başkaları aya gidiyor, biz de kocaya” demiştir…



Tercüman, Ahmet Kabaklı, 3 Ağustos 1969.

KARABEKİR PAŞA VE KOMANDOLAR

Şimdi sayın Türkeş, Türk Ordusunda Kâzım Karabekir ve Fevzi Çakmak’ların, hiç tükenmeyen ve inşallah eksilmeyecek, bir benzeri olarak, siyasî hayata geçtiğinden beri, temiz mayalı yüksek tahsil gençliğimizi Türk İslâm geleneğinde yetiştirmek rehberliğini omuzuna almış bulunuyor.

Millet hizmetine hazır, bilgili ve nefse hakimiyet sahibi insanlar olmaya içleri tutuşarak bekleyen, fakat ekserisi, bir takım kızıl ve hain şebekelerin tuzağına düşürülüp harcanan Türk gençliğini, yurdun her yanında kurtarıcı teşkilâtlara bağlayan Alparslan Türkeş’in yalnız bu himmeti bile sonsuz teşekküre lâyıktır.

Solcu ve anaforcu basının <<Komando>> adını takarak, umacı gibi gösterdiği bu gençler, üniversite tatilleri dolayısiyle, yurdun bir çok yerlerinde kamplara toplandılar. Oralarda <<Beş vakit namaz>> la birlikte, eski Türk terbiyesinin icaplarını yerine getiriyorlar. Şafakla kalkıyor, yatsıda yataklarına çekiliyorlar. Osman Gazi’nin Söğütlü yiğitleri gibi… KAFA – RUH – VÜCUT eğitimini birlikte görüyorlar.

Kitaplar okunup tartışılıyor.. Halaylar, zeybekler, barlar, türküler şarkılar ile <<daha Türk>> olunuyor. Pazuları düşman beli bükecek arslanlar yetişiyor.

Aydın ihanetlerinden bıkan ve kendi evlâtlarını özleyen halkımız, o gençleri bağrına basmalı, kamplarına her türlü yardım yapılmalıdır.

Komünizmi göğüslemeye hazırlanan bu gençlerin, yarın öğretmen, din adamı, doktor, ziraatçi, mühendis, hukukçu v.s. olarak yurdun kaderini değiştirecekleri unutulmamalıdır.



Devlet, 4 Ağustos 1969, Sayı 18.

KOMANDO KAMPLARI

Türk gençliğinin insan zekâsını ve sıhhatini felce uğratan çeşitli zararlı yerlerden korunması gayesine yönelmiş bulunan KOMANDO KAMPLARI bilindiği gibi bu yıl geçen yıla nazaran çok rağbet gördü. Önceki yıllarda üniversite gençliğinin katılmak istediği bu kamplara, bu yıl bütün Türk gençliğinin her kademesi katılmak istediğinden belli vilâyetlerde açılan kampların bir anda Türkiye sathına yayılmasına sebep oldu. Alınan bilgiye göre; daha önce açıklanan ve 34 yerde kurulması düşünülen kampların bu rakamı çok aştığı ve Türk milletinin kahve köşelerinde çürüyen evlâtlarının hem fikrî hem de bedenî çalışmaya tabi tutulduğu bu kamplara yakın alâka gösterdiği, elinden gelen maddî ve manevî yardımı esirgemediğidir.

Fikren ve bedenen eğitilen bu sıhhatli gençlik; belli bir programı belli günlerde uygulamak suretiyle, hem nefsini terbiye etmekte hem de toplu faaliyetlerde birlikte çalışmayı öğrenmekte, cemiyet içinde değerli bir şahsiyet olarak yetişmesi temin edilmektedir.

