İMAM CAFER-İ SADIK (r.a.)
01 Ocak 1970
Velilerin en büyüklerinden ve islâm âlimlerinin gözbebeklerinden olup, seyyid ve oniki imâmın altıncısı. Hazret-i Ali'nin torununun torunu olup, Eshâb-ı kirâmı görmekle şereflenen Tâbiîn devrinin yükseklerinden ve evliyânın büyüklerinden olup, Künyesi, "Ebû Abdullah"dır. Tâhir, Fadıl gibi birçok lakabı vardır. En meşhûru "Sâdık"tır. Babası Muhammed Bâkır, onun babası İmâm-ı Zeynel'âbidîn, onun babası Hz. Hüseyin ve onun babası da Hz. Ali'dir. Annesi Ümmü Ferve'dir. Annesinin babası Kâsım, onun babası Muhammed ve onun babası da Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk'tır. Annesinin annesi, Abdurrahmân bin Ebû Bekr'in kızı Esmâ'dır. 83 (19 Nisan Çarşamba m. 702) senesinin Rebîul-evvel ayının onyedisinde Pazartesi günü Medîne-i münevverede doğdu. Altmışbeş senelik ömrünün otuzdört senesinde imamlık yaptı. 148 (6 Eylül Cuma m. 765) senesinin Recep ayının onbeşinde Pazartesi günü Mekke'de vefât etti. Kabri, Cennet-ül-Bâki'de olup, babası ve dedesi yanındadır.
Ca'fer-i Sâdık hazretleri, temiz ve yüksek bir nesebe (soya) sahip olduğu gibi, güzel yüzlü ve tatlı dilliydi. Bedeni sanki nûr saçıyordu. Yüzünün renginde beyaz ve kırmızı karışmış olup, tatlı bir çehresi vardı. Kuvvetli ve orta boylu idi. Kısa ve şişman değildi. Saçı kumrala yakındı. Hz. Ali'ye çok benzerdi. On evlâdı olup, yedisi erkek, üçü kız idi. Oğulları: Mûsâ Kâzım, İshâk, Muhammed, İsmâil, Abdullah, Abbâs ve Ali'dir. Evlâdlarının hepsi zamanının süsü, âlimi ve üstünlerinden olup, evliyânın rehberiydiler. Mûsâ Kâzım, oniki imâmın yedincisidir.
İmâm-ı Ca'fer ilmi, oniki imâmdan beşincisi olan babası Muhammed Bâkır'dan öğrendi. İlim ve fa-zîlette zamanının bir tanesi oldu. Bütün din bilgilerinde olduğu gibi, zamanının bütün fen ilimlerinde de söz sahibiydi. Yetiştirdiği talebeler, cebir ve kimya ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlar, bu ilimlerin temel sistematiğini kurmuşlardır. Fizik ve kimya ilimlerinin konusunu teşkil eden madde ve onlar üzerindeki bilgisi, o kadar çoktu ki, bu hususlarda zamanında yaşayan herkese akıl-ilim hocalığı yapardı. Kimyanın babası sayılan Câbir de, Ca'fer-i Sâdık'ın talebesidir. İmâm-ı Ca'fer'in en meşhûr talebesi, Hanefî Mez-hebi'nin kurucusu ve Ehl-i sünnetin reisi olan İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe Nu'man bin Sâbit'tir. İmâm-ı â' zam, Ca'fer-i Sâdık'ın derslerine ve sohbetlerine devam ederek, o gizli ve aşikâr ma'rifet kaynağından ilim ve evliyâlık yolunda çok istifâde etti. İmâm-ı a'zam, O'nun huzurunda kavuştuğu yüksek mertebeleri anlatmak için, "O iki sene olmasaydı, Nu'man helâk olmuştu" buyurmuştur, İmâm-ı a'zam (r.a.), bu sözü ile hocası Ca'fer-i Sâdık hazretlerinin büyüklüğünü, kıymetini, kavuştuğu dereceleri anlatmak istemiştir.
Kalbi, bütün kötü huylardan temizleyip, Allahü teâlâya kavuşmak için lâzım gelen ma'rifetleri, ibâdet ve işleri öğreten tasavvuf yollarının çeşitli isimler alması, başka başka olduklarını göstermez. Aynı mürşidin talebeleri, birbirlerini tanımak ve hocaları (mürşidleri) ile öğünmek için bulundukları yola, müşridlerinin isimlerini vermişlerdir. Hz. Ebû Bekir vasıtası ile gelen yolda "zikr-i Hafî" ya'nî sessiz zikir yapılmış olup, Hz. Ali vasıtası ile gelen yolda da "zikr-i cehri" ya'nî yüksek sesle zikir yapılmıştır. Bütün tasavvuf yolları, İmâm-ı Ca'fer Sâdık hazretlerinde birleşmektedir, İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık, iki yoldan Resûlullaha bağlıdır. Birisi babalarının yolu olup, Hz. Ali vasıtası ile Resûlullaha bağlıdır. Bu yola "vilâyet yolu" denir. İkincisi anasının, babalarının yolu olup Hz. Ebû Bekir vasıtası ile Resûlullaha bağlanmaktadır. Bu yola da "Nübüvvet yolu" denir, İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık, hem ana tarafından Ebû Bekr-i Sıddîk soyundan, hem de, onun vasıtası ile Resûlullahtan feyiz almış olduğu için "Ebû Bekr-i Sıddîk, beni iki hayata kavuşturmuştur" buyurdu. Ca'fer-i Sâdık hazretleri, Resûlullahtan gelen Peygamberlik (Nübüvvet) üstünlüklerine Hz. Ebû Bekir, Selmân-ı Fârisî ve Kâsım bin Muhammed bin Ebû Bekir silsilesi ile kavuşmuştur. Evliyâlık (velayet) üstünlüklerine de, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hüseyin, Zeynel'âbidîn ve babası Muhammed Bâkır yolu ile kavuşmuştur, İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık'ta bulunan bu iki feyiz ve ma'rifet yolu, birbirleri ile karışmış değildir. İmâm hazretlerinden, Ahrâriyye büyüklerine, Hz. Ebû Bekir yolu ile, öteki silsilelere ise, Hz. Ali yolu ile feyiz gelmektedir.
İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık'ın ilimde, ma'rifette, zühd, takva, kanâat ve bütün güzel ahlâktaki üstünlüğünü, büyüklüğünü duymayan kalmamıştır. Büyükler gibi çocuklar arasında da meşhûr olmuştur. Hikmetli sözleri ve menkıbeleri (ibret dolu hayat olayları) her yere yayılmış, kitaplara yazılmıştır. Onun büyüklüğü ba'zı eserlerde şöyle anlatılmaktadır.
Ca'fer-i Sâdık; Muhammed aleyhisselâmın milletinin (dininin) sultanı, peygamberlik kemâlâtının (üstünlüklerinin) bürhanı (delili, senedi), hakîkatların âlimi, evliyânın gönüllerinin meyvası, Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" vârisi, ariflerin, Hak âşıklarının serveri (önderi) idi. Zevk, aşk sahiplerinin rehberiydi. Tefsîr ilminde eşi yoktu. Namazda kendinden geçip düştüğü olurdu. Ca'fer-i Sâdık, Ehl-i beytten olup, Ehl-i sünnetin gözbebeğidir. Ehl-i sünnetin reisi olan İmâm-ı a'zamın ma'rifette, tasavvuf ilimlerinde hocasıdır. Ehl-i sünnet vel-cemâat ve Ehl-i beyt sevgisi ile doludur. Ya'nî Ehl-i beyti sevenler ve onların yolunda gidenler, aslında Ehl-i sünnet olanlardır. Ehl-i beyte olan hakîki ve samîmi sevgisinden dolayı, İmâm-ı Şâfiî'ye (ki, Ehl-i sünnetin imamıdır) "Râfızî" diyenler oldu. Halbuki O, kimseyi kötü-lemedi, hepsini sevdi. Nitekim bütün Ehl-i sünnet âlimleri, "Ehl-i beyti sevmek âhırete îmân ile gitmeye son nefeste selâmete, hidâyete kavuşmaya sebep olur" buyurdular. İmâm-ı Şâfiî (r.a.) buyurdu ki: (Sizi sevmeyi, Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde emrediyor. Namazlarında size duâ etmeyenlerin namazlarının kabul olmaması, kıymetinizi, yüksek derecenizi gösteriyor. Şerefiniz ne kadar büyüktür ki, Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde sizleri selâmlıyor).
Tasavvuf ilimlerinde yüksek ma'rifetlere kavuşmuş olan ve bu bilgileri arzu edenlere öğreterek onlara mürşidlik, rehberlik eden Ca'fer-i Sâdık, (r.a.) kelâm, tefsîr, hadîs ve diğer din ilimlerinde de yüksek derecelere ulaşmıştır. Bu ilimlerde kendisine izafe edilen eserler (risâleler) sonradan yazılmıştır. Din bilgisi üzerinde hiç kitap yazmadı. Kelâm ilminde, sapık i'tikâd (inanç) sahibi olan Ehl-i bid'ate ve felsefecilere karşı verdiği sağlam, vesikalı cevaplar, bu hususta yazılan Ehl-i sünnetin kelâm kitaplarında yer almıştır.
Ca'fer-i Sâdık hazretleri, Ehl-i sünnet i'tikâdında olmanın şartlarından birisi olan Peygamberimizin (s.a.v.) dört halifesinin üstünlük ve halifelik sırasını inkâr edenlere ve Eshâb-ı kirâma dil uzatanlara, onları sevmeyenlere karşı vesikaları ile cevap vermektedir. Birgün, bu konuda bozuk bir inanca sahip olan sapık birisi, gelip Ca'fer-i Sâdık'a dedi ki:
- Ey Ca'fer! Eshâb arasında, en üstün kimdir?
- Ebû Bekr-i Sıddîk, hepsinden üstündür.
- Böyle olduğunu nereden biliyorsun?
- Allahü teâlâ O'nun için, Resûlden sonra ikinci buyurdu. Bundan üstün şeref olmaz.
- Ali "radıyallahü anh", Resûlün yatağında, kâfirlerden korkmadan yatmadı mı?
- Ebû Bekir (r.a.), bir şeyden korkmadan mağaraya önce girdi.
- Kâfirlerden korkmasaydı, girmezdi. Halbuki, Allahü teâlâ, Resûlüne haber verip, Ebû Bekir'e"Korkma" dedi. Demek ki, korktu.
- O, Resûlullaha bir zarar gelirse diye korktu. Ayağını bir deliğe koydu. Yılan onu kaç kere ısırdı.Acısına katlanıp, Resûlü rahatsız etmemek için, ayağını çekmedi. Resûlü uyandırmamak için, hiç ses deçıkarmadı. Kendinden korksaydı, zehirlenerek, canını Resûle fedâ etmezdi.
- Mâide sûresi, ellisekizinci âyetinde "Rükû'da iken sadaka verirler" diye medh olunan (öğülen)Ali'dir.
- "Allahü teâlâ mürtedlerle cihad eden bir kavim getirir. Allahü teâlâ bunları sever" âyet-i kerîmesi, Ebû Bekir Sıddîk içindir ve daha çok yükseltmektedir.
- Bekara sûresi ikiyüzyetmişdördüncü âyetinde, "Mallarını, gece, gündüz, gizli, göz önünde verenler" medh olunan Ali değil midir?
- Ebû Bekr-i Sıddîk'ı medh eden (Velleyl) sûresi, şânını çok yükseltmektedir. Çünkü Ebû Bekir,kırkbin altın verdi. Kendisine hiç bırakmadı. Allahü teâlâ, Resûlüne, Cebrâil "aleyhisselâmı" gönderip"Ben Ebû Bekir'den razıyım. O benden râzı mıdır?" buyurdu. Ebû Bekir, (Ben, Allahü teâlâdan razıyım, razıyım, razıyım) diyerek cevap verdi.
- Tevbe sûresinin yirminci âyetinde "Hacılara su vermeği ve Mescid-i Haramı bina etmeği, i-mân etmekle ve Allah yolunda cihâd etmekle bir mi tutuyorsunuz? Hayır. Böyle değildir" Ali
öğülmektedir.
- Hadîd sûresi, onuncu âyetinde, "Mekke'nin fethinden önce, sadaka verip, cihâd eden ile,fetihden sonra veren ve cihad eden bir değildir. Önce olanın derecesi daha yüksekdir." Ebû Bekirmedh olunuyor. Ebû Cehl (Amr bin Hişâm bin Mugîre) Resûlullaha vurmak istedi. Ebû Bekir yetişip, önledi.
-Ali, hiç kâfir olmadı.
- Evet öyledir. Fakat, Allahü teâlâ, Tevbe sûresi, yüzbirinci âyetinde "Muhâcir ve Ensârın öncegelenlerinden Allahü teâlâ razıdır. Onlara Cennette sonsuz ni'metler vardır" ve Zümer sûresi,otuzüçüncü âyetinde, "Doğru haberle gelen ve O'na inanan için, Cennette, istedikleri her şey vardır." Ebû Bekir'in îmânını medh etmektedir. Başkasının îmânı, böyle öğülmedi. Mekke'de, Resûlullahher ne söylese, kâfirler, yalan söylüyorsun derdi. Ebû Bekir hemen yetişip, doğru söylüyorsun yâResûlallah derdi.
- İmrân sûresi, yüzellibeşinci âyetinde, Allahü teâlâ, "Uhud gazanda, şeytana uyup, dağılanlar"
diye şikâyet etmiyor mu?
- Âyet-i kerîmenin sonunu da oku. Bak ne buyuruyor. "Onların bu kusurlarını affettim." buyuruyor.
- Ali'yi sevmek farzdır. Şûra sûresi yirmiüçüncü âyetinde "Size İslâmiyeti bildirdiğim ve Cennetimüjdelediğim için, bir karşılık beklemiyorum. Yalnız yakınım olanları seviniz" buyuruldu ki, bunlarAli, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'dir.
- Ebû Bekir'e duâ etmek ve O'nu sevmek farzdır. Allahü teâlâ, Haşr sûresi onuncu âyetinde, "Muhâcirlerden ve Ensârdan sonra, kıyâmete kadar gelen mü'minler, yâ Rabbi! Bizi affet ve bizdenönce gelen din kardeşlerimizi (Ya'nî Eshâb-ı kirâmı) affet derler," buyuruyor. Hüseynî tefsîrinde diyorki; (Âlimler buyurdu ki; Eshâb-ı kirâmdan birini sevmiyen kimse, bu âyette bildirilen mü'minlerden olmaz.Bu duâdan mahrum olur).
- Resûl aleyhisselâm, "Hasan ve Hüseyin, Cennet gençlerinin üstünüdür. Babaları ise, dahaüstündür" buyurdu.
- Ebû Bekr-i Sıddîk için bundan daha iyisini buyurdu. Babam Muhammed Bâkır'dan işittim. Ceddimİmâm-ı Ali buyurdu ki, Resûlullahın (s.a.v.) huzurunda idim. Başka kimse yoktu. Ebû Bekir'le Ömer geldi.Resûlullah buyurdu ki: "Yâ Ali! Bu ikisi, Cennet erkeklerinin en üstünüdür."
- Yâ Ca'fer, Âişe mi üstündür. Fâtıma mı?
- Âişe (r.anhâ), Resûlullahın zevcesi idi. Cennette onun yanında olur. Fâtıma (r.anha), Ali'nin zevcesi idi. Onun yanında olur.
- Âişe, Ali ile harb etti. Cennete girer mi?
- Ahzâb sûresi, elliüçüncü âyetinde "Resûlullahı incitmeyiniz. Ondan sonra, zevcelerini nikâhile hiç almayınız. Bunların ikisi de büyük günâhtır" buyuruldu. Beydâvî ve Hüseynî tefsîrlerinde diyorki, "Bu âyet gösteriyor ki, Resûlullah vefât ettikten sonra da, O'na saygı göstermek için zevcelerine saygılâzımdır."
