MİLLÎ MÜCADELE’DE YUSUF AKÇURA’NIN FAALİYETLERİ
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ 01 Ocak 1970
Son yüzyıllık tarih dilimi içinde ismi sıkça duyulan entelektüel bir kimliğe sahip olan ve cumhuriyetin kurucuları arasında TBMM’deki yerini alan Yusuf Akçura’nın, Türk Tarih Kurumu’nun kurulması ve başkanlığına giden yolda Milli Mücadele’nin askeri ve diplomatik safhasında almış olduğu rolün değerlendirilmesi fayda sağlayacaktır. Döneme ilişkin bu hizmetlerinin de Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay ATASE Başkanlığı arşiv belgeleri içinden çıkmış olması Akçura’nın biyografisine dair bir takım önemli katkılar yapmaktadır. Halide Edip ve Yakup Kadri gibi önemli isimlerin cephede görev alma istekleri Akçura’nın etkisi doğrultusunda fiilen gerçekleştiği savunulabilir. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın, muharebeler sırasında eğitime verdiği önemin ve Büyük Taarruz’dan hemen sonra milli iktisadi kalkınma konusundaki bilinen duyarlığı, İzmir İktisat Kongresi’nden 3 ay önce bu konuda Akçura’nın kürsüdeki etkileyiciliğini de dikkate alarak hareket ettiğini gösteriyor. Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal Paşa’nın belirli konularda çalışma arkadaşı ve fikir açısından yanında yer alan birisi olarak Akçura’nın, karizmatik lider olarak ifade ettiği Paşaya bakışı ise bir aydının gözü ile Mustafa Kemal Paşa’yı göstermektedir.
Giriş
Milli Mücadele ve bunun doğal sonucu olan Türkiye Cumhuriyeti, Türk tarihi açısından, Osmanlı İmparatorluğu’nun ümmet devletinden milli devlete geçişinin ifadesidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu sosyal yapısı, Cumhuriyet ile birlikte, sadece Türk Milleti’ne dayanan tek uluslu siyasal yapıya dönüşmüştür. Türk İstiklal Savaşı, bu dönüşümün güçlüklerle dolu, insan gücünü aşan çabaları gerektiren, bir geçiş dönemi olmuştur. Milli İrade, Milli Egemenlik, Milli Ordu, Milli Meclis ve benzeri kavramlar döneme damgasını vurmuş olmakla beraber, bu kavramların etkileriyle, Türk Milleti’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki kahramanca katkıları, tarihteki yerini almıştır.
Türk fikir hayatında mümtaz bir yere sahip olan, Milli Mücadele dönemindeki rolüne hatıralarda değinilmesine rağmen tam anlamı ile ele alınamamış olan Yusuf Akçura’nın, gerek askeri mücadele döneminde gerekse Ankara’daki görevleri ile atılımcı bir kişiliğe sahip olduğunun yeni belgeler ışığında ele alınması gerekmektedir. Akçura’nın mutat zevattan1 olması, başta Türk Tarih Kurumu2 olmak üzere Cumhuriyetin birçok kurumunda izlerinin bulunması, Cumhuriyet Tarihi açısından ayrı bir yere sahip olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın, tarihsel bilgisinden kuşku duymadığını belirttiği3, bağımsız fikirleri ve demokrasi taraftarı olması nedeniyle ve askeri mücadele döneminde çeşitli alanlardaki kıymetli faaliyetleri de dikkate alındığında Akçura’yı kültürel konularla ilgili bir danışman olarak değerlendiriyor olması da gözden kaçmamaktadır. Kuşkusuz ki, eğitimi ve Avrupa yaşantısı, görevleri, mesleği ve birikiminin yanı sıra dönemine damgasını vuran “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesi bir nazariyeci olarak ele alınmasına ve uzak görüşlü kimselerden biri olarak değerlendirilmesine katkı sağlamıştır. İşte bu görevlerden Garp Cephesi ve Ankara’daki faaliyetler de dikkate alındığında onun için biçilen kıymet gitgide artmaktadır.