Milliyetçi gençlik kuruluşları tarafından geçen yıl açılan bu dinlenme kamplarına sayın basınımız <<KOMANDO KAMPLARI>> adını takmıştı. Bununla da kalmayarak bu kampların Milliyetçi Hareket Partisi tarafından açıldığını ileri sürdü. Kampları açan dernek ve kuruluşların yaptığı açıklamalar bir netice vermedi. Basın, kendi yazdıklarının doğru olduğuna bütün milleti inandırmak için her vesilede bu milliyetçi Türk evlâtlarına kendi yakıştırmalarını söylemeye devam etti. Bu arada enteresan bazı gelişmeler de olmadı değil; günlük gazetelerde görmüş olmalısınız, poz poz resimlerle verilen ve <<DİŞİ KOMANDOLAR>> diye adlandırılan bazı kızların komando çalışmaları yaptıklarına dair haberleri. İşte bu haberler malûm basın tarafından hafife alınan fakat bütün Türk milleti tarafından benimsenen çalışmaların ister bir moda, isterse samimi bir benimseme olsun, nerelere kadar nüfuz ettiğini göstermesi idi. Bu <<Dişi Komandolar>> la ilgili haberler dikkatimizi çektiğinden meselenin açıklanması için araştırmaya karar verdik. Nitekim tahmin ettiğimiz gibi çıktı. Bu <<Dişi Komandolar>> tamamen farklı muhitin bulduğu bir çalışma idi. Yaptığımız araştırmaya göre, ne MHP ye bağlı gençler tarafından kurulan ve ne de diğer milliyetçi dernekler tarafından açılan kamplar arasında günlük gazetelerde varmış gibi gösterilmesine rağmen <<KIZ KOMANDO>> yetiştiren kamplar açılmadığıdır. Kamp açan dernek yöneticileri ile görüştük. Basının <<Dişi Komando>> diye adlandırdığı bu kız arkadaşlarımıza, ne kendilerinin ve ne de MHP nin bir ilgisi bulunmadığı, bunların da, kendilerine düşecek bazı işleri başarmak için böyle bir çalışma yapabileceklerini ifade ederek: <<Biz gençliği kahve köşelerinden kurtarmak için bir yıl önce bu hareketi başlattık. Basın çeşitli yorumlar yaptı. Fakat ortada bir gerçek var. Bizim başlattığımız bu temiz hareket, bütün Türk Milleti tarafından benimsendi. Bu sene daha geniş ve daha büyük bir çalışma ile bütün Türk gençliğine bu hareket ve davranışların iletilmesini temin ettik. Bizim dışımızda, bizimle yakından uzaktan bir ilgisi bulunmayan ister kız, ister erkek olsun herkesin kamp kurmaya hakkı vardır. Gayet tabii olarak bunların davranışlarından da milliyetçi kuruluşlar sorumlu olmayacaklardır. Biz kamplarımıza katılan bütün arkadaşlarımıza Türk Milletinin geçmişi ile mütenasip terbiye ve disiplin veriyoruz.>> demişlerdir.

Öte yandan, aynı konu ile ilgili olarak MHP yetkilileri de, partilerine bağlı gençlerin bu yıl da geçmiş yıllarda olduğu gibi dinlenme kampları kurduklarını ifade ederek; <<Daha önce açıkladığımız üzere muhtelif yerlerde partimize bağlı üniversiteli gençler kamp kurmuşlardır. Bu kamplara bölgede bulunan diğer partili ve partisiz gençlerden de katılanlar çok yekûn tutmaktadır. Milletimizin çocuklarının zararlı yerlerden kurtarılmasına çok memnun olduğunu tesbit ediyoruz. Bizim kamplarımız yalnız erkekler için açılmıştır. Kızlar için açılmış herhangi bir kamp mevcut değildir. Günlük gazetelerin neşriyatı üzerine bazı genç kızlar kampa katılmak için bize müracaat etti. Fakat bizim kız eğitim kamplarımız bulunmadığı için kendilerini kabul edemedik. Günlük gazetelerde kız kampları hakkında haberler okuduk. Biz de sizin gibi <<Dişi Komandolar>> la ilgili bilgileri bu gazetelerden öğrendik.>> demişlerdir.

Şimdi merakla bekliyoruz, bu günlük gazeteler, <<Dişi Komandolar>> a hangi işleri (!) yaptıracaklar?