- Ebû Bekir'in halife olacağını, Kur'ân-ı kerîmde gösterebilir misin?
- Hem Kur'ân-ı kerîmde, hem Tevrat'ta ve hem de İncil'de gösterebilirim. En'âm sûresi,yüzaltmışbeşinci âyetinde, "Allahü teâlâ, sizi yer yüzünün halifesi yaptı, birbirinizin yerini tutarsınız." Nur sûresi ellibeşinci âyetinde "İmân eden ve emirlerimi yapanlarınızı, yeryüzüne hâkim kılacağımı söz veriyorum. İsrâiloğullarını halife yaptığım gibi, sizi de, birbiriniz ardı sıra halife yapacağım" buyurdu. Beydâvî ve Hüseynî diyor ki: "Bu âyet-i kerîme gaybten haber verip, Kur'ân-ı kerîmin,Allah kelâmı olduğunu ve dört halifesinin meşru, haklı olduğunu göstermektedir." Tevrat'ta ve İncil'de,Feth sûresi son âyetinde "Resûlullah ve O'nunla birlikte olanlar, birbirlerini her zaman ve çok severler ve her zaman kâfirlere düşman olurlar." Bütün Eshâb bildirilmekte ve Ebû Bekr'in şerefine işaret edilmektedir. Bu âyetin sonunda "Eshâbının misâlleri Tevrat'ta ve İncil'de bildirildi." buyuruyor.Ceddim Ali'nin haber verdiği hadîs-i şerîfte: "Allahü teâlâ, hiçbir Peygamberine vermediği kerâmetleri bana verir. Kıyâmette mezardan, önce kalkarım. Allahü teâlâ, dört halifeni çağır buyurur.Onlar kimdir yâ Rabbi? derim. Ebû Bekir'dir buyurur. Yer yarılıp Ebû Bekir, herkesden öncemezardan çıkar. Sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali kalkar..." buyuruldu.
Sapık, hemen söz alıp:
- Yâ Ca'fer, bunlar, Kur'ân-ı kerîmde var mı?
- Zümer sûresi, altmışdokuzuncu âyetinde "Peygamber ve bunların şâhidleri, hesap için getirilir" buyuruldu. (Yahut şehîdleri getirilir.) denildi.
- Yâ Ca'fer, şimdiye kadar, üç halifeyi sevmiyordum. Şimdi buna pişman oldum. Tövbe edersemkabul olur mu?
- Çabuk tövbe et. Bu tövbe, se'âdetine alâmettir. Bu hâl ile âhırete gitseydin, dînin boşa giderdi.
İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık, hadîs ilmînde sika (güvenilir) bir râvî olup ve kendisinden pek çok hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir. Bu hadîs-i şerîfleri, babasından, o da kendi babasından ve annesinden, Ata bin Ebî Rebâh'dan ve Zührî gibi birçok râvîden alıp öğrenmiş ve kendisinden de Süfyân-ı Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, Mâlik bin Enes, Ebû Eyyûb-i Sahtiyanî gibi zâtlar hadîs-i şerîf bildirmişlerdir. Hadîs-i şerîfler, Sahîh-i Buhârî'nin dışında kalan Kütüb-i sitte'nin hepsinde yer alır. Hadîs ilminde, İmâm-ı Şâfiî ve Yahyâ bin Muîn, O'nun sika (güvenilir) olduğunu bildirmişlerdir, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, O'nun hakkında, "O'ndan daha fakîh (fıkıh ilmini bilen) kimse görmedim" buyurdu. Ebû Hâtem de, onun sika bir râvî olduğunu söylüyor. Sâlih bin Ebil-Esved, İmâm-ı Ca'fer'in "Beni kaybetmeden önce, her ilimden sorunuz. Benden sonra, size, benim gibi söyleyen birisini bulamazsınız" buyurduğunu haber verdi. Her ilimde üstâd, her ma'rifette mahirdi. Doğruluğu ve sadâkati o kadar çoktu ki, bundan dolayı kendisine "Sâdık" lakabı verildi.
Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" nurlu yolunu, hiç değiştirmeden, apaçık ve tam doğru o-larak bugüne kadar ulaştırmada, Ehl-i sünnet âlimlerinin hizmeti çok büyüktür. Bu büyük hizmet için, aralarında vazife taksimi yapan bu âlimlerden îmân, inanç bilgilerini anlatıp öğretenlere "Mütekellimin" denildi. İbâdetlerin ve işlerin nasıl olacağı, harâm ve helâli, farzı, vacibi öğreten âlimlere de "Fukahâ" dendi. Kalb ile yapılacak ve sakınılacak şeyleri öğreten ilme "Tasavvuf" ve bu ilmin âlimlerine de "Mutasavvifîn", denildi, işte İmâm-ı Ca'fer hazretleri, bu üçüncü ilmi anlattı, öğretti. Kelâm ve fıkıh âlimlerinin uğraştığı sahada ayrıca kitap yazmadı. Yoksa bu bilgilerde de, bütün âlimlerin ve evliyânın üstadı idi.
Bu büyük imâmın hayatı, hâli, ibret dolu menkıbeleri o kadar çoktur ki, anlatmak ve yazmakla bitirilemez. Okuyanların, işitenlerin gönüllerinde bu büyük velîye karşı, çok az da olsa sevgiye, muhabbete vesîle olması için menkıbelerinden ve hikmetli sözlerinden seçerek ba'zılarını yazıyoruz:
Bir gün devrin meşhûr âlim ve zâhidlerinden Dâvûd-i Tâî, Ca'fer-i Sâdık'ın (r.a.) yanına gelmişti. O'na dedi ki: - Ey Peygamberin "aleyhisselâm" torunu! Bana bir nasîhat ver. Çünkü kalbim karardı. O da buyurdu ki:
"Ey Dâvûd! Sen, zamanımızın en zahidi, Allahtan en çok korkanısın. Benim nasîhatime ne ihtiyâcın var?"
"Ey Resûlullahın torunu. Sizin bütün yaratılmışlara üstünlüğünüz var. O büyük Peygamberin kanı damarlarınızda dolaşmaktadır. Onun için herkese nasîhat vermeniz, üzerinize vâcibtir, borçtur."
"Ey Dâvûd! Ben kıyâmet günü gelince, ceddim olan Muhammed "aleyhisselâmın" elimden yakalayıp: "Niçin bana hakkıyle uymadın?" demesinden korkuyorum. Bu işler, nesep (soy) işi değil, ibâdet ve amel İşidir. Dâvûd-i Tâî bu sözleri duyunca ağlamaya başladı ve dedi ki: "Yâ Rabbi! Onun varlığı Peygamberlik; soyundan meydana gelmiştir. Sözleri yaşayışı herkese senettir, delildir. Dedesi Resûl) aleyhisselâm, annesi Betûl (Hz. Fâtıma evlâdından) olduğu halde, böyle düşünürse, Dâvûd da kim oluyor ki, yaptıklarının bir Kıymeti olsun!" Hz. İmâm mütevazı ya'nî çok alçak gönüllü idi. Kimseyi incitmezdi. Her mü'mini kendisinden daha kıymetli bilirdi. Bir gün kölelerini çağırdı. Onlara dedi ki: "Geliniz, sizinle sözleşelim. Kıyâmet günü içinizden hanginiz kurtulursa, onun diğerlerine şefâatçi olması için birbirimize söz verelim!" "Ey Allahü teâlânın Resûlünün evlâdı! Sizin bizim şefâatimize ihtiyâcınız yoktur. Dedeniz Muhammed aleyhisselâm, re bütün insanların ve cinlerin şefâatçisidir." "Ben bu amellerimle, işlerimle yarın kıyâmet gününde ceddimin yüzüne bakmaya utanırım" buyurdu.
İmâm-ı Ca'fer hazretleri bir müddet halvet (yalnızlık) hâlinde kalmış, evinden re- İnsanlar arasına çıkmamıştı. Evliyânının büyüklerinden Süfyân-ı Sevrî evine gelip: "Ey Resûlullahın torunu! İnsanlar bereketli nefesinizden, faydalı sohbetinizden ak mahrum kaldı. Niçin uzlete çekildiniz?" deyince buyurdu ki: "Şimdi böyle gerekiyor. (Zaman bozuldu ve dostlar değişti). Sözümüzün hakikati meydana çıktı." ve şu iki beyti okudu:
Geçen gün gibi geçip gitti, vefâ da, İnsanların kimi hayâl, kimi ümitpeşinde.
Dostluk, vefâ görünüşte kaldı aralarında, Fakat kalbleri akreplerle dolu gerçekte.
Zamanın hükümdarı bir gece vezirine dedi ki: "Hemen git, İmâm-ı Ca'fer'i buraya getir. Onu hemen öldürmek istiyorum."
Vezir: "Evinde oturmuş, gece-gündüz ibâdetle meşgul olan, devlet işlerine karışmayan bu kimseyi öldürmekten vazgeç!" - Vezir, hükümdarı bundan vazgeçirmek için epey dil döktü. Fakat ikna edemedi. Mecburen gidip çağırdı. Vezir çağırmaya gidince hükümdar cellâtlara emir verdi.
"İmâm-ı Ca'fer içeri girince, ben başımdan külahımı çıkardığım zaman hemen başını vuracaksınız!"
Bir müddet sonra, İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık hazretleri içeri girdi. Hükümdar bunu görünce, derhal a-yağa kalktı. Büyük bir tevazu ile O'nu karşıladı. Koltuğuna oturttu. Kendisi edeble karşısına diz çöküp oturdu. Cellâtlar ve hizmetçiler şaşırıp kaldılar. Hz. İmâma:
"Efendim, benden bir emriniz, isteğiniz olursa hemen emredin, yapayım" dedi.
Hz. İmâm buyurdu ki: "Senden bir ricam yok. Beni bir daha yanına çağırma! Rabbime ibâdetten beni alıkoyma, başka bir şey istemem."
Gitmek üzere ayağa kalktı. Hükümdar, izzet ve ikrâmla onu uğurladı. Hz. İmâm gittikten sonra vücûdunda bir titreme oldu, bayılıp düştü. Kendine gelince, veziri sordu: "Bu ne hâldir. Hani o zâtı öldürte-cektiniz?"
Hükümdar cevap verdi: "Hz. İmâm içeri girince, yanında büyük bir arslan gördüm. Lisân-ı hâl ile bana."Onu incitirsen seni parça parça ederim" diyordu. Bunu görünce ne yapacağımı şaşırdım.
Süfyân-ı Sevrî hazretleri, bir gün Ca'fer-i Sâdık'ın evine gitmişti. Huzuruna girip görüşmek için izin istedi. Kendisine izin verdi. Yanına geldiği zaman O'na dedi ki: "Ey Süfyân! Sen, zaman zaman sultan ile görüşüyorsun. O seni arıyor, sen de ona gidiyorsun. Ben ise, mümkün mertebe sultandan uzak duruyorum. Zamanın hâli bunu icâb ettiriyor. Yanımdan hemen çık, git"
"Bana bir hadîs-i şerîf nakletmedikçe buradan ayrılmayacağım, ey İmâm! Senden nasîhat alacak bir hadîs-i şerîf işitip gideyim."
"Çok sözün sana faydası yoktur. Ben babamdan, o da babasından, dedem de babasından rivâyet ederek Resûlullahdan (s.a.v.) bildirilen üç şeyi anlattı:
Allahü teâlânın ni'metine kavuşan ve bu nimetin devamlı olmasını isteyen kimse, Allaha hamd ve şükrünü çoğaltsın! Zira Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde İbrâhîm sûresi onuncu âyetinde, "Ni'metlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim" buyurdu.
Bir kimse, rızkı azaldığı zaman çok tövbe ve istiğfâr etsin! Zîrâ Allahü teâlâ Nuh sûresinde tövbe ve istiğfâr edenlerin, günâhlarını bağışlayacağını ve rızıklarını arttıracağını va'dediyor.
Bir kimse sultandan veya herhangi şeyden bir sıkıntı görürse ve bir belâya duçar olursa "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah-il-aliyyil-azîm" desin.
Bunun üzerine Süfyân-ı Sevrî, İmâm-ı Ca'fer'in elini tuttu ve O'na dedi ki: "hepsi bu üçü müdür?"
"Bunları iyi anla! Allahü teâlâya yemin ederek söylüyorum ki, bunları yaparsan çok ihsanlara, iyiliklere kavuşursun."
Bir gün Ca'fer-i Sâdık'a sordular "Allahü teâlâ, faizi niçin harâm kılmıştır?" Buyurdu ki: "İnsanların birbirine iyilik yapmaları, ihsanda bulunmaları için, Allahü teâlâ onu harâm etti. Faiz harâm olmasaydı, birbirine karşılıksız iyilik yapan kalmazdı. Yapılan her iyiliğin karşılığı olarak dünyâda menfaat bekleyen çok olurdu."
İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık hazretleri duâsı makbul olanlardandı. Allahü teâlâdan birşey istediğinde daha sözü bitmeden isteği verilirdi. Bir gün yalnız başına yolda gidiyordu. Kendisini sevenlerden biri de arkasından yürüyordu. Bir ara Ca'fer-i Sâdık hazretleri "Yâ Rabbi! elbisem yoktur, bana elbise gönder" buyurdu. Aniden bir paket içinde elbise geldi. Arkadan takip eden zât evlerine kadar geldi. Hz. İmâma (Yâ efendim siz duâ ederken ben de âmin dedim. Eski elbiselerinizi bana verin) dedi. Bu söz Hz. İmâmın hoşuna gitti ve elbiselerini ona verdi.
Bir şahıs, İmâm-ı Ca'fer hazretlerinden, Allahü teâlânın kendisine çok mal verip, çok hac yapması için duâ buyurmasını istedi. "Yâ Rabbi' Buna elli hac yapacak kadar mal ver! diye duâ etti. O şahıs elli hac yaptı. Ellibirinci hac için Cühfe denilen yerde gusül edecekti. Sel geldi ve orada vefât etti.
Hakem bin Abbâs-ı Kelbî buyuruyor ki; "Benim Zeyd isminde bir amcam var idi. O Ca'fer-i Sâdık hazretlerine çok itirazda bulunurdu. Bir gün bir hurma mevzusu açıldı. O anda çok itirazda bulundu ve dedi ki; Ca'fer-i Sâdık nerede, böyle işler nerede?.
Ca'fer-i Sâdık'ın bu işden haberi oldu ve şöyle buyurdu: "Yâ Zeyd-i Kelbî, eğer böyle bir şey varsa, Allahü teâlâ sana, kelb büyüklüğünde bir hayvan musallat etsin ki o hayvan seni helâk etsin."
Birgün Zeyd bir yere giderken, yolda köpek büyüklüğünde bir arslan saldırdı ve onu öldürüp ciğerlerini söktü. Bu olaydan sonra kimse Ca'fer-i Sâdık'a itirazda bulunmadı.
İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık hazretleri, Ehl-i beyt'in en büyüklerindendir. Nurlu kalbine akıp gelen ilmin ve feyzin çokluğu akıl ve dil ile anlatılamaz. İnce ma'rifetleri bildiren sözleri, nükte ve latifeleri çok meşhûrdur. Sayılamayacak kadar hikmetli sözleri vardır.
