Körlemesine bir gidiş
Murat Belge 01 Ocak 1970
Memlekette yine kan gövdeyi götürüyor. Neden? Çünkü Tayyip Erdoğan 7 Haziran seçim sonuçlarından memnun kalmadı; “tekrar seçim” diye benzeri görülmemiş, umduğu sonuçları alacağını umduğu yeni bir seçime götürüyor memleketi. Onun memleketi “tekrar seçim”e götürmesi için memlekette kan gövdeyi götürmesi gerekli. Bunun açıklamasını da yaptı Tayyip Erdoğan: “400 milletvekili verselerdi böyle olmazdı” dedi. Veciz bir açıklama. Hep söylerim, çeşitli kusurlar bulabilirsiniz, ama “açık sözlü” bir şahsiyettir, Tayyip Erdoğan.
Yani, AKP’ye Tayyip Erdoğan’ın istediği anayasayı yapabilir sayıda milletvekilliği vermedikçe, Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaş ve seçmenleri, “tekrar seçimler” tekrarlanabilir, memlekette de kan gövdeyi götürebilir.
Tayyip Erdoğan yalnız “açık sözlü” olmakla kalmıyor; ayrıca, “sözünden dönmez” biri. Dönmeyeceği o sözü gerçekleştirmek üzere her şeyi de “göze almış” biri. Yani, lafın kısası, “Acaba vazgeçer mi?” diye umutlanmanın gereği yok. Vazgeçmez.
“Seçim tekrarlamaktan vazgeçmez” demek istemiyorum. Ondan derhal vazgeçebilir –umduğu sonuçların gerçekleşmeyeceğini gördüğü anda vazgeçer. Ama “tekrar seçim”le ulaşmayı hedeflediği şeyden vazgeçmez. Seçim 1 Kasım olmasın da 1 Ekim 2016 oluversin. Memlekette biraz daha kan gövdeyi götürüversin. Zaten götürdükçe, 400 milletvekili ihtimali güçleniyor –bu “hesaba” göre.
Tayyip Erdoğan kendisi için en iyi siyasetin bu olduğuna karar vermiş. Peki, bu Türkiye için “en iyi siyaset” mi? Hattâ, AKP için “en iyi siyaset” mi? Hayır. Her ikisi için de, “en kötü siyaset”.
Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın “siyaset”leri hakkında bir fikir oluşturmaya başladı. Bunun nasıl bir fikir olduğu, seçmen sayısı artarken, AKP oylarının azalmasında kendini belli ediyor. Bu yönelişin önümüzdeki “absürd tekrar seçim”de de devam edeceğini tahmin ediyorum. Ama tabii o seçim ne gibi koşullarda yapılır, Erdoğan’ın açık tehditleri ne kadar etkili olur –bu gibi olağandışı koşulların neyi nasıl değiştireceğini kestirmek kolay değil. Gene de, seçmenin Tayyip Erdoğan’a 7 Haziran’da bayağı açık bir beyanda bulunduğuna, o bu beyanı anlamamakta ısrar ederken seçmenin de beyanında ısrar edeceğine inanıyorum. Umarım yanılmam.
İşin seçmen cephesi böyle de, AKP cephesi pek böyle değil: Tayyip Erdoğan AKP’yi ipnotize etmiş gibi bir durum var –hiç değilse önemli bir kesimini.
AKP’liler, partili olsun, destekleyen tabandan olsun, 2002’den beri Tayyip Erdoğan önderliğinde AKP’nin birbirini izleyen zaferlerini görmeye alıştılar. Öyle alıştılar ki, Tayyip Erdoğan, “dediğim dedik” tavrıyla, bu başarılarla özdeş görünüyor. Oysa gerçek durum böyle değil. Tayyip Erdoğan sınırlı bir görüşü, dolayısıyla sınırlı bir manevra alanı olan bir önder. Partililerinin sandığının tersine, zor zamanların adamı da değil. “Zor zaman”da inat etmek bir “mertlik gösterisi” sayılabilir. Ama inat, bir “başarı garantisi” falan değil, tam tersine, varolan krizi uzatan ve derinleştiren bir tutumdur.
Tayyip Erdoğan “Kemalist müesses nizam”ın muhalefetiyle karşılaşacağını bilerek geldi ve karşılaştı. Ancak, o “müesses nizam”, çok önemli bir araçtan, “dış destek”ten yoksundu. Bu nedenle kolu kanadı kırıktı, alışılmış eylemlerini yapamadı. Gezi direnişiyle birlikte Erdoğan, işin başında hesaplayamadığı bir dirençle karşılaşmaya başladı. Bilmediği sularda kararlarını da yanlış vermeye başladı. Gezi’ye karşı tavrı birinci büyük yanlışıydı; yolsuzluk sorunu ortaya çıkınca yanlışlar çoğaldı ve büyüdü ve hâlen de böyle devam ediyor. Bir yanlışı örtmek için daha büyük bir yanlış yaparak her şeyi tırmandırıyor.
Bu sakat sürecin sonunda enkaz altında kalacak şey, sadece Tayyip Erdoğan’ın yanlış siyasetleri olmayacaktır.