KOMANDO KAMPLARININ 24 SAATİNİ SUNUYORUZ

GAYE VE PROGRAM

MİLLİYETÇİ TÜRK GENÇLİĞİ
GENÇLİK EĞİTİM KAMPLARI
GAYE ve GÜNLÜK PROGRAM

Eğitim Kamplarının Amacı:

A- Türk tarih ve vatan şuuruna, birliğine <<TÜRKLÜK GURUR VE ŞUURUNA, İSLAM AHLAK VE FAZİLETİNE>> inanan ve bu uğurda varlığını feda etmeyi göze alan gençler yetiştirmek.

B- Tarihini Dünya nizamı ile kurmuş olan Türk milletinin hasletlerini ve hayatiyetini muhafaza edecek gençleri; ilimde, kültürde, aynı aşk ve heyecanda birleştirmek.

C- İslam dünyasına önder, kuvvetli, kudretli, imanlı, müreffeh Büyük Türkiye idealine bağlı ve bunun kavgasını verecek genç nesli hazırlamak.

Ç- Tabiî duygulara ve milletimizin bekasına aykırı; milli birlik, ülkü, nizam aleyhtarı sol, sosyalist, kozmopolit, temelsiz beynelmilelci fikir ve cereyanlarla teori ve tatbikat olarak mücadele edecek dinamik genç yetiştirmek.

D- Türkiye’nin içtimai, ekonomik, kültür yapısını bilen ve diğer milletlerle mukayese edebilen, bugün ve gelecekteki yerini tayin ve tesbit eden gençler yetiştirmek.

E- Genç nesli kahve köşelerinden, zararlı alışkanlıklardan, faydasız meşguliyetlerden uzaklaştırmak. Taze heyecan ve enerjilerini milli meselelere yöneltmek. Milletimiz için bünye ve fikirde faydalı eleman haline getirmek.

F- Aşağıda sıralanan 11 maddeye 21 günlük kamp müddetince harfiyen uyarak nizam fikrine inanan gençler yetiştirmek.

1- Sabah ezanı ile uyanış. Temizlik ve toplu namaz.
2- Sabah sporu. Dinlenme ve kahvaltı.
3- Mehter ve millî marşlar, yürüyüş.
4- Seminer ve konferans (Konuya göre zaman ayrılır).
5- Toplu çalışma, dinlenme, öğle namazı, öğle yemeği ve yarım saat istirahat.
6- Arazi çalışması, ferdî çalışmalar, boks, güreş, judo, karate.
7- Dinlenme, toplu ikindi namazı, uyku (bir saat).
8- Kısa bir yürüyüş, gece tatbikatı ile hazırlık çalışmaları. Akşam namazı ve akşam yemeği.
9- Günlük olaylar ve basının eleştirilmesi, kitap okuma.
10-Yatsı namazı ve yatış.
11-Gayri muayyen zamanlarda gece eğitimi için alârm.



Milliyet, 5 Ağustos 1969.

MİTİNG DAĞITIM EĞİTİMİ GÖRÜYORLAR

Milliyetçi Hareket Partisi üyesi 60 genç, Kızılırmak kenarındaki komando kampında eğitim yapmaktadırlar. Şehre 60 kilometre uzaklıktaki komando kampında gençler, judo, boks, güreş, yüzme, miting düzenleme ve dağıtma, gerilla yürüyüşü, sızma, geri çekilme, propaganda, Türk Tarihi ve din eğitimi dersleri görmektedirler. Bazı Kayserili zenginlerin yardımıyla açıldığı bildirilen ve 15 gün sürecek olan komando kampı ile ilgili olarak MHP İl Başkanı Hasan Basri Bolok; <<Parolamız Türklük şuuru ve gururu, İslâm ahlâk ve faziletidir. Her şey Türkler tarafından Türklük için yapılmaktadır. Türk devletini yeniden kuracağız. Bu gördüğünüz bozkurtlar Türkiye’nin teminatıdır.>> demiştir. (KAYSERİ – THA)



Tercüman, Milliyet, Ekspres, 7 Ağustos 1969.

