‘Bozkurt Töresi’
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Somut siyasî şartlar MHP’nin önüne tarihî bir fırsat sunuyor. “Gün birlik olma, güçlü olma ve mücadele günüdür” edebiyatına sarılan bir iktidarın rakipsiz otoritesi altında Türkiye parçalarına ayrılıyor, hukuk seri cinayetlerle katlediliyor, adalet geçmişte kalan bir hayale dönüşüyor. “Türk töresi” olsa anlaşılır, ama “Bozkurt töresi” ile kime hangi adaleti vaat edeceksiniz?
Koray Aydın’ın, MHP içinde muhalifler arasındaki rekabette, üstü kapalı olarak Meral Akşener’i hedef aldığı bir eleştiride geçiyor bu “Bozkurt Töresi” sözü. Şöyle diyor: “Bozkurt töresi der ki: Bozkurt töresinden gelmeyen bozkurda baş olamaz.” Ülkücü jargonu bildiğini zanneden biri olarak ilk defa duydum bu sözü. Doğrusu “Bozkurt soyundan gelmeyen biri” olmalı; muhtemelen biraz sert kaçacağı için “töre” diye yumuşatılmış. Malûm, Türklerin kurt soyundan geldiğine dair bir efsane var. Bu kurdun bir adı da var: Açina veya Asena. Abdülkadir Karahan ve Bahaeddin Ögel gibi bu tür efsanelerin tartışmasız otoriteleri, bu isme ve efsaneye dair spekülasyonları uzun uzun anlatırlar. Ülkücüler arasında bugüne kadar okuyana rastlamadım. Osmanlı’da Kayı boyunun Açinaoğlu olduğu, bu yüzden hanlığı tevarüs ettiğine dair bir rivayet de vardır.
Hamaset bir tarafa işin aslını öğrenmek isteyenlere Ögel’in Türk Tarih Kurumu Yayınları arasında yer alan Türk Mitolojisi isimli kalın iki cildini öneririm. Karşılaştırmalı din ve inanç antropolojisi alanının ustası Mircae Eliade’nin makalelerinin derlendiği “Zalmoksis’ten Cengiz Han’a” isimli kitapta yer alan “Daçyalılar ve Kurtlar” yazısı, Kurt figürünün sadece Türklerde değil, bütün tarihöncesi toplumlarda savaşçıları temsil eden bir sembol olarak kullanıldığını gösteriyor. Elbette efsaneler bilimsel gerçekler değil; önemli olan kimliği oluşturan inançlar ve bu inançların, Ziya Gökalp’in vurguladığı şekilde millî idealleri nasıl beslediği ve belirlediği. Kurt figürü, Selçuklu ve Osmanlı’da bu anlamda birleştirici bir sembol olarak yer almıyor. Bugün Ülkücüler tarafından benimsenen Bozkurt sembolü, II. Meşrutiyet döneminin, bilhassa İttihatçı ideologların eseri. Ergenekon efsanesi de Yakup Kadri eliyle Kurtuluş Savaşı şartlarında şöhret kazanıyor.
Bir ideolojik hareketin benimsediği ve kendini özdeşleştirdiği sembolün tarihsel gerçekliğinin tartışılması anlamsız. Bu tür figürler ve semboller gerçekliğiyle değil, benimseyenlerin kabulü ile değer taşır. “Bozkurt soyu” veya “Bozkurt töresi” ideolojik bir değer olarak benimseyenler için içi farklı şekillerde doldurulan bir referans olabilir. Ya dertlerine çözüm arayan, canı fena halde yanan geniş kitleler için?
MHP kurulurken Bozkurt’u değil, Osmanlı’dan tevarüs ettiği üç hilali benimsedi; Bozkurt Ülkü Ocakları’nın yani gençlik örgütlenmesine bırakıldı. Üç hilalin farklı anlamları var, bir kere hilal İslâmiyet’in sembolü, en bilineni, üç kıtaya yayılan hâkimiyeti temsil etmesi.
“Bozkurt töresi”nden, “düşeni yemek” şeklinde özetlenen “Kurt Kanunu”nun bir versiyonu çıkıyor. Kurtlar kışın aç kalınca bir daire oluşturup koşmaya başlar, sonra da ilk düşeni hep birlikte yerlermiş.
Somut siyasî şartlar MHP’nin önüne tarihî bir fırsat sunuyor. “Gün birlik olma, güçlü olma ve mücadele günüdür” edebiyatına sarılan bir iktidarın rakipsiz otoritesi altında Türkiye parçalarına ayrılıyor, hukuk seri cinayetlerle katlediliyor, adalet geçmişte kalan bir hayale dönüşüyor. “Türk töresi” olsa anlaşılır, ama “Bozkurt töresi” ile kime hangi adaleti vaat edeceksiniz?
MHP’nin parti içindeki fırtınadan yükselen cazibesi ne adayların ne de ideolojilerinin eseri. Millet yangından kaçar gibi terörden, yolsuzluktan, hukuksuzluktan, gasptan, adaletsizlikten kaçıyor, sığınacak bir çatı arıyor.
“Kurt kanunu” mu, yoksa Kutadgu Bilig’den beri değişmeden tekrarlanan “adalet dairesi” mi? Liderlik rekabetinde çelik çekirdeğe hitap eden keskin ideolojik jargonun içinden bu adaleti ve nizam-ı âlemi çıkartmak ve yeni bir dönem başlatmak mümkün mü?
MHP’de henüz bir ışık yok, sadece öbür tarafta, yani AK Parti’nin elini uzattığı her yerde, ortalığı kavurup çürüten bir yangın devam ediyor. Hafta sonundaki kongre belki de bir ışık yakacak. Sonrasında uzun ama çok uzun bir sefere çıkılacak.
Bu sefere hazırlanmak isteyenlerin, uzun zamandır raflarda unutulan Kolonizatör Türk Dervişleri’ni, Kutadgu Bilig’i, Divan-ı Hikmet’i, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi’ni, Ziya Gökalp’i, Erol Güngör’ü yeniden keşfederek işe başlamaları, sonra bugüne gelmeleri lâzım.