Hukuk bilinci!
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
Laikler yasaya, dindarlar ilahi hükme uymuyorsa, iktidarı ele geçirmenin ve elde tutmanın yolu güç kullanımının önündeki hukuki engellerin ortadan kaldırılmasıyla olur.
Hobbes, birbirlerinin kurdu olan insanları ancak mutlak iktidarı uhdesinde toplayan devletin bir arada tutacağını söylemişti. Bir Leviathan olarak kurgulanan devlet, sonuç itibariyle gayrışahsi bir varlık olduğundan, bu canavar onu elinde tutan liderde ve zümrede tecessüm eder. Bu yüzden kim devletin mutlaklığını savunmuşsa, onu ele geçirdiğinde kendisi de canavarlaşmıştır. Laik canavarlar olduğu gibi, dindar canavarlar da vardır.
Tek elde toplanmış mutlak iktidar çare olmadığından, demokrasi iktidarı halkın uhdesine devretmek üzere bulunmuş çare düşünüldü, ama Batı'daki gibi yeterli sosyo-ekonomik dinamikler ve mekanizmalar, örneğin hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, serbest muhalefet ve ifade özgürlüğü sistemin asli parçaları değilse, yönetme ehliyetine ve liyakatine sahip olmayan muhterisler bir şekilde halkı peşlerine takar, bu sefer kralın “tanrısal” hakkı veya hanedan adına değil de, “halk/millet” adına mülkü temellük etmeye başlar. Daha tehlikelisi modern ve postmodern narkozlar verdikleri destekçi kitleleri kendileri gibi acımasız, nefret yüklenmiş güruha çevirirler.
Ortadoğu toplumlarında uzun süren diktatörlükler sadece el ve zümre değiştirir. Lider etrafında toplanan çıkar grupları (politik-mali mafya) aralarında muazzam bir asabiyet kurar, rakiplerini sisteme katma ve onlarla mülkü paylaşma yerine baskı altına alırlar. Ya açıktan ya da fiilen kuvvetler tek bir kişide toplandığından hukuksuz yargılamalar, gözaltılar, cezalandırıcı tutuklamalarla muhalifler sindirilir; mal ve servet müsaderesi, alınan komisyonlar ve her işe ve ihaleye kesilen haraç yüzdeleri mali oligarşiyi besler; ifade özgürlüğü ve muhalefet hakkı üzerindeki kısıtlamalar sayesinde şeffaflık ve hesap verilebilirlik rafa kaldırılmak suretiyle iktidar sorgusuz sualsiz bir zulüm ve soygun aracına dönüşür.
Devletin gücünü hukuksuz olarak kullanan mütegallibe zümre, keyfi yönetimlerine bir süre devam eder, fakat yeni muhalifler türer ve her yeni muhalif nefret biriktirir. Bu olayda trajik olan, sadece iktidardakilerin hukukun meşru süreç ve mekanizmalarını iptal edip mutlak iktidarı eline geçirmesi değil; ezilen, gadre ve zulme uğrayan muhalif kesimlerin haklarını hukuk yoluyla elde etme peşinde koşmayı bir kenara bırakıp, onların da günün birinde iktidarı ellerine geçirmeleri durumunda aynı yola başvurmayı kafalarına koymalarıdır. “Su-i misalin emsal olması” büyük musibettir, bu sadece siyaseti ve idareyi değil, hukuku ve ahlakı da yozlaştırır. Bu musibetle mağdur mağrur olur, mazlum zalim olma ateşiyle tutuşup yanar. Artık mağduru motive eden şey, haksız yere gözaltına alınan, tutuklananın fırsatı eline geçirirse aynısını ona yapana yapacağı, onun da mallarını müsadere edeceği günlerinin hayaliyle mücadele azmiyle, intikam hissiyle yaşamasıdır. Bu sayede iktidar bir yönetme sanatı ve adalet tesis eden süreç değil, el değiştiren bir zulüm ve soygun aracına döner.
Hukuksuzluğun hukuksuzlukla, keyfiliğin keyfilikle tedavisi mümkün değildir, bu kıyamete kadar zulüm ve soygun sarmalını kader yapar. Devlet bir canavar olarak kurgulandığı her durumda, onu ele geçiren iyi ve ahlaklı lideri veya bir kadroyu kendine benzetir. Bu baskı ve soygun sarmalından çıkmak: a) Tek tek ahlaklı bireylerin; b) Özel olarak alimlerin, sorumlu fikir adamları ve kanaat önderlerinin; b) Hedefi iktidar olmayan etkin cemaat ve sivil kuruluşların; c) Genel olarak toplumun “adil yönetim” konusunda ısrarcı olmasına; küçük çıkar hesapları ve içi boş kahramanlık türkülerine kapılmadan mekanizmanın tamamının Hukuk temelinde dönüşmesi için çalışmalarına bağlıdır. Fakat bu toplumun muhteris siyaset bezirganlarına, demagog liderlere ve kendini “hümanist, milli veya dini” değerlerle kamufle etmiş mafyaya değil; saraya ve sultana itibarı olmayan ve mücadeleyi göze alan gerçek müçtehit alimlere, bedel ödeyebilen mütefekkirlere itibar ettiği bir ülkede sağlanabilecek bir dönüşümdür. İslam dünyasının eksiği Hukuk bilincinin zayıflığı ve dört şıkta saydığımız dönüştürücü aktörün yokluğudur.
Devleti ve iktidarı bir zulüm aygıtı olarak kullananlara karşı elimizde tek mücadele yolu var: Hukukun en yüksek ve dönüştürücü bilinç olarak yerleşmesi.