KOMANDOLAR “BOZKURT” FİLMİ ÇEVİRECEK

Ankara yolu üzerindeki şeftali bahçeleri arasında kurulan Samsun’daki kampta MHP’li komando gençler, senaryosunu kendilerinin kaleme aldığı <<Bozkurtlar Diriliyor>> adlı bir filmin provalarını yapmaktadırlar.

Komando gençler, yakın dövüş, açlığa dayanma, sır saklama eğitiminin yanısıra şimdi de beyaz perdeye adaylıklarını koyarak artistlik çalışmalarına girişmişlerdir.

Kamptaki artist adayı komandolar Talat Gözbak adında bir konservatuar mezunu tarafından çalıştırılmaktadırlar. Haftanın üç gününü film provalarına ayıran MHP’li komandolar <<Yapılacak olan film, bizim amaçlarımızı aksettirecek. Türkiye çapında bir propaganda unsuru olacak. Bu filmin gösterildiği sinemalarda biletler belki de karaborsaya düşecek ama, onu da yine biz önleyeceğiz.>> demektedirler.

KAMPTA YİYECEK SIKINTISI

MHP Genel Başkanı Türkeş’in Samsun’a gelişinde kendisini parti binası önünde karşılayan ve <<Bunlar bizim Bozkurtlar mı?>> diye sorduktan sonra <<Tanrı Türkü korusun>> sözleriyle selâmladığı komandolar, kampta özellikle <<açlığa karşı mukavemet>> konusunda sıkı bir eğitim görmektedirler.

Günde her komandonun ortalama üç somun ekmek yemesi kampta ortaya gıda meselesi çıkarmış, bunun sonucu olarak da açlığa dayanma eğitimi daha büyük önem kazanmıştır. Böylelikle kamp yöneticileri masrafları kısmanın yolunu bulmuşlardır. Parasızlık yüzünden kampın dağılması halinde komandolar yardım kampanyası açma kararı almışlardır.

NE ŞARK NE GARB

Umutlarını çevrilmesi plânlanan filme bağlayan genç komandolar, sıkı bir disiplin ve gizlilik içinde sürdürdükleri kampta tam bir askerlik eğitimi görmektedirler.

Yabancıların girmesi yasaklanan bu yerde parolasız dolaşılmamaktadır. Kamp çevresindeki devriyeler ve nöbetçiler tanıdıkları ya da tanımadıkları kişileri <<Dur… Parola>> ihtarıyla karşılamaktadırlar. Kampta her gün değişen parolalar ve işaretleri, <<Vatan – zafer – Ergenekon – Bozkurt – Millet – Türklük>> gibi millî sözler arasından seçilmektedir.

Kamp yöneticileri temel inançlarını bir cümle içinde şöyle özetlemektedirler; <<Ne garbın dağıtıcı haşin rüzgârı, ne de doğunun soğuk havası..>>



Yeni İstanbul, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, 10 Ağustos 1969.

İPSİZ RECEP AĞAM VE OĞLU KARABULUT

Politika bir dalgadır.
Amennâ.
Politika düpedüz entrikadır.
Bir entrika, bir dalavere.
Amennâ.

Politikacının en hünerlisi kimdir derlerse hemen şu cevabı verebilirsiniz:
<<- Dostlarına, arkadaşlarına en vefâsızı hangisi ise…

Gerçek budur. Ve galiba yükseldikçe darlaşan politika merdivenini tırmanabilmek, yükselecek yer bulabilmek için de başka çâre yoktur.

Ama şu da bir gerçektir.

Temel kazıklarını kemirerek siyasî partileri çökerten kurt vefâsızlıktır.

Bu sözleri bana söyleten dün aldığım bir mektuptur. Hayatımın gurur verici hâtıralarından biri olan İpsiz Recep Ağa merhumun oğlundan aldığım bir mektup..