Buyurdular ki: "Beş kimsenin sohbetinden, ya'nî beş kimse ile beraber bulunmaktan sakın: Birincisi, yalan söyleyenden sakın. Çünkü ona dâima aldanırsın. Çünkü sana iyilik yapayım derken, kötülük yapar. İkincisi, cimriden sakın. Üçüncüsü, ahmaktan ya'nî aklı az olandan sakın. Çünkü en çok işine yarıyacağı zaman, seni bırakır. Dördüncüsü, kötü kalbli kimseden sakın. Çünkü işi bozulunca (düşünce) seni harcar. Beşincisi fâsıktan ya'nî günâh işlemekten utanmayan kimseden sakın! Çünkü, seni bir lokma ekmeğe satar."
"Bir mü'min kardeşine ait hoş olmayan bir iş duyarsan, birden yetmişe kadar özür kapısını araştır. Bulamazsan belki benim anlamadığım bir özür kapısı vardır de ve kapa."
"Müslüman kardeşinizden ma'nâsını anlamadığınız bir söz duyarsanız, iyiye yorunuz. Daha iyisi kabil olmayacak kadar iyiye yorumlayınız. Anlayamamaktan dolayı kendinizi ayıplayın."
"Bir hatâ işlediğiniz zaman istiğfâr edin, hatâda ısrar helâk olmaya sebeptir. Bir kimse geçim darlığı çekiyorsa istiğfâra devam etsin."
Allahü teâlâ, dünyâya emretti ki: "Ey dünyâ, bana hizmet edene, sen de hizmetçi ol! Senin peşinden koşana da zahmet, sıkıntı ver!"
"Bu dört şeyi, her şerefli kimsenin yapması gerekir. Yapmaması ona yakışmaz:
1. Bulunduğu meclise babası gelirse ayağa kalkmak,
2. Misafire hizmet etmek.
3. Yüz tane hizmetçisi olsa, muhtaç olmadığı zaman bineğine yardım istemeden binmek.
4. İlim öğrendiği hocasına hizmet etmek.
"Bir kimse, sevdiği bir malının elinde devamlı kalmasını isterse, ona baktıkça, "Mâşâallah, la havle velâ kuvvete illâ billah (ya'nî, Allah'ın dilediği olur, kuvvet O'nundur) desin!"
"Malı ve evlâdı çok olmasını isteyen, nebatı (sebze) yemek çok yesin!"
"Din âlimleri (Fakîhler), sultanların, devlet adamlarının kapısına gidip, onlara yaltaklanmadıkça Peygamberlerin vekilleridir."
"Namaz, her takva sahibi için yakınlıktır. Hac, her güçsüzün cihâdıdır. Bedenin zekâtı oruçtur. Amel (ibâdet, hayırlı iş) yapmadan karşılık bekleyen, yaysız ok atana benzer."
"Sadaka vererek rızkınızı çoğaltınız. Zekât vererek mallarınızı koruyunuz, iktisat eden, tasarrufa riâyet eden aldanmaz. Tedbirli, düzenli yaşamak, geçimin yarısıdır, insanlarla iyi geçinmek, aklın yarısıdır."
"Ana-babasını üzen, onlara isyan etmiş olur. Musibet zamanında dizini döven, sevabından mahrum olur. Allahü teâlâ sabrı, musîbet miktarınca indirir."
"Takvadan (Allahü teâlâdan korkup harâmlardan sakınmaktan) daha üstün azık yoktur. Susmaktan güzel şey yoktur. Bilgisizlikten zararlı düşman yoktur. Yalandan büyük hastalık yoktur."
"İyilik üç şeyle tamam olur.
1. O iyiliği yapmakta acele etmek.
2. Yaptığı iyiliği gözünde büyütmemek, dâima küçük görmek.
3. İyiliği yaparken, gizlice yapmak.
Günâhlara tövbe etmeyi geciktirmek, Allahü teâlâya karşı mağrur olmak, kibirli olmaktır." "Uzun emel sahibi olmak ve her şeyi sonraya bırakmak perişanlık ve düşüncesizliktir."
"Allahü teâlânın yarattığı işlere karışmak, felâketine sebep olur. Meselâ, Allah bana mal verseydi, hacca giderdim. Sıhhat verseydi ibâdet ederdim... gibi sözler söylemek, kişinin helakidir."
"Dört şey vardır ki, onların azı da çoktur 1- Ateş, 2- Düşmanlık, 3- Fakîrlik, 4-Hastalık."
"Kız evlâtlar, ana-babası için hayır ve hasenattırlar. Oğlanlar ise, ni'mettirler. Hasenat sahibi olanlar sevab kazanır. Ni'metlerden ise hesaba çekilir, suâl sorulur."
"Bir kimse, kusur, günah işlediği zaman utanmıyorsa, yaşlandığı zaman pişmanlık duyup kötü işlerinden vazgeçmezse ve tehna bir yerde olduğu zaman Allahü teâlâdan korkmazsa, onda hayır yoktur."
"Üç şey vardır ki, müslümanları çok azîz, şerefli eder:
1. Kendisine zulüm edeni affetmek.
2. Kendisine bir şey vermeyene iyilikte bulunmak.
3. Kendisini aramayanları, arayıp hâllerini sormak."
Ca'fer-i Sâdık hazretlerinin, oğlu Mûsâ Kâzım için olan nasîhati pek meşhûrdur. Oğluna buyurdu ki:
"Ey oğlum, kendi rızkına râzı ol! Kendi rızkına râzı olan, kimseye muhtaç olmaz. Gözü başkasının malında olan, fakîr olarak ölür. Allahü teâlânın taksim ettiği rızka râzı olmayan, O'nu kaza ve kaderinde, dilediğini yaratmakta töhmet altında tutmuştur. Kendi kusurlarını küçük gören, başkasınınkilerini büyütmüş olur. Her zaman kendi kusurlarını büyük gör. Başkasının gizli bir şeyini açığa vuranın, evindeki gizli şeyler herkesçe bilinir. Kardeşi için kuyu kazan, o kuyuya kendisi düşer. Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet görür.
- Ey oğlum, insanlara kızmaktan çok sakın, yoksa sâna da kızarlar. Boş iş ve söze karışmaktansakın, sonra aşağılanırsın.
- Ey oğlum, lehinde veya aleyhinde de olsa, hakkı, doğruyu söyle! Böyle yaparsan herkes seninleistişare eder (danışır, fikrini alır).
- Ey oğlum, arkadaşlık yaptığın, ziyâretine gittiğin kimse, iyi ahlâk sahibi olsun, kötü ahlâkı olanlarla arkadaşlık etme, onlarla görüşme! Çünkü onlar, suyu olmayan çöl, dalları yeşermiyen ağaç, ot bitmeyen topraktırlar.
Ey oğlum, Allahü teâlânın kitabını okuyucu, iyilikleri emredici, kötülüğü nehy edici, sana gelmeyene sen gidici, seninle konuşmayanla konuşucu ol! İsteyene ver. Gıybetten, koğuculuktan sakın. Çünkü söz taşımak, insanların kalbinde düşmanlığı arttırır. İnsanların ayıplarını görme, insanların ayıplarını gören, onların hedefi olur."
İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık hazretlerinin, rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ba'zıları şunlardır: Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki:
"Allahü teâlânın ni'metlerine kavuşan, bu ni'mete hamd ve şükür etsin! Rızkı azalan kimse, çok tövbe istiğfâr yapsın. Sıkıntıya düşen, bir musîbete yakalanan kimse de, "Lâ havle velâ kuvvete illa billâh" desin."
"Allahü teâlânın hidâyete kavuşturduğunu kimse saptıramaz. Allahü teâlânın hidâyet vermediğini, kimse hidâyete erdiremez. Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitabıdır. Yolların en iyisi, Muhammed aleyhisselâmın gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bid'atlerin hepsi, dalâlettir, sapıklıktır."
"İlim hazînedir. Anahtarı, sorup öğrenmektir. İlmi isteyiniz ki, Allahü teâlâ size merhamet etsin. İlim öğrenmekte dört kişiye sevab vardır. Talebeye, hocaya, dinleyenlere ve onlara icâbet edenlere."
Rivâyet ettiği hadîs-i kudsî'de: "Lâ ilâhe illallah kal’amdır. Bunu okuyan, kal'aya girmiş olur. Kal'ama giren de, azabımdan kurtulur" buyuruldu.
İmâm-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri (Müsned'inde) buyuruyor ki: Cebrâil'in (a.s.) Allahü teâlâdan naklen, Peygamber efendimize "Lâ ilâhe illallah hısnî, men kâlehâ, dehale hısnî ve men dehale hısnî, emine min azâbî" şeklindeki duâyı her kim rivâyet edenlerin isimleriyle, inanarak ihlâsla bir deliye veya hastaya okursa şifâ bulur.
Hz. İmâm Cafer-i Sâdık’ın en büyük hususiyetlerinden biri de, herkesle anladığı dil ile konuşabilmesidir. Onun derslerinde ve sohbetlerinde bulunanlar, bilgi bakımından birbirlerinden çok farklı derecelerde olsalar bile, onun sözlerinden hepsi de kendilerine göre birşeyler öğrenebiliyorlardı.
• Hz.İmâm Cafer-i Sâdık; Hak’kın, hakkıyla tanınması için şu dört şeyin bilinmesi gerektiğini ileri sürerdi:
1. Cenâb-ı Hak’kı tanımak.
2. Seni nasıl yarattığını, sana ne yaptığını, sana neler ihsân ettiğini bilmek.
3. Sana verdiği bütün bu paha biçilmez nimetlere karşı senden neler istediğini bilmek.
4. Varlık nurunu söndürecek, davranışların neler olduğunu bilmek.
Bu dört şeyin aynı zamanda ilmin esasını teşkil ettiğini söyler, şöyle derdi:
“Sadece Cenâb-ı Hak’kın varlığına inanmak yetmez. Allah’ı tanıdıktan sonra, onun varlığına inandıktan sonra, onun bizlere verdiği nimetleri de hakkıyla bilmemiz lâzım gelir.
Bunu bilmek, o varlığın bize verdiği nimetlere şükretmenin başlangıcıdır. Şükretmek kulluk vazifesini yerine getirmek demektir. Ancak bunu idrâk eden bir varlık, insan olmak sıfatına lâyık olur. Her çeşit ilim, bilgi falan da ancak bundan sonra gelir.
Ne olduğunu bilmeyen, bunu düşünmeyen, hiçbir şeye inanmayan, inanmak veya inanmamak için delili de olmayan bir insana ancak acımak lâzım gelir. O, Allah’ın kendisine verdiği aklı kullanamıyor demektir.”
• Tövbe ederek halinizi ıslâh ediniz. Vakit varken tövbe edip ıslâh eylememekte direnenler, kendilerini beğenmiş zümreden sayılırlar. Tövbe ve istiğfar etmeyi, bugünden yarına bırakanlar ise ancak serserilerdir.
• Günah işlemeyi âdet edinenler ve günah işlemekte devam edenler günün birinde düşeceklerini bilmez ve gaflet ederler. Günün birinde de bundan ancak zarar görürler. O gün büyük pişmanlık duyarlar ama, bu pişmanlık kendilerine hiçbir fayda vermez.
• Bir gün Hak yolunun aşıklarından birisi Hz. İmâm Cafer-i Sâdık’a; “Yâ İmâm bana öğüt ver” diye yalvardı.
Hz.İmâm buyurdu ki:
Hak yolunun yolcularına şu dokuz öğüdü verebilirim. Sana da aynı öğütleri vereceğim. Eğer onun yolunda yürümeye azimli isen, bu dokuz öğüdü tutabilmek için Cenâb-ı Hak’kın sana yardımcı olmasını dilerim.
Bu dokuz öğütten üçü nefsin riyâzeti, üçü hilim ve üçü ilim hakkındadır. Bunları aklında tut ve ona göre davranmayı ihmal etme!
Hz. İmâm konuşmaya devam etti:
Nefsin riyâzeti için vereceğim üç öğüt şudur:
1. Karnının iyice acıktığını, iştahının iyice açıldığını hissetmeden, buna kanâat getirmeden hiç bir şey yemeyeceksin. İştahın olmadan yenilen yemek, insanı aptallaştırır. İnsan, ancak aç olduğu ve aç olduğunu hissettiği zaman yemek yemelidir.
2. Yiyeceğin yemeğin ancak helâl olduğuna kanâat getirdiğin takdirde, bunu yemen câizdir. Helâl olmayan yiyeceğe, karnın ne kadar açıkmış olursa olsun, hiçbir şekilde el sürmeyeceksin. Sofraya oturduğun zaman da yemeğe başlamadan önce Allah’ın adını anacaksın! Bu yemeğin sana Allah tarafından verildiğini unutmayacaksın!
3. Hz.Resûlullah bir hadîs-i şerifinde şöyle buyuruyor:
«İnsanoğlu karnından daha temiz olmayan bir kabı tıka basa doldurmamalı. Karnını üçe ayırmalı. Birini yiyecekler, birini içeceklere tahsis edip, üçüncü kısmını kendi nefsine ayırıp bunu boş tutmalı.»
İşte en doğru hareket tarzı da budur. Yani insan oğlu ne kadar aç olursa olsun, midesini yiyecek ve içecek ile midesinin ancak üçte iki kısmını doldurup bir kısmını boş bırakmalıdır. İnsan sofradan her zaman bir miktar daha yemek yiyebilecek halde iken kalkmalıdır.
İnsanlara çok lüzumlu olan hilm için vereceğim üç öğüde gelince, bunlara da çok dikkat etmek gerekir.
Hilm, insanla hayvanı ayıran başlıca unsurdur. Bir hayvana şiddetle muamele edilecek olursa, ondan da ancak şiddetle karşılık görülür. Şiddete karşı hilm ile karşılık verebilmek kudreti ancak insanlara mahsus bir şeydir. Hilmin sırrına ermiş olan kimse kemâl mertebesine yükselmiş olur.
Nefsin terbiyesi hilm ile belli olur. Kötülüğe karşı iyilik ile, hıyânete karşı sadâkatle, şiddete hilm ile karşılık verebilecek ve bunu seve seve yapabilecek kimseye ne mutludur. Böylelerinin hem diğer insanlar arasında itibarı çok artar; hem de dereceleri yükselir.
Kemâl yolunda, Hak yolunda yücelmek isteyenler mutlaka daha önce hilm yolundan geçmek zorundadırlar.
Hilm için vereceğim üç öğüt şudur:
1. Eğer biri haklı haksız yakana sarılıp sana hakaret savurur, küfür ederse; «Bana bir küfür edecek olursan on misli karşılık görürsün» bile dese, ona aslâ bir kötü söz söylemeyeceksin. Kendisine; «Bana yüz kötü söz söylesen bile, sana bir tek kötü söz söylemeyeceğim» diyeceksin. Kötü söz söylenecek kadar insanları aşağılatıcı bir şey olamaz.
2. Eğer sana biri kötü bir şey isnat edecek olursa, vereceğin karşılık şu olacaktır; «Eğer bana isnat ettiğin kötülükler bende mevcutsa, Cenâb-ı Hak’tan beni ıslâh etmesini niyâz ederim. Eğer bende, bana isnat ettiğin kötülükler yoksa, bana sadece iftira ediyorsan, o zaman da Cenâb-ı Hak’ka, bu kusurundan dolayı kazanacağın günahları affetmesi için yalvarırım. »
3. Sana karşı kötülük yapanlara sen iyilikle karşılık ver.
İşte insanı insan yapacak olan üç nasîhat. İnsanlar bu yolu tutacak olurlarsa çok kazanırlar. Haksız yere işiteceğin kötü bir söze, uğrayacağın bir hakarete, hakkında yapılan bir iftiraya, eğer hilmin bu üç düsturu ile karşılık verecek olursan; sana bu kötülükleri yapmış olan kişiler, sonunda ne olsa utanacaklardır. Yürekleri ne kadar karanlık olursa olsun, yine de bir pişmanlık duyacaklardır. Yüreğinde duyulacak bu pişmanlık kadar insanlara iyi tesir eden, onları doğru yola sevk eden bir şey olamaz.
