İslam Geçmişini Referans alan İslamcılar Değil
EYÜP ENSAR UĞUR 01 Ocak 1970
Uzun yıllar alışkın olduğumuz siyasi dayatma ve hukuksuzluklar, İslamcı iddialı bir iktidar eliyle daha bir koyu şekilde devam ettiriliyor olması ezberlerimizi altüst etmiş durumda. Özellikle bu sürecin en büyük mağduru olan Hizmet Hareketi’nin sadece kurumlarını değil gönüllülerinin de fikir dünyalarını ters yüz etmiş durumda.
Yaşadıkları bir çok hayal kırıklıklarına rağmen Harekete gönül verenler, süreç ne kadar sarsıcı da olsa gerçeklerin ortaya çıkması hasebiyle hâyır olduğu düşüncesindeler.
Zira Laik otorite döneminin perdelediği Muhafazakâr kesimin dejenerasyonu bu vetirede ortaya çıktı. Hizmet insanları içinde bulunduğu hareketin ilmî, imanî ve ahlakî öğretilerinin ne denli lüzumlu olduğunu daha bir iyi anlamalarına kapı araladı. Beri taraftan Hareketin değerleriyle aslında örtüşmeyen klişeleşmiş birçok bilgi ve fikrin içinin boş olduğunu da gördüler.
Son Sürecin Yansımaları
Tüm bunların yanında Hizmetle gönül bağı olan kimi sosyal bilimci akademisyen, İslamcı görüntülü iktidarın cürümleri üzerinden Müslüman ve Muhafazâkar Dünya’ya sert eleştiriler yapmaktalar. Batı Dünyasının ulaştığı bilim, hukuk, devlet ve sosyal adalet hususları üzerinden Müslüman Dünya’nın ne denli perişan bir halde olduğunu gözler önüne seriyorlar. Ve bu duruma gerekçe olarak da en çok İslam Tarihine ve geleneksel fıkha atfı cürüm yapmaktalar.
Doğu ve Batı arasında devamlı yolculuk yapan biri olarak akademisyenlerin mevcut durum hakkındaki tespitlerine katılmamam mümkün değil. Benzer söylemleri birçok platformda epeydir ben de dillendiriyorum.
Cemil Meriç’in ifadesiyle İslam coğrafyasındaki insanlar sanki bir mağaranın içinde yaşamaktalar ve dışarısıyla alakalı çeşitli yanlış tasavvurlara ve kurgulara inandırılmışlar.
Evet Doğu Batı arasında iki farklı gezegen arasında yolculuk yaşıyorum hissine kapılsam da yüz elli yıl önceki Jöntürklerden ve İslam’da yenilik isteyen İslamcı düşünürlerden meseleye farklı yaklaştıran sebeplerim var. En başta tüm sorunlara çözüm sunmak üzere ortaya konmuş ve başarıyla uygulanmakta olan evrensel bir projenin varlığı var.
Önyargılarıyla gittikleri Batı dünyasının debdebesi karşısında ilk nesillerin yaşadığı sarsıntıdan çok zaman geçti. Çok şey tecrübe edildi. En başta Batı’nın kendisi, yaşadıklarından dersler çıkartarak her alanda bir değişime uğradı. Hele ki 2. Dünya Savaşı yıkımı sonrası Batı’nın yeni nesilleri bambaşka bir dünya kurdular.
Ne garip ki Türkiye başta olmak üzere birçok Müslüman ülke o dönem sosyal ve siyasi sorunlarından henüz sıyrılamamış Batı dünyasının değer yargıları ve sistemleriyle yaşamaya devam ediyor.
Günümüz Doğu Dünyasının yaşadığı siyasi ve sosyal problemlerinin kökeninde Batı Dünyasından tevarüs edilen mirasın ağırlığını bugün çok önemli Batılı aydınlar tarafından dile getirilmekte. Napolyon, Wilhem otoriterliği, ötekine yer vermeyen homojen nüfuslu şehirler, tek tip eğitim dayatmacılığı, ulusculuk, etnikçilik, muhaliflerin ve azınlıklara baskı ve mallarına el koyma vs.
Fakat nasıl bir paradoks ki kimileri tarafından, 19.yy Batı Dünyasını önemli ölçüde modelleyen Doğu dünyasını bugünün Batı Dünyasıyla kıyas ederken, siyasi ve sosyal problemlerinin kaynağını daha çok uzak geçmişinde ve kültüründe aranmaktadır.