Millî savaşın besmelesi çekilirken hatırı çok sayılır silâhlarımızdan biri olan İpsiz Recep Ağamı ben çok sever, sayardım.

Onu Kefken Adasında tanımıştım. Sonra çok yerde görmüştüm. Hoş… Bir kez, Kuvayi İnzibatiyenin eline düşmek üzereyken arkadaşlarımla beni muhakkak bir ölümden de kurtarmıştı ya…

Nûr içinde yatsın İpsiz Recep Ağam.

Evet işte onun bir oğlu vardır: İsmail Hakkı Karabulut.

Elektrik teknisyenidir. Rahmetli babası Karadeniz dalgaları ile boğuşurdu. Oğlu modern dalgalarla boğuşuyor:

Bir yandan elektrik cereyanları ile, öte yandan da Politika cereyanları ile.

Elektrikteki bilgi derecesi hakkında bir fikrim yok ama politikada fazla yavan olmadığını sanırım. Çünkü Türkeş Partisi’nin sarsıntılar geçirdiği günlerde teşkilât işlerini hiç de fena yürütmediydi.

Ve ben Başbuğ’un bu çekirdekten yetişme millî savaşçıya iyi bir not vermiş olduğunu sanmaktaydım. Meğer yanılmaktaymışım! CKMP Millî Hareket Partisi olduktan sonra bizim İsmail Hakkı Karabulut oğlumuzu rafa koymuşlar.

Hep böyle olur zaten… Temiz vatanseverler inançları uğruna bütün gayretlerini sarfederler, sonra elle tutulur bir başarı belirdi mi hemen başka eller uzanır, o başarının meyvelerini kaparlar.

Evet, kaparlar… Ama ne olur? Öyle hor bir saldırışla meyveleri koparırlar, kapışırlar ki, ağaç mahvolur.

Millî Hareketçiler neyini beğenmemişler bizim İsmail Hakkı Karabulut’un?

Babasının ipsiz oluşunu mu?

Ayol Recep Ağam ne mânen ipsizdi ne de maddeten… Bu İpsizzadenin de ipsiz denecek tarafı yoktur. Babası merhum da <<ipsizin biri>> değildi; oğlu da değildir.

Nasıl olmuş bu iş?
Hiç yakıştıramadım MHP’ye…

Aslında bir vefâsızlığın kahrını çekmekte olan MHP lideri nasıl olmuş da İstanbul teşkilâtının işlediği bu vefasızlık suçuna göz yumabilmiştir?

İsmail Hakkı Karabulut, şimdi tek başına seçime girmeğe karar vermiş bulunuyor. Neşrettiği ilk beyannameden bir tane de bana göndermiş… Okudum… <<Gece kondu millet vekili adayı>> olarak ortaya çıkıyor.

Bu bağımsız adayın, bağımsızlara hemen hiç şans tanımıyan seçim sistemimiz içinde başarıya ulaşması mümkün müdür?

Ne diyeyim? Bilmem. Haydi bir <<inşallah>> diyeyim.

Fakat ne orijinâl bir zarf içinden çıktı beyannâmesi! Bir tarafta şahlanmış bir eşek, bir tarafta üç renkle basılmış bir Denizli Horozu!

Karabulut <<eşek>> in üzerine çapraz iki kırmızı çizmiş, horoz da alabildiğine ötüyor.

<<Eşşekliği bıraktım, artık kendi çöplüğümde kendim horozum>> demek istemiş galiba.

Bağımsızlık da zaten bu demek değil midir?



Devlet, 11 Ağustos 1969, Sayı 19.

KOMANDOLAR

Günlük gazetelerin sık sık ne maksatla olduğunu bir türlü anlayamadığımız gayretkeşlikle çeşitli şekilde yorumladıkları, milliyetçi gençlerin açmış olduğu kamplar, her şeye rağmen Türk milletinin hayranlığını üzerlerine toplamaya devam etmektedir.

Senelerce maskelerle gizlenerek masum ve iyi niyetli milletimizin kanını emen yabancılar yeni yetişen vatanperver gençlerin milletle olan işbirliğinden gocunması gayet normal bir olaydır.

