Türkiye nereye?
Mustafa Ünal 01 Ocak 1970
Son birkaç günün olaylarına bakın. Ülke hiç bu kadar kasvetli olayların altında ezilmemişti. Oysa ‘yeni kabine' heyecanıyla başlamıştık haftaya. Hükümetin analizini yapamadan Suriye sınırından gelen haber gündemi alt üst etti. Angajman kurallarını işleten Türkiye ‘Rus savaş uçağını' düşürdü. Rusya sert tepki gösterdi. Ankara cevap verdi.
Karşılıklı restleşme Rusya ile Türkiye arasında savaş rüzgarları estirdi. Gerilimin şiddeti giderek arttı. Kriz uluslararası alana taşındı. Erdoğan Putin'i ‘ateşle oynama' diye uyardı. Türkiye'yi etkisi altına alan bu ağır hava kolay dağılacağa benzemiyor. Rusya ile ilişkileri kopardı.
Uçak krizinin gölgesinde Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandı. Her iki isim de sıradan gazeteci değil. Hükümete muhalefet eden Cumhuriyet'in yönetmeni ve Ankara temsilcisi. Dündar ve Gül, MİT TIR'ları haberi yüzünden ifadeleri alınmak için Çağlayan'a davet edildi. Davet usulü çağrıdan dolayı herkes iyimserdi. Avukatlar da öyle...
Can Dündar bir gün önce Ertuğrul Özkök'e ‘Ben avukatlarla aynı görüşte değilim. Çok büyük ihtimalle tutuklama kararı çıkaracaklar. Girip de çıkmamak var...' dedi. Dündar öngörüsünde yanılmadı. İki gazeteci de ifadelerinin ardından ‘tutuklanma talebiyle' mahkemeye sevk edilince işin ciddiyeti anlaşıldı. Sulh ceza hakimi, Dündar ve Gül'ü tutuklayarak Silivri'ye gönderdi.
Cezaevindeki gazetecilere iki isim daha eklendi. Türkiye'de gazeteci olmanın zor olduğu sürecin içindeyiz. Ateşten gömlek giymek gibi. Adliye koridorları gazetecilerin adresi oldu. Hemen her gün birkaç gazeteci, savcı veya hakimin karşısında. Cezaevleri gazetecilerle dolu. Suçları gazetecilik yapmak.
Tutuklanan şu veya bu isim değil ‘gazetecilik'. Medya özgürlüğü de can güvenliği de hiç bu kadar tehdit altında olmamıştı. Can Dündar ve Erdem Gül'ün mesleklerini icra etmekten başka amaçları olmadığını herkes bilir. Medya özgürlüğü demokrasinin en önemli kriterlerindendir. Bugün Türkiye demokrasisi yaralı bir ülke...
Dün havuz medyasına haber servis edildi. Aynı metin, farklı gazetelerde yayınlandı. Savcı, Can Dündar'a ‘Belgeleri Zaman muhabiri Bayram Kaya'dan mı aldın?' diye sormuş. Dündar ‘Hayır' diye cevap vermiş. Emniyet muhabiri Bayram Kaya da ‘Asla böyle bir şey olmadı. Can Dündar ve Erdem Gül'le tanışmıyorum bile' dedi. Gaye ‘algı operasyonu'.
Oysa MİT TIR'ları haberi Cumhuriyet'ten önce Aydınlık'ta yayımlandı. Aydınlık AKP'nin yeni müttefiki Doğu Perinçek'in gazetesi. Savcının ‘Aydınlıktan mı aldın?' sorusu daha isabetli olurdu. Dündar ve Gül'den yola çıkarak uzun uzun Türkiye'de gazeteci olmanın güçlüklerini yazmak istiyordum.
Ve lakin günü daha da karartan acı haber Diyarbakır'dan geldi. Basın toplantısı için medyanın karşısında çıkan Baro Başkanı Tahir Elçi vuruldu. Güpegündüz Diyarbakır'ın ortasında. Türkiye silah sesleriyle irkildi. Ekranlara Elçi'nin yerden yatan cansız bedeni düştü. Ve çatışma sırasında iki polis şehit oldu.
Tahir Elçi, gündemdeki bir isimdi. Bir televizyon programında PKK'ya ilişkin sözleri nedeniyle tepkileri üzerine çekti. ‘Ölüm tehditleri aldığını' söyledi. Yargı soruşturma başlattı, ifade verdi. Diyarbakır'ın tarihî Şeyh Mutahhar Camii'nin dört ayaklı minaresinin önünde ‘Silah, çatışma, operasyon istemiyoruz' derken kurşunların hedefi oldu. Kurşunlar sadece Tahir Elçi'ye değil Türkiye'ye sıkıldı. Vurulan Türkiye... Hava çok pusluydu. Karanlık el tetiğe kolayca basıverdi. Fail kim? PKK mı? Yoksa beyaz Toroslar mı? Tablo çok ağır. Türkiye nereye? Endişeli olmayan var mı? Ben ülkemin ve milletimin geleceği adına derin kaygı içindeyim.