II. Meşrutiyet öncesinde üç siyaset tarzının analizini yaparak dönemine damgasını vurmuş olan Akçura, Balkan Savaşları’na Kurmay Yüzbaşı olarak katılmış, I. Dünya Savaşında gerek tarih hocalığı görevi gerekse entelektüel birikimi ve yabancı dillere olan vukufu dolayısıyla yurtdışı görevlerine gönderilmiştir4. Kızılay temsilcisi olarak gittiği görevlerde, Ruslara esir düşen Osmanlı subay ve erlerinin maruz kaldıkları muameleler ve esaret hayatını raporlar5 halinde İstanbul’a nakletmiş olan Akçura, bu esirlerin teslim alınması görevini de üstlenmiştir.
Mondros Mütarekesi’nden sonra milli bilinci Hamdullah Suphi başkanlığında İstanbul’da canlı tutmaya çalışan Türk Ocakları’ndaki faaliyetlerine ve Darülfünun’daki derslerine devam eden Akçura, son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Anadolu’daki milli direnişi destekleyen6 ve dönemine göre ileri bir özellik taşıyan ekonomik programa sahip olan Milli Türk Fırkası’nın Eskişehir-İstanbul milletvekili adayı olarak katılmıştır7. Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Adnan (Adıvar) ve Ahmet Ferit (Tek) gibi Ocaklıların kazandığı seçimde yer almış ancak meclisin İngilizler tarafından işgalinden sonra diğer arkadaşları gibi ilk TBMM’de yer alamamıştır8. Bunun yerine ifa edeceği görevler ise milletvekilliğinden belki de daha önemli ve dikkat çekicidir.
İstanbul’da, Türk Ocağı ve Meclisin İngilizler tarafından 1920’de işgal edilmesine kadar çalışmalarını sürdürmüş olan Akçura, işgalle beraber tutuklanarak Arapyan Hanı’nda bir müddet hapsedilmiştir. İngiliz işgalindeki İstanbul’da yaşamın oldukça güçleştiğini gören Akçura, Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki direnişi destekleyenlerle birlikte Anadolu’ya geçme kararı almış ve akabinde eşi ile şair Mehmet Emin (Yurdakul) Bey’in de yer aldığı bir vapurla 29 Mart 1921’de önce İnebolu’ya ardından da Ankara’ya ulaşmıştır9.
Milli Mücadele Döneminde
Akçura, Mondros Mütarekesi’nden sonra iki siyaset tarzının var olduğunu söyleyerek analizini şu şekilde yapıyordu; birincisini işgalciler ve düşmandan hayır bekleyenler olarak nitelendiriyor ve onları da, hiç de budala olmayan, memleketin, milletin hayat ve istikbalini, hürriyet ve istiklalini hiçe sayan, sırf şahsi menfaatlerini düşünen zevk ve sefalarının eksilmesinden korkan kimseler olarak tanımlıyordu. İkinci siyaset cereyanı olarak da; Türk milletinin kendisini toparlayarak öz Türklüğ’ün, Mustafa Kemal Paşa komutasında milli ordu, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve Büyük Millet Meclisi’ni oluşturması ile kendisinin de içinde yer alacağı asıl önemli siyasetin meydana geldiğini belirtiyordu10.
İstanbul’dan geldikten sonra, yer aldığı Milli Mücadele’de, önce Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Heyeti üyeliğinde ve bu heyetin başkanlığında bulundu. Daha sonra 1921 ve 1922 yılları arasında, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in tasarlayıp başlattığı ve Mehmet Vehbi Bey’in devam ettirdiği Türk Ocaklarına11 bağlı olarak Ankara’daki memurlar, asker, esnaf ve serbest çalışanlara verilen, kurs niteliğini taşıyan ve katılımın oldukça yüksek olduğu Serbest Dersler adlı iktisadiyat, maliye, hukuk, eğitim, Türk dili, tarih, sosyoloji ve manevi ilimleri ihtiva eden bilimsel nitelikte derslerde görev aldı12.
Serbest dersler adı verilen TBMM’nin de destek verdiği13 özerk olan ve Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in de içinde bulunduğu bu derslere, savaş döneminde eğitimin ciddiyetini kavramış milliyetçi, halkçı ve aydın grubun yanı sıra Dar’ülfunun’dan Ankara’ya geçen hocaların katıldığı da görülmektedir. Milli Mücadele’nin haklılığı ile Şark Meselesi’nin bu son perdesindeki haksızlığını Akçura ve bazı bakanlar tarafından izah edildiği bu uygulama adeta bir üniversite havası uyandırmaktadır. Nitekim cephedeki görevi sonrasında Akçura’nın 1. sene sonunda yapmış olduğu değerlendirme dikkate değerdir: “Bugün efendiler, altı aylık bir tecrübeyi yapmış bulunuyoruz. Tecrübe, ümidimizi takviye etti. Derslere talebe intizam ve hevesle devam eyledi. Başta altı müderrisle dersleri açmıştık; şimdi on beş müderrisimiz var. Yalnız zaman ve mahal bulunmamasından, her gün ancak bir ders verebildik. … Hükümet-i Milliye’nin teşkilat-ı idariyesinde yüksek mevkileri işgal eden birkaç zat da vazife-i resmiyelerinden müşkülatla arttırabildikleri zamanı, burada ders vermeye tahsis etmek hamiyetkarlığında bulundular14.”