Bu gençlik; artık geçmişine yaraşır bir şekilde yaşamak istemekte…

Bu gençlik; milletini ve memleketini kül olarak düşünmekte ve bütün davranışlarını ona göre ayarlamaktadır.

Bu gençlik; ister içerden, ister dışardan olsun gelecek bütün tehlikelere bütün bir milletin karşı koyması için birliği, beraberliği, sevgiyi ön plânda tutmaktadır.

Bu gençlik; gün geçtikçe Türk milletine daha faydalı olmanın yollarını öğretmekte.

Bu gençlik; disiplinli olmanın, birlikte hareket etmenin her zaman netice alacağına gönülden inanmakta.

Bu gençlik; sağlam vücudu kadar, sağlam kafaya sahip olmak için, ilmin rehberliğinde teçhizatlanmakta.

Bu gençlik; insana saygıyı, hakka hürmeti, büyüğe saygıyı, küçüğe sevgiyi yaşamakta.

Bu gençlik; düşmanlarının rüyalarına giren bir BOZKURT olarak yetişmekte.

Bu gençlik; millet ve memlekete zarar verecek her türlü anarşiye karşı, otoriteye ve hukuka saygılı olmayı vazgeçilmez bir ölçü kabul etmekte.

Hasılı, bu gençlik bütün düşünce ve yaşayışıyla, örf ve âdetleriyle, dost ve düşmanlıklarıyla, bilgi ve kabiliyetleriyle atalarına lâyık olmaya çalışan yirminci yüzyıl Türk gençliğidir. BOZKURTLARDIR.

Evet her türlü önleme ve iftira kampanyasına rağmen <<Bozkurtlar Diriliyor>>.

Atalarına, geçmişlerine, tarihlerine, yirminci yüzyıl icaplarına lâyık olmalarını temenni ederiz.

Türk milletinden bu öz evlâtlarına her bakımdan yardımcı olmalarını bekliyoruz.



Vatan, 14 Ağustos 1969.

20 BİN KOMANDO İZMİR’E YÜRÜYECEK

Adana - Türkiye’nin çeşitli yerlerinde açılan komando kamplarında bulunan gençlerle MHP taraftarları, 26 Ağustos’ta Afyon’dan başlayıp 9 Eylül günü İzmir’de sona erecek ve mehter eşliğinde yapılacak büyük çapta bir yürüyüş düzenlemişlerdir.

20 bin kişinin katılması beklenen ve <<Anadolu Kurtuluş hareketi yürüyüşü>> adını taşıyan yürüyüşün, istenilen biçimde gerçekleşmesi için ilgililer maddi imkan aramaya koyulmuşlardır.

MERKEZİ PLANLAMA KONSEYİ İZİN VERİRSE

MHP’li yetkililer, ismi üzerinde henüz bir görüş birliğine varılmıyan yürüyüş konusunun, halen Ankara’da, <<Merkezi planlama konseyi>> nde tartışıldığını bildirmişlerdir. Yürüyüşün gerçekleşmesi için özellikle başbuğ Alpaslan Türkeş’in de onayı beklenmektedir.



Cumhuriyet, 15 Ağustos 1969.

İZMİR’E YÜRÜYECEKLER

Türkiye’nin çeşitli yerlerinde açılan komando kamplarında bulunan gençlerle, MHP taraftarları, 26 Ağustos’ta Afyon’dan başlayıp 9 Eylül günü İzmir’de sona erecek ve mehter eşliğinde yapılacak büyük çapta bir yürüyüş düzenlemişlerdir.



Akşam, 15 Ağustos 1969.

Genel Sekreter M. Kemal Erkovan, MHP’nin seçim beyannamesinde <<Her aileye bir ev vaad edildiğini>> açıkladı.



Milliyet, 15 Ağustos 1969.

