Avrupa’yla kriz herkesin işine geliyor...
Aslı Aydıntaşbaş 01 Ocak 1970
Bu krizde “haklı” olan kimse yok. Ama Avrupa’yla yaşanan dram, herkesin işine geliyor.
Ankara, Türk yetkililerin referandum seçim gezilerini iptal eden Avrupa’ya her geçen gün daha sert bir söylemle yüklenerek, sandığa bir ay kala milliyetçi tabanda “Evet” oyunu konsolide etme imkânı buluyor.
Almanya’da iptal edilen her salon toplantısı, Hollanda’ya inmeyen her uçak, “Evet” kampanyasını bir tık daha güçlendiriyor. “Vur vur inlesin, Avrupa dinlesin!” sloganları arasında 15 Temmuz’dan bu yana sürekli işlenen “Bütün dünya bize karşı”, “Yedi düvel birleşti bizi yıkmaya çalışıyor” gibi temalar, kamuoyu nezdinde güncellenmiş oluyor.
Mevcut kriz, Avrupalılar için de kazançlı!
Hollanda’da haftaya, Almanya’da ise sonbaharda seçim var. Her iki ülkede de mülteci ve İslam karşıtı partilerin yükselişi, mevcut iktidarları zorluyor. Tayyip Erdoğan, Avrupa genelinde sevilmeyen bir figür ve Erdoğan’la polemiğe girmek “Bakın biz Türkiye’ye müsamaha göstermiyoruz” demek, sandıkta prim yapıyor.
Nereden nereye. 2005 yılında ellerinde “Evet” pankartlarıyla Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye ile tam üyelik müzakere süreci başlatan Avrupa’da bugün herkes Türkiye’den fellik fellik kaçıyor. Birlikte fotoğraf vermemek, ortak zirve yapmamak için ayak diretiyor. “Bak Türkiye’yi durdurduk” tavrıyla seçim kazanmaya çalışıyor.
İki tarafın da kabahati olan öyle sorumsuz bir savruluş yaşanıyor ki Türkiye-Avrupa ilişkilerinde, günün birinde seçimler geride kaldığında ve yeniden konuşmak gerektiğinde, “soft landing” (yumuşak iniş) kolay olmayacak. Ankara’nın AB üyelik hayali zaten çoktan bitti. Ama üyelik yerine konması düşünülen ve iki tarafın da hararetle istediği “gümrük birliği güncellemesi” bile zora gidiyor.
Bu gidişle Avrupa ile aramızdaki tek bağ, mülteci anlaşması olacak: Al parayı, tut mülteciyi...
Avrupa’ya da, Türkiye’ye de iki çift sözüm var.
Ey Avrupa! Öncelikle biz Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik ihlalleri eleştirirken, senin hâlâ kâğıt üzerinde de olsa AB adayı olan bir ülkeden siyasetçilerin konuşmasını engellemen olmaz.
Ayrıca yeni mi anladın Türkiye’de ağır bir otoriterleşme olduğunu? Ne oldu da bir anda Türkiye’deki insan hakları ihlalleri mesele oldu? 2015 ortasından beri Türkiye’de çok ağır bir süreç yaşanıyor. İnsan hakları ihlallerinin haddi hesabı yok. Onlarca gazeteci cezaevinde. Daha düne kadar bunlara sesini çıkarmadın. Son iki yılda Türkiye kat be kat kötüleşirken sen varaklı koltuklarda mülteci anlaşması peşindeydin. Allah aşkına; şimdi mi uyandın? Bunun Avrupa’daki seçimlerle ilgisi olmadığına kim inanır?
Tabii ki Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin Türkiye’deki kutuplaşma ve buhranlı siyasetin kendi ülkelerine ve sokaklarına sirayet etmesini engellemek istemesi anlaşılabilir. Kim ister Türkiye’deki nevrotik siyasi iklimi kendi ülkesine ithal etmeyi? Ama yapılması gereken, ta başından karar alıp ilan etmekti: Burada seçim mitingi yapabilirsin ya da yapamazsın. Ivır kıvır, yok otopark yok, yok yangın merdiveni dar gibi mazeretler sahtekârca ve yanlış.
İkinci sözüm hükümete: Hiçbir tutarlılığın yok. Burada en ufak bir siyasi özgürlüğe izin vermiyorsun. Hayırcıları terörist olmakla itham ediyor, eli silahlı adamların hayır vermek isteyenleri tehdit etmesine izin veriyorsun. HDP lideri Selahattin Demirtaş ve “Hayır” kampanyasının yüzü olacak Meral Danış Beştaş’ı cezaevine attın. Medyaya göz açtırmıyor, “Çatlak ses istemiyorum” diye medya patronlarına talimat veriyorsun.
Sonra da dönüp Almanya’ya demokrasi dersi veriyorsun.
Böyle rekabet mi olur? Amiyane söyleyeyim: Bu kadar baskıyla babam da seçim kazanır.
Ama benim babam da bu kadar zulmü içine sindiremeyecek kadar vicdanlı adamdır.