Stratejik ortaklıktan ne halin varsa göre
Yavuz Baydar 01 Ocak 1970
'ABD, hükümet sözcülerinin 'değerli yalnızlık' dedikleri durumun tadını çıkarması için AKP'yi kendi haline bırakmalıdır.'
Hem alay hem de kızgınlık kokan bu ifade Erdoğan-Davutoğlu yönetimine alerji duyan herhangi bir yerden değil, kısa adı CAP olan bir düşünce kuruluşunun son raporunda yer alıyor.
CAP, yani Center for American Progress (Amerikan İlerleme Merkezi) de öyle sıradan bir kurum değil. Çok uzun yıllardır Obama yönetiminin strateji üretim ve danışma odaklarının en başında geliyor. Bir başka deyişle Beyaz Saray ve Demokratlar’ın fikir atölyesi.
Dün gündeme bomba gibi düşen raporun başlığı, zaten çarpa çarpa gitmekte olan Türkiye-ABD ilişkileri hakkında çok ciddi alarm işaretleriveriyor:
'Bir adım ileri, üç adım geri.'
Geçiştirmek, istihzayla gülümsemek serbest.
Ama 'değerli yalnızlık' dediğimiz, diplomatik tecride sürüklenme hali bir gerçek olarak karşımızda duruyorsa, bu kaygı verici rapordan Washington'ın çektiği Türkiye fotoğrafını okumakta ve üzerinde düşünmekte yarar var.
En basit özetiyle 'İki müttefikin ilişkilerinde yakın geçmişteki günleri dahi aratacak kadar hassas, belirsiz, yüksek riskli bir safhaya geçilmektedir' denmekte.
Rapordan şunları öğreniyoruz:
ABD Başkanı Obama'nın Nisan 2009'da ilk uluslararası gezisinde Ankara'yı seçerek TBMM'de yaptığı tarihi konuşma, Türkiye'deki demokratikleşmeye ve hukukun üstünlüğü mücadelesine; NATO ve AB eksenlerinde ittifak tahkimine ve ülkenin başta Ortadoğu tüm İslam âlemine ilham kaynağı, model teşkil etme sürecine çok açık bir destekti.
Bunu izleyen beş yılda ABD yönetimi hükümete ciddi bir siyasi sermaye yatırımı yaptı.
Bu destek, Erdoğan cenahından gelen, gitgide çelişkili ve ABD'ye kum torbası gibi hedefe koyan popülist söylemlerine rağmen sürdü.
Ama son iki yıl, açık bir şekilde bütün beklentilerin tamamen boşa çıktığını gösterdi. Şu anda ikili ilişkiler bambaşka bir dönemeci geçmiş bulunmakta.
Kritik dönemece gelinmesinde üç gelişme belirleyici oldu:
Gezi protestolarında AKP'nin ölçüsüzlüğü, medya özgürlükleri, sosyal medyaya baskı ve yargıya açık müdahalelerle kaygıları netleştirdi.
Musul'daki rehine krizine AKP hükümetinin yaklaşımı, Suriye lideri Esed'e aşırı odaklanma nedeniyle IŞİD'in bölgeye yayılması olgusunu gözlerden kaçırdı.
Ve en önemli gelişme, Kobani hadisesinde yaşandı. Buradaki tavır, AKP'nin bölgesel gelişmeleri okumaktaki aczini, çelişkilerini göstermekle kalmadı, içeride barış sürecine, dışarıda da bölgesel arabuluculuk rolüne ciddi zarar verdi.
AKP'nin söylem, eylem ve kapasiteleri arasındaki bariz açığın yanı sıra iki yönetimin görüşlerindeki ahenk bozukluğu artık göz ardı edilecek boyutları aşmış durumda.
Raporun son bölümünde, Obama'ya yakın çevrelerden bugüne dek duyduklarımızdan da sert ifadeler var.
Başta Erdoğan AKP yöneticilerinin söylem ve tasarruflarının 'eski Türkiye' formatlarına dönmüşlüğünden, mevcut hükümetin yönetişim 'yetersizliği'nden tutun da, 'intikamcı'lık 'kindarlık'la örülü otoriterleşme eleştirilerine kadar pek çok ifade...
Suriye ve IŞİD meselesinin tozu dumanı altında 1915 Ermeni Trajedisi'nin 100. Yıl dönümünde ABD Kongresi eksenindeki kıpırdamalardan geçen ve siyasi hırçınlaşmanın iyice ayyuka çıkması eşliğinde 7 Haziran seçimlerine akan süreçte metni bir nevi tahmini siyasi hava raporu gibi okuyabilirsiniz.
Sonuç bölümündeki tespitler de hiç hayra alamet değil:
“AKP'nin Batı karşıtı ve otoriter sapması nedeniyle Türkiye Soğuk Savaş'ın bitmesinden bu yana en tecrit edilmiş durumda ve bölge siyasetlerini şekillendirme konusunda en aciz halde.”
CAP raporu sıkıntılı. Dost acı söyler, derler. Doğru, ama acıyı eğer bu rapor bir dost olarak söylüyorsa, bir çıkış yolu da önermeliydi.
Ama bu yok.
Olmamasını, 'AKP yönetimini kendi haline bırakalım' tespitiyle yetinilmesini de daha fazla kaygı duyarak okumak gerekiyor galiba.