Sen böyle davranmakla, hem de başka insanları doğru yola sevk edeceksin! Böylelikle de sevâb kazanmış olacaksın. Derin bir ruh huzûru hissedeceksin. Bunlar insanları saâdete çıkaracak kapıların anahtarlarıdır.
Şimdi de ilme ait üç öğüt veriyorum. Bu üç öğüt de şunlardır:
1. İlmi, hakiki âlimlerden öğrenmeğe bak. İlmi bilgisi hakkında, mutlak kanâatin olmayan kimselerden, bilgi öğrenemezsin. Bu gibiler belki de seni doğru yoldan saptırırlar.
Bilgisine her hususta güvenebileceğin bir âlim bulursan, ona bilmediklerini, iyi anlayamadıklarını sormaktan asla çekinme! Hiçbir vakit alaya kaçma!
Ve bilhassa vaktin kıymetini bil. Boşuna vakit geçirme! Allah’ın insanlara verdiği ömür pek kısadır. İlim yolunda ilerlemek isteyen bir kimse, vaktinin pek dar olduğunu hiçbir vakit unutmamalıdır.
2. Konuşurken çok dikkatli ol! Hiçbir vakit doğruluğundan emin olmadığın bir sözü söyleme! Kafadan atma! Konuşurken de mutlaka ihtiyâtlı ol!
3. İlimde fetvâ verecek bir dereceye vardığın zaman; konuşmadan, fetvâ vermeden önce çok düşün! Yanlış, hatalı bir fetvâ vermeden önce çok düşün! Yanlış, hatalı bir fetvâ vermekten, arslandan korktuğun kadar kork! Biri senden bir şey öğrenmek istediği zaman da, ondan hiçbir karşılık beklemeden ve ummadan kendisine doğru cevaplar vermeğe çalış. Gerekiyorsa cevap vermeden önce başkalarına da danışmaktan çekinme!
• Hz.İmâm Cafer-i Sâdık, bir gün de büyük oğlu İsmail’e nasîhat ediyordu. Ona on iki nasîhat verdi. Hakikatte bu nasîhatlar yalnız oğluna değil, bütün mü’minlere verilmiş nasîhatlardır. Kıymeti de pek büyüktür.
İnsana doğruluk ve saâdet yolunu gösteren bu nasîhatlar şunlardır:
1. Kendi malına ve hissesine kanâat eden her zaman zengindir. Fakat bir insan ne kadar zengin olursa olsun, eğer başkalarının malında gözü varsa o fakirdir. Ve fakir, muhtaç olarak dünyadan gider. Hayatında da hiçbir zaman rahat edemez.
2. İlâhi kazaya razı olmayanlar, bunu tâyin etmiş bulunan Cenâb-ı Hak’kın emirlerine karşı gelmiş sayılırlar.
3. Kendi hatasını, noksanını bilmeyen ve anlamayan bir kimse, başkalarının hatâ ve noksanlarını olduğundan büyük görür. Böyle bir kimse, herkes de kusur bulmağa çalışır. Böylelikle de hiçbir zaman kendi noksan ve kusurunu göremez. Kendisini ıslâh edemez ve çok yazık etmiş olur.
4. Başkalarının kusurlarını meydana vurmak isteyen, buna çalışan bir kimse, günün birinde kendi kusurlarının meydana vurulduğunu görerek dünyaya rezil olur.
5. Müslümanlar arasında fesâd çıkarmak maksadıyla kılıç çekmiş olan bir kimsenin kanı, günün birinde yine kılıçla dökülmeğe mahkumdur.
6. Halka kuyu kazanlar, her zaman kazdıkları kuyuya düşerler. Böylece lâyık oldukları cezayı, kendi elleri ile kendilerine vermiş olurlar.
7. İmkân ve fırsat buldukça bilgi sahibi kimselerle beraber ol. Onlardan bir şeyler öğrenmeğe bak. O zaman fazîletin artar. Merteben yükselir.
8. Eğer câhil ve sefîhlerle düşüp kalkarsan, onlar seni de günün birinde kendi derecelerine düşürürler. Bu gibilerle asla yakınlık kurmayasın.
9. Kötü işlerle uğraşanlara ayak uyduranlar, bir gün onlar gibi kötü olurlar.
10. Her yerde hakikati söylemekten çekinmemelisin. Hatta böyle konuşmaktan sana zarar geleceğini bilsen bile sen yine de doğruyu söylemelisin! Böyle davrandığın için belki ilk zamanlarda sana zarar gelecektir. Ama sonunda böyle davranmış olduğun için ancak fayda göreceksin. Hakikati gizlediğin için fayda görebilmene imkân yoktur. Fayda gibi göreceğin şeyler de gelip geçicidir. Sonunda fayda umduğun halde büyük zarar görmen muhakkak ve mukadderdir.
11. Başkalarını ayıplamaktan, başkalarının ayıbını yüzüne vurmaktan kaçınmalısın! Böyle davranmayıp ayıbını yüzüne vurursan, herkes sana düşman olur. Ve günün birinde kendi ayıplarının da yüzüne vurulduğunu görürsün.
12. Bir gün bir ihtiyaç karşısında kalabilirsin. O zaman durumunu herkese açma! Herkesten yardım isteme. Ancak kerem sahibi olduklarını bildiklerinden yardım isteyebilirsin.
Bu on iki nasîhat, birer birer üzerinde durulacak olursa, ne derece kıymetli olduğu kolayca anlaşılır.
Hz.İmâm Cafer-i Sâdık, oğluna bu oniki nasîhatı verdikten sonra ona şu sözleri söylemiştir:
“Eğer bu nasîhatlarımı tutacak olursan, hem bu dünyada rahat yaşarsın; hem de öldükten sonra selâmete ulaşırsın.”
İmam Cafer es-Sadık (AS)'in Ebu Hanife (r.a.)'ye verdiği ders...
imam Cafer sadık (a.s) ile ebu Hanife arasında geçen konuşması şöyledir: Botros el-Büstani Sibrime oğlu kanaliyla şöyle rivayet yazıyor:
"Ebu Hanife’yle beraber imam Cafer es-Sadık (AS)’ın huzuruna çıktık. Ben imama bu adam İran fakihlerinden" diye hitap ettim. İmam Cafer es-Sadık: Kim o acaba, şu dini kendi görüşüyle kıyas eden Sabit oğlu Numan (Ebu Hanife) mı? diye sordu. Ebu Hanife: Evet, dedi. İmam Cafer dedi ki: "Allah'tan sakın ve dini kendi görüş ve kurumlarına göre kıyas etme" ve şunlari ekledi:
"Kıyas icat eden İblis’tir. Allah'a: Ben Adem'den daha üstünüm, dedi, Adem'i topraktan beni ise ateşten yarattın". Oysa, İblis’in durumu malum. İmam Cafer daha sonra sordu: sen başını bedeninle kıyas edebilir misin? Ebu hanife: Hayır, dedi. İmam bir daha sordu: Cenab-I Allah niçin gözleri tuzlu, kulakları acılı, burunları sulu ve ağızları tatlı yaptı? Ebu Hanife yine: Bilmem, dedi. İmam açıkladı ve dedi ki: "Gözler birer yağ parçasından ibaret olduğu için sıcakta erimesin diye Allah onları tuzlu yaptı. Kulakları , içine giren havayla mikroplar beyini tahris etmesin diye acılı yaptı ki giren mikrobu öldürür, burunları nefes alıp verme kolaylığını ve kokuları duyma özelliğini sağlamak için sulu yaptı, ağızları yeyip içme tadını alabilmek için tatlı yaptı ve yine sordu: "Allah’ın katında hangisi daha ağır: ZİNA MI? ADAM ÖLDÜRMEK Mi? Ebu Hanife: Adam öldürmek, dedi. İmam hazretleri: Bir daha yanıldın" dedi ve ekledi "öyleyse Cenab-ı Allah neden zina için dört şahit, ve adam öldürmek için yalnız iki şahit istedi? "Senin kıyasların nerede? Sonra başka şeyler sormuş ve yanlışlarını yüzüne vurmuştu..(BOTRUS ELBÜSTANİ “DAİREL MEARiF” adlı ansiklopedi kitabı C.2, s.120)
Ebu Hanife (r.a.) İki sene kadar İmam Cafer-i Sadık hazretlerinin hizmetinde bulunmuş, ona talebe olmuştur.
Güvenilir İmam
İmam Ca‘fer-i Sâdık (r.a) hem âlemlerin sultanı Efendimiz’in (s.a.v) neslinden gelen bir velî, hem de Hz. Ebû Bekir Efendimiz’in (r.a) sahip olduğu “sıddîkıyet makamı”nın vârisi bir Allah dostu…
Onun dünyaya gelişiyle, ilim ve irfan nurları yeniden parlamaya başladı. Dedesi kâinatın efendisi sevgililer sevgilisi Muhammed Mustafa’nın (a.s) torunu Hz. Hüseyin Efendimiz’di (r.a). Annesi ise Hz. Ebû Bekir’in torunu Ebû Muhammed Kasım’ın kızı Ümmü Ferve’ydi. Anneannesi ise Hz. Âişe validemizin kız kardeşi Esmâ (r.a) annemizdi.
İmam Ca‘fer-i Sâdık (r.a) devrin gönüller sultanıydı. Kur’an ve Sünnet’i en iyi bilen bir aileden geliyordu. Önce onu dedesi, babası ve annesi Kur’an ve sünnet ilimleri konusunda yetiştirdi. O, zamanın en önemli ilim ehlinden hiç ayrılmadı. Zamanın en önemli hadis âlimleri Urve, Atâ, Nâfi ve İmam Zührî hazretlerinden hadis rivayet etti, onların hadis derslerine katıldı.
Kendisinden de Süfyân-ı Sevrî, İmam Mâlik gibi devrin en büyük ilim sahipleri hadis nakletti. Pek çok hadis imamı onun hadislerini kitaplarına “hadislerine güvenilir (sika râvi)” diye aldılar. Zira o, Ebû Hâtim hazretlerinin dediği gibi bir zattı:
“İmam Ca‘fer-i Sâdık hazretleri, her konuda kendisine güvenilen bir âlimdi. Hatta o, kendisine güvenilip güvenilemeyeceği sorusu akla gelmeyecek kadar şahsına güven duyulan büyük bir ilim sahibiydi.”
Bir gün amcası Zeyd hakkında, Kelb kabilesinden Hakem b. Abbas’ın hakaret içeren şu sözlerini işitti:
“Sizin için astık Zeyd’i hurma dalına
Rastlamadık dürüst olup da asılanına”
Bu sözler üzerine İmam Ca‘fer-i Sâdık hazretlerinin dilinden şu sözler işitildi:
“Allahım! Göster şu kuluna köpeklerinden birini.”
Aradan günler geçti…
Bir haber duyuldu; bir aslan Kelb kabilesinden Hakem b. Abbas’ı paramparça etti diye… O, yüce Allah’ın nazlı kullarındandı. Hakk’a yönelen biriydi, niyazı kabul görendi.
Leys b. Sa‘d şöyle anlatıyor:
“113 (736) yılında hac görevimi yerine getirmek üzere hacca gitmiştim. Kâbe-i Muazzama’da bulunduğum bir gün Ebû Kubeys dağına çıktım. Orada Allah’a dua etmekte olan daha önce hiç görmediğim birine rastladım.
‘Ey rabbim! Ey rabbim!’ diyerek yüce Allah’a yalvarıyordu. Bir ara nefesi kesildi. Tam o anda, ‘Yâ hay! Yâ hay!’ dediğini hissettim.
Derken, yine nefessiz soluksuz kaldı. Bir süre sonra kendine geldi. Bu kez Allah’a şöyle dua etti:
‘Ey rabbim! Taze üzüm yemek istiyorum, bana ikram et. Hırkam eskidi, yenisini bana nasip eyle.’
Daha o sözlerini tamamlamamıştı ki, üzüm dolu bir sepet önüne geliverdi. Oysa üzüm mevsimi değildi. Ardından yanında iki hırka gördüm. Ama ben o hırkaların bir benzerini bu dünya üzerinde asla görmedim.
Önüne gelen üzümden ben de yemek istedim. Yanına gittim. Kendisine, ‘Bu işte ben de sana ortak oldum biliyor musun?’ dedim. ‘Sen dua ettikçe ben de âmin diye dua ettim’ dedim. Bana şöyle dedi:
‘Tabii ki yiyebilirsin, afiyet olsun’ dedi.
‘Ama ondan bir şeyler alıp saklama, yiyebildiğin kadar ye’ diye tembihledi.
Sözlerini tamamladıktan sonra, gelen iki hırkadan birini bana verdi:
‘Benim hırkaya ihtiyacım yok’ dedim.
Birini kendisi giydi. Diğerini de üzerine aldı, büründü.
Ve bu haldeyken Ebû Kubeys dağından indi. Ben de peşindeydim. İner inmez yanına biri geldi. Şöyle dedi:
‘Ey Allah Resûlü’nün evlâdı! Onu bana hediye etsene’ dedi. O da iki hırkayı gelen kişiye verdi. Ben kendisine, ‘Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) evlâdı kim?’ diye sordum.
Gelen kişi, ‘İşte bu zat. O, İmam Ca‘fer-i Sâdık hazretleridir’ dedi.
O zatın Ca‘fer-i Sâdık hazretleri olduğunu öğrenince hemen peşine düştüm. Belki biraz daha hadis öğrenirim diye umutlandım. Ne yazık ki onu bir daha göremedim.”
Güzel Sözleri
yaymayıp gizlemek ve acele davranmak gerekir.v Bir iyiliğin tamamlanması için yapılanları gözde küçük görmek, etrafa
üstündedir”derse, Allah’a mekân tahsis etmiş olur ve şirke düşer. Çünkü yüce Allah, bir şeyin üstünde olursa taşınmış olur. Bir şeyin içindedir denilirse, bunun anlamı Allah sınırlıdır demek olur. Bir şeyin parçasıdır demek ise Allah’ın sonradan yaratılmış olduğunu söylemek anlamına gelir.v Bir insan, “Yüce Allah bir şeydedir, bir şeyin parçasıdır veya bir şeyin
bir cübbe giyerdi. Dış elbise olarak da ipek ve yün karışımı astarlı bir elbise kullanırdı. Neden bu şekilde giyindiğini merak edenlere ise şöyle söylerdi:v Ca‘fer-i Sâdık hazretleri, elbisesinin altına yünden yapılma kısa ama kalın
“Biz cübbeyi Allah için, ipek ve yünden yapılma süslü elbiseyi de sizin için giyiyoruz. Biz Allah için olanı gizledik. Sizin için olanı ise açığa çıkardık.”
günahlar, henüz yaratılmadan önce, insanların boyunlarına asılan yaftalara benzer. Sakın günah işlemekte ısrar etme ve Allah’tan bağışlanma isteğini asla terketme.v Eğer bir günah işlersen, hemen Allah’tan bağışlanmanı iste. Zira işlenen
Bana hizmet etmeyeni ise kendine hizmetçi edin, o kişi dünyalık işlerle sana hizmet etsin.”v Yüce Allah dünyaya şöyle vahyetti: “Bana hizmet edene sen de hizmet et.
v Yalancının mürüvveti olmaz.
v Başkasının iyiliğini çekemeyen hasetçi rahat yüzü göremez.
v Cimrinin dostu olmaz.
v Dünyasından bezmiş kişilerin kardeşliği görülmez.
v Huyu kötü olana hürmet edilmez.
olursun.v Harama el uzatma, Allah’ın emirlerine sarıl, Allah’ın âbid kulu
olursun.v Allah’ın sana nasip ettiği kısmete razı ol, o vakit gerçek müslüman
rın, seninle nasıl arkadaş olmalarını arzu ediyorsan, onlarla o şekilde dostluk kur, o zaman güvenilen bir insan olursun.v İnsanla
v Kötü kişiyle arkadaşlık yapma. Çünkü o, sana kötülüklerini öğretir.
v Bir sülâleye mensup olmadan asalet iddia eden ve saltanata kavuşmadan güçlü olmak isteyen kişinin, günahın zillete düşürmesinden Allah’a itaat etme izzetine yükselmesi gerekir.