Günümüz Türkiyesi’nin temel sorunlarının nedenleri arasında ülkemizin modern etkilenme sürecinin teğet geçilmesi siyasi iktidarın İslami kimliğinden dolayı olduğu açık. Bu bir manada anlaşılabilir bir durum. Zira epey bir dönemdir cedelleşen laik ve İslamcı cephelerin argümanları ortada. Siyasal İslam modernite karşıtlığı söylemlerine sahip. Ama “biz buyuz” demeyle öyle olunmuyor. Uzun yıllar devlete sahip olan ve dolayısıyla kültürde, bilimde ve tarihte hakim olan seküler anlayışın siyasal İslamcıları da metodlar açısından kendisine benzettiğini göz ardı etmemek lazım. Tüm bunların yanında bugün en tepe bazı vitrin kişilikler hariç iktidarın etkili yazar, yorumcu, işadamı, bürokrat destekçileri İslam’ın en belirgin kuralları dışında hayat tercihi olan insanlar. Ayrıca kronik sorunlarının başat aktörleri olan laik ve ulusalcı vesayetçiler kısa bir sıkıntılı dönem sonrası tekrar bürokraside altın çağını yaşıyorlar. Yani İslamcılık söylemden öte bir gerçeği ifade etmiyor.
Gelelim asıl realiteye. Bugün siyasal İslamcılar üzerinden eleştirilen İslam’ın geçmişini aslında Hizmet Hareketi referans almaktadır. Hatta şunu rahatlıkla iddia edebiliriz ki Hareket insanlarının ahlakî dönüşümü ve dünya çapında ulaştığı nokta, gençlere İslam’ın geçmişi üzerinden ve rol model olarak başta sahabeler olmak üzere örnek Müslüman şahsiyetlerin tanıtımasıyla gerçekleşti. Yani teorik imanı asasların yanında İslam’ın parlak pratiğinin örneklenmesiyle günümüzün küresel başarısı ortaya çıktı.
1990’larda zamanın siyasal İslamcılardan:
” Geçmiş İslam dönemlerini anlatmak, dinlemek güzel ama bugün İslam’ı için başka şeyler yapmak lazım”sözlerini çok defa dinledim. Tabi kastettikleri Hizmet gönüllülerinin rehberine ait sohbetlerdi.
İslam için yapmak istediklerini modernitenin sunduğu metodlar aracılığyla gerçekleştirebileceklerini düşünüyorlardı.
Siyasal İslamcılıkta Sekülerliğin Etkileri
Batı ile etkileşim sonucunda Osmanlı ile başlayan ve sonrasında geniş bir İslam Coğrafyasına yayılan “Devlet, vatan, ırk” kavramları “Allah, din, iman, hidayet” kutsallarının yerini aldı. Bu yeni dönem kutsalları sonradan oluşan muhafazakâr kesim tarafından inançlarına adapte edildi. Zira bu toplumun evveli ortaöğretim düzeyinde dahi bir eğitim görmemişti. Günümüzün İslamcı denen bugünkü iktidar çevresi böyle bir atmosferde yetişti. Yani Osmanlı’nın son döneminden itibaren Türkiye’nin seküler mantalite dönemindeki harmallanmayla ortaya çıktılar. Siyasal ve sosyal geleneksel İslam geçmişine set çekildi.
Mesele tarihte İslam şehirleri her din sahibi ve etnik yapının iç içe yaşadığı şehirlerken bugün bahsettiğimiz üzere ekseriyetle homojen nüfuslara sahipler. Giyim, kuşam, bazı özel günler gibi Batı’dan alınmış alışkanlıklara muhafazakâr tepki verilirken Hıristiyan ve Yahudilerle birlikte yaşamamayı İslam’ın bir görüşü olarak addediliyor.
Halbuki 1901 tarihinde dahi Osmanlının başkentinin yarı nüfusu gayri Müslim idi. İspanya’dan Katolik zulmünden kurtulan Yahudilerin bir kısmı başkentin merkezine yerleştirildi. İstanbul’un bugünkü merkezi olan Eminönü’nde Yeni Cami yapılmadan önce burada sefarad Yahudilerinden teşekkül 48 haneli bir mahalle vardı. Polonya’da Hristiyan Kazakların katliamından kurtarılan Karai Yahudilerinden oluşturulan İstanbul’daki mahalle bugünkü Karaköy’ün isminin kaynağıdır. Bugünkü İslamcılar bir yana kaç tane Türk vatandaşı böyle bir şeye razı olur.