Derslerin, hocaların farklı bakış açıları ile serbestçe işlendiğini ve demokratik bir öğretim sistemi izlendiğini belirten Akçura, öğretimde eksik olan unsuru ise ara eleman, teknisyen ve mühendis yetiştirecek okulların milli hükümet merkezi Ankara’da olmamasına bağlamakta ve bu okulların açılması konusunda temennide bulunmaktadır15. Demokrasinin oluşmasına samimi taraftar olanlar halkın siyasi eğitimine ve öğrenimine önem verir diyen Akçura cephede gördüğü bir örneği şöyle dile getirmektedir: “Cephede iken Yunan maktullerinin, Yunan esirlerinin ceplerinden toplanan bir hayli evrak görmüştüm. Bunların bir kısmı mühim propaganda maksadıyla yazılıp dağıtılan matbualar ve resimlerdi. Atina Darülfünun müderrislerinden birisinin Anadolu’ya, Anadolu’da sakin Hıristiyanlara dair, Atina’da irad ettiği heyecanlı bir konferansı ihtiva eden bir risale, beni çok düşündürdü. Müktesebat-ı ilmiyesi nakıs (bilimsel özelliği olmayan), kudret-i intikadiyesi (eleştirel yönü) zayıf bir nefer ve çavuşa böyle hararet ve belagatla yazılmış sözler, hakikat-i vakaya muhalif bile olsa, az mı icra-i tesir eder? Hasılı Megalo İdealarının tahakkuku hülyasıyla giriştikleri bu harpte düşmanlarımızın müderris ve muallimleri de, şair ve muharrirleri de, vaiz ve hatipleri de kendilerini kendi iradeleriyle, kendi arzularıyla seferber addediyorlar ve milli addettikleri maksadı istihsal uğrunda ellerinden geldiği kadar uğraşıyorlar.16” Bu söylediklerinden hareketle askeri mücadelede ve sonrasında, Türkiye’de ilmin geliştirilmesi ve yayılması konusunda daha çok çalışmak gerektiğini bunun sabırla ve zamanla semeresini vereceğini Serbest Dersler’in de iyi bir örnek olduğunu belirtmektedir. Müstakil ve özgür olmayan ülkelerde, özgür vatandaşların ve özgür fikirlerin bulunamayacağını, serbest derslerin özerk ve dokunulmaz olmasını ise aydın fikirli, özgürlükçü ve halkçı başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya ve en küçük rütbeli askerine kadar Milli Ordu’ya borçlu olduğunu belirtmektedir17. Serbest derslerin amacını, “Milliyetçilik, Halkçılık ve Aydınlık” olarak üç kelime ile ifade eden Akçura; kayıtsız şartsız milli hâkimiyeti dahi reis Gazi Paşa’nın çelik pençesi ile yükselen al sancağında yazılmış ilkeler olarak görmektedir. Milli Mücadele kadrolarının iç isyanlara ve işgallere karşı yürüttükleri faaliyetlerin yanında cehalete karşı yürüttüğü savaşın ne kadar büyük olduğunun görülmesi açısından dikkate şayandır.