Üstün hallerinden ve menkıbelerinden bir kısmı şöyledir:
İmâm-ı Câfer hazretleri bir müddet halvet, yalnızlık hâlinde kalmış, evinden insanlar arasına çıkmamıştı. Evliyânın büyüklerinden Süfyân-ı Sevrî evine gelip:
"Ey Resûlullah'ın torunu! İnsanlar bereketli nefesinizden, faydalı sohbetinizden mahrum kaldı. Niçin uzlete çekildiniz?" deyince, buyurdu ki: "Şimdi böyle gerekiyor. (Zaman bozuldu ve dostlar değişti). Sözümüzün hakîkatı meydana çıktı." ve şu iki beyti okudu:
Geçen gün gibi geçip gitti, vefâ da,
İnsanların kimi hayâl, kimi ümit peşinde.
Dostluk, vefâ görünüşte kaldı aralarında,
Fakat kalbleri akreplerle dolu gerçekte.
Zamânın hükümdarı bir gece vezirine dedi ki: "Hemen git, İmâm-ı Câfer'i buraya getir. Onu hemen öldürmek istiyorum."
Vezir: "Evinde oturmuş, gece-gündüz ibâdetle meşgûl olan, devlet işlerine karışmayan bu kimseyi öldürmekten vazgeç!" dedi.
Hükümdârı bundan vazgeçirmek için epey dil döktü. Fakat iknâ edemedi. Mecbûren çağırmaya gitti. Vezir çağırmaya gidince, hükümdâr cellâtlara emir verdi.
"İmâm-ı Câfer içeri girince, ben başımdan külâhımı çıkardığım zaman hemen başını vuracaksınız!"
Bir müddet sonra, İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretleri içeri girdi. Hükümdâr bunu görünce, derhal ayağa kalktı. Büyük bir tevâzu ile onu karşıladı. Koltuğuna oturttu. Kendisi edeple karşısına diz çöküp oturdu. Cellâtlar ve hizmetçiler şaşırıp kaldılar. Hükümdar, Câfer-i Sâdık'a:
"Efendim, benden bir emriniz, isteğiniz olursa hemen emredin, yapayım." dedi.
Câfer-i Sâdık hazretleri; "Senden bir ricâm yok. Beni bir daha yanına çağırma! Rabbime ibâdetten beni alıkoyma, başka bir şey istemem." buyurup, gitmek üzere ayağa kalktı. Hükümdar, izzet ve ikrâmla onu uğurladı. Gittikten sonra vücûdunda bir titreme oldu, bayılıp düştü. Kendine gelince, veziri sordu: "Bu ne hâldir. Hani o zâtı öldürtecektiniz?"
Hükümdar; "O içeri girince, yanında büyük bir arslan gördüm. Lisân-ı hâl ile bana; "Onu incitirsen seni parça parça ederim." diyordu. Bunu görünce ne yapacağımı şaşırdım." dedi.
Süfyân-ı Sevrî hazretleri, bir gün Câfer-i Sâdık'ın evine gitti. Câfer-i Sâdık:
"Ey Süfyân! Sen, zaman zaman sultân ile görüşüyorsun. O seni arıyor, sen de ona gidiyorsun. Ben ise, mümkün mertebe sultandan uzak duruyorum. Zamânın hâli bunu îcâb ettiriyor. Yanımdan hemen çık, git!"
Süfyân-ı Sevrî; "Bana bir hadîs-i şerîf nakletmedikçe buradan ayrılmayacağım, ey İmâm! Senden nasihat alacak bir şey işitip gideyim." dedi.
Câfer-i Sâdık; "Çok sözün sana faydası yoktur. Ben atalarımdan rivâyetle Resûlullah'tan bildirilen şu üç şeyi sana anlatayım." dedi. Bu üç şey şudur:
Allahü teâlânın nîmetine kavuşan ve bu nîmetin devamlı olmasını isteyen kimse, Allah'a hamd ve şükrünü çoğaltsın! Zîrâ Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde İbrâhim sûresi onuncu âyetinde meâlen; "Nîmetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim." buyurdu.
Bir kimse, rızkı azaldığı zaman çok tövbe ve istigfâr etsin! Zîrâ Allahü teâlâ Nuh sûresinde tövbe ve istigfâr edenlerin, günâhlarını bağışlayacağını ve rızıklarını arttıracağını vâd ediyor.
Bir kimse sultandan veya herhangi şeyden sıkıntı görür ve bir belâya uğrarsa; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm." desin!
Bunun üzerine Süfyân-ı Sevrî, İmâm-ı Câfer'in elini tuttu ve ona dedi ki: "Hepsi, bu üçü müdür?" Câfer-i Sâdık; "Bunları iyi anla! Allahü teâlâya yemin ederek söylüyorum ki, bunları yaparsan çok ihsânlara, iyiliklere kavuşursun." buyurdu.
Bir gün Câfer-i Sâdık'a sordular: "Allahü teâlâ, fâizi niçin haram kılmıştır?"
Buyurdu ki: "İnsanların birbirine iyilik yapmaları, ihsânda bulunmaları için, Allahü teâlâ onu haram etti. Fâiz haram olmasaydı, birbirine karşılıksız iyilik yapan kalmazdı. Yapılan her iyiliğin karşılığı olarak dünyâda menfaat bekleyen çok olurdu."
İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretleri duâsı makbûl olanlardandı. Allahü teâlâdan birşey istediğinde daha sözü bitmeden isteği verilirdi. Bir gün yalnız başına yolda gidiyordu. Kendisini sevenlerden biri de arkasından yürüyordu. Bir ara Câfer-i Sâdık hazretleri; "Yâ Rabbî! Elbisem yoktur, bana elbise gönder." buyurdu. Âniden bir paket içinde elbise geldi. Arkadan tâkip eden zât evlerine kadar geldi. Hazret-i İmâma; "Yâ efendim siz duâ ederken ben de âmin dedim. Eski elbiselerinizi bana verin." dedi. Bu söz Câfer-i Sâdık hazretlerinin hoşuna gitti ve elbiselerini ona verdi.
Bir şahıs, İmâm-ı Câfer hazretlerinden, Allahü teâlânın kendisine çok mal verip, çok hac yapması için duâ buyurmasını istedi. O da; "Yâ Rabbî! Buna elli hac yapacak kadar mal ver!" diye duâ etti. O şahıs elli hac yaptı. Elli birinci hac için Cühfe denilen yerde gusül edecekti. Sel geldi ve orada vefât etti.
Hakem bin Abbâs-ı Kelbî buyuruyor ki; "Benim Zeyd isminde bir amcam var idi. O, Câfer-i Sâdık hazretlerine çok îtirâzda bulunurdu. Bir gün bir hurma mevzuu açıldı. Yine çok îtirâzda bulundu ve; Câfer-i Sâdık nerede, böyle işler nerede?" dedi. Câfer-i Sâdık'ın bu sözden haberi oldu ve şöyle buyurdu: "Yâ Zeyd-i Kelbî, eğer böyle bir şey varsa, Allahü teâlâ sana, kelb büyüklüğünde bir hayvan musallat etsin ki o hayvan seni helâk etsin."
Bir gün Zeyd bir yere giderken, yolda köpek büyüklüğünde bir arslan saldırdı ve onu öldürüp ciğerlerini söktü. Bu olaydan sonra kimse Câfer-i Sâdık'a îtirâzda bulunmadı.
İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretleri, Ehl-i beytin en büyüklerindendir. Nûrlu kalbine akıp gelen ilmin ve feyzin çokluğu, akıl ve dil ile anlatılamaz. İnce mârifetleri bildiren sözleri, nükte ve latîfeleri çok meşhûrdur. Sayılamayacak kadar hikmetli sözleri vardır.
Buyurdular ki: "Beş kimsenin sohbetinden, yâni beş kimse ile berâber bulunmaktan sakın: Birincisi, yalan söyleyenden sakın. Çünkü ona dâimâ aldanırsın. Sana iyilik yapayım derken, kötülük yapar. İkincisi, cimriden sakın. Üçüncüsü, ahmaktan yâni aklı az olandan sakın. Çünkü en çok işine yarıyacağı zaman, seni bırakır. Dördüncüsü, kötü kalbli kimseden sakın. Çünkü işi bozulunca, seni harcar. Beşincisi, fâsıktan yâni günâh işlemekten utanmayan kimseden sakın! Çünkü, seni bir lokma ekmeğe satar."
"Bir mümin kardeşine âit hoş olmayan bir iş duyarsan, birden yetmişe kadar özür kapısını araştır. Bulamazsan belki benim anlamadığım bir özür kapısı vardır de ve kapa."
"Müslüman kardeşinizden mânâsını anlamadığınız bir söz duyarsanız, iyiye yorunuz. Daha iyisi kâbil olmayacak kadar iyiye yorumlayınız. Anlayamamaktan dolayı kendinizi ayıplayın."
"Bir hatâ işlediğiniz zaman istigfâr edin, hatâda ısrâr helâk olmaya sebeptir. Bir kimse geçim darlığı çekiyorsa istigfâra devam etsin."
"Mihnete şükretmeyen, nîmete şükretmez."
"Perşembe günü ikindi vakti olunca, Allahü teâlâ, meleklerini gökten yere indirir. Meleklerin yanında gümüşten sahifeler ve altından kalemler vardır. Ertesi gün güneş batıncaya kadar Resûlullah'a okunan salevâtı yazarlar."
Allahü teâlâ, dünyâya emretti ki: "Ey dünyâ, bana hizmet edene, sen de hizmetçi ol! Senin peşinden koşana da zahmet, sıkıntı ver!"
"Bu dört şeyi, her şerefli kimsenin yapması gerekir. Yapmaması ona yakışmaz:
1. Bulunduğu meclise babası gelirse ayağa kalkmak,
2. Misâfire hizmet etmek.
3. Yüz tâne hizmetçisi olsa, muhtâc olmadığı zaman bineğine yardım istemeden binmek.
4. İlim öğrendiği hocasına hizmet etmek."
"Bir kimse, sevdiği bir malının elinde devamlı kalmasını isterse, ona baktıkça, "Mâşâallah, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (yâni, Allah'ın dilediği olur, kuvvet O'nundur) desin!"
"Malı ve evlâdı çok olmasını isteyen, nebâtî, sebze yemek çok yesin!"
"Din âlimleri fakihler, sultanların, devlet adamlarının kapısına gidip, onlara yaltaklanmadıkça peygamberlerin vekilleridir."
"Namaz, her takvâ sâhibi için yakınlıktır. Hac, her güçsüzün cihâdıdır. Bedenin zekâtı oruçtur. Amel, ibâdet, hayırlı iş yapmadan karşılık bekleyen, yaysız ok atana benzer."
"Sadaka vererek rızkınızı çoğaltınız. Zekât vererek mallarınızı koruyunuz. İktisâd eden, tasarrufa riâyet eden aldanmaz. Tedbirli, düzenli yaşamak, geçimin yarısıdır. İnsanlarla iyi geçinmek, aklın yarısıdır."
"Ana-babasını üzen, onlara isyân etmiş olur. Musîbet zamânında dizini döven, sevâbından mahrûm olur. Allahü teâlâ sabrı, musîbet mikdârınca indirir."
"Takvâdan, Allahü teâlâdan korkup haramlardan sakınmaktan daha üstün azık yoktur. Susmaktan güzel şey yoktur. Bilgisizlikten zararlı düşman yoktur. Yalandan büyük hastalık yoktur."
"İyilik üç şeyle tamam olur:
1. O iyiliği yapmakta acele etmek.
2. Yaptığı iyiliği gözünde büyütmemek, dâimâ küçük görmek.
3. İyiliği yaparken, gizlice yapmak."
"Günâhlara tövbe etmeyi geciktirmek, Allahü teâlâya karşı mağrûr olmak, kibirli olmaktır."
"Uzun emel sâhibi olmak ve her şeyi sonraya bırakmak, perişanlık ve düşüncesizliktir."
"Allahü teâlânın yarattığı işlere karışmak, felâketine sebeb olur. Meselâ, Allah bana mal verseydi, hacca giderdim. Sıhhat verseydi ibâdet ederdim... gibi sözler söylemek, kişinin helâkidir."
"Dört şey vardır ki, onların azı da çoktur: 1. Ateş, 2. Düşmanlık, 3. Fakirlik, 4. Hastalık."
"Kız evlâtlar, ana-babası için hayır ve hasenâttırlar. Oğlanlar ise, nîmettirler. Hasenât sâhibi olanlar sevap kazanır. Nîmetlerden ise hesâba çekilir, suâl sorulur."
"Bir kimse, kusûr, günah işlediği zaman utanmıyorsa, yaşlandığı zaman pişmanlık duyup kötü işlerinden vazgeçmezse ve tenhâ bir yerde olduğu zaman Allahü teâlâdan korkmazsa, onda hayır yoktur."
"Üç şey vardır ki, müslümanları çok aziz, şerefli eder:
1. Kendisine zulüm edeni affetmek.
2. Kendisine bir şey vermeyene iyilikte bulunmak.
3. Kendisini aramayanları, arayıp hâllerini sormak."
İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretlerinin, rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır: Peygamber efendimiz buyurdu ki:
"Allahü teâlânın hidâyete kavuşturduğunu kimse saptıramaz. Allahü teâlânın hidâyet vermediğini, kimse hidâyete erdiremez. Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitâbıdır. Yolların en iyisi, Muhammed aleyhisselâmın gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bid'atlerin hepsi, dalâlettir, sapıklıktır."
"İlim, hazînedir. Anahtarı, sorup öğrenmektir. İlmi isteyiniz ki, Allahü teâlâ size merhamet etsin. İlim öğrenmekte dört kişiye sevap vardır. Talebeye, hocaya, dinleyenlere ve onlara icâbet edenlere."
Rivâyet ettiği hadîs-i kudsî'de: "Lâ ilâhe illallah kal'amdır. Bunu okuyan, kal'aya girmiş olur. Kal'ama giren de, azâbımdan kurtulur." buyruldu.
İmâm-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri Müsned'inde buyuruyor ki: Cebrâilin Allahü teâlâdan naklen, Peygamber efendimize; "Lâ ilâhe illallah hısnî, men kâlehâ, dehale hısnî ve men dehale hısnî, emine min azâbî" şeklindeki duâyı her kim rivâyet edenlerin isimleriyle, inanarak ihlâsla bir deliye veya hastaya okursa şifâ bulur.
NİÇİN HAKKIYLA YAPMADIN?
Bir gün devrin meşhûr âlim ve zâhidlerinden Dâvûd-i Tâî, Câfer-i Sâdık'ın yanına gelmişti. Ona dedi ki:
"Ey Peygamber efendimizin torunu! Bana bir nasîhat ver. Çünkü kalbim karardı. O da buyurdu ki: "Ey Dâvûd! Sen, zamanımızın en zâhidi, Allah'tan en çok korkanısın. Benim nasîhatıma ne ihtiyâcın var?"
"Ey Resûlullah'ın torunu. Sizin bütün yaratılmışlara üstünlüğünüz var. O büyük Peygamberin kanı damarlarınızda dolaşmaktadır. Onun için herkese nasîhat vermeniz, üzerinize vâciptir, borçtur."
