« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

14 Eki

2024

KOMANDOLARA KARŞI SAĞIN, SOLUN VE SÖZDE İSLÂMCILARIN ALÇAKLIK YARIŞI - 1969 (38)

14 Ekim 2024

TÜRKEŞ: BİZ DAİMA İDAMLARA KARŞIYDIK

TÜRKEŞ, KOMANDOLARINA İKTİDAR MÜJDESİ VERDİ

RİFAT BAYKAL, MUZAFFER ÖZDAĞ

TÜRKEŞ MHP’Lİ KOMANDOLARI SAVUNDU

DÜNDAR TAŞER: KOMANDOLAR İPEĞE SARILMIŞ BİR ÇELİKTİR.

İSLÂMî HAREKET VE TÜRKEŞ BROŞÜRÜ



Anadolu’da Hamle, 15 Ağustos 1969.

TÜRKEŞ HAMLE’YE İFŞA ETTİ!..

İnfazın daima karşısında idik
İhtilâlde zorla görev verildi
Ezanın Türkçe okunmasını Gürsel istedi

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bugüne kadar gerek basında, gerekse vatandaşlar arasında çeşitli dedikodulara yol açan, Sarı Zarf, Ezanın Türkçe okunması, İhtilale iştirak, İdam meselesi ile Nazi ve Faşizm konularında Anadoluda Hamle gazetesine geniş bir açıklamada bulunarak; “Biz Türk Milliyetçiler olarak Türklüğümüzle, İslam ahlak ve faziletimizle iftihar eden kişileriz. Bunu bizi ve beni tanıyanlar çok iyi bilirler.” demiştir.

Türkeş’in bu konulardaki açıklamalarını aynen veriyoruz.

Sarı Zarf Meselesi:

<<O zamanın Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur’un, Yassıada mahkemeleri sırasında 270 bin liralık bir açığı çıkmıştı. Bu zat hâkimlerin “Para ne oldu?” şeklindeki sorularına “Bilmiyorum, anahtarı Alparslan Türkeş’e vermiştim” diye cevap verdi. Ve suç bana yüklendi. Oysa bu para daha önceki Müsteşar tarafından Millî Emniyete örtülü ödenekten verilmiştir. Bu tutanaklarla bellidir.

Ezanın Türkçe Okunması:

Ezanın Türkçe okunmasını ilk kez Cemal Gürsel ortaya attı. Ve bunun kararlaştırılmasını bizden istedi. Ben ve diğerleri bu fikre şiddetle itiraz ettik. Yapılan oylamada biz tek oy fazlası ile bu kararı aldırmadık. Cumhuriyet gazetesinin rengi ve yolu bellidir. Bu haberler tamamen maksatlıdır.

İhtilâle İştirak

Elazığ’da vazifeli idim o zaman. Bazı arkadaşların ihtilâl hazırladıklarını duydum. Talat Aydemir vasıtasiyle ihtilâle katılmam için teklif yapıldı. Bunun nedenini sorduğum zaman şu cevabı aldım:

“DP iktidarı milleti uçuruma sürüklüyor. İktidar değişikliği bugün için zorunlu bir hal almıştır. İktidar değişikliğinden sonra İsmet İnönü’yü Reisicumhur yapmak istiyoruz..”

Ben bu konuda tamamen tarafsız olduğumu, ihtilâlin Türkiye için hayırlı olamayacağını, hatta zarar verebileceğini iddia ettim. Vazifeli olarak tekrar Ankaraya geldiğimde ihtilâlin teferrüatiyle hazırlandığını, artık bunun önüne geçmenin imkânsızlığını gördüm. Bana tekrar komiteye girmem için teklif yaptılar. Ben bunun üzerine ihtilâlin tek bir partinin yararına olmaması için, sol temayülleri ve kaymaları önlemek düşüncesi ile kabullendim. Bu arada bazı şartlar öne sürdüm.

İdam Meselesi:

Biz daima idamların karşısında olmuşuzdur. Dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan ihtilâllerde ölüm cezası verilmediğini, en kanlı diktatör idarecilerin bile yurt dışına çıkartılıp mal ve mülkünün kendisine iade edildiği şeklindeki fikirleri savunduk ve bunu empoze etmeye çalıştık. Misal olarak da Mısır Kralı Faruk’u gösterdik. DP lilerin yurt dışına çıkarılmasını ve infazların durdurulmasını talep ettik. Bu basında çıkmıştır.

Nazi ve Faşizm İthamı:

Biz, Türk Milliyetçileri olarak Türklüğümüzle Türklük gurur ve şuuru ile, İslam ahlak ve fazileti ile iftihar eden ve yalnız buna itibar eden kimseleriz. Eğer kendimize bir örnek arıyorsak Almanyanın Hitlerini, İtalyanların Makarnacı Mussolinisini değil Oğuzları, Fatihleri anarız. Başkalarını aramayı leke sayarız..>>



Tercüman, 16 Ağustos 1969.

TÜRKEŞ: İHTİLÂLDE ZORLA VAZİFE ALDIM

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş Konya’da yayınlanan ve özellikle MHP Partisini destekleyen <<Anadolu’da Hamle>> gazetesine dün önemli bir ifşaatta bulunmuş, <<İnfazın daima karşısında olduğunu, ihtilâlde zorla görev aldığını, ezanın Türkçe okunmasının Gürsel tarafından istendiğini>> bildirmiştir.

<<O zamanın Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur’un Yassıada mahkemeleri sırasında 270 bin liralık bir açığı çıkmıştı. Bu zat hâkimlerin <<Para ne oldu?>> şeklindeki sorularına <<Bilmiyorum, anahtarı Alparslan Türkeş’e vermiştim>> diye cevap verdi. Oysa bu para daha önceki müsteşar tarafından Millî Emniyete örtülü ödenekten verilmiştir. Bu tutanaklarla bellidir…

İHTİLÂLE İŞTİRAK

O zaman Elazığ’da vazifeliydim. Bazı arkadaşlarımın ihtilâl hazırladıklarını duydum. Talat Aydemir vasıtasıyla ihtilâle katılmam için teklif yapıldı. Sebebini sorduğum zaman şu cevabı aldım: Demokrat Parti iktidarı milleti uçuruma sürüklüyor. İktidar değişikliği bugün için zarurî bir hal almıştır. İsmet İnönü’yü Reisicumhur yapmak istiyoruz…

İhtilâlin Türkiye için hayırlı olamayacağını, hattâ zarar verebileceğini iddia ettim. Vazifeli olarak tekrar Ankara’ya geldiğimizde ihtilâlin teferruatı ile hazırlandığını, artık bunun önüne geçmenin imkânsızlığını gördüm. İhtilâlin tek bir partinin yararına olmaması için sol temayülleri ve kaymaları önlemek düşüncesiyle kabullendim. Komiteye girme teklifini kabul ettim.

İDAM MESELESİ

Biz daima idamların karşısında olduk. Dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan ihtilâllerde ölüm cezası verilmediği fikrini savunduk ve DP’lilerin yurt dışına çıkarılmasını ve infazların durdurulmasını talep ettik.>>



Yeni İstanbul, 20 Ağustos 1969.

TÜRKEŞ: BEN İHTİLÂLE TARAFTAR DEĞİLDİM… FAKAT, SOLA KAYMALARI ÖNLEMEK İÇİN İHTİLÂLE KARIŞTIM

BİZ DAİMA İDAMLARA KARŞIYDIK

* Adana’dan merkez adayı gösterilen MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, <<Bizler daima idamların karşısında olduk ve bazı Demokrat Partililerin bir süre yurt dışına gönderilmesini istedik. Bizler dışarıya sürülünce bazı şahıslar verdikleri sözü tutmadılar.>> demiştir.

Bu arada, Adalet Partisi iktidarının iktisadî politikasını da eleştiren Türkeş özetle şöyle konuşmuştur:

<<İhtilal hazırlanmıştı ve mutlaka yapılacaktı, önüne geçilmesi imkânsızdı. Şahsen ihtilâlin taraftarı değildim fakat bunun bir partinin lehine veya aleyhine yapılmasına mâni olmak, sol temayüller ve kaymaları önlemek üzere, birkaç arkadaşımla birlikte ihtilâle karıştım. Bütün bunların olmaması için de mümkün olduğu kadar ihtilâlin başında yer almaya çalıştım.

Ben radyodaki ilk söze sadık kaldığım ve bu hareketim bazılarının işine gelmediği için bir gece yarısı evimin kapısı kırılarak zorla evimden alınıp yurt dışına sürüldüm.

Bizler daima idamların karşısında olduk. Siyasî suçlar dolayısıyla hiçbir kimsenin idam edilemiyeceğini söyledik. Bunun için de bazı Demokrat Partililerin bir süre için yurt dışına gönderilmelerini istedik. Bize bunun hakkında söz verenler, biz dışarı atılınca bazı dış tesirlerle verdikleri sözü tutmadılar.>>

Milliyetçi Hareket Partisi Başkanı Alparslan Türkeş, daha sonra İktidarın iktisadî politikasını da eleştirerek konuşmasını şöyle tamamlamıştır.

<<Milletler parasızlıktan değil, imansızlıktan yıkılırlar. Her şeyden evvel ahlâk mühimdir. Bizim parolamız, İslâm ahlâk ve fazileti ile Türklük gururu ve şuurudur. Kalkınma şehirlerde merkezlerden köylere doğru değil, köylerden merkeze doğru yapılmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi iktidara geldiği zaman memlekette ahlâk ve maneviyat, millî eğitim, sosyal, endüstri, tarım, ekonomi ve vergi reformları yapılacaktır.>>



Cumhuriyet, İlhan Selçuk, 21 Ağustos 1969.

BAŞBUĞ, AMA NE BAŞBUĞ?

Başbuğ’u tanıyorsunuz, gazetelerde sık sık fotoğraflarını görüyor, konuşmalarını okuyorsunuz. Tarif edeyim size, dümdüz arkaya taralı saçları, çizgi gibi incecik ağzı, bataklık suyu gibi karanlık bakışları var.

Tanıdınız değil mi?
Adı Alpaslan Türkeş.

Sandık politikasında gelmiş geçmiş tüm politikacı erbabına parmak ısırtan tâvizciliğiyle bir eski ihtilâlci.. daha doğrusu ihtilâlci eskisi. Artık namaza durup öylece poz veriyor foto muhabirlerinin objektifine.. Kutsal İslâmı sandıktan çıkacak üç buçuk oy parçasına tezgâha süren ve koltuk ihtirasında Müslümanlığı köpüren çok politikacımız var bizim… Bunların kalabalığı yanında Alpaslan Türkeş’ten söz açmaya değmezdi. Eğer bugün şu köşeyi başbuğa ayırıyorsam, kendisine önem verdiğimden değil, 27 Mayıs devrimine saygımdan ötürüdür.

Bir talihsiz devrim bu 27 Mayıs…

Nasıl talihsiz olmasın ki! 27 Mayıs’tan sonra dalga dalga gelişen karşı-devrim’in fırtınaları içinde nice çocuğu yok oldu, çürüdü, yıkıldı, asıldı; kimisi içkiye verdi kendini, kimi yolunu şaşırdı, kimi lânet olsun deyip gölgeye çekildi, kimi anlıyamadı çevresinde dönenleri, kimi karşı-devrime teslim oldu.

Ama kimileri de devrim bayrağının sapına yapışmış, sarsılmaz azim ve çelik yürekle direnmektedirler. Kolay değil onların durumu… onlar ki, 27 Mayıs’ta yanlarında görünenleri bir zaman sonra karşılarında gördüler: 27 Mayıs’ta köpek gibi ayaklarını yalayanlar, ilk fırsatta arkadan vurmaya çalıştılar. Onlar ki, en güvendikleri kişilerin devrimi haraç – mezat satışa çıkardıklarına tanık oldular.

Bu hengâme içinde eski arkadaşları Türkeş’in yuvarlana yuvarlana geldiği noktayı da mimlemek varmış kaderde…

Düşünün şu Başbuğ Türkeş’i…
Nereden nereye gelmiş…
Ve nasıl konuşuyor…

1960’tan önce ihtilâl komitesine şeref sözüyle girmiş Türkeş.. 27 Mayıs 1960’ta Radyoda ihtilâli Silâhlı Kuvvetler adına millete duyurmuş, 27 Mayıs’tan sonra Başbakanlık Müsteşarlığı koltuğuna oturmuş, ihtilâl idaresinin sürmesini istediği için 13 Kasım’da derdest edilerek yurt dışına sürülmüş, ve bu Alpaslan Türkeş iki ay sonra yapılacak seçimlerde oy toplamak için namaza durup resim çektirdikten başka seçmenlere diyor ki:

<<- Şahsen ihtilâle taraftar değildim. Fakat bunun bir partinin lehine veya aleyhine yapılmasına mâni olmak, sol temayüller ve kaymaları önlemek üzere, birkaç arkadaşımla birlikte ihtilâle karıştım. Bütün bunların olmaması için de mümkün olduğu kadar ihtilâlin başında yer almaya çalıştım.>>

Gittiği yerlerde seçmenlere bunları söyliyerek 27 Mayıs’a karşı çevrelerden oy derlemeye çalışıyor Alpaslan Türkeş…

Şimdi sivil – asker, eski – yeni tüm devrimciler, bir insanın karakterini hiçbir gölgeye imkân bırakmıyacak kadar güneş ışığına çıkaran yukarıdaki sözleri dikkatle okumalıdırlar: ve kendilerine şunları sormalıdırlar:

- Bu Alpaslan Türkeş, söylediğine göre şeref yemini ederek girdiği ihtilâl komitesinde, ihtilâlin aleyhinde bir tutum içindeymiş. Demek ki yalan yere yemin etmiş… Demek ki, can ve kan kardeşliğiyle kurulan birlikte, açıktan yemin ederek art fikirlerini saklıyarak ve arkadaşlarını aldatarak casus gibi hareket etmiş…

Şeref sözü denen kutsal kavramın hiç mi değeri yoktur bu Alpaslan Türkeş için?

Ve gene sivil – asker, devrimciler, oy goygoyunda kendisini kaybeden bu eski ihtilâlci için şöyle düşünmeliler:

- Ya şimdi halkın önünde, bozkurtların önünde, komandoların önünde, mukaddes İslâmı, kutsal Türklüğü, aziz vatanı ileri sürerek satmaya çalıştığı fikirlerinin ardında da bir ikinci plânı olmasın? Devrim komitesinde arkadaşlarının aleyhine gizli plânlar kuran adama güvenilir mi? Bir de bu adam <<İslâm ahlâk ve fazileti ile Türklük gurur ve şerefi>> dövizlerini komando kamplarına asıyor… Bu ne tezat?

Biz ilk defa bir Başbuğ’a raslıyoruz ki, taraftar olmadığı ihtilâlin seline kapılıp yuvarlanmış, sonra da paket edilip yurt dışına yollanmış…

Başbuğ, ama ne başbuğ imiş bu Türkeş.



Yeni İstanbul, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, 21 Ağustos 1969.

ALPARSLAN TÜRKEŞ VE MAYIS 1960!

Sayın Türkeş’in 1960 mayısındaki rolünü, Türkiye dün bir defa daha kendi ağzından dinledi:

Solcu akımlara meydanı boş bırakmak istememiş!

Millî Hareket Partisi sayın liderinin iç politikamızda sol ve aşırı sol cereyanlara karşı kurduğu barajları hergün bir parça daha perkitmeğe çalıştığını da bilmekteyiz…

Görmekteyiz de.

Gerçi Türkeş ne yaptığının tümü yalnız kendisine malûm olan bir şahsiyettir. fakat söylediklerinin, yâni açıkladığı, açığa vurduğu düşüncelerinin hepsi yüzde yüz doğrudur.

Bizzat söylemediği, açıklamadığı düşünceleri ise sayın Türkeşin ne hareketlerinden ne de çehresinden asla sezilemez. Öyle bir çehre vermiştir Cenab-ı Hak Türkeş kuluna ve bu çehreye öyle iki göz lûtfetmiştir ki, tılsımı bulunmaz bir Ali Baba kapısı veya şifresi çözülemez bir kasa kilididir sanki! Hiç şüphe yok ki, Türkeş benimsediği siyasî rolün tam adamıdır… Yaradılıştan en uygun tipidir.

Ve galiba Adana seçim bölgesinde bir kısım vatandaşların da az çok aradıkları milletvekili tipidir:

Toprağa hırsla bağlı bir vatansever, milleti millî saymadığı yollardan hızla geri çevirmeğe kararlı bir hareket adamı ve sosyal hastalıkları süratle gidermeğe azimli bir politika serdengeçtisi.

Serdengeçti… Evet, bu kelimeyi kullanabilirim. Çünkü politikada:

<<- Ben bu yola başımı koydum.>> deyen adama serdengeçti gözüyle bakmak çok eski bir alışkanlıktır.

Ve dikkat:

Serdengeçtilik hoş bir cesaret cümbüşüdür ama <<Ser>> e de her ân kollamak gerek.

Politikaya girmiş Ademoğullarından en çelimsizi dahi herân hem yamandır hem yaban!

Hiç umulmadık taş baş yarar.

Türkeş’in elbette böyle nasihatlere ihtiyacı yoktur. Zâten komandoları ne kadar sertlik oyununda görünürlerse görünsünler onun herân akıl kârı bir tatlısertliğe bürünmekte olması bu nasihatleri lüzumsuz kılar.

Her ne hâl ise.. Türkeş benden nasihat almağa ihtiyacı olmasa dahi, yetiştirmekte olduğu genç komandoların Türkeş’ten bir hayli nasihat almağa muhtaç durumlarda bulunduklarına şüphem yoktur.

Bu genç ve sivil komandolar sert değil tatlısert olmalıdırlar.

Yeni İstanbul okurları, dün gazetelerinin ilk sayfasında ve en baş yerde konuşturulan sayın Alparslan Türkeş’in özellikle şu sözleri üzerinde çok dikkatle durmuşlardır ve hâlâ da durmaktadırlar sanırım:

<<İhtilâl hazırlanmıştı ve mutlaka yapılacaktı… İhtilâlin önüne geçilmesi imkânsızdı… Şahsen ihtilâle taraftar değildim. Sol temâyüllere doğru kaymasını önlemek üzere bir kaç arkadaşımla birlikte ihtilâle karıştım.>>

İnsan bu satırları okuduktan sonra ihtiyarsız şöyle mırıldanıyor:

- Siz Türkeş, ihtilâlin sola kaymasını önlemek için ihtilâle bulaştınız da ne oldu? İhtilâl solak olmadı mı? Acaba karışmasaydınız ihtilâl dediğiniz hareket daha ne kadar sola kayabilirdi?

Demek ki Türkiye cidden büyük bir tehlike atlatmış!

Türkeş daha sarih konuşmalıdır:

Başlangıçta ne ihtilâli idi bu?

Yahut ne ihtilâli olmak istidadındaydı bu Mayıs 1960 ki, Türkeş frenine rağmen gene de bu derece sola kaymıştır?

Millî Hareket Partisi lideri bu seçim kampanyasında ne kadar <<çok açık>> konuşursa partisine o derece <<çok faydalı>> olacağını bilmelidir.



Hür Anadolu, 21 Ağustos 1969.

TÜRKEŞ VE 27 MAYIS

Bir atasözümüz vardır <<Yaşayan insan görür>> diye. Bu sözün doğruluğunu insan şu günlerde ne kadar da iyi anlıyor. Ömrümüz vefa ederse kim bilir daha nice olaya tanık olacağız ve tüylerimiz diken diken olacak. Kendisini takdir ettiğimiz kaç kişiden tiksinicek, menfaat uğruna insanların nerelere kadar inebileceğini birlikte izleyeceğiz. Bunları yazmamızın bir tek sebebi var: Türkeş’in son bir kaç haftadır içine düştüğü durum.

İBRETLE OKUYUN

Şu satırları ibretle okuyun: <<İhtilâl hazırlanmıştı ve mutlaka yapılacaktı, önüne geçilmesi imkânsızdı. Şahsen ihtilâle taraftar değildim. Fakat, bunun bir partinin lehine veya aleyhine yapılmasına mâni olmak, sol temayüller ve kaymaları önlemek üzere, bir kaç arkadaşımla birlikte ihtilâle karıştım. Bütün bunların olmaması için de mümkün olduğu kadar ihtilâlin başında yer almaya çalıştım.>> Bu sözlerin sahibi sıradan bir vatandaş olsa güler geçer insan. Fakat bunları söyleyen 27 Mayıs’ın kudretli albayı Türkeş olunca işler değişiyor. Ne garip bir tesadüftür ki bu satırların yazarı, Türkeş’in yukarıdaki sözlerini okuduğu gazetede yıllar önce Türkeş’in hatıralarını da izlemiştir. Hem de sürgünde olduğu yurt dışından yazdığı hatıralarını. Hatıralarında Türkiye’yi kurtarmak için kaç yıl önce ihtilâl plânları hazırladığını anlatan Türkeş’in bugünkü sözleri ne mâna taşımaktadır bilinmez.

BİRAZ UNUTMAK LAZIM

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanının 27 Mayıs İhtilâlini izleyen günlerdeki konuşmalarını hatırlayanlar belki bir unutkanlıktan bahsedebilirler. Amma böylesine unutkan bir liderin Türk siyasî hayatına bir katkıda bulunabileceğini kestirmek mümkün değildir. Türkeş bugün bir zamanlar başında bulunduğu ihtilâle bile oy kaygusu ile çamur atmaktadır. Bu kadarı fazladır. Türkeş yarın çıkar da bugünkü söylediklerinin 180 derece tersi bir lâf ederse şaşmamak gerekir. Bu davranışları Türk seçmeni üzüntüyle izlemektedir. Oylar sayılınca bundan bir kazanç saplamadığını görecek olan Türkeş bugünkü davranışlarından muhakkak ki utanç duyacaktır. Elbette utanma hissi kaldıysa.

HÜR ANADOLU



Hür Anadolu, Erdoğan Örtülü, 21 Ağustos 1969.

ASLINI İNKAR EDEN…

27 Mayıs Devriminden çok kısa bir süre sonraydı. Üç yakın arkadaşım bir araya gelmişler, haftalık bir dergi yayınlamaya başlamışlardı. Bana anlattıklarına göre derginin başlıca savunma konusu devrimdi, amacı ise bu devrimin en kısa zamanda demokratik düzene geçmesini sağlamaktı.

Dergiyi çıkaran arkadaşlarımdan birisi bir gün benden bir yazı istedi. Memnuniyetle kabul ettim, hatta konusunu da oracıkta söyledim. Anayasa çalışmaları devam ediyordu. O sıralarda bu konuda çeşitli görüşler ileri sürülmekteydi. Bu arada Millî Birlik Komitesi üyelerine de bazı değişik görüşmelerin hakim olduğu duyulmaktaydı. Bu konuları ele almak istediğimi söyledim. Arkadaşım pek memnun görünmüştü.

Yazıya başlayacağım günü sabahı gazeteleri okuyordum. Birisinde Türkeş’in hazırlanmakta olan anayasa ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyelerinin Komitesi çalışmalarının demokratik ve âleni hale getirilmesini isteyen bildirileri üzerindeki görüşüne takıldım. O zamanlar <<Kudretli Albay>> olarak bilinen Türkeş gazetecilere şöyle demişti:

<<- Herkes istediğini söyler ama, biz bildiğimiz yolda yürürüz. Bunlar henüz pek erken ele alınmış meselelerdir.>>

Türkeş’in bu birkaç satırlık demeci siyaset adamları üzerinde ve üniversite çevresinde pek geniş yankılar uyandırmıştı. Anlaşılıyordu ki, kudretli albay, demokratik düzene geçmeyi ve anayasayı biran önce yürürlüğe koymayı henüz pek erken buluyordu. O, bu demecini bir başka yerde tamamladı:

<<- Memleketin ihtiyacı bulunduğu köklü reformlar gerçekleştirilmeden idare sivillere verilmiyecektir.>>

Ben yazıya bu noktadan başlamıştım. Uzun bir yazı oldu ve zamanında dergiye ulaştırdım. Fakat yazının bu kısmını yayınlanmış olarak görmek kısmet olmadı!

Bunun üzerine yaptığım araştırma bana öğretmişti ki, bu dergi Türkeş’in bir banka idare meclis başkanına telefonla verdiği emir üzerine sağlanan parayla ve kudretli albayı savunmak için yayınlanırmış!.

Şimdi hikâyenin burasına bir nokta koyup, aradan geçen yıllarda olup bitenleri de pas geçerek bugüne geliyorum.

O zamanların <<kudretli Albay>> ı bugün bir emekli ordu mensubudur ve adını Milliyetçi Hareket Partisine çevirdiği bir partinin Genel Başkanıdır. Bu Genel Başkan, bir kaç gün önce Konya’da yayınlanan bir gazeteye özel bir demeç vermiştir. Bu demecin başlangıcı aynen şöyledir:

<<- O zaman Elâzığ’da vazifeli idim. Bazı arkadaşlarımın ihtilâl hazırlıklarını duydum. Talat Aydemir vasıtasıyla ihtilâle katılmam için teklif yapıldı. DP iktidarı memleketi uçuruma sürüklüyor, iktidar değişikliği bugün için zorunlu bir hal almıştır, İnönü’yü Cumhurbaşkanı yapmak istiyoruz, dediler. Ben bu konuda tamamen tarafsız olduğumu, ihtilâlin Türkiye için hayırlı olmıyacağını, hatta zarar verebileceğini iddia ettim.

Vazifeli olarak tekrar Ankara’ya geldiğimde, ihtilâlin teferruatıyla hazırlandığını, artık bunun önüne geçmenin imkânsızlığını gördüm. İhtilâlin tek bir partinin yararına olmaması için, sol temayülleri ve kaymaları önlemek düşüncesiyle komiteye girmeyi kabul ettim.>>

Ben bu konuda hiçbir şey ekliyecek değilim. Sadece Türkeş Albay’ın Mamak Mahkemesinde yaptığı savunmaya dayanılarak yazılmış bir pasajı nakletmekle yetineceğim. Sanırım bu pasaj okunduğu zaman, bir insanın aslını inkâr etmek için hangi yola saparsa sapsın, gerçeğin değişmiyeceği, bir defa daha anlaşılmış olacaktır. Evet, nakledeceğim pasaj şudur:

<<- Alparslan Türkeş, 27 Mayıs ihtilâlini, uzun süre iktidarda kalmayı düşünerek plânlamış ve ihtilâlden sonra yapacağı işleri bu plana göre sıraya koymuştu. Plân şuydu:

1- İhtilâlden sonra idareyi ele alacak olan Millî Birlik Komitesi tam manasıyla demokratik bir meclis olarak çalışmalıdır. Yasama meclisi, askerî bir karargâh ve cunta hüviyetinde olmamalıdır.

2- Millî Birlik Komitesi idare cihazı siyasî gruplara karşı mutlak bir tarafsızlık göstermelidir.

3- Adalet cihazı ve devrim adaleti, siyasî tercih ve tesirlerden uzak tutulmalıdır.

4- Seçim alelacele değil, en uygun zaman ve ortamda yapılmalı, mutlak dürüstlüğüne riayet edilmelidir.

5- Demokrat Partiye oy veren vatandaş kitlelerini suçlu görmek, siyasi haktan mahrum etmeyi düşünmek hatadır. Seçimin meşru ve dürüst sayılabilmesi için halka sadece seçme hakkı değil, tercih etme imkânı da verilmelidir. Hazırlanacak anayasada belirtilecek prensipleri benimsemiyen yeni partilerin kurulmasına müsaade edilmemelidir.

6- Seçimlere kadar geçecek süre içinde Millî Birlik Komitesi uzun yılları köhnemiş siyasî kadro ve liderlerin oy kaygusu, zümre menfaati düşünmesiyle ele almadığı ana millî davaları, halk vicdan ve idrakine sunacak ve bu konularda köklü reformlara girişecektir.

7- Millî Birlik Komitesi, seçimlere kadar bir Kurucu Meclisle birlikte teşrii organı olarak görev yapacak, seçimlere Millî Birlik olarak girecektir.

İhtilâl hazırlıklarına Talât Aydemir, Dündar Seyhan, Sadi Kocaş ve daha bazı subaylarla birlikte çok önceleri başlamış bulunan Türkeş, plânını da bu sıralarda tasarlamış ve Millî Birlik Komitesinin fiilen kurulduğu akşam arkadaşlarına açarak onların onayını almıştı.

Millî Birlik Komitesinin hazırlık safhasından fiilî çalışma safhasına geçmesi 1959 yılının sonlarına rastlamaktadır. Komitenin hazırlık çalışmaları safhası bu tarihten çok öncedir ve o sıralarda ordu içinde meydana gelen bir çok ihtilâl grubu Millî Birlikçiler grubuna iltihak etmişlerdir.

Türkeş, artık kuruluş hazırlıklarının tamamlandığı kanısına varınca, ihtilâl grubunun öncüleri olan arkadaşlarını 1959 yılının 14 Eylül’ünde Gençlik Parkında gizli bir toplantıya davet etmişti. Toplantıya Türkeş’ten başka Sezai Okan, Erkanlı ve Rifat Baykal katıldılar. Bunlar, Komitenin fiilî çalışma safhasına geçmesi kararına vararak, kendilerini komitesin asil üyeleri olarak kabul ettiler. Kuruluş hazırlıkları sırasında büyük gayretleri geçen Talat Aydemir bu sırada Kore’de görevli bulunduğundan toplantıya ve daha sonraki çalışmalara katılamamıştı. Fakat buradaki ihtilâlciler faaliyetlerinden kendisini haberdar ediyorlardı.

Toplantıda Alparslan Türkeş hazırladığı ihtilâl plânını arkadaşlarına anlattı, onların tasvibini aldı. Durum o zamanlar Kara Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral Cemal Gürsel’e de bildirildi ve Gürsel ihtilâlcilerle yaptığı görüşmeden sonra onbirinci üye olarak komiteye girdi. Onbir ihtilâlci, 1959 yılının 14 Eylülünde Gençlik Parkında yapılan toplantıdan sonra, ihtilâli bir an önce gerçekleştirmek için çalışmalara koyuldular ve nihayet 27 Mayıs 1960 günü Demokrat Parti iktidarını tasfiye ederek bu amaçlarını gerçekleştirmiş oldular.>>

İşte bütün gerçek, Türkeş’in 21 Mayıs ihtilâl teşebbüsünden sonra kurulan askerî mahkemede yaptığı savunmaya dayandırılmış bu hikâyede ortaya koymuştur. Şimdi Türkeş’in Konya’da yayınlanan bir gazeteye verdiği demeçle, gerçekler arasında bağlantı kurmak, bu günün şartlarını ve seçimleri de gözönünde bulundurarak, en başta seçmenlere düşmektedir.



Cumhuriyet, 17 Ağustos 1969.

TÜRKEŞ, KOMANDOLARINA İKTİDAR MÜJDESİ VERDİ

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün Yalova ilçe kongresine, şu mesajı göndermiştir.

<<Türk İslâm dâvasını yeniden kurma idealiyle birleşen genç Bozkurtlar, çalışmalarınız guru vericidir. Yakın bir gelecekteki iktidarımız, sizlerin omuzlarına yüklenecektir. Bu yolda yürümenizi temenni ederim.>>



Akşam, 17 Ağustos 1969.

KOMANDOLAR NAMAZ KILDI

Dün Yalova’da ilçe kongresini yapan MHP’ye mensup komandolar kongre üyeleri ile birlikte Rüstempaşa camiine giderek topluca namaz kılmışlardır. İznik, Gölcük ve civar ilçelerden gelen yüzden fazla komando daha sonra şehirde dolaşmışlar ve gövde gösterisi yapmışlardır.



Tercüman, 17 Ağustos 1969.

BAYKAL VE ÖZDAĞ

Eski MBK üyesi ve 14’lerden Rifat Baykal ile Muzaffer Özdağ bu seçimlerde adaylıklarını koymayacaklarını açıklamışlardır. Bu konuda bir açıklama yapan Rifat Baykal, <<Özdağ ve ben bugüne kadar ancak dayanabildik. Partiler politika esnafının eline geçiyor ve pek çok şeyden taviz veriliyor.



Akşam, 17 Ağustos 1969.

BAYKAL VE ÖZDAĞ POLİTİKADAN ÇEKİLİYOR

Politikadan elini ayağını çeken 14’lerden 5 eski Millî Birlik Komitesi üyesine iki isim daha ilâve edilmiş, MHP’li Rıfat Baykal ile Muzaffer Özdağ seçim arefesinde milletvekilliği için adaylıklarını koymamışlardır.

Politikaya veda etmeye kararlı olan eski Millî Birlik Komitesi üyelerinden MHP’li Mardin milletvekili Rıfat Baykal <<Siyasî Partiler birbirine benziyormuş. Kısa zamanda 14’lerden 5 arkadaş aynı nedenlerle partilerini terkederek siyasî hayattan çekildiler. Ben ve Özdağ bugüne kadar direnebildik. Ne yazık ki aldanmışız.>> demiştir.



Ahmet Er, Hâtıralarım ve Hayatım.

CKMP’DEN ÇÖZÜLMELER VE AYRILMALAR

MHP’den fiîlen ve hukuken 1968’de ilk ayrılan Numan Esin oldu. Türkeş’e giderek, “Ben partiden ayrılmak istiyorum” demiş. Kavgasız nizâsız ayrılıp gitmişti. Onun arkasından Mustafa Kaplan, Şefik Soyuyüce, Münir Köseoğlu da partiden istifa ettiler. Onların da ayrılışı kavgasız nizâsız oldu. Ancak Rıfat Baykal’ın ayrılışı öyle olmadı.

1969’da Adana’da icrâ edilen Genel Kongreden bir müddet sonra Türkeş ve Baykal’la bizim köyde buluştuk. Ben o kongrede bulunmamıştım. Daha önce İstanbul İl Kongresinde Türkeş’le karşı karşıya gelmiştik. Gönlüm kırıktı. O sebeple o kongreye katılmamıştım. O kongrede bazı olaylar cereyan etmiş. İşte Türkeş ile Baykal bu konuyu tartışmaya girdiler. Baykal diyordu ki:

“O Sadi denen adamı niçin listeye aldın?”

Türkeş cevap veriyordu:

“Ben değil delegeler seçtiler.”

Böylece laf uzayıp giderken Rıfat büyük bir asabiyetle ayağa atağa kalktı ve bağırarak konuşmaya başladı.:
“Bu akşam burada ve şu anda yıllardan beri işlediğim hatayı onarıyorum.”

Türkeş kendisine sordu:
“Hangi hayatı onarıyorsun?”

Rıfat son derece sert bir cevap verdi:
“Şimdiye kadar sizin yanınızda olmakla işlediğim hatayı onarıyor ve sizi terk ediyorum.”

Türkeş Baykal’a elini uzattı:
“Peki, âhirette buluşmak üzere…”

Rıfat, “Sizinle bir daha beraber olursam” diye başladı. Çok galiz kelimeler kullanıyordu. Elimle ağzını kapattım. Birden fırlayarak evi terk etti, gitti. Arabayla takip ettirdim. Gidenler bulamadan geriye döndüler. Rıfat çok süratli araba kullanırdı. Sonra öğrendim ki o akşam İzmir’e dönmüş. Zaten kendisi de İzmir’de oturuyordu. Evde Türkeş’le başbaşa kalmıştık. Çok üzgündü. Kendisini teskin ve teselli etmeye çalıştım.

Ertesi gün Türkeş’le trenle Bakıkesir’e gittik. Bir taraftan da teşkilât meseleleriyle uğraşıyorduk. Türkeş’le çalışmalarımız ve seyahatimiz sona erdikten sonra köye döndüm. İzmir’e giderek Rıfat’ı buldum. Kendisine tavsiyede bulundum:

“Gemileri yakmayın, köprüleri yıkmayın…”

Rıfat’ı o an üzerinden öfkeyi atamamış olarak gördüm. Köye döndükten sonra bu olayların etkisinde düşündüm, düşündüm… Neden insanlar bir hareketin içerisinde beraber oluyorlar da sonradan birbirlerine karşı düşman kesiliyorlar? İstiklâl Savaşı’nı gerçekleştiren, Cumhuriyet’i ilân eden kadro da sonra birbirine düşmedi mi? Biz 14’ler sürgüne giderken mevcut olan birliğimizi neden muhafaza edemedik? Türkeş Grubu, Kabibay Grubu diye ayrıldık. Türkiye’ye döndükten sonra Türkeş Grubu da kendi aralarında yeniden dağılmadılar mı? Neden, neden neden?


BAYKAL VE ÖZDAĞ’IN İSTİFALARI

Rıfat Baykal’la Muzaffer Özdağ’ın partiden istifâ niyetlerini engellemeye çalıştım. 12 Mart 1971 günü Türkeş her ikisinin istifâ dilekçesini bana haber verdi. Bu konu Genel İdare Kuruluna da getirildi. Her iki arkadaşımız istifâ için muhtıradan bir gün öncesini seçmişlerdi. Toplantıda Baykal ve Özdağ aleyhinde bir hava vardı. Bu yanlış bir düşünceydi. Her iki arkadaşımızın da cesâreti ve mertliği tartışılmazdı. Bir gün mecliste, “Albayım çık konuş. Size kim laf atarsa onu beyninden vururuz.” diyen vefakâr dost onlardı. İstifâlarının öyle bir tarihe denk gelmesi ancak bir rastlantıdır. Her ikisi de cesur ve vefakâr dostlardı. Sonra ben bu işin iç yüzünü biliyordum. İstifâlarını bir iki defa engellemiştim. Türkeş bu istifalarla ilgili olarak kendilerini de çağırıp görüşmek ihtiyacını duymadı.

CKMP’ye girdiğimiz sıralarda partinin yetkili kurullarındaki üyelerden bir grup Bakırköy’de bir yerde toplanıp karar vermişler, “Partide önce Türkeş’in etrafındaki asker kökenli üyeleri daha sonra da kendisini tasfiye ederiz” demişler. Kemal Cabioğlu’nun da bu hareketin içinde olduğunu öğrendik. Esâsen o grubun çalışmasına ihtiyaç duyulmadan 14’ler partiden birer birer ayrılıyorlardı. Biz Türkeş’in yanında Dündar Taşer’le beraber kalmıştık. Taşer de 12.06.1972 târihinde bir trafik kazasına kurban gitmişti.


ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN 1987 YILI EYLÜL AYI İÇİNDE RIFAT BAYKAL’LA KÖYÜ ZİYARETLERİ

1987 yılının Eylül ayı içinde Türkeş ve Baykal hanımlarıyla birlikte köye geldiler. Türkeş bu gelişinde bana şunları söyledi:

“Teşkilâtımızdan mektuplar, telgraflar, telefonlar alıyorum. Yeniden partinin başına geçmemi istiyorlar. O tarihlerde MÇP Genel Başkanı Abdülkerim Doğru idi. Arkadaşlarını da dâvet et. Gelmek isteyenleri getir. Gelmek istemeyenlere de ısrar etme. Siz ve Ahmet Er gelirseniz bizim için yeterlidir. Diğerleri gelmezse gelmesinler. Fakat Ahmet Er’i muhakkak getir diyorlar. Gel gidip partiyi teslim alalım.”

Gerçekten bu meâlde mektuplar ben de alıyordum. “Türkeş’siz Ahmet Er’i, Ahmet Er’siz Türkeş’i istemiyoruz” meâlindeki mektuplar bana da geliyor. “Albayım” dedim ve devamla:

“Bana müsaade edin ben kalayım. Siz devam edin.”

Çok ısrar etti. En son Rıfat’la ikisini uğurladık. 10 yıl önce birbirlerine küsmüş oldukları eve 10 yıl sonra barışmış olarak döndüler. Bu beni çok sevindirmişti. Birbirimizden hoşnut olarak ayrıldık. Fakat birbirimizle görüşmüyorduk. …

90-91’li yıllarda partide hizmet veren genç arkadaşlarımızın sıkıntıya düştüklerini haber alıyordum. Bu haber Ahmet Kayhan Efendi Hz. Babamıza kadar ulaşmıştı. Bana emir verdi:

“Git efendiye söyle bu gençleri sıkmasın. Onların sözlerine ciddi olarak kulak versin.”

Bu bir emirdi. Türkeş’i telefonla aradım. Kendisiyle görüşmek istediğimi arz ettim. Müsait olmadığını görüşemeyeceğini beyan etti. Bu görüşme aramızda 1992 yılının Haziran ayı içinde oldu. Ondan sonra da artık bir daha birbirimizle görüşemedik. Bu ara Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları partiden ayrılmak husûsunda müzâkereler yapıyorlarmış. Yalnız Yazıcıoğlu ile görüştüm. Diğer arkadaşları görmedim. Kendisine şunları söyledim:

“Her zaman istifâ edebilirsiniz. Ama biraz sabredin, büyüklerimize danışalım.”

Konu Ahmet Baba’ya götürülünce şu tavsiyede bulundu:

“Biraz daha sabredin. Sıkıntınızı biliyorum. Sıkıntınız kalkmazsa istifâ edin. İstifâdan sonra kurultaya gidin. Kurultaydan çıkan karara göre hareket edin.”

Bana döndü:

“Ahmet, sen de bu gençlerin yanında ol!...”

Tabiî bu bir emirdi. Söylenenler bir bir tatbik edildi. Bu olaylardan sonra Ahmet Kayhan Baba Türkeş’e mükerreren “Artık bu işi bırak evine çekil!” uyarısında bulunmuş ve fakat bu husus dikkate alınmamış. Bu bilgileri bana bizzat Ahmet Kayhan Baba’mız. Ben de 1992 yılında Hacc’a gitmiştim. Oradan Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının partiden istifâ etmiş olduklarını öğrendim.

Bundan sonra olaylar şöyle gelişti: Önce kurultaya gidildi. Kurultayda alınan karar yeni bir parti kurulması istikâmetinde çıktı ve ardından 99 kişilik bir Kurucular Kurulu listesiyle parti kuruldu. BBP ivaz, garez, menfaatten uzak, korkudan âzâde, hür bir irâdeyle Allah dostlarının mütâlâası, müsaadesi emri alınarak kurulan bir partidir. Bana öyle geliyor ki, Cumhuriyet târihinde hiçbir partinin kuruluşu BBP’nin ulviyetine ulaşamaz. Bir fikrin, bir hareketin doğru veya yanlışlığı, haklılığı veya haksızlığı maddî sonuçları ile ölçülemez. Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun olup olmaması ile ölçülür. Ameller niyetlere bağlıdır.



Bugün, 17 Ağustos 1969.

MTTB’de Kanlı Kavga

Genel Başkanlığı seçimi için MTTB Genel Merkezinde dün yapılan kongrede MUHP sempatizanı komandolarla mukaddesatçı gençler arasında kavga çıkmış, mukaddesatçılardan yaralananlar olmuştur.

Hadise, rey tasnif heyetinin teşkilinden sonra patlak vermiştir. Mukaddesatçı grubun başkan adayı Burhanettin Kayhan’ın taraftarlarının tasnif heyetine seçilmesiyle durumlarının zayıfladığını anlayan komandolar, sinirli hareketler yapmaya başlamışlardır. Başlarında Orman Fakültesinden İrfan Aslan’ın bir grup devamlı bir şekilde divan heyetine lisanen müdahelede bulunmuş, bu arada Kürşat Öztürk ile Tuncay Terekeli adında iki komando oylama devam ederken sandığı tekmeleyip kırmışlardır. Bunun üzerine hâdise patlak vermiş, <<Müslüman Türkiye>> diye tezahürat yapan mukaddesatçılara <<Milliyetçi Türkiye>> şeklinde mukabelede bulunan komandolar silâh ve sopalarla saldırmışlardır. Kıyasıya birbirine giren iki grubun çatışması 15 dakika kadar devam etmiştir. Toplum polisinin müdahelesi üzerine çatışma zorlukla yatıştırılmıştır.

Kavga sırasında kimliği tesbit edilemiyen bir komando başkan adayı Burhaneddin Kayhan’ın ceketi omuzundan itibaren yırtılmış, ancak herhangi bir yaralanma olmamıştır.

Hatırlanacağı üzere Kayseri’de yapılan ve yarıda kalan Genel Kongrede komandolar, aynı şekilde hareket ederek kongrenin tehirine sebep olmuşlardı.



Bugün, 18 Ağustos 1969.

MHP’li Komandolar Müslüman gençlere saldırdı

MTTB’sinde önceki gün çıkan olaylardan sonra düne tehir edilen kongre, elektrikli bir hava içinde geçmiştir. Kongre Başkanı komando Fethi Erhan’a adem-i itimad verilerek düşürülmesi üzerine, MHP’li komandolar hâdise çıkarmış ve Müslüman gençlere Molotof kokteyli, taş ve sopalarla saldırmışlardır.

Kayseri’de yarım kaldığı için İstanbul’a alınan 49 ncu kongrenin yapılacağı yere delege ve dinleyiciler dün sabahın erken saatlerinden itibaren gelmeye başlamışlardır. Ancak Toplum Polisi MTTB binasına, delegelerin dışında kimseyi almamıştır. Kongrenin başlamasından önce polis salonda silâh araması yapmıştır.

Öğleden sonra kongre devam ederken, Kongre Başkanı Fethi Erhan’ın, adem-i itimad ile düşürülmesi üzerine Komando Hüseyin Başaran ile başkan adaylarından Mustafa Ok kongre salonunda hâdise çıkarmışlardır. Divan Başkanlığına getirilen Erman Tuncer’e hakarette bulunmuşlar, kongre uzun müddet karışıklık içerisinde devam etmiştir.

Olaylar salonda devam ederken, dışarda bekleyenlere Komando Fethi Erhan’ın düşürüldüğü haberi verilmiştir. Bunu tezahürat yaparak karşılayan Müslüman gençler, komandoların tecavüzüne uğramıştır. Müslüman gençlerin, <<İslâm geliyor>>, <<Müslüman Türkiye>> şeklinde yaptıkları tezahüratı hazmedemeyen komando ve solcular Molotof kokteylleri, taş ve sopalarla mukaddesatçılara hücum etmişlerdir. Bir anda savaş alanına dönen Cağaloğlu meydanına gelen toplum polisi çatışmayı bastırmış ve iki grup arasında barikat kurmuştur.

Bundan sonra komandolar müslüman gençlere <<Kahrolsun yeşil komünistler>>, <<Kahrolsun nurcular>> diye bağırmışlardır.

Divan heyeti, Hüseyin Başaran ve arkadaşlarının hakarette bulunması üzerine toptan istifa etmişlerdir. Olaylar devam ederken Burhaneddin Kayhan ve arkadaşları sükûneti muhafaza etmiş, olaylara müdahalede bulunmamışlardır. Divan heyetinin seçimi bugün saat 14.30’da yapılmak üzere kongre tehir edilmiştir.



Bugün, 20 Ağustos 1969.

İslâmcı aday Kayhan MTTB Başkanı oldu

Millî Türk Talebe Birliğinin İstanbul’da beş günden beri çeşitli olaylarla süren 49. Genel Kurulunda dün yapılan sekizinci tur seçimleri sonunda Genel Başkan adayları yine gerekli nisabı sağlayamamışlar ve yapılan 9. tur oylamasında, Burhaneddin Kayhan 87 oyun 80 ini alarak MTTB genel Başkanlığına seçilmiştir.

Divanın kurulmasından sonra başlanan 8. tur başkanlık seçimi için 116 oy kullanılmış ve gerekli nisabın 78 oy olduğu açıklanmıştır. Tasnif sonucu, genel başkan adaylarından Burhanettin Kayhan’a 72, Mustafa Ok’a 35 oy çıkmıştır. Her iki Genel Başkan adayı da gerekli nisab dolduramadıklarından Başkanlık Divanı 9. tura geçmiştir.

Dokuzuncu tura başlanmadan evvel kongre ikinci Başkanı Erman Tuncer, Orman Fakültesi Talebe Derneği delegasyonu başkanı İrfan Aslana delegasyonunuzun adayı Mustafa Ok’un adaylığının devam edip etmediğini sormuş, Aslan da <<Çektim>> demiştir. Bunun üzerine kongre ikinci başkanı Erman Tuncer, Burhanettin Kayhan’ın tek adam olduğunu oy kullanmasına başlanacağını söylemiştir.

Komando ismi verilen grup salondan ayrıldıktan sonra tek adayla yapılan genel başkanlık seçimini 87 oy sahibinin 80 inin oyunu alan Burhanettin Kayhan kazanmıştır.



İttihad, 29 Ağustos 1969, Sayı 95.

Komandolar; Müslüman gençlere Taarruz Ettiler

MTTB KONGRESİNDE TÜRKEŞÇİ KOMANDOLAR HADİSE ÇIKARDILAR

Kayseri’de ırkçı komandolarla Müslüman gençliğin çatışması neticesinde tehir edilen MTTB Genel Kongresi , geçtiğimiz hafta sonuna doğru başlamış ve Gazetemizin baskı makinesine verildiği âna kadar da neticelenememiştir.

Bu defa da muhtelif vilayetlerden getirilen MHP’li ırkçı komandolar, kongrenin sükûnetle yapılmasına mâni olmuş ve zaman zaman <<Başbuğ…Başbuğ…>> diye bağırırlarken, Müslüman Üniversite Gençliğinin <<Müslüman Türkiye>> şeklinde haykırması ile ne yapacaklarını şaşırmış ve bir gün sonra da Müslüman talebelere tecâvüze kalkışmışlardır

Seçim neticelerinin aleyhlerine olacağını gören ve Komando Mustafa isimli adaylarının kaybedeceğini, Müslüman Üniversite Gençliğinin desteklediği Burhanettin Kayhan’ın kazanacağını gören ırkçı Türkeşçi Komandolar, Müslüman Gençliğin üzerine taş, sopa ve çeşitli malzemelerle saldırırken, bilâhare de sokağa çıkarak <<Kahrolsun Şeriatçılar, Kahrolsun Nurcular, kahrolsun Arab uşakları…>> diye bağırdıkları da duyulmuş, Müslümanlara karşı kinlerini böylece ortaya koyan MHP’li Komandoların bu davranışı gerek hâdiseleri takip eden vatandaşlar ve gerekse Müslüman Üniversite Gençliği tarafından nefretle karşılanmıştır.

Bir ara oy verilirken hileye baş vuran ve delege olmayanlara oy kullandırmaya kalkışan Türkeşçi komandolar, kendilerine mani olmak isteyen Divan Başkan Vekili ve âzalariyle münakaşaya tutuşup hâdise çıkarmışlardır.

Cumartesi günü cereyan eden hadiselerden sonra İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü, Tıb Fakültesi, İktisadî ve Ticarî İlimler Akademileri, Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü, Konya Yüksek İslâm Enstitüsü, Ankara Hukuk Fakültesi, İlâhiyat Fakültesi, Gazetecilik Enstitüsü, İktisad Fakültesi, Kimya Fakültesi, Edebiyat Fakültesi ve Ankara Tıb Fakültesi Dernekleri Delegasyonları müşterek imzayla neşrettikleri beyannâmede hâdiselerin müteakip kısmını aynen şöyle anlatmışlardır:

<<- Kongrenin başlangıcından bu yana devamlı tahrik edici hareketlerde bulunan Mustafa Ok taraftarları bu münakaşayı fırsat bilerek hemen Kongre Riyaset Divanına küfürlerle hücum etmişler bu arada Ankara Hukuk Fakültesinden Kürşat Öztürk seçim sandığını tekmelemiştir. Bunun üzerine Kayseri’den bu yana normal seçimle işbaşına gelemeyeceklerini ve Kongreyi de zorbalıkla da olsa alacaklarını her yerde söyleyen Komandolar kendilerine oy vermeyen delegelerin üzerine demir, sopa, bıçak ve tabancalarla saldırmışlardır. Burhanettin Kayhan taraftarlarından Hüseyin Cıkcık, İrfan Aslan ve Tuncay Terekli Komandolar tarafından yaralanmışlardır. Salih Doğan Pala ise yine Komandolardan İstanbul Tıp Fakültesi talebesi Arif Kırca ile soyadı bilinmeyen ve talebe olmayan kitapçı Ali tarafından yaralanmışlardır. Bu arada Komandoların hâdiseye mâni olmak isteyen polislerden bazılarını hırpaladıkları görülmüştür.

Bu arada Kongreyi takib etmeye gelen bir liseli genci Komandoların elinden polis kurtarmıştır. Bu menfur hâdiseyi protesto eder, bu akıl fukarası, Komando geçinen birtakım siyaset kuklası Milliyetçi H. Partisi mensuplarının bu hıyanetlerinden vazgeçmelerini tavsiye ederiz.

Aksi takdirde gelişecek müessif hâdiselerin mes’ulü, bundan evvel olduğu gibi, bundan sonra da kendileri olacaktır.>>



Akşam, 17 Ağustos 1969.

MHP Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer: <<CHP 30 yıldan beri başka partilerin programlarından çalınmış fikirlerin bayraktarlığını yapıyor.>>



Cumhuriyet, 17 Ağustos 1969.

CHP, MHP’DEN FİKİR AŞIRMIŞ

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer dün verdiği demeçte CHP’ni, kendi partisinin programına aldığı görüşleri çalmakla suçlamış ve <<CHP kurumuş bir ağaç haline gelmiş ve meyvadan kesilmiştir. Yine de etrafına gölge etme isteğinden vazgeçmemiştir.>> demiştir.



Akşam, 18 Ağustos 1969.

MHP – Genel Başkan Alpaslan Türkeş, dün Manavgat’ta yaptığı konuşmada, memleketimizde tatbik edilmekte olan doğum kontrolüne karşı olduğunu söyledi.



Yeni Gün, 18 Ağustos 1969.

KOMANDOLAR ANTALYA’DA ÇIRILÇIPLAK DENİZE GİRMEK İSTEYEN TURİST KIZA MANİ OLDU

Manavgat ilçesinin Sorgun köyünde kamp kuran MHP komandolar, Side sahilinde çırılçıplak denize girmek isteyen bir Fransız çifte mani olmuşlardır.

15 kilometrelik yürüyüş sırasında bir Fransız çiftinin çırılçıplak denize girdiğini gören komandolar, öğretmenleri Ahmet Ali Aras’ın talimatı ile turistlerin etrafını çevirmişlerdir. Şaşkına dönen Fransız turistlerine durumlarının Türk geleneklerine aykırı olduğu söylenmiş ve mayolarını giymeleri istenmiştir.

Antalya sahillerinde çıplaklar kampı olduğunu duydukları için buraya geldiklerini söyleyen Fransız turistleri, komandoların ihtarına uyarak derhal giyinip, Side’den uzaklaşmışlardır.



Milliyet, 18 Ağustos 1969.

KOMANDOLAR, TURİST ÇİFTİN ÇIPLAK DENİZE GİRMESİNİ ENGELLEDİ

Manavgat ilçesinin Sorgun köyünde kamp kuran MHP’li komandolar, Side sahillerinde çıplak olarak denize giren bir Fransız çiftine <<Bu hareketiniz Türk geleneklerine uymaz>> diyerek engel olmuşlardır.

Kamp yöneticisi Mehmet Ali Aslan’ın talimatı ile turistlerin çevresini kuşatan yüz kadar komando, <<Ya mayolarınızı giyerek denize girin, ya da burasını terk edin>> demişlerdir. Bu uyarma karşısında şaşkınlık geçiren gençler, <<Antalya sahillerinde çıplaklar kampı olduğunu duydukları için buraya geldiklerini>> söylemişler ve giyinip Side’yi terketmişlerdir.



Akşam, 19 Ağustos 1969.

MHP - Parti sözcüleri, Komandolara ve onların faaliyetlerine göz yuman iktidara çatadursun, MHP’nin Mudanya’daki 36. Komando Kampı da resmen faaliyete geçti.



Günaydın, 21 Ağustos 1969.

MHP şimdi de köy fedai birlikleri kuruyor

KOMANDOLAR KÖYLERE EL ATTI

* KAMP YOLU – KOMANDO KAMPINA GİDER - Ormanlar arasına kurulan komando kampına giden yolu gösteren tabela görülüyor. MHP bu kampların sayısını arttıracaktır.

* KÖY KAMPININ NİZAMİYE KAPISI – Yurt kalkınmasının köylüleri eğitmekle olacağını söyleyen MHP’li komandolar köylere el atmışlardır. Bileği kuvvetli, kafası işleyen köy gençlerini ormanlar arasında kurdukları kamplarda eğitilmektedir. Fotoğrafta MHP komando kampının nizamiye kapısı ve nöbetçileri görülüyor. Disiplin daima ön plandadır.

* TÜRKEŞ MARŞI – Kampta sabah vakti… Ortada sembolik bir top. Çevresinde, “9 Işık” doktrinini sembolize eden 9 meşale. “Selam sana Başbuğ Türkeş” marşını söyleyen komandolar görülmektedir.

* KÖY KAHVESİNDE – Köylüler için yetiştirilen MHP’li siyasî militanlardan biri. Zorkun yaylasının kahvesinin duvarlarını “Başbuğ” ile donatmış, onlara Başbuğ’un emirleri ve Türkiye’nin kurtuluş yolu hakkında bilgi veriyor. Siyasî militanlar bu şekilde bütün köyleri dolaşarak köylülerle temas kurmaktadır.

ADANA- Alparslan Türkeş’in Milliyetçi Hareket Partisi şimdi köylere el atarak yurdun dört bir tarafında KÖY KOMANDO BİRLİKLERİ kurmaya başlamıştır.

Adana’nın 127 kilometre uzağında denizden 1650 metre yükseklikteki Zorkun yaylasında kurulan bir kampta sadece civar köylerin gençleri özel “Köy komandosu” olarak yetiştirilmektedir. İlimizin çeşitli köylerinden toplanan “Kafası işlek, bileği kuvvetli” gençler önce dövüş sanatını en iyi şekilde öğrenmekte, sonra siyasî bakımdan eğitilmektedir.

Kamp sözcüsü, “Köylü siyasî militanlar” hakkında şu bilgiyi vermiştir.

“Köyler için siyasî militanları, onların arasından seçerek yetiştiriyoruz, sonunda yine onların arasına göndereceğiz. Gençler, burada öğrendiklerini köylerinde uygulayacaklar. Topyekûn bir uyanmanın, bir silkinmenin, bir kükremenin öncüsü olacaklardır. Ayrıca, neşeyi, yaşama sevinci ve çalışma sevkini de beraberlerinde köye ulaştıracaklardır. Türkiye’nin kurtuluş yolu budur.”

Köy Komando Kampının kurucusu eski MHP il başkanı ve milletvekili aday adayı Faruk Akkülah da şunları söylemiştir:

“- Burada, İslâm ahlâk ve faziletlerine âşık, milliyetçi, toplumcu tertemiz Anadolu çocuklarını fikrî ve bedenî eğitime tabi tutuyoruz. Bunlar birer fidandır. Köylerine gidecekler, yeşerecekler, dal budak saracaklar ve yeni nizamın öncüsü olacaklardır. Türk tarihinde böylece en büyük yatırımı yapıyoruz. Meyvesini alacağız.”

İLK MEYVESİ ALINDI

MHP’ nin “Köyler için militan” projesi, işin henüz başlangıcında olunmasına rağmen ilk meyvesini vermiş, Ceyhan ilçesine bağlı “Dokuz Tekne” köyü, toptan partiye kayıtlarını yaptırmıştır.

Diğer köylü militanların da, kendi köylerinde uygulayacakları biçimde Dokuz Tekne yeniden teşkilâtlandırılmış, küçük arazi işletmeleri birleştirilerek, kurulan bir kooperatif vasıtasıyla işletilmeye başlanmıştır.

MHP, bir çeşit fedai olan komandoların eğitildiği kampları çoğaltmağa çalışmaktadır.



Yeni Gün, 21 Ağustos 1969.

Sevim Çağlayan’ın <<Sabık nişanlısı>> Argun: KOMANDOLAR DİŞİYE TABANCA ÇEKMEZ

Yorgun adımlarla adliye binasının dik merdivenlerini tırmanan yakışıklı ve karayağız delikanlı rastladığı ilk mübaşirin koluna dokunarak <<Affedersiniz, basın savcılığı nerede?>> diye sordu.

Günler öncesi, gazetelerin, sinema mecmularının konusu olan ve boy boy resimleri çıkan bu karayağız, esmer, yakışıklı delikanlıyı yaşlı mübaşir tanısaydı, belki <<mevzuat efendinin>> çizdiği yollar değişecek ve de Sevim Çağlayan’ın kendisine yüz çevirdiği komando Argun Aşıkoğlu, Ankara adliyesinin üçüncü katına dek çıkma yorgunluğu göstermiyecek, Basın Savcısının huzuruna çıkarak ter üstüne ter dökmiyecekti.

Mübaşir, <<naha, şu oda>> diyerek Argun’a savcının kapısını işaretledi. Sevim Çağlayan’ın düşük sevgilisi sol elinde beyaz bir kâğıt olduğu halde, üzerinde <<Basın Bürosu>> yazılı odanın kapısını titreyen sağ eliyle bir iki tıkladı ve daha sonra bir gölge gibi içeriye süzüldü.

Argun Aşıkoğlu’nun girdiği odada Ankara Basın Savcısı M. Zekaî Turan vardı. Sevim Çağlayan’ın terkettiği komando Argun elindeki beyaz kâğıdı Savcıya uzatarak, <<efendim bir konuyu tekzip etmek istiyorum>> dedi.

Basın Savcısı, kendisine uzatılan kâğıdı aldı, ilgi ile okudu. Daha sonra karayağız delikanlıya yönelerek <<Evlâdım, tekzip için bize değil Sulh Ceza Mahkemesine başvurman gerekiyor. Hem bir şey söyleyeyim mi? Gel sen bu işten vazgeç.>> diyerek hem yol gösterdi ve hem de ufak bir tertip nasihat çekti.

KONU NE?

Komando Argun’u taa Basın Savcılığına iten konuyu merak eden biri, bu tutkusunu gidermek için, Sevim Çağlayan’ın atılmış nişanlısının arkasına takıldı ve Adliye’nin dış kapısında yakaladı.

<<Siz Argun Aşıkoğlu değil misiniz?>>

Biraz önceki nasihat dolu sözleri kafasında ölçüp biçmekle meşgul görünen karayağız delikanlı bu soru üzerine adeta irkildi ve arkasına döndüğünde hiç tanımadığı birisi ile karşı karşıya bulunuyordu.

<<- Evet benim>> dedi. Tanımadığı kişi, Komando Argun’un hem kâğıtta ve hem de dilinin altında sakladığı baklayı nihayet açığa vurmaya razı etti.

Argun, bir İstanbul gazetesinde, hakkında yazılan <<Kökten yalan>> bir haberi tekzip etmek için uğraşıyordu.

Haber, Argun’un Beyoğlu’nda tabanca ile sevgilisi ve nişanlısı Sevim Çağlayan’ı öldürmeye teşebbüs ettiği şeklindeydi.

Oysa böyle bir teşebbüs tümüyle iftira ve tertip mahsulüydü. Argun <<Ben komandoyum, bir dişiye tabanca çekecek kadar haysiyetimi ayaklar altına alacak bir davranış gösteremem. Kaldı ki Sevim hâlâ nişanlımdır. Ve onu çılgınca seviyorum. Sevim benim için yaratılmış bir kadındır. Komando aşkı, kimsenin aşkına benzemez. O tekrar bana gelecektir.>> diyordu.



Akşam, 22 Ağustos 1969.

TÜRKEŞ: İŞ AHLÂKINA AZAMÎ DİKKAT GÖSTERİLMELİ VE HER TÜRLÜ BORSA OYUNLARINA SON VERİLMELİDİR

MHP ADAYLARI

MHP, Yüksek Seçim Kurulu’na verdiği 397 kişilik milletvekili aday adayı listesindeki meslek gruplarının başında 62 tüccar yer almaktadır. 60 ilde genel seçimlere ve 35 ilde önseçime girecek MHP’nin aday adaylarının meslek grupları şöyledir:

33 avukat, 25 çiftçi, 16 din adamı, 20 doktor, 8 eczacı, 19 emekli subay, 34 esnaf, 10 gazeteci, 1 hariciyeci, 12 işçi, 2 komisyoncu, 5 müşavir, 36 memur, 6 muhasebeci, 16 mühendis, 8 müteahhit, 12 nakliyeci, 21 öğretmen, 4 profesör, 1 ressam, 7 sendikacı, 0 serbest, 2 sigortacı, 12 şoför, 13 teknisyen, 62 tüccar, 3 yazar.



Akşam, 24 Ağustos 1969.

TÜRKEŞ: <<Türkiye’nin ve Türk siyasî hayatının ilk fikir partisiyiz. Sınıf partisi değiliz. Üç Hilâlli MHP olarak biz bütün çalışanların partisiyiz.>>



Milliyet, Talat Halman, 24 Ağustos 1969.

BAŞLAR… BAŞKANLAR… BAŞBAKANLAR…

Yedi baş sunuyorum sizlere.. Başlıca yedi partimizin genel başkanları.. Her biri, başımıza geçip Başbakan olmak hevesinde.

İyi bakın şu yüzlere… Vaktiniz varsa kafa yorun bu kafalar üzerinde… Her birinin dününü ve bugününü geçirin gözlerinizin önünden… Düşüncelerini, emellerini, demeçlerini hatırlayın… tartıya koyun bu adamların yaptıklarını, yapmadıklarını, yapmak istemediklerini… Bu yedi baştan hangisini başımızda görmeğe gönlünüz katlanır? Tam yedi hafta sandık başına gittiğinizde eliniz titremeyecek mi? İçiniz sızlamayacak mı? Oy verdiğiniz partinin ulusa yararlı olacağına güvenebilecek misiniz? …

MHP’li Alparslan Türkeş

Hitler’den, Mussolini’den, Franco’dan kalma tutkularla bir <<kamçılı dikta>> korkusu yaratmağa başlayan, elebaşılarından biri olduğu 27 Mayıs ihtilâlindeki rolünü sonradan inkâra yeltenecek kadar <<sözünün eri>> olmayan bu adamı Başbakan olarak düşünebiliyor musunuz?



Tercüman, 25 Ağustos 1969.

TÜRKEŞ

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, <<Manevî kalkınma olmadan maddî kalkınma olabilir mi? Bizim ve gençlerimizin namaz kılmasını istismar sanırlar. Yani bizi de kendileri gibi zannederler. Biz, Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız. Biz madde olarak yüce bir şey olan Türklüğe, mâna olarak da en son ve hak dini olan Müslümanlığa mensubuz.>> demiştir.



Akşam, 26 Ağustos 1969.

Kayseri’de bir açık hava toplantısında konuşan MHP Genel Başkanı Türkeş, <<3 Hilâlli MHP, Milliyetçi Toplumcu bir partidir. Bizi Hitler’in Nasyonal Sosyalizmini takip ve taklitçisi farzetmek hiç kimseye şeref vermeyecektir.>> dedi.



Vatan, 26 Ağustos 1969.

TÜRKEŞ: MHP HİTLERCİ PARTİ DEĞİLDİR

MHP Genel merkezinden bildirildiğine göre Genel Başkan Alpaslan Türkeş Kayseri’de yaptığı konuşmada MHP’nin Hitlerci bir parti olduğu iddiasını yalanlamıştır.



Akşam, 27 Ağustos 1969.

Kayseri’nin Develi ilçesinde konuşan MHP lideri Alpaslan Türkeş, <<Sosyal denge kurulmazsa ve sosyal reformlara gidilmezse huzursuzluk patlamalara yol açabilir.>> dedi.



Milliyet, 28 Ağustos 1969.

TÜRKEŞ MHP’Lİ KOMANDOLARI SAVUNDU

MHP LİDERİ, KOMANDOLARI SEVİMSİZ GÖSTERMEK İSTEYENLERİN TÜRKLÜK DÜŞMANI OLDUKLARINI SÖYLEDİ…

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Kayseri’de Gençlik Kolları Kongresinde yaptığı konuşmada, komandoların bir dâvâ ve ülküye sahip çıktıklarını belirtmiş, <<Şayet bu gençler güreş, judo gibi spor yapmakta iseler bunun gayesi anarşist ve sosyalist militanlar gibi vurmak kırmak, tahrip etmek için değil, bu hareketleri tesirsiz bırakmaktır. Bu meşrû bir savunma hareketidir>> demiştir.

Bu gençlik kamplarını sevimsiz göstermek isteyenlerin Türklük düşmanı olduğunu söyleyen Türkeş özetle şöyle demiştir:

<<Siyasî hasımlarımızla Türklük düşmanları bunları sevimsiz hattâ zararlı göstermeye yelteniyorlar. Onlar vehim ve telâş içindedirler. Eğer onlar demokrasinin canına kasdetmek maksadiyle bir kızıl ihtilâl hareketinin provasını yapmağa kalkışmamış olsalardı Türk gençliği bu şekilde karşılarına mı çıkardı? Onların bu hareketleri son bulmayacaktır. Bunu biliyoruz. O takdirde milliyetçi gençler, Bozkurtlar da daima karşılarında olacaktır. Bu Türk milletinin bir varlık mücadelesi, ölüm kalım savaşıdır. Anarşiye, komünizme ve diğer bölücü hareketlere ordusuyla, polisiyle, gençliğiyle, bütün millet elbette karşı duracaktır.>>



Yeni Gazete, 28 Ağustos 1969.

TÜRKEŞ: KOMANDOLAR İKTİDARA GEÇERSE BÜYÜK DEVLET OLURUZ

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün Bünyan gençlik kolları kongresinde yaptığı konuşmada komandoların gerçek bir bozkurt olduğunu belirterek, <<Destanların yazdığı gibi milletimize her bakımdan önder kılavuz oldukları ve devletin en önemli mevkilerine onlar geçtiği gün büyük ve kudretli cihan devleti Türkiye gerçekleşmiş olacaktır>> demiştir. Türkeş konuşmasında MHP’nin tarihî görevinin bu idealin çekirdeğini teşkil etmek olduğunu belirtmiştir.



Hürriyet, 29 Ağustos 1969.

SUNA TURAL: TURAL PAŞA MEMLEKETE DAHA ÇOK HİZMET EDEBİLİRDİ

Genelkurmay eski başkanı emekli Orgeneral Cemal Tural’ın eşi Suna Tural, dün Haber Ajansı muhabirine verdiği özel demeçte, “Politikaya atılmayacağım diye bir şey yok. Atılabilirim. Politikayı Meclis içinde veya Meclis dışında da yaparım” demiştir.

Politikaya atılması için çeşitli kuruluş ve çevrelerden teşvik gördüğünü belirten Bayan Tural, Nişantaşı’ndaki apartman dairesinde politika konusundaki görüşünü özetlemiştir.

KOLTUK HEVESİYLE DEĞİL

Suna Tural, “Politikaya bir makam, bir koltuk hevesi ile değil, tarafsız hizmet ideali ile atılmak düşüncesinde” olduğunu belirtmiştir. Eşinin politika konusunda kendisini serbest bıraktığını ifade eden Bayan Tural, Cemal Tural’ın politikaya atılıp atılmayacağı konusunda şöyle konuşmuştur:

- “Tural Paşa şimdilik dinlenecek. Kendisi politikanın ve partilerin üstünde bir insandı. Bu yüzden politikaya atılması söz konusu olamaz. Türkiye’de üçüncü derecede önemde bir görevi sırtında taşıyordu. Bugün ancak ikinci derecede önemi olan bir görevi yüklenebilir…

DAHA HİZMET EDEBİLİRDİ

1954 yılından beri öğretmenlik yaptığını, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olduğunu, Cemal Tural ile 1958 yılında ortak bir dostlarının evinde karşılaşarak tanıştıklarını ve bunun evlenme ile sonuçlandığını söyleyen Bayan Tural eşinin emekliliği için ise şöyle konuşmuştur.

– “Hiç kimseye kırgınlığımız yok. Ancak hüzünlüyüz. Tural Paşa, bu memlekete daha çok hizmet edebilirdi.”

Eşinin emekliye ayrılmasının, hayatlarında önemli bir değişiklik yapmayacağını, ancak evvelce sinema ve tiyatroya pek gidemedikleri halde buna şimdi daha fazla zaman ayırabileceklerini belirten Suna Tural, öğretmen olarak çalışmaya devam edeceğini, ancak üzerine daha az ders saati alacağını da söylemiştir. İzmir’de dünyaya geldiğini, çocukluğunun Ankara’da geçtiğini, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden mezun olduğunu ifade eden Bayan Tural daha sonra sözlerine şunları eklemiştir:

- “Genel Kurmay Başkanlığı gibi çok önemli görevde bulunmuş bir şahsın eşiyim. Nişantaşında oturuyoruz. Ancak ben ve Tural Paşa Zeytinburnu’ndaki gecekondu insanlarının meselelerini biliriz. Onların tenceresinde kaynayan aşı düşünürüz. Makamlar bizi halktan koparmamıştır. Ancak benim de vatandaştan şikâyetlerim vardır. Devlete karşı vergi borcunu ödemeyen kişiden şikâyetçiyimdir. Kanunlara, yasaklara uymayan kişilerden şilkâyetçiyimdir. Örnek mi istersiniz? İşte kıyafet kanunu. Şu Karaköy köprüsünün üzerine gidin bakın, ne kıyafetler görürsünüz.”



Hürriyet, 29 Ağustos 1969.

MİLLET PARTİSİNİ SEÇTİK

Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural, dün başkente gelmiş ve doğruca Millet Partisi Genel Merkezine gitmiştir.

Emekli Orgeneral Tural, Millet Partisi Genel Merkez mensuplariyle yaptığı sohbet toplantısından gayet neşeli bir şekilde ayrılmış, gazetecilerin hatırlarını sorarak, onların sorularına açık olduğunu söylemiştir. Gazetecilerle Tural arasında özet olarak şu konuşma geçmiştir:

- Siyasetin içinde misiniz?
– İçindeyiz.. Görüyorsunuz ya…

“EMEKLİLİĞİMİ BEN İSTEMEDİM”

– Emekliliğiniz konusunda konuşacaktınız. Söyliyeceklerinizi şimdi ifade eder misiniz?
– Emekli olduk görüyorsunuz. Ben istemiş değilim. Bu işlemi nereler yapmışsa, gidin onlara sorun. Onlarla konuşun. Ankara’ya Millet Partisi Genel Başkanını ziyaret için geldim. Kendisi İstanbul’da imiş. Şahsen kendisiyle görüşüp gösterdiği ilgiye teşekkür edecektim. Arkadaşlara bu teşekkürü ifade ettim. Benim için bu bir borçtu.

– Bayan Tural Millet Partisi adayı mı?
– Şahsen Bayan Tural’ın adaylık için Millet Partisine müracaatı vardır. Millet Partisinin gösterdiği yerden aday olacaktır.

- Eşiniz, bugün verdiği bir demeçte sizi anlatmış. Bu konuda bir yorumunuz var mı?
– Kadınlar kolay konuşur. Millet Partisinden aday olmasını ben de destekledim. Ben İstanbul’da olacağım. Ankara’ya gelip gideceğim. Eşim Ankara’da olacak.

Orgeneral Cemal Tural, emekli olduktan sonra kendisine çeşitli siyasî partiler tarafından sondaj mahiyetinde müracaatlar yapıldığını söylemiş ve:

- Millet Partisine sempatimiz var. Onun için seçtik. diye ilave etmiştir.



Hürriyet, 30 Ağustos 1969.

Tural ve eşi kontenjan adaylığı işi için Bölükbaşı ile görüştüler

Suna Tural, dün, eşi eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Cemal Tural ile birlikte MP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı’yı otelinde ziyaret etmiş, kendisiyle bir süre görüşmüştür.

Park Otelde saat 17.30 da verilen randevuya, trafik sıkışıklıklarını gözönüne alarak 20 dakika erken gelen Tural’lar, otelin salonunda bir süre beklemişler, kısa bir süre sonra da Osman Bölükbaşı yanında eşi Mediha Bölükbaşı olduğu halde salona inerek misafirlerini karşılamıştır. Osman Bölükbaşı “Suna Tural’ın kontenjandan aday gösterileceği il 1 Eylül günü toplanacak Genel Yönetim Kurulunda tespit edilecek. Çok muhterem bir hanım olduğunu işitirdim. Kendilerinin adaylık için partimize resmî müracaatı vardır…” demiştir.



Akşam, 31 Ağustos 1969.

4 PROFESÖR MHP’NE GİRDİ

Tanınmış iş adamlarından Mehmet Erzen, AP’nin eski teşkilât başkanlarından Prof. Osman Turan, Prof. Süreyya Aygün, Prof. Ali Sait Ankara, Prof. Abdülkadir İnan MHP sine girmişlerdir.



Millî Hareket, Eylül 1969, Sayı 38.

KOMANDO KAMPLARI BİTTİ

Bazı bölgelerde devam etmesine rağmen, Milliyetçi – Toplumcu gençliğin kurduğu komando kampları, üniversitelerin açılmağa başlaması sebebi ile kapanmağa başladı. Binlerce gencin eğitimden geçtiği bu kapların meyveleri bu yıl kendini gösterecektir. Önümüzdeki yıllarda daha çok açılacak olan bu kamplar, Milliyetçilerin ideali olan 100 bin komando parolası gerçekleştiği zaman görevlerini yapmış olacaklardır.

Son kampı kuran Ödemişliler bir de şu bildiriyi yayınlamışlardır:

TÜRK MİLLETİNE

Türkiyemizde; Müslüman Türkün didine, diline, ahlâkına adet ve ananelerine, şeref ve haysiyetine tecavüz eden bir ahtapot vardır. Bu ahtapotun bir kolu olan Rus ve Kızıl Çin uşakları Komünistler, bir kolu kanımızı emen Türk düşmanı gayritürk ve gayrimüslimlere her türlü imkânı sağlayan masonlar ve diğer kolu da Türklüğü ve İslâmlığı kabul etmeyen, Türkiyeye yalnız midesiyle bağlı ne idüğü belirsiz soysuzlardır.

Türk milletini bu ahtapottan mutlaka kurtarmaya ve bilfiil mücadeleye karar vermiş olan Milliyetçi Hareket Partisi; Türk çocuklarını ruhen ve bedenen yetiştirmek ve mücadeleye hazırlamak için memleketimizin bir çok yerlerinde kamplar kurmuştur.

Ödemişli gençlerimiz için de 3 Ağustos Pazar gününden itibaren 15 gün devam etmek üzere Gölcükte bir kamp kurulacaktır.

Kampın günlük programı şöyledir:

1- Sabah ezanı ile kalkmak ve toplu namaz kılmak.
2- Saat 6.30 - 8.30 arası iki saat judo, güreş, boks, yakın döğüş ve kültür fizik gibi beden eğitimi.
3- 8.30 kahvaltı
4- Saat 9.30-12.00 arası serbest zaman. Okuma ve sohbet.
5- Saat 12.00-14.00 toplu öğle namazı ve öğle yemeği.
6- Saat 14.00-16.00 arası iki saat judo, güreş, boks, yakın döğüş ve kültür fizik gibi beden eğitimi ve iki grup olarak koruluk içerisinde karşı tarafın saklanan adamını daha çabuk yakalama oyunu, ayrıca ipte yürüme, duvara tırmanma ve duvardan atlama gibi hareketler.
7- İkindi ezanı ve toplu namaz ve uzun yürüyüş ve su sporları.
8- Akşam ezanı toplu namaz ve akşam yemeği.
9- Saat 18.30-20.30 arası ilim adamları tarafından konferans.
10-Yatsı ezanı ve toplu namaz.
11-Saat 21’de uykuya yatış.
12-Bazı geceler sabaha karşı saat 02 veya 03 e kadar devam eden gece eğitimi.

Türk çocuklarının bu suretle dini ve milli duygularının kuvvetlenmesini, bedenen gelişip mücadeleye hazırlanmalarını kalben benimseyen Müslüman Türklerin; kampta gençlerimiz için yapılacak masrafı karşılamak üzere yiyecek ve nakti yardımı talep ediyoruz.

TANRI TÜRKÜ KORUSUN
Milliyetçi Hareket Partisi
Ödemiş
İlçe Başkanlığı



Dünya, 1 Eylül 1969.

Alparslan Türkeş ve Dündar Taşer’den başka MHP’de 14 lerden kimse kalmıyor

MHP’de liderler arasında çıkan görüş ayrılıkları yüzünden 14’lerden bazılarının, seçimlerden sonra partiden ayrılacakları söylenmektedir.

MHP Başkanlık Divanından ayrılmış olan Muzaffer Özdağ’ın önseçimlere girmediği gibi, kontenjandan gösterilmeyi de kabul etmediği MHP’ye yakın çevreler tarafından açıklanmıştır. Özdağ’la birlikte Rifat Baykal da, adaylığını koymayacaklar arasındadır.

Bir süre, MHP üst kademelerinde görev aldıktan sonra MHP’den ayrılan Mustafa Kaplan, Şefik Soyuyüce ve Numan Esin’den başka seçim sonrasında MHP’den yeni istifaların olacağı ısrarla belirtilmektedir. Ancak, ayrılacakların seçim öncesinde partinin seçim şansını kırmamak için şimdi bir harekete geçmedikleri söylenmektedir.

Yine 14’lerden Ahmet Er’in de adaylık koyup koymayacağı henüz bilinmemektedir. Er, Manisa dolaylarında oturmakta, orada kendi işleriyle uğraşmaktadır. Münir Köseoğlu’nun ise bağımsız olarak adaylık koyması muhtemel görülmektedir.

KOMANDOLARIN DURUMU

MHP’de gittikçe gelişen komando teşkilâtını, şimdi Dündar Taşer’in yönettiği ifade edilmektedir. Komando teşkilâtı, ilk günlere göre, sanıldığından fazla gelişme göstermiştir. MHP’ye yakın çevreler, partinin de <<Komando>> çalışmaları ile seçim şansının arttığını ifade etmişlerdir.



Günaydın, 3 Eylül 1969.

AP’nin, af vaadedilerek alınan DP oyları ile iktidara geldiğini izah eden Alparslan Türkeş sert konuştu “Siyasî affın geri bırakılması Demirel ve Topaloğlu’nun çevirdiği oyundur”

MHP’ye iltihak eden bazı profesörlerle iş adamlarını açıklamak üzere dün bir basın toplantısı düzenleyen Genel Başkan Alparslan Türkeş, Türkiye’yi şartlarına uygun bir demokrasi sistemiyle kalkındıracağını bildirmiş, siyasî affa ordunun karşı çıktığı iddiaları için de “Bu, Demirel’in Topaloğlu ile birlikte çevirdiği bir oyundur.” demiştir.

Türkeş, Gazetecilerle güler yüzle sohbet edip soruları cevaplandırırken, söz siyasî af meselesine geldiğinde ciddileşmiş, sertleşmiş ve “AP’nin bu konuda istismarcı olduğu açıktır. Samimi olmadığı ortaya çıktı. Ordunun affa karşı olduğu yolunda bir dava yok. Hakikaten Ordu affa karşı çıkmışsa, Cumhurbaşkanı’nın, Başbakanın bunu halka açıklaması lazımdır. Bu açıklama yapılmamıştır. Sadece İnönü’nün bazı mektup ve sözlerinden bunu öğreniyoruz.” diye konuşmuş ve sözlerine şunları eklemiştir:

“- Hükümet bu konuda çok suçludur. Çok samimiyetsiz hareket etmiştir. Ordu, affa karşı durum almışsa bunu açıklamak lazım. Meclis, halk, dünya bilsin. Başbakanın, affı destekleyen 5 parti liderini davet edip bunu anlatarak, “Durum bu, siz ne tedbir tavsiye edersiniz?” demesi lazımdı. Biz de vatanperver insanlarız. Belki biz de bir tedbir düşünürdük. Ayak patırtısına, gürültüye pabuç bırakacak değildik.

Aldığımız özel bilgilere göre, Ordu, kanun dışında, anayasa dışında bir temayül göstermiş değildir. Bu, Demirel’in, Millî Savunma Bakanı Topaloğlu ile birlikte çevirdiği oyundur. Neden? Çünkü altlarındaki koltuklar esas sahiplerine gidecekti ondan korktular. Meclis’in Ordu’nun haysiyeti ile oynanmıştır. Ordu ikide birde ayağa kalkan Ordu değildir. Ağırbaşlıdır.

MHP Genel Başkanı, “Bu sözleriniz, 27 Mayıs ile çelişmiyor mu? 27 Mayısa ihanet sayılmaz mı?” şeklindeki bir soruya verdiği cevapta, kendisinin 27 Mayıs’ın şerefini daima koruduğunu belirtmiştir.



Bugün, Adalet, 7 Eylül 1969.

KOMANDO GENÇLER BİR KULÜBÜ BASTILAR

Gençleri dinden imandan uzaklaştırdıkları sebebiyle komando gençler dün gece Kadıköy’ün Erenköy semtindeki bir klübü basmışlar ve iki kişiyi yaralamışlardır.

Olaydan sonra marşlar söyleyerek dağılan komandoların kimliklerini tesbit etmek mümkün olmamıştır.

Gece saat 02.00 sıralarında Klüp-33’e gelen 11 komando genç önce kapıcı ile tartışmışlar, onu zararsız hale getirdikten sonra içeri girmişlerdir. Bu sırada kendilerine engel olmak isteyen garsonu da önce döven, sonra iple ellerini ve ayaklarını bağlayan komandolar, orkestranın gürültüsü arasında piste doğru Molotof kokteylleri atmışlardır. Patlamalar klüpte bulunanlarla semt sakinlerini telâşa vermiş, sosyete gülleri korkudan bayılmış, çığlıklar arasında herkes birbirine girmiştir. <<Burası derhal kapanacak>>, <<bu yuvaların kökü kurutulacak>> diye bağıran komandolar kısa bir müddet sonra klüpten ayrılmışlar ve polis ekipleri gelene kadar da kaçmışlardır.



Bugün, 7 Eylül 1969.

MHP’DE DURUM

Parti Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in Adana’da kontenjandan liste başı olması, Ankara teşkilâtını kızdırmıştır. Teşkilât, Türkeş’in Ankara listesinin başında olması gerektiğini ileri sürmüştür. Diğer taraftan Dündar Taşer ile Mehmet Erzen’in İstanbul listesine verilmeleri ve ilk iki sırayı teşkil etmeleri tasvip görmüştür. Buna mukabil İzmir teşkilâtı MHP Kadın Kolları Başkanı İffet Halim Oruz’dan başka ikinci bir kontenjanın İzmir ikincisi yapılması gerektiğini savunmuşlardır. Bu arada Afyon teşkilâtı liste başına iyi bir ismin verilmemesini protesto etmiştir.



Dünya, 8 Eylül 1969.

Komandolar Eskişehir’de TİP’lilere karşı Türkeş’i korudu

Milliyetçi Hareket Partisi Alparslan Türkeş, önceki gece Konak Otel salonlarında verdiği bir konferansta <<Herşeyden önce ekonomimiz tam bağımsız ve millî olmalı ithalâtımız, ihracatımız ile ticaretimiz ve sanayiimiz Türkleştirilmelidir>> demiştir.

Genellikle gençlerle, eski Demokratların ve AP’lilerin izlediği konferansta, bir kısım TİP’li gençler Türkeş’e yönelttikleri sorularla olay çıkartmak istemişlerse de, komandolar kendilerine mâni olarak toplantının sâkin bir hava içerisinde geçmesini sağlamışlardır.

Toplantıda <<Parolamız lüks ve israfa paydos, tam bağımsız ve Türkleşmiş iktisat>> şeklinde konuşan Türkeş, özetle şunları söylemiştir:

<<- Bugün Türkiye, bir gösterişler, lüks ve israflar ülkesi halindedir. Fertler birbirleriyle, aileler ve komşular yekdiğerleriyle gösteriş, lüks ve israf yarışına çıkmıştır. Hükûmetlerle, devlet de bu yarıştan kendilerini alamamışlardır. Oysa maddî ve manevî kaynaklarımız, üretimi arttıran alanlara yatırılmış olsa, birçok işyerleri açılsa, hem işsiz vatandaşlara iş temin edilir, hem de kazanç elde edilirdi. Memleket sanayileşir, sonunda, müreffeh aileler ve insanlar, siz istemeseniz de oturdukları ilçe ve kentleri imar ederler, cennete çevirirlerdi.>>



Devlet, Dündar Taşer, 8 Eylül 1969, Sayı 23.

MİLLİYETÇİ HAREKET VE GENÇLİK

Gençlik millet geleceğinin teminatıdır. Türk milleti kalkınma mücadelesini, semizleyip geviş getirmek emeliyle yapmakta değildir. Bizim için kuvvetli, haysiyetli bir devlet olmak müreffeh bir cemiyet olmaktan önce ve yücedir.

Eğer gençliğe gerekli ihtimam gösterilmezse kalkınma savaşı kazanılsa bile milletin âkıbeti tehlikeli olabilir.

Türk tarihi binlerce senelik geçmişi içinde zaferleri kadar buhranlar atlatmış ve bütün bunlardan sıyrılarak yeniden cihan devletleri kurabilmiş ise bunun tek dayanağı cemiyet nizamındaki sert, kararlı hayatiyet dolu cevherdir. <<Büyüğünü ve küçüğünü bilmek>> düsturu Türk’ü asırların derinliğinden bugüne getiren temel unsurdur.

Türk cemiyeti particilikten, hürriyet şiirleri taklit etmekten evvel de bir cemiyetti, batıda olana özenme yüzünden bizde bulunanı idrâk edemez oluşumuz, 150 yıllık mücadelemizin boşa gitmesinde asıl sebeptir.

Bu zaman içinde yetişen nesiller bir evvelkini inkâr etmek telkini ile eğitildi. O hale gelindi ki, iyi tâbirinin yerini yeni kelimesi aldı. İdarede yenilik, sanatta yenilik, kıyafette yenilik, velhasıl her yeni iyi sanıldı. Halbuki eski Dolmabahçe yeni gecekondudan elbette iyidir.

Bu eğitim, bu telkin, bu taklit hâlâ sürüp gitmektedir. Yenilik merakı kimi gençlerimiz saçı ensesine dökülmüş favorisi çenesine sarkmış, kir pis içinde Hippy mukallidi, kimi Stalinvâri bıyıkları alt dudağını örtmüş, gözleri fersiz, sırtı kanbur, başka beyinlerin düşündüğünü ağzında gevelemektedir.

Türkiye’nin istikbali bu milliyetinden çıkmış, hasletlerini yitirmiş, taklit etmek için doğudan batıdan garabet maddeleri arayan zavallılara bırakılmaz.

Milliyetçi hareket, hippy miskinliği ile komünist yıkıcılığı dışında terbiye edilmiş bir gençliğin milletçe özlenildiğini görerek, Türk milletinin geleceğini emniyete alacak vasıftaki gençlerin yetiştirilmesine gayret etmektedir ve milletin evlâtları da tereddi etmiş güruhtan ibaret değildir.

Ülkü ocaklarında toplanmış olan vatansever, feragatli gençler vardır. Yaz tatillerinde kamplara giderler. Fikren ve bedenen eğitim görür, tabiatın zorluklarına karşı tek ve toplu mücadele için yetişirler. Türkiye’yi tahribe yönelmiş olanların fikirlerini, siyasetlerini, taktiklerini inceler, Türk milletini yüceltecek iman fikir ve hareketlerin mânasını öğrenirler. Kendileri ile fikren tartışamıyacak olanlar fiilen kavgayı gözlerine alamıyacak kadar güçlerini görürler.

Munis ve terbiyelidirler, nazik ve yumuşaktırlar, bu vasıflarını görüp de böbürlenmeye kalkanları pişman ederler.

Büyüklerine karşı mutlak saygılıdırlar, saygıları zillet değildir. Kanaatları sağlam, imanları bütün, fikirleri berraktır. SERTTİRLER. AMA ODUN GİBİ DEĞİL; ELMAS GİBİ PIRIL PIRIL…

Mazinin azametini gelecekte vazetmeye kararlı, dertlerini bilen, devasını bulmakta hiç bir engel tanımıyan bu gençler milletin sevgisine lâyıktırlar. Türkiye’nin her yerinde varlığını duyuran bu gençlere biz BOZKURTLAR demiştik. Halk KOMANDOLAR dedi. İş sözde değil özdedir.

KOMANDOLAR İPEĞE SARILMIŞ BİR ÇELİKTİR.



Milliyet, Yılmaz Çetiner, 13 Eylül 1969.

20 BİN KOMANDO DAHA GELİYOR

Alparslan Türkeş, iki elinin parmaklarını birbirine değdirerek başını tavana doğru kaldırdı ve;

<<- Halkın bize inancı olduğunu görüyorum… ama>> dedi <<Yalnız bir korkum var.. Bizim demokratik rejim taraftarı olmadığımızı, demokratik rejimi devam ettiremeyeceğimizi iddia ediyorlar… Zaman zaman duyuyorum bu boş lâfları…>>

- Bir sebebi var herhalde bu söylentilerin?..

Milliyetçi Hareket Partisinin lideri hafifçe tebessüm ederek konuşmasına devam etti:

- Daha MBK nde iken rakibim olan taraf bana daima böyle hücum etmiştir…. Yalandır bu söyledikleri… Aslında ben, daima Türkiye’de gerekli reformların yapılmasını ve kanun hâkimiyetini istemişimdir… Millî iradeye dayanmaksızın iktidar olmak aklı başında insanın düşüneceği şey değildir…

Milliyetçi Hareket Partisi ve başında bulunan 27 Mayıs’ın kudretli albayı ne yapıyor? Seçimlere nasıl hazırlanıyor? Kendisinin de söylediği gibi bir çok söylentilere hedef olan bu partinin gerçek fikri nedir? Zihinlerde tereddüt uyandıran birtakım suallerin cevabını bizzat Türkeş’in ağzından dinlemek istedik.

MHP’nin başkanı sakin tavrıyla ağır ağır konuştu..

– 60 ilde dedi Seçimlere giriyoruz. Bizim parti 20 yıldır ilk defa bu kadar geniş bir kadro ile vatandaştan oy istiyor.

– Peki sayın Türkeş… Geçenlerde <<27 Mayıs’a zorla iştirak ettiğiniz>> e dair bir demecinizi okuduk… Aslı var mıdır bunun?

– Sözlerim yanlış anlaşılmıştır… Gerçek şudur: Ben 27 Mayıs’a meşru bir demokratik nizamı kurmak, kardeş kavgasını önlemek için katıldım. İhtilâl veya mâcera heveslisi değildim. Memleketin o gün içinde bulunduğu zaruretler ve durum, bu ihtilâli mecbur kılmıştı. 27 Mayıs sabahı, radyoda yaptığım konuşma, bu ruhu, bu görüşü aksettirmiştir.

– Metnini de siz mi hazırladınız konuşmanın?
- Evet.. Ben yazdım…

* * *

Alparslan Türkeş bunları söylüyor amma.. Hatırınızda kalmıştır.. O’nun 13 arkadaşıyla beraber <<Seçimleri yapmamak ve iktidarda kalmak>> hevesiyle ayrı bir grup kurduğu yıllardır konuşulmuş gazetelerde kitaplarda yazılmıştır. Bunu sorduk kendisine.

5 çocuk babası Türkeş güldü.. ve cevap verdi:

- Onlar.. Yâni şimdi Tabiî Senatör olan MBK üyeleri 3 ay içinde seçim yapalım dediler. Halbuki Demokrat Parti o sırada kapatılmıştı. Memlekette CHP’den başka tam teşkilâtlı parti yoktu. Bölükbaşı ile konuştuk. <<Aman erken seçime gitmeyin.. Teşkilâtlanıyoruz>> dedi. Ekrem Alican ise, Gürsel ile mutabık kalarak YTP’yi kurmaya çalışıyordu. Bu durumda 3 ayda seçim yapmak tek partiyi yâni CHP’yi iktidara getirmekten başka bir şey değildi. O yüzden erken seçime karşı çıktık. Hem sonra, siyasî iktidarların yapamayacağı köklü reformları ancak biz gerçekleştirebilirdik.

Oy kaygumuz yoktu çünkü. Amma İsmet Paşa ile sıkı fıkı olan MBK’cı arkadaşlarımız kendilerine güvenemiyor bütün işleri CHP’nin ve Paşa’nın idare edebileceğine inanıyorlardı. İşin içinden böylece sıyrılıvermekti arzuları. Fakat 27 Mayıs’ın gayesi bu değildi ki…

- Evet 3 arkadaş aramızdan ayrıldı.

* * *

Orada, burada sık sık olaylarına tanık olduğumuz komandolar… Türkeş’in komandoları ne gaye ile yetişiyor ve miktarları nedir acaba?

Alparslan Türkeş’ten bunların cevabını istedik…

- Biz onlara komando değil, <<Bozkurt>> lar diyoruz… Eğitim görmüş 7-8 bin partili genç var… Komando kurslarında yetiştirilmiştir bunlar. 20 bin kadar daha arkadan geliyor. Onlar henüz komando değil amma <<Bozkurt>> turlar. Şimdiye kadar hiçbir partinin bu kadar kuvvetli gençlik teşkilâtı olmamıştır… Yeni bir kadro yetiştirmeye çalışıyoruz. Kahve köşelerinden, langırt salonlarından, diskoteklerden, meyhanelerden taptaze kafaları çekip alıyor.. onların sıhhatlerini, düşüncelerini geliştiriyoruz. Hitler’i ve Nazi usullerini tatbik ettiğimiz iddialarına gelince.. Biz Türk Milliyetçisiyiz. Yabancıları taklit etmeyi kusur sayarız.. Ve millî irade ile işleyen demokratik bir rejimin taraftarıyız sadece..

Alparslan Türkeş konuşmamız sırasında <<Otoriter idare… Haksızlıklara karşı gevşek olmayan>> bir idare istediklerini söylüyor. <<Kasaba papazı Makarios’a söz geçiremeyen bir yönetimi beğenmiyoruz>> diyordu.

Ona göre, <<Türkiye, muhtelif iç ve dış cereyanların mânevî istilâsı altındaydı.. Yabancılar, kendi sosyal ve ekonomik dertlerimizden başımızı kaldırmamızı istemiyorlardı. Orta-Doğu’da böylece İsrail dahil, başka devletler at oynatıyordu. Halbuki bu bölgenin en güçlü milletiydi Türkiye…>>

Namaz kılarken ve yanında başı takkeli bir adam olduğu halde resim çektiren.. Bir yandan en soldaki parti kadar sefalet edebiyatı yapıp, öteyandan en sağcı takımın sırtını okşadığı görülen Millî Hareket Partisi lideri, acaba din hakkında ne düşünüyor? Bunları da Türkeş’in ağzından şöylece öğrendik:

- Kanaatimizce din sosyal bir müessesedir. Dünyada hiçbir millet gösteremezsiniz ki, dinsiz olsun. Türk aydınları, Türk idarecileri 100-150 yıldır bu konuda büyük hatâlara düşmüşlerdir. Türk Milletinin geri kalış sebebinin din olduğunu sanmışlardır.. Bu doğru değildir.. Biz hepimiz Müslümanız.. Zannediyorum ki, hiçbirimiz camiye gitmemek için yeminli değiliz…

- Ya dini politikaya âlet edenlere, gericilere ne dersiniz?
- Dinin politikaya âlet edilmesini kat’iyen uygun görmüyorum. Din işleriyle devlet işleri ayrı ayrı şeylerdir. Ve bunu anayasa böylece tesbit etmiştir.

– Fakat sizin seçim gezisinde namaz kılarken çektirdiğiniz fotoğraf ve yapılan konuşmalar?

Alparslan Türkeş üç beş saniye durdu ve yine parmak uçlarını birleştirip cevap verdi…

- Bizim hareketlerimiz samimî inançlarımız neticesidir…

Hâlen Mecliste 6 Milletvekili bulunan Milliyetçi Hareket Partisinin lideri Türkeş’in samimî inançlarının neticesi, bakalım seçimlerde ve seçimlerden sonra daha ne gibi hareketlere tanı yapacak bizi?...



Haber, 13 Eylül 1969.

TÜRKEŞ, YENİ BİR KOMANDO KAMPINI DAHA TÖRENLE AÇTI

MHP Balıkesir’e 17 kilometre uzakta bulunan Bigadiç ilçesi yolu üzerindeki Çağış çamlığında komando kamplarından birini daha açmıştır.

Çağış bucağı muhtarı Adem Koç’un MHP’ne girmesinden sonra, bucağın engüzel yeri olan bu yerde bir süredir hazırlıkları yapılan kamp açılmış ve çalışmalara başlamıştır.



Yeni İstanbul, Ümit Yaşar, 13 Eylül 1969.

SEÇİM TAŞLAMALARI

1- Partiler ve Liderler

3 yıldızlı general olamamıştı ama
Oldu siyasette 3 hilâlli albayımız!
Pek fazla kızdırmaya gelmez yüce Başbuğu!
Salar komandoları celâlli albayımız…



İttihad, 16 Eylül 1969, Sayı 99.

Bu hafta 64 sayfalık bir ilâve veriyoruz

Tarihî vesikaların ışığı altında
İSLÂMî HAREKET VE TÜRKEŞ

27 Mayıs darbesini kim, ne için hazırladı

* Alparslan Türkeş’in Gaye ve Maksadı Nedir?
* Milliyetçi Hareket Partisinin Hedef ve İstikameti Nedir?
* 9 Işık Doktrinin Mahiyeti ve Hakikati Nedir?
* Milliyetçilik
* İslâmcılık
* Şamanizm
* Kemalizm
* 27 Mayıs
* İhtilalcilik
* Nasyonal Sosyalizm

Avukat Bekir Berk’le yapılan röportaj bu ilâvede
64 sahifelik ilâvemizi bayilerden isteyiniz



İttihad, 23 Eylül 1969, Sayı 100.

Tarihî vesikaların ışığı altında
İSLÂMî HAREKET VE TÜRKEŞ

Konuşan: Avukat Bekir Berk
Röportajı yapan: N. Mustafa Polat

İlâveli olarak kitap halinde çıktı
Renkli kapak, 128 sahife, fiyatı: 3 lira

* Avukat Bekir Berk’le yapılan röportajdan ayrı olarak hâdise meydana getiren bu kitapta;
* Üstad Eşref Edip ve
* Değerli muharrire Münevver Ayaşlı’nın yazıları ile
* 18 sahifelik vesikalar yer almaktadır.

– Mezar soygunculuğunun iç yüzü…
- Bozkurt’un mânâ ve mahiyeti…
- Türkeş’in arkadaşları…
- Komando mes’elesi…

Siparişlerinizde acele ediniz.
İsteme adresi: Şerefefendi Sokak Nu: 32 Kat: 1 Cağaloğlu - İstanbul



Bugün, 22 Eylül 1969.

SİLÂHLI BASKIN YAPAN KOMANDOLAR İTTİHAD’IN BROŞÜRLERİNİ ÇALDIKAR

İttihad Gazetesinin 99. sayısında ilâve olarak neşrettiği İslâmî Hareket ve Türkeş isimli broşürler ciltlenmek üzere verildiği mücellithaneden silâhlı baskın yapan komandolar tarafından çalınmıştır.

Cumartesi günü saat 15 sıralarında Cağaloğlu Şerefefendi sokağındaki mücellithaneye baskın yapan 15 – 20 komando silâh tehdidiyle broşürleri alarak kapıda bekleyen 34 EF 189 plâkalı yeşil bir arabaya yüklemeye başlamıştır. Bu esnada mücellithanenin önünden geçmekte olan İttihad gazetesinin İdare Müdürü Mehmet Kutlular duruma muttali olmuş ve müdahelede bulunmuştur. Bunun üzerine taksinin şoförü kaçmıştır. Baskın yapan komandolar Mehmet Kutlular’ın duruma müdahele etmesi üzerine silâh çekmişler, kucakladıkları broşürleri sokağa atarak olay yerinden uzaklaşmışlardır.



Haber, 22 Eylül 1969.

Komandolar bir ciltevini basıp kitap kaçırmış

İttihat Gazetesi’nin ortağı ve idare müdürü Mehmet Kutlular Başbakan ve İçişleri Bakanına birer telgraf çekerek, Milliyetçi Hareket Partisi’ne bağlı komandoların bir mücellithaneyi basarak yazdığı Türkeşle ilgili kitapları kaçırdıklarını ileri sürmüştür.

Mehmet Kutlular, komandoların başında Millî Hareket Dergisi’nin sekreteri Sakin Öner’in bulunduğunu iddia etmiş, telgrafta şunları söylemiştir:

<<İdarehanemizden çıkıp giderken tesadüfen hadiseye muttali oldum. Ciltlenmekte olan beş bin kadar kitabı, mücellithaneyi basan komandolar yeşil renkli bir taksiye koyup kaçırdılar.

Mütecavizlerden dört beş kişi de geri kalan kitapları topluyorlardı. “Bırakın, onlar benim kitaplarımdır. Onları gaspedemezsiniz” dedim. İçlerinde görsem tanıyabileceğim biri MAP marka bir tabanca çıkararak bana tevcih etti. Göğsümü açarak “ne duruyorsun? vursana” dedim. Tetiği çekmeye cesaret edemedi, fakat tekme ile vurdu. Sonra geri kalan kitapları da sokağa atıp kaçtılar. Mütecavizlerin yakalanıp adalete teslim edilmelerini istiyorum.



Hür Söz, 25 Eylül 1969.

Komandolar bir ciltevini basarak Türkeş’le ilgili 5 bin kitabı kaçırmışlar

İttihat Gazetesi’nin hem ortağı ve İdare Müdürü Mehmet Kutlular Başbakan ve İçişleri Bakanına birer telgraf çekerek, Milliyetçi Hareket Partisi’ne bağlı komandoların bir mücellithaneyi basarak yazdığı Türkeşle ilgili kitapları kaçırdıklarını ileri sürmüştür.

Mehmet Kutlular, Komandoların başında Millî Hareket Dergisinin sekreteri Sakin Öner’in bulunduğunu iddia etmiş, telgrafta şunları ileri sürmüştür.

<<İdarehanemizden çıkıp giderken tesadüfen hadiseye muttali oldum. Ciltlenmekte olan beş bin kadar kitabı, mücellithaneyi basarak komandolar yeşil renkli bir taksiye koyup kaçırdılar.

Mütecavizlerden dört beş kişi de geri kalan kitapları topluyorlardı. “Bırakın, onlar benim kitaplarımdır. Onları gaspedemezsiniz” dedim. İçlerinde görsem tanıyabileceğim biri MAP marka bir tabanca çıkararak bana tevcih etti. Göğsümü açarak “ne duruyorsun, vursana” dedim. Tetiği çekmeye cesaret edemedi, fakat tekme ile bana vurdu. Sonra geri kalan kitapları da sokağa atıp kaçtılar. Mütecavizlerin yakalanıp adalete teslim edilmelerini istiyorum.>>



Hür Söz, 25 Eylül 1969.

MHP li bir zorba İttihad satıcısını dövdü

İslâmî Hareket ve Türkeş adlı broşür komandoların zorbalığına yol açtı

İstanbulda münteşir İttihad gazetesinin 99. sayısıyla birlikte neşredilen İslâmî Hareket ve Türkeş adlı broşür gün geçtikçe Milliyetçi Hareket Partisine ait komandoları çileden çıkarmaktadır.

Birkaç gün evvel İstanbuldaki bir mücellithaneye silahlı bir baskın yaparak broşürleri kaçıran zorbaların meslekdaşları şehrimizde de harekete geçmişlerdir. İttihat Gazetesi satan ve satıştan elde ettiği üç beş kuruş karla okul masraflarını temin eden 11 yaşındaki ilkokul öğrencisine bu malum partinin komandolarından biri bu sütunlara yazamıyacağımız kadar çirkef laflar sarfetmiş ve gazetelerini alarak parçalamıştır.

Bir doktrin partisi olduklarını ileri süren bu küstahlar şehrimizde boş zamanlarında gazete satarak defter kalem temin eden bir körpe yavruya bu adice muameleyi reva görenlerin iplikleri pazara çıkmıştır. Kızmaları boşunadır.

Yaptıklarının yanlarında kalacağını da zannetmesinler. Mukaddesatçı Erzurum halkı bunların suratlarına tükürecektir. Bu üç beş tane sapığı ve onları perde arkasında idare eden Meronlarını fikre fikirle mukabeleye davet ediyoruz.

İstanbul’daki baskının müsebbipleri ilgililer tarafından yakalanıp adaletin pençesine teslim edilecektir. Ancak aynı tezgâhın bezleri olan şehrimizdeki zorbanın da istihbaratımız tarafından tesbit edildiğinden hakkında kanuni muamele yapılacaktır. Bu zorbanın kimliğini yakında açıklıyacağız.



Ekspres, Hür Anadolu, 26 Eylül 1969.

Türkeş itham edildi

Propaganda serbestisinin başlaması üzerine, partiler arasındaki sözlü düello son derece şiddetlenmiştir. AP Giresun milletvekili adayı Kemal Şensoy yaptığı bir konuşma sırasında, MHP lideri Alparslan Türkeş’e çatmış, <<Türkeş, ihtilâlde Menderes’in kasasından paraları almış, yerine kadın kilotları koymuştur. Şimdi bu adam, AP’lilerden hangi yüzle oy istiyor?>> demiştir.

Öte yandan, MHP’nin komando şefi Yılmaz Yalçıner de, yaptığı bir konuşmada, faizciliği ve tefeciliği tenkit etmiş, MHP iktidara geldiği zaman <<Faize ve tefecinin şehir meydanında idam edileceğini>> söylemiştir.



Akşam, 27 Eylül 1969.

MHP’nin İzmir Adayı İfşaatta Bulundu: KOMANDOLAR 350 LİRAYA VURUR KIRAR

MHP’nin İzmir adayları arasında ve dördüncü sırada bulunan Ergun Berktaş, dün partiden istifa edip YTP’ye girdiğini açıklarken Komandolar konusunda ilginç <<ifşaatta>> bulunmuş, <<Onlar niçin çarpıştıklarını bilemezler, partiden emir gelir, vururlar kırarlar>> demiştir. Berktaş açıklamasında özetle şunları söylemiştir:

<<MHP ırk peşinde, bacıların, hocaların, nurcuların peşindedir. Komando olanlar saf kan milliyetçi saf çocuklardır. Partizanlık yönünde fedailik yaptırılır. Hepimizin kanı temizdir, saf kan Türküz. Komandolar niçin çarpıştığını bilmez, partiden emir gelir vururlar, kırarlar. Her komandoya ayda 300 – 350 lira para veriliyor. Paralar üye aidatlarından karşılanıyor. (SS) lerin yetiştirilmesiyle komandoların yetiştirilmesi arasında tam benzerlik vardır. 450 lira başka kuruluş verse komandolar oraya gider.>>



Milliyet, 28 Eylül 1969.

KOMANDOLARA AYLIK VERİLDİĞİNİ MHP YALANLADI

MHP Genel Sekreter Yardımcısı Süleyman Sürmen dün bir açıklama yaparak komandolara aylık verildiği ve bunların diktatörlük kurulmasını istedikleri yolundaki iddiaların <<seviyesiz ve gülünç olduğunu>> ileri sürmüştür.

Komandoların <<Hıra dağı kadar Müslüman ve Tanrı dağı kadar Türk olduklarını>> söyleyen Süleyman Sürmen <<Devrimbaza, madrabaza, yobaza ve hilebaza karşı yetiştirdiğimiz gençler, yarının büyük Türkiyesinin kurucuları olacaklardır>> demiştir.



Yeni İstanbul, 28 Eylül 1969.

TÜRKEŞ: EY TÜRK MİLLETİ KENDİNE DÖN

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün Türkiye Radyolarında partisi adına ilk seçim konuşmasını yapmış, <<Ek görevler ve dolgun harcırahlar verilerek kayırılan küçük bir memur grubu, Personel Kanunu’nun uygulanmasını baltalamaktadır.>> demiştir. Türkeş özetle şu görüşlerini açıklamıştır:

<<- Türkiye’mizin 200 yıldan beri zayıflığını, perişanlığını meydana getiren sebepler, olduğu gibi devam ettirilmiştir. Dış tehlikeler ise, iç buhranlarla bağlantılı olarak daha da çoğalmıştır.

Memleketimiz yıllardan beri cehalet, yoksulluk ve perişanlığın içinde yüzmektedir. Haksızlıklar, adaletsizlikler birbirini kovalamakta, vurgunculuk, tefecilik, çalışmadan, terlemeden milletin sırtından milyonlar kazanmak faaliyetlerini halkımızı daha düşkün hale getirmektedir.

Buğday köylünün elinden 70 kuruşa satın alınmakta, fakat tekrar 170 kuruşa satılmaktadır.

Bankalardan hükümet nüfuzunu kötüye kullanarak, partizanlık yollarıyla alınan paralar, köylüye, esnafa, iş adamlarına yüzde elli, yüzde yüz iki yüz faizle verilmekte ve millet bir avuç soysuz tarafından hükümet sayesinde soyulmaktadır.

VE ÖTEKİ DERTLER…

Ek görevler ve dolgun harcırahlar verilerek kayırılan imtiyazlı küçük bir memur grubu, Personel Kanunu’nun uygulanmasını baltalamaktadır.

Dağlar eşkıyalarla dolu bulunmakta, şehir ve kasabalar ile köylerde ise hırsızlar, kaatiller ve ırz düşmanları, halkımızı tedirgin ve perişan etmektedir. Bu ise memlekette anarşiyi, karışıklığı artırmakta ve bir gücü yeten yetene durumu meydana gelmektedir.

Üniversitelerimiz, komünizmin ve bölgeciliğin cirit attığı yerler haline gelmiştir.

Partizanlık, adam kayırma, iltimas, rüşvet her tarafı kaplamış durumda amansız bir kanser gibi varlığımızı kemirmektedir. Baskılar, tehditler ve para oyunları ile seçimlerde millî iradenin tecellisine gölge düşürülmektedir.>>

Türkeş konuşmasını şu cümle ile bitirmiştir:

<<Ey Türk Milleti, kendine dön…>>



Tercüman, 28 Eylül 1969.

TÜRKEŞ: NE KAPİTALİZM, NE KOMÜNİZM, KURTULUŞ ÜÇÜNCÜ YOLDUR

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün radyoda yaptığı seçim konuşmasında, Türkiyenin kurtuluşunun ne kapitalizm ne de komünizm yolu ile sağlanabileceğini, kurtuluş yolunun MHP tarafından tespit edilen üçünü yol <<Dokuz Işık>> olduğunu söylemiştir.

Kurtuluş Savaşından beri 47 yıl geçtiği halde, Türkiyenin hâlâ geri kalmış ülkeler arasında ve 76 ncı sırada yer aldığını belirten Türkeş, <<İnsanlar ve milletler ne uşak olmaya ne de başkalarını uşak gibi kullanma küçüklüğüne düşmemelidir.

Biz, bunun için Türkler % 100 millî bir doktrine ihtiyaç vardır. Türk Milletine bir üçüncü yol % 100 yerli ve millî bir görüş sunuyoruz. Bu millî görüşün adı Dokuz Işıktır.

Türk Milletinin gerçeklerinden, tarihinden, tecrübelerinden doğmuş ve modern tekniği önder olarak almıştır. Gayesi, Türk Milletini başkalarına avuç açarak yardım dilenmekten kurtararak ilimde, teknikte en yüksek seviyeye çıkarmak ve onu hızla atom ve uzay çağına sokmaktır.>>



Yeni İstanbul, 29 Eylül 1969.

Bugün Kimler Konuşacak?

Hüseyin Balan MP 17.05-17.15
Rauf Çapan TİP 17.20-17.30
S. Arif Emre YTP 17.35-17.45
S. Demirel AP 19.50-20.00
İsmet İnönü CHP 20.05-20.15
Turan Şahin GP 20.20-20.30
O. Bölükbaşı MP 20.35-20.45
Ahmet Er MHP 20.50-21.00



Bugün, Şûle Yüksel Şenler, 29 Eylül 1969.

DİKKAT!

TÜRKÇÜLERİN PEŞİNDEN GİDENLER BİR YAHUDİ OYUNUNA KURBAN MI GİDİYOR?

Çoktandır Türkeş ve fikriyatı mevzuunda görüş ve düşüncelerimi belirten bir yazı hazırlamak istiyordum. Bu yazıda, öteden beri Türkçülüğüyle tanınmış ve halen de aynı fikir paralelinde yürümekte olan Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş’in siyasî hayattaki gerçek gayesini ve iktidara geçtiği takdirde bu gün türlü taktiklerle aldatmıya muvaffak olduğu tertemiz Müslüman kitleye karşı takınacağı tavrı açıklıyacak abdestli namazlı pırlanta gibi gençlerimizi ve imanlı halkımızı bu mevzuda son derece dikkatli, hassas ve müteyakkız olmaya dâvet edecektim.

Bu mevzuda kalem oynatmamın, hakikatleri hakkıyle bilmeyerek, Türkeş’in mâneviyata verdiği değer (!) e kapılıp, onun saflarına iltihak etmiş pek çok tanıdık tanımadık dostu, imanlı müslüman kardeşlerimi kızdıracağını, gücendireceğini, hattâ bana bu hareketimin bana yine büyük okuyucu kitlesi kaybettireceğini bile bile hakikatleri yalnız hak namına yazmalıydım, yazacaktım ve nihayet geç de olsa yazıyorum işte.

Gerek okuyucularımdan ve gerekse Türkeş’in ardından gitmeyi milletimiz için bir kurtuluş yolu olarak kabul eden imanlı kardeşlerimden, hakkımda peşin bir hükme varmamalarını, bu mevzuda yazacağım bütün yazıları okuyup, tetkik ettikten sonra, hakikatleri, yine mantık ve hakikat süzgecinden geçirdikten sonra esaslı bir fikre varmalarını başlangıçta rica ve istirham ediyorum. Ki; münevver insanlara, hakiki müslümanlara yakışan hareket de budur esasen.

İslâmiyetten önceki devirlerde güneşe ve çeşitli tanrılara tapan eski Türklerin kutsal rakamı olan 9’u 9 Işık olarak partisinin doktrini olarak kullanılmasıyla Türkçülük ideal ve fikriyatını hâlâ aynı tazelikle yürütmek istediği âşikâr olan Türkeş, istediği kadar mâneviyat mevzuunda mügâlata ve demagojiye sapmak suretiyle müslüman halkımızın ve bahusus kalbi taptaze iman ve İslâm aşkı ile çarpan imanlı temiz gençlerimizin sempatisini toplamaya çalışsın, bunda muvaffak olamayacak, er geç hakikatlerin su yüzüne çıkmasıyle, Türkçü ve ırkçı bir avuç azınlık müstesna, etrafında kendi oyunlarına âlet olabilecek bir tek imanlı müslüman evlâdı bulamıyacaktır.

Biz, mevzua, her türlü ard düşünce ve gâyeden âri olarak başlarken, ilk olarak Türkeş’in bağlı bulunduğu Türkçülük idealinin gerçek yüzünü efkâr-ı umumiyeye açıklamak ve bu cereyanın meşe’ini arzetmeyi faideli görmekteyiz. Böylece Türkçülük cereyanının doğrudan doğruya bir Yahudi oyunu olduğu meydana çıkmış oluyor ki; bunun adına tek kelime ile <<Takke düştü, kel göründü.>> demek doğru olur kanaatindeyiz.

Şu anda önümde 22/9/1969 tarihiyle TÜRKİYE GENÇ AKINCILAR TEŞKİLATI Genel Merkezi tarafından neşredilmiş olan bir BİLDİRİ duruyor. Metnini aynen aşağıya alıyorum:

“BİLDİRİ

ÖZÜ: Türkçülük perdesi altında mel’un Yahudilerin, biz müslüman Türkleri ikiye bölmek istemeleri ve kendi çalışmaları hakkındadır.

BİR YAHUDİ OYUNU

TEKİN ALP TAKMA ADIYLA FAALİYETTE BULUNAN MOİZ KOHEN’İN SAHTE TÜRKÇÜLÜĞÜ VE YAHUDİLERE ON ÖĞÜDÜ:

Yakın Tarihimiz, İslâmiyet ve Türklüğe karşı irtikap edilmiş en rezilce hiyanet ve cinayetlere sahne olmuştur. Müslih rolüne giren müfsidler, suret-i hakdan görünerek bir siyaset ve kültür hokkabazlığı ile bu hiyanet ve cinayetleri de <<Türkçülük>> perdesi altında işlemişlerdir.

Kürtçülükten 9 ay 10 gün mahkûmiyeti olan Ziya Gökalp’e akıl hocalığı yapan ve ilk Türkçülük fikrini aşılayan, aynı zamanda çalışmalarından yardımcı olan; Pervüs’ün arkadaşı TEKİN ALP takma adlı MOİZ KOHEN isminde bir yahudidir.

Tekin Alp adındaki bu Yahudi, Türkçülük cereyanının başında gelir. Bu zat Türkçülük mevzuunda yazdığı eserlerin hiç birine asıl adını yazmamıştır. Zira asıl adı MOİZ’dir. İşte, bir Yahudi oyunu olan sahte Türkçülüğün fikir babası bu adamdır. Soyadı kanunundan sonra takma adını resmen soyadı olarak tescil ettirmiş ve Moiz yerine de Mûnis adını kullanmağa başlamıştır. Bu mel’unun eserlerinden biri <<TÜRKLEŞTİRME >> başlığı taşımaktadır. Sahte Türkçü, bu kitabın 65 sahifesinde Türkiye’deki Yahudilere şu <<on emri>> vermekte ve onlara aynen şu tavsiyede bulunmaktadır. <<Her Türk Yahudisi bu on emre Tevrat’taki evâmir-i aşere kadar riayet etmelidir.>>

EVÂMİR-İ AŞERE: 1- İsimleri Türkleştir. 2- Türkçe konuş. 3- Havralarda duaların hiç olmazsa bir kısmını Türkçe oku. 4- Mekteplerini Türkleştir. 5- Çocuklarını memleket mekteplerine gönder. 6- Memleket işlerine karış. 7- Türklerle düşüp kalk. 8- Cemaat ruhunu kökünden sök. 9- Millî iktisat sahasında vazife-i mahsusanı yap. 10- Hakkını bil.

Dikkatle mütalâa edilecek olursa bu on emir arkasında Yahudi emperyalizminin hain çehresi derhal fakedilir.. Onlar bu on emri tatbik ettiler ve kendilerini Türkleştirmediler ama, Türklerin ileri gelenlerinden bir kısmını Yahudileştirdiler ve kendilerine ajan yaptılar. Yahudi emellerine alet olan bu <<Türkleştirilmiş>> Türkler, Türkiye’yi iktisaden bir İsrail sömürgesi haline getirdiler.

Ey bu vatanın temiz evlâtları: Türkçülük propagandası altında dönen dolapları anlayınız ve uyanınız artık.”

Aman kardeşlerim, aman dindaşlarım, bağlanacağımız kimselerin yalnız ballı sözlerine değil, biraz da zehirli gaye ve fikriyatlarına dikkat edelim. Aksi halde <<kendi düşen ağlamaz>> sözü bize müstehak olur.

YARIN: İFFET HALİM ORUZ’A AÇIK MEKTUP

Yeni Gazete, Haber, 30 Eylül 1969.

AHMET ER: MHP MUHAMMEDÎ BİR DÜZEN GETİRECEK

Siyasî parti sözcüleri dün yaptıkları konuşmalarda çeşitli konulara temas etmişlerdir. MHP Genel İdare Kurulu üyesi Ahmet Er, yaptığı radyo konuşmasında, yeni bir düzenden söz etmiş ve <<bu büyük düzenin adını Türk milletine ve Türk milletinin yüce varlığında cihana ilâ ediyorum. Muhammed düzeni>> demiştir.

Ahmet Er, takipçisi oldukları dâvanın, bir gerçek sahibi olduğunu kaydetmiş ve sözlerini <<O da Allahtır>> diyerek tamamlamıştır.

MHP sözcüsü konuşmasının bu kısmında, âdeta komut vererek şöyle devam etmiştir:

<<Kalkın, karşınızda açılan büyük kapıya doğru önünüzde çıkan yazıları okuyarak, yürüyün. Burası Allah’ın rızasına giden basamaklardır. Burada yürürken size uzatılan, rüşvete, müdürün siciline, halkın alkışına veda edin.

Bu ikinci yol Allah’a kulluk yoludur.

Bu yolda koşarken kula kul olmaktan silkinin.

Bu kapı da Allah’ın yardım kapısıdır, ondan başka yanlış bir kapı çalmayın. Unutmayınız ki, bu yolculuğun başında hepiniz gene Türk İslam medeniyet güneşini saygıyla selâmlayarak geçeceksiniz.

Ey büyük Türkiye ve büyük Türk milleti, senin öz varlığında dünyanın ve tüm insanlığın kaderi doğrulmaktadır.

Katiyetle ifade etmek isterim ki insanlığın beklediği büyük düzenin öncüsü sensin, sen korkma, güneşi inkâr edenler ona zarar vermezler, dünyanın dönüşüne inanmıyanlar onun hareketini durdurmadılar. İşte sancağını taşıdığımız, aşkı gönlümüzü yakan bu mukaddes ve milliyetçi büyük dâva karşısına velevki bütün bir dünya dahi çıksa tüm engelleri aşarak hedefine ulaşacaktır.>>

Mal sahibi misiniz?

Ahmet Er, mistik bir hava taşıyan konuşmasında, dünya mülkünün esas sahibinin Allah olduğunu hatırlatmış ve şu hususlara temas etmiştir:

<<Komünizmin inkâr ettiği, kapitalizmin üzerinde aşırı kullanma hakkı tanıdığı mülk ise gerçekten Allah’ındır ve insanların elinde ilâhi bir emanet olarak bulunmaktadır. Kişi mülkü kullanırken maddî ve manevî şartlara uymaya mecburdur. Bu şartla şöyle özetlenebilir:

- Mülkü (ilâhi emaneti) elinde bulunduran herkes Allah’ın rızasını gönlünden ve hatırından çıkarmamalıdır. – Mülk, kişi, aile ve millî ekonominin artışı istikametinde yani millî gelire katkıda bulunacak şekilde kullanılmalıdır.

– Bu düzende ticaret, fırsat kollama ve karaborsa hareketi değil, mala değer kazandırma hamlesidir.

Büyük Türk milleti;
Seni komünizmin zulmüne ve karanlığına, kapitalizmin cimriliğine, haramına ve ihtirasına ve ahlâktan yoksun bir hürriyete,

Sokaklarda ıspanak fiatına satılan bir demokrasiye, tefeciliğe ve karaborsacılığa yer veren bir ekonomik düzene, Türk milletini kendi varlığından ve öz değerlerinden uzaklaştıran Batı medeniyetine çağırmıyorum.

Gökleri ve yerleri şahit tutarak sana müjdeler sunuyor ve seni; - Türklük gurur ve şuuru ile İslâm ahlâk ve faziletine, seni cihan tekniğine ve Türk İslâm medeniyetine,

- Yerdeki şeylerden helâl ve temiz olmak şartıyla yemeği emreden düzene çağırıyorum.>>



Bugün, 30 Eylül 1969.

MHP Lİ ER MUHAMMEDÎ DÜZEN VADETTİ

MHP adına dün radyoda bir seçim konuşması yapan Ahmed Er, seçmenlere <<Muhammedî düzen>> vaadinde bulunmuştur.

MHP’nin Genel İdare Kurulu üyesi Ahmet Er konuşmasının başında <<Bir damla su için akşama dek kuyu başında sıra bekleyen insanların hıçkırıkları arasından geliyorum>> demiştir.

Ahmet Er daha sonra radyodan <<Büyük Türk milleti, seni, ahlâktan yoksun bir hürriyete, sokaklarda ıspanak fiatına satılan bir demokrasiye, Türk milletini kendi varlığından ve öz değerlerinden uzaklaştıran Batı medeniyetine çağırmıyorum>> şeklinde hitab etmiş, vaadlerini sıraladıktan sonra bu konuyu <<Bu düzenin adı ne komünizm ne kapitalizm, ne ortanın solu, ne ortanın üst kenarıdır.

Bu büyük düzenin adını büyük Türk milletine ve Türk milletinin yüce varlığında bütün cihana ilân ediyorum: Muhammedî düzen.>>



Haber, 30 Eylül 1969.

Düzenin böylesi

Er, <<MHP>> Muhammedî düzen istiyor!

MHP Genel İdare Kurulu üyesi Ahmet Er, yaptığı radyo konuşmasında, yeni bir düzenden söz etmiş ve <<bu büyük düzenin adını Türk milletine ve Türk milletinin yüce varlığında cihana ilân ediyorum. Muhammed düzeni>> demiştir. …



İttihad, 30 Eylül 1969, Sayı 101.

İSLÂMÎ HAREKET VE TÜRKEŞ, İSİMLİ RÖPORTAJI NEŞREDİNCE…
KOMANDOLAR, SİLAHLI BASKIN YAPIP KİTAPLARIMIZI ÇALDILAR

20 kadar MHP li komando, ölümle tehdit ve silâhlı gasp suçundan aranıyor.

Gazetemizin 99. sayısında ilâve olarak neşredilen ve sonra da kitap haline getirilerek satışa arzedilen <<İslâmî Hareket ve Türkeş>> isimli kitab, Cağaloğlu’ndaki Kardeşler Mücellithanesinde ciltlenirken, 18 – 20 kadar Komando, Mücellithaneye silâhlı baskın yaparak kitabların beşbin kadarını zorla alıp kaçmış ve bu arada kendilerine müdahale etmek isteyen İdâre Müdürümüz Mehmed Kutlular’ı da silâhla tehdit etmişlerdir.

Hadise, kitabın Güneş Matbaasında basılıp Kardeşler Mücellithanesine götürüldüğü gün cereyan etmiş ve geçen Cumartesi günü saat 14.45 sıralarında Milliyetçi Hareket Partisine mensub 18 -20 kadar silâhlı komando, Mücellithaneye baskın yaptıktan sonra, Mücellithane sahibinin mukavemeti üzerine silâhlarını çekerek ellerine geçirdikleri formaları, 34 EF 189 plâkalı Pleymut marka bir taksiye doldurup kaçmaya başlamışlardır.

Bu arada, mücellithaneye gitmekte olan arkadaşımız Mehmet Kutlular, formaların taksiye doldurulduğunu görünce, taksi şoförüne hitaben, <<Bu kitablar benimdir, bunları gasbediyorlar, bunları götürme, sonra sen mes’ul olursun>> demişse de, şoför gaza basarak kaçmıştır. Daha sonra Mücellithaneye giren Kutlular, burada MHP’nin organı olan Millî Hareket isimli mecmuanın sekreteri Sakin Öner’in formalardan bir kısmını kucaklayıp götürmekte olduğunu görmüş ve <<Bunlar benimdir, gasbedemezsin, bırak yerine>> diye ihtarda bulununca, bir diğer Komando, Mehmed Kutlular’a taarruz etmiş ve arkadaşımızın mukavemeti üzerine bir başka komando MAP marka tabancasını çekerek, <<kıpırdama vururum>> diye tehdidde bulunduktan sonra silâh zoruyla arkadaşlarını mücellithaneden çıkartmış ve ellerinde bulunan formalarla birlikte kaçmışlardır. Arkadaşımız Mehmed Kutlular, mütecavizlerden birisinin de MHP organı olan Millî Hareket isimli derginin sahibi Ahmet Karabacak olduğunu görmüş, hâdiseyi polise intikal ettirmiştir.

Daha sonra da Başvekil ve Dahiliye Vekillerine telgrafla gasb hâdisesini bildiren arkadaşımız, suçluların yakalanmasını istemiştir.

20 kadar komandonun yaptığı silâhlı gasb ve tehdid hadisesine polis el koymuş, ancak firar eden suçluları henüz yakalıyamamıştır. Gasb hâdisesinde kullanılan taksiyi yakalıyan polis, suçun işlendiği anda kullanan şoförle, 20 kadar mütecavizi aramaya devam etmektedir.



Bugün, Şûle Yüksel Şenler, 30 Eylül 1969.

İFFET HALİM ORUZ’A AÇIK MEKTUP

Sizinle tanışıklığımız 7 – 8 sene öncesine dayanır.. O zamanlar, yani 1961 – 1962 senelerinde, ben sizin çıkarttığınız <<Kadın Gazetesi>> nde muharrirdim.. Siz de benim patronum.

Gazetenin bütün yazı kadrosu, size <<Hanımefendi>> diye hitab ederlerdi. Ben ise, bu hitabın karşınızda bel büküp, el oğuşturularak söylenmesinden âdeta tiksinti duyar ve hatırlarsanız size yalnızca isminizle İffet hanım diye hitab ederdim.

O sıralarda ben, bu günkü İslâmî giyiniş ve yaşayış içinde değildim. Fakat buna rağmen yazılarım ekseriyetle din, mâneviyat, ahlâk ve milliyetçilik mevzularında idi. Siz bu mevzuları pek sevmezdiniz. Ve bu mevzuları sık sık işlediğim için bana içerler, çok zaman da şiddetli münakaşalara girişirdiniz benimle.

Aradan seneler geçti…

Ben, Allah’ın (C.C.) lütuf ve keremi sayesinde, insanın göğsünü gererek <<müslümanım!>> diyebilmesi ve gerçek saadete erebilmesi için ancak Allah’ın (C.C.) yüce emirlerini yerine getirmesi ve o emirler dairesinde yaşaması icabettiğini öğrenerek gafletle geçen hayatıma göz yaşı döke döke hidayete erdim. Kıyafetimi ve yaşayışımı da İslâmî esaslara uydurarak, dünyada insana hiç bir şeyin bahşedemiyeceği bir huzur ve saadete kavuştum. Darısı başınıza.

Ne var ki yalnız kendini kurtararak köşesine çekilmiş nemelâzımcı müslümanlardan olmak istemiyordum ben. Milletimizin kandırılmışlığını, gençliğimizim aldatılmışlığını ve kadınlığımızın nasıl ve kimler tarafından felâket vâdilerine sürüklendiğini yazmalıydım, açıklamalıydım, anlatmalıydım. Onları uyandırmak, onlara hakikatleri bildirmek bir müslüman olarak kaçınılmaz bir vazifeydi artık benim için. Esasen yüce kitabımız Kur’an da bunu emrediyor, din düşmanlarına karşı <<cihad ediniz>> buyuruyordu.

Bu şuur ve gaye ile yeniden kaleme sarıldım. Şimdi karşınıza, fikirlerimi zorla kabul ettirdiğim bir gazetede değil, çok şükür tam bir fikir ve iman beraberliğine sahip bulunduğum mukaddesatçı bir gazetede yazar olarak çıkıyorum.

Siz ise; seneler sonra benim karşıma bu günkü dış görünüşüyle asla bağdaşamıyacağınız bir parti kademesinde çıkıyorsunuz. Son zamanlarda <<İslâm ahlâk ve fazileti>> sloganı ile ortaya atılan Alparslan Türkeş’in <<Başbuğ>> luğunda Milliyetçi Hareket Partisinden, hem de liste başı kontenjan adayı seçildiğinizi gazetelerden okuduğum zaman hayret etmekten kendimi alamadım. Zira evvelce de belirttiğim gibi siz öyle İslâm’lı, iman’lı sözlerden pek holanmazdınız. Peki nasıl oluyordu da bilhassa son bir kaç aydır dilinden, iman, islâm, maneviyât kelimelerini hiç düşürmeyen, başında takke, elinde tesbih, yanında sakallı hocalarla camide namaz kılarken çekilmiş resimleri gazetede sık sık neşredilen, sizin tabirinizle bir gericinin partisinde, hem de en üst kademelerinde yer alıyordunuz?

Acaba siz de mi hidâyete nail oldunuz? Fakat ak pak saçlarınızın hâlâ rüzgârlarda uçuştuğuna bakılırsa, böyle bir ihtimalin de vârit olmadığı âşikâr oluyor.



Bugün, Şûle Yüksel Şenler, 1 Ekim 1969.

İFFET HALİM ORUZ’A AÇIK MEKTUP

(DÜNDEN DEVAM)

Sayın İffet hanım buraya kadar olan girizgâhtan sonra esas mevzua girerken arzetmek isterim ki; beni size şu satırları yazmağa sevkeden sebep, geçenlerde kontenjandan milletvekili adayı gösterildiğiniz memleket olan İzmir’de yapmış olduğunuz bir seçim konuşmasında geçen bir tek, evet sadece bir tek kelimedir. Bir refikimizin verdiği habere göre bu konuşmanızın bir kısmında şöyle demişsiniz:

<<Türkiyeyi kökünden onaracak ciddi, imanlı ve kendimize dayanan bir nizama ihtiyaç vardır. Bu nizamı hedefe götürecek liderler MHP’de olduğu gibi, bu nizamı başarıyla yaşatacak milliyetçi gençliğe de sahibiz.>>

Yazılarınızda <<nizam>> kelimesine pek çok kereler rastladığımı bilirim ama, <<imanlı>> gibi sizce gerici ağızlara mahsus bir kelimeye hiç mi hiç tesadüf etmedim. Hele <<imanlı nizam>> tabirini sizin ağzınızdan duymak, son derece komik geliyor bana nedense… <<Allah’ım, şu son zamanlarda iman ve İslâm gibi ulvî kelâmlar kimlerin ağızlarına düştü.>> demekten kendimi alamıyorum bir türlü.

Şimdi, seçim propagandalarında <<imanlı>> bir nizama muhtaç olduğumuzdan bahseden sayın İffet hanım, lütfen aşağıdaki suallerimi cevaplandırınız:

Kadın Gazetesinin <<Duyuşlar ve Görüşler>> sütununda yazdığım dinî, mânevî, ahlâkî ve millî yazılarımdan dolayı benimle her seferinde çekişe çekişe münakaşa eden ve ; <<Benim gazetem gerici değildir. Bu kabil yazıları neşredemem.>> diyen siz değil miydiniz?

Bir yazının sonundaki <<Allah sabırlar versin>> cümlesindeki ALLAH sözüne dahi tahammül edemeyip, üzerine kızıl çekerek, onun yerine hırsla <<Tahammül gerek>> yazan siz değil miydiniz?

O zamanların en muhafazakâr gazetesi olan Yeni İstanbul gazetesi binasının komünistlerin kışkırttığı solcu talebeler tarafından basılıp, gazete mensuplarını döverek, binayı harabeye çevirmeleri ve cadde ortalarında sağcı gazeteleri yakma hadisesi üzerine Komünizm ve komünistler aleyhinde <<Bu memlekette komünistlere hayat hakkı yoktur!.>> başlığıyla kaleme almış olduğum bir yazıyı asla kabul etmeyen, <<benim gazetemde böyle bir yazı neşredilemez>> diye direten, benim, yazının neşredilmesi hususunda ısrar etmem üzerine: <<Şûle hanım, niçin bu yaşta böyle ciddî mevzularla kafanızı yoruyorsunuz? Sonra neden komünizm mevzuu üzerinde bu kadar duruyorsunuz?>> diye soran ve benim: <<Dinim ve milliyetim iktizası>> şeklindeki cevabıma kıpkırmızı bir yüz ve kısılmış gözlerinizle: <<Biz, komünizm üzerinde bu derece ısrarla duran kimseden şüphe ederiz.>> Yani bu mevzu ile fazla ilgilenenin kendisi komünisttir manâsına gelen bir karşılıkta bulunan… Ve yazıyı her ne pahasına olursa olsun neşretmeyip, üstelik başka bir yerde çıkmaması için çekmecenizde gasbeden siz değil miydiniz?

Yine bir başka gün: <<Yazılarınız yaşınıza göre çok ağır mevzularda.. Yaşınızın çok üzerinde ciddî konular. Halbuki siz daha çok gençsiniz… Hayatınızın baharını yaşadığınız bir devrede böyle ciddî konular yerine aşk ve sevgi üzerine <<Aşk nedir, nasıl olmalıdır?>> başlığıyla kaleme aldığım yazı serisini elinize alıp, başlığı görünce yüzünüz gülen ve: <<Gördünüz mü ya, işte şimdi oldu.>> deyip, yazı muhteviyatını inceleyip, yazının Allah aşkından ve vatan aşkından bahseden kısımlarını okurken ise kan boğmuşcasına kızaran yüzünüzü bana dönerek: <<Değişen hiç bir şey olmamış Şûle hanım>> deyip, yazıyı ancak devamlı ısrarlarım karşısında neşretmeye mecbur olan aynı fikriyata sahip Yazı İşleri Müdürü Muzaffer Usluata hanımla birlikte siz değil miydiniz?

<<Tarihimiz ve Millî Varlığımız>> başlığıyla kaleme aldığım bir yazımı okuduktan sonra başlığın altına, mevzu ile hiç bir alâkası, hiç bir bağlantısı, hiç bir münasebeti olmadığı halde yine kızıl renkli bir kalemle: <<Atatürk, Batıya yönelme emrini verirken bu hamlenin altına Türk tarihinin yapraklarını sermiştir.>> şeklinde ikinci bir başlık koyan, benim, yazıma müdaheleye, her hangi bir ilâve yapmaya hakkınız olmadığını, üstelik bu ikinci başlığın yazıyla hiç bir alâkası bulunmadığını, dolayısıyle bir yama gibi sırıtacağını bildirmem ve bu ibareyi kaldırmanızı istemem üzerine <<Hayır kalacak ve yazı böyle çıkacak!>> diye direten, o halde yazıyı geri iade etmenizi, yazıyı neşrettirmekten vazgeçtiğimi bildirmem üzerine ise: <<Şûle hanım (Devamı var)



Bugün, Şûle Yüksel Şenler, 2 Ekim 1969.

- 3 –

Bu direnmenin sonu 6 yıla kadar uzar>> diyerek beni tehdit ederek yazıyı çekmecenize kilitleyip bilâhare neşrettiren siz değil miydiniz?

Gazete, magazin mahiyetinde bir mecmua halinde çıkmaya başlayınca: <<Artık mecmuamız ağır ve ciddî yazılar kaldırmaz. Bundan böyle sinema ve tiyatrolara giderek, seyrettiğiniz eserle hakkında yazı yazsanız Şûle hanım.>> demeniz üzerine <<Bakırköy’de kültür faaliyetleri>> ismi altında kaleme aldığım tiyatro tenkit yazılarında, eserlerde ekseriyetle hacıyla, hocayla, müftüyle, din adamı hüviyetindeki şahıslarla açıkça alay edildiğini, halkın dinine, imanına, mâneviyat ve mukaddesatına saygısızca hücumlarda bulunulduğunu acı acı tenkit etmeme bakarak: <<Yazık, sizde yine değişen bir şey olmamış>> diyerek teessüflerinizi bildiren siz değil miydiniz?

<<İslam ahlâk ve fazileti>> sloganı ile imanlı gönüllerde kurnazca taht kurmaya çalışan Başbuğ Türkeş’in parti kademelerinde yer alan ve yaptığı konuşmalarda <<İmanlı bir nizam>> dan bahseden sayın İffet hanım, sizin <<imanlı bir nizam>> isteyip istemediğinizi daha vâzıh olarak belirtmek için, isterseniz bundan sonraki suallerimizi, kendi yazılarınızdan pasajlar alarak soralım. Meselâ:

<<Kadın Gözüyle>> sütununuzda <<Burası İstanbul>> başlığıyla İstanbul Valiliğinin İstanbul halkına yakışan tavırın takınılması yolunda yayınlamış olduğu bir genelgeden bahseden yazınızda: <<Gerici görüşlerin kara perdeye sardığı kadını da, kadın görünce onu yemek görgüsünde olan erkeği de elâlemin gözü önünden yok etmek istiyor bu genelge.>> şeklinde bir ifade kullanarak, Allah’ın emrettiği örtünmeyi kadın için kara perdeye sarınmak olarak tavsif ve tahkir eden, bu zihniyetteki imanlı dindar müslümanlara da, bu gün solcu ve dinsizlerin yaptığı gibi <<gerici>> yaftasını yapıştıran siz değil misiniz? ...



Bugün, Şûle Yüksel Şenler, 3 Ekim 1969.

– 4 –

Bu gün <<Biz MUHAMMEDÎ düzeni getireceğiz!>> sözleriyle sağın da sağında görünerek, imanlı halkımızı kandırmaya çalışan bir partinin, İzmir kontenjan başı adayı olan ve <<İmanlı nizam>> sloganı ile halk kitlelerini kandırıcı ateşli seçim konuşmaları yapan siz eski patronumun bir başka hüviyetini efkâr-ı umumiyeye açıklamayı pek çok ehemmiyetine binaen lüzumlu ve faideli görmekteyim.

Bu hüviyetiniz; sizin katıksız bir İsrail sempatizanı ve aşırı bir Yahudi hayrankârı olduğunuzdur. Herhalde hüviyetinizin bu cephesini saklamaya pek cesaret edemezsiniz. Zira sahibi bulunduğunuz Kadın Gazetesi’nde İsrail lehine propaganda mahiyetindeki yazıların, elimde sağlam birer vesika olduğunu bilirsiniz. Sizin bir İsrail sempatizanı, bir Yahudi hayranı ve propagandisti olduğunuzu halk efkârına, bilhassa İsrail’in son Mescid-i Aksâ hadisesindeki mel’unluğunu nefretle karşılayan imanlı halkımıza isbat etmek için sayısız vesikalardan sadece bir kaçını burada serdetmek kâfidir zannımca.

İşte 8 Nisan 1961 tarihli gazetenizde neşredilen bir haber: <<Karmon İsrail şehrimizde… Şehrimizden başlayarak bir dünya turuna çıkan Karmon İsrail dans ve şarkı grubu, gösterilerine başlamıştır. 3 üncü defa olarak Dünya turuna çıkan bu grubun şehrimiz sanat severleri tarafından ilgi göreceği umulmaktadır. Resim, İsrailli artistleri bir gösteri anında gösteriyor.>>

16 Eylül 1961 tarihinde yine baş sahifede neşredilen bir haber: <<30. İzmir Enternasyonal Fuarında İSRAİL PAVYONU… Kurdela kesme töreninde MBK üyeleri, Ticaret Bakanı, İzmir Valisi ve diğer şahsiyetler bulundu…>> ilaâhir…

Ve nihayet sizin ne ateşli bir Yahudi hayranı ve propagandisti olduğunuzu en açık şekilde ortaya seren yine 8 Nisan tarihli gazetenizin baş sahifesinde neşredilen bir yazı: <<İSRAİL TURİST GEMİSİ THEODOR HERZL… Theodor Herzl: Bu isim önünde her İsrailli hürmetle eğilir. Çünkü bu muhterem filozof (yani Yahudi), elli üç sene evvel İsrail’in bu günkü duruma gelebilmesi için çalışan zattır. Onun tek arzusu bütün İsraillilerin bir araya gelerek müstakil bir devlet kurmaları imiş. Bu konuda bir çok eserler yayınlamış ve nihayet öldükten sonra büyük ideali yerine gelmiş. İsrail milletinin ona saygı ve sevgisi sonsuzdur. … Gemide verilen kokteylde ev sahipliğini Kaptan ve İsrail Başkonsolosu, eşleri ile çok güzel yaptılar… Ziyaretçiler bilhassa Theodor Herzl salonu ile ilgilendiler. Burası tamamiyle ona hasredilmiş, duvarlarda muhtelif poz resimleri, vitrinlerde eserleri vardı. Nasıl olmasın? İsraillilerin bu günkü kalkınma plânını 53 sene evvel hazırlayan DEĞERLİ İNSAN! Bir kelime ile İSRAİL KURUCUSU…>>



Bugün, Şûle Yüksel Şenler, 4 Ekim 1969.

– 5 –

Sayın İffet hanım, gazetenizde Theodor Herzl gibi tarihin ve insanlığın lânetle yadettiği ve edeceği bir Yahudi’den <<DEĞERLİ İNSAN>> tabiriyle bahsedilmesi, sizin yalnız bir Yahudi hayranı ve propagandisti değil, ayrıca kanınızda bir Yahudi kanının karışımı olup olmadığı, veya sizin bir Yahudi dönmesi olup olmadığınız hususunda da insanı şüpheye sevkedecek bir sebeptir.

Zira sizin DEĞERLİ İNSAN diye bahsettiğiniz Theodor Herzl, yalnız bir İsrail kurucusu değil, bütün dünya devletlerinin kanını, iliğini sömürmek ve bütün dünyaya hâkim bir Dünya Yahudi Devleti kurmak gayesini taşıyan baş belâsı Siyonizm’in de kurucusu, Yahudilerin en mel’unu, kurnaz bir Yahudi’dir. Bu melun Yahudi, bütün insanlığı türlü hastalıklar ve illetlerle çürüterek tefessüh etmiş bir hale getirmek ve böylece içlerinden bozulmuş, bağları çözülmüş, ayakta duracak takati kalmamış olduğu bir sırada cihan diktatörlüğü hülyasını gerçekleştirmek için İsviçre’nin Bazel şehrinde akdettiği ilk Siyonist kongresinde şeytanların bile akıl erdiremeyeceği mel’anetlerle dolu olan 22 maddelik Siyonizm protokollerinin de mucidi ve hazırlayıcısıdır. …

Dünyanın başına belâ böyle lâin bir Yahudi’den göğsünüzü gere gere DEĞERLİ İNSAN şeklinde sitayişkâr bir ifadeyle bahsettiğinize bakılırsa, sizin niçin bu derece İslâm’a, imana, mâneviyata ve mukaddesata muarız olduğunuzu kestirmek güç olmasa gerek…

Peki ya bu günkü tutumunuz? Din, iman, mâneviyat ve mukaddesat düşmanı lâin Yahudi’nin bu derece dostu olan siz, niçin olduğunuz gibi gerçek hüviyetinizle değil de halk karşısına aynen Başbuğ’unuzun taktiğiyle <<iman>>, <<imanlı nizam>> sözleri ile çıkıyor ve imanlı kimseleri kandırmaya gayret sarfediyorsunuz?

Bu arada, Milliyetçi Hareket Partisinin ve parti lideri Türkeş’in görülmemiş bir ustalık ve kurnazlıkla müslüman halkın dinî hislerini istismar edecek bir yol seçmesi üzerine camide kılınan namazlar, din, iman, mâneviyat gibi yaldızlı sözlere kapılarak âti için belki komünizm kadar tehlikeli olan bir parti ve şahsa samimane bağlanan imanlı müslüman kardeşlerimin bir kaç mühim noktaya dikkatlerini çekmek isterim.

İçinde kıpkızıl komünistlerin yuvalandığı Türkiye İşçi Partisi’nin, seçim kazanmak ve menfur gayesine vâsıl olmak için bu güne kadar hangi taktiği kullandığı cümlenin malûmudur. Yerli komünistler pekâlâ bilmektedirler ki; geniş halk kitleleri, sadece kupkuru bir sosyalizm sloganı ile kandırılamaz, aldatılamaz ve İşçi Partisi, sağduyu sahibi Türk vatandaşlarından arzu ettiği oyu alarak, değil iktidara gelmek, Meclise dahi giremez. Bunun için halkın zayıf taraflarını bularak, bunları istismar vasıtası yapmak, sempati temin etmek için en kestirme yoldu onlara göre… Ve öyle de yaptılar.



Bugün, Şûle Yüksel Şenler, 5 Ekim 1969.

– 6 –

Aslında Türkiye İşçi Partisi mensubu solcuların söylediklerinin belki hepsi doğru ve hakikattir.. İşsizlik almış yürümüştür memlekette.. İşçiler, emeklerinin tam karşılığını alamamakta, türlü haksızlıklara uğramaktadır. Köylü vatandaş yıllarca ihmal edilmiş, türlü mahrumiyetlerle karşı karşıya bırakılmıştır. Az gelirli memur, esnaf ve fakir vatandaşlar ezildikçe ezilmekte, buna mukabil koca göbekli kodamanlar, bir gecede binlerce lirayı göz kırpmadan su gibi harcamaktadırlar. Halkı sömürenler, fakirin sırtından geçinip, hakkını vermiyenler, haksızlıklar, hırsızlıklar, soygunculuklar, hilekârlık, sahtekârlık ve yalancılıklar almış yürümüş bulunmaktadır memleketimizde.. Bunların hepsi maalesef ayn-ı hakikat olan hususlardır. İşte komünistler yatağı Türkiye İşçi Partisi için halkın bu zavallı durumu, kızıl ideallerinin tahakkuku için bulunmaz bir vasattı. İşçinin, köylünün, az gelirli memur ve esnafın, fakirin ve topyekûn ezilen sınıfın uğradığı haksızlıkları istismar ettiler… Ve bu gün maalesef hiç de küçümsenmiyecek bir muvaffakiyete ulaştılar kızıl sosyalistler.. Evet kendi dertlerinin dile geldiğini gören saf ve temiz nice müslüman evlâdı, kendi eliyle kendi kuyusunu hazırladığının farkına varmadan bu gün bir kurtarıcı simidi gibi kızılcıklar yatağı T.İ.P.’e bağlanmış bulunmaktadırlar.

Diğer taraftan işçinin, köylünün, az gelirli memur ve esnaf vatandaşın, fakirin ve maddeten ezilip, sömürülenlerin zavallılığından çok daha zavallı bir başka kitle daha vardır bu gün ortada: İmanlı Müslümanlar kitlesi.

50 yıla yakın bir zamandan bu yana hemen her devirde daima sille yemiş, daima baskı altında tutulmuş, daima horlanmış, ezilmiş, Allah demenin cezasını hapislerde, küf kokulu zindanlarda, sürgünlerde süründürülerek çekmiş bir imanlılar kitlesi… İşçi, köylü, memur, esnaf, fakir, orta halli, zengin; iş adamı; talebe ve her sınıf halktan meydana gelmiş olan bu kitle, son yıllarda iyiden iyiye uyanmış, şuurlanmış, hürriyete, hakiki ve tam bir din hürriyetine susamış, artık o da kendi memleketinde kendisine de en az kızıl komünistler kadar hayat hakkı tanınmasını kesinlikle istemekte. Reyini bittabi ne Masonlar yatağına kaptırmak istiyor, ne de din ve mâneviyat düşmanlarına… Kim en ziyade dinine ve maneviyatına ehemmiyet vermekte ise, samimi müslüman, elbet ona bir can simidi gibi yapışacaktır..

İşte Milliyetçi Hareket Partisi, tam böyle kritik zamanda zuhur ederek, istismarcılıkta aynen Türkiye İşçi Partisinin kurnazlığına bürünüverdi.. Aslında: <<Önce Türküm, sonra müslümanım.. Türklük olmazsa müslümanlığı istemem.>> diyen ve safkan Türk olmadıkları için Lâz, Arnavut, Çerkez, Gürcü, Kürt ve Arap Müslüman kardeşlerimize ve dolayısiyle İslâmiyete düşman olan bir zihniyet, halkın bu İslâmî uyanış ve şuurlanışından bilistifade bir anda ağız değiştirip, iman, İslâm, din, maneviyat gibi imanlı kitlenin bir lider ağzından duymaya hasret kaldığı sözlerle bu gün memleket âfakını çınlatmakta.. Türkiye İşçi Partisi nasıl ki ezilmişlerin durumunu istismar ederek gayesine ulaşmak istemekte ve kısmen de muvaffak olmakta ise, bu gün Türkeş’in tutumu da aynıdır. O da müslümanların ezilmişliğini, İslâmî hayata karşı duymuş oldukları iştiyakı şeytana dahi parmak ısırtacak bir ustalıkla istismar ederek, iki yüzü Nasır’ın yaptığı gibi malûm gayesine ulaşmak hevesindedir.



Bugün, Şûle Yüksel Şenler, 6 Ekim 1969.

İFFET HALİM ORUZ’A AÇIK MEKTUP

– 7 -

Bu gün hakikatlere vakıf herkes bilmelidir ki, Türkiye İşçi Partisi, mazallah, iktidara gelecek olsa, yumruğunu, en evvelâ o <<işçi, köylü kardeşlerim, memur, esnaf kardeşlerim, ezilmiş fakir kardeşlerim.. Sizi ezilmişlikten haksızlıklardan İşçi Partisi kurtaracak, sizin refahınızı ancak İşçi Partisi sağlıyacaktır.>> şeklinde hitab ettiği zümrenin başına insafsızca indirecektir.

Türkeş’in gerçek fikir ve gayelerine pek yakından vakıf olan bizler de kat’iyetle biliyoruz ki, iktidara geçtiği takdirde, Türkeş’in gazabına ilk uğrayanlar, imanlı ve bahusus İslâm dâvasında faal olan müslümanlar olacaktır. Aynen önceleri abdestli namazlı, eli Kur’anlı, göğsü imanlı bir müslüman olarak Müslüman Arap halkının itimadını kazanıp, onların desteğiyle iktidara gelen ve ilk iş olarak dünyanın en büyük İslâm âlimlerinden ve mücahidlerinden Seyyid Kutub, Muhammed Kutub gibi ulemaları ve diğer mücahid arkadaşlarını idam ettiren, müslüman kardeşler’den onbinlercesini de halen hapislerde, sürgünlerde, zindanlarda süründürmekte olan sosyalist Nasır gibi.

*

Sayın İffet hanım, sizin katıksız bir Yahudi hayranı, taraftarı ve propagandisti olduğunuz hakikatini tevil götürmeyecek bir şekilde isbatlayan çeşitli delil ve isbattan sonra, ortaya inkârı kabil olmayan bir başka hakikat daha çıkmaktadır. Bu hale göre;

Bir müddet evvel geçirdiğimiz ön seçimlerde, İslâmi şuura ve sağduyuya sahip delegelerin AP listelerindeki Mason Aydın Yalçın’a ve emsallerine hakettikleri dersi vererek, seçilmesi imkânsız şekilde liste sonuna atmalarına rağmen, milletin seçmediği, istemediği aynı Aydın Yalçın’ın büyük bir cür’etle Ankara’da kontenjandan liste üçüncüsü olarak konulması.. Otellerden su yerine şarap akıtmakla maruf Nihat Kürşad’ın ve Tekinel’in kazanma şansını kaybettirmemek için kontenjan adaylarının liste başına konulmayıp, Kürşad ve Tekinel’in hemen alt sırasına konulması; Adalet Partisi Genel Kurulunda bir mason çete hakimiyetinin mevcut olduğuna nasıl delil ise..

İffet Halim Oruz ismi ile Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul aday listesinde bulunan sizin ön seçimlerde kazanamayıp, liste dışı kalmanız üzerine MHP Merkez kontenjanından İzmir’de milletvekili adayı olarak, hem de liste başına getirilmeniz, böyle bir Yahudi dostu böyle bir Yahudi hayranı ve propagandistini can-ı gönülden bağrına basıp, her ne pahasına olursa olsun kontenjandan liste başına geçiren Milliyetçi Hareket Partisinde de bir Yahudi ve mason hakimiyetinin mevcudiyetine aynı şekilde kuvvetli bir delildir.

Buna bir de <<iman, İslâm, din ve mâneviyat>> sloganlarına başladığı günden itibaren Türkeş’in ve partisinin endirek ve direk yollarla reklâm ve propagandalarını yüksek tirajlı mason gazetelerinin yapmış olduğu hakikatini ilâve edecek olursak, bu partinin üst kademesinin sahip olmuş olduğu, gizli ve sinsi tehlikeli gayeler daha açık bir şekilde aydınlığa çıkar.

Sayın İffet hanım, siz ve Başbuğunuz şunu çok iyi bilmelisiniz ki, imanlı kitlenin bu müslüman milletin aldatılmaya artık tahammülü kalmamıştır. Şayet sizde insaf, vicdan ve mertliğin zerresi varsa, lütfen yırtıp atın o yüzünüzdeki maskeleri.. Ve gerçek hüviyetinizle bu gün kalleşler meydanı olmuş şu er meydanına.

Yoksa haklı olarak reyini masonlara vermemek için AP’den yüz çevirmiş ve mâneviyata yönelmiş olarak görünen M.H. Partisine gönül bağlamış tertemiz imanlı müslümanların, yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşların durumu gibi, masonlardan yüz çevirirken yine bir korkunç mason ve Yahudi tuzağına düşmüş olacaklarını ihtimal dahilinde gören faaliyetlerinizin büyük bir inkisar-ı hayalle neticelenip, kendi hüsranlarına zemin hazırlayacağını bilmelisiniz. Bizden şimdilik söylemesi.

Size olan sözlerimi böylece bitirirken, canınızı bir hayli sıktığını tahmin ettiğim yazılarımdaki bazı zarurî açıklamalarım üzerime tereddüt eden zarurî bir vazife olması cihetiyle mazur görmenizi diler, kullanmak mecburiyetinde olduğunuz için kimbilir söylerken içinizden kaç kere lânetler okuduğunuz şu <<imanlı>> sözünüzü ve radyo konuşmanızda okuduğunuz şiirinizdeki:

“Onun bastığı yer cennet
Demişti bir kez Muhammed”

Şeklindeki ifadeleri Theodor Herzl ve diğer lânetlenmiş Yahudilere medhiyeler yağdıran ağzınıza almamanızı imanlı kitle namına samimane ihtar ederim.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 119,68 M - Bugn : 170894

ulkucudunya@ulkucudunya.com