Siyasetin itikadı ve fıkhı
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
Hiçbir İslamcı grup ne kendi siyasi görüşlerini bir itikat konusu yapıp başkalarına zorla empoze etmeye, ne başkalarının siyasi görüşlerini itikadi sapkınlık addedip mahkûm etmeye kalkışamaz. “İslamiyet’i referans” alarak siyaseti değişmez/sabit itikat esaslarından çıkarıp değişken ve çoğul fıkıh alanına taşımak gerekir.
Siyaset alanında mücadele veren Müslüman akım ve grupların nihai yönelimi tabii ki iktidar olmaktır. Bu anlaşılır bir şey. Sorun, İslamiyet’i referans alma iddiasındaki insanların modern iktidar, tarihsel tecrübe ve modeller ile referans alınan kaynakların verili duruma doğru uyarlanıp uyarlanmadığı konusudur.
Siyaset alanında mücadele veren İslamcıların İslam’ın asli kaynaklarını (Kur’an ve Sünnet) temel aldıklarını iddia etseler de -ki elbette samimi olarak niyetleri bu yöndedir- ortaya koydukları somut modeller büyük ölçüde modern iktidar ve tarihsel tecrübenin derin etkisinde teşekkül etmiştir. Modern iktidar ve tarihsel siyasi miras, müslim-gayrimüslim gruplar üzerinde totalitarizme veya sosyal ve iktisadi politikaların tanzimiyle sınırlı kalması gereken tatbikatın otoriter yönetime dönüşmesine yol açmaktadır. İslamcı akımları totaliter ve otoriter kılan birinci sebep budur.
Bunun nereden “meşruiyet zemini” bulduğu konusu üzerinde durmak lazım. Bunun birinci derecedeki sebebi itikat ile fıkıh arasındaki zorunlu ve zorunsuz ilişkilerin tayin edilmemesidir. Bu meyanda sadece siyasetle iştigal eden Müslüman’ın değil, siyasi alanın dışında sosyal ve sivil alanlarda hizmet vermeye çalışan Müslümanların da zihinleri müşevveş. Biri itikad meselesi haline getirdiği konuları mutlaklaştırıp görüş ve siyasetini müslim-gayrimüslim herkese empoze eder, hatta zor ve şiddet kullanmaya yeltenirken; diğeri buna tepki olarak siyasi tahakküme karşı çıkayım derken İslam içine “iki alan” fikrini dahil etmeye, dini laikleştirip sekülerleştirmeye kalkışır.
İslam içinde ayrım yapmaya kalkıştığımızda hayli dikkatli olma mecburiyetimiz var. İslam’da kesin olarak çifte gerçeklik veya birbiriyle örtüşmeyen iki ayrı dünya, ruh ve madde, ruhani ve cismani, fizik ve metafizik ayrımı yoktur. “Gayb ve müşahede”, “zahir ve batın” ayrımı başka şeylerdir. Belki de ilk defa tarihte “edeb” merkezli “din-dünya” ayrımını Maverdi yaptı. Bu ayrımı Gazali’nin “dini ilimler-dünyevi ilimler” ayrımı takip etti. Niyetleri çifte gerçekliği temellendirmek değilse de Maverdi ve Gazali’nin ayrımları sonraları özerk kategorilere dönüştü, bu da İslam tefekkürüne büyük zarar verdi. Oysa Kur’an ve Sünnet bakış açısından temel ayırım “dünya-ahiret”tir. Ahiret de “dünya’dan hemen sonra gelen” olup, bizim Ahiret’teki durumumuzu belirleyecek olan dünyadaki tercihlerimiz, tutum ve davranışlarımızdır.
“Din-dünya” ayrımı hatasına düşmeden bizim modern zamanlarda karşılaştığımız sorun akaid-fıkıh alanlarının birbirleriyle olan ilişkilerini doğru temellendiremememizdir. Geleneksel kitaplarımızda şöyle bir sıralama yapılır: İtikad, ahlak, ibadet, muamelat ve ukubat. Bu beş alan birbirini takip eder veya biri diğerinin açılımı, tezahürü olur. Tûba ağacına benzetmek icab ederse itikad (imanın esasları) ağacın gökteki köküdür. Ahlak ve ibadet gövdesi, muamelat ve ukubat dalları ve meyveleridir. Hiçbiri diğerinden radikal olarak kopuk değildir, biri diğerinin devamı ve tezahürüdür.
Bu bakış açısından siyasete makul bir yer aramak icap ederse, siyaset nihayetinde sosyal bir olaydır. Her sosyal olay gibi fıkıh sahasına girer. Yani birileri sosyal, idari, iktisadi, bölgesel ve küresel politikalar tespit edip toplumun kabulüne sunarken fıkhi bir iş-içtihat yapmış olur. İsabet ederse iki sevap, isabet etmezse bir sevap kazanır. Ama her fıkhi içtihad zannidir; hata ve yanlışa açıktır. Dolayısıyla hiçbir İslamcı grup ne kendi siyasi görüşlerini bir itikat konusu yapıp başkalarına zorla empoze etmeye, ne başkalarının siyasi görüşlerini itikadi sapkınlık addedip mahkum etmeye kalkışamaz. Eğer her fıkhi mülahaza ve mütalaa itikad konusu addedilecek olursa, birilerine göre bütün fıkhi içtihad ve siyasi-hukuki görüşler din dışına çıkarılır; bundan da tekfircilik, istibdat ve şiddet türer. “İslamiyet’i referans” alarak siyaseti değişmez/sabit itikat esaslarından çıkarıp değişken ve çoğul fıkıh alanına taşımak gerekir.