Bir algı mirası olarak bilimsel tarihe aykırı olarak şeytanlaştırılan Emevilerin şehirlerinde her inanç ve etnik yapı birlikte yaşıyordu.Bernad Lewis’in ifadesiyle Müslüman nüfus Emeviler döneminde genelde azınlıktı.
Bugün hangi İslamcı Mescidi Aksa alanının Musevilere de açılmasına razı olabilir. Halbuki Emevilerin tüm zamanında Yahudilere Aksa alanında ibadet etme imkanı sağlanmıştı.
Şam’da ikiye ayırılarak Müslüman ve Hristiyanlar tarafından kullanılan Roma’dan kalma Büyük tapınağın(Emevi Cami), Hristiyan Din adamlarının, karşılığında üç caminin kendilerine kilise yapılmak üzere tamamının Müslümanlara verilmesi tekliflerini, Emevi Halifesi Velid İslam alimleriyle istişaresi sonucu kabul etmişti.
O dönem dünyada emsali az rastlanır birlikte yaşam formunu Emeviler, Avrupa tarihine bir ilk olarak İspanya’ya da taşımışlardı. Bugün hangi İslamcının bu seviyede bir yaklaşımı var. Yok çünkü tıpkı diğer ideolojiler gibi etkilendikleri Avrupa’nın ulusçu nazariyeli geçmişinde yoktu.
Elbette Müslüman coğrafyanın siyasi ve sosyal sorunlarının tümü Batı dünyasıyla etkileşiminden kaynaklı değil. Birçok ananevî anlayış ve uygulamanın İslam Dünyasının gelişimine engel olduğu mukakkak. Bir makaleyi aşkın olan bu mevzu hakkında ortaya konan eserler zaten bir hayli fazla. Bu sebeple asıl anlatmak istediğim mevzuya döneyim.
Bugünkü Süreç Hizmet Ehline Öğretilerine Yapışmış Tortulardan Arınma Fırsatı Veriyor
Evet Hizmet’e gönül vermişler bugüne kadar göz ardı ettikleri gerçeklerle yüzleşmeye açıklar. Bizzat tecrübe ediyorum. Epeydir dillendirdiğim komplo teorilerinin asılsızlığı, Çanakkale Savaşlarının konuşulmayan arka planları, Ermeni meselesi ve Kürt Meselesi, Millet kavramının ırk bağlamında değerlendirilmesinin yanlışları gibi konularda resmi ve popüler görüşten farklı olan düşüncelerim yeni dönemde Hizmet gönüllüleri nezdinde daha bir karşılık buluyor. Artık romantik malumatlardan öte daha realist şeyler duymak istiyorlar.
Bu nedenle bahsi geçen sosyal bilimciler güncel yozluk ve zorbalıkları arkalarına alarak eleştirilerin hedefine siyasal İslamcıları ile İslam’ın değerleri ve geçmişini aynı potaya koyması kabul edilebilir bir şey değil. Hele kimisi tarafından söylenen reform cümlesi akideyi sarsıcı mahiyette. Kollektifliğin yerilmesi bireyselliğin çözüm görülmesi ise Hizmet’in varlık sebebini ortadan kaldırmakta.
Bir çok konuda göz ardı edilen realiteleri söyleyen bu dostlar da çok iyi biliyor ki bugün bu kendilerinin söyledikleri hiç de yeni şeyler değil. Yüz yıl önceki Afkanî, Abduh, Muhammed Gazalî, Reşid Rıza, Ali Suavi gibi bir çok düşünürden günümüze bu konular sürekli konuşulup tartışılmakta.
İşte Hizmet Hareketinin çıkış noktası olan Risale-i Nur’un varlık sebebi de İslam Dünyasının içinde bulunduğu sıkıntılara cevap taşıdığı iddiasında olmasıdır.
Bediüzzaman, İslam Dünyasının hali hazırdaki durumunu çok öncesinde teşhis etmiş ve çözüm için somut projeler ortaya sunmuştur. İnançlı, Ahlaklı ve nitelikli nesillerle kolektif bir çaba ile İslam Dünyasının Fen ve Sosyal alanlardaki gelişimi hedeflenirken Batı İnsanının bireysel buhranlarına çözümler barındırmakta. Ve bu İnsanlığın umumi sulhu ve kaynaşmasını barındıran projeyi günümüzde Hizmet hareketi Dünya Çapında gerçekleştirmek için önemli adımlar atmıştır.
