‘İçimizdeki Danimarkalılar’dan ‘İçimizdeki Araplaşma’ya
Erol Manisalı 01 Ocak 1970
AB ile 1990’lı yıllarda, üye olmadan hiçbir ülkenin imzalamadığı bir biçimde tek yanlı gümrük birliğine 1995’te imza atılırken “içimizdeki Danimarkalılar”ı gündeme getirmiştim. Kimdi benim bu adı taktığım çevreler?
- Türkiye-AB ilişkilerine biraz çarpık bakan: AB bizi tam üye yapmasa da tek yanlı bağlanalım; yani “kumalığı” kabul edelim diyenler. Bir söyleşim daha sonra Die Welt’te, “Kuma mı metres mi” diye çıkmıştı.(*) Medeni nikâh olmasa da kumalığı kabul eden çevrelere “İçimizdeki Danimarkalılar” adını takmıştım, bayağı da tutmuştu.
Kumalığı savunup bizi Batı’ya yaklaştırdıklarını sananlar maalesef bugünkü Ortadoğululaşma ve Araplaşma zemininin yolunu açtılar. Medeni nikâh olmadan (üye olmadan) kumalık kabul edilince Ankara ile Brüksel arasında sorunlar çıkacaktı; bu sorunları kullanan İslamcı çevreler Türkiye’yi Avrupa’dan (ve çağdaşlıktan) uzaklaştırma fırsatını elde edeceklerdi. Bunları binlerce defa yazdım(**), televizyonlarda ve konferanslarımda anlattım ama bazı “aydın” çevreler bile göremediler ya da görmek istemediler (Halide Edip’in kulakları çınlasın).
Kumalık düzenine karşı çıktığım ve “önce medeni nikâh yapılması, tam üye olunması gerekir” tezini savunduğum için, beni Avrupa karşıtı, AB karşıtı gösteren, bilgisi yetersiz ya da istismarcı çevreler oldu. Bu yüzden Türkiye’de, kimi İslamcı çevreler, “Görüyorsunuz Avrupa bizim düşmanımızdır, Ortadoğu’ya, Araplara dönelim” diyenler zemin kazandı ve bugünlere geldik: Avrupa’nın değerlerine yakınlaşmak yerine Katar’a, S.Arabistan’a yamandık.
ABD, Türkiye’yi tek yanlı bağlarla AB’ye bağlayıp Batı Kulübü’ne kilitlemek istiyordu. Holbrook, Çiller’e gönderdiği özel not ile(!) “tek yanlı gümrük birliğini imzala, arkanda biz varız” diyordu.(***)
ABD bir süre sonra politikasını değiştirip, “Ilımlı İslam” formülü ile Türkiye’yi BOP’un ve Ortadoğu bataklığının içine gömme yolunu seçti.
Bugün işin son noktası Irak’ta Barzani Devleti(!), Suriye’de ABD ve Rusya destekli Kürt kantonu ile yürümektedir. Mesud Barzani’nin son Türkiye ziyaretinde asılan bayraklar bu gidişin son adımıdır.
Çağdaşlaşma mı? Körfezleşme mi?
16 Nisan’daki halkoylaması sadece tek adamlık ve parlamenter rejim arasındaki tercih olmayacaktır; aynı zamanda, çağdaşlaşma ve demokratikleşme ile Ortadoğululaşma ve federalleşme arasındaki seçimdir.
1990 sonrasında, 1991’de Çekiç Güç geldi. Batı’nın sevmediği Ecevit’in 2002’de, Erbakan’ın 28 Şubat’ta tasfiyeleri; AKP iktidarının desteklenmesi; Türkiye’nin siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel olarak Avrupa ve çağdaş dünya yerine S.Arabistan ve Katar ile bir araya getirilmesi; 2002’de biten PKK terörünün 2003’te AKP iktidarı ve Irak’ın işgali ile yeniden başlaması; S.Arabistan’ın liderliğindeki Arap Sünni ordusuna Türkiye’nin dahil edilmesi ve Suriye’deki parçalanma süreci göz önüne alındığında, Türkiye çağdaş uygarlık değerleri yerine Körfezleşme arasında sıkıştırılmıştır.
16 Nisan’da halk çağdaşlaşmayı mı, yoksa bölünme ve Körfezleşmeyi mi seçecek? Herkes işin boyutlarını buna göre değerlendirmek zorundadır. Bu son çıkıştır.
(*) Die Welt, 22 Şubat 2004’te benimle yaptığı söyleşiyi, “Die EU behandelt die Türkei wie eine Mâtresse” başlığı ile verdi.
(**) 5 kitaplık “Hayatım Avrupa” serisinde tüm belgeleri ile bu gerçekler yazılmıştır. Cumhuriyet Kitap, 2008
(***) Erol Manisalı “Türkiye’nin Askersiz İşgali, Gümrük Birliği” syf. 45, Cumhuriyet Kitap, 2009