Medyaya sansürün faturası ağır olur
Bülent Korucu 01 Ocak 1970
Ankara Savcısı Serdar Coşkun’un bağımsız medyayı susturma girişimi medya ve siyaset dünyasından sert tepki gördü. Uluslararası camia da bu girişimin Türkiye’nin dünyadaki algısına vereceği zarara dikkat çekti.
Uyma sözü verdiğimiz uluslararası sözleşmelere açık aykırılığın Ankara’ya çıkaracağı fatura diplomasiyle sınırlı değil. Medya özgürlüğü medeni dünyanın kırmızıçizgisi. O çizgi aşıldığında önümüze konulacak faturanın ekonomik boyutu iktidarın önündeki en güçlü bariyer. Siyasi eleştiri ve hatta yaptırımları ‘dış düşman’ konsepti ile iç bünyeye pazarlamak mümkün. AK Parti iktidarının bu konuda çok mahir olduğu tecrübelerle sabit. Ama vatandaşın cebine ve mutfağına dokunan zararı iktidarın dev propaganda makinesi bile izah edemiyor. Beş liraya yükselen patates tek başına vatandaşın sesini yükseltmesine yetti.
‘Medya özgürlüğüne vurulan darbe neden ekonomiye zarar versin?’ sorusunu önceki çağlardan kalma bir kafa sorabilir. Her sektörü ile dışa bağımlı ve yer altı zenginliği olmayan bir ülkeyiz. Turizm ve dış ticaret, ekonominin çarklarını döndürüyor. Cari açığımızı finanse etmek ve sıfıra doğru hızla inen büyümeyi yukarı yöne hareketlendirmek için yabancı sermayeye muhtacız. Bağımsız medyayı susturma girişimi, yatırımcının doğru bilgiye ulaşma imkânını elinden alıyor. Basın özgürlüğü, aslında en az gazeteciler kadar toplumun özgürlüğü. Devlet cihazını kamu adına denetleyen önemli mekanizmalardan biri olan basın susturulduğunda en önce sermaye sahipleri ürküyor.
Gazete ve televizyonları engelleme aynı zamanda bir hukuk güvenliği ihlali. Medeni dünyada en önemli güvencelere sahip alan medya. Hükümet sözcüsü gibi davranan kişiler vasıtasıyla sabah-akşam medyaya şantaj yapamazsınız. Bir savcı şantajcıları haklı çıkarmak istercesine davranamaz. Yaparsanız olacak şudur: Ülkenize gelmek isteyen turist ya da yatırım yapmak isteyen sermayedar korkar. En dokunulmaz alana, medyaya bunu yapan bana ne yapmaz diye düşünür. Aynı düşünce kendi vatandaşınızda hasıl olur. Düşünce ve ifade hürriyetinin olmadığı yerde teşebbüs özgürlüğü de ortadan kalkar. Var olanı da bireyler kullanmaktan çekinir. Bu kısır döngü büyümek ve genç nüfusuna iş bulmak zorunda olan bir ülke için büyük felaket. Ekonomiye şöyle bir bakın: Bütün dünyada gıda fiyatları düşüyor bizde en yüksek seviyede; enerji hayal bile edemeyeceğimiz ucuzlukta ama vatandaşa yansımıyor; büyüme durma noktasında, enflasyon ve işsizlik frenlenemiyor.
AK Parti’yi kapatma davasında, ekonomik kriz göze alınamadığı için para cezasıyla geçiştirmeyi seçmişlerdi. İktidarı devirmek üzere her yolu deneyenler son dakikada keskin bir dönüşle vazgeçmişti. Bunun yegâne izahı fakirleşecek vatandaşın öfkesini göğüsleyememe korkusuydu.
Peki nedir bu hukuk güvenliği? Suçun, cezanın ve uyuşmazlık halinde karar verecek mercilerin belli olduğu, doğal yargıç ilkesinin ve hâkimlik teminatının hayata geçtiği düzen diyebiliriz. Hayatın olağan akışının hukukun güvencesinde olması bir anlamda. Böyle ülkelerde insanlar geleceğe dair hayaller kurabilir, uzun vadeli planlar ve riske girip yatırım yapabilir. Anayasa ‘basın hürdür, sansür edilemez’ derken bir savcı çıkıp sansür anlamına gelecek talepte bulunamaz. Kanun koyucu, bunu da yeterli görmeyip uyanık bir savcının dolaylı sansür teşebbüsünün de önünü kesmek istemiş. Anayasa’ya ‘basın araçları suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten el konulamaz’ hükmü koymuş. Yani “bilgisayarı, matbaayı, frekansı, vericiyi fotoğraf makinesini elinden alarak gazeteciye dolaylı sansür de yapamazsın” diyor Anayasa. Böylesine açık hükmü ihlal ederseniz hukuka olan itimadı yıkarsınız. Siyasi ve ekonomik faturası kısa vadede çıkar. Hukukun hesabı ağır işler ama sonunda kapınıza dayanır. Darbe lideri Kenan Evren’i, Anayasa’ya koyduğu hüküm bile yargılanmaktan kurtaramadı.