Sanki İslam Aleminin bu kördüğümüne karşı Risale-i Nur hiç yazılmamış ve onun ışığıyla ahlaklı bir nesil dönüşümü yaşanmamış ve küresel çapta takdir gören bir eğitim hamlesi olmamış, geleceğin göstergesi olan bilim olimpiyatlarındaki muazzam başarılar yaşanmamış, umumi sulh adına kültürler ve medeniyetlerin kaynaşması adımları atılmamış gibi yorumlar yapılması ise anlaşılır gibi değil.Hele İslami formlara sahip olan grupların şiddete başvurmaları, hukuksuzluklarının küresel çapta ses getirdiği bir dönemde Hizmet Gönüllülerinin sunduğu çözümün git gide artan bir ilgi görmesine rağmen. ..
Evet yeni şeyler söylemek lazım
Ama bu çoğumuz için yeni gibi görünse de başarılı olmamış ve pörsümüş fikirlerden, söylemlerden öte olmalı.
Tabiki eleştirilecek çok husus var. Ama bunu yanlış uygulamalar karşısında tümden reddiyecilikle değil bilakis Hizmet felsefemiz ve prensiplerimizi merkez alarak yapmalıyız.
Örneğin Hizmet mensuplarının, kurumlarının ve özellikle medyasının kendi öğretileriyle çelişen kimi düşünceleri ve pratikleri ortaya konabilir. “ Düşmanlığımız adavete!”, “ Aç sineni herkese!” gibi en belirgin ilkelerimizle; yok Alevi, Laik, Kürt, Rum, Yahudi, Ermeni gibi ayrımcı tasniflerin uyuşmadığı serdedilebilir.
Bir yanda sokakta yetişmeyle iyi bir Müslüman ve hâk bilen insan yetişemeyeceği düşüncesiyle nesilleri eğitme hedeflenmişken, bu görüşün aksine, ön görülen arınmadan mahrum olanları hakkı bilen ve tutanlar görmekle kendimizle ters düştüğümüz görülebilir.
“Turnikeye önce girmenin hesabı ” yapmanın eleştirilmesine rağmen zamanında işgal ettiği makamları koruma kaygısıyla liyakatli insanların nasıl harcandığı konuşulabilir.
Sırf muhalif diye yanlış otomatik merdivene bindi diye kimi Hizmet medyası ve yazarının bunu dile dolamasını yine, “düsturlarımıza aykırıydı” diye eleştirebilirsiniz.
Bugün eksikliğini hissettiğimiz donanımlı insanların, eserlerde ve sohbetlerdeki devamlı uyarılara rağmen potansiyel insanlarımızın kişisel kaprisler veya hesaplar uğruna önlerinin kesildiği iddia edilebilir.
Sıkıntılı süreç öncesindeki Bamteli Sohbetlerinde siyasal hükümete eleştirel yaklaşım görüldüğü halde Hizmet Medyasının iktidara eleştirisiz desteğiyle gönüllülerin aldanmasına kapı aralandığını konuşulabilir.
İnanın insanlara gönül verdiği değer ölçüleri üzerinden hatalarının sağlamasını yapmak çok daha tesirli ve faydalı olacağını düşünüyorum.
Şimdiye kadar Hareket’in bugün dünya çapında inanılmaz noktalara taşınmasına vesile olan rehberlerimizin eserleri ve ifadelerini yeni yaşananlarla birlikte tekrar tefsir etmeliyiz. İmana, İslama, Hizmete ait zannettiğimiz yanlış tortu ve tabulardan sıyrılma için de bugünleri fırsat görmeliyiz.
Yoksa daha evvelde sıkça rastlanmış reaksiyonla toptancı reddiye geri dönülmez yıkımlara yol açacaktır.
Fatiha’nın Müslümanlara sürekli zikrettirilmesi bir manada insanı istikametten saptıran iki ana sebebe karşı Allah'a bir sığınma taşımakta..
Sıratı Mustakimden insanların meylettiği gayri iki uçtan biri;
hakikate sarmallanan yanlışlar ve hatalı yorumlamaların neden olduğu delalet.
Diğeri; gadabı uyandıran yanlış doğru ayırt etmeden bütünün inkarı.
Hakikatin ilanı sonrasında eklenenler veya aykırı temsiliyetlerin ortaya çıkardığı olumsuzluklara reaksiyonla tümden reddedicilik inanç tarihinin döngüsüdür.