Özarda <<Komando kampları, düpedüz vatana ihanettir”

MP Millet Meclisi Grup Başkan Vekili Reşad Özarda dün verdiği demeçte, yurdun bâzı yerlerinde komando kursları açan MHP’ye şiddetle çatmış ve “Girişilen bu kanunsuz hareketler, düpedüz vatana ihanettir. Devleti yıkmaya matuf harekettir.>> demiştir. Özarda özetle şunları söylemiştir:

<<Son zamanlarda bir siyasî parti komando kampları kurarak, binlerce genci buralarda kendi siyasî görüşü istikametinde yetiştirmeye başlamıştır. Asâyişle ilgili her yerde, sosyal her toplulukta baskıncı, vurucu kuvvet olarak bu komandolar yer almaktadır. Bu memlekette devlet, bu memlekette hükûmet yok mudur? Siyasî partilerin militan kuvvetler yetiştirmesi kesin olarak yasaktır. Yarın diğer siyasî partiler ve sol teşekküller de böyle komando kampları kurarak vurucu kuvvetler yetiştirmeye kalkarlarsa sonu ne olur?>>



Cumhuriyet, 15 Ağustos 1969.

KOMANDOLAR İÇİN ACELE “TEDBİR” ALINMASI İSTENDİ

MP Meclis Grup Başkanvekili Reşat Özarda, <<Komando>> denilen örgütlere çatmış ve tedbir alınmasını istemiştir. Özarda, <<Siyasî partilerin militan kuvvetler yetiştirmesinin yasak olduğunu>> belirtmiş, <<Yarın diğer siyasî partiler ve Sol teşekküller de böyle komando kampları kurarak vurucu kuvvetler yetiştirmeye kalkarsa, sonu ne olur? Türk gençliğini birbirine vurdurmak, birbirine ezdirmek için girişilen bu kanunsuz hareketler, düpedüz vatana ihanettir.>> demiştir.



Saklambaç, 8 Ekim 1969.

BAYAN TÜRKEŞ DE KOMANDO OLUYOR

Haldun Evecan, Ankara- Saklambaç

Buram buram milliyetçilik kokuyordu, Yüce Başbuğ’un Gaziosmanpaşa’daki evi.. Karşımda bayan TÜRKEŞ, konuşuyoruz.. Tabii bu evde yapılan her konuşmanın komandoları ilgilendirmeden geçmesine imkân yok. Nitekim söz kalpaklı cengâverlere geliyor.

Ve bayan TÜRKEŞ, üzerine basa basa sürpriz kelimeleri sıralıyor..

– Komando teşkilâtı biraz daha gelişsin ben de komando olacağım..

Ben Türk hanımlarına öncülük niteliğinde olan bu kararın getireceği sonuçları düşünürken bayan TÜRKEŞ müşfik tebessümü fakat otoriter sesiyle devam ediyor..

– Yalnız önemle belirtmek istediğim nokta, komando diye adlandırılan eğitim teşkilâtlarının yanlış anlaşılmasıdır. Bu teşkilât gençlerin boş zamanlarını gereksiz yerlerde, kahvelerde geçireceklerine, en iyi şekilde değerlendirmeleri vücut ve kültür bakımından gelişmelerini sağlamak için kurulmuştur. Ki… bu da her Türk genci içim faydalı bir amaçtır kanaatindeyim. Zaten ARSLAN (Eşine bu şekilde hitap ediyor) milletimizi her zaman bir bütün olarak görmüştür. Hiç bir zaman parçalamayı düşünemez.. İnşallah önümüzdeki sene 15 yaşındaki oğlumu da komando yapacağız. Bu bence çok olumlu bir teşkilâttır ve bütün Türk kadınlarının da boş vakitlerini bu şekilde değerlendirmelerini arzu ederim..

– Siz komando olunca yüce Başbuğ’un sağında mı solunda mı yer alacaksınız?

Cevap vermedi bu soruya Bayan TÜRKEŞ sadece güldü… Aynı içten, sıcak tebessümle…

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 117,71 M - Bugn : 140804

ulkucudunya@ulkucudunya.com