Garp Cephesi’nde
Balkan Harbi sırasında giymiş olduğu asker kıyafeti ve (Yedek) Kurmay Yüzbaşı rütbesi ile Akçura yaşı 45’e yaklaşmış, saçı ve sakalı ağarmış18 olmasına rağmen cephede okuryazar insana ihtiyaç bulunduğu düşüncesi ile Eskişehir Kütahya Muharebeleri’nden Sakarya Meydan Muharebesi’nin sonuna kadar Garp Cephesi’nin istihbarat akışında Garp Cephesi’nde (Alagöz Karargâhı’nda ve Mustafa Kemal Paşa’nın yanında) ve Polatlı’da istasyonun karşısında yer alan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye İstihbarat Şubesi’nde (2. Şube) bazen de Ankara’da bulunarak askeri üniforması ile görev yapmıştır19. “Eski Dostum” dediği Yusuf Akçura’nın cephede okuryazar insana ihtiyaç duyulduğu şeklindeki ifadesi, Halide Edip Hanım’da cepheye asker olarak katılma fikrini büyük ölçüde oluşturmuştur. Halide Edip kendi anılarında bu durumu şu şekilde izah etmektedir: “Yusuf Akçura Bey cepheden birkaç günlük izin için yanımıza (Ankara) geldi. Cephe karargâhındaki işleri götürecek yeter derecede adam olmadığından şikâyet etti. Okuryazar bir adamın ne kadar lazım olduğunu ve münevverlerin vazife almak zamanı geldiğini söyledi. Akçura’nın bu sözleri beni bütün gece uyutmadı20.” devamında “İşte, garip bir surette ‘ben’ denilen şeyin tamamen milletin içine karışmış olduğunu en fazla o zaman hissettim millet göçerse, ben de onlarla beraber gitmek istiyordum. Bence kendimin, bir küçük parça olmamın hiçbir önemi yoktu.21”. Bu duygular ile Halide Edip Hanım, asker olarak Garp Cephesi’nin İstihbarat 1. Şubesi’ndeki yerini almıştır. Mustafa Kemal Paşa ve kurmay heyeti ile ilgili izlenimlerini aktaran ve henüz başlayan muharebenin içinde olan Halide Edip’in bazen de Alagöz Karargâhı’ndan, Akçura ve Binbaşı Ali Bey’i de yanına alarak Alagöz Tepesi’ne çıktığını ve buradan Sakarya Meydan Muharebesi’nin ilk günlerinde gidişatını izlediğini kendisi aktarmaktadır. Daha öncesinde, Eskişehir Kütahya vuruşmaları sırasında Kızılay görevlisi olarak Eskişehir Askeri Hastanesi’nde gönüllü hemşirelik yapmış olan Halide Edip Hanım’ın kadın haliyle apar topar asker olarak Sakarya Meydan Muharebesi’ne katılması, Ankara’da eşi Adnan Bey’le misafir olarak ağırlamış olduğu Yakup Kadri Bey’de de cephede yer alma fikrini oluşturmuştur22.
Akçura, Sakarya Meydan Muharebesi başlamadan evvel Temmuz ayı başlarında Garp Cephesi 2. Şubesi’ndeki görevi sırasında, cephedeki askerlerin motivasyonunun artması için cephe ajansı vasıtasıyla makaleler ve mesajlar yazıp dağıttırmıştır23. Muharebe öncesinde ve muharebe sırasında Türk askerinin isteklendirmesinin psikolojik esasını yürüttüğü anlaşılan Akçura’nın ordu lehine olduğunu düşündüğü fikirleri İsmet Paşa’ya 5 Ağustos tarihli mektubu24 ile sunması ile açığa çıkmıştır. Akçura’nın görüşlerinin, İsmet Paşa tarafından fazlasıyla dikkate alındığı görülmektedir. Mektuptan 4 gün sonra İsmet Paşa’nın yayınladığı emir ile ordunun maneviyatının yükseltilmesi için gereken tedbirler ciddiyetle alınmıştır. Milli Mücadele’nin ve Sakarya Meydan Muharebesi’nin dini yönünü ve psikolojik boyutlarına katkısı fazlası ile büyük olan bu mektup ile Akçura’nın ismi farklı bir alanda temayüz etmektedir. Çünkü Milli Mücadele’nin din adamları ve dini boyutunu inceleyen araştırmacıların üzerinde durmaları gereken yeni isimler Yusuf Akçura ve çıkardığı emir ile İsmet Paşa olacaktır.
Sakarya Meydan Muharebesi’ni Türk milletinin ölüm kalım savaşı olarak gören tarihçi ve stratejisyenlerin ortak fikirleri muharebenin tarihi değiştiren bir olay olduğudur. Akçura’nın ifadesi ile kendi kaderine terk edilmiş, cahil bırakılarak tek ve en kıymetli değeri ile hareket etmesi istenen Türk askerinin ve komutanlarının bu muharebede olağan dışı yetenekleriyle makûs talihi tam anlamı ile tersine çevirdikleri ve Yunan Ordusu’nu Sakarya’nın batısına çekilmeye zorladıkları büyük bir savaştır.
