‘Ekonomik krizin nedeni’
Murat Belge 01 Ocak 1970
Pazartesi sabahı Taraf gazetesinin birinci sayfasında, başlıklardan biri, “Ekonomik krizin nedeni Erdoğan”. Bu başlık, Seyfettin Gürsel’le bugünlerde ekonominin gidişi üstüne yapılmış bir mülâkattan çıkıyor.
Ama şöyle bir düşünce, baştaki “Ekonomik” yerine örneğin “Politik” deyin ya da “İdeolojik” deyin ya da başka bir kelime bulup koyun, kimse yadırgamaz. Çünkü Tayyip Erdoğan başlı başına bir “kriz” olmayı seçti. Başarıyla oluyor.
Bu “ekonomik kriz” olma olayı yalnız sözkonusu başlıkta dile getirilmiş bir şey değil. Ne zamandır Tayyip Erdoğan Merkez Bankası’nın başkanı Erdem Başçı’yla bozmuş durumda. O giydiriyor Başçı’ya, dolar yukarılara fırlıyor. Tayyip Erdoğan bir laf etti mi bizleri zıplatmayı hedefliyor muhtemelen ama bizler alıştık, bir şey olmuyoruz; zıplayan, dolar oluyor.
Pek sevdiği anlaşılan bir senli benli hitap tarzı var Tayyip Erdoğan’ın: “Sen kimsin ya?” demeyi pek seviyor. Bunu henüz Erdem Başçı’ya sormadı, kendi tayin ettiğine göre herhalde biliyor kim olduğunu; ama “Kime bağlısın?” diye sormayı ihmal etmedi.
Anlaşılıyor ki Merkez Bankası’nın başkanı bir yerlere bağlı, bu “bir yerler” hesabına çalışıyor. Soru böyle sorulunca, bir “yabancı parmağı” şüphesi var demektir. Eskiden böyle şüpheli vakalar olunca herkes döner Rusya’ya bakardı. Şimdiyse Tayyip Erdoğan’ın kavgalı olmadığı bir tek Rusya kaldı diyebiliriz herhalde. Her neyse, Erdem Başçı Rusya’ya bağlı değildir.
Amerika’ya veya Almanya’ya bağımlı olma ihtimali daha ağır basıyor. Ucunda “faiz lobisi” görünen bir yer olmalı.
İyi de, bu zatı o önemli yere tayin edenler kimler? Bunlar da Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu siyasi parti milletvekilleri arasından seçilmiş bakanlar değil mi? Tayyip Erdoğan’ın rızası –ve imzası– olmaksızın o zatın oraya gelmesi mümkün mü?
Ama Tayyip Erdoğan böyle durumlara bir ölçüde alışkanlık edinmiş olmalı; çevresinde birdenbire gerçek yüzü ortaya çıkan o kadar fazla sayıda “paralel”le çevrili bir adam, Merkez Bankası’nın başkanı da birilerine bağımlı çıkarsa, artık pek şaşırmaz herhalde. Bir zaman kefil olduğu savcıyla sonra ne olduğu hatırlanırsa…
Gelgelelim, başka bir çok konu gibi bu Merkez Bankası hikâyesinin de ne olduğunu anlamak zor. Cumhurbaşkanı kalkıyor, kamu önünde “Kime bağımlısın” diye soruyor. Bu, görülmüş, işitilmiş bir şey değil. Ama bizler de öyle uzun boylu şaşırmıyoruz, çünkü görülmemiş, işitilmemiş işler yapan ve sözler söyleyen bir Cumhurbaşkanı’na alıştık.
Bunu diyor… Bu sorunun sorulduğu kişi istifa etmiyor. Ya da ona, “İstifa etme” diyenler mi var? Varsa, demek onlar, Merkez Bankası Başkanı’nın bir yerlere bağımlı olduğu konusunda Cumhurbaşkanı’yla aynı fikirde değiller –ya da onlar da aynı yere bağımlı.
Bir Cumhurbaşkanı ile bir Merkez Bankası Başkanı arasında böyle bir durum, böyle bir ilişki biçimi gerçekten insanın havsalasının kolay kolay alacağı bir şey değil. Nedir bunun içyüzü, ne olabilir? Aklından birtakım kuşkular geçiren bir Cumhurbaşkanı bunları Başbakan’la, ilgili Bakan’la, hatta kuşkulandığı kişinin kendisiyle konuşabilir, konuşur. Ama böyle basına açık demeç vermez.
Çok önemli sonuçları mı var, faizin şu kadar ya da bu kadar olmasının? Yani uzmanlarının bile anlamadığı, çözemediği esrarengiz sonuçlara mı gebe?
Faizle ilgili bir kararın bir değerlendirme farkı değil de, bir yere bağımlılık göstergesi olmasının açıklaması olmalı. Bunu sormayı bilen kişi ortaya bir şey koymalı.
Yoksa böyle şeyler sözkonusu değil, mesele bir üslûp meselesi mi? Cumhurbaşkanı’nın konuşma üslûbundan mı ibaret mesele?