Cumhur’un reisi ve savcısı
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Zirveler hep tenhadır, kartallar hep yalnız uçar. Erdoğan da devletin zirvesinde yapayalnız. Performansı çok yüksek, gündemde boşluk bırakmadan siyaset üretiyor.
Onca yılın tecrübesini ve birikimini de eklediğiniz zaman bu çabaların bir karşılığı olmalı. Hayır, yok. Elinin altındaki dev iktidar cihazı olduğu yerde patinaj yapıyor, bir milim mesafe alamıyor. Önceki gün Ankara’da, dün İzmir’de seçimlere müdahil olmasının mazereti olarak söylediklerindeki “ben” vurgusunu, doğrusu bir yalnızlık ve yalıtılmışlık itirafı olarak okumalı.
Yargıçlardan sonra savcıların da tutuklanması, nereden bakarsanız bakın çivisi çıkmış bir devletin, iktidar eliyle yaratılan bir kaosun işareti. Ali Babacan, yargının itibar kaybetmesinden şikâyet ederken aslında ekonomiyi de kasıp kavuran bu kaosa işaret ediyor. Sorumlusu kim?
Türkiye’de unvanında “cumhur” ibaresi bulunan iki kişi var. Biri cumhurbaşkanı, diğeri de cumhuriyet savcısı. “Müddeiumumi” kelimesi yerine bu deyimi icat eden Mahmut Esat Bozkurt, sebebini şöyle açıklıyor. Cumhuriyet, milleti ve devleti birlikte ifade eder. Cumhuriyet savcısı, başbakanı da, bakanı da, valiyi de, büyükelçiyi de soruşturur.
Cumhuriyet savcılarının tutuklanması, verdikleri karardan dolayı iki yargıcın tutuklanmasından sonra yakın tarihimizin en önemli dönüm noktalarından biri olarak görülmeli. Devletin yasa düzeni ile bu tutuklamaların sebebi olan “olay”a bakarsanız, durum tam tersi olmalı. MİT’in olay tarihinde kendi kanununa göre böyle bir yetkisi yok, emir verenlerin de yok. Hiç olmazsa kendi kanununa uyan bir devlette böyle işler yapılamaz, yapılırsa yapanlar yargıda hesabını verir. Yargıçların tutuklanması hukukun tükendiğini, savcılarının tutuklanması ise kanunların tükendiğini gösterdi. Devlet kan kaybediyor, iktidar oturup saltanat sürdüğü dalı kesmiş oluyor. “Artık her şey mümkün” dediğiniz anda, iktidar bütün meşruiyetini kaybediyor. Meşruiyet kaybı, AK Parti oylarındaki gerilemenin hızlandırıcısı. Öyleyse cumhurun reisi ile cumhurun savcısını seçim öncesinde karşı karşıya getiren bu işin içinde başka bir iş olmalı.
Yeni Şafak, savcıların tutuklanmasını “cuntayı bulun” başlığı ile duyurdu. MİT TIR’larının durdurulmasını ve yükünün ifşa edilmesini askerlerin organize ettiği anlaşılıyor. Savcılar dışında tutuklananların tamamı, Alay Komutanı Kurmay Albay başta olmak üzere muvazzaf asker. Nitekim tutuklamalar TCK’da “darbe suçu” olarak geçen “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçunu düzenleyen 312. maddeden yapıldı. Demek ki sorun askerlerle iktidar arasında.
Kırmızı Kitap’ın her MGK sonrasında gündeme getirilmesi, aynı gerginliğin bir başka işareti. Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı “paralel palavrası” ile cadı avını sürek avına dönüştürmüş iken MGK kararının anlamı ne? Kırmızı Kitap, iktidarın sömürebileceği türden bir propaganda dokümanı değil. Türkiye’nin millî güvenlik politikası bu kitaba dayandığı için öncelikle askerleri ilgilendiriyor. Askerler bu kitaptan TÜMAS’ı (Türkiye Millî Askeri Stratejisi) çıkartıyor. Güvenlik “tehdit” ve “tehlike” algılarına dayalı olarak askerî birliklerin sayısından niteliğine, yerleşiminden silah ve teçhizat türlerine kadar bütün planlamalar bu metne dayanıyor. Erdoğan’ın MGK’da Kırmızı Kitap ısrarı, askerleri “paralel cadı avı”na dahil etmek içindi. Sonuç? Askerler bu topa girmeyi ısrarla reddediyorlar.
Balyoz davasının Yargıtay 16. Daire’de buharlaşıp yok olması, Ergenekon’u da aynı akıbetin beklemesi “millî orduya kumpas kuruldu” dönemini fiilen sona erdirdi. Askerler için yolsuzluk-hırsızlık şaibesinin gölgesine sığınmak yeteri kadar onur kırıcıydı. Şimdi kapışma Suriye politikası üzerinden sürüyor. Savaş laflarının arkasında işte bu çekişme var. Savaş falan yok, Erdoğan sıkıştığı dar alandan bir dış sorun yaratarak çıkmaya çalışıyor. Askerler ise tipik düzenli devlet ordusu refleksiyle bu maceraya izin vermiyor. Biz temel politikalardaki bu iktidar kapışmasını cumhurun reisi ile cumhurun savcıları üzerinden takip ediyoruz.