Yakup Kadri Bey’in de dikkate alarak hatıratında, Yusuf Akçura’ya ait olduğunu belirttiği şu ifade de: “Bugünkü dünya vaziyetinin kilit taşı Garp Cephesidir, zamanımızın ehli salip muharebeleri bugün sekiz yüz sene evvel olduğu gibi Sakarya vadisinin etrafında toplanmıştı25.” Akçura, tarihsel özelliği ile Haçlı Seferlerinin Sakarya Meydan Muharebesi ile benzerliğini coğrafi ve niteliksel olarak ele almaktadır. Sekiz yüz sene sonrasında tarihi bir muharebede görev üstlenen Akçura’ya cephedeki hizmetlerinden dolayı 20.11.1927 tarihinde TBMM tarafından İstiklal Madalyası verilmiştir.
Akçura, Sakarya Meydan Muharebesi sırasında kendi öğrencisi olan Garp Cephesi İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Tahsin Bey’in başkanlığı altında 2. Şube’de çalışmaktadır26. Akçura, aynı şekilde Binbaşı Tahsin Bey’e bağlı olarak 1. Şube’de görev yapan Halide Edip Hanım ve Yakup Kadri Bey ile beraber, Yunan ordusunun sivil halka karşı giriştiği mezalim ve tecavüzleri araştırmak üzere kurulan Tedkik-i Mezalim Şubesi’nde de görev yapmıştır. Ankara’yı terk etmek fikri şöyle dursun, geçici bir görev niteliğinde yarı askeri bir kimlik ile İsmet Paşa’nın oluru doğrultusunda, cephede görev almak isteyen Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) muharebenin bitimini takip eden günlerde oluşturulan Tedkik-i Mezalim Şubesi’nde almış oldukları görevi şu şekilde anlatmaktadır: “Asıl vazifemiz bölgedeki köyleri dolaşmak, köylülere Yunan fecayiini tedkik ve tespit etmek ve görüp işittiklerimizi bir kitap halinde Erkân-ı Harbiye’ye vermekti. Halide Hanım’dan, Yusuf Akçura’dan ve benden müteşekkil bir heyet bütün Haymana Ovasını ve Mihalıççık bölgesinin bir yanından girip öbür yanından çıkarak yüzlerce köyün küllerini, toprak yığınlarını taramaya ve her menzilde birkaç saat durup o milli felaketin tefsilatını bizzat felaketzedelerin ağzından dinlemeye koyulmuştuk. Bu haftalarca hatta aylarca altından kalkılamayacak kadar ağır bir işti. Düşman çekilirken her şeyi öyle sistematik bir tarzda yok etmişti, öylesine taş üstünde taş bırakmamıştı ki, insan, ilk bakışta buralarda bir zaman oturanlar var mıydı diye şüpheye düşerdi.27” Yunan ordusunun bölge köylerini ve çekilmesi ile güzergâhı üzerinde bulunan diğer köyleri yakıp yıkması, hayvan ve hasada zarar vermesi, sivil halka karşı girişmiş olduğu tecavüz ve mezalimin bu adeta yok etme hareketinin şahitliğini yapmış olan Akçura’nın, Yakup Kadri Bey’e: “Bu fecayi kitabını medeniyet âlemine bir hitap şeklinde yazmalısınız” demesi üzerine Yakup Kadri Bey de, yazma konusunda kusur olmamakla beraber görülenlerin yürek burkucu olduğunu ve bu facianın yegâne sanığı olan medeniyet âlemine karşı olan bitmez tükenmez bir hayal kırıklığı oluştuğunu belirtmektedir28. İnsanlık dışı bu fillerin araştırıldığı sırada Akçura’nın yanındaki Halide Edip Hanım’a anlattığı şu görüntü ise Halide Hanım tarafından dikkate değer bulunmuştur: “Biri Türk, biri Yunan askerlerin birbirine sarılmış olduklarını görmüş. Acaba birbirlerini boğazladıktan sonra, insanlar kardeş olduğunu mu hissetmişlerdi? Yoksa aralarında artık hiçbir siper kalmayan ve ölüme giden iki insan gibi birbirlerine mi sarılmışlardı?29”
Bu çok üzücü görevi fazla sürdürmeyen Akçura, muharebenin bitmesini takip eden günlerde Tedkik-i Mezalim Şubesi’ndeki görevini bırakarak, hem derslerine katılmak hem de yeni alacağı resmi görevler için üniformasını çıkararak Ankara’ya hareket etmiştir. Sakarya Meydan Muharebesi’nin sonucunda Fransızlar ve Sovyetler ile başlayan diplomatik münasebetler göz önünde bulundurulursa Akçura’nın resmi görevleri için sivilleşmesi gerekmektedir.