"Ey Dâvûd! Ben kıyâmet günü gelince, ceddim Muhammed aleyhisselâmın elimden yakalayıp;
"Niçin bana hakkıyla uymadın?" demesinden korkuyorum. Bu işler, nesep, soy işi değil, ibâdet ve amel işidir. Dâvûd-i Tâî bu sözleri duyunca ağlamaya başladı ve dedi ki:
"Yâ Rabbî! Onun varlığı Peygamberlik soyundan meydana gelmiştir. Sözleri yaşayışı herkese senettir, delildir. Dedesi Resûl aleyhisselâm, annesi Betûl (Hazret-i Fâtıma) olduğu halde, böyle düşünürse, Dâvûd da kim oluyor ki, yaptıklarının bir kıymeti olsun!"
AHMAKLAR ARASINDA BULUNAN
Câfer-i Sâdık hazretlerinin, oğlu Mûsâ Kâzım için olan nasîhatı pek meşhûrdur. Oğluna buyurdu ki:
"Ey oğlum, kendi rızkına râzı ol! Kendi rızkına râzı olan, kimseye muhtâc olmaz. Gözü başkasının malında olan, fakir olarak ölür. Allahü teâlânın taksim ettiği rızka râzı olmayan, O'nu kazâ ve kaderinde, dilediğini yaratmakta töhmet altında tutmuştur. Kendi kusurlarını küçük gören, başkasınınkilerini büyütmüş olur. Her zaman kendi kusurlarını büyük gör. Başkasının gizli bir şeyini açığa vuranın, evindeki gizli şeyler herkesçe bilinir. Kardeşi için kuyu kazan, o kuyuya kendisi düşer. Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet görür.
"Ey oğlum, insanlara kızmaktan çok sakın, yoksa sana da kızarlar. Boş iş ve söze karışmaktan sakın, sonra aşağılanırsın."
"Ey oğlum, lehinde veya aleyhinde de olsa, hakkı, doğruyu söyle! Böyle yaparsan herkes seninle istişâre eder danışır, fikrini alır."
"Ey oğlum, arkadaşlık yaptığın, ziyâretine gittiğin kimse, iyi ahlâk sâhibi olsun, kötü ahlâkı olanlarla arkadaşlık etme, onlarla görüşme! Çünkü onlar, suyu olmayan çöl, dalları yeşermeyen ağaç, ot bitmeyen topraktırlar."
"Ey oğlum, Allahü teâlânın kitâbını okuyucu, iyilikleri emredici, kötülüğü nehyedici, sana gelmeyene sen gidici, seninle konuşmayanla konuşucu ol! İsteyene ver. Gıybetten, koğuculuktan sakın. Çünkü söz taşımak, insanların kalbinde düşmanlığı arttırır. İnsanların ayıplarını görme, insanların ayıplarını gören, onların hedefi olur."
1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.3, s.192
2) Tezkiret-ül-Huffâz; c.1, s.166
3) Kâmûs-ul-A'lâm; c.3, s.820
4) Tabakât-ı İbn-i Sa'd, c.5, s.187
5) Vefeyât-ül-A'yân; c.1, s.327
6) Şezerât-üz-Zeheb; c.1, s.220
7) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.3, s.145
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.145
9) Miftâh-us-Seâde; c.1, s.343, c.2, s.39, 202, 538, 549, c.3, s.94, 138, 140, 154, 300
10) El-A'lâm; c.2, s.126
11) Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye; (48. Baskı) s.1046
12) Fâideli Bilgiler; (3. Baskı) s.42, 72, 156
13) Eshâb-ı Kirâm; (7. Baskı) s.111, 114, 319
14) Şevâhid-un-Nübüvve, cüz 7, s.11
15) Tabakât-ı Şa'rânî; c.1, s.111
16) Sıfat-üs-Safve; c.2, s.114, 117
17) Sefînet-ül-Evliyâ (Fârisî); s.25
18) Nûr-ul-Ebsâr; s.145
19) İslâm Târihi Ansiklopedisi; c.3, s.139
Vefatı
80 (699) yılında doğan İmam Ca‘fer-i Sâdık hazretleri, 148 (765) yılında Medine’de vefat etti. Cennetü’l-bakî Mezarlığı’nda babası Muhammed-i Bâkır ile dedesi Zeynelâbidîn ve dedesinin babası Hasan b. Ali’nin (Allah hepsinden razı olsun) yanına defnedildi.
Allahım! O kabir ne güzel!…
Orada yatan ne yüce insan!…
Ne kadar şerefli bir zat!…
Bu zatın ardından, tasavvuf yolunun nice mânevî sırları, ruhaniyet yoluyla Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine geçti. Bu yolun şanlı, şerefli imamı artık o oldu. Şimdi zamanın sultanı o idi. Sıra onda…
Allah Teâlâ bizleri kendisinden ayırmasın.
Allah Teâlâ makamını yüceltsin.
İmam Cafer-i Sadık Kimdir?
Adı :CAFER
Künyesi:EBU ABDİLLAH
Lakabı: SADIK
Baba adı : MUHAMMED (as)
Anne adı: ÜMMÜ FERVE
Doğum yeri: Medine
Doğum tarihi: 17 R.Evvel 83 hk.
Peygamber”e (s.a.a) olan yakınlığı: Torunu
Şehadet yılı :25 Şevval 148 hk
Şehadet yeri : Medine
Şehadet sebebi : Abbasi halifelerinden Mensur-i devanıki”nin zehirlemesi
Çocukluk Dönemi
İmam Sadık (a.s.) sevgili dedesi İmam Zeyne”ül Abidin (a.s.)”ın hayatta bulunduğu dönemlerde dünyaya geldi; ve geceleri aziz sevgili dedesi ve ninesinin Kur”an tilaveti, duaları ve münacatlarına şahit olarak yetişti. Babası İmam Muhammed Bâkır’ın (a.s) türlü hadiseler ve zorluklarla geçen hayatında ona daima destek verip yardımcı oldu. Babasıyla birlikte defalarca hacca gitti. Şam yolculuğu sırasında ve gadder Emevi halifesi Hişam”ın zulüm sarayında da babasını yalnız bırakmadı.
İmam Sadık (as)”ın hayatının ilk kısmı Abbasilerin Emevi devletini yıkmak için gizli davet dönemi denilen döneme raslamaktadır, bu dönemde Abbasiler halkı çeşitli sloganlarla Ehlibeyt”e davet etmektedir. Ama Ehlibeyt”ten kasıtları, gerçete Beni Haşim”den olan Peygamberin soyu değildir.
İmam Sadık`ı hem kıyamdan önce ve hemde kıyamdan sonra hedeflerine alet etmek için uğraşmışlardır ama İmam (as) onların siyasetini bildiği için buna alet olmamıştır.
İmamet Dönemi
İmam Sadık”ın imameti döneminde, İslam ülkelerinde çeşitli kıyamlar özellikle Ümeyye oğullarının hükümetini yıkma amacıyla düzenlenen kıyamlar, Ümeyye oğullarını hilafetten düşürüp, soylarını kesmekle sonuçlanan kanlı savaşlar ve beşinci İmam”ın yirmi yıl İslam ve Ehl-i Beyt öğretilerini yayması sonucunda meydana gelen ortam, altıncı İmam”a İslami bilgileri yaymak için daha münasip bir zemin hazırladı.
Altıncı İmam, Ümeyye oğulları hilafetinin son zamanlarına ve Abbas oğulları hilafetinin ilk zamanlarına rastlayan imameti devrinde hazırlanan fırsatları elden kaçırmayıp dini öğretileri geniş alanda yaymaya başladı. Çeşitli aklî ve naklî fenlerde bir çok ilmi şahsiyetler eğitti. Bunların başlıcaları şunlardır: Zürare, Muhammed b. Müslim, Mümin-i Tak, Hişam b. Hakem, Eban b. Teğlib, Hişam b. Salim, Hüreyz, Hişam-i Kelbi Nessabe, Cabir b. Hayyan-i Sufi (kimya alimi) hatta Ehl-i Sünnet alimlerinden olan Süfyan-ı Sevri, Hanefi mezhebinin reisi Ebu Hanife, Kadı Sekuni, Gazi Ebu”l Bahteri gibiler onun öğrenciliğini yapmakla övünüyorlardı. (Hazretin eğitim merkezinden dört bin mühaddis ve bilginin mezun olduğu meşhurdur.) İmam”ın bu ilmi inkılabını farkeden Mensur halkı Ehlibeyt”ten uzaklaştırmak için diğer Ehlisünnet alimlerine değer verip onların reklamını yapmıştır.
Abbasi halifelerinin en zalim ve rezillerinden olup zorbalık, hile ve baskı oluşuyla tanınan Mansur Devaneki İmam Sadık’ı (a.s) sürekli sıkı şekilde gözaltında tutuyor, casusları vasıtasıyla İmam’ın (a.s) her hareketini denetlemeye çalışıyordu. İmam’a sırf eziyet etmek ve birkaç defasında da onu şehid etmek niyetiyle Medine’den Şama getirtmiş, ama henüz ilahi takdirin vakti dolmadığından, hiçbirinde başarılı olamamış ve iğrenç emelini gerçekleştirememişti.
Ancak İmam Sadık (a.s) imametinin son yıllarında Abbasi halifesi Mansur”un baskılarına maruz kalarak zor günler geçirdi. Ümeyye oğulları tarafından Şii seyyitlere yapılmayan zulümler Abbasiler eliyle yapıldı. Onun emriyle Şiiler grup grup yakalanıp, karanlık hapislerde işkencelerle hayatlarına son verildi. Bir kısmının başını kesip bir kısmını diri diri toprağa gömdürdü. Bazılarını binaların temeline yahut duvarların arasında bırakarak saraylar yaptırdı.
Mansur, altıncı İmam”ın Medine”de yakalanmasını emretti. (Daha önce Abbasi halifesi Seffah”ın emriyle de yakalanıp Irak”a götürülmüştü. Ondan daha önce beşinci İmam”la birlikte Dimeşk”e götürülmüştü).
Şehadet
Bir süre İmam”ı göz altında sakladılar. Defalarca onu öldürmek istediler ve ihanetler ettiler. Bilahare Medine”ye dönüş iznini verdiler. İmam Medine”ye döndü. Denilebilir ki geri kalan ömrünü takiyye ve inzivada geçirdi. Sonunda Mansur”un emriyle zehirlenip şehit edildi.
İmam Caferi Sadık’tan 40 Hadis
1- “Velayetin (yöneticiliğin) haram kısmı, zalim yöneticinin velayetidir ve en yükseğinden en alt makamına kadar onun tarafından (yöneticilik makamına) tayin edilen kimselerin yöneticiliğidir. Yönetici olarak onlar için çalışmak ve onlarla ticaret yapmak haramdır ve bu iş meşru değildir. Bunu yapan adam, yaptığı iş ister az olsun ister çok, bu işinden dolayı azaba uğrayacaktır. Çünkü onlara (zalim yöneticilere) her çeşit yardımda bulunmak büyük bir günahtır. Bunun sebebi ise şudur: Zalim yöneticinin yöneticiliğinde hak olan her şey ayak altına alınır ve batıl olan her şey de dirilir; zulüm sitem ve fesat aşikar olur. (İlahi) kitaplar iptal edilir; peygamber ve müminler öldürülür; camiler yıkılır, Allah’ın sünnet ve şeriatı değiştirilir. Bu yüzden onlarla çalışmak, onlara yardımda bulunmak ve onlarla ticaret yapmak haramdır; ancak kan ve murdarı yemek kadar bir zaruret söz konusu olursa, o başka”.
2- “İlmi olmayanı mutlu saymak, sevgi ve muhabbeti olmayanı övmek, sabırlı olmayanı kamil saymak, ulemayı kınamaktan ve onlara dil uzatmaktan kaçınmayan kimseye dünya ve ahiret hayrı ümit etmek doğru ve uygun değildir. Akıllı adamın, sözüne güvenilmesi için doğru konuşan olması, nimetin çoğalmasını hakketmesi için de şükreden olması gerekir.”
3- “Ömer bin Hanzele şöyle diyor: “İmam Cafer Sadık (a.s)’a, ashabımızdan olan iki şahsın arasında bir borç veya miras hakkında anlaşmazlık vardır, mahkeme için sultana ve hakimlere (zalim yönetici veya onlar tarafından tayin edilen kadılara) başvuruyorlar; acaba bu amel câiz midir? İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Kim onlara hak veya batıl bir meselede başvurursa, tağuta başvurmuştur; onun yararına hükmettiği şey kesin hakkı bile olsa haramdır. Çünkü tağutun hükmüyle onu almıştır. Allah (c.c) buyurmuştur ki: “Tağutun önünde muhakeme olmayı isterler, oysa onlar onu reddetmekle emr olunmuşlar.”[ [1] – Nisa/60.] Öyleyse ne yapsınlar? dediğimde şöyle buyurdular: “Bizim hadislerimizi rivayet eden, helalımızı ve haramımızı bilen ve hükümlerimizden haberdar olan birisini bulsunlar, ben onu size hakim kıldım.”
4- “Kadılar dört kısımdır; üç kısmı cehennemde, bir kısmı da cennettedir:
a) Bilerek haksız yere hüküm veren kimse cehennemdedir.
b) Bilmeyerek haksız yere hüküm veren kimse cehennemdedir.
c) Bilmeyerek hakka hüküm veren kimse cehennemdedir
d) Bilerek hakka hüküm veren kimse ise cennettedir.”
5- “Erkek, hanımına karşı üç şeye riayet etmelidir: Hanımının muhabbet ve ilgisini kazanmak için onunla uyum sağlamak; ona karşı güzel ahlaklı olmak; onun gözünde güzel görünmek ve refahını sağlamakla kalbini elde etmek.
Kadın da kocasına karşı şu üç şeye riayet etmesi gerekir: Kocasının tüm hallerde güvenini sağlayacak şekilde kendisini kötülüklerden korumak; muhtemel hatalarının affedilmesi için sürekli kocasının hakkını gözetmesi; tatlı dil ve çekici tavırlarıyla kocasına olan sevgisini bildirmesi.”
6- “Ölümden sonra insan için ancak üç yolla sevap yazılır: Hayatında ölümünden sonra da devam edecek bir sadaka-i cariye (cami, köprü vb. şeyler) geriye bırakmak; kendisinden sonra amel edilecek bir sünnet-i hasene (güzel bir gelenek) bırakmak ve kendisine dua edecek salih bir evlat yetiştirmek.”
7- “Müslüman’ın, Müslüman kardeşi üzerindeki hakkı şunlardır: Karşılaştığında selam vermek, hastalandığında ziyaret etmek, gıyabında hayrını istemek, aksırdığında “Yerhamukellah” (Allah sana rahmet etsin) demek, davet ettiğinde davetini kabul etmek ve öldüğünde onu teşyi etmek (uğurlamak).”
8- “Mümin, müminin kardeşidir; müminler tek bir gövde gibidirler; eğer bir tarafı ağrırsa ağrısını diğer organlar da hisseder. Müminlerin ruhları da bir ruhdandır; müminin ruhunun Allah’a bağlılığı, güneş ışınlarının güneşe bağlılığından daha şiddetlidir.”
9- “Dostluk ancak had ve sınırlarıyla gerçekleşir; kim bu had ve şartların hepsine veya bunlardan bazısına riayet ederse gerçek bir dost olur; aksi takdirde böyle bir kimsenin dostluğunu dostluk sayma. Bu had ve sınırların birincisi, içte ve dışta sana karşı aynı olmasıdır. İkincisi, senin ziynetini (iyiliğini) kendi ziyneti ve senin kötülüğünü de kendi kötülüğü bilmesidir. Üçüncüsü, bir makam veya servete ulaştığında sana karşı durum ve tavrının değişmemesidir. Dördüncüsü, gücü yettiği bir şeyi senden esirgememesidir. Bu hasletlerin hepsinden kapsamlı ve üstün olan beşincisi de musibet ve sıkıntılarda seni yalnız bırakmamasıdır.”
10- “Suçlanacak yerde duran kimse, kendisine kötü zanda bulunan kimseyi kınamamalıdır. Sırrını saklayan kimsenin yetkisi daima kendi elinde olur. İki kişiyi geçen her söz ifşa olur. Kardeşinin yaptığını iyiye yorumla; sözüne iyi bir tevil bulduğun müddetçe onu kötüye yorumlama. Dürüst olan kardeşleri elden kaçırma; çünkü onlar, varlıkta azık belada ise siperdirler. Allah’tan korkan kimselerle istişare et. Kardeşlerini takvaları miktarınca sev. Kötü kadınlardan çekin, iyilerinden de kork; (kadınlar) sizi iyi işe emrederlerse, kötü işte size meyletmemeleri için onlara muhalefet edin.”
11- “Boş konuşma; münasip bir yer bulmadıkça da yararlı sözleri söyleme. Nice konuşanlar vardır ki, yararlı ve hak sözü yersiz söylediği için incinmiştir. Akılsız ve olgun kimseyle çekişme. Çünkü olgun kimse, sana galip gelir; akılsız ise seni helak eder. Kardeşinin gıyabında, hakkında söylenmesini sevdiğin şeyin en güzelini onun hakkında söyle; çünkü amel, işte budur. İşlerde, iyiliğine karşı mükafat alacağını ve suçlarına karşı da hesaba çekileceğini bilen bir kimse gibi amel et.”
12- “Kim dünyada zahit olursa, Allah hikmeti onun kalbine yerleştirir, dilini onunla açar, dünyanın zararlarını, dert ve dermanlarını ona gösterir ve onu dünyadan esenlik evine salim olarak götürür.”
13- “İnsanlar (kıyamet günü) sırat köprüsü üzerinden çeşitli şekillerde geçerler; Sırat köprüsü kıldan ince ve kılıçtan keskindir… Bazıları sürünerek, bazıları yürüyerek, bazıları da vücutlarının bir kısmını ateş yakacak şekilde asılarak geçerler.”
14- “Şaka yapmaktan sakının. Çünkü şaka yapmak, düşmanlık doğurur; aynı zamanda küçük bir sövüştür de.”
15- “Basiretsiz (körü körüne) amel eden kimse doğru yoldan yürümeyen kimseye benzer; süratle gidişi, onu hedefinden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.”
16- “Ey Cundeb oğlu! Müminlere zulmün dışında, diğer bütün günahlar bağışlanır. Gösteriş için yapılan amellerin dışında diğer bütün hayır ameller kabul edilir.”
17- “Halkı güzel amellerinizle iyiliğe davet edenlerden olun, dilinizle değil. Halk sizin çabanızı, doğruluğunuzu ve haramlardan sakınmanızı görmelidir.”
18- “Ey Cundeb oğlu! Kazandığı maldan kendisini mahrum bırakan, başkası için toplamaktadır. Heva ve hevesine uyan düşmanına uymuştur. Kim Allah’a güvenirse Allah ona, dünya ve ahiret işlerinde yeter ve gıyabında onun her şeyini korur. Her belaya karşı sabır, her nimete şükür ve her zorluğa çözüm yolu hazırlamayan kimse aciz kalır.
Evladına ve malına gelecek her bela ve musibete karşı sabretmeye çalış. Çünkü Allah sabır ve tahammülünüzü denemek için emanet ve bağışını geri alır. Günah işlemeye cesaretlendirmeyecek şekilde Allah’a ümitli ol ve Allah’ın rahmetinden de ümit kesmeyecek şekilde O’ndan kork. Cahilin övgü ve sözlerine asla aldanma. Zira bu, kibirlenip sonra ululanmana ve amelinle övünmene sebep olur. Gerçekten en iyi amel ibadet ve (bunun da yanında) tevazudur.”
19- “Müminde şu sekiz haslet olmalıdır: Buhranda (fitnelerde) ağırbaşlı, belada sabırlı, varlıkta şükredici, Allah’ın verdiği rızka kanaat eden, düşmanlara (bile) zulmetmeyen, dostlara yük olmayan, bedeni kendisi tarafından zahmette, insanlar ise ondan taraf rahatlıkta olmalı.”
20- “Alimin bir günahı bağışlanmadan, cahilin yetmiş günahı bağışlanır.”
21- “Zenginlikte azma; yoksullukta sabırsızlık etme. Katı ve taş yürekli olma; çünkü böyle olursan halk sana yaklaşmaktan hoşlanmaz. Gevşek ve zayıf da olma; zira seni tanıyan tahkir eder. Kendinden üstte olana karşı düşmanlık yapma; senden aşağıda olanla da alay etme. İşlerde, o işin ehliyle çekişme (işi ehline bırak). Akılsızlara itaat etme. Herkesin yanında kendini küçültme. Yükünü başkasının üzerine yükleme. Bir işin içerisinde kalıp pişman olmadan önce, o işin giriş ve çıkış yolunu öğrenmek için dur, düşün (sonra başla). Kalbini ortak olduğun bir yakın ve amelini peşinden gittiğin bir baban, nefs-i emmareni mücadele ettiğin düşman ve (sahibine) geri vereceğin emanet kabul et. Sen kendi nefsinin doktoru kılınmışsın, sıhhat alameti sana öğretilmiş, dert ve dermanın sana açıklanmıştır. Öyleyse kendine nasıl bakacağına dikkat et.”
22- “Kim, kendisini ateşten kurtarmaktan başka bir endişeyle sabahlarsa, büyük bir meseleyi küçük saymış ve Rabbinin vereceği az bir kâra meyletmiştir. Kim müslüman kardeşine hile yapar, onu tahkir eder ve onunla kavga yaparsa, Allah onu cehenneme sokar. Kim bir mümine haset ederse, tuzun suda eridiği gibi onun da imanı öylece kalbinde erir.”
23- “Halkın seni iyi adam bilmeleri için onların gözü önünde sadaka verme. Böyle yaparsan mükafatını almış sayılırsın. Sağ elinle bağışta bulunduğun zaman sol elinin haberi olmamalıdır. Çünkü Allah için gizlice verdiğin sadakadan dolayı Allah, halkın verdiğin sadakadan habersiz kalmasının sana zararı ulaşmayacağı bir gün (kıyamet günü) şahitlerin gözü önünde seni mükafatlandıracaktır.”
24- “Lokman’ın oğluna tavsiyelerinden bazıları şunlardı: “Ey oğlum! İşlerinde ağırbaşlı olmaya çalış; Müslüman kardeşlerinin doğurduğu müşkülatlar karşısında nefsine sabrı yükle. Eğer dünya izzetini elde etmek istiyorsan, halkın elinde olan şeylerden tamahını kes; peygamberler ve doğru insanlar, insanlardan tamah gözlerini keserek o yüksek makamlara ulaştılar.”
25- “Bizi tanıyan her Müslüman’ın, her gece ve gündüz amellerine bakması ve kendisini hesaba çekmesi gerekir. Eğer yaptığı işlerin iyi olduğunu görürse, o işi daha da çoğaltmalıdır; ama eğer kötü olduğunu görürse kıyamet günü rezil olmaması için yaptığı kötü işlerden tövbe etmelidir.”
26- “Ey Nu’man oğlu! Eğer kardeşinin seninle samimi dost olmasını istiyorsan onunla şaka yapma, münakaşa etme, ona karşı övünme ve ona karşı düşmanlık gütme. Sırlarını dostuna açıp söyleme; ancak düşmanın haberdar olmasıyla sana zararı olmayacak sırlar olursa o başka; çünkü dostun da bir gün düşman olabilir.”
27- “Üç şeye rağbet göstermeyen üç şeye duçar olur: Uzlaşmaya rağbet göstermeyen yardımcısız kalır, hayır işe rağbet göstermeyen pişman olur, arkadaşlarını çoğaltmaya rağbet göstermeyen zarar görür.”
28- “Ey Cundeb oğlu! Ameline güvenen helak olur, Allah’ın rahmetine güvenerek günahlara cür’et eden kurtulamaz.” Öyleyse kim kurtulur? diye sorduğumda buyurdular ki: “Ümitle korku arasında olan kimseler kurtulur; bunların kalpleri mükafatın hevesinden ve azabın korkusundan sanki bir kuşun pençesine asılmış gibidir.”
29- “İyilik kendi ismi gibi iyidir. İyilikten, sevabı hariç daha üstün bir şey yoktur, amelden de iyi olan onun mükâfatıdır. İyilik etmek, Allah’ın, kuluna verdiği bir hediyedir. Her iyilik yapmak isteyen onu yapamaz; gücü yeten herkes de buna muvaffak olamaz. Allah bir kula lütufta bulunmak isterse ona iyilik yapma isteğini, gücünü ve muvaffakiyetini verir. İşte burada, iyilik yapmak isteyen için saadet ve yücelik tamamlanır…”
30- “Mümin kardeşinin ihtiyacını karşılamak için adım atan bir kimse, Safa ve Merve arasında sa’y eden kimse gibidir. Onun ihtiyacını karşılayan bir kimse de Bedir ve U-hud savaşında Allah yolunda kanına boyanan kimse gibidir.
Allah hiçbir ümmeti, fakir kardeşlerinin haklarını küçümsemedikleri müddetçe helak etmemiştir.”
31- “Allah, bazı kavimlere nimetler verir, şükretmeyince, o nimetler onlara vebal olur; bazı kavimleri musibetlere duçar kılar, sabredince o musibetler kendilerine nimet olur.”
32- “Kul, günahı gizli olarak işlerse, yalnız yapana zarar verir; ama açıkta işler ve önlenmezse (o zaman) topluma zarar verir.”
33- “Aklı olmayan, ıslah olmaz. İlmi olmayan, anlayamaz. Anlayan, nezaketli olur. Halim ve olgun olan, muzaffer olur. İlim siperdir. Doğruluk izzettir. Cehalet zillettir. Anlayış ululuktur. Cömertlik başarıdır. Güzel ahlak, dostluğa yol açar. Zamanını tanıyana, şüpheler saldırmaz. Sağduyu, zannın kandilidir. Allah, kendisini tanıyanın dostudur ve O’nu tanımadığı halde tanıyor gibi görüneninin de düşmanıdır. Akıllı insan bağışlayıcı, cahil ise gaddar olur. Saygı görmek istiyorsan, yumuşak davran. Hakir olmak istiyorsan, haşin ol. Asaletli olanın, kalbi yumuşak olur. Haşin olanın, kalbi katı olur. Vazifesini yapmada kusur eden, uçuruma düşer. İşin sonundan endişesi olan, bilmediği şeyde ihtiyatlı davranmalıdır. Bilmeyerek bir işe teşebbüs eden, kendi burnunu yere sürter (zillete duçar olur). İlmi olmayan, anlamaz; anlamayan kurtulmaz; kurtulmayan, kıymetli olmaz; kıymetli olmayan ezilir; ezilen çok kınanır; böyle olan bir kimseye ise pişmanlık yakışır.”
34- “Babalarınıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik etsinler. Halkın hanımlarına karşı iffetli davranın ki, hanımlarınız da iffetli olsunlar.
35- “Seninle ilişkisini kesenle ilişki kur. Seni mahrum bırakana bağışta bulun. Sana kötülük yapana iyilik yap. Sana küfredene selam ver. Düşmanlık yapana karşı insaflı davran. Zulmedeni affet; nitekim sen de affedilmeği seversin. Allah’ın seni affetmesinden ibret al. Güneşin hem iyi hem de kötü insanlara doğduğunu ve yağmurun da hem salih hem de suç işleyenlere yağdığını görmüyor musun?”
36- “Üç çeşit insandan kork: Hain, zalim ve laf taşıyan. Çünkü senin için (başkasına) hıyanet eden, sana da eder; senin için (başkasına) zulüm eden sana da zulüm eder; sana laf taşıyan senden de söz götürür.”
37- “ Allah, kitabından bir harfin (ayetin) okunmasını dinleyen kimse için bir hasene (sevap) yazar, bir günahını siler ve onu bir derece yükseltir.”
38- “Evli bir kimsenin kıldığı iki rekat namaz, bekârın kıldığı yetmiş rekattan daha üstündür.”
39- “Ailesinin geçimini sağlamak için çalışan, Allah yolunda cihat eden kimse gibidir.”.
40- İmam (a.s), ölüm anında etrafında toplanan akrabalarına bakıp şöyle buyurdular: “Namazı hafif sayan, bizim şefaatimize ulaşmayacaktır.”
İmam Sadık’ın İlmi Mevkisi
İmam Sadık (a.s)”ın dönemi; İslâmî düşünce, medeniyet ve kültür ile diğer milletlere ait medeniyet, kültür ve inançlar arasında geçen ilmî etkileşim ve gelişim asrı olma özelliğini taşımaktadır. Bu dönemde, tercüme alanında hızlı bir gelişme oldu. Felsefe ve diğer ilimlerle ilgili birçok kitap yabancı dillerden Arapça”ya çevrildi. Müslümanlar bu ilimlere karşı büyük ilgi gösterdiler ve onlarla ilgili tartışma ve araştırmalara daldılar. Birtakım ıslâh ve eklemelerle o ilimlerin genişleme ve derinleşmesine vesile oldular. Böylece İslâm toplumunda, ilmî ve kültürel alanda bir Rönesans dönemi başlamış oldu ve büyük bir hızla yayılan ilmî araştırmalar sonucu Müslümanlar, tıp, astronomi, kimya, fizik, matematik vb. ilim dallarında önemli ilerlemeler kaydettiler. Bu arada mantık, felsefe, düşünce ve inanç ilkelerini ihtiva eden kitaplar Yunanca, Farsça ve diğer dillerden Arapça”ya tercüme edildi ve Müslümanlar yeni felsefî düşünce ve inanç çizgileriyle aşina oldular.
Açıktır ki, bu medeniyet ve kültür etkileşimi sonuçsuz kalamazdı. Sonuçta Müslümanlar arasında birtakım inkârcılığa dayalı yeni düşünceler, şüpheler ve kelâmî fırka ve inançlar belirmeye başladı. İşte böyle bir hengâmede İslâmî düşünce, kuvvetli inanç mekanizmasıyla bu batıl anlayışlarla savaşa girişmiş, ciddî bir ilmî ve kültürel çekişmeden sonra bütün batıl inançları kendi önünde eğilmeye mecbur etmiş ve sel gibi İslâm toplumuna akan bu batıl anlayışların önüne set çekmiştir. Bu ilmî ve fikrî çekişmeler, etkileşimler ve gelişimler İmam Sadık (a.s) dönemine denk gelmiştir. O dönemde İslâm toplumu değişik sahalarda meydana gelen birçok gelişmeler sonucu siyasî, toplumsal ve ekonomik alanda birçok problemle karşı karşıya kaldı ki bu meselelerin hepsine, İslâm anlayışına göre cevap vermek kaçınılmaz gerçeklerden biriydi. Neticede İslâm alimleri daha faal olmak durumunda kaldılar ve doğal olarak değişik fıkhî mezhepler ortaya çıktı. Bütün bu anlatılanlar göz önüne alındığında, İmam Sadık (a.s) dönemindeki fikrî, kültürel ve ilmî ortamın genel görüntüsünü zihinde canlandırmak mümkündür.
O dönemin ilmî ve kültürel vaziyetini genel hatlarıyla tanıdıktan sonra şimdi İmam Sadık (a.s)”ın bu ortamdaki etkili rolünü açıklayabiliriz.
İmam Sadık (a.s)”ın İlmî Makamı
İmam Sadık (a.s), işte böylesi bir ilmî, fikrî, kültürel ve akidevî çekişmenin yaşandığı bir ortamda hiçbir ilim ve marifet erbabının karşı koyma imkânı olmayan bir dinî lider ve ilim ve irfan makamı olarak kendi ilmî ve akidevî sorumluluklarını yerine getiriyor, ilim ve irfan çeşmeleri fışkıran kimsenin ulaşamayacağı bir zirve misali, kendi dönemindeki ilim ve irfan erbabını marifet ve ilim nuruyla aydınlatıyor ve İslâm binasının sarsılmaz temelini oluşturuyordu.
Böylece zalimlerin ve birtakım saray kulu tarihçilerin, İmam (a.s)”ın şahsiyetini karalamak için gösterdikleri daimî çabalara rağmen, İmam (a.s)”ın şahsiyeti parlak bir yıldız gibi İslâm semalarında parlamaya devam etmekte ve İslâm dinin ilmî merciliğini korumaktaydı.
İmam Sadık (a.s), babaları vasıtasıyla Allah Resulü”nden aldığı ilim ve irfan ile ilâhî bir önder olarak dinin korunması ve yayılması hususundaki vazifesini yerine getirmekteydi. O, Mescid-i Nebevî”de büyük bir Ehl-i Beyt okulu kurmak için babası İmam Muhammed Bâkır (a.s) ile birlikte çalıştı. Böylece İmam Muhammed Bâkır (a.s) ve Cafer Sadık (a.s) o dönemdeki fakih, müfessir ve muhaddislerle birlikte çeşitli ilim erbabına İslâmî ilimleri öğretmeye başladılar ve tefsir, hadis, ahlâk ve inanç gibi İslâmî ilimlerin yanı sıra, diğer mevzularda bile o dönemin büyük bilim adamlarının müracaat ettiği yegane merci hâline geldiler. İmam Bâkır (a.s) ve İmam Sadık (a.s) İslâmî ilimleri yaymada o kadar çaba harcamışlardır ki, hiçbir İslâm büyüğünden tefsir, hadis, fıkıh ve ahlâk gibi İslâmî mevzularda bu iki imamdan geldiği kadar bilgi bizlere ulaşmamıştır. Büyük fakihler fıkhı bu iki imamdan öğrenmişlerdir, büyük muhaddisler hadisi bu iki imamdan almışlardır, büyük ilim ve irfan erbabı ilim ve irfan hususunda bu iki imam huzurunda diz çökmüşlerdir. Bu iki imamın gayretleri sonucunda ilim ve marifet ağacı her yere köklerini ulaştırmayı başardı. Bundan dolayı görüyoruz ki dönemin bütün büyük alimleri, fakihleri, muhaddisleri, kelâmcıları, filozofları ve hatta tabiat bilginleri bile, İmam Sadık (a.s)”ın yüce ilmi karşısında saygıyla eğilmiş ve onun ilimdeki yüce mevkiini itiraftan kendilerini alamamışlardır.
Bizim böylesi bir kısa yazıda, İmam Sadık (a.s)”ın ilmî makamını beyan eden din büyüklerinin ve ilim erbabının söylediklerinin hepsini nakletmemiz imkânsızdır. Bunun kendisi ciltlerce kitap yazmayı gerektirir. Dolayısıyla biz sadece birkaç bariz örneğine işaret etmekle yetineceğiz.
Ehl-i Beyt mektebinin önde gelen kelâmcılarından olan Şeyh Müfit (r.a) diyor ki: İmam Bâkır (a.s)”ın vefatından sonra, çocukları arasından İmam Sadık (a.s) imamet makamına ulaştı. İmam Sadık (a.s), ister Şia, ister Sünnî toplumu nezdinde kardeşleri arasında fazilet ve ilim bakımından en iyi, en tanınmış ve en seçkin olanıydı. İmam Sadık (a.s)”dan naklen bütün İslâm âlemine yayılan ilim ve irfan, İmam”ın kardeşlerinin hiçbirinden nakledilmemiştir. Çeşitli görüş ve meşreplere sahip olan hadis bilginleri, İmam”dan ilim istifade eden kimselerin isimlerini kaydederken aşağı yukarı dört bin kişinin adını kendi kitaplarında nakletmişlerdir.[1]
Yine Ehl-i Beyt mektebinin büyük şahsiyetlerinden Seyyid Muhsin el-Emin diyor ki: Hafız bin Ukde ez-Zeydî Rical kitabında, İmam Sadık (a.s)”dan hadis nakleden dört bin güvenilir kişinin adını ve yazdıkları eserleri nakletmiştir.[2]
Yine Necaşî, Rical kitabında Ali bin Veşşa”dan şöyle naklediyor: Küfe mescidinde dokuz yüz din bilgini gördüm ki hepsi de ‘İmam Sadık (a.s) bize şöyle hadis nakletmiştir” diye söze başlıyorlardı. İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyuruyordu: ‘Benim hadisim babamın hadisidir; babamın hadisi, büyük dedemin hadisidir; büyük dememin hadisi ise, Ali bin Ebu Talib”in hadisidir; Ali bin Ebu Talib”in hadisi ise, Resulullah (s.a.a)”in hadisidir, Resulullah”ın hadisi ise Allah Teala”nın sözüdür.” [3]
Yine İbn-i Şehraşub, Menakıb-ı Âl-i Ebî Talib adlı kitabında, Ebu Nuaym”in el-Hilye adlı kitabından naklen demiştir ki: Ömer bin Mıkdam şöyle demiştir: ‘İmam Cafer Sadık”a baktığımda simasından onun peygamberler sülâlesinden olduğunu anlardım. İçinde onun sözü bulunmayan fıkıh, hadis, nasihat ve hikmet gibi alanlarda yazılan bir kitap yoktur. Mutlaka bu gibi eserlerin tamamı ‘Cafer Sadık şöyle buyurmuştur” diye söze başlarlar. Bunu, Ehl-i Sünnet”in önde gelen tefsircilerinden olan Nakkaş, Sa”lebî, Kuşeyrî ve Kazvinî kendi tefsirlerinde nakletmişlerdir.” [4]
Yine İbn-i Şehraşub, Ebu Nuaym”in el-Hilye adlı eserinden şunları nakletmiştir: İmam Cafer Sadık (a.s)”dan hadis nakledenler arasında Malik bin Enes, Şu”be bin Haccac, Sufyanî Sevrî, İbn-i Cerih, Abdullah bin Ömer, Ruh bin Kasım, Süfyan bin Uyeyne, Süleyman bin Bilâl, İsmail bin Cafer, Hatem bin İsmail, Abdulaziz bin Muhtar, Veheb bin Halid, İbrahim bin Tahan vb. büyükler bulunmaktadır.
Sonra İbn-i Şehraşub şöyle devam etmiştir: Yine Ebu Nuaym demiştir ki: ‘Muslim de kendi Sahih”inde İmam Sadık (a.s)”dan hadis nakletmiş ve İmam”ın hadisiyle delil getirmiştir.”
Sonra İbn-i Şehraşub başkalarının da; İmam Malik, Şafiî, Hasan bin Salih, Ebu Eyyub Sistanî, Ömer bin Dinar ve Ahmed bin Hanbel, İmam Sadık (a.s)”dan hadis nakletmişlerdir. dediklerini vurgulayarak Malik bin Enes”in İmam Sadık hakkındaki: İlim, amel, takva, fazilet ve ibadette, İmam Sadık (a.s)”dan daha üstün birisini hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş ve hiçbir düşünce tasavvur dahi etmemiştir. sözüne yer vermiştir.[5]
Meşhur tarihçi Yakubî ise, İmam Cafer Sadık”ı şöyle tanıtmıştır: O, Allah”ın dini konusunda halkın en üstünü ve en bilgilisiydi. O öyle birisiydi ki, ilim ehli ondan bir şey naklettiklerinde; ‘Alim şöyle buyurmuştur” diyorlardı. [6]
Yirminci Yüzyıl Ansiklopedisinin yazarı, Ferid Vecdî ise, İmam Sadık (a.s)”dan bahsederken şöyle demiştir: Ebu Abdullah Cafer ibn-i Muhammed es-Sadık, İmamiyye mezhebine göre On İki İmamların altıncısıdır. O, Peygamber”in Ehl-i Beyt”inin önde gelen büyüklerinden biridir. Ona konuşmasındaki doğruluğundan dolayı ‘Sadık” lakabını vermişlerdir. O, insanların en faziletlilerindendi. Onun kimya dalında birtakım makaleleri vardır.[7]
Ferid Vecdî sözlerinin devamında şöyle diyor: İmam Sadık”ın öğrencisi Cabir bin Hayyan, İmam Sadık (a.s)”ın risalelerini içeren bin sayfalık bir kitap yazmıştır. Bu risaleler beş yüz makaleden oluşmaktaydı.[8]
Ebu”l-Feth Şehristanî ise, el-Milel ve”n-Nihel adlı eserinde İmam hakkında diyor ki: O, din hakkında çok geniş bir ilme sahipti. Hikmette, kâmil edep sahibiydi. Dünyaya ilgisizlik ve isteklerinin önünü almada herkesten ileriydi. O, Medine şehrindeyken kendine meyleden dostlarına ilim ve hikmet sırlarını öğretiyordu. O, daha sonra Irak”a gitmek zorunda bırakıldı. Hükümetin ona olan suizannından dolayı bir müddet Irak”ta nezaret altında kaldı. Oysa o, hükümeti ele geçirmek için hiç kimseyle mücadele etmedi. O, şöyle diyordu: İlim ve hikmet deryasında yüzen birisinin, kokuşmuş su birikintisine ne ihtiyacı var?! Hakikat kalesinin zirvesine yükselmiş birisinin düşmekten ne korkusu olabilir?![9]
El-Ezher Üniversitesi”nin üstatlarından Muhammed Ebu Zühre, İmam Sadık adlı kitabının giriş bölümünde o hazret hakkında şöyle diyor: Ehl-i Sünnetten yedi alimi tanıtan kitaplar yazdıktan sonra Allah”ın yardımıyla İmam Sadık (a.s) hakkında bir kitap yazmaya karar verdim. Onun hayatına diğerlerinden sonra başlamamın nedeni, onun makamının onlardan eksik olması değildir. Aksine o, onların yedisinin de üstünlüğüne sahip olmakla birlikte onların en üstününden daha üstündür. Ebu Hanife, ondan hadis naklediyor, onu halkın en bilgilisi ve fakihlerin en kapsamlı ilim sahibi olarak görüyordu. İmam Malik, onun hadis ve diğer ilim derslerine hazır oluyordu. Onun Ebu Hanife”ye de üstatlık etme üstünlüğü vardır. Sadece Ebu Hanife ve Malik”in üstatlığını yapması, onun ne kadar büyük bir şahsiyet olduğunu göstermeye yeterlidir. O, bir eksiklikten dolayı kimseden geri bırakılamaz, bir kimse de bir üstünlükten dolayı ondan öne geçirilemez. Bundan daha önemlisi o, ilim, şeref, dindarlık ve takvada Medine”nin büyüğü olan Zeynelabidin”in torunudur. İbn-i Şahabî, Zührî ve tabiînden birçoğu ona öğrencilik etmişlerdir. O, ilim deryasını yarıp safına ulaşan Muhammed Bâkır (a.s)”ın oğludur. Allah Teala onda, Haşimî ve Muhammed (s.a.a)”in Ehl-i Beyti”nden olması hesabiyle hem zatî, hem de izafî şerefi toplamıştır.[10]
Kaynaklar:
[1]- İrşad, s: 370.[2]-Ayan-uş-Şia, c:1, s:161, Seyit Muhsin El-Emin.[3]-Ayan-uş-Şia, c:1, s:161, Seyit Muhsin El-Emin.[4]-Menakibi Al-i Ebi Talip, 4-247. İbn-i Şehr-i Aşub.
[5]-Menakibi Al-i Ebi Talip, 4-247. İbn-i Şehr-i Aşub.
[6]-Tarihi Yakubi, 2- 381, Ahmet İbn-i Ebu Yakup.[7]-20. y. Yıl Ansiklopedisi 3-109, Muhammed Ferid Vecdi.
[8]-20. y. Yıl Ansiklopedisi 3-109, Muhammed Ferid Vecdi.
[9]-El- Milel ve’n- Nihel, c:1, s:147.
[10]- el- İmam es-Sadık s:3 Muhammed Ebu Zuhre.
RenkliWEB / Kültür/Sanat / Din Kültürü / İmam Cafer-i Sadık Hayatı
KAYNAKLAR
1- Tuhaf’ul- Ukul, s. 683.
2- Tuhaf’ul- Ukul, s. 747. H:. 70.
3- Vesail’uş- Şia, c. 18, s. 99.
4- Tuhaf’ul- Ukul, s. 749.
5- Tuhaf’ul- Ukul, s. 665.
6- Tuhaf’ul- Ukul, s. 743.
7- Usul-u Kafi, c. 2, s. 171.
8- Usul-u Kafi, c. 2, s. 166.
9- Tuhaf’ul- Ukul, s. 753. H. 90.
10- Tuhaf’ul- Ukul, s. 755. H. 103.
11- Tuhaf’ul- Ukul, s. 781. H. 175.
12- Bihar’ul- Envar, c. 73, s. 48.
13- Ravzat’ul- Vaizin, s. 499.
14- Tuhaf’ul- Ukul, s. 779. H. 172.
15- Tuhaf’ul- Ukul, s. 741.
16- Tuhaf’ul- Ukul, s. 625.
17- Usul-u Kafi, c. 2, s. 105.
18- Tuhaf’ul- Ukul, s. 625.
19- Usul-u Kafi, c. 1, s. 47.
20- Usul-u Kafi, c. 1, s. 47.
21-Tuhaf’ul- Ukul, s. 627.
22- Tuhaf’ul- Ukul, s. 621.
23- Tuhaf’ul- Ukul, s. 629.
24- Bihar’ul- Envar, c. 13, s. 419-420.
25- Tuhaf’ul- Ukul, s. 617.
26- Tuhaf’ul- Ukul, s. 643.
27- Tuhaf’ul- Ukul, s. 657. H. 32.
28- Tuhaf’ul- Ukul, s. 621.
29- Bihar’ul- Envar, c. 78, s. 246.
30- Tuhaf’ul- Ukul, s. 623.
31- Bihar’ul- Envar, c. 78, s. 241.
32- Kurb’ul- İsnad, s. 26.
33- Tuhaf’ul- Ukul, s. 731.
34- Bihar’ul- Envar, c. 78, s. 242.
35- Tuhaf’ul- Ukul, s. 629.
36- Tuhaf’ul- Ukul, s. 651.
37- Uddet’ud- Dai, s. 270.
38- Bihar’ul- Envar, c. 103, s. 219.
39- Vesail’uş- Şia, c. 12, s. 43.
40- Vesail’uş- Şia, c. 3, s. 17.
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-evliyâ, cild-3, sh-192
2) Tezkiret-ül-huffâz, cild-1, sh-166
3) Kâmûs-ul-a'lâm, cild-3, sh-820
4) Tabakât-ı İbn-i Sa'd, cild-5, sh-187
5) Vefeyât-ül-a'yân, cild-1, sh-327
6) Şezerât-üz-Zeheb, cild-1, sh-220
7) Mu'cem-ül-müellifîn, cild-3, sh-145
8) Sıfat-üs-safve, cild-2, sh-94
9) Miftâh-us-se'âde, cild-1, sh-15, 343, cild-2, sh 39, 202, 538, 549, cild-3, sh-94, 138, 140, 154, 300
10) El-A'lâm, cild-2, sh-126
11) Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye, sh-994
12) Fâideli Bilgiler, sh-42, 72, 156
13) Eshâb-ı Kirâm, sh-111, 114,319
14) Şevâhid-un-nübüvve, cüz 7, sh-11