« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

17 Mar

2015

Ne darbe ne diktatörlük!

Abdülhamit Bilici 01 Ocak 1970

Büyük olaylara şahitlik etmiş tarihî salondaki akşam yemeğinde, kıdemli bir gazeteci ile aynı masaya düşmüştük. Şimdilerde çok moda yaklaşımla Ergenekon davalarında aldığımız tutumdan yakınıp, özeleştiri vermemiz gerektiğini söyledi.

Türkiye’nin demokrasi standartları açısından İsveç olmadığını, birçok askerî darbe yaşandığını, hiçbirinden hesap sorulmadığını, Ergenekon sürecini bu karanlık geçmişle yüzleşip darbeler defterini kapatmak için fırsat olarak gördüğümüzü, ülkemizdeki birçok demokratla beraber Avrupa Birliği’nin de bu davalara demokratikleşme için fırsat olarak baktığını, yargı süreçlerinde hatalar varsa bunların adil şekilde ele alınarak kimseye haksızlık yapılmaması gerektiğini, demokrasiye destek refleksiyle yapmış olsak da yayınlardaki artı ve eksileri tartışıp gözden geçirdiğimizi söyledim.

Dün “vesayetle mücadele” olarak görüp “savcısıyım” dediği Ergenekon davalarına, büyük yolsuzlukların ortaya çıkmasından sonra “kumpas” demesi Erdoğan’ın tercihiydi. Böyle ‘U’ dönüşü yapıp dün darbeci dedikleriyle kol kola girerek, demokrasiye suikast planlarını deşifre eden gazetecileri, bunları soruşturan yargı ve emniyet mensuplarını hedef alacağını, ne Ahmet Altan, ne Mehmet Baransu, ne Alper Görmüş, ne Ekrem Dumanlı, ne Cengiz Çandar, ne Nazlı Ilıcak gibi gazeteciler, ne de AB öngörebilirdi.

Bu korkunç dönüşüm, Erdoğan’ın şahsı, demokrasimiz ve sivil siyaset adına acı olsa da bundan dolayı kınanması gerekenler, zamanında demokratlığın gerektirdiği tavrı alanlar değil, dün dediklerinden 180 derece dönenler, ikbal veya korku kaygısıyla bu başkalaşmayı alkışlayanlar ve yanlışları gördükleri halde seyredenlerdi. Andıçlar, gece yarısı muhtıraları ve parti kapatma girişimleriyle iktidarın bunaltıldığı günlerde demokrasiyi cesurca savunan Ahmet Altan, bu başkalaşmanın adını koymuştu:“Hırsızlarla darbeciler, hukuktan kaçmak için kol kola girdi.”

Masadaki gazetecinin, söylediklerimle ikna olmasının imkânsız olduğunu az sonra anlayacaktım. Çünkü o, bu süreçte AKP’nin ayakta kalmış olmasına üzgündü. “Bizim derdimiz parti değil, demokrasiydi.” desem de “AKP’yi desteklediğimiz için pişman olacağımızı” söylüyordu. Sonra basit bir soru sordum: “AKP’yi kapatma davasında tavrın nasıldı?” “Elbette kapatmadan yana.” deyince, jeton düşmeye başladı ve şunları söyledim: “Kusura bakmayın, siz demokrat değilsiniz. Kalkmış, darbe davalarındaki tavrımızı eleştiriyorsunuz. Ben darbe girişimlerine de kapatma davasına da karşı çıktım. Pişman da değilim. Çünkü demokratlık bunu gerektirirdi. Erdoğan’ın değiştiğine inanmak hata ise Türkiye ve dünyadaki tüm demokratlarla birlikte yaptığımız bir hataydı bu. Sonradan demokrasiden uzaklaşması onun sorunu.”

Sanki 12 yılda demokrasi dışı hiçbir şey yaşanmamış, hepsi rüyaymış gibi davrananların önemli kısmının derdi, örnekte görüldüğü gibi demokratlıkları değil. Kimi dindardan nefret ediyor, kimi demokrasiden. Hep işleyen darbe çarkının, bu kez işlemediği için üzgünler. Dolayısıyla dikkate almaya değmez bir tavır.

Dikkate alınması gereken duruş, dün vesayetçi yapıların kirli tehditleri karşısında birilerinin bacakları titrerken cesurca demokrasiyi savunanların tavrıdır. 27 Nisan gece yarısı bildirisi yayınlandığında birçokları arazi olurken, demokrasi adına kükreyerek şu sözleri söyleyen Hasan Cemal gibi: ”Sivil siyaset sandıktan çıksa da Çankaya benimdir anlayışıyla bir yere gidemezseniz… Bu, Türkiye’ye de askere de iyilik değildir. Demokrasiye, hukuka, insan hakları düzenine sahip çıkacaksak, devlet ve toplum düzeninin temeli yapacaksak ki çağdaşlık budur, o zaman askerî müdahalelere hep birlikte hayır diyebilmeyi öğrenmeliyiz… Tek kelimeyle bu gece yarısı muhtırasını bir sivil olarak kabul edemiyorum.”

Dün muhtıraya karşı demokrasiyi savunan Hasan Cemal, bugün tek adamlığa giden iktidara karşı yine demokrasinin yanında. Harvard Üniversitesi’nde “Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü’nü alırken söyledikleri, umarım hâlâ AKP’yi destekleyenleri biraz düşündürür: “Bir gazetecinin 1 tweet nedeniyle gözaltına alındığı, cep telefonuna, bilgisayarına el konulduğu ve hakkında tam 5 yıl hapis istendiği bir ülkeden geliyorum. Bir başbakanın sosyal medyayı baş belası ilan ettiği, Twitter’ın, YouTube’un talimatla yasaklandığı bir ülkeden geliyorum. Bir başbakanın telefon talimatıyla haber attırdığı, gazeteci attırdığı, televizyon programı sansürlettiği, hatta televizyon tartışma programlarına kimin çıkıp kimin çıkmayacağına karıştığı bir ülkeden geliyorum. Bir başbakanın telefonda, bir yazıdan dolayı bir gazete patronunu ağlatıncaya kadar azarlayabildiği bir ülkeden geliyorum…”

Ziyaret -> Toplam : 125,28 M - Bugn : 34100

ulkucudunya@ulkucudunya.com