Akçura Ankara’da
Garp Cephesi’ndeki işlerine son vererek Ankara’ya geçen Akçura, entelektüel birikimi, Fransızca ile Rusça biliyor olması, I. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’daki faaliyetleri ve tecrübesinin yanı sıra olayları çok iyi algılayan ve tahlil edebilen yeteneği, Ankara’da açılan Sovyet ve Azeri elçilikleri ile ilişkiler konusunda resmi görevler almasına neden olmuştur. Bakanlar Kurulu kararı ile Hariciye Vekâleti Müşavirliği ve aynı zamanda Hariciye Vekâleti Umur-u Şarkiye Müsteşarlığı görevlerine atanan30 Akçura’nın doğu işleri ve Sovyetlerle olan ilişkiler konusunda dikkat çekici bir rolü vardır. Ankara’da güven mektubunu sunan Ukrayna büyük elçisi Frunze31 için Hariciye Vekâleti’nin 30 Aralık 1921’de vermiş olduğu yemeğe de katılan Akçura, Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmasından32 sonra Rusça bir konuşma da yapmıştır.
Büyük Taarruz öncesi, Milli Mücadele’nin silah ve cephane temini konusunda TBMM’nin Sovyetlerle Moskova Anlaşması’nın resmi metni dışında yapılan anlaşma gereği Nisan 1921’den Mayıs 1922’ye kadar olan zaman diliminde toplam 10 milyon rublelik altın yardımının yapılmış olması ve bununla beraber Şubat-Nisan 1922’de türlü silah ve cephane yardımları33 Sovyetlerle olan ilişkiyi geliştirmiştir. Ankara’nın Rus büyük elçisi Aralof ile Azerbaycan elçisi Abilof’un aracılığını yürüttüğü bu yardımlarda Akçura’nın da danışman ve aracı olarak görevlendirildiği görülmektedir. Diğer taraftan Akçura, Sovyet elçiliğinin verdiği davet ve yemeklere de katılmakta34 ve elçiler ile ilgili Mustafa Kemal Paşa’ya bilgi vermektedir. Adı geçen elçilerin Büyük Taarruz öncesi 27 Mart 1922’de Ankara’dan hareketle, cepheyi ziyaret adı altında ateşkes anlaşması35 ile ilgili Sivrihisar’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’yla görüşmeye gitmeleri bilgisini şifreli bir telgraf ile Ankara’dan Paşa’ya Akçura bildirmiştir36.
Yusuf Akçura hakkında ilk biyografi çalışmasını 1944’de yapan, Kuzey Türklerinden ve arkadaşı olan Cumhuriyet döneminde ise Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından olan Muharrem Fevzi Togay’ın anlatımına göre, Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında Kuzey Türklerine yapılan yardımda Yusuf Akçura’nın rolü ile ilgili şu bilgi verilmektedir: “Şiddetli bir açlığın sürdüğü kuzey Türk ülkelerinden, Müslümanların Merkez Diniye Nezareti adına Abdullah Bubi, Feyzi Bubi, Muharrem Fevzi Togay’ın bulunduğu heyetin Ankara’yı ziyareti dolayısıyla, bunlarla yakından ilgilendi ve Mustafa Kemal Paşa ile görüşmelerini sağladı. Gazi Paşa, heyeti TBMM’deki hususi dairesinde birkaç defa kabul ederek dertlerini dikkatle dinlemiş ve her türlü yardımın yapılmasını emretmiştir. İstiklal Savaşı’nın en müşkül günlerinde Garp Cephesi levazımatından yüz bin kutu konserve, üç bin çuval un ve diğer gıda malzemelerinin açlık bölgesine yollanması temin edilmiştir. … Ayrıca Türk Hilal-i Ahmer Cemiyeti görevlileri ve cemiyetin yardımı da sağlanmıştır. … İşte Türk âlemine maddi ve manevi bağlılığını bir kat daha teyit eden bu tarihi yardımlarda Akçura’nın çok büyük hizmet ve gayreti görülmüştür”37.
Akçura, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kayda değer isimlerindendir. Çünkü o, Milli Mücadele’nin çetin dönemlerinde bir asker, dışişlerinde müsteşar ve danışman, Ankara’da katıldığı dersler ile de bir bilim adamı hüviyeti ile karşımıza çıkmaktadır. Aşağıda görüleceği üzere konferans ve kürsülerin de etkileyici ismi olacaktır.
Tüm bunlarla beraber Büyük Taarruz’un kazanılmasını takiben saltanatın kaldırılmasına ve Lozan Barış’ı için görüşmelerin başlamasına rastlayan günlerde, Mustafa Kemal Paşa’nın mili iktisat bilincinin güçlendirilmesi konusunda bilinen hassasiyeti, Bursa, İzmir ve Antalya çevresinde çeşitli konferanslar vermek üzere 20 Kasım 1922’de Hariciye Vekâleti Müsteşarı Yusuf Akçura’yı görevlendirmesi38 ile görülmektedir. Akçura’nın güvenliğinin sağlanması ve kendisine yardımcı olunması konusunda da Garp Cephesi’ne, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve il yöneticilerine gönderilmiş olan bu yazının karşılığı olarak, 21 Kasım’da Fevzi Paşa gereğinin yapıldığını bildirmiştir39. Ankara’dan ayrılmadan önce Fevzi Paşa ile görüşen40 Akçura’nın, 5 Aralık 1922’de Bursa Türk Ocağı’nda verdiği konferansta41 kazanılan askeri zaferin ardından yapılması gereken işler ile ilgili özellikle iktisadi zaferin kazanılmasının önemi üzerine, ki buna ‘Cihad-ı Ekber’ demektedir, ayrıntılı izahat verdiği görülmektedir. İzmir İktisat Kongresi’nden 3 ay kadar önce yapılan bu çalışmalar, iktisadi işler konusunda temel nitelik oluşturmaktadır. Onun, Milli Türk Fırkası’nın ekonomik programında Devletçilik iktisadi programını benimsemesi, yeni kurulacak devletin üretiminin ağırlığını tarım oluşturuyor olması ve köylü nüfusun ağırlıkta bulunması geçiş formülü olarak bu programı fazlası ile anlamlı kılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ve diğer paşaların da iktisadın önemi üzerine, zaferin hemen sonrasında duruyor olmaları bilinmekte ve bu durum Akçura’nın yazılarına da yansımaktadır. Yine 27 Nisan 1923’te Ankara Türk Ocağı’nda vermiş olduğu “Türk Milliyetçiliğinin İktisadi Menşelerine Dair” adlı konferansı, Osmanlı İmparatorluğu’nun iktisadi ve tarihi misyonu ile ilgili Avrupa’daki gelişmeler doğrultusunda yapmış olduğu analizde, Türk milletinin tam bağımsız olmasının iktisaden mümkün kılınması için gereken becerinin gösterilmesi gerektiği vurgusu görülmektedir42. Akçura’nın, gelecekte şartların müsait olması durumunda ağırlıklı olarak millet menfaatini gözetecek nitelikte olan, uç noktalarda olmayan iktisadi programlara karşı olmadığı da verdiği konferanslardan veya yazılarından anlaşılmaktadır43.
Akçura’nın genellikle, “Dahi” ve “Büyük İnsan” olarak tanımladığı Mustafa Kemal Paşa’ya bakışına ise ilgili makalesinde geniş yer ayırmıştır. 1929’de kaleme aldığı ve Nutuk’un değerlendirmesini44 yaptığı makalesinde ve yanı sıra diğer birçok yazı ve konuşmasında45 da belirttiği gibi çağdaş ve milli Türk Devleti’nin eşsiz olarak nitelendirdiği lideri Mustafa Kemal Paşa ile her alanda tam bağımsızlığın sağlandığını söylemektedir. XX. yüzyılın en büyük vakalarından birisini yapan, tarihin gidişatını değiştirmeye haiz fevkalade büyük adam olarak nitelendirdiği Mustafa Kemal Paşa’yı, Winston Churchill’in “Cihan Buhranı” ismindeki hatıralarında övgüye değer bulmasını da işaret ederek,46 Mustafa Kemal Paşa için şu ifadeleri kullanıyor: “…Fedakar milletin başına geçen harikulade adamın, milletin kuvvet ve istidadına iman ve itimadını beşeriyet tarihini çok derin anlamış olduğundan, dâhili ve harici siyasette dahiyane vukufunu samimi halk severliğini (Demokratlığını), realiteleri bulup görmekteki emsalsiz kudretini, yorulmak bilmeyen fikri takibini, nefsine son derece hakim olarak daima azim, sabır, fenni ve nezaket ile hareket ederek efkar ve hissiyattan hiçbirisini vakti gelmeden ortaya çıkarmadığını, fikre mefkureye muhalefetle işe zarar iras edenleri münakaşa ve münakade sahasında çok kuvvetli mantık ve belagati ile siyaset vadisinde en muvafık çare ve tedbirlere mağlup ve bertaraf edebildiğini, müşkül mesailin mevzuu bahs olduğu zamanlarda bile sükun ve itidalini, fikri vuzuh ve civadelini asla kaybetmeksizin en musip sureti halleri bulabildiğini; mücerret tabirlerle, imanını basiret ve kiyasetini, iradetini siyasetini feragat ve şecaatini, hırslı bir kelime ile “deha”sını görüyoruz.47” Mustafa Kemal Paşa’nın evrensel yönüne de değinerek mazlum ve geri kalmış milletlere rehber olacağını belirtmesi48 dikkat çekicidir. Bu tespiti ile ona olan güven ve inancını sekiz yıl önce Ankara’ya henüz geldiği sırada da göstermektedir. Mart 1921 tarihli bir yazısında Haçlı seferleri tarihini ele aldıktan sonra; “Selahattin Eyyubi üçüncü ehl-i salib muharebatında Cünud-i İslamiye’nin nasıl büyük bir kahramanı sayılıyorsa, Mustafa Kemal de bilmem kaçıncı ehl-i salip muharebesinde Müslümanların öyle büyük bir kahramanı sayılacaktır… Ve hiç şüphe etmiyorum ki hakkın hamisi, zulmün mahisi olan adalet-i ilahiyet, o sefer de olduğu gibi bu sefer de Müslümanların gaye-i kamilesini temin edecektir.49” demektedir. Cumhuriyetin 1. kuruluş yılının kutlanması gerektiğini işaret eden yazısında ise Yusuf Akçura’nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi vazifesi olarak gördüğü ve geleceğine ilişkin 1924 tarihli öngörüsünü belirtmek gerek: “Birbirinin devamı ve ardılı bulunduğu halde, çelişkisi zannolunan Şark ve Garp Medeniyetlerini telif etmektir. Bu suretle geride kalanlar ilerleyecek, beşeriyet mukadder gayesine doğru yürürken, manasız sektelerden, muzır darbelerden kurtulacak, hareketine sürat ve ahenk gelecektir. Cumhuriyetin tecelli günü dünya tarihinde yeni bir devrin başlangıcıdır. Bugünü kutlayalım, bugünü bize gösteren Ulu Tanrıya yönelelim ve bu günde “O”nun kuvvetini, “O”nun dileğini kendisinde tecessüm ettiren cisimleştiren Başkomutanımızı alkışlayalım50”
Sonuç
Türk fikir hayatında mühim bir yeri bulunan, eserleri hala bir araya getirilemeyen ciddi bir düşün adamı ve milliyetçilik fikri üzerindeki rolü tartışmasız olan Yusuf Akçura’nın, bu fikrin ilk karakterlerinden biri olması ve çizgisinden üslubu ve entelektüel bakışı çerçevesinde ayrılmaması abide bir isim olarak Meşrutiyet Dönemi’nde olduğu gibi Cumhuriyet Dönem’inde de fazlasıyla izler bırakmıştır. Yusuf Akçura, bu her iki sarsıntılı ve değişim döneminin arasında yer alan Milli Mücadele’nin sancılı askeri safhasında icra ettiği şerefli görevlerin yanı sıra, Halide Edip ve Yakup Kadri gibi isimleri etkileyerek cephede görev almalarını sağlamıştır. Akçura’nın Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemlerinde kendisine düşen görevleri ve ayrıca gönüllü olarak ittihaz ettiği görevleri de yaparak, tarihe ve tarihsel kişiliğine büyük ölçüde katkısını ortaya çıkaran bu bulgular, onun gibi özel bir ismi gitgide kıymetlendirmektedir.