Gizlenen MİT raporu
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Ayakların baş olduğu bir ülkede, hakkında çeşitli iddialar bulunan şüpheliler de artık baş tâcı. Bunun bir örneği, Rıza Sarraf’ın hakarete uğradığı gerekçesiyle Kemal Kılıçdaroğlu’na açtığı tazminat davası. İstanbul 9. Asliye Hukuk, Sarraf hakkında MİT’in de Tayyip Erdoğan’ı uyardığı iddiası karşısında, bu teşkilâta yazı yazarak, böyle bir rapor bulunup bulunmadığını sordu. MİT’ten gelen cevap yazısında şöyle deniliyor: “18 Nisan 2013 tarihli Rıza Sarraf’ın suç işlediğine dair tespitleri içeren, teşkilâtımız tarafından hazırlanarak Başbakanlık makamına sunulan bir rapor bulunmamaktadır.”
MİT’in raporu zaten, Rıza Sarraf’ın suç işlediğini belirtmiyordu. Sadece, bazı bakanlarla ilişkisinin hükümeti zor duruma sokacağından söz ediyordu. Söz konusu bilgi notu, Sarraf’ın faaliyetleriyle ilgiliydi. 3 sayfalık metinde şu bilgilere yer veriliyordu: “Hassas kaynaktan derlenen istihbarata göre, Kapalıçarşı’da altın döviz işini yapan Rıza Sarraf, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve İçişleri Bakanı Muammer Güler ile yakın ilişki içinde olup, kardeşi Muhammed Sarraf’ın TC vatandaşlığı için bazı girişimlerde bulunmuştur. Barış Güler’e danışman sıfatıyla 2 yıl boyunca 15 bin dolar vereceği, Çağlayan’ın Sarraf’ın özel uçağıyla umreye gidip geldikleri öğrenilmiştir. Sarraf’ın Çağlayan ve Güler ile mevcut ilişkisinin ortaya çıkması halinde, söz konusu hususların hükümet aleyhinde kullanılacağı değerlendirilmektedir.”
MİT, mahkemeye bu raporu göndermiyor ve kelime oyunu yapmak suretiyle“Sarraf’ın suç işlediğine dair bir bilgi notu elimizde yok” cevabını veriyor. Eğer Sarraf, düzgün bir insan olsa, neden bakanlarla ilişkisi ortaya çıkınca hükümetin başı ağrısın? Ve tabii sorulacak bir başka soru daha var: MİT’in, bu kadar siyasete müdahale edip, “Bakanların ilişkisi ortaya çıkarsa, hükümet zor durumda kalır” şeklinde uyarı yapması görevi midir?
İddialar araştırılmalı
Selâm Tevhid dosyası büyük bir algı operasyonuyla kapatıldı. Casusların izini süren polisler, sözde usulsüz dinlemeler yapıldığı gerekçesiyle, cezaevine gönderildi ve darbe girişimiyle suçlandı.
Selâm Tevhid dosyasında:
1) İran’ın Türk bürokrasisine sızma girişimleri anlatılıyordu. Bu yüzden, bazı bürokratlar da dinlenmişti. Ama hiçbir zaman, Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve Hakan Fidan teknik izlemeye alınmamıştı. Dolaylı dinlemelerde ya da danışmanlarının telefonlarıyla yaptıkları konuşmalarda isimleri geçiyordu. Bunlar, iddianame yazıldıktan sonra savcı tarafından imha edilecek kayıtlardı. Dosya savcının elinden alındığı için, imha etmeye vakit kalmadı.
2) Algı operasyonu Star’ın manşetiyle başladı: “7 bin kişiyi dinlemişler”Ama dosyaya bilahare atanan savcının ve Başsavcı Hadi Salihoğlu’nun da kabul ettiği gibi, 3 yıl içinde teknik takibe alınan şüpheli sayısının 234 ile sınırlı olduğu sonradan ortaya çıktı.
3) Bütün bu tartışmalar yüzünden, meselenin aslı gözden kaçırılmak istendi. Neden İran casusları Hakan Fidan’a “Emin” kod adını vermişlerdi ve aralarındaki konuşmalarda, ondan niçin “Emin” diye söz ediyorlardı? Emniyet tarafından izlenen 2 şüpheliden birinin diğerine, Hakan Fidan için“Aynen bizim Kur’an çalışmaları gibi düşün; oralardan. O derslerde beraberdik” demesi nasıl bir ilişkiyi gösteriyor?
4) Selâm Tevhid bomboş bir dosyaysa, takipsizlik kararı veren savcı bey, şüpheli Hüseyin Avni Yazıcıoğlu tarafından, Devrim Muhafızları Ordusu görevlisi Naser Ghafari’ye teslim edilen mavi dosyanın esrarını aydınlattı mı? 15 Ekim 2011’de, polis gizli kamerasının kayıtta olduğunu bilmeden, Yazıcıoğlu, Ghafari ile buluşuyor. Buluşma yerine gelmeden telefonunu kapatıyor; Ghafari’yle bir araya geleceği duraktan önce, metrobüsün 8 farklı durağında inip binerek, muhtemel bir takibi atlatmaya çalışıyor. Bu ne anlama geliyor?
***
Hürriyet’in Washington temsilcisi Tolga Tanış’ın “Potus ve Beyefendi”isimli kitabı çıktı. Kitapta Washington’ın, MİT Müsteşarı’nı İran bağlantılı gördüğünden söz ediliyor. Wall Street Journal, Washington Post ve Der Spiegel dergisindeki haberler hatırlatılıyor.
*Wall Street Journal/10 Ekim 2013: “…Üst düzey ABD’li yetkililer, Fidan’ın, 3 yıl önce, ABD ve İsrail tarafından toplanan hassas bir istihbaratı İran’a verip, Türkiye’nin müttefiklerini rahatsız ettiği dönemde, kaygıların arttığını ifade ediyorlar.”
*Washington Post’ta David Ignatius’un köşesinde Hakan Fidan’ın İran’a istihbarat aktardığına dair somut suçlamalar dile getirildi.
*Der Spiegel’de bir belge yayınlandı. Obama ile Erdoğan’ın Mayıs 2013 görüşmesinden hemen önce, NSA (Milli Güvenlik Ajansı) bir istihbarat raporu hazırlamıştı. O raporda Fidan’ın İran’la ilişkilerine temas ediliyordu. Bu belge, CIA eski ajanı Snowden tarafından sızdırılmış ve belgeselci Laura Poitras’a verilmişti. Amerika’nın en gizli istihbarat örgütü sayılan NSA’in 50 yıldan fazla süredir Türkiye ile sinyal istihbaratına dayalı bir işbirliği olduğu hatırlatılan 4 sayfalık belgede, şu ifadeler kullanılıyordu:“Son yıllardaki ABD istihbarat raporları, MİT’in başındaki Dr…’ın (burada Hakan Fidan’ın adı kapatılmış) İran bağlantılarına işaret ediyor. Bu bağlantıların, ABD sinyal istihbarat ilişkilerine muhtemel etkileri şu anda bilinmiyor.”
***
AK Parti’nin kadrolu gazetecileri ABD raporlarında işaret edilen İran bağlantısına, muhtemelen “Hakan Fidan milli çıkarlar doğrultusunda davrandığı için ona çamur atılıyor” diye cevap verebilir. Ben bu ihtimali de gözardı etmiyorum. Ama hadise, Selâm Tevid dosyasıyla birlikte değerlendirilince, böyle hassas bir kurumun başında olan kişinin o iddiaları inandırıcı bir biçimde cevaplandırması gereği de ortaya çıkıyor. Özellikle Selâm Tevhid dosyasının takipsizlikle kapatılması, “Bir şeylerin üstü mü örtülüyor” kuşkusunu yaratıyor.