‘Kabataş yalanı’ ne anlamlar içeriyor?
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
“Kabataş yalanı”, tepeden tırnağa kirlenmiş iktidarın, kirli şebekelerinin, kirli tezgâhlarının ortalığa bel veren kirli ipi.
Bu ipi tutup çektiğiniz zaman kocaman pis bir yumak yuvarlanıyor ve sonuna kadar açılıyor; karanlıkta bir şey kalmıyor. Sabah’ın dünkü fotoshoplu manşetini, en yukarıda tehlikenin farkında olan birilerinin kudurmasının, gazetedeki yalan makinesinin de iflasının bir işareti olarak okumalı. Ne yapsın adamlar? Emir demiri keser. Okuyucuya dönüp “kusura bakmayın, sizi geri zekâlı yerine koymak zorundayız, emir böyle” demiş oluyorlar.
Kabataş olayının yalan olduğu yeteri kadar biliniyordu. Son olarak üzerindeki iktidar örtüsünü içeriden biri kaldırdı. Bugün Kabataş’ın yeniden gündem oluşturmasının müsebbibi, bu süreci yalancıların tamamıyla birlikte en yakın mesafeden takip eden Fidel Okan oldu. Facebook hesabında, yalanı bütün ihtişamı ile ortaya saçan çok aydınlık yazısına isteyenler ulaşabilir (http://www.radikal.com.tr/turkiye/elif_cakirin_avukati_fidel_okan_kabatas_olayi_kurgu_ve_duzmece-1302431). Sevilay Yükselir’in hakkını da verelim: “Yandaş medya ödülleri” ihdas edilirse, açık ara farkla tartışmasız bu ödülün ona verilmesi lâzım. Türkiye bu iki isme, hakikat adına çok şey borçlu.
Fidel Okan’ın yazısı yanında, öteden beri Kabataş hikâyesini kuyumcu titizliği ile takip eden ve hiçbir detayı atlamadan fotoğrafın tamamını eksiksiz kaydeden Ümit Kıvanç’ı, en önyagılı olanları bile ikna edecek bir otorite olarak tavsiye edebilirim (http://t24.com.tr/haber/adim-adim-didik-didik-kabatas-olayi,251474).
“Kim diyor ‘Kabataş yok?’ “, diye Yusuf Ziya Cömert gibi söze girip, başörtüsü ve kadınlara tacizden çıkarak Kabataş olayını, duygusal düzeyde savunmak da, durumu değiştirmiyor. “Koyunlar hep birlikte ses çıkartınca ortaya aslan kükremesi çıkmaz” demiştim; yalanda toplu halde ısrar etmek de gerçeği değiştirmiyor. Kabataş koskoca bir yalan. Tekrarlayalım: Kimse böyle bir olayın olduğunu kanıtlayamadığı için değil; böyle bir olayın hiç olmadığı bahsedilen yerdeki ve zaman aralığındaki görüntülerle ispatlandığı için en küçük şüphe duymadan “yalan” diyebiliyoruz. Hukukta bir olayın varlığını ispatlamak zorundasınız, bu örnekte ise olmadığı, hiç vuku bulmadığı ispatla-delille kanıtlanmış durumda. Cumhurbaşkanı’nın sahip çıkması, yukarıdan gelen talimatla aynı başlıkla yazılar yazılması bu gerçeği değiştirmiyor.
Yalanda bu ölçüde ısrardan, Kabataş sahtekârlığının ilk anlamı çıkıyor. Bu yalana inanmanın yegâne şartı, George Orwell’in 1984’te tasvir ettiği tarzda bir totaliter diktatörlüğe boyun eğmekle mümkün. Demek ki bu yalanın gerçeğin yerine geçmesi, diktatörlüğün kayıtsız şartsız herkesin itaatini temin etmesine bağlı. Öyle bir itaat ki, yalan olduğunu bile bile “Kabataş’ta buyurduğunuz gibi bir olay olmuş” dememiz ve “zaten Güneş bugün Batı’dan doğdu derseniz, onu da kabul ederiz” diye eklememiz lâzım. Kısaca Kabataş yalanı, diktatörlüğe direnmenin ve ipliğini pazara çıkartmanın bir sembolü. Ayrıca diktatörlüğün nasıl bir şey olduğunu anlamanın da aracı. Diktatörlük dediğimiz rejim, Kabataş olayı gibi yalanların devlet ve iktidar gücü ile ve güdümlü medya kampanyaları ile halka zorla benimsetilebildiği düzenin adıdır.
Nitekim bu yalan bir diktatörlük arayışının eseri olarak üretildi. Gezi protestoları başladığı zaman, bu barışçı sivil eylemler müzakerelerle kolayca sona erebilir ve demokrasi şehrine sahip çıkan insanların çabası ile güç kazanabilirdi. Çadırlar yakıldı, orantısız güç kullanıldı. Adeta bu barışçı eylemler polis şiddeti ile karşı şiddete zorlandı. Çünkü liderlik, toplumun bir kesimini diğerine düşman ederek, çatışmaya sürükleyerek diktatörlüğü kamu güvenliğinin vazgeçilmezi haline getirmeye kalkıştı. Gezi, sadece protesto eylemlerinden ibaret değil; aynı zamanda devlet iktidarı içinde krizi fırsata dönüştürüp bir diktatörlük inşa sürecinin adı. Kabataş işte bu inşa sürecinin temel taşlarından biri olarak üretildi. Bu taşı çekerseniz, üstünde bir şey kalmıyor. Mevzu